Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
OLMASI GEREKEN KURTULUŞ
“İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” Buyuruyor Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ… Bir şeye kurtuluş diyebilmek için, Allah’ın beyan buyurduğu bu ölçüye uyması gerekir… İşgal edilen İslâm toprakları parçalandı ve her parçasının üzerinde bulunan insanlar, kendilerince bir kurtuluş savaşı verdiğini ilân ettiler… Kurtuluş, özgürlük ve bağımsızlık savaşı!.. Üç kıtaya yayılmış İslâm ülkesinin bütünlüğünü paramparça ettiler, Milleti ulusa çevirip kurtuluş savaşları gündeme getirdiler… Parçaladıkları İslâm topraklarının her bir parçası üzerinde İslâm Milleti’nden kopup uluslaşan ve kavim anlayışını ön planda tutanlar, emperyalist devletlerin sömürüsünü kabul edip onlara boyun bükünce, bulundukları bölgede devlet oldular… Esarete özgürlük, İslâm’dan kopuşa bağımsızlık ve İslâmî değerlerinden sıyrılmaya kurtuluş adını verdiler… Ya batı ya da do��u şirk ve küfür bloklarına bağlanmayı, böylece onlar gibi inanıp yaşamayı benimseyenler, kendilerini Özgür, bağımsız ve kurtulmuş kabul ettiler… Özgürlükleri, Allah’a kul olmaktan kurtulup hevâ ilâhına kul olmak idi… Kula kul olmayı, Allah’a kul olmaya tercih etmeye özgürlük dediler… Yegâne hayat nizamı olan İslâm ile bağlarını koparmayı bağımsızlık olarak değerlendirdiler… İslâm’dan uzaklaşıp tağutî düzenlere bağlandılar… Küfür ve şirk bağlanmasına, bağımsızlık anlamını erenler, Kur’ân ve Sünnet’ten uzaklaşarak, Allah’ın hükümlerini terk etmeyi kurtuluş saydılar… Emperyalist işgalcılar adına hükümet oldukları işgal altındaki İslâm beldelerinde, Allah’ın hükümleriyle hükmetmeyi yasaklayıp, Allah’ın indirdikleriyle hükmetme isteğini dile getirenleri cezalandırdılar… Böylece küfür ve şirk değersizliklerini, İslâm’ın yüce değerlerinin yerine hayata egemen kıldılar… Bunu kabul edip ilân ettikleri günleri, “Kurtuluş bayramları” olarak kutladılar… Esaretten, kölelikten, sömürülmekten ve ezilmekten kurtulmamış, ancak İslâm’dan kurtulmuşlardı… Çağdaş emperyalist egemen güçlere köle olmayı, İslâm’ın hürriyetine tercih edenler, esareti kurtuluş diye yutturdular… Cahil bıraktıkları kitlelere de zaman içinde kabul ettirdiler… İnsan kullarını, yalnızca kendisine ibadet, yani itaat etsinler diye yaratan, yaratma ve emir yalnızca O’na aid olan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, gerçek kurtuluşun ne olduğunu şöyle beyan buyurmaktadır: “Ey iman edenler, rüku edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin, umulur ki kurtuluş bulursunuz.”1 “Şübhesiz iman edip Salih amellerde bulunanlara gelince, onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”2 “Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse, onu, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”3 Kurtuluş bu, ya kurtulanlar kimdir? İşte Rabbimiz Allah’ın buyurduğu cevab: “Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmî haber getirici (Nebî) olan Rasul’e uyarlar. O, onlara Ma’rufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. O’na inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve O’nunla birlikte indirilen nûru izleyenler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.”4 “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır.”5 “Sizden hayra çağıran, iyiliği (ma’rufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”6 İşte kurtuluş ve işte kurtuluşa erenler!.. İşte mutluluk ve işte mutluluğa erenler!.. Âlemlerin Rabbi Allah’ın beyanı ve benzeri olmayan bir ve tek dosdoğru ölçü!.. Kurtuluşu, kurtulanları, mutluluğu ve mutlu olanları bu ölçü ile değerlendirir ve bu ölçü ile bilip kabul eder mü’min müslümanlar… Çünkü mü’min müslümanlar, Allah’dan başka hak ilâh olmadığını, yegâne İlâh ve Rabbin Allah olduğunu bilip katıksız iman ederler… Rableri Allah, hayat nizamı olan dinleri İslâm, hayat Kitabları Kur’ân ve önderleri Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’dir… Mü’minlerdir, çünkü şeksiz ve Şübhesiz iman etmişlerdir… Müslümandırlar, çünkü takva ölçüsünce Salih amel işleyip Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat ederek tam teslim olmuşlardır… Muvahhiddirler, çünkü Allah’ı Tevhid edip asla şirk koşmamışlardır!.. Ölçüleri İslâm, tartıları İslâm, değerlendirmeleri İslâm’dır… Hevâlarına göre hareket etmez, dünya menfaatlarına göre değerlendirmezler… Kendilerinin ve en yakınlarının aleyhinde bile olsa, asla adâletten sapmaz, her hâllerinde emrolundukları gibi dosdoğru olmaya gayret ederler… Şuurlu bir şekilde idrak etmişlerdir ki, birilerinin kurtuluş dediği, gerçekte esaretten başka bir şey değildir… Egemen tağutlar, köleliğin ismine özgürlük, sömürüye bağımsızlık demişler… Onların yerli işbirlikçileri de, onları taklid ederek aynı şeyleri koro hâlinde söylemektedirler… Tağutlar, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen zalimlerdir… Allah’ın hükümlerini yasaklayan ve ilâhlaştırdıkları hevâlarının hükümleriyle hükmeden zalimler!.. Allah Teâlâ: “Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalim olanların tâ kendileridir.”7 buyurmakta ve: “Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Hiç Şübhesiz o zalimler kurtuluşa eremezler.”8 Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen zalimler kurtuluşa eremezler!.. Allah Teâlâ böyle buyuruyor! Bu delillerden ve açıklamalardan apaçık anlaşılan gerçek şudur ki, üç kıtayı ihata eden İslâm toprakları, iç ve dış düşmanların ihanet çalışmalarıyla parçalandı, her parçasına İslâm’ı dışlayan bir hükümet oturtuldu… Kurulan devletler ve hükümetler, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmedikleri gibi, geçersiz sayıp dışladılar ve bu istekte bulunanları vatan haini ilân edip cezalandırdılar… Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zâlimlerin tâ kendisi ve zalimler kurtuluşa eremezler!
0 notes
Text
MÜ'MİNLERİN YOLU
Rabbimiz Allah, yalnızca kendisine ibadet etmekle, yani hükümlerine göre yaşamakla emr olunmuş olan kullarını, bu konuda uyarmakta, dikkatli olmalarını emretmektedir:
"Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiblerini rablar (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlâh’a ibadet etmekten başka bir şeyle emr olunmadılar. Ondan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir."[1]
Adiyy b. Hatim (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.), Allah ı bırakarak, Allah’dan başkalarını rablar ve ilâhlar edinmeyi şöyle izah buyuruyor:
"Bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl (serbest)kıldıkları vakit onu, helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir şeyi de onlara haram (yasak) kıldıkları vakit onu, haram kabul ediyorlardı."[2]
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a), "Hak Dini Kur’ân Dili" adlı meşhur tefsirinde, "Allah’dan başka rabler edinmek" konusunda şunları beyan eder:
"Allah’ın emrine, hakkın hükmüne değil, onların hükümlerine, onların iradelerine tabi oldular. Onlara, Allah’a tapar gibi taptılar, hatta Allah’ı bırakıp açıkca Allah'ın emirlerine ters düşen keyfî arzularına itaat eylediler. Allah’ın haram kıldığı şeyleri onların emirleriyle helâl gördüler. Allah’ın "yapmayın" dediği şeyleri yaptılar, "yapın" dediklerini de yapmadılar. Allah’ın emir ve yasaklarını değil de, onların emir ve yasaklarını dinlediler."[3]
Müfessir Elmalılı M. Hamdi, daha sonra şunu beyan eder:
"Daha sonra bu rablık imtiyazı, ruhban sınıfının elinden çıkmış, parlementerlere geçmiştir."[4]
Dosdoğru yol, Allah'ın ahdine vefâ gösterip, ona hiçbir şeyi ortak etmemektir… Kendisine dosdoğru yol gösterilen ve hak ile batılın birbirinden tamamen ayrıldığını görüp idrak eden kişi veya kişiler, egemen tağutları reddedip tanımayarak Allah’a iman ederse, dosdoğru yolun yolcusu olup kurtuluş kulpuna yapışmış olur...[5]
[1] Tevbe, 9/31.
[2] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’ân, B.10, Hds.3292.
[3] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. T.Y. C.4, Sh.360. (Yenda Yayınları).Sadeleşmiş Nüsha: Sadeleştirenler: Doç. Dr. İsmail Karaçam, Vdğ. İst. T.Y. C.4, Sh.317. (Azim Dağıtım).
[4] Elmalılı M. Hamdi Yazır, A.g.e., C.4, Sh.363.Sadeleşmiş Nüsha: C.4, Sh.320.
[5] Bkz. Bakara, 2/256.
0 notes
Text
Rabbimiz Allah tarafından mü'min kullarına helâl kılınan temiz ve güzel şeylerin, mü'minler tarafından haram kılınması, Allah'a karşı bir isyan ve haddi aşmak olduğu gibi. Allah tarafından haram kılınan her hangi bir şeyin helâl kılınmasın da, Allah'a karşı bir isyan ve haddi aşmaktır... Rabbimiz Allah, haram kıldığını, yani yasakladığını helâl kılan ve helâl kıldığını, yani serbest bıraktığını haram kılan, yani yasaklayan isyankârları hiç sevmez... Gerçek mü'minler, helâl ve haram sınırını belirleyici olarak yalnız ve yalnız Â-lemlerin Rabbi Allah'a inanır ve Allah'ı kabul ederler... Allah'dan başka hiç bir makamı ve merciyi helâl ve haram, yani serbest ve yasak koyucu olarak tanımaz, tanımadıkları gibi aynı zamanda seksiz ve şübhesiz reddederler... Çünkü kanun koymak, hüküm va'zetmek yalnız ve yalnız yegâne hakim Allah'a aiddir... Hakimiyet, kayıtsız ve şartsız Allah'ındır.[Bkz. Yûsuf, 12/40 ve 60. En'âm, 6/57.
Kanun koymada ve hakimiyet noktasında Rabbimiz Allah'ın hiç bir ortağı yoktur. [Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nıın dışında, onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." Kehf; 18/26.
"Allah, göklerin hakimi, bizler de sınırları belli ülkemizin hakimiyiz. Bizim ülkemizde egemenlik Allah'ın değil, egemenlik, kayıtsız şartsız insanlarındır. Bundan dolayı ülkemizin yönetiminde, ekonomisinde, hukukunda ve ekonomik sorunların çözümünde Allah'ın kanunları geçersizdir. Biz, kendi kanunlarımızı, egemenliğin kayıtsız şartsız kendilerine aid olan insanımızdan aldığımız yetki ile kendimiz istediğimiz şekilde yaparız..Allah'ın yönetimle, ekonomiyle, hukukla ve sosyal sorunlarla ilgili kanunlarıyla hareket etmek isteyenler, bölücü ve anarşisttirler vs..." diyen ve dediklerini de hayatta uygulayanlar, Allah'a karşı olan düşmanlıklarını apaçık ortaya koyan,isyan edip hadlerini aşanlardan başkası mıdır?
0 notes
Text
Mu’tezile fırkasına Ehl-i Sünnet nasıl bakıyor acaba?
1 SORU 1 CEVAP:
SORU: Selâmun aleyküm, hocam. Mu’tezile fırkasına Ehl-i Sünnet nasıl bakıyor acaba? Bir arkadaşımız, bu akımdan etkileniyor, bu konuda yardımcı olursanız sevinirim, inşâAllah.
CEVAP: Ve aleyküm selâm, kardeş.
Mu’tezile mezhebi, Hadîslerde haber verilen 72 fırkadan biridir. Fakat bu fırkalar aslında 6 asıl fırkanın 12 kola/şubeye ayrılmalarından ibârettir. (6x12=72) Bu 6 asıl fırka; Harûriyye, Kaderiyye, Cehmiyye, Murci’e, Râfizîler ve Cebriyye’dir. Mu’tezile fırkası ise, Kaderiyye diye bilinen ve kaderi inkâr eden fırkanın alt şubelerinden biridir. Bu konuda daha fazla bilgi almak için, İmam Kurtubî’nin, Âl-i İmrân: 103’ün tefsîrinde “Yetmiş iki fırka” başlığı altındaki açıklamalar okunabilir. Arapça bilmiyorsanız, Buruc yayınları tarafından neşredilmiş olan tercümeden yararlanabilirsiniz. Bu fırkaların hepsinin ğulâtları (aşırıları) vardır. Bu ğulâtlar da, İslâm akîdesini terk etmişlerdir. Diğerleri ise, görüşlerinin dayanağı Nasslar olduğu için, bu Nassları her ne kadar Ehl-i Sünnet gibi anlamasalar da ve bu yanlış anlayış bir dalâlet sayılsa da, muhkem ve kat’î bir mesele olmaması nedeniyle tekfîr edilmemişlerdir. Tekfîri mûcib (gerektirici) olmayan bu tür meselelerdeki görüşleri zâhiren Nasslara aykırı gibi gözükse de, açıklamaları/gerekçeleri Nassların rûhuna uygunluk arz ettiği için, o fikirlere yanlış denilmiş ama bu kimseler o yanlışları nedeniyle tekfîr edilmemişlerdir. Çünkü o noktada sadece görüşleri yanlıştır; gerekçeleri İslâmî hassasiyetlere uygun kabul edildiği için, bu tür yorumlar, tekfîri engelleyici te’vîl sayılmıştır. Fakat şunu söylemek isterim ki, bu sorduğunuz soru bir iki saat konuşmakla ya da birkaç kitap yazarak cevap vermekle halledilemeyecek kadar teferruatlı ve pek çok açıları ve derinliği olan bir konudur. Çünkü yetmiş iki fırka ya da Mu’tezile fırkası dediğimizde, bunların usûlde ortak yanları ve fikirlerinde ve inançlarında ayrıldıkları temel konular, bu konularda aşırı uçta olanlar ya da o fikir akımları içinde daha vasat olanlar/görünenler vs. pek çok farklılıklar ve ayrılıklar vardır. Mu’tezile, Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söylemiş ve bu konuda bir sürü aklî yorumlar yapmıştır ve Rabbimizin rubûbiyyet sıfatlarını da inkâr etmişlerdir. Ben bu konuyla alâkalı Nesefî akîdesi derslerinde yer yer gerekli açıklamalarda bulunmuştum. Mu’tezile fırkasını görüşleriyle tanımak için M. Ebû Zehrâ’nın “Mezhebler Tarihi” adlı eserinin 154-196. Sayfaları arasında yer alan “Mu’tezile” başlığı altındaki ma’lûmatlar okunabilir. Mu’tezile fırkası “akılcı” bir felsefedir. “Akl’ı evvel, nakli müevvel (akıl ile te’vîl edilmiş/edilmeli) kabul eder.” Bu da Selef’in akîdesine uymaz. Sözün burasında “aklıevvel” kelimesine dikkat çekelim. Bu kelime sıfat olarak kullanılmaktadır ve “aklına güvenen, akıllı geçinen, sağduyu sahibi olmayan, münasebetsiz” anlamlarına gelmektedir. Aklı evvel kabul eden kimselerin genel görüntüsü de bu olmaktadır. Oysa aklın önünde nice hakikatler vardır ki, akıl o delillerle yürümeli, beyyinelerle yol almalıdır... Akıl, beyyine’ye ve belgeye tâbi olmalı, onu kabul ve tasdîk etmelidir; gerçeğin hılâfına bâtıl fikirler uydurmamalıdır! İslâm akîdesinde asıl olan vahiydir, akıl ancak vahye uyar. Kaldı ki sarîh akıl, sahîh Nakil ile çatışmaz. Çatışma varsa, ya akıl sarîh ve selîm değildir ya da Nakil sahîh değildir. Fakat buna rağmen, akıl her şeyi kavrayamaz. Çünkü nice müteşâbih, kapalı, ğayba ait vs. hükümler vardır ki, bunları aklın idrâk etmesi mümkün değildir. Bu nedenle usûl olarak aklın öne alınması hem İslâm’a hem de fıtrata aykırıdır. Örneğin; Mu’tezile, akıl ile çözemediği için sihri kabul etmez, böyle bir şey yoktur, der. Allah’ın âhirette ve cennette görülebileceğini “ru’yetullâh” meselesini de aklı almadığı için reddeder. Meselâ; Allah’ın “el-Hayy” olduğunu kabul ederler ama O’nun “hayat sahibi” olduğunu yani O’nun “hayat” sıfatının bulunduğunu kabul etmezler. Bunun nedeni de mahlûkâtın da hayat sahibi olmasıdır. Eğer, Allah için “hayat” sıfatı kabul edilirse, O’nun mahlûkâta benzetilmiş olacağını, hâlbuki hiçbir şeyin, Yüce Allah’a benzemeyeceğini söyleyerek, Tevhîd’i koruma düşüncesiyle -Muattıla fırkası gibi- bu tür sıfatları inkâr ederler. Allah’ın sıfatları zâtının aynıdır, derler. Yine derler ki: Allah’ın zâtı dışında, bir takım sıfatlarının olduğunu kabul etmek, Allah’ın zâtına aykırı ve zâtından başka kadîm (ezelî) varlıklar bulunduğunu iddia etmek demektir ki, bu da, Allah’tan başka kadîmlerin var olması ve birden fazla olmasını (taaddudu’l kudemâ) gerektirir. Böylece bu sıfatları kabul etmenin Tevhîd’i iptal edeceğini savunurlar. Bu tür pek çok yanlış görüşleri vardır. Fakat onların bütün bu çabalarında tek dertlerinin Tevhîd’i muhâfaza etme çabası ve gayreti olduğunu ifade ederler. Bu nedenle de kendilerini “Ehlu’l Adl ve’t Tevhîd” veya “Ashâbu’l Adl ve’t Tevhîd” yani “Adâlet ve Tevhîd ehli -veya- ashâbı” olarak nitelendirirler. Oysa Tevhîd’i koruma konusunda bu kadar iddialı olan bir anlayışın, vahyi öne almaması ve her şeyi öncelikli olarak akla göre değerlendirip, aklın zaafiyetine bazı Nassları kurban etmemesi gerekirdi. Bu da ciddi bir tutarsızlıktır. Denilebilir ki, bu fırka “akılcılık” ideolojisinin bayraktarlığını yapmış olmasına rağmen, maalesef ki Ashâb’ın yolunda olmayı başaramamıştır. Bu da gösteriyor ki, akla ne kadar önem verilirse verilsin, aklın çözebileceği meseleler sınırlıdır ve sınırlı kalmaya mahkûmdur. Zira az önce işâret ettiğimiz gibi, aklın kavrayamayacağı nice Nasslar vardır. Akla düşen, iman etmektir. Nice mevzuların keyfiyet ve künhüne akıl muttali olamaz. Akıl bir şeyi kavrayamayınca, onu reddedecek olsa, pek çok Nasslar ya mânâ olarak ya da metin olarak inkâr edilecektir! İlk dönemlerde Sünnet/Hadîsler inkâr edilmiyor ama te’vîl edilerek, akılcı yorumlarla onlara meşrû olmayan mânâlar yüklenerek, Rasûlün Sünnetinden ve Ashâb’ın yolundan başka yollara giriliyordu. Yani başka görüşler benimseniyordu. Bu durumun, ifrâtı da bu ekolün gulâtını oluşturur. Tarih içinde görüşlerinde -münferid olarak- aşırı kişi veya fırkalar olmasına rağmen, bu dalâlet fırkalarının neredeyse hemen hepsi -istisnâlar dışında- günümüzde aşırı hâle gelmişlerdir. Denilebilir ki, ilk asırlardaki halleriyle bu bid’at ve dalâlet fırkalarının aşırılıkları azınlıkta iken, günümüzde ise aşırılıkları umûmî olmuş ve vasat denilebilecek daha doğru bir ifadeyle tekfîri gerektirmeyecek görüşler istisnâlarda kalmıştır. Mu’tezile, başlarda Sünneti inkâr etmezken, akıl yolu onları öyle bir noktaya getirmiştir ki, akıllarına uymayan her şeyi toptan inkâr etmişlerdir. Özellikle Hadîslerde yer alan her ne varsa, akıllarına uymuyorsa, onları kabul etmemişlerdir. Sahîh nakiller, rivâyetler ve müctehidlerin ictihâdları ve onların ictihâd usûlleri, bu kimselerin yanında hiçbir şey ifade etmez olmuştur. Sadece Kur’ân’ı inkâr ettiklerini söyleyememişlerdir. Bunun nedeni de Kur’ân’ın bizzat kendisi için لاَ رَيْب�� فِيهِ “lâ raybe fîh” (Kendisinde ve Allah katından olması hususunda hiçbir şüphe olmayan Kitâb) olarak nitelemesi nedeniyledir. Fakat Kur’ân’ı kabul ettiklerini söyleseler de, hatta “tek kaynak Kur’ân’dır” deseler de, Kur’ân’ın metnini kabul ettiklerini söylerlerken, mânâlarında yine “mü’minlerin yolundan” (Nisâ: 115) sapmışlardır. Asrımızın ve gelecek asırların en büyük dalâleti, hiç şüphesiz AKILCILIK CEREYANIDIR. Bu cereyan sebebiyle, MURCİ’E akîdesi de benimsenmektedir. Tevhîd ve akîdeyi koruma gayretkeşliği ile çıkılan yolda mutlak anlamda akla dayanan bir hareket, gün gelip akîdeyi hiç önemsemez hâle gelebilmektedir! Hatta şu anda birçok akılcı kimse açıkça kendilerinin KUR’ÂN ve AKLA dayandığını ifade etmektedir. Yani artık bu kimseler, “akıl ashâbı” olmuşlardır. Sormak lazımdır: Evet, Kur’ân korunmuştur ama akıl korunmuş mudur? Hem korunmuş Kur’ân’ın önüne korunmamış aklınızı neden takdîm ediyorsunuz? Ayrıca bu akıl nasıl bir akıldır ki, Kur’ân’ı teblîğ ve ta’lîm eden Rasûlün Sünnetine ve o Sünneti en güzel şekilde yaşayan ve sonrakilere öğreten Ashâbın örnekliğine sırt dönebiliyor? Yoksa aklınızı öne alıp, vahyi onun arkasına koymakla, şeytana vesvese kapısını mı açtınız da, şeytan size bâtıl şeyler fısıldamaktadır?! Sağlıklı aklın en büyük icraatı, Allah'a ve Allah'tan gelenlere iman edilmesi gerektiğini kabul etmek ve Nasslara tâbi olmaktır... قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُمْ مُّؤْمِنِينَ “De ki: Eğer mü’minler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor!” (Bakara: 93) أَفَلَا تَعْقِلُونَ “Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Enbiyâ: 10; Bu ifade Kur’ân’da 13 kez geçmektedir.)
Mu’tezile ekolünden etkilenen arkadaşınıza da diyebileceğim şeyler -çam sakızı çoban armağanı kâbilinden- bunlardır.
Rabbimiz, hepimize Tevhîd ve adâlet üzere sebât versin. Selâm ve dua ile. Yusuf Semmak
0 notes
Text
İmam Ebu Hanîfe (rh.a.) anlatıyor:
Bendeniz, hicrî 80 yılında doğdum. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sahabîlerinden Abdullah b.Üneys, hicrî 94 yılında Kûfe'ye geldi O'nu gördüm ve kendisinden (hadis) dinledim. Ben, o sırada 14 yaşında idim.
(Bir defasında) kendisinin Hz. Peygamber (s.a.s.)'den şöyle işittiğini duydum:
"Bir şeyi (aşırı şekilde) sevmen, (ona karşı seni) kör ve sağır eder."
Haskefî, İmam A'zam Ebu Hanîfe Müsnedi, Sh. 231, Hds. 481.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l- Edeb, B. 115-116, Hds. 5130.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.16, Sh. 283, Hds. 23497. Kuzâî, A.g.e. Sh. 66, Hds. 151.
Aşırı, ölçüsüz ve dengesiz bir sevgi kişiyi, sevdiğine karşı kör ve sağır yapar… Bundan dolayı ondaki kusuru görmez… Bu aşırı sevgi, onu adâletten ayırır… Sevdiği neyse, onun gözünde ve duygularında, en ideal özelliklere sahib olup hiçbir yanlışı, noksanlığı ve kusuru olmayan, her şeyiyle mükemmel birisi olarak değerlendirilir… Böyle bir durum, o konudaki en korkunç sapmayı ve sapıtmayı gündeme getirir… Böyle bir sevgiyle sevdiğine, onun hak etmediği değeri verir, hak etmediği mertebelere çıkarır… Hiçbir muvahhid mü'min bu durumda olmamalı, her hâlinde "Kur'ân ve Sünnet" ölçüsünde dengeli ve âdil davranmalıdır…
0 notes
Text
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Kim Rasul'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni, onların üzerine koruyucu göndermedik[Nisa, 4/80.
Ebu Hüreyre (r.a.)'rn rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Bana itaat eden, Allah'a itaat etmiştir. Bana isyan eden, Allah'a isyan etmiştir. [30]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), kendisine sımsıkı sarıldığınızda asla sapmayacağımız iki kaynak bırakmıştır: Kur'ân-ı Kerim ve O'nun Sünneti!
İmam Malik (rh.a.)'e şu rivayet edilmiş.
Rasulullah (s.a.s.):
"Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar:
Allah'ın Kitabı ve Nebisinin Sünneti'dir." buyurmuştur. [31]
Muvahhidlerin ve müttakîlerin önderi Rasulullah (s.a.s.), hayatta iken, iyi niyetle ve ibadet kastı ile hareket edip aşırı giderek Ölçüyü aşan Ashabına karşı nasıl davrandığı ve onların bu hareketini reddeden tavrı, sahih hadislerde beyan olunmuştur...
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.) oruçta, birbirine eklemekten neh-yetmişti. Müslümanlardan bir kimse, Rasulullah'a hitaben:
Ya Rasulullah, sen, bir günün orucunu öbür günün orucuna ekliyorsun, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
"Sizin hanginiz benim gibidir? Ben, Rabbim beni doyurur ve sular bir hâlde gecelerim" buyurdu.
Fakat sahabeler, bir günün orucunu, diğer günün orucuna eklemekten vazgeçmekten (yine) çekindiklerinde, Rasulullah (s.a.s.) oruçlarını bir gün, sonra bir gün daha (arka arkaya iki gün) birbirine ekletti. Sonra (üçüncü günü) hilâli gördüler.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), orucu birbirine eklemekten vazgeçmek istemeyenleri cezalandırma yapar gibi:
"Eğer hilâl geri kalsaydı, eklemeyi sizin için (bir i'ti-bar olsun diye) o kadar arttırırdım." buyurdu.[32]
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Ramazan ayının sonunda (iftar vaktinde yemeyip içmeyerek) orucunu birbirine uladı (visal) Bunun üzerine bir takım insanlar da oruçlarını (arada bir şey yemeyerek) birbirine uladılar. Onların bu oruç ulamaları, Rasululîah (s.a.s.)'e ulaşınca:
"Eğer ay, benim için uzatılsaydı, bu derinlemesine (aşırı) gidenlerin, aşırılıklarını (derinleştirmelerini) terk edecekleri bir ulamayı muhakkak yapardım. Şüphesiz ben, sizin gibi değilim. Ben, Rabbim beni doyurur ve içirir hâlde bulunurum" buyurdu. [33]
İbn Mes'ud el-Bedrî el-Ensarî (r.a.) anlatıyor: Bir adam, Rasulullah (s.a.s.)'e geldi de:
Falan kimse, bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, vallahi, sabah namazına gitmekten (adetâ) geri kalıyorum, dedi.
Ebu Mes'ud dedi ki:
Ben, Rasulullah'ı hiç bir konuda o günkü kadar öfkeli görmedim.
Bu şikayet üzerine Rasulullah (s.a.s.):
"Ey insanlar, içinizden bazı kimselerde cemaatı dinden nefret ettirme hasleti vardır.
Herhangi biriniz namaz kıldıracak olursa, hafif tutsun! Çünkü cemaatın içinde hasta olanı var, yaşlı olanı var, işgüç sahibi olanı vardır." buyurdu.[34]
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), mescide girdi. Girince mescidin iki direği arasında bir ip gerilmiş olduğunu gördü.
"Bu ip nedir?" diye sordu.
Sahibeler:
Bu, Zeyneb (bintu Cahş)'ın ipidir. Zeyneb (namazda ayakta durmaktan) yorulunca bu ipe tutunur, dediler.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
"Hayır (ibadette böyle güçlük olmaz)! Bu ipi çözünüz. Sizin biriniz zinde ve kuvvetli oldukça namazı (ayakta) kılsın. Yorulup gevşeyince de hemen otursun (ve oturarak tamamlasın)." buyurdu.[35]
Ümmü'l-mü'minin Aişe (r.anha) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.), Aişe'nin yanında bir kadın varken yanlarına girdi:
"Bu kadın kimdir?"
Aişe:
Falanca kadındır, dedi ve o kadının kıldığı namazları anlatmaya başladı.
Rasulullah (s.a.s.) ise:
"Bu sözü bırak! Daima elinizden gelecek şeyleri yapınız. Yoksa Allah'a yemin olsun ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz."buyurdu. [36]
Bu hadisin şerhinde şunlar denilmiştir:
Usanmak: Bıkmak manasınadır. Bu mânâ, Allah Te-âlâ hakkında muhaldir. Şu hâlde hadisi te'vil icâb eder.
Filhakika ulemânın muhakkıkları bu cümleyi te'vil etmiş ve:
Allah, size usanıp bıkan kimse muamelesi yapmaz. Binaenaleyh sizden sevab ve mükâfatını kesmez. Meğer ki siz, yapmakta olduğunuz hayırlı amellerden vazgeçmiş olasınız! demişlerdir.
Bazılarına göre bu cümlenin mânâsı:
Siz bıkarsanız, Allah bıkmaz, demektir.
İbn Kuteybe ile diğer bir takım ulemâ bu mânâya kaail olmuşlardır.[37]
Hayat örneğimiz ve önderimiz RasuluHah (s.a.s.), mü'min müslümanlara hayatlarının her hâlinde iyilik, güzellik ve hayır üzere olmalarını tavsiye edip, nasıl olmalarının gereğini de öğretmiştir... Merhamet olunmuş ümmetin
[38]birer ferdleri olan mü'min müslümanlar, gerek ferdî, gerek ailevî, gerekse toplumsal hayatlarında takib edecekleri yegâne önder Rasulullah (s.a.s.) olduğu için, her hâllerinde Rasulullah'ın hayatını öğrenip ona tabi olmaları gerekir... İtidalli olmanın, olmazsa olmaz şartı da budur!..
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.), gülmekte ve konuşmakta olan bir topluluğun yanına varıp:
"Nefsim, kudret elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi siz bilseydiniz, az gülerdiniz ve
çok ağlardınız." buyurdu.
Sonra Rasulullah, döndü (gitti) de o cemaat ağladı. Sonra Allah (Azze ve Celle), Rasulullah'a vahyetti ki:
"Ya Muhammed, niçin kullarımı umutsuzluğa düşürürsün?"
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), geri dönüp şöyle buyurdu:
"Müjdeleyiniz, doğruyu söyleyiniz ve itidal üzere olunuz (büsbütün sevinmeyiniz, tamamen umutsuzluğa düşmeyiniz)[39]
Ümmü'l-mü'minin Aişe (r.a.)'dan.
Rasulullah(s.a.s.) şöyle buyurur:
"Amellerin Allah'a en sevgili olanı, az olsa bile devamlı yapılanıdır. [40]
Muvahhid mü'minler, az da olsa devamlı yapmaya çalıştıkları bütün amellerini, yalnızca Allah'ın rızasını kazanmak için yaparlar... Rasulullah (s.a.s.)'in kendilerine gösterdiği gibi ve yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için
işledikleri salih amellerinin Allah tarafından kabul edileceğine inanırlar.[41]
Muvahhid mü'minler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, kendilerine miras olarak bırakılmaş iki kaynağa sımsıkı sarılıp ayrılmadıkları ve gerek akidelerinden, gerekse salih amellerinde taviz vermedikleri müddetçe, izzet üzere olmaya devam edecek, şerefli, huzurlu ve dengeli bir hayat yaşayacaklar...
Mü'min müslümanların bu dengeli hayatı yaşamaları için kendilerine gerekli bütün imkânlar verilmiştir... Rab-bimiz Allah'ın bize verdiği bu imkânları, Rasulullah (s.a.s.) örneğinde kullandığımız takdirde, bütün sıkıntılardan kurtulacak, huzurlu bir ortama kavuşacağız...
Şu iki hadislerinde dengeli hayatın şartlarını beyan buyurur Rasulullah (s.a.s.).
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Sizden biriniz, yaratılış, mal ve evlad hususunda kendisinden üstün kılınmış kimselere baktığı zaman (üzülmesin), hemen kendisinden aşağı (hâili) kimselere baksın. [42]
Ebu Hüreyre (r.a.)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Sizden daha aşağı olanlara bakın! Sizin fevkinizde olanlara bakmayın!
Bu, Allah'ın nimetini küçümsememenize daha layıktır.[43]
Rasulullah (s.a.s.)'in bu tavsiyelerini can-u gönülden dinleyip itaat eden hangi muvahhid mü'min, huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamadı ki?.. Huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamak, sağlıklı bir ömür geçirmek ve ahirette ebedî bir saadet isteyenler, Âlemlerin Rabbi Allah'a ve O'nun Rasu-lü (s.a.s.)'e katıksız iman edip itaat etmelidirler!..
[30] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad, B.108, Hds.164. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmare, B.8, Hds.32-33. Sünen-i Neseî, Kitabu'1-Biat, B.30, Hds.4178. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.151, Hds.2757. Sünen-İ İbn Mace, Mukaddime, B.l, Hds.3.
[31] İmam Malik, Muvatta', Kitabu'l-Kader, Hds.3. İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.l, Sh.99, Hds.6. Hakim, İbn Abbas (r.a)'dan. EI-Hafız Şihabu'd-Din Ahmed b. Ali İbnu Hacer el-Askalânî,
Terğib ve Terhib, çev. Abdulvehhab Öztürk, İst. 1982, Sh.27, Hds.16. İbn Hişam, İslâm Tarihi-Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst. 1985,C.4,Sh.346.
[32] Sahih-i Buhârî, Kitabu's-Savm, B.48, Hds.73. Kitabu't-Temennî, B.9, Hds.17. Sahih-i Müslim, Kitabu's-Siyam, B.l 1, Hds.57.
[33] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Temennî, B.9, Hds.16. Sahih-i Müslim, Kitabu's-Siyam, B.l 1, Hds.59-60.
[34] Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B.75, Hds.135. Sahih-i Müslim, Kitabu's-Salât, B.37, Hds.182-185. Sünen-i İbn Mace, Kitabu İkametu's-Salâ, B.48, Hds.984. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu's-Salât, B.124, Hds.794-795. Sünen-i Tirmizî, Kitabu's-Salât, B.175, Hds.236. Sünen-i Neseî, Kitabu '1-İmamet, B.35, Hds.823.
[35] Sahih-i Buhârî, Kitabu't-Teheccüd, B.18, Hds.31. Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'l-Müsafirin, B.31, Hds.219. Sünen-i İbn Mace Kitabu İkametu's-Salâ, B.184, Hds.1371. Sünen-i Neseî, Kitabu Kıyamu'1-Leyl, B.17, Hds.1643. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu Salatu't-Tatavvu, B.5, Hds.1312.
[36] Sahih-i Buhârî Kitabu'1-İman, B.32, Hds.36. Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'l-Müsafirin, B.30, Hds.215. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu Salati't-Tatavvu, B.27, Hds.1368. Sünen-i Neseî, Kitabu Kıyamu'1-Leyl, B.17, Hds.1642. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.28, Hds.4240-4241. İmam Malik, Muvatîa', Kitabu Salati'1-Leyl, Hds.4. Ahmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, çev. Mehmed Emin İhsanoğ-lu, İst. 1993, C.1, Sh.35, Hds.95.
[37] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, C.4, Sh.331.
[38] Ebu Musa (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.): "Benim ümmetim, merhamet olunmuş bir ümmettir. (Ümmet-i merhume)" Sünen~i Ebu Davud, Kitabu'l-Fiten, B.7, Hds.4278. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.34, Hds.4292.
[39] İmam Buhârî, Edebü'l-Müfred, B.126, Hds.254.
[40] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.18, Hds.51. Kitabu'1-İman. B.32, Hds.36. Sahih-i Müslim, Kitabu Salati'l-Müsafırin, B.30, Hds.215. Stinen-i Ebu Davud, Kitabu Salati't-Tatavvu, B.27, Hds.1368. Sünen-i Neseî, Kitabu Kiyamu'1-Leyl, B.17, Hds.1642. Sünen-i İbn Mace Kİtabu'z-Zühd, B.28, Hds.4240. Ahmed İbn Hanbel Kİtabu'z-Zühd, C.l, Sh.35, Hds.93.
[41] Bkz. İmam Suyutî, A.g.e. C.l, Sh.llO, Hds.171 (299). Dâre Kut-ni'nın Sünen'în den.
[42] Sahih-i Buhârî, Kitabu'r-Rikak, B.29, Hds.77. Sahih-i Müslim, Kitabu'z-Zühd ve'r-Rekaik, Hds.8.
[43] Sahİh-i Müslim, Kitabu'z-Zühd, Hds.9.Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu'l-Kıyame, B.21, Hds.2632. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zühd, B.9, Hds.4142. Ahmed ibn Hanbel, Kitabu'z-Zühd, C.l, Sh.36, Hds.98. Abdullah ibn Mübarek, Müsned, çev. Tevhid Ajans, İst. 1998, Sh.28, Hds.90.
0 notes
Link
Yegâne Rabbimiz Allah şöyle buyurur: "Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. "(Benden onlara) de ki: 'Ey kendi aleyhinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şübhesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir. Sevban (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.): "Dünya, her şeyiyle benim olsa, yine şu ayet kadar sevinmem: "De ki: 'Ey kendi aleyhine olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım, Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. O zaman birisi, Rasulullah'a sordu: - Allah'a ortak koşan da mı? Rasulullah (s.a.s.) buna, cevab vermedi. Adam: Allah'a ortak koşan da mı? diye tekrar sordu. (Rasulullah) yine bir müddet sükût edip: "Evet, bilin ki, Allah'a ortak koşan da (umudunu kesmesin)." cevabını verdi. Şirk koşanların, hayatta oldukları müddetçe şirk ve küfürden tamamen vazgeçip tevbe ederek, katıksız iman edecekleri umulur... Onların, iman ederek Tevhid ehli olacaklarından umut kesilmez. Eğer tevbe ederek iman ehli olurlarsa Allah, onlan affeder, yok eğer şirk ve küfür üzere ölürlerse, onlar için af sözkonusu değildir... Çünkü Rabbimiz: "Hiç şübhesiz Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz." diye buyurur. https://justpaste.it/17upu
0 notes
Text
Ömer b. Abdülaziz'in bir oğlu devlet hazinesinden sorumlu idi. Bayram arifesine rastlayan bir gün, Ömer b. Abdülaziz'in kızları yanına gelerek: "Baba, yarın bayram! Halkımızın kadınları ve kızları bizleri ayıplıyorlar ve: 'Sizler, Müminlerin Emiri'nin kızlarısınız; buna rağmen giyecek güzel bir elbiseniz yok. Siz şu beyazdan başka elbise giymez misiniz?' diye bizi hor görüyorlar" dediler ve ağlamaya başladılar. Ömer b. Abdülaziz'in göğsü daraldı, kalbi sıkıştı; hazineden sorumlu oğlunu çağırarak: - Bana bir aylık maaş ver, dedi; oğlu: - Ey Müminlerin Emiri! Siz aylığınızı önceden aldınız; bir ay daha yaşayabileceğinizi biliyor musunuz ki bir aylık maaş istiyorsunuz? dedi. Ömer şaşırarak: - Oğlum, ne güzel söyledin; Allah (c.c) seni mübarek kılsın, dedi ve kızlarına dönerek: - Arzularınızı içinizde tutun! Çünkü cennete hiç kimse zahmetsiz giremez, dedi.
0 notes
Photo

"Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?" Şu'ara 128-129
0 notes