Her türlü golü yemiş ama aşka gol atamamış olanlara...
Don't wanna be here? Send us removal request.
Link
Bekleme yapma, devam et… Şimdi blogda !!!
0 notes
Link
Evime gelmişti. Ona kahve yapıyordum. Yıllarca hayalini kurduğum fotoğraf karelerinden biriydi bu. Onun yüzündeki ifade ise hiç de aynı frekanstan çalmıyordu. Gerginliği dağıtırsam belki bir şeyler değişir umuduyla saçma sapan şeyler anlatmaya başladım.
"Bi gün yemek yaparken yemeği yaktım. Ocak alev aldı. İtfaiye geldi."
"Ender…"
"Sonra bir de şeyle uğraştım işte. Yok temizlik filan…"
"Ender bak…"
"Hayır, o değil en kötüsü mikrodalga, dolaplar falan yanabilirdi"
"Endeeeer, bi dinler misin?"
0 notes
Photo
Densiz Enderle olur da aşk tesadüfleri kıvamına gelirsek bana vereceği hediye...

35K notes
·
View notes
Photo
gitmenin en güzel hallerinden biri...
En iyi Gif Paylaşımları için Gifturkey.tumblr.com Takip Et.
5K notes
·
View notes
Photo
Aşka gol atamayanlara gelsin o zaman…
En iyi Gif Paylaşımları için Gifturkey.tumblr.com Takip Et.
11K notes
·
View notes
Photo
Yazılı olmayan yasaklar var aramızda Enginle… Öyle zamanlarda "öye işte" deyip geçiyoruz.
14K notes
·
View notes
Photo
Yaşam böylesine hem korkutucu hem de güzel nasıl olabiliyor?

102K notes
·
View notes
Photo

Ender'in yıkılan hayalleri ve ruh hali...
#sadri alısık#bu da mı gol değil#hayaller#hayal kırıklığı#kucukibo#kızlar#asklar#ruh halim#ruh haller
0 notes
Conversation
Rejimde olan Ender özel karışım bitki çayını içmek isterse
Ender: Pardon, sıcak su alabilir miyim?
Garson: Sıcak su mu ???
Ender: Evet, doğum yapıcam da...
0 notes
Text
"…ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden…"
Prag
Avrupa'da en sevdiğim şehirlerden birisindeyim. Yanımda Engin var. Mutluyum ama Prag'da bir adamlaysan peri masalında hissetmen gerekir. Ben böyle hissetmiyorum. Bir peri masalı söz konusuysa bile ben o masaldaki prenses değilim. Ben hiç prenses gibi hisstemedim zaten. Küçüklüğümden beri hayata karşı ördüğüm duvar beni yüksek surlarla çevirli bir kale yaptı. Binbir çeşit insanı barındırğım bu kalenin içinde insanlar hep görmek istedikleri Enderle tanıştılar, muhabbet kurdular. Kimisi yıkılmaz, yenilmez Ender'i, kimisi ele avuca sığmaz eğlence insanı Ender'i sevdi. Kimse bütünüyle var olabileceğimi kabul etmedi. Bu yüzden Engin'e baktığımda kendimi hatırlıyorum. Onu hiç kazanmamış ve kazanmaya çalışmamış olduğum için kaybetme dürtüsü hissetmiyorum. Olduğum gibiyim onun yanında. O da beni olduğum gibi görmek ve kabullenmek konusunda oldukça başarılı. Dünü ve yarını düşünmüyorum. Kelebek ömrü kadar az bir süre birbirimizi görüyoruz. Onun için yarın ölecek gibi şeffaf ve keyifli zaman geçiriyoruz. İlişkimize veya kendi hayatlarımıza dair detaylarla uğraşmak yerine gülüp eğlenmeyi tercih ediyoruz. Şimdi bu masalsı şehirde iki avareyiz. Prag'da günbatımı bir harika… İlmek ilmek işlenmiş heykellerle dolu ama bir o kadar da mütevazi Charles Köprüsü, tüm görkemiyle ona eşlik eden Prag Kalesi, şehrin bir bir yanan ışıkları… Büyüleniyorum.
"Yorgunsundur ama dışarıya çıkmak istiyor musun bu gece?"
"Evet, yorgunum ama kıt kaynakları optimum seviyede kullanmak gerekir diye düşünüyorum."
"Anlaşıldı. O zaman otele gidelim. Sonra seni bir yere götürmek istiyorum. Dün gece keşfettim."
Engin, hayatı dolu dolu geçirmek üzerine kafayı bozmuş bir adam. 38 yaşına gelmiş olması, evli olması, türlü problemleri ve sorumlulukları olması ona engel değil. Üç gün üst üste ölümüne sarhoş olup eğlenebilir ve sabah oldukça dinç bir şekilde kalkıp işe gidebilir. Enteresan bir bünye… Hayat örgüsünün onu istemediği gibi biri olmaya zorladığına inanıyor. Daha özgür ve çılgın bir hayat düşlerken genç yaşta evlenip sıkıcı bir hayat sürdüğünü düşünüyor. Gerçekler ve hayaller arasında sıkışıp kalmış. İşin güzel tarafı onun yaşındaki bir çok insan bu tarz sorgulamalar yapmayı bırakıp kabullenme evresine girer. Bu da onları gerçekten tutsak ve sıkıcı insanlar yapar. Engin çoğunlukla bu sıkıcı ve tutsak insanlardanmış gibi davransa da içindeki özgür çocuk ona hala daha isyan etmesini ve kabullenmemesini söylüyor. Onun deli ruhu benim olgun ruhum aradaki yaş farkını ondan beşe indiriyor. Böylece güzel bir yaş diliminde buluşmuş oluyoruz. Gerçi Engin ikimizinde akıl yaşının 5 ile 35 yaş arasında sürekli olarak değişkenlik gösterdiğini söylüyor. Sanırım haklı ve bu bizi çok daha eğlenceli bir ikili yapıyor.
Prag Kalesine çıkan yokuşun üstünde bir otelde kalıyoruz. Tarihi bir binanın içinde modern bir iç mimari… İşte bunlar hep benim bayıldığım şeyler. Dışarı çıktığımızda hava iyice kararıyor. Engin sıkıca elimi tutuyor ve Charles Köprüsüne doğru aşağıya sallanıyoruz. Kilisenin çanları çalıyor. Orta çağda gelecekten gelmiş gibiyiz adeta. Belki yedi, belki sekiz kere gelmiş olmama rağmen hala heycanlandırıyor bu şehir beni. Engin'e durmadan burdaki anılarımı anlatıyorum. Sadece bakıp gülüyor. Köprünün girişine geldiğimizde sola doğru kıvrılan yoldan aşağıya nehire doğru iniyoruz. Engin rezervasyonumuzun olduğunu söylüyor. Hangi ara rezervasyon yaptırdı, hiç anlamadım. Cam kenarında bir masaya oturuyoruz. Masanın üzerinde kırmızı gül yaprakları, bir kaç tane mum…
"Yanlış masada olma ihtimalimiz çok yüskek bence."
"Bence değiliz ama neden böyle bir masa hazırladıklarını anlamadım"
Bizim şaşkınlığımızı farkeden garson yanımıza yaklaşıyor. Gayet kibar ve samimi bir şekilde "Özel bir gün demiştiniz. Biz de böyle küçük bir hazırlık yaptık."
"Çok naziksiniz, teşekkür ederiz." diyor şaşkın bir şekilde Engin.
Ben daha da şaşkınım… "Ne özel günü Allah'ın aşkına… Gelemem ben böyle romantik şeylere, biliyorsun. Sen ne ara aradın burayı? Nerden biliyorsun bu gece dışarı çıkmak isteyeceğimi."
"Endercim biz seninle ruh ikiziyiz. Tabiki de biliyorum. Ne kadar odun olduğunu da biliyorum. Cam kenarı vermiyorlardı, bende özel bir gün olacak diye rica ettim. Onlar da konuyu baya ciddiye almışlar"
Bütün gece benim Amerika'daki hayatım ve onun son zamanlarda tamamıyla değişen hayatı üzerine konuşuyoruz. Kaç şişe şarap bitiriyoruz, bilmiyorum. Biz içtikçe güzelleşen ve enerjisini alkolden alan insanlarız. Engin elimi tutuyor, gözlerime bakıyor. Utanıyorum. "Çok güzelsin" diyor. Bunun gerçek olmadığını biliyorum. Gerçek olsa bile bunu duymak bana bir anlam ifade etmiyor. Hesabı istiyoruz. Garson hesabı bırakırken "tebrikler… umarım düğününüz içinde Prag'ı tercih edersiniz" diyor. Evet, bu olmadı işte. Engin'le birbirimize bakıyoruz. Salak salak sırıtyoruz. Tam ağzımızı açıp açıklama yapacakken devam ediyor. "Hanımefendi şanslısınız, gerçekten çok romantik bir adamla birliktesiniz" diyor. Engin, bir iki el göz hareketiyle "boşver" diyor. Teşekkür edip çıkıyoruz. Köprüye doğru gidiyoruz. Köprüden kaleye bakıyorum. Tam iki sene önce bu köprünün üstünde iki Çek arkadaşımla doğumgünümü kutladığım aklıma geliyor. Enginle Milano'da tanışmıştım. Geçiriğimiz geceden sonra pişmanlık içersinde Prag'daki iş görüşmesine gelmiştim. Mumları üflerken yanımızda akordiyon çalan yaşlı adam ne güzel eşlik etmişti o ana. Tek bir dilek tutmuştum. Aşık olduğum adamla buraya tekrar gelmek istiyorum diye. Bunlar aklımdan geçerken Engin omuzlarımdan tutup çeviriyor ve beni kırk yıllık ölümsüz aşkımız varmışcasına ateşli bir şekilde öpüyor. "Gidelim mi artık?"
Otele doğru giderken tutuğum dileği ve şu anda yanımda olan adamı düşünüyorum. Hayır Allahım, bu o değil! Olmamalı diye geçiriyorum. Enginle tuhaf bir ten uyumumuz var. Ona gerçekten karşı koyamıyorum. Sohbetlerimiz hep çok keyfili… Hayatı algılayışımız, yorumlayışız birbirine çok uyuyor. Herşeye rağmen gerçek şu ki biz birbirimize geç kalmışız. İki sene önce benim en buhranlı dönemimde karşıma bir anda çıkıvermiş olması ve tek gecelik bir ilişki gözüyle bakmış olmama rağmen hala daha görüşüyor olmamız kaderin bana oynadığı cilvelerden bir tanesi. Bu düşüncelerin hepsi odaya vardığımızda kayboluyor. Tutkulu bir aşkın esas kızı oluyorum. Engin'in bana dokunması, sevmesi, öpmesi… Bambaşka ! Onunla geçirdiğim geceleri nasıl özlediğimi farkediyorum. Bazı kadınlar güzellikleri uğruna olmayacak paralar harcar ve hiç umursamaz. Bazı kadınlar hırsları uğruna aşık olmadığı adamlarla evlenirler ve hiç umursamazlar. Bende böyle bir gece ve adam uğruna hiç bir şeyi umursamıyorum. Önümde uzun ve güzel bir yaşamın varlığına inansam da… Karşıma doğru adamın çıkacağına dair umudumu taze tusam da… Engin'le ilişkimiz heycan verse de bunun tamamıyla yanlış olduğunu bilsem de… Bir adamın karısını aldatmasına sebep olsam da… Bu durum bana çok ama çok acı verse de… Yine de tek gecelik mutluluk için bunları göz ardı ediyorum. Her zaman olduğu gibi gün aydınlandıktan sonra enerjimiz bitiyor. Aklıma bir anda bir dize geliyor "…ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden…" ve uykuya dalıyorum.
#prag#aldatma#aldanmak#aşk#charles köprüsü#prag kalesi#ilişki#yasak aşk#hayal kırıklığı#hayaller#doğumgünü#dilek#romantik#gece
0 notes
Audio
Engin ile olan ilişkimize romantik ve masume bakış açısı...
0 notes
Text
Kavuşma anı
Moskova'dan Prag'a…
Densiz Ender kalabalık içinde kaybolup gitti. Hayatımda bazı şeylerin aynı bu şekilde usulca kaybolup gitmesini diliyorum. Bir daha hiç karşıma çıkmayacağından emin olarak onları gittiğim bir yerde bırakmak istiyorum. Prag uçağı için kapıya vardığımda daha vaktim olduğunu anladım. Dünyanın bir ucundan üç gün için kalkıp geldiğim için ufacık bir valizle seyahat ediyordum. Engin'le aylar sonraki ilk karşılaşmamızda perperişan görünmemek için tuvalete gittim. Yüzümü yıkayıp aynaya baktığımda gördüğüm insan yıllardır bildiğim Ender değil gibiydi. Birkaç saniye öyle boş boş kendime baktıktan sonra kendime edebiyat yapmayı bırakıp gerçeklerle yüzleştim. Akmış olan makyajım, kafamın üstünde duran kuş yuvası topuzum ve ter kokan salaş bluz… Hemen kabinlerden birine girip göğüs dekolteli uzun gri elbisemi ve deri siyah ceketimi üstüme geçirdim. Saçlarımı açıp parmaklarımla buklelerimi belirginleştirdim. Yüzüme bastığım fondoten, allık ve rimelle biraz daha alımlı bir hale geldim. Kadın olmak zor… Bi sürü makyaj yapıp doğalmış gibi göstermemiz gerekiyor. Tıpkı çok zeki olsak da aptalmışız görünmeye çalışmamız gibi… Mış gibi yapmak için yaratılmışız resmen. Prag uçağı için anons yapılıyordu. Havaalanına ne kadar erken gelirsem geleyim o uçağa hep en son binen ben oluyorum. Bunu nasıl başarıyorum, bende bilmiyorum.
Bu sefer yanımda Rus bir kadın oturuyordu. Oldukça nemrut… Neyin nesi olduğunu çözmeye çalıştım ve bir türlü bulamadım. Çocukluğumdan beri seyahat ederken hep insanların nerden gelip nereye gittiğini, mesleklerini, hayatlarını tahmin etmeye çalışırım. Bir tür oyun, seyahat eğlencesi benim için. Bu kadına hiç bir şey uyduramadım. Sonra da öylesine bir kadın işte diye geçiştirdim. Sahi Densiz Ender kimdi? Onun hakkında hiç düşünmemiştim. Gerçekten öyle kaybolup gitti. San Francisco'da yaşıyorsa karışlaşma ihtimalimiz çok yüskekti. Belki de Rusya'daki Türk inşaat şirketlerinden birinde yöneticiydi ve bir iş seyahatinden dönüyordu. Ben neden böyle detaylara saplanıp kalmıştım yine. Ender işte, Densiz Ender...
Yol yorgunluğumun artmasıyla yine uyuyup kalmıştım. Her Engin'le buluşma öncesi gibi kabuslar görmeye başladım. Engin, Prag Havaalanın'da beni bekliyor. Heycanla ona doğru yürüyorum. Bir de bakıyorum ki arkasında karısı var. Gayet kaypak bir şekilde bana süpriz yaptığını, bizim tanışmamızı istediğini söylüyor. Kaçmaya çalışıyorum ama bir türlü kaçamıyorum. Etrafıma bir sürü insan diziliyor. Kadına gidip durumu açıklamaya çalışıyorum. Nefretle yüzüme bakıyor. Küçülüyorum, küçülüyorum. Beni iktirmeye başlıyorum. Engin'e bakıyorum. Hiç umursamıyor. Arkasına bakmadan gidiyor. Gözlerimi açtığımda kalbim yerinden fırlamak üzereydi. Engin'den nefret ediyordum. Onu görme isteğim tamamen yok olmuştu. Belki de sadece bir gün onunla geçirip sonra türlü bahanelerle ondan kaçmalıyım diye düşündüm. Uçak alçalmaya başladıkça endişelerim daha da artıyordu. Gümrükten geçtim, çıkışa doğru ilerledim. Telefonumu açtım. Onlarca mesaj ve cevapsız arama… Engin'den tek bir mesaj tam bir dakika önce gelmiş. "Prag, sen kokmaya başladı. Hoşgeldin…" Bu adam öyle zamanlarda öyle hamleler yapıyor ki endişeler kayboluyor, yüzüme bir tebessüm konuyor. Derin bir nefes aldım. Çıkış kapısına yaklaştım. Kapı açıldı. Onlarca insan içinden gözlüğümü takmamış olmama rağmen ilk ve tek gördüğüm kişiydi. Bir anda o kalabalık yok oldu sanki. Lacivert pantolon, beyaz gömlek ve taba rengi deri ceket… Eller pantolon ceplerinde, yüzde sıcacık sempatik bir gülümseme ve kendinden çok emin bir duruş… Ona doğru attığım her adımda daha da heycanlanıyor ve mutlulukla doluyordum.
"Ben geldiiiiimmmm"
"Hoşgeldin, ne iyi ettin de geldin"
"Bunu yaptığıma inanmıyorum. Bu kıyağımı unutma sakın. İade-i ziyaret beklerim."
Dediğim hiç bir şey o kadar komik değildi ama o gülüyordu. Ne diyeceğimizi şaşırmıştık ikimizde. Birbirimiz için ekstra hiç bir şey yapmadan, hiç bir özveri de bulunmadan tam iki senedir görüşüyorduk. Tamamıyla akışına bırkmış, gidiyorduk. Zorlamadan, yormadan ve sıfır beklentiyle… Böylesine bir buluşma br ilkdi. Birimiz ABD'den birimiz Türkiye'den kalkıp Prag'da buluştuk. İlk defa üç günü üst üste birlikte geçirecektik. Arabaya bindiğimiz de uçakta gördüğüm rüya ve endişelerim geldi, sonra kayboldular. Ben yine dünyayı unutmuş, kendimi hatırlamaya başlamıştım.
0 notes
Text
Bir yolculuk...
San Francisco Havaalanı'na vardığımda Moskova uçağı için anons yapılıyordu. Hızlıca check-in yaptırıp gümrükten geçtim. Her havaalanında olduğu gibi ordan oraya koşturan onlarca insan arasından sıyrılıp Moskova uçağındaki yerimi aldım. Her uçağa bindiğinde hayatının aşkıyla tanışacağına inan ben, bu sefer öylesine şuurunu yitirmiş şekildeydim ki yanımda oturanı farketmedim bile. Uçak aprondan yavaşça ayrıldı. Pistteki yerini almak üzere ilerlerken nereye ve neden gittiğimi düşündüm. Bir anda arkada bıraktıklarımı, hayal kırıklıklarımı ve en önemlisi ailemi hatırladım. Uçak hızlanmaya başladı ve havaalandı. Gerçekten pişman olmak ve vazgeçmek için geç kalmıştı. Ellerim, kollarım, ayaklarım ve daha da kötüsü kalbim, beynim geriliyordu. Biraz rahatlamak için pencereden aşağıya baktım. San Francisco'dan gittikçe uzaklaşıyordum ve şehir gittikçe daha da güzellişiyordu. Golden Gate'in ihtişamı bana Boğaz Köprüsü'nü hatırlatmış ve içim bir kez daha burulmuştu. Arkama yaslanıp düşünceleri kafamdan kovmaya çalışırken yanımdaki bana doğru yaklaştı.
"Bana bu kadar güvenmenize sevindim."
"Efendim?"
"Uzun bir yolculuğa çıktık ve bana güveniyorsunuz."
Algılarım bozulmuştu. Kabin ışıkları hala açık değildi ve uçağın motor sesi herşeyi daha da zorlaştıyordu. "Pardon, anlamadım."
"Elimi kangren yaptınız diyorum."
Adamın eline hangi ara öyle yapıştığımı bilmiyorum ama elini bıraktıktan sonra kasılan parmaklarım, uzun bir süre oldukça sıkı bir şekilde tuttuğuma işaret ediyordu. Utanmıştım. Ne diyeceğimi bilemedim.
"Ay çok özür dilerim. Ben hiç farkına varmamşım."
"Rica ederim. Merak ettiğim madem bu kadar korkuyorsunuz, nasıl göze alıyorsunuz tek başınıza uçağa binmeye?"
"Aslında uçaktan korkmuyorum ben. Zaten genelde hep yalnız seyahat ederim."
"O zaman yanınızdaki ile tanışmak için bir taktik diyebilir miyiz?"
Gittikçe daha da zorlanıyordum. Darmadağın olmuş kalbim ve beynim yetmezmiş gibi bir de utancımla yüzleştiriyordu bu adam beni.
"Yok. Ben sadece gergin bir gün geçiriyorum sanırım. Eee, evet… Siz Türk müsünüz?"
"Hayır, ben dilinizi çok iyi konuşan bir Amerikalıyım" suratındaki alaycı tavır beni yerin dibine sokmuştu. Böyle aptallıkları anca romantik komedi filmlerindeki kızlar yaparlardı. Benim bu denli aptal şeyler yapıp sevimli gözükmeme imkan, ihtimal yoktu. Tipim müsait değildi herşeyden önce. Çatık kaşlarım, siyah saçlarım, belirgin olmayan küçük gözlerim, balıketinden hallice vücudum… Bunların hiçbiri romantik komedi kızlarına uymayan tasvirler…
"Eee, evet… En iyisi ben daha fazla konuşmayım."
"Ender…"
"Efendim?"
"Ender diyorum. Memnun oldum tanıştığımıza."
"Adımı nerden biliyorsunuz?"
"Adınızı bilmiyorum. Henüz söylemediniz. Ben Ender."
"Aaa… Bende Ender, memnun oldum"
San Francisco'dan Moskova'ya giden uçakta iki Türk "Ender" olarak yan yana oturmuştuk. Aklıma "Aşk Tesadüfleri Sever" filmi gelmişti. Ne saçma bulmuştum o filmi. Gerçek hayatta olmayacak bir sürü tesadüfler zinciri ve aşk… Oldu canım. Benim hayatımda hiç tesadüfi şeyler olmamıştı ve olmuyordu. Herşey benim zorlamamla, çabalamamla oluyordu. Hayatımı kolaylaştıran bir tek şey vardı o da ailem. Maddi anlamda hiç bir zorluk çekmemiştim. Belki çok lüks değildi ama standartların biraz üstündeydi ve ben bununla gayet mutluyum. Manevi olarak güçlerini hep arkamda hissettim ve hissediyorum. Diğer aileler gibi çok içli dışlı bir ilşkimiz olmasa da sevgi dolu bir aileyiz. Evli olan iki ablam ve benden 4 yaş küçük erkek kardeşimle hiç bir zaman tam kardeş olamadık ama birbirimize her zaman destek oluyoruz. Dört kardeş olarak aile şirketimizde çalışmaya programlandık. Bunu ben hariç kimse sorgulamadı. Ben sorgulamaya başladığım an "business" bir şey okumayacağıma emindim. Gittim, Ankara'da Psikoloji okudum. Ne kadar iyi edip etmediğimi bölümden mezun olup aile şirketinde çalışmaya başladığımda anladım. Psikolojiyle ilgilenen herkes gibi hafif aklı limonlu bir tipim ama bu her zaman dışarıya nüksettirmiyorum. İş hayatı bana özendiğim güçlü kadın imajını çok iyi veriyor. Bundan dolayı içimde bastırmaya çalışıtığım entellektüel arada sırada benden hesap soruyor. Biraz melankolik günler yaşayıp içimdeki entelektüeli tatmin ediyorum. Sonra topuklu ayakkabılarım, laptop çantam ve kendinden emin duruşumla yola devam ediyorum. İş hayatında yaşadığım sorunların hepsi "business" yerine psikoloji okumaktan kaynaklı oldu. Buna bir son vermek adına ABD'de MBA yapmaya karar verdim. Ocak ayından beri San Francisco'daki tek göz sevimli evimde yaşıyorum. Buraya geldiğimden beri türlü saçmalıklar yaptım. Şimdilerde hatalarımla yüzleşmek ve onları tekrarlamamak üzerine çaba gösteriyorum. Evimdeki çaydanlık, cezve ve nazar boncuğu gibi objeler buraya ait olmadığımı ve hiçbir zaman olmayacağıma dair imza atıyor.
Kabin ışıkları açılmış, hostesler ortalıkta gezinmeye başlamıştı. Herkes kendisine bu uzun yolculuk için bir pozisyon belirlemişti. Herkes birbir kategorilere girmişti. Kitap okuyanlar sınıfı, film severler sınıfı, çenebazlar sınıfı, uykucular sınıfı… Ben kendime bir türlü uğraş bulamamıştım. Yanımdakiyle bir an birbirimize baktık. Adaşlık ve Moskova uçağındaki kader ortalığımızın yanına bir de ikimizinde yapacak bir şey bulamaması eklenmişti. O ana kadar ki konuşmalarımızı göz önünde bulunduracak olursak benim zekamı kendisine layık bulmamış olması gayet normaldi. Bir kelime etsem yine gülünç olacağımı düşünüyordum. Yukarda Allah var, yine yardım etti. Gün geldi ve devran döndü. İfadesiz, boş bir surat ifadesiyle "Moskova'ya mı gidiyorsunuz" diye sordu.
"Aaa bu uçak Adana'ya gitmiyor mu?"
"Eee, evet… Tamam. Bu sefer sen kazandın."
"İntikam, soğuk yenen bir yemektir."
Yüzünde haince bir gülümsemeyle "Yemeği sevdiğiniz belli."
Kaba, küstah, kibirli… Neye uğradığımı şaşırdım. Hiç bir şey söylemeden yastığı pencereyle başımın arasına sıkıştırdım. Koltuğumu biraz arkaya doğru yatırdım. Ergenliğimden itibaren hiç bir zaman zayıf kategorisine girmedim. Yemek yemeyi sevdiğim doğru olsa da benim yarım kadar olan ama benden iki kat daha fazla yiyen insanlar kadar yemek yemedim. Sporla gel-git li bir ilişkimiz oldu hep ama sonuç olarak spor konusunda bakire değilim. Hayatımın her döneminde hep spor oldu. Kilolu olsam da şişko kategorisine de hiç girmedim. Her şey bir yana uçakta yanımda oturan adamdan böylesine iğneleyici bir söz duymayı hiç ama hiç haketmedim.
"Ender, kusura bakma. Bir anda ağzımdan çıktı. Lütfen yanlış anlama."
Öylesine sinirlenmiştim ki aptal gözükmek umrumda değildi. "Yanlış anlamıyorum. Sizin gibi bayağı insanların böyle belaltı vurmasını gayet doğal karşılıyorum. Sadece yarım saattir tanıdığınız bir insana kinayeli cümleler kurarak zeka pırıltısı göstermeye çabanızı da takdir ediyorum. Umarım bir gün o küçük beyninizi farkedecek birisini bulursunuz. Ben şimdi uyumak istiyorum. Yemek servisi geldiğinde benim için iki servis alın da ilerleyen saatlerde acıkıp sizi yemeyim." Yüzüne bir dumur inmişti. Bunca kelimeyi arka arkaya ben nasıl söylemiştim, hayret doğrusu. Bu romantik komedi filminden çıkıp iyice trajikomik bir film haline girmişti. Umrumda değildi. Yastığı tekrar yerine koyup başımı yasladım.
Gözümü kapattığımda az önce olanları birbir kulaklarımda çınlıyordu. Gerçekten çok mu şişmandım acaba? Daha zayıf bir kız olsaydım belki de Emre benim için daha çok çaba sarfedecekti ve ben kendimi onun kapısında kulu gibi hissetmeyecektim. En kötü ihtimalle yıllarca dünyanın bir ucundan yürütmeye çalıştığımız "ilişki"nin sonunda, tam da onun yaşadığı topraklara gelmişken hayatındaki insana rağmen benimle bir kez daha denemek isteyecekti. Ben daha zayıf ve alımlı bir kız olsaydım, belki de Emre'ye beş sene boyunca böyle hastalıklı bir aşk beslemeyecektim. Böylece Emre'nin ruhumda açtığı yaraları Engin ile kapatmaya çalışmayacaktım. Engin ile tanışmasaydım, kendime bu denli ters düşen şeyler yapmayacaktım ve bu uçakta olmayacaktım.
Ooofff… Belkiler, keşkeler… İşte bunlar hep pişmanlıklar… Sahi Engin'nin yanına gidiyordum ben. Gözümü karartmış, yedi aydır kendimle olan beraberliğime son vermiş, Engin'in yanına gidiyordum. Beni sevdiğini bildiğim ama bunu bana hiç söylememiş olan Engin… Her derdini dinlediğim ama hiç derdimi dinlememiş olan Engin… Yanındayken dünyayı unuttuğum ama kendimi hatırladığım Engin… Beni bir dokunuşuyla, bakışıyla mutlu eden ama onunla olmaktan acı duyduğum Engin… Hiç derdimi dinlememiş olan ama aslında tüm dert ettiklerime derman olan Engin… Aslında hiç hayatımda olmayacak ama iki yıldır hep hayatımda olan Engin… Gözlerim yanmaya başlamıştı tutmaya çalıştığım gözyaşlarım yüzünden. Sonunda dayanamadılar ve yanaklarımdan acı acı süzüldüler. Yüzümü yastığa doğru çevirdim. Oturduğum yerden beynim ve ruhum bedenimi öylesine yormuş olacak ki uykuya dalmışım.
Sarsıntıyla uyanmıştım. Artık her nasıl bir yerden geçiyorsak bitmek bilmeyen bir türbülansa girmiştik. Densiz Ender'in gözlerini dikmiş bana baktığını hissetmiştim ama kafamı çevirmemiştim. Sarsıntı bitmesini beklerken yastığa sarılmıştım. Önüme bir el uzandı. "Bunu bir zeytin dalı olarak kabul et. Biraz daha yastığa sarılırsan pamuğa dönüşeceksin" O zaman kadar hiç takınmadığı samimi ve yumuşak hali ne kadar da sahte gelmişti.
"Teşekkür ederim. Zeytin dalı uzatılacak bir durum olduğunu sanmıyorum. 28 yaşına kadar sizi tanımadan yaşadım. Bundan sonra da yaşayabilceğimi düşünüyorum."
"Evet. Haklısın ama bu yaklaşımla hayatımızda ailemizden başka kimse olmaması gerekiyor."
"Benim gerçekten sizinle arkadaş olmaya ihtiyacım yok. Hele ki şu an sizinle konuşmak en son ihtiyacım olan şey."
Yüzünde hiç beklemedik gerçekten samimi bir ifade gördüm. Ciddi anlamda söylediklerinden pişman bir ifade. Hoşuma gitmişti ama gerçekten daha fazla gücüm kalmamıştı. 12 saatin ardından Moskova Havaalanına indik. Densiz Ender ile her şeye rağmen kibarca vedalaşıp bağlantılı uçağa yetişmek için yola koyuldum.
0 notes