Tumgik
eksiknotlar · 6 years
Text
izin ver sana bunları açıklayayım. 
karşında bir ayna var. baktığında, gördüğün kişinin sen olduğunun farkındasın. ellerin, gözlerin, burnun, dudağın, saçların, karşında gördüğün ne varsa bunların sana ait olduğunun farkındasın. fiziksel olarak baktığında, bir şekilde kendinde bir eksik görmüyor, bundan yakınmıyorsun belki, belki de yakınıyorsun ama bunun için kendine biraz dokunup, değiştirmeyi deneyebilirsin, değil mi.
karşında bir kağıt var. elinde de kalem. aklında da düşünceler. neler düşünüyorsun? aklından neler geçiyor? kimsin? nerede olmak istiyorsun şu anda? orada olmak için ne yapıyorsun? elinden ne geliyor? şartların nedir ve bu şartları ne kadar zorluyorsun? seviyor musun? bir şeyi ya da bir şeyleri? tembellik kolay geliyor değil mi, bahane üretmek, kaçmak, durmak, sızlanmak. bunlar hep kolay geliyor değil mi. 
biliyorum, zaman zaman bana da öyle geliyor. zaman zaman oturup sızlanmak sanki bir işe yarıyormuş gibi ben de bu hataya düşüyorum. oysa, değiştirmeyi umduğum şeyler ile gerçekleştirmeye çalıştıklarım arasına bazen çok ama çok sert duvarlar giriyor. aşamıyorum. aşamadıkça da daha fazla zorluyor, daha da başarısız olabiliyorum.
biliyorum, öyle bir anda olmayacak hiçbiri. hiçbir şey. öyle birdenbire olmaz zaten, ancak sen çabalarsın, onun için çabaladığını unutursun ve o olur. ama alt metinde bildiğin üzere, çabalamış ve başarmışsın. bunu da biliyorsun.
biliyorum elbette hayat şartları ve çevresi herkese aynı şeyleri sunmuyor ama sunulanı ne kadar kullanıyoruz bir düşünelim mi? ne dersin? değiştirmek istiyorsun kendini, çevreni, sesini, iç sesini özellikle onu değiştirmek istiyorsun farkındayım. zor geliyor ama böyle büyük eylemler sana, zor ve korku verici. o yüzden kaçmak, kaçmak ve kaçmak evet ağır basıyor zaman zaman.
fakat biliyorsun, biraz kendi kendine destek verdiğin zaman yanacak ışık, görülecek kara, doğacak güneş. o günün akşamında ne olur bilemeyeceğiz ama en azından o günün sabahında, bir şeylere başlamak için güzel hisler besleyeceğiz. 
karşında, kendin var. hemen karşında oturuyor. onunla konuşuyorsun. bir şekilde uzlaşmaya ya da uzaklaşmaya ihtiyacınız var. günün birinde ikinizin de ulaşacağı güzel şeyler adına.
64 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Text
karanlığın içinde bir ışık görmek gibi, aradığını orada bulabileceğine inanmak. tüm sessizlik içinde ise gerçekten duyabileceğin o sesi işitebilme ihtimali. böylesine zıt kutuplarda, kendi gerçeklerini aramak, bir kuyunun dibini kazarak, yeni bir dünyaya ulaşmak. kafanın içindeki dünyanın, bir anda gerçekliğe dönüşmesi gibi. en zoru ise ulaşmak istenene giderken, delirmemeyi başarmak olsa gerek. çünkü insan; her şeyin farkındayken, karanlıkta, sessizlikte ve kendi halinde kaldığı vakit işler zorlaşıyor. sonra dostoyevski geliyor akla;
“her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; hem de tam anlamıyla, gerçek bir hastalık.”
64 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Text
merhaba, bugün kendine nasılsın diye sorar mısın?
merhaba, nasılsın? ben biraz yorgun, halsiz ve kafası birçok şeyle dolmuş gibiyim. efendim? biliyorum. bunu pek sormuyorum. durup, nefes alıp, sana dönüp, nasılsın? demiyorum. çok uzun zaman oldu. biliyorum. farkındayım.
her gün yol katediyoruz. yürüyerek, düşünerek, durarak, nefes alarak, uyuyarak. bir şekilde yol katediyoruz. bizden bağımsız ilerleyen bir dördüncü boyut var evet. zaman. 
zaman nasıl geçiyor pek bilmiyorum. bunu anlamlandırmaya kalktığım her dakika dönüp “vay be, bu da mı olmuş”, “ne zaman ve nasıl olmuş”, “gerçekten bunun üzerinden bu kadar vakit geçti mi” sorularını soruyorum. her defasında da sanki zamanın geçişi anormal bir şeymiş gibi de şaşırıyorum. ne saçma değil mi?
merhaba, dünden nasıldın? biraz anlatması zor. içinde ufak detayların baş gösterdiği ama bolca sıradanlığın yer aldığı bir çeşit hengamenin içinde yaşamaya çalışıyor gibiydim. bugünden farksız biliyorum. tek fark, zamanla birikenler. iyi, kötü, ağır, hafif, mutlu, mutsuz... 
içinde çeşitli duygular barındıran, tarifini yapamadığım birikintiler. hepsi üst üste geliyor ama zaman geçtikçe. ben ilerledikçe de ağırlaşıyor. ağırlaşmak çok kötü. fiziksel bir hâl değil bahsettiğim elbette. hayır, ruhum çöküyor sanki. onu bir şekilde arındırmadığım için, içimdekiler beni zamanla çökertiyor.
bu birikintilerin içinde bata çıka ilerliyorum. evet, başlarda ayak bileklerime kadardı bunlar. çok önemsemedim, nedir ki, yürür geçer, devam ederim dedim. oysa öyle olmadı. sonra diz kapaklarıma geldi. adım atmak biraz güçleşti ne yalan söyleyeyim. sonra bir baktım belime kadar ulaşmış. ben inatla birikmesine izin verdikçe, onlar boğazıma kadar ulaşmış. yeni, yeni fark ediyorum. içimdeki anlamsız derinliğin sebebi de bu sanırım, bilmiyorum.
merhaba, yarın nasıl olacaksın? bugünden daha iyi olacağını umuyorum. biliyorum, sen de öyle istiyorsun. ben bunları söylerken sen başka şeylerle uğraşmayı kendine bir borç bildin. değil mi? biri ne derse, tersini yaparsın. bunu sevmiyorsun, ama yine de yapıyorsun. kaçmak istiyorsun ama yine de kendini bile bile bulunduğun yere bağlıyorsun. bunu, ikimizde biliyoruz.
kaçman için gerekçen çok. ama bahanen mi daha çok yoksa korkuyor musun bunu çözemiyorum. fiziksel olarak kaçmaktan bahsetmiyorum şu an, çok iyi biliyorsun bunu. zihinsel olarak. kendinden kaçmak istediğini ikimizde biliyoruz. ama ikimizde burada durmuş, birbirimize, birbirimizi anlatıyoruz. ikimiz de bunu çok biliyoruz.
zamanla artan birikintiler ve bunlarla başa çıkmak yerine kaçmaya çalışmalarımız bizi biraz yıpratıyor. içimizden taşırmamız gerekenler var. bırakmamız gerekenler. ruhumuza biraz eziyet ediyoruz. buna son vermeye çalışalım. hep “bu sefer olacak, bu sefer kararlıyız” demekten vazgeçelim. bu sefer yapalım.
hayatın o kadar saçma ve kısa olduğuna tanıklık ettiğimiz şu son dönemlerde de en çok bunu önemseyelim, ne dersin? 
merhaba, bugün kendine nasılsın diye sorar mısın?
58 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Photo
Tumblr media
It's better to have loved and lost than to never have loved at all. But now, with more years, with more time, more perspective, I see things in a slightly new way. So here, my good son, is a father's advice, updated and recalled. It's better to have loved and lost, surely... but try not to lose it at all.
4 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Video
youtube
Önemli olan, hikayeler biriktirebilmek. Hatalar olur. Tanrısal bakış açısı ile baktığın sürece hiçbir hikayenin başkahramanı olamazsın.
23 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Text
Tumblr media
It's funny, you work so hard, you do everything you can to get away from a place, and when you finally get your chance to leave, you find a reason to stay.
4 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Text
Explanations only make everything much more complicated.  Bonjour Tristesse, 1958
0 notes
eksiknotlar · 7 years
Link
Canım Vincent!
2 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Photo
Tumblr media
13 ay olmuş bu manzarayı ilk göreli. Huzurdu ifade ettiği. İmkân olursa her sene gelecektim Kaş'a, kendime söz. Çok şey hayal ettim bu yıl için, farklı olacaktı, bir paylaşma çabası. Yanımda beni benden çok sevenler varken belki lüks bu memnuniyetsizliğim. Napayım, ağır geldi bu şehre gelmek bu sene, şu huzur veren manzaraya bakmak. Buruk oluyor karşılaştığın bir güzelliği paylaşamayacağını bilmek. Gökyüzü bazen ciğerime doluyor. Cüretkar olmakla alakalı değil, hayat istediğinizi vermemekte diretiyor bazen. Cevaplar aradım durdum yolculuk boyu. Doğru soruları sorma gerekliliğini varış noktasında anladım. Dile kolay tabii. Kalbe zor. Şunu sordum sonra: Yolculuğun güzel geçti mi? Hatırlayınca hâlâ daha kalbini ısıtıp, yüzünü güldüren şeyler biriktirdin mi? Daha fazlası için peki... Bir insan kendine yenilir ancak. Ben bu sahillere bir daha gelebilir miyim? Bu sorularda saklı cevap sanırım.
11 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Text
su
Geriye bakmanın pek faydası olmadığını bildiğim birkaç akşamdan daha birindeyim. Geçmiş ile gelecek arasına sıkışmanın da pek bir getirisi olmadığının da farkındayım. Fakat, geceler zaman zaman oturup düşünmeyi, dertlenmeyi, kederlenmeyi, özlemeyi, sevmeyi, sevişmeyi ve akla gelebilecek her şeyi kafadan geçirme anlarıdır. Hepimiz bunu çok iyi biliriz.
Hayat boyu görmediğim şeyleri, tek başıma yaşayıp deneyimlemenin vermiş olduğu bir tuhaflık, hoşluk ya da şaşkınlık var üstümde. Bazen bunları düşünmeyi seviyor ve kendimi akan nehrin karşısına suya kapılmadan atabildiğime seviniyorum. Bazen de boğulduğum sığ sularda neden daha önce bulunamayıp, bunu bilmediğim konusunda hayıflanıyorum. Bunların hepsi belki de oluyor ve olacak.
Herkesin kendi hayatları ve ayakları bu dünyada yer ediyor. Bu hayatlar içinde de ister istemez insan, kendininkini çok daha zor sanıyor. Görece olarak belki öyle. Ben de zaman zaman böyle düşünüyorum ve çıkmazlara giriyorum. Biraz şikayete başlıyorum biraz keyifsizleşip, olduğum yere çöküyorum. Çözümler düşünüyorum elbette, hayatı yoluna koymak adına – dışarıdan bakınca yolunda gidince o kadar çok şey var ki aslında – fakat bu çözümleri anında hayata geçirememek beni çok üzüyor. Misal bunları, bu şekilde yazıya dökmeyi geciktirmek gibi.
Sığ sulara girmeden, derin sulara atladığım da oldu. O sığ sularda boğulduğum da. Hayatıma yön vermeye çalışırken çok yönsüz kaldım. Çok, ben kimim ve ne yapıyorum burada, sorusunu sordum. Nereden baksan, çok sevdim. Sevildim mi? Bu kısmı kendimce söylemeyi pek de doğru bulmuyorum. Ama karşılığını bulduğum güzel ilişkilerde geçtim. İnsan, insandan çok şey öğreniyor. Bunu anladım ve daha da çok anlayacağım biliyorum. Tanıdığım her erkek, her kadın hayatıma bir şey kattı. İyi ya da kötü. Bir kelime, bir fikir, bir düşünce, bir dünya… sayamayacağım kadar çok birin, bütünü; benim.
Ben, çok da söylemeyi sevmediğim bir birinci tekil şahıs söylemi, olanlar karşısında hep şaşkın ve tedbirli kalma halini bu şekilde öğrendiğim. Hiçbir şey bilemiyor oluşumun sonucu olarak, bildiklerimi temkinli bir şekilde kullanmak ve yaşamak üstüne ilerledim ya da mecbur kaldım. Kimse, kimseyi bir şeye mecbur edemez belki biliyorum – öyle de hayatlar yaşamıyoruz, bunu da kabul ediyorum – ama bir şeye mecbur kalıyorsam, bunun sebebi yine benden geçiyor.
Hayatta aşamayacağım şey yok diyorum bazen! Yaparsam olur! En azından denedim derim. Denemekten pek de korkmuyorum. Geç de olsa o kafamdaki eylemi gerçekleştiriyorum ve bunun hazzı da beni mutlu ediyor. Fakat aşmakta zorlandığım tek şey, kendim. Kendimin üstünde her çıkmaya çalıştığımda bir çatışma başlıyor içimde. O, beni geri çekiyor. Ben üstüne basmaya çalışıyorum ısrarla. Bu çatışma anlarında da hayatım bir süreliğine zehir oluyor gibi. Uzun yürüyüşler ve kavgalar. İçten içe. Sonra çözülüyor. Bir süre eşitleniyoruz o anlarda ve ben, çözümleri bir bir getiriyorum aklıma… ileride uygulamak adına.
Tüm bunlar olurken unuttuğum şeyler de oluyor. En önemlisi ise, sevmek. Ne zaman sevmeyi unutsam, bir daha sevemeyeceğimi düşünsem, seviyorum. Ne zaman tamamen unutsam bu duyguyu, baya seviyorum ya da hayatın “sen bir şeyi isterken, hayatın onun vermemesi; fakat ne zaman istemekten vazgeçersen de karşına çıkarması” prensibi geliyor aklıma. Öyle de oluyor. Çünkü sevmek güzel şey. Birini tanımak, bir hayatı derinlemesine tanıma fırsatı. Bir hikaye, koca bir hikaye, senden bağımsız. Bu hayatta senin hikayen dışında nelerin olduğunu duymanın keyfi. Her zaman mutlu sonlar olmuyor hikayelerde, kabul ediyorum. Ama hayat, elbet bir şekilde yürüyor. Benim hikayem de böyle ilerliyor. Bu hikayenin belli noktaları genelde anlatımda kalıyor benim için, o aysbergin görülmeyen yüzü ise; daima yazılarda, satır aralarında, kitaplarda ya da birkaç şarkının sözleri arasında filizleniyor. Tüm bunlar oluyor.
Su, bir şekilde akıyor ve yolunu buluyor…
28 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Text
hayat, her haliyle bir direniş
başlangıcını, daha düşük seviyelerden yaptığınız bir oyun düşünün. elinizde size tanımlanan en ilkel silah ya da buna benzer bir ekipman yer alıyor. bununla başlayıp bir bir seviyeleri atlarken, bazen elinizdekinin yeterli olmadığı anlarda farklı yerlerden farklı şeyler bulmanız gerekiyor. bir nevi alternatif üretip, sonuca ulaşmak gerekiyor. buradan sonra da artık her bir oyun sizin kafanızda çeşitli alternatifleri, senaryoları, zorlukları ve mücadelesi olan bir gerçekliğe dönüşüyor. hayat da belki bu noktada, tanrı’nın kendisinin kaleme aldığı üç boyutlu yeni nesil bir oyunun, yansıması olabilir* düşüncesi aklıma yer ediyor.
başlangıcın temelinde, başlarda çektiğiniz zorluklar ya da çabanız sonucu elde ettikleriniz bir şekilde, sizin o süreçte yaşadıklarınıza paralel olarak harcanıyor ya da sürdürülüyor. hayat, bu bağlamda milyarlarca senaryoya göre oluşturulan ve hesabının dahi yapılamayacağı birçok alternatifi içinde barındıran bir karmaşıklar bütünü haline geliyor.
ilerledikçe çevre değişiyor, çehre değişiyor, elinizde olanlar artarken çoğu zaman olmayanlar da artıyor - çünkü yetmiyor, yetmeyecek - fakat bir şey değişmiyor bana göre; yaşananlar ve bu yaşananların tüm bu fiziksel gerçeklik altında yatan zihinsel, duygusal olgular. bunlar, hayat ile karşılıklı olarak kendimize şekil verirken kullandığımız değerler. bazen bizi zorluyor. bazen, nefesimiz kesiliyor, ölecek gibi oluyoruz. bazen soluk soluğa, yaşamanın dorukta olduğu noktalara erişiyoruz. ama tüm bunlar olurken, çehre, çevre, insan değişirken temelde yatan bu olgular asla ama asla değişmiyor.
bir insan, değişebilir. büyüyebilir. bir yerden bir yere gidebilir. ama, baştan beri kazandığı ya da kazandığından ziyade, rahatsızlık da duyabildiği birtakım düşünceleri kolay kolay bastıramaz.
hayata karşı direnir. kendine karşı direnir. ikisi arasında sıkışıp kalınca ise, ikisinin de ortadan yok olması için bunu dile getirir -yazar, çizer, söyler, söver.-
bu nedenle, her şeyin bir nevi ölçüsü olabiliyor insanın içinde. bazen iyi bazen kötü. ama, başlangıcını nereden yaptığını bilmediğiniz insanlar için de, bunları düşünerek yorumlamak, tanımlamak ve konuşmak da bir nevi, insanlık gereği yapılması gereken bir eylem. daha net bir ifadeyle, empati. 
herkesin, kıyısından köşesinde psikoloji ve sosyoloji bilimiyle ilgisini olmasını dilerdim. bunlar mühim şeyler. insan, daima direniş içindedir. sen, ondan kaçsan bile, bir gün mutlaka karşına çıkacaktır. 
her şeyden kaçmak mümkün, ama kendinden asla.  yüzleşmek, kaçınılmaz son olacak mutlaka.
33 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Audio
Olivia Maine: How does it feel to be dying?
William Hill: It feels... like all these beautiful pieces of life are flying around me and I'm trying to catch them. When my granddaughter falls asleep in my lap I try to catch the feeling of her breathing against me. When I make my son laugh I try to catch the sound of him laughing-how it rolls up from his chest... but the pieces are moving faster now and I can't catch them all. I can feel them slipping through my fingertips. And soon where there used to be my granddaughter breathing and my son laughing, there will be nothing. I know it feels like you have all the time in the world, but you don't. so stop playing it so cool. Catch the moments of your life, catch them while you're young and quick, because sooner than you know it, you'll be old and slow... and there'll be no more of them to catch. And when a nice boy who adores you offers you pie, say thank you.
2 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Link
paylaşmaya elinizin gitmediği şarkıları dinlemek isterim.
1 note · View note
eksiknotlar · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Nancy Olson güzelliği...
5 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Link
Tumblr media
Canım Alvin!
2 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Audio
16 notes · View notes
eksiknotlar · 7 years
Quote
Alvy: “Hani şu eski fıkra vardır ya. Adamın biri psikiyatra gider ve der ki “Doktor, kardeşim delirdi. Kendisinin bir tavuk olduğunu sanıyor”. Doktor da ona “Peki neden onu da getirmedin?” diye sorar. Bunun üzerine adam “Getirirdim ama yumurtaya ihtiyacım var.” der. Yani, sanıyorum ki, ilişkiler konusunda benzer şeyler hissediyorum. Tümüyle mantıksız, çılgın ve absürtler… Ama en nihayetinde sanıyorum ki yürütmeyi istiyoruz çünkü yumurtaya ihtiyacımız var.
Tumblr media
10 notes · View notes