efillavin
efillavin
Asi Deniz'e
818 posts
"Son oldu ama hiç olmasaydı."~Siyah Yıldız ~
Don't wanna be here? Send us removal request.
efillavin · 15 days ago
Text
Hiçbir şeyin, bi' önemi kalmadı ki...
kaynak: efillavin
62 notes · View notes
efillavin · 16 days ago
Text
Söylesene, bu kadar çok ruhundan kan sızarken, nasıl görünmez olabildin ?
kaynak: efillavin
141 notes · View notes
efillavin · 18 days ago
Text
Bu gece bulutlar, katledilmiş küçük bir kızın ruhu için ağlayabilir mi?
Kaynak: efillavin
72 notes · View notes
efillavin · 19 days ago
Text
Bu gece de acımla , alay ediyorum.
Kaynak: efillavin
64 notes · View notes
efillavin · 20 days ago
Text
Sessiz kalıp, susmanın canımı acıtmamasını sağlamak kolay değildi.
Kaynak: efillavin
103 notes · View notes
efillavin · 21 days ago
Text
Sayfa 61
Bugün, İtalya-Avusturya Savaşı sırasında dizinden vurulan, on dört yaşında ama on iki bile göstermeyen; askerlere yardım çağırmaya çalışırken sol bacağını kaybeden bir çocuğun umut dolu bakışlarıyla, altı sayfanın arasına gizlenmiş acısını ve ona duyulan saygıyı gördüm.
Not: Yazar, bir daha asla koşamayacağının verdiği özgürlük kaybını anlatmak istemişti. Ama kısa satırların içinde dahası vardı. Kaybedilen yalnızca bir bacak değildi — savaşta kaybolan, insanların vicdanıydı.
“Koşmayı unutmuş bir çocuğun gözlerinde, hâlâ yaşamayı bilen bir umut vardı."
Kaynak: efillavin
44 notes · View notes
efillavin · 21 days ago
Text
Karanlıkta yalnız kalmayı o kadar iyi öğrendin ki… Bir el uzandığında geri çekiliyorsun. Korkmuyorsun... Sadece o eli bir kez bile tutarsan, her karanlıkta tutunacak şeyler ararsın sanıyorsun. Ama... Yolu kendi başına da bulamıyorsun..
Kaynak: efillavin
66 notes · View notes
efillavin · 21 days ago
Text
“Oyun oynadığını sanan bir çocuğun, ölmüş ruhu var içimde.”
Kaynak: efillavin
112 notes · View notes
efillavin · 22 days ago
Text
Böyle bir yazı yazmamın sebebi; çok fazla neden kaynak belirttiğime dair iletiler alıyorum. Kısaca şöyle; kağıda yazarken imza atıyorum ama burada yapamıyorum. Bir de kaynak belirtince bana dair hissediyorum. Bana dair hissediyorum çünkü sadece kendimi yazmıyorum. Çevremdeki gördüğüm , duyduğum , dinlediğim ve daha çok ruhlarına dokunduğumu düşündüğüm insanlara ithafen yazıyorum. Hayatlarını dışarıdan duyduğum değerli insanlar gizli kalsın istiyor. Tek olsun diye kaynak belirtiyorum. Her tek insan, farklı bir ruh... Kısa dedim uzun oldu biraz ama yine de onları yazıyorum çünkü varlıklarının farkında olduğuma kanıt olarak hissediyorlar , kaynak gösteriyorum. Ve kelimeler benim zihnimde bir araya geliyor, yazıya dökülüyor... Burada da belirteceğim gibi...
Kaynak: efillavin
43 notes · View notes
efillavin · 22 days ago
Text
"Anladığını söylüyorsun çünkü yalnızca anlaşılmak istediğimi kelimelerimin arasında hissettin. Ama... Anlatamadığımı da biliyordun. Ve... Sen... Hissetmediğini söylerdin. Kalbinin olmadığını ama ruhumun güçsüz fısıltılarını duyduğunu söylediğin gibi... İnanmak istediğim bir yalanı söylediğin için seni suçlayamam, suçlamam. "
Kaynak: efillavin
92 notes · View notes
efillavin · 22 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Kaynak:efillavin
Bedenim sağlam bulunmuş, yüreğim paramparça...
~ Şebnem Ferah~
170 notes · View notes
efillavin · 23 days ago
Text
Ufak bir tebessümün bedeli bu kadar ağır olmamalıydı.
Kaynak: efillavin
112 notes · View notes
efillavin · 23 days ago
Text
Alışarak unutabilirim, sanmıştım.
Kaynak: efillavin
114 notes · View notes
efillavin · 24 days ago
Text
Birşeyleri boş bakışlarla izleyemem ama her kelimenin içindeki harflerin ince tınısına dokunarak okurum. İkisi çok ayrı; izlersem dünyam küçülür, okursam ruhum büyür.
Kaynak: efillavin
30 notes · View notes
efillavin · 25 days ago
Text
Gökyüzü bir gün daha berrak, pencerenin sol tarafında elma ağacım dışarıda güzel bir hava olduğunu, bana efil efil esintiyle hareket eden dallarının sesiyle hatırlatıyor. Benim hatırladıklarım ise etrafımdaki huzurdan çok 'anı' bile diyemeyeceğim kadar acı veren, bir yerlerde saklanmış, aslında hiç geçmemiş, unutulup yeniden hatırlanmış, bir geçmiş.
O acıyı zihnimin en uzak köşesine fırlatıyorum her seferinde ancak hep en yakınımda... Tarif etmem gerekse bile tanımsız bir his. Kocaman odanın içinde küçücüğüm... Kocaman odaya fazla gelen bedenim değil, ruhum; çünkü dünyaya sığmıyor. Bulunduğum uzun koltuğun sol tarafında küçük katlanır kahverengi sehpanın üzerinde bulunan kitabı okumaya çalışıyorum. Doğrusu aklımı kendimden uzaklaştırmak için kitabın içindeki kelimelere tutunmaya çalışıyorum. Kitabın kapağında ağzında elmayla uçan kuşu kovalayan, yüzü gülen, kırmızı renkli ve kısa saçlı oğlan çocuğu resmedilmişti. Kitabın ismini içimdeki sesleri duyamamak için sesli okuyorum ama özenle harfleri vurguluyorum. Çocuk Kalbi... Savaş sıralarını anlatan on yaşındaki Enrico, gözlemlediği çevresini, yoksulluğu, hastalıkları kendi gözünden anlatıyor. Savaşa ve hastalıklara rağmen masumiyetle anlatıyor. Bende sessizce onunla beraber, hem yaşadığı yeri izliyorum, hem de onu dinliyorum. Huzur kitap okumakta da var bu huzur zihnimi anda tutmaya yetmiyor. Zihnimin beni geçmişe çektiğini hissederken gözlerimin önünde gelen anıyı huzuru en derin hissettiğim denizi izlediğim bir hayalle zor da olsa değiştiriyorum.
Kumsala geldiğimde ilk olarak çıplak ayaklarıma dokanan kumun kuruluğunu hissediyorum . Sonra dalgaların birbiriyle çarpışma sesini duyabiliyorum. Hemen ardından etrafıma göz gezdiriyorum. Çevreme bakıp, bu saatlerde iki yüz metre ötede, delta kanatla uçmak için kıyıdan denize doğru koşan üç kişinin koşarak havalanmasını izlerdim ama bugün onlar da gelmemişti. Güneşin yükselişine bakıp, batmasına kaç saat kaldığını hesaplamaya çalışıyorum. Muhtemelen üç saat içinde batacak, anlıyorum. Ama zihnimde hâlâ o anıya dair sesler duyuyorum. Zihnimi susturmak için denize doğru ilerliyorum. Tam denizin serin suyuyla ayaklarım temas edecekken, ansızın duruyorum. Duruyorum ve hep yaptığım gibi yapıp, ayaklarım denizle temas ederken aynı zamanda derin bir nefes alıyorum.
Hissettiğim içime dolan, kalıcı olmayan ama hissetmeme değen huzur... Aldığım derin solukla yoğun tuz kokusu boğazımdan ciğerlerime akıyor. Bedenimin rahatladığını hissediyorum. Yavaşça aldığım derin nefesi atmosfere geri veriyorum. İlerliyorum, anılarımın şimdimi gölgelemesine bu kez izin vermeyeceğim. Dizlerim attığım bir kaç adımla biraz daha suya gömülüyor. Bedenimi görmüyorum sadece suyun serinliğini hissediyorum. İçimde büyüyen o his küçülüyor. Daha derine doğru ilerliyorum. Bu kez olmayacak... Hatırlamayacağım. Suyun kafesimin üstünde olduğunu hissettiğimde aldığım nefes sadece tuz kokuyor, soluklarım hızlanıp, kısalıyor. Hayır, zihnim sen susana kadar devam edeceğim. Seslerin içimde yükseldiğini hissettikçe ilerliyorum. Bu kez değil, izin vermeyeceğim. Soluklarım, suyun bedenim üzerine yaptığı basıncın etkisiyle daha da hızlanıyor. Dalgaların boyuyla su dudaklarıma dokunacak kadar bana yakın... Zihnimde sesler daha da artıyor. Saatlerdir, kaçtığım ne varsa anında o tam kalbindeyim. Ve sığındığım hayalden eser kalmadı.
Şimdi ileride bisiklet süren iki çocuk var. Oldukları yer, arabaların geçmesinden sertleşmiş toprak yol ve iki tarafında bulunan sulama kanalında su akıyor. Aralarında yarıştıklarını hızlanmaya başlamalarından ve seslerin artmasından anlıyorum. Kırmızı ve beyaz bisikletlerin üzerinde olabildikleri en hızlı şekilde yarışıyorlar. Kırmızı bisikleti yedi sekiz yaşlarında esmer bir kız çocuğu sürüyor. Diğerini arkadaşı sürüyor. Bir süre yan yana ilerliyorlar. Kırmızı bisikletle beraber kızın geride kaldığını görüyorum. Arkadaşı daha hızlanıp hedef koydukları ağaca ulaşmaya yakınken, kızın hızlanmak yerine " Küstüm!" diyerek seslendiğini duyuyorum. Bu kelimeyi duyan arkadaşı da geri dönüyor. Tam karşı karşıya geldiklerinde, kız avantaja çevirip hızlanıyor. Arkadaşı sanki istese onu geçer gibi ama kızın hemen ardından yavaş yavaş sürmeye devam ediyor. Hedef belirledikleri ağacı, su kanalının iki yakasını birbirine bağlayan köprünün hemen yanında büyümüş , kocaman olmuş okaliptüs ağacını görebiliyorum. Okaliptüs ağacı hakkında bildiğim, bataklık kurutmak için bir süre önce çok dikilmişti. Ama köprünün yanındaki etraftaki tek okaliptüs ağacıydı. Kız ağacın altına ulaştığını ağacın etrafında daireler çizerek , sevinç çığlıklarıyla oradan oraya koşuştururarak haykırıyordu.
Büyük sevincinin ardından, ağacın altındaki köprünün üzerinden ayaklarını akan suya sokuyorlar. Suyun soğuk olduğunu kahkalarından anlıyorum. Birbirleriyle şakalaşırken, bir süre sonra konuşmaların seyrinin değiştiğini fark ediyorum. Kalın yüksek sesiyle konuşmasına fırsat vermeyen arkadaşı bir anda ayağa kalkıp, ayakkabılarını giyiyor. Sonra da yolun karşısında ki karışık ağaçların olduğu bahçeye girmesini kızla beraber izliyoruz. Arkadaşı bahçede gözden kayboluyor. Kızın arkadaşının peşinden gitmek için ayağa kalkmasını izliyorum. Hemen yanında olan ayakkabısının içindeki açık yeşil çoraplarını giymesini devamında hızlıca siyah ayakkabısını giymesini izliyorum.
"Durmasını söylemeliyim. Gitmemesi için onu uyarmalıyım. Ama sesimi duyuramıyorum." O da ağaçların arasına karışıyor. Peşlerinden bahçeye ulaştığımda, etrafıma bakıyorum. Onlara dair bir iz yok. Ağaçların arasında onları ararken, bir kaç saniye içinde gözlerime bir şey takılıyor. Boyu kısa limon fidanın altında ,az önce giydiği, kendi gibi küçük yeşil çorabının tekini görüyorum. "Hayır, geç kalmıştım." Çoraba zihnimdeki durgunlukla ulaşmaya çalışıyorum. Bir kaç adım sonra fidanın önüne gelip, çorabı yerden almak için uğraşıyorum. Ama tutamıyorum. Çorabı tutamayan ellerim boğazıma doğru yol alıyor. 'Geç kaldım!' Ellerimi boğazımdan uzaklaştırıp yeniden çorabı yerden almaya çalışıyorum. Olmuyor, boğazım ağrımaya başlarken diyaframım kafesimin altında küçüldükçe nefesim kesiliyor. 'Geç kaldım!' Kafesimin içinde sanki ölmekte olan bir kuşun son nefesini verirken kanatlarını çırpmasını hissediyorum. 'Çok geç kalmıştım!' Zihnimde geç kaldın çanları çalarken, bir anda zihnim beni dışarıya atıyor.
Nerede olduğumu yeni yeni hissederken, yerdeydim. Kalbim fazla hızlı atarken, nefessizim. Gözlerimin önünde hâlâ o yeşil çorap var. Dayanamayıp , zorlukla gözlerimi açıp, ellerimi görebileceğim hizaya kaldırıyorum. Öyle titriyorlar ki başım dönüyor. Kendimle konuşmaya çalışıyorum. 'Hadi, tek bir nefes...' . Gözlerimi kapatıp dünyamı durdurmaya çalışırken, hep aynı görüntü; küçük yeşil çorap. 'Nefes almalıyım!' Derin olmasa da olur, kısa bir nefes...Gözlerimi yeniden açtığımda, sadece ellerimin değil bedenimin de titrediğini görüyorum. Titreyen bedenime rağmen ayağa kalkıp, pencerenin önüne geliyorum. Güçlükle pencerenin kolunu indirip, açıyorum. Elma ağacının önündeyim ve tek isteğim nefes almak. Alamıyorum. Gözlerimin yandığını hissediyorum. Kendime son kez söylediğimse : 'Çok küçüktü, bilemezdi!' , ' Hiç bilmiyordu!' . Nefesin diyaframıma ulaşmasını karnımın acımasından anlıyorum. "Artık bittim." Yeniden nefes aldığımda pencenin önüne çöküyorum. Uzun nefessizliğin ardından aldığım nefesle sadece tenime dokunan esintiyi hissediyorum. Yeniden rahatça nefes alabiliyorum. Kafamı kaldırıp ara ara bulutlu gökyüzüne baktığımda, gökyüzü mavinin en açık tonu , mavisi masum görüyor. Bulutlarsa daha az hayaller kuracağım kadar saf, beyaz rengi...
Bu bir rüya ya da gündüz uykusu değildi, yalnızca anıydı. Kanatan bir acı... Oradan çorabı alsam bile çoktan geç kalmıştım. Üzerinden yıllar geçecek kadar geç... Okaliptüs ağacı uzun yıllar sadece bataklıkları kurutmamıştı. İki çocuğun ruhunu da soldurmuştu.
Kaynak: efillavin
49 notes · View notes
efillavin · 26 days ago
Text
Bazen, insan donuyor; farkına vardığında birşeylerin sanki duruyor, dünya...
~Ruhu Yorgun Biri~
Kaynak: efillavin
67 notes · View notes
efillavin · 29 days ago
Text
Düşüncelerimin bir önemi olsun isterdim, sessizliğe gömülmeden önce... Şimdiyse suskunluğumun üzerine bir kürek toprakta ben atıyorum.
Kaynak: efillavin
75 notes · View notes