Text
ELEMENTLER
Hidrojen (H): Genellikle gübrelere azot bağlanmasında, hidrojenasyon, metanol, amonyak ve hidroklorik asit gibi bileşiklerin elde edilmesinde kullanılır. Aynı zamanda hidrojen çevre dostu olduğu için benzine alternatif bir kaynak olarak görülmektedir.
Helyum (He): Helyum gazını hepimiz balonlardan tanıyoruz ancak helyum gazı aynı zamanda kaynakçılıkta, germanyum ve silisyum kristallerinin yapımında ve derin dalış tüplerinde de kullanılır. Düşük erime ve kaynama noktası nedeni ile bunların yanında soğutucu olarak da kullanılmaktadır.
Lityum (Li): Lityum denildiğinde hepimizin aklına pil gelir. Bunun dışında genellikle seramik ve cam yapımında, alaşım sertleştirici maddelerin bileşiminde, A vitamini sentezinde, nükleer santrallerde soğutucu görevinde ve roketlerde itici kuvvet sağlamada kullanılır.
Bor (B): Bor elementi ısıya dirençli ürünlerin ve nükleer santrallerdeki regülatörlerin yapımında kullanılır. Sodyum perborat ve borik asit yapımında kullanılır. Bir metalinkine benzer ısı geçirgenliği gösteren özelliği ile boron nitrit bileşiği karıştırıldığı herhangi bir maddeyi elmas sertliğine getirici özelliğe sahiptir. Ayrıca bor göz dezenfektanlarının bileşiminde de bulunuyor.
Karbon (C): Hepimizin de bildiği gibi karbon bütün organik bileşiklerin yapısında bulunur. Kullanım aralığı çok geniş olan karbon nükleer tepkimelerin kontrolünde, lastiklerin renklendirilmesinde, plastik sanayinde, boya pigmentlerinin eldesinde ve yağlayıcı maddelerin yapımında kullanılır. Karbonun iki önemli allotropu vardır. Bunlar kurşun kalemlerde kullanılan grafit formu ve elmas formudur.
Azot (N): Soluduğumuz havanın %78’ini oluşturan azot gazı, besinlerin ve kimyasalların saklanmasında kullanılır. Sperm bankalarında spermlerin dondurularak saklanması ise sıvı azotla gerçekleştirilir. (-196 OC).Amonyak ise azot elementinin oluşturduğu en değerli bileşiklerden biridir. Bunun dışında azotun oluşturduğu bileşikler oksitleyici ya da güçlü reaktiflerdir. Bu nedenle de patlayıcı özellikleriyle bilinirler. Bunlara örnek olarak TNT (trinitrotoluen) ve amonyum nitrat verilebilir.
Oksijen (O): Hayatımızı sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğumuz en önemli element oksijendir. Havanın %21’i oksijenden oluşur ve oksijen sıklıkla solunum problemi olan hastaların tedavisi için kullanılır. Buna ek olarak kaynak yapımında, suyun saflaştırılmasında ve beton eldesinde de oksijen kullanılır.
Flor (F): Flor ve bileşikleri günlük hayatımızda birçok maddenin içinde bulunur. Teflon ürünlerde, diş macunlarında ve aydınlatma ampullerin camı üzerinde bulunur.
Neon (Ne): Neon dendiğinde aklımıza ilk gelen renkli aydınlatmalar olsa da neon voltaj göstergelerinde, paratonerlerde ve televizyon tüplerinde kullanılır. Sıvı neon ise soğutucu olarak kullanılmaktadır.
Sodyum (Na): Sodyumu en çok sofra tuzundan tanıyabiliriz ama bunun dışında eczacılık ve fotoğrafçılık gibi alanlarda da sıkça kullanılır.
Alüminyum (Al): Alüminyum dekorasyon ve mutfak aletlerinin ana yapım maddesidir. Diğer elementlerle (magnezyum, bakır) alaşımlar oluşturarak çok güçlü bir hale gelir. Aynı zamanda teleskop aylarının kaplamalarında da kullanılır.
Fosfor (P): Fosfor elementi hücre içeriğinde bulunduğu için, sinir ve kemik dokuları için çok önemlidir. Fosfor oluşturduğu bileşiklerle de hayatımızda önemli yer tutar. Örneğin; Fosforik asit, gübre eldesindeki kullanımıyla, tarım ve hayvancılıkta büyük önem taşımaktadır. Trisodyum fosfat ise, suların yumuşatılmasında, temizlikte ve paslanmaya karşı kullanılan önemli bir bileşiktir.
Kükürt (S): Kükürt doğal kauçuk ve mantar öldürücü kimyasalların yapımında rol oynar. Ticari açıdan en değerli bileşiği sülfürik asittir. Sülfit kağıdı başta olmak üzere çeşitli kağıtların yapımında, buharla dezenfekte işlemlerinde ve kurutulmuş meyvelerin ağartılmasında kullanılır.
Klor (Cl): Su dezenfeksiyonunda kullanılan klor bunun yanında kağıt yan ürünlerinin, boya maddelerinin, petrol ürünlerinin, çeşitli ilaçların, böcek öldürücülerin, plastik ürünlerin ve çok çeşitli tüketim malzemelerinin eldesinde kullanılır.
Potasyum (K): Toprak bileşiminde önemli yer tutan potasyum bitkilerin gelişimi için çok önemli bir elementtir. Cam, sabun, lens ve benzeri maddelerin yapımında, ayrıca yanıcı-patlayıcı maddelerin bileşiminde kullanılır.
Kalsiyum (Ca): Kalsiyum elementi canlılarda kemik, diş, kabuk ve benzeri dış iskelet yapılarında bulunur. Toryum, uranyum ve zirkonyum gibi metallerin hazırlanmasında ve çeşitli alaşımların eldesinde kullanılır.
Titanyum (Ti): Titanyum elementi çok hafif ve dayanıklı olması sebebiyle endüstride önemli bir yere sahiptir. Aside, deniz suyuna ve sıcaklığa karşı olan direnci sebebiyle gemi donanım parçalarında kullanılır. Bunların dışında güneş gözlem evlerinde, boya ve benzeri maddelerin yapımında da kullanılır.
Krom (Cr): Krom elementi cama yeşil rengini veren elementtir ve çeliğin sertleştirilmesinde, paslanmaz çelik üretiminde ve çeşitli alaşımların eldesinde kullanılır. Sık tercih edilen bir katalizördür. Ayrıca yakut ve zümrütün rengini veren de krom elementidir.
Demir (Fe): Demir elementi çelik sanayisinin ana hammaddesidir. İnşaatlarda beton kolon, kiriş ve yüzeylerin güçlendirilmesinde kullanılır. Ayrıca canlılar içinde hemoglobin pigmentinin yapısında ki oksijen taşıyıcısı olarak işlevi olması sebebiyle çok önemlidir.
Bakır (Cu): Bakır elementi elektrik iletkenliği çok yüksek olduğundan elektrik-elektronik sanayisinde çok kullanılmaktadır. Bunun yanında birçok metal alaşımı bakır içerir. Tarımda, su yosunu öldürücü olarak kullanılır.
İyot (I): İyot, organik kimya ve eczacılık alanları için çok önemlidir. Tıpta, iyoditler ve iyodin içeren tiroksin dahili olarak, tentürdiyot ve bu gibi iyot içerikli mikrop kırıcılar da harici olarak kullanılır. İyot bileşiklerinden biri olan Potasyum iyodit, fotoğrafçılık alanında kullanılır.
Platin (Pt): Laboratuvar kaplarının, bozunmaya dayanıklı gereçlerin ve tellerin yapımında kullanılır. Kobalt elementi ile olan alaşımı güçlü magnetik özellik gösterir. Platin rezistans telleri, çok yüksek sıcaklıklarda çalışan elektrikli fırınların yapımında kullanılır. Ayrıca sülfürik asit ve petrol ürünlerinin işlenmesinde katalizör olarak platin kullanılmaktadır.
Altın (Au): Altın hepimizin de bildiği gibi kuyumculukta, dekorasyonda, diş hekimliğinde ve madeni para yapımında kullanılır. Kolay işlenebilirliği sebebiyle de elektronik endüstrisinde kullanımı yaygındır.
Cıva (Hg): Evlerimizdeki termometrelerin içinde bulunan civa aynı zamanda barometrelerin, difüzyon pompalarının ve daha birçok laboratuvar gerecinin yapımında kullanılır. Bunların dışında civa pillerde, diş hekimliğindeki bazı karışımlarda, koruyucu boyalarda ve böcek öldürücü ilaçların yapısında bulunur.
Kurşun (Pb): Kurşun ses titreşimlerini emici özellik göstermesi sebebiyle ses yalıtımında tercih edilen bir elementtir. X-ışını ekipmanlarında ve nükleer santrallerde radyasyon kalkanı olarak işlev görür. Bileşiklerinden biri olan kurşun oksit ise kırılma indisi yüksek olan kristal camların üretiminde kullanılır. Çevreye ve insan sağlığına olan zararlarından dolayı içerinde kurşun tuzları bulunan maddeler, yavaş yavaş diğer organik bileşiklerle değiştirilmektedir.
0 notes
Text
İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilmiştir. 6 Nisan 1949 tarih ve 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu ile "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin Resmi Gazete ile yayınlanması yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması" kararlaştırılmıştır. Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanmıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu;
İnsanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu Bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.
Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.
Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
Madde 4- Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz,
kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.
Madde 5- Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.
Madde 7- Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Herkesin bu Bildirgeye aykırı her türlü ayrım gözetici işleme karşı ve böyle işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.
Madde 8- Herkesin anayasa yada yasayla tanınmış temel haklarını çiğneyen eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yoluna başvurma hakkı vardır.
Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.
Madde 10- Herkesin, hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine bir suç yüklenirken, tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.
Madde 11
1. Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
2. Hiç kimse işlendiği sırada ulusal yada uluslararası hukuka göre bir suç oluşturmayan herhangi bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Madde 12- Kimsenin özel yaşamına, ailesine konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz. Herkesin bu gibi karışma ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.
Madde 13
1. Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve
oturma hakkı vardır.
2. Herkes , kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.
Madde 14
1. Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma
olanaklarından yararlanma hakkı vardır.
2. Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.
Madde 15
1. Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.
2. Hiç kimse keyfi olarak yurttaşlığından veya yurttaşlığını değiştirme hakkından yoksun bırakılamaz.
Madde 16
1. Yetişkin her erkeğin ve kadının, ırk, yurttaşlık veya din bakımlarından herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın evlenme ve aile kurmaya hakkı vardır.
2. Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradeleriyle yapılır.
3. Aile, toplumun, doğal ve temel unsurudur, toplum ve devlet tarafından korunur.
Madde 17
1. Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı
vardır.
2. Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.
Madde 18- Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir.
Madde 19- Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.
Madde 20
1. Herkesin silahsız ve saldırısız toplanma, dernek kurma ve derneğe
katılma özgürlüğü vardır.
2. Hiç kimse bir derneğe girmeye zorlanamaz.
Madde 21
1. Herkes, doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılığı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir.
2. Herkesin ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı vardır.
3. Halkın iradesi hükümet otoritesinin temelidir. Bu irade, gizli veya serbestliği sağlayacak benzeri bir yöntemle genel ve eşit oy verme yoluyla yapılacak ve belirli aralıklarla tekrarlanacak dürüst seçimlerle belirlenir.
Madde 22- Herkesin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe hakkı vardır. Ulusal çabalarla ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütlenmesine ve kaynaklarına göre, herkes onur ve kişiliğinin serbestçe gelişim için gerekli olan ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının gerçekleştirilmesi hakkına sahiptir.
Madde 23
1. Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli
koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
2. Herkesin, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.
3. Herkesin kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır ve gerekirse her türlü sosyal koruma önlemleriyle desteklenmiş bir yaşam sağlayacak adil ve elverişli bir ücrete hakkı vardır.
4. Herkesin çıkarını korumak için sendika kurma veya sendikaya üye olma hakkı vardır.
Madde 24- Herkesin dinlenmeye, eğlenmeye, özellikle çalışma süresinin makul ölçüde sınırlandırılmasına ve belirli dönemlerde ücretli izne çıkmaya hakkı vardır.
Madde 25
1. Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.
2. Anaların ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakları vardır. Bütün çocuklar, evlilik içi veya evlilik dışı doğmuş olsunlar, aynı sosyal güvenceden yararlanırlar.
Madde 26
1. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.
2. Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
3. Çocuklara verilecek eğitimin türünü seçmek, öncelikle ana ve babanın hakkıdır.
Madde 27
1. Herkes toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılma, güzel sanatlardan yararlanma, bilimsel gelişmeye katılma ve bundan yararlanma hakkına sahiptir.
2. Herkesin yaratıcısı olduğu bilim, edebiyat ve sanat ürünlerinden doğan maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
Madde 28- Herkesin bu Bildirgede öngörülen hak ve özgürlüklerin gerçekleşeceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.
Madde 29
1. Herkesin, kişiliğinin serbestçe ve tam gelişmesine olanak veren topluma karşı ödevleri vardır.
2. Herkes haklarını kullanırken ve özgürlüklerinden yararlanırken, başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve bunlara saygı gösterilmesinin sağlanması ve demokratik bir toplumda genel ahlak ve kamu düzeniyle genel refahın gereklerinin karşılanması amacıyla yalnız yasayla belirlenmiş sınırlamalara bağlı olur.
3. Bu hak ve özgürlükler hiçbir koşulda Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.
Madde 30- Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.
0 notes
Text
Büyük Zafer
Arkadaşlar!
Kalbimde derin bir özlem doğurmuş olan ayrılıktan sonra tekrar size kavuştuğumdan dolayı, pek mutluyum (şükran sunarız sesleri).
Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki, ordularımızın silâhlarına bıraktığınız yüce ve kutsal amaç, istediğiniz şekilde, güvenliğimiz için kullanılmış olduğunu gösteren, mutlu bir sonuca ulaştı.
En karanlık ve en talihsiz günlerimizde Meclis’imizin sarp ve yalçın bir kaya gibi kararlılık ve imanı; bu parlak geleceğe erişmek için, gereken imkânı daima saklı tuttu.
Millî meselelerde şaşmaz bir akılla daima doğruyu ve daima iyiyi bulan ve seçen Meclis’imizin bu sonuçlara ermekten dolayı duyduğu mutluluk kadar kazanılmış hak olarak başka ne düşünülebilir?
Milletin alın yazısını doğrudan doğruya yüklenerek ümitsizlik yerine ümit, perişanlık yerine düzen, kararsızlık yerine kararlılık ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimiz’in, temiz ve kahraman ordularının başında bir asker olarak bağlılıkla ve boyun eğerek emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin pek nadir duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. (şiddetli ve sürekli alkışlar).
Kalbim bu sevinçle dolu olarak, çok temiz ve saygıdeğer arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve bağımsızlık fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum (Sürekli alkışlar).
Arkadaşlar!
Tebrik etme mutluluğuna sahip olduğum bu zafer kolaylıkla açıklanabilir değildir.
Bunu anlamak, bugün değil, belki yarın tarih sayfalarında geniş ve derin incelendikten sonra mümkün olacaktır.
Fakat, hissediyorum ki, benim ağzımdan buna dair bazı sözler işitmek istiyorsunuz (hay hay sesleri).
Bu isteklerinizi karşılamak için önemli bazı resimler ve önemli bazı yazılar üzerinde açıklamalarda bulunacağım: (teşekkür ederiz sesleri).
Arkadaşlar, geçen sene Ağustos’un, yanılmıyorsam beşinci günü bu kürsüden, beni Başkomutan tayin etmiş olduğunuz zaman teşekkürlerimi sunarken demiştim ki: Memleketimizi çiğnemek üzere, memleketimize giren Yunan ordusunu namus ocağımızda boğacağız.
Bu sözümde yanılmamış olduğumu olaylar ispat etti sanırım.
Gerçekten Yunan ordusu namus ocağımızda tamamen boğulmuştur arkadaşlar (Alkışlar).
O gün, bu kürsüyü terk ettikten sonra Sakarya gerilerine kadar gelmiş olan ordumuza kavuşmuştum.
Hepinizin hatırındadır ki, yirmi bir gün ve yirmi bir gece devam eden Sakarya Meydan Muharebesi’nin son günlerinde ordumuz, düşmanın sol koluna karşı taarruza geçti ve bunun sonucu olmak üzere çok kuvvetli ve çok donanımlı olan Yunan ordusu mağlûp olarak geri dönmek zorunda kaldı ve ondan sonra tekrar bu kürsüye geldim.
Dedim ki: Kararımız, en son düşman askerîni vatanımızdan kovuncaya kadar taarruza devam etmektir, düşmanı takip etmek ve sıkıştırmaktır.
Bu sözümü her harfiyle takip etmiş ve uygulamış olduğumu olaylar ispat ettiği gibi, vuku bulacak olan maruzatımla da açıklamış olacağım.
Gerçekten o gün için, düşman ordusunu takip etmek konusunda verilen karar, bu zamana kadar saklı kalmıştır.
Fakat arkadaşlar!
Şunu kabul etmek zorundayız ki, ordumuzun o günkü durumu, şartları ve araçları hemen uzun aralar üzerinde hızlı hareketler uygulamasına uygun bulunmuyordu.
Bu nedenle gereken eksikleri tamamlamak hazırlıkları bitirmek için, bir zaman harcanacaktı.
Ve bu zaman da doğal olarak harcandı.
Fakat, gerçeği kesin olarak herkesin bilmesi gerekir ki, bu senenin ortalarında ordumuz düşman ordusunu yenmek ve bozguna uğratmak için gereken kuvvet ve kudreti kazanmış bulunuyordu.
Fakat, bütün milletimizin ve onun gerçek temsilcilerinden oluşan Meclisimiz’in işareti, kan dökmeden millî amaçlarımızın elde edilmesine yöneltilmiş olduğunu pek güzel anlıyordum.
Bundan dolayı Efendiler, askerî kuvvetlerimizi kullanmadan önce kan dökmeye neden olmaksızın meseleyi arabuluculukla çözmek için girişimde bulunmak da ayrıca bir görev idi.
Bu görevi yerine getirmek için, her türlü önlemlere girişildi.
Bütün siyasal girişimler uygulandı. Bu cümleden olmak üzere, en değerli arkadaşlarımızdan incelemesine ve bakışının doğruluğuna son derece güvendiğimiz önemli hükûmet ileri gelenlerimizden Fethi Beyefendiyi Londra’ya kadar göndermiştik.
Adı geçen, gerek Londra’da ve gerek diğer büyük devletlerin başkentlerinde bütün ileri gelenler siyasîlerle görüşmek, konuşmak ve barış yapmak için her şeyi yapmaya tam yetkili bulunuyordu.
Fakat Efendiler, Fethi Beyin Londra’daki kabul şekli ve özellikle o günlerde Mösyö Lloyd George’un parlamento kürsüsünde verdiği nutuk gösteriyordu ki, bütün bu girişimlerimiz ters bir anlamda kabul edilmiştir.
Gerçekten insanca duygularımızın gereği olarak, yapmış olduğumuz bu girişime İngiliz hükûmetinin vermiş olduğu anlam, arabuluculukla girişimlerimizin bizim isteğimizle yorumundan ibaretti.
Zannettiler ki, ordumuz zayıftır.
Zannettiler ki, ordumuz taarruz ve takip etmek değil, yerinden kıpırdamayacak bir durumda bulunuyor.
Zannettiler ki, Meclisimiz ve hükûmetimiz zayıftır ve ümitsizdir.
Şüphesiz, bütün bu noktalarda en büyük hataya sapmış oluyorlardı, en derin dikkatsizlik içersinde bulunuyorlardı.
Ve belki bazı durumlar ve bazı görüntüler düşmanlarımıza bu ümidi vermiş olabilirdi.
Fakat ben, düşmanlarımızın bu şekilde aldanmış olduğunu zannetmiyorum.
İsteseydim, o anda bu fikri düzeltirdim.
Fakat, Efendiler, bu fikrin düzeltilmesi konusunu sözle değil, fiilen yapmayı seçtim.
Bundan dolayı, Fethi Beyefendi kesin inancını hükûmete bir raporla bildirdi ve dedi ki: “Millî amaçlarımızın elde edilmesi, ancak askerî hareket ile olabilecektir. Başka incelemeye, başka yoruma yer yoktur”.
Elbette ki Fethi Beyefendinin bu sözüne ve bu inancına katılmak gerekiyordu.
Aynı zamanda Avrupa’da bulunan bütün temsilcilerimizden ve diğer siyasî memurlarımızdan gelen raporların içindekiler de, Fethi Beyefendi’nin sözünü, inancını doğruluyor ve destekliyordu.
Artık anlamıştık ki, harekat-ı askeriye bir mecburiyet hâline geldi.
Bunun üzerine Başkumandanlık, aracılık ve siyasî girişimlerin gereği olarak, uygulamaya koymayı ertelediği taarruz kararını fiilen uygulamaya geçirmeye ve taarruzu uygulamaya karar verdi.
Ordumuzun yetenek ve kudreti ve hazırlığına dair güvenimiz tamdı.
Fakat, bir kez daha Genelkurmay Başkanı Paşa cepheye gitti.
Ben de cepheye gittim ve baştan sona kadar ordumuzu tekrar gözden geçirdik.
Düşman mevzileri, düşman ordusu incelendi. Bu son kontrolümüzün sonucu var olan düşünce ve imanımızı sağlamlaştırdı ve o zaman kesin olarak taarruz hazırlığı için emir verdim.
Efendiler!
Taarruzumuz, öteden beri Genelkurmay Başkanı Paşanın çok derin ilme, bilgiye ve deneyimlere dayanarak hazırladığı plân içinde oluşacaktı.
Bu plân düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat boğmak esasını ihtiva eden bir plandı.
Bu plân içinde hazırlık emri verildikten sonra, tabîi ki amacımızı gizlemekte yarar görüyorduk.
Onun için öncelikle Genelkurmay Başkanı ve sonra Başkomutan tekrar Ankara’ya döndü.
Ankara’ya dönüşümde Bakanlar Kurulu’ndaki saygıdeğer arkadaşlarla beraber durumu bir kez daha düşündük.
Genel durumu, özellikle siyasî durumu tahlil ettik ve gördüm ki, bu arkadaşlar da bütün kalpleriyle, bütün inançlarıyla Başkumandanlığın kararını uygun görüyorlar ve destekliyorlar.
Özellikle Maliye Bakanı Beyefendi’nin göstermiş olduğu kolaylık, Başkomutanlığın uygulamalarında ayrıca bir kuvvet oluşturmuştur.
Bundan dolayı, kendilerine bu kürsüden teşekkür etmeyi ayrıca bir borç bilirim (biz de katılırız sesleri).
Bakanlar Kurulu arkadaşlarımızın da oyları elde edildikten sonra tekrar buradan kayboldum.
Konya üzerinden Batı Cephesi merkezinin bulunduğu Akşehir’e gittim.
Son araştırmalarımda artık düşmanı yenmek için her şey hazır olmuştu ve aralıksız düşmanın İzmir’e kadar takibi için gereken bütün önlemler alınmıştı.
Bunun üzerine 25 Ağustosta taarruz için emrettim.
26 Ağustos günü geçen taarruz hareketlerini kolaylıkla kavramak için isterseniz, o tarihteki düşman ordusunun durumunu birkaç kelime ile anlatayım.
Dört, beş fırkadan oluşan Yunan kuvveti Afyonkarahisar’da bulunuyordu.
Afyonkarahisar’ın doğusunda ve güneyinde olmak üzere yaklaşık 90-100 kilometrelik bir yol üzerinde sağlamlaştırma yapılmıştı.
Fakat bu sağlamlaştırma, Efendiler, bayağı değildi.
Yunanlılar bir sene sürekli olarak askerleri ve halkı kullanarak çalışmışlar ve fennin bütün araçlarını orada uygulamışlardı.
Dediğim yol, birçok kuvvetli dayanma noktalarını ve derinliğine sağlamlaştırmayı, savunma yollarını içeriyordu.
Yani bu mevzi tam anlamıyla, son zamanın bir kalesi olarak adlandırılabilecek bir durumdaydı.
Bundan başka düşmanın üç fırkadan oluşan bir kuvveti de Eskişehir’de ve Seyitgazi’de bulunuyordu.
Eskişehir ve Seyitgazi’nin kuzeyi, doğusu ve güneyi de tıpkı Afyonkarahisar’da olduğu gibi aynı araçlarla, aynı teçhizatla sağlamlaştırılmış ve donatılmış bir duruma sokulmuş bulunuyordu.
Bu iki grubun arasında da demiryoluyla ve yürüyerek hızla ve kolaylıkla her tarafa gidebilecek durumda olan ve Döğer’de bulunan düşmanın üç fırkadan oluşan bir kuvveti vardı.
Kısaca düşman seçkin ordusunun kollarını iki kaleye dayamış, orta yerinde kuvvetli bir yedek gruba sahip bir takım hâlindeydi.
Bu takımın uzak kollarına da bakmak istersek, Gemlik ve İznik Gölü yakınlarında da düşmanın iki fırkaya yakın bir kuvveti vardı.
Eğer güneye bakacak olursak, Afyonkarahisar’dan sonra bütün Menderes boyunca denize kadar düşmanın ikinci fırkasını da içermek üzere, birçok bağımsız alayları ve atlıları vardı.
Biliyorsunuz ki, Efendiler, Batı Cephesi denildiği zaman orada bizim iki ordumuz ve diğer kuvvetlerimiz de vardı.
Binaenaleyh Birinci Ordu, Afyonkarahisar’ın doğusunda Akarçay’dan batıya doğru Dumlupınar arasında bulunan düşman mevzileri karşısında toplanacaktı.
Burada elbette ki desteklenmiş olan ordumuz, düşmanı yenerek, kuzeye atmak görevini aldı.
İkinci Ordumuz -bu Akarçay’dan kuzeye doğru Porsuk vardır, biliyorsunuz, işte onun kuzeyinde Sakarya kısmı vardır- oraya kadar olan cephede düşmana taarruz edecekti.
Düşmanın Eskişehirde bulunan üç fırkası ve Afyonkarahisar’ın doğusunda bulunan iki fırkası ki, toplam sekiz fırkayı kendi karşısında belirleyecekti.
Kocaeli bölgesinde bulunan kuvvetlerimiz de karşısında bulunan düşman kuvvetlerine taarruz edecek ve bu kuvvetlerin güneye inmesini önleyecekti.
Menderes yöresinde biri atlı fırkası, olmak üzere kuvvetlerimiz vardı.
Bunlar da güneyden kuzeye doğru önündeki düşmana taarruz edecek ve o kuvvetlerin son savaş yerine gelmesine engel olacak ve aynı zamanda düşmanın İzmir’le olan ulaşım yollarını kesecekti.
İşte bu temel noktalar üzerine bütün önlemler ve düzenlemeler yapılmıştı ve hazırlık tamamlanmış olduğu halde 26 Ağustos günü taarruz başlamıştır.
Bu hareketleri yakından yönlendirmek ve yönetmek elbette ki istenildiğinden ve gerekli görüldüğünden, Başkomutanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı 26 Ağustos günü güneş doğmadan önce, Birinci Ordunun gözleme noktası olan Kocatepe’de hazırdılar.
Kocatepe, bilenlerce bilinir ki ve harita üzerinde düşünenlerce anlaşılabilir ki, düşmanın güney cephesine ve güney cephesindeki önemli noktalara o kadar yakındır ki mevzileri incelemek ve hareketleri yönlendirmek ve yönetmek için, hatta dürbün kullanımına bile gerek yoktur.
Birinci Ordu, Akarçay’dan Dumlupınar’a kadar olan bütün düşman mevzilerine taarruz edecekti.
Atlı kolordumuz, bu taarruz grubunun sol kolunda bulunduğu aralıktan içeri girecek ve düşman ordusunun arkasında icra-yi faaliyet edecekti.
Ordularla bütün cephe üzerinde taarruz olunacaktı.
Fakat, ilk anda şu önemli noktalar düşünüldü.
Afyonkarahisar’ın batısında Kaleciksivrisi vardır ve onun kuzeyinde 1310 rakımlı Erkmentepesi vardır.
Bu mevziler son derece önemlidir ve ondan başka bütün mevzilerin kilidi derecesinde olan ikinci bir önemli yer daha vardı ki, ona Tınaztepe adı veriliyor; bu, Kaleciksivrisi’nin on iki kilometre kadar batısındadır ve bu zincirlemenin en önemli bir noktasıdır.
Burasını yok etmek istiyorduk.
Bir de iki grubun arasında bir tepe vardır ki Belentepe deniliyor.
Afyonkarahisar’ın güneyindeki esas mevzisi başlıca bu noktalara dayanıyordu.
0 notes
Link
0 notes
Text
BOĞAZLAR REJİMİNE İLİŞKİN OLARAK, MONTREUX'DE 20 TEMMUZ 1936'DA İMZALANAN SÖZLEŞME
Birinci Madde
Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar'da denizden geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesini kabul ederler ve doğrularlar.
Bu özgürlüğün kullanılışı bundan böyle işbu Sözleşme hükümleriyle düzenlenmiştir.
KESİM I. - TİCARET GEMİLERİ
Madde 2
Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, aşağıdaki 3. madde hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite) olmaksızın, Boğazlardan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler, Boğazlar'ın bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması işbu Sözleşmesinin I sayılı Ek'inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır.
Bu vergilerin ya da harçların alınmasını kolaylaştırmak üzere, Boğazlar'dan geçecek ticaret gemileri, 3. maddede belirtilen istasyonun görevlilerine adlarını, uyrukluklarını, tonajlarını, gidecekleri yeri ve nereden geldiklerini bildireceklerdir.
Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) isteğe bağlı kalmaktadır.
Madde 3
Ege Denizi'nden ya da Karadeniz'den Boğazlar'a giren her gemi, uluslararası sağlık kuralları çerçevesinde Türk yasalarıyla konulmuş olan sağlık denetimi için, Boğazlar'ın girişine yakın bir sağlık istasyonunda duracaktır. Bu denetim, bir temiz sağlık belgesi (patentesi) ya da işbu maddenin 2. fıkrasındaki hükümlerin kapsamına girmediklerini doğrulayan bir sağlık bildirisi gösteren gemiler için, gündüz ve gece, olabilen en büyük hızla yapılacak ve bu gemiler Boğazlar'dan geçişleri sırasında başka hiçbir duruş zorunda bırakılmayacaklardır.
İçinde veba, kolera, sarı humma, lekeli humma (typhus exanlhematique) ya da çiçek hastalığı olayları bulunan ya da yedi günden az bir süre önce bu hastalıklar bulunmuş olan gemilerle, bulaşık bir limandan beş kez yirmi-dört saatten az bir süreden beri ayrılmış olan gemiler, Türk makamlarının gösterebilecekleri sağlık koruma görevlilerini gemiye almak üzere, sağlık istasyonunda duracaklardır. Bu yüzden, hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır; sağlık koruma görevlileri Boğazlar'ın çıkışında bir sağlık istasyonunda gemiden indirileceklerdir.
Madde 4
Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, ticaret gemileri, bayrak ve yük ne olursa olsun, 2. ve 3. maddelerde öngörülen koşullar içinde Boğazlar'dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır.
Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) isteğe bağlı kalmaktadır.
Madde 5
Savaş zamanında, Türkiye savaşmışa, Türkiye ile savaşta olan bir ülkeye bağlı olmayan ticaret gemileri, düşmana hiçbir biçimde yardım etmemek koşuluyla, Boğazlar'da geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır.
Bu gemiler Boğazlar'a gündüz girecekler ve geçiş, her seferinde, Türk makamlarınca gösterilecek yoldan yapılacaktır.
Madde 6
Türkiye'nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayması durumunda, 2. madde hükümlerinin uygulanması yine de sürdürülecektir; ancak, gemilerin Boğazlar'a gündüz girmeleri ve geçişin, her seferinde, Türk makamlarınca gösterilen yoldan yapılması gerekecektir.
Kılavuzluk, bu durumda, zorunlu kılınabilecek, ancak ücrete bağlı olmayacaktır.
Madde 7
"Ticaret gemileri" terimi, işbu Sözleşmenin II. Kesiminin kapsamına girmeyen bütün gemilere uygulanır.
KESİM II. - SAVAŞ GEMİLERİ
Madde 8
İşbu Sözleşme bakımından, savaş gemilerine ve bu gemilerin nitelikleriyle tonajlarının hesabı için uygulanacak tanımlama, işbu Sözleşmenin II sayılı Ek'inde yer alan tanımlamadır.
Madde 9
Deniz kuvvetlerinin, sıvı olsun ya da olmasın, yakıt taşımak için özellikle yapılmış olan yardımcı gemileri, 13. maddede belirtilen ön-bildirim koşuluna bağlı tutulmayacaklar ve, Boğazlar'ı tek başlarına geçmek koşuluyla, 14. ve 18., maddeler gereğince sınırlamaya bağlı tonajlar hesabına katılmayacaklardır. Bununla birlikte, bu gemilerin, öteki geçiş koşullan bakımından, savaş gemileriyle bir tutulmaları süregidecektir.
Bir önceki fıkrada belirtilen yardımcı gemiler, öngörülen kuraldışılıktan, ancak silahları: yüzer hedeflere karşı en çok 105 milimetre çapında iki toptan, hava hedeflerine karşı en çok 75 milimetre çapında iki silahtan çok değilse yararlanabileceklerdir.
Madde 10
Barış zamanında, hafif su üstü gemileri, küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler, ister Karadeniz'e kıyıdaş olan ister olmayan Devletlere bağlı bulunsunlar, bayrakları ne olursa olsun, Boğazlar'a gündüz ve aşağıdaki 13. ve sonraki maddelerde öngörülen koşullar içinde girerlerse, hiçbir vergi ya da harç ödemeksizin, Boğazlar'dan geçiş özgürlüğünden yararlanacaklardır.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen sınıflara giren gemiler dışında kalan savaş gemilerinin ancak 11. ve 12. maddelerde öngörülen özel koşullar içinde geçiş haklan olacaktır.
Madde 11
Karadeniz'e kıyıdaş Devletler, 14. maddenin 1. fıkrasında öngörülen tonajdan yüksek bir tonajda bulunan hattı harp gemilerinin 3 Boğazlardan geçirebilirler; şu koşulla ki, bu gemiler Boğazlar'ı ancak tek başlarına ve en çok iki torpido 4 eşliğinde geçerler.
3. Fransızca metinde "batimeats de ligne", İngilizce metinde "Capital Ships".
1936 Türkçe çevirisinde "hatlıharp gemileri". (Çevirenler)
4. Fransızca metinde "torpilleurs", İngilizce metinde "destroyer", 1936 Türkçe çevirisinde "torpido". (Çevirenler)
Madde 12
Karadeniz'e kıyıdaş Devletler, bu deniz dışında yaptırdıkları ya da satın aldıkları denizaltılarını, tezgaha koyuştan ya da satın alıştan Türkiye'ye vaktinde haber verilmişse, deniz üslerine katılmak üzere Boğazlar'dan geçirme hakkına sahip olacaklardır.
Sözü edilen Devletlerin denizaltıları, bu konuda Türkiye'ye ayrıntılı bilgiler vaktinde verilmek koşuluyla, bu deniz dışındaki tezgahlarda onarılmak üzere de Boğazlar'dan geçebileceklerdir.
Gerek birinci gerek ikinci durumda, denizaltıların gündüz ve su üstünden gitmeleri ve Boğazlar'dan tek başlarına geçmeleri gerekecektir.
Madde 13
Savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçmesi için, Türk Hükümetine diplomasi yoluyla bir ön-bildirimde bulunulması gerekecektir. Bu ön-bildirimin olağan süresi sekiz gün olacaktır; ancak, Karadeniz kıyıdaşı olmayan Devletler için bu sürenin onbeş güne çıkartılması istenmeğe değer sayılmaktadır. Bu ön- bildirimde gemilerin gidecekleri yer, adı, tipi, sayısı ile gidiş için ve, gerekirse, dönüş için geçiş tarihleri belirtilecektir. Her tarih değişikliğinin üç günlük bir ön- bildirim konusu olması gerekecektir.
Gidiş için geçişte Boğazlar'a girişin, ilk ön-bildirimde belirtilen tarihten başlayarak beş günlük bir süre içinde yapılması gerekecektir. Bu sürenin bitiminden sonra, ilk ön-bildirim için olan aynı koşullar içinde yeni bir ön- bildirimde bulunulması gerekecektir.
Geçiş sırasında, deniz kuvvetinin komutanı, durmak zorunda olmaksızın, Çanakkale Boğazı'nın ve Karadeniz Boğazı'nın girişindeki bir işaret istasyonuna, komutası altında bulunan kuvvetin lam kuruluşunu bildirecektir.
Madde 14
İşbu Sözleşmenin III. maddesinde ve III sayılı Ek'inde öngörülen koşullar dışında,
Boğazlar'da transit geçişte bulunabilecek bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek (tavan) toplam tonajı 15.000 tonu aşmayacaktır.
Bununla birlikte, bir önceki fıkrada belirtilen kuvvetler dokuz gemiden çok gemi iç ermeyeceklerdir.
Karadeniz'e kıyıdaş olan ya da olmayan Devletlerin, 17. madde hükümleri uyarınca Boğazlar'daki bir limanı ziyaret eden gemileri bu tonaja katılmayacaktır.
Geçiş sırasında bir avaryaya uğramış olan savaş gemileri de bu tonaja katılmayacaktır; bu gemiler, onarım sırasında, Türkiye'ce yayımlanan özel güvenlik hükümlerine bağlı tutulacaklardır.
Madde 15
Boğazlar'da transit olarak bulunan savaş gemileri taşımakla olabilecekleri uçakları 5, hiçbir durumda, kullanamayacaklardır.
5. Fransızca metinde "aeronefs", İngilizce metinde "aircr.ıfts", 1936 Türkçe çevirisinde "hava sefineleri". (Çevirenler)
Madde 16
Boğazlarda transit olarak bulunan savaş gemileri, avarya 6 ya da geminin teknik yönetimine bağlı olmayan bir aksaklık 7 durumları dışında, geçişleri için gerekli süreden daha uzun süre Boğazlar'da kalamayacaklardır.
6. Fransızca metinde "avarie", ingilizce metinde "damage", 1936 Türkçe çevirisinde "hasar". (Çevirenler)
7. Fransızca metinde "ferlime de mer", ingilizce metinde "peril of the sea" 1936 Türkçe çevirisinde "denin arızası". (Çevirenler)
Madde 17
Yukarıdaki maddelerin hükümleri, herhangi bir tonajda ya da kuruluşta olan bir deniz kuvvetinin, Türk Hükümetinin çağrısı üzerine, Boğazlar'daki bir limana sınırlı bir süre için bir nezaket ziyaretinde bulunmasına hiçbir biçimde engel olamayacaktır. Bu kuvvet, 10., 14. ve 18. maddeler hükümleri uyarınca, Boğazlardan transit olarak geçmek için istenilen koşullar içinde bulunmuyorsa, Boğazlar'dan giriş için izlediği yoldan ayrılacaktır.
Madde 18
1. Karadeniz kıyıdaşı olmayan Devletlerin barış zamanında bu denizde bulundurabilecekleri toplam tonaj aşağıdaki gibi sınırlandırılmıştır:
a) Aşağıda b) paragrafında öngörülen durum dışında, sözü geçen Devletlerin toplam tonajı 30.000 tonu aşmayacaktır;
b) Herhangi bir anda, Karadeniz'in en güçlü donanmasının (filosunun) tonajı işbu Sözleşmenin imzalanması tarihinde bu denizele en güçlü olan donanmanın (filonun) tonajını en az 10.000 ton aşarsa, a) paragrafında belirtilmiş olan 30.000 tonluk toplam tonaj aynı ölçüde ve en çok 45.000 tona varıncaya değin arttırılacaktır. Bu amaçla, kıyıdaş her Devlet, işbu Sözleşmenin IV sayılı Ek'i uyarınca, Türk Hükümetine, her yılın 1 Ocak ve 1 Temmuz tarihlerinde, Karadeniz'deki donanmasının (filosunun) toplam tonajını bildirecektir; Türk Hükümeti de, bu bilgiyi, öteki Bağıtlı Yüksek Taraflara ve Milletler Cemiyeti Genel Sekreterine ulaştıracaktır.
c) Karadeniz'e kıyıdaş olmayan Devletlerden herhangi birinin bu denizde bulundurabileceği tonaj, yukarıdaki a) ve b) paragraflarında öngörülen toplam tonajın üçte ikisiyle sınırlandırılmış olacaktır.
d) Bununla birlikte, Karadeniz kıyıdaşı olmayan bir ya da birkaç Devlet, bu denize, insancıl bir amaçla deniz kuvvetleri göndermek isterlerse, toplamı hiçbir varsayımda 8.000 tonu aşmaması gerekecek olan bu kuvvetler, işbu Sözleşmenin 13.maddesinde öngörülen ön-bildirime gerek duyulmaksızın, aşağıdaki koşullar içinde Türk Hükümetinden alacakları izin üzerine, Karadeniz'e girebileceklerdir: Yukarıdaki a) ve b) paragraflarında öngörülen toplam tonaj dolmamışsa ve gönderilmesi istenilen kuvvetlerle bu toplam tonaj atılmayacaksa, Türk Hükümeti, kendisine yapılmış olan istemi aldıktan sonra en kısa süre içinde bu izni verecektir; sözü geçen toplam tonaj daha önce kullanılmış bulunuyorsa ya da gönderilmesi istenilen kuvvetlerle bu toplam tonaj açılacaksa, Türk Hükümeti, bu izin isteminden, Karadeniz kıyıdaşı Devletleri hemen haberli kılacak ve bu Devletler, haberli kılındıklarından yirmi-dört saat sonra bir karşı görüş öne sürmezlerse, ilgili Devletlere istemlerine ilişkin olarak verdiği kararı en geç kırksekiz saat içinde bildirecektir.
[Karadeniz'e] kıyıdaş olmayan Devletler deniz kuvvetlerinin,
Karadeniz'e bundan sonraki her girişi ancak yukarıdaki a) ve b) paragraflarında öngörülen kullanılabilir toplam tonajın sınırları içinde yapılacaktır.
2. Karadeniz'de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaş olmayan Devletlerin savaş gemileri bu denizde yirmi-bir günden çok kalamayacaklardır.
Madde 19
Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, savaş gemileri 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerde belirtilen koşullarla aynı koşullar içinde, Boğazlar'da tam bir geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır.
Bununla birlikte, savaşan herhangi bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçmesi yasak olacaktır; şu kadar ki, işbu Sözleşmenin 25. maddesinin uygulama alanına giren durumlarla, saldırıya uğramış bir Devlete, Milletler Cemiyeti Misakı çerçevesi içinde yapılmış, bu Misak'ın 18. maddesi hükümleri uyarınca kütüğe yazılmış (tescil edilmiş) ve yayımlanmış, Türkiye'yi bağlayan bir karşılıklı yardım andlaşması gereğince yapılan yardım durumları bunun dışında kalmaktadır.
Yukarıdaki fıkrada öngörülen kuraldışı durumlarda, 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerde belirtilen kısıtlamalar uygulanamayacaktır.
Yukarıdaki 2. fıkrada konulmuş geçiş yasağına karşın, Karadeniz'e kıyıdaş olan ya da olmayan savaşan Devletlere ait olup da bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, bu limanlara dönebilirler.
Savaşan Devletlerin savaş gemilerinin Boğazlar'da herhangi bir elkoymaya 8 girişmeleri, denetleme (ziyaret) hakkı 9 uygulamaları ve başka herhangi bir düşmanca eylemde bulunmaları yasaktır.
8. Fransızca ve İngilizce metinlerde "caplure", 1936 Türkçe çevirisinde "zapt ve müsadere". (Çevirenler)
9. Fransızca metinde "droit de visite", İngilizce metinde "right of visit and search", 1936 Türkçe çevirisinde "muayene hakkı". (Çevirenler)
Madde 20
0 notes
Text
PARA KAZANMAK BİRAZ DA ZEKÂ İŞİDİR
New York'ta bir bankanın önünde duran son model Bugatti Veyron otomobilden inen adam, hızlı adımlarla bankaya girdi ve bireysel kredi için başvuruda bulunmak istediğini söyleyerek çok acele bir iş için Avrupa'ya gitmek zorunda olduğunu ve bu nedenle bir hafta vadeli beş bin dolar krediye gereksinim duyduğunu anlattı. Müşteri temsilcisi “Tabi” dedi ve ekledi “Ancak bizim bankamızla daha önce hiç çalışmamışsınız. Banka olarak sizi resmen tanımıyoruz. Bu nedenle, söz konusu krediyi verebilmemiz için karşılığında sizden bir teminat almak zorundayız.” Adam cebinden Bugatti Veyron'un anahtarını çıkardı “Çok acelem var, uçağa yetişeceğim, kapıdaki Bugatti'mi teminat olarak alabilirsiniz” dedi. Kredi işlemleri çok hızlı bir biçimde tamamlandı. Banka Bugatti Veyron otomobili bankanın garajına çektiler, adama da beş bin dolar krediyi verdiler. Müşteri temsilcisi, merakını gidermek için araştırma yaptı ve bankalarının bu yeni müşterisinin çok büyük bir iş adamı ve çok büyük bir servet sahibi olduğunu öğrendi. Bir hafta sonra adam gelip, borcunun anaparası beş bin dolarla, bir haftalık faizi dokuz buçuk doları ödedikten sonra, müşteri temsilcisi sordu: “Sizin, çok büyük bir iş adamı ve çok büyük bir servetin sahibi olduğunuzu öğrendim. Lütfen söyler misiniz, sizin için çok küçük bir miktar olan beş bin dolarlık krediye neden gereksinim duydunuz?” Adam hafifçe gülümsedi: “Siz de bana lütfen söyler misiniz?” dedi. “Böyle lüks bir otomobili, New York'ta hangi kapalı garaja, bir hafta boyunca dokuz buçuk dolara bırakabilirsiniz?” NEYMİŞ; para kazanmak sadece çalışma ve hırsla olmaz, zekâ da gerekir.
0 notes
Text
Ağanın Mektubu
Din de düşünülen ve bugün gelinen noktayı çok iyi anlatıyor bence. *** Yüzlerce insanın yaşadığı, binlerce hayvan ve kilometre karelerce toprağın sahibi olan Köyün ağası kahyayı yanına çağırır. “Ben uzun bir yola gideceğim. Belki bir yıl, belki 2 yıl belki de daha uzun süre dönmem… Sana bir mektup bırakacağım… Ben gittikten sonra her sabah bu mektubu açacaksınız ve hep birlikte okuyacaksınız… Sonrada o mektupta yazılanları yapmak için dağılacaksınız!” Tamam der kahya… Ağa mektubu bırakır ve gider… *** Sabah köy ahalisini toplayan kahya durumu anlatır… Köy halkı ağalarının gidişine çok üzülmüştür… Kahya açar mektubu okur… Sonra herkes gözyaşları arasında dağılıp işlerine koyulur… Bir hafta, bir ay sonra akşam saatlerinde ahali topu halde iken… Bir yaşlı köylü atılır… “Ağamızı çok özledik. Hele bir mektubunu çıkar da oku!” Kahya çıkarır ve mektubu okur… Mektup sabahtan sonra akşam da okunmaya başlar… Ve sabah mektubu okuyan köylü, akşam da Ağanın mektubunun okunuşunu dinleyip, göz yaşı dökmek için bir araya gelir… – Ne güzel adamdı… – Ne güzel yazmış… – Kağıtta bembeyaz… diye konuşur olmuşlar. *** Bir gün bir köylü: – Kahya efendi, şu mektubu ver de, benim torun da bir okusun, okulu yeni bitirdi. Bakalım güzel okuyor mu? diye ricada bulunur. O çocuk mektubu okur… Sonraki günlerde diğer çocuklar… Derken köylü “Ağanın mektubunu güzel okuma yarışması” düzenler… Köyün tüm çocukları yarışmaya katılır… Derken erkekler ve kadınlar arası yarışma… Ve Ağanın mektubunu okuma festivaline kadar gider işler… *** Ağa iki yıl sonra köye gelir… Ama köy bıraktığı gibi değildir… Tarlalar nadasta, köy pislik içinde… İnsanlar geçinmek için elindekini avucundakini satmaya başlamış… Köylü arasında küslükler, husumetler oluşmuş… Kendisini karşılayan kahyaya sorar: – Bu ne hal! Ben size mektup bırakmıştım, her gün yapmanız gereken işler orada yazıyordu. Siz mektubu okumuyor musunuz? Kahya sevinçle atılır: – Okumaz olur muyuz ağam. Hem de günde defalarca. Sadece ben değil tüm köy ahalisi, çoluğu, çocuğu, kadını, erkeği, yaşlısı okuyor. Hatta sizin mektubunuzu en güzel okuyanı bulmak için yarışmalar düzenledik, festivaller yaptık… Ağa üzüntüyle başını iki yana sallar… – Siz anlamak için okusaydınız, bugün bu hale düşmezdiniz. Ama mektubun içeriği yerine harflerini hayatınıza kılavuz edindiniz. Geldiğiniz bu hal de onun sonucu işte! *** Bugün tüm İslam coğrafyasında, ülkemizde yaşananların en güzel özeti bence bu hikaye… Şekli Müslümanlığı baş tacı edip… Allah’ın kitabının içeriğine sarılmak yerine… Onun harflerinden, kelimelerinden medet uman… Allah’ın ipine sarılmak yerine… Onun buyruklarını, gösterdiği yolu kendine çıkar malzemesi yapan… Toplulukların gelebileceği yer burasıdır! Sonra da sorarız… “Neden tüm bunlar Müslümanların başına geliyor?” Peki, O Müslüman’ı gören var mı? Kendini Müslüman görüp sonra da Allah olmaya, onun adını kullanarak yeni bir din oluşturmaya, onun adına yargılama yapıp, insanlar için “İnanan, inanmayan” şeklinde hüküm açıklayanların… Sadece Müslüman bir coğrafyada, ‘Müslüman’ sıfatını peşinen edinerek dünyaya gelmiş olmanın… Dünya çıkarı için şekli Müslümanlık görüntüsü içinde bulunmanın… ‘Müslüman’ tanımlamasının tam karşılığı olduğuna emin misiniz? Emin değilseniz Allah’ın ilk emrine dönün! “Oku”… Ama anlayarak!
0 notes
Text
TEMEL'İN CEBİNDEKİ NEDİR?
Temel, İstanbul'da lüks bir bara girer, tezgâhta sıralanan yüksek iskemlelerden birine oturur ve barmene: “Yedi bardağa duble viski koy!” der. Barmen, Temel'in dediğini yapar ve hayretle onu izlemeye koyulur. Temel önüne konulan viskileri hızla içmeye başlar. Bütün viskiler bittikten sonra, barmen merak edip sorar: “Yaa arkadaş, neden 7 duble viskiyi bu kadar çabuk içtin?” Kafayı bulan Temel cevap verir: “Bende ne olduğunu bir bilsen, sen de öyle yapardın!” “Neymiş sende olan?” “Cebimde sadece bir liram var!”
0 notes
Text
TEMEL'DEN İNCİLER!
Temel evlendiği gece gerdeğe girerken vücuduna gazete kâğıtlarını sarmış. Niye? – Kültür Bakanı o günkü demecinde “Basın her şeyi büyütüyor.” demiş de ondan!
Şampiyonluk koşusunda doping yapan Temel sonuncu olmuş. Neden? – Doping yaptığı anlaşılmasın diye!
Hastalanan Temel, kendisini yangına karşı sigorta ettirmek istemiş! Niçin? – Ölünce cehenneme giderse diye…
Temel, yeni doğum yapan karısının memelerinin altına sürekli buz torbası koyuyormuş. Niçin? – Bebeği taze süt içsin diye!
Temel yeni arabasını kullanırken hep gülüyormuş. Neden? – Arkadaşları ona “Arabanı güle güle kullan” demişler de ondan.
0 notes
Text
ÖLÜM DÖŞEĞİNDE…
Ağır hasta olan Kayserili tüccar Sadık Efendi ölüm döşeğinde yatarken ailesi de başucuna toplanmış… Kayserili tüccar bir ara kendine gelir gibi olarak sormuş: “Sevgili karım, burada mısın?” “Evet hayatım, buradayım” “Sevgili oğlum Yusuf, burada mısın?” “Evet babacığım, buradayım” “Oğlum Ahmet, ya sen de burada mısın?” “Evet baba, ben de buradayım” “Güzel kızım Zeliha, sen de burada mısın?” “Evet babacığım” Kayserili Sadık Efendi birden öfkelenmiş: “Hepinizin Allah cezasını versin. Ulan dükkânda kim duruyor o zaman?”
0 notes
Text
MELEKLERİN SORGUSU!
Adamın biri, gece rüyasında öldüğünü görmüş ve meleklerin huzuruna çıkarılmış. Baş melek onu sorguya çekmiş: “Hayatında hiç içki içtin mi, kumar oynadın mı?” “Asla efendim.” “Nişanlandın mı, evlendin mi?” “Hayır efendim…” “Kadınlarla bir aşk ilişkisi, çapkınlık filan?” “Terbiyem müsait değil efendim.” “Peki, hiç kız arkadaşın oldu mu? Bir kızla el ele dolaştın mı? Flört ettin mi?” “Bunların hiçbiri olmadı efendim.” Baş melek, yardımcılarına dönüp seslenmiş: “Bir çift kanat getirin…” Adam heyecanlanmış: “Melek mi oluyorum efendim?” “Hayır kaz oluyorsun!”
0 notes
Text
VİYANA UÇAĞI!
Eyüp Karadayı'dan bir fıkra… Uçak inişe geçtiğinde kaptan pilot anons eder: “Sayın yolcularımız, 20 dakika sonra Viyana havaalanına iniş yapacağız. Hava parçalı bulutlu, sıcaklık 15 derece… AMAN ALLAHIM, YANDIM…” …Ve anons o anda kesilir. Bütün yolcular panik halindedir. Ortalık çalkalanır. Birkaç dakika sonra, ki bu süre yolcular için sanki yıllar kadar uzun sürmüştür. Kaptan pilot “Sayın yolcularımız, kusura bakmayın, sizleri korkuttum ama hostes yanlışlıkla üstüme bir fincan sıcak kahve döktü, canım çok yandı. Pantolonumun ön kısmını bir görseniz…” Arka sıralarda oturan bir yolcu bağırır: “O da bir şey mi? Sen bizim pantolonların arka kısmını bir görsen…”
0 notes
Text
BİR İPTE İKİ CAMBAZ!
Dursun panayıra bir eşekle gelmiş. Eşek topal. Temel yaklaşıp sormuş: “Kaça bu eşek?” “300 lira!” “Aldım gitti.” Alışverişi görenler ortalığı kızıştırmak için Temel'in yanına koşmuşlar: “Yahu bu eşek topal!” Temel kurnaz kurnaz sırıtmış: “Topal değil, tırnağının arasına taş kaçmış!” Bu defa Dursun'a koşmuşlar: “Senin sattığın eşek topal değilmiş, tırnağına taş batmış!” “Eşek topal olmasına topaldır. Taşı ben koydum, enayi öyle sansın diye…” Bu defa Temel'e koşmuşlar: “Bak bu sefer kazığı yedin işte! Eşek gerçekten topalmış, taşı Dursun koymuş!” Temel elini dizine vurmuş: “Vay canına yahu! Eğer verdiğim paralar sahte olmasaydı, gerçekten kazığı yemiştim!”
0 notes
Text
“KIZMA BE MEYHANECİ!”
Meyhaneci gece yarısından sonra meyhaneyi kapatıp evine gitmiş. Az sonra bir telefon. Sarhoş bir ses: “Abi, ne zaman açacaksın?” Meyhaneci kızmış: “Ulan şimdi kapadık dükkânı, akşama gel!” Biraz sonra yine telefon, yine aynı ses: “Abi, ne zaman açacaksın?” Meyhaneci kızıp basmış küfrü! Sabaha karşı horozlar öterken bir telefon daha: “Abi, ne zaman açacaksın?” Meyhaneci delirecek neredeyse: “Ulan açsam da bu saatte ne yapacaksın?” “Abi kusura bakma, gece içeride kaldım da…
0 notes