Tumgik
findiklahmacun · 2 years
Text
Kazanan Google
Yeni bir Nişantaşı'lı olarak, ablamları her görmeye geldiğimde, yolu uzatıp Bağdat Caddesi'nden geçmeyi, trafik yoksa ve hava güzelse Göztepe ışıklardan geçip sol şeritte kalarak eski evimizi ziyaret etmeyi çok seviyorum..
Ya da seviyordum.
Göztepe'deki evimize ilk gelenlere babamın telefonda anlattığı şekliyle:
Göztepe ışıkları geçince sol şeritten devam et. Göztepe parkı var, onu geç. Üç apartman sonra Ömür Restaurant ve Semiha Şakir Lisesi var. İkisinin arasından gir. Minik bir yokuştan iniyorsun, düz devam et abicim. Yol zaten seni sola döndürecek. Orada bulduğun yere park et. Kavaklıbağ Apartmanı, kat 2. 
Ben zaten balkonda bekliyorum abicim. 
Uyku ile inişli çıkışlı bir ilişkisi olan bendenizin, uyurken gördüğüm kabuslarım uyandığımda bire bir gerçekleşir. Benim için rüya degil, kabus olan şeylerden o kadar etkilenerek uyanır oldum ki, ilk işim aileme telefon açıp iyi misin diye sormak oldu. Ve maalesef son zamanlarda sekmeden hepsinde kötü haber aldım. Bu aralar, bu yüzden mi ne, uyumaya korkuyorum. Ama bu rüyalarıma engel değil.. 
Hayatımın en keyifli rüyası sanırım gözlerimi kapayıp Kavaklıbağ Apartmanı'nı düşünmek. Doğup büyüdüğüm evi... En güzel an ise haziran aylarında, cumartesi akşamı gelecek misafirler için annemle ön hazırlık yapmamız. Önce Çiftehavuzlar Şanlık Market'in önünde duran Ali Abi'den manav alışverişini yapıp, yanındaki  İmza Pastanesi'nden de 'Yarım kilo tatlı yarım kilo tuzlu... Hmmm, bir de karışık dondurma hazırlayabilir misiniz?' sorusuyla annemin listesini almak. Bir top dondurma için yapılan pazarlıktan sonra Hüsnü Amcaların eczanesine uğrayıp annem çay içerken kolonya doldurmak amacıyla kullanılan büyük şişelerle oynamak ve yarısını yanlışlıkla yere boşaltmak... Sonra da paketlerimiz çok diye arabayla geldiğimizden, arabayı Şanlık'ın sokağından alıp, Kastelli Villaları'na doğru inen bol ağaçlı yolda sürekli kırmızı yanan ışığın yeşile dönmesini beklerken, ablamlar olmadığı için önde oturmanın keyfini sürmek... Ve sevdiğim şarkı çıkana kadar radyoyu kurcalamak... 
'Anne Caddebostan'dan tur atıp eve dönebilir miyiz?' 
Çok şanslı bir çoçuktum. Bana genelde hep 'Evet,' diyen bir annem oldu ve genelde Caddebostan'dan döndük. Güneşten sıcacık olmuş koltuğa oturup, tüm yaz mevsimini kemiklerime kadar hissederken, Caddebostan Sahil'de açık camdan kolumu uzatıp aptal hareketler yaparak müzik dinlemek kadar keyifli bir şey düşünemiyorum sanırım.
Bu rüya evde katlanarak devam eder. Eski Kadıköy evleri büyüktür. Balkonları geniştir, camları boldur. Eh, o dönem yapılan yıkılan bina da yoktu. Oturduğumuz yerden Göztepe Parkı ve fidanlığı, onların arkasından da Adalar'ı görürdük. Yandaki camdan iki büyük dut ağacı 'Merhaba!' derdi.. Evin akşamüstü haline bayılırdım. 
Misafirlere alkol alma işi babamdaydı. Genelde cin tonik içilirdi. Kuruyemiş, ince kesilmiş salatalık ve havuç, tatlı için de dondurma ve meyve olurdu.
Her şey mutfak masasına dizilip önden hazırlanırdı. Cin tonik için uzun bardakları annem hazırlarken ben de karıştırma çubuğu olan pleksi fosforlu zürafaları içine dizerdim. Sonra misafirler gelir ve annemle babam en keyifli hallerinde, Kavaklıbağ Apartmanı ikinci kat ön balkonda sabaha kadar yüksek sesle kahkaha atıp arkadaşlarıyla sohbet ederlerdi. İşin komik tarafı diğer komşuların balkonlarından da bol kahkaha sesi gelirdi. 90'ların başı çok güzeldi. Ve en güzel uyku, gelen misafir çocuklarıyla salonda oynarken bir noktada enerjimizin ani şekilde tükenip, o kahkahaların ninni gibi geldiği anda boş bir kanepede sızmaktı. O uyku sadece bir kere alna konan bir öpücükle 'Hadi kızım yatağına yat, boynun tutulacak,' şeklinde bölünürdü. Sabah uyandığımda hep yatağımda olurdum. Ve yeni bir yaz gününe uyanmanın mutluluğuyla, bir gece önce misafirlerden kalanları tırtıklamak üzere mutfağa giderdim.
Benim en güzel rüyam 90'ların Kadıköy'ü, balkonumuz, evimiz, gencecik annem babam, ergen ablamlar, cin tonikli, misafirli geceler ve Haziran ayıydı. 
Tek kabusum ise, çocukluğuma dair neredeyse tek taşın kalmamış olmaması.  Tüm anılarımı sembolize eden bir tek Şanlık Market kaldı neredeyse. Ne bina kaldı ne de sokak... Eski komşular da dağıldı. Bu güzel rüyayı kabusa niye çevirdiler hiç anlamayacağım. Ama ne yalan söyleyeyim, çok isterdim o rüyaya geri dönmek.
Bu yazıyı yazarken annemlerleyim. Ve onlara soruyorum sizce rüya ne?
Babama göre rüya, uyuduğumuzda gördüğümüz şey.
Anneme göre rüya, duygusal imgelerin bütünü.
Google'a göre gerçekleşmesi imkansız durum.
Ve galiba, yine google kazanıyor.
2 notes · View notes
findiklahmacun · 4 years
Text
PROJE!
English version is below the Turkish text.
Sevgili Hepiniz, Umarım iyisinizdir. Sizlerle paylaşmak istediğim bir proje var. Katılmak serbest.
Kısaca kendimden bir iki duygu hali paylaşmak isterim. Konuyu babama bağlamak istemesem de sanırım minik bir girip çıkacağım o konuya.Babamın son günleri bize de karantina gibiydi. Babam en son gülmemizi de yasaklamıştı ki şimdi düşündüğümde hak veriyorum. Dışarı çıkmak, denize girmek, Migros' a gitmek vardı ama yine eve gelince delice el yıkamak, evi günde 3 kere dezenfekte etmek gibi rutinler de vardı. Ve buna alışmıştık, bitmeyen bir bunalım haliydi ama alışmıştık. Sonrasında da 1 hafta yoğun bakım... Bol maskeli, eldivenli, koruma önlüklü. Dokunmak yasak, maksimum 5 dakika!Corona beni o günlere çok götürüyor, garip flashbackler yaşıyorum sanki! Babamın hikayesiyle beraber, kendimi arama sürecim başladı ya da sonlandı sanmıştım ama yanılmışım. Third iyi mi kötü mü, para kazanmalıyım, ben çocuk yapacak mıyım?, mutluluk ne ki?, ne zaman büyümüş hissedeceğim, ev alınca mı güvende oluyorsun... gibi sorular beni hiç mi hiç bırakmadı. 
Ta ki bu Corona' ya kadar. 
An itibariyle çoğunuz gibi benimde bir sürü projelerim askıya alındı veya iptal edildi, sevdiklerimi istediğim gibi göremiyorum (yine sizler gibi), mahalle mutsuz ve boş, temizlik hijyen,rahatlamak ve güzel kokmaktan bir paranoyaya dönüştü, bu durum bundan sonra böylemi olacak dedim ve kendimden ve sevgimden başka kaybedecek birşey olmadığına kanaat getirdim. Tabii bir haftada hayatın anlamını bulmadım, yanlış anlaşılma olmasın ama yelkenlerim mi indi ne... Bu da garip bir rahatlık getirdi bana. 'Madem öyle, ben cidden ne yapmak istiyorum?' dedim. Birkaç gündür de çiziyorum. Umrumda da değil kim beğendi kim beğenmedi. En azından bu kadar ilerleyebildim. Zaten bir hedefim de yok şimdilik.
1999 depreminden sonra, ben 14 yaşındaydım o sırada, her Allah'ın günü eve alınmayan gazeteleri de alır orada bana çarpıcı gelen fotoğrafları keser, bir A4' e yapıştırır sonra arşivlerdim. Sonra annem birgün bunun çok moral bozucu olduğuna beni inandırınca söz dinledim bıraktım. Ben kendime bakınca, çok anı biriktiren birini görüyorum. Görsel ya da yazarak fark etmez. Hep arşivledim, istifledim ve fark ettim ki ben hep o istiflediklerimin nostaljisiyle yaşıyorum. O zaman neden Corona'yı da istiflemiyorum? Şimdi de sizde isterseniz beraber yapmak istiyorum. Amacım hepimizin bu dönemde hissettiklerini unutturmayacak bir istifleme yapmak. Bunu da illüstrasyonla birleştirmek. Yani...Sizlerle başlayarak bir seri yapmak istiyorum.İki sorum var: Şu an, yaşadıklarımızla ilgili ne hissediyorsun? veya 'Ne paylaşmak istersin?' Bu sorulardan birini seçebilirsiniz. Veya kombinleyebilirsiniz... Bu kişisel gelişiminize katkıda bulunmuş bir dönem olabilir, depresif olabilir, hiç bir cacık hissetmiyor olabilirsiniz, boş takılmak iyi gelmiştir, ya da x10 çalışıyorsunuzdur veya ailenizi özlüyor olabilirsiniz.. Ne bileyim meslek mi değiştirsek diyorsunuzdur. Ya da çok okuyorsunuzdur veya belki ilk defa bir halt yapmıyorsunuzdur. Belki rutininizi yazmak istersiniz duygunuzdan çok.. Bilemiyorum. Soru bahane ama amaç aslında sizin ne paylaşmak istediğiniz. Son 3 gündür yaptığınız bir yemek tarifi bile olur. Babama da bu soruyu çok soruyordum, 'Baba nasıl hissediyorsunuz?' çünkü sevdiğim insanların hikayelerine dahil olmak, hayatı benim adıma daha güzel kılıyor. Kalabalık yoksa, ben sönüyorum. O yüzden bu soruları size yöneltiyorum. Sonrasında sizi düşünerek bir illüstrasyon yapıp, swipe'lı olacak şekilde, çizimimden sonra sizin cümlelerinizi paylaşmak istiyorum.Her gün 3 post yapsam dedim. Anonim kalmak isteyebilirsiniz, adınızı değiştiririz ama ben yine ilhamımı siz tutarak çizerim. Sonuç olarak ben bunu yapmak istiyorum. Yarın öbür gün kendimizi dinlemeyi bıraktığımızda, eski hengameleri döndüğümüzde, bu güne geri dönüp bu vardı diyelim istiyorum. Günlük tutan varsa bilir, onun gibi.. İsteyen İngilizce yazsın... 
Derseniz ki 'ben varım Tuğçe' ne mutlu bana. Sizden cevaplarınızı rica edeceğim ki bende çizip rutine oturtayım. Dahil etmek istedikleriniz varsa aşırı mutlu olurum, [email protected]' a yazabilirler. Ya da bu linki paylaşırsınız...
Kocaman uzaktan öpücükler Tuğçe
Dear Friends!
I hope you are all safe, healthy and feeling good! At the moment we are at home, Istanbul is veeeery very quite. Like you can imagine.
I would love to share a Project with you. Please feel free to join and actually I would love you to join!
You know I lost my father last October. And our last days together as a family had exact the same vibe as being in a quarantine.
We were allowed to go outside, do the groceries with out being in a line or we could go and swim (he was at our summer house in his last days) but every time we entered the house we had to clean our self, use chemicals to clean the house 3 times a day, not allowing anyone in, not touching my father... So no hugs. That's why the only way of trying to understand him was asking him how he was.
'Hey dad how are you doing?
'How do you feel?'
Because I want to know how my loved ones are, or friends are. I am mostly obsessed with that. If I dont hear anything in times like this, I feel really bad.
Anyways just like now, we got used to cleaning our house back than too it but it was quite depressing. Decontamination was a routine.. After that he was in intensive care for a week, fighting to stay a live and fighting to breath. We had to wear masks, gloves and a special suit.
This Corona story takes me back to those day... I am having flashbacks!
With all that we went through during my fathers situation, it got me thinking about myself, about my life. When he passed away I thought I was also through that process..
Process of constant self questioning and confronting.
Corona confronted me with these feelings again.
At this very moment, as a freelancer, most of my works are canceled or postponed.. (like most of my friends) my neighbourhood looks very sad, I can’t see my sisters and my mum is alone, 400 km further than where I live and cleaning became more of a paranoia than self care-relaxation and smelling good!
And this gave me the feeling of ‘I have nothing to loose, except love and faith’
Please dont get me wrong, I havent found the meaning of life or anything.
But this feeling of ‘not being afraid to loose anything’ gave me a different perspective. IT made me chill. I am more relaxed.
I am thankfull with our situation, with how we live this Corona virus. We have a shelter, food, bed to sleep on... We are not in Greek border escaping our country cus there is war... which we all forgot about now.
So I am thankfull and  I don't even question myself anymore..
But I wanted to know how every body is.
I’ve been drawing a lot lately. A lot.
I enjoy it also a lot. So I just focus on to that enjoying part.
When I think about myself, I see someone that archives everything. At work, in my private life... I collect everything and live through the emotions of those memories.
Keeping diaries, making photo albums of specific times that touched me, archiving letters, e-mails.. everything
I also wanted to document this time. Archive our feelings. I ask you few questions and after your reply I make an illustration of you-of your answer- of my feelings over you and I post it through my instagram as a swipe post. First your illustration done by me and than your answer.
When my father passed away I found his archive of old passports, coins, diaries, designs.. I found out how romantic my father was. He even wrote poems. I wish I knew that before...
If you don't want to participate I get it, or if you want to stay anonymous its also fine. Otherwise I share it and I tag you.
First I started that in Turkish and with my friends.. And than other people that I don't know at all started sending me e-mails. It feels so good to unite and speak about it.
My questions are:
'How are you??'
‘What do you feel about this period?’
‘What would like to share?’
Please feel free to have a look and invite friends too.
https://www.instagram.com/tugceozocak/
This period may be nothing to you..
Maybe you are working x10 more or it is very boring.. Orrrr you love being on your own.
You can even share a recipes..
How ever you want. No rules no anything. You can choose one question or combine these three.
This Project is called
AYNEN=EXACTLY
Because when I read the e-mails I recieve, mostly I feel the same and find myself saying 'exactly'.
Sorry it was a bit long! But thank you for keeping up with me :P
Big big big kiss!
Tutu
1 note · View note
findiklahmacun · 5 years
Text
UZUN BİR ARADAN SONRA
-Çok seviyorum gıybet yapmayı.-Hayırdır anlat bakayım ne oldu? -Ya geçenlerde Mehpare Hanım denize paletleriyle girerken, Serhat Bey 'bu kadın da kaç yaşına gelmiş hala paletle mi giriyor' derken duydum. Yahu bu işin yaşı mı var? Hani garip geldi bana.  -Ay o ne demek! Bende paletle giriyorum. Hızlı hızlı dubalara kadar gidiveriyorum. Yoksa ben nefesime güvenemiyorum bu yaştan sonra.. Yaş olmuş 70.
Yaşamanın yaşı var mı? Hangi anı ne yaşta yaşadığın önemli mi? Yaşıma göre planladığım bir çizelge vardı kafamda. Kredi borcumu not aldığım çizelge gibi. Çünkü disiplinli olursan, kalem kalem gider ve gelirlerini yazarsan sonunda kazanan sen olursun. Çünkü ayağını yorganına göre uzatmak budur! Ne yorganı yıkarsan çeker (Zaten yorgan da çok yıkanmaz), ne de ayağın bir yaşından sonra büyür. İstersen milimetrik yaşayabilirsin ve hesaplayabilirsin.  Tabii ki ölümünü hesaplayamazsın. Veya aşkları. Veya kazaları.. Ama genel hatlarıyla hayatının perspektifini çizebilirsin. Hedef koyabilirsin. Ve bu şekilde yaşamak büyük bir başarıdır. Sonra kız arkadaşlarınla oturup, koyduğun hedeflerin üzerinden artı eksilerini konuşursun. Eksilerde zaten kendini iyi hissettirecek bir şeyler sana inan söyleyen olur. Sonra bu iyi hissettirme duygusuna sığınırsın. Mesela o arkadaşlarının veya ailenin sana verdiği iyi hissettirme yorganı ayak büyüklüğüne veya boyuna göre değildir. Minik bir dürüm olabilirsin o hiss-i yorgan ile. O kadar büyük bir yorgan. Ayrıca kızları da çevrene toplamak bir başarıdır.  Evlenmek ve çocukta kimine göre başarıdır. Ben bu konuda başarısızdır. Ticaret yapmak başarıdır. Para kazanmak başarıdır.  Güçlü kadın, başarılı kadın başarı başarı BAŞŞŞŞŞARI, başarı başarı, BAŞ ARI, BAŞ, BAŞŞŞŞARI. Sonra bende kocaman bir BAŞ AĞRI. Böyle enseden kulaklara doğru. Ne oldu ulan milimetrik hayatım derken iç sesin veya annen araya girer ve: -Ensedense ağrın, tansiyondur o.  Bu düşük cümle seni düştüğün halinden bir kaldırır, düşünürsün ve: -Aaa hemen ölçtüreyim çünkü benim tansiyonum hep düşüktür. Yüksek olan birşey varsa o da ben ve enerjim. Gider ölçtürürsün.. 12' ye 7! -Evet benim tansiyon çıkmış. Normalde 8' e 6 fiks. Hava nemli ya ondan. Hani belki senin için normal 12'ye 7 ama yok bana çok yüksek. Ondan bu baş ağrısı demek. Ne alayım? Parol mü Arveles mi? (der karşıdakinin senin durumunu normalize etme hakkını da elinden alırsın. Çünkü 12-7 is tres normal. O anlardaki dokunulmazlık.. Hayat o zaman güzel)
Neyse sonuçta, paletleri taktım yüzüyordum, meğer dubalar çok uzaktaymış. bu da bende biraz tansiyon yapmış. Milimetrik hesaplarım olimpik maratonda beni yarıda bıraktı derken, yorganım olmasa da havlum şimdilik bana yetiyor, yorgunluk terimi kurutuyor. Hem insan 70'in de de palet takabiliyorsa, yaşımdan bekleneni sonradan yaşayabilmek için  çok geç kalmış sayılmam. Ayrıca Arveles’ te iyi geldi. Hani ilaç alıp böbreklerimi yormiyim derken nefes kesmeye gerek yok. Ve geçenlerde duyduğum güzel bir cümle!  Hayat bazen çok boktan bir sevda ..ve sanırım bu sevdayı yaşında yapıp yapamadıklarının çizelgesini çıkarmadan yaşamak bir başarı. 
Ha birde, arayınca sahil güvenlikte geliyor. Sadece kırmızı mayoları yok o kadar. 
1 note · View note
findiklahmacun · 8 years
Text
SON 2
En son yazımı bundan tam 2 yıl önce yazmışım!
Koskoca iki yıl.. Anlatacaklarım bitmiş herhalde, ya da köyün delisi gibi herşeyimi anlattığım için yazasım da gelmemiş olabilir. 
Yazılarıma bir göz attım.. Biraz çocukça, kendiyle dalga geçen bir üslupla yazmaya çalışmışım. Kendime bu şekilde sağlam bir savunma mekanizması kurmuşum. 
Bu iki yılda neler oldu peki? Ben bu iki yılın 1,5 yılını muhteşem bir insanla terapi yaparak geçirdim, geçirmeye devam ediyorum. Erkek arkadaşımla evlerimizi birleştirdik ve evlilik kurumunun çokta gerekli olmadığını anlamış bulundum. Yani konu ile ilgili hiçbir gazım kalmadı. 
Artık her Şabat yemeğine gidiyorum, gato salama ve abudaraho’ ya bayılıyorum. Gato salam yazımı Selim’in ailesiyle hala paylaşmadım. 2 yıl boyunca sır gibi sakladım. Ama entegrasyonda kendime 10 puan 5 yıldız veriyorum. Kariyerimi çok seviyorum, yorgun bir dönemden çıkmanın mutluluğunu yaşıyorum.. Son iki yıl içinde 11 koleksiyon yapım aşamasında bulundum ve ekipçe ayaklandırdık, bir markanın doğuşunda bire bir kreatif anlamda görev aldım, bol mesai  yaptım, hepsi de ayrı ayrı çok güzeldi. İlk defa ablalarımla çalıştım. Markama çok değerli bir ortak edindim, fuara katıldık. Kutladık, kafa patlattık, acaba dedik, beyin fırtınaları tsunamileri kopardık :)
Babam resmen ölümden döndü ve ailemize azim kelimesini öğretmiş oldu. Annem trafik kazası geçirdi ama ayaklandı! Yeğenlerime güzel hediyeler almaya çok özen gösterdim. Kalplerde taht kurdum! HAHA! 3. yirmi yaş dişimi geçen hafta çektirdim ve bu son 2 yılın ilk antibiotiğini hayatıma geçen Perşembe soktum. Vıyk.. 
Son 2 yılda, omuzumdaki saçlarımı kuş gibi kestirdim, ilk defa fondoten aldım.. Amerika’ ya gittim, darbe oldu dönemedim. Geçen yaz çok gezdim! Anksiyetesi tavan bir kadın oldum, panik krizleri girdi hayatıma ama çözümlerini bulmaya başladım.. Teşekkürler Egeo! İlk defa bir psikiyatriste gittim ve Xanax’tan Prozac’a baya bir ilaç sahibi oldum ama hayır bunları kullanmadım ama lavabonun altındaki dolapta durmalarının verdiği rahatlığın tadını çıkarıyorum!
Çocukluğumda yaşadığım bazı şeylerin yaralarını sarmaya koyuldum, ailemde herkesle yüzleştim. Bunun sonucu kalbimde barış ilan ettim. Çok güzel kitaplar okudum, markamın instagram hesabında çok başarılı olamadım ama son iki koleksiyonumu çok beğeniyorum (evet arada mütevazilikten de biraz kırpmaya başladım), sosyal medyamın düzeleceğine inanıyorum. Eskiden kendimi anlatmaya bayılırken, şu satırları yazarken bile çok büyük bir sır veriyormuşum gibi geliyor.. Kahveyi neredeyse bıraktım, onun yerine çay içmeye başladım.. 
Bu aralar 2008 yılında telefonda babamın söylediği ve bir türlü aşamadığım bir cümle ile boğuşuyorum ve 2008 yılının üstüne 9 sene geçmiş olmasına hala çok şaşırıyorum..9 sene ne ara geçti.. ‘bir başarıyı tekrarlayamıyorsan, o tesadüftür’ .. Tekrarladığım başarıların sağlamasını alıp almadığımın muhasebesini yaparken o kadar çok toz alıyorum, dolap topluyorumki, haftada bir kere kadın alıp biraz tasarruf yapmaya başladım. 
İlk defa yelkenliyle 8 gün tatil yaptım. Muhteşem arkadaşlar edindim! Doğa ana bize ‘siz mi büyüksünüz ben mi?’ atarı yaptı- KAZANDI. Çok güzel bir anıydı. Kendim için para harcamayı öğrendim! Her uçak yolculuğumda (eğer aldığım sakinleştirici uyutmuyorsa) pilotlara mektup yazıyorum. Bu mektupların birine yazılı cevap aldım. Bu mektuplar sonucu 2 kere pilotlarla sohbet ettim. Hala beni anlamadıklarını düşünsemde biraz rahatladım sanırım. 
Apple’ a kulaklıklarını renkli üretmelerini, evde karışıklık olduğunu, kişiselleştirilmiş kulaklık yaparlarsa çok para kazanabileceklerinisöyleyen bir mesaj yazıp yollayalı 7 ay oldu, hala cevap yok. Ben niyeyse bu fikrin çok özel olduğuna yürekten inanmıştım.
Derin yüzleşmelerimi yazmayı planlamıyorum. Kendi özelimi tutmayı da öğrendim, pasif agresif olduğumu da.. Ayrıca Selim’ in deyişiyle bir farklı özelliğim ise ‘girdaplı’ ve ‘atarlı’ olmam.
Yaşadığım şehirde maalesef kendimi güvende hissetmiyor, metrobüsü sevmiyor, 2 senedir aynı İstanbul kart’ ı kullanıyorum. 
Bugün hava 16 derece olduğu için çok mutluyum. Ve şu an keşke kestane olsa..
2 notes · View notes
findiklahmacun · 9 years
Text
Çay saati
Ben kahve insanıyımdır. Her sabah ritüelimde, ofise gelir gelmez kahve yapmak vardır.
Kahve benim doğal ilacım, uyanmam için yanağıma konulan yumuşak bir öpücükten daha da yumuşak, daha da güzel bir araçtır.. Kahvemde şeker sevmem.. Çok sütte sevmem. Ben kahvemi 3 damla sütle severim. Netim yani.
Kahvemi içmezsem başım ağrır.. Çay içenleri anlamam.. Anlamazdım aslında.. Neyse. Mesela kahve vücud demirini düşürmez ama çay düşürür. Kahve kaka yumuşatıcıdır ama çay kabız yapar!
Çay mide ekşitir mekşitir derken.. Ben çay sever bir insan oldum. Kahve gibi, çay da bana uyumlu gelmeye başladı.
Öğle yemeklerimden sonra çay arar oldu gözüm. Tabii ki yine şekersiz..
Hani çevrenizde hamile vardır, sonra herkesi hamile görmeye başlarsınız. Ulan herkes mi doğuruyo dersiniz. Ya da pardon o evlenememiş türk kızı kompleksi miydi.. Yani merceğinize ne alırsanız, onu görmeye devam edersiniz .. Bende tabii çay sever olunca, bir anda hayatıma çay saati girdi. Eskiden muhabbet kahveye köpük, iki damla süt, yanına bitter çikolatayken, şimdi çay saati, ince belli bardak tipi terimler oldu.
What iz çay saati? / Çay saati nedir? Çay saati aynı zamanda Beş çayı olarakta dilimizde geçer. Eh dilimizde böyle kelime kullanımları olunca herşey karışabiliyor. Ortaklar caddesi gibi. Mesela cadde sahibi ortak mıymış? Kimse bilmiyor.. Çay saati neden beşte? İngilizler dedi diye. İngilizler neden beşte içiyor? Sessizlik.
Şimdi çay saati, cuma namazı gibi kutsal bir saat. Ben şahsen boş mideye içemediğim için daha çaykolik seviyesine gelemedim ama çay saati ile beraber bence insanlar elindekileri hızlıca yere atıp bulundukları yerin kantinine, mutfağına koşuyorlar. İçmezlerse boş bakıyorlar. Oruç tutulan günleri hatırlatırım! Ben tekstil sektöründe olan biri olarak, sabah ve akşam çayının çalışanlar üstündeki etkisi üstüne tez yazabilirim. Veee benim yan odam da Karadeniz FM çalındığını düşünürsek, çay içerken gözümü kapayıp, Rize' nin çay tarlalarında olduğumu hayal etmem hiç zor olmuyo.. Ben konumum itibariyle Çaykur reklam yüzü bile olabilirim. Çay bardaklarının ince belliden, basenli bardağa, o da yetmezse su bardağına terfi ettiğine şahidim. Yeminlen! 
ÇAY ÇAY ÇAY ÇAY ÇAY VEEE TOST TOST TOST TOST!
Şimdi tabii çay içmeye başladığım için bende biraz kültüre entegre olmaya çalışıyor, yerli halk çay içip transa geçerken 'merhaba dünyalılar, ben de isterim bir kap içtiğinizden' dediğimde bizim Glutensiz Gülten ablamız buna şaşırıp (çünkü ben hiç çay içmeyen bir çalışanım) 'Gıs sen çay içer miydiiin' diyor ve ortamdaki tüm çay severler beni yandan bir gülümsemeyle aralarına kabul ediyorlar. O sırada Karadeniz FM'deki içli türkünün sesi yükseliyor ve biz romantik bir an yaşıyoruz. Çay bizi birleştiriyor. Mutlu oluyorlar çünkü tekstilci/tasarımcı dönüşümüm çay içmeyle tamamlanmış oluyor.
Bir ara çay saati gelince içeriden biri bağırsın, yoksa çay saati kaçıyor diye aramızda toplandık ya.
Özel hayatımda ise çay vakti genelde, cumartesi günleri ekler alıp, sırf yanında sıcak bişi olsun diye yaptğımız, garip otantik denemelerde bulunup bardakta soğuttuğumuz ama ekleri lüplediğimiz, erkek arkadaşımla paylaştığım bir aktiviteydi. Haaa birde çay, bir ara yalnız yaşadığım evime nasıl girdiğini anlamadığım, annemin heralde taşınırken ben viklemiyim diye kapıdan atıp kaçtığı şekilsiz çaydanlığın masada olduğu simit ve eski kaşarla geçirilen vakit demekti. Kendi gelince demleyip içsin diye aldığı bu biçimsiz çaydanlığı ben kullandığımda, demir sapından (Allah aşkına neden demir sap yaparsın?) elim yanarken, annem sanırım VIP çay içisi olduğu için elinde bir kalkan vardı ve onun eli hiç yanmazdı.. Erkek arkadaşıma taşınırken ilk işim onu atmak olmuştu. Bu pazar ailecek yapacağımız çay saati için bir çaydanlık alacağım sanırım.. Çünkü french pressle o içli demli çay tadı yakalanmıyor..
2 hafta önce ayptır sölemesi Kaz Dağlarına gittik.. Açık hava oksijen, yaprak, dal, çiçek derken yerdeki bok bile organik ve güzel gelmeye başladı.. Tüm bu güzellikler içinde de tek  yapmak istediğiniz yemek ve içmek oluyor. Hani milli parkta bizi gezdiren rehber 'bakınız kuş burnu', ' buyrun tadın' dediğinde ağacı yutuyodum. O gün, hep aç olduğumuz anlamış olan otel çalışanlarıyla şöyle bir konuşma geçti aramızda; -Çıkıyorsunuz sanırım. -Evet. Yürüyüş yapalım dedik. Hem yağmurda dindi. -Valla güzel yapıyorsunuz. Akşam üstü buralarda olur musunuz? -Bilmem ki dönmüş oluruz herhalde. Niye sordunuz? -Şefimiz çok güzel kek ve kurabiye yaptı. Saat 4 gibi 5 çayı yapıyoruz, sizleri de aramızda görmek isteriz.
SAAT 4 GİBİ 5 ÇAYI!
Saat 4'te 5 çayı yapmak! Tüm dünya saatlerini bir saat geri alırken almamak, 'nolucak yaa doğal gazsızda yaşarız biz' demek, Ocak ayında çorapsız babet giymek veya Temmuzda ilk yağmur düştüğünde parka giyerek 'hava ısırıyo yaa' derken alnındaki terleri silmek gibi sanırım.. Tamamen algı karmaşası yani. 4'te kurabiyeleri yiyor, sindirmek içinde tam bir saat sonra çayı mı içiyoruz ajaba? Mantık ve kelime oyunu nedir?
Bu saçma hikayeyi ailemle paylaşıp gülerken, 10-11-12 yaş skalasında olan yeğenlerimden daha da garip bir şey duydum ..
Özetle; Sarp(yeğen no3): Teyze biz de 5 çayını saat 3 gibi yapıyoruz. Ben: a ah?? (daha da saçmalaşıcak mı derken) Dora:(yeğen no 2): Bizde 3 gibi yapıyoruz. Bizim çay saatimizde çay yok. Ben: Peki adı neden çay saati? Ve iki yeğenimde ağızlarında kırıntı, ellerinde tablet, hafif safça ve 'ne biliym be' dermişçesine, yağlı ağızları kapalı bana baktılar ve sessizlik çöktü..
Sevgili okuyucu soruyorum size! Var mı bu saçmalığı daha da arttıran? Hodri meydan! Bu çay dünyası bundan daha saçma bir noktaya varabilir mi?
0 notes
findiklahmacun · 9 years
Photo
Tumblr media
Yaşım 7 ama mesajım net!
Bana gıdı gıdı yapın ve mesaj bırakın!
O dönemde facebooku sezmişim, ‘pm me’ ‘poke me’ demişim.
Beklemişim. Sabretmişim. Popoma giren taytım ve hacimli gıdımla, odamda gıdıklanmayı beklemişim. Emir kiplerini sevmişim. Sene ‘92 ve hayallerimde gıdıklanmak var. Üstüne de bir limonata içip çizgi film izlemek.. Bu ara tek hayalim dünya barışı.. Politikacılar birbirlerini gıdıklarlarsa olabilir diye düşünüyorum. Acaba onlara da mı not bıraksam? 
Sevgili sen! Biricik okuyucu, yine sabah sabah kötü haberleri okudun, kendini kötü hissettin dimi? Bir ‘ulan bi bokta yapamıyorum. Nasıl vatandaşım’ benzeri şeylerdedin dimi? Ya da bu kötü haberleri okumak o kadar olağan oldu ki, sonrasında instagramına baktın, bastırdın bu duyguyu dimi? Hayat yani, hadi açık olalım. Ama bu sabah daha öylesine bakmışındır sosyal medyaya.. Psikopatça didiklemeler genelde geceleri uyku öncesi oluyor niyeyse.
Kronik bir mutsuzluk, dalga dalga yayılan bir endişe arada sana da dokunuyo dimi? Yalnız diilsin minnoş. Koy ...
Biliyo musun, o incecik bacaklı kızlar varya hani sürekli güzel hayatlarını ve ince bacaklarını çekip duruyolar, biz de keko keko bakıyoruz o hayatlara.. Bacakların güzel gözükmesi için kullanılan tekniğe ‘üstten çekim’ deniyo. Biz 3 kız kardeş keşfettik. Ne kırışıklık ne kilo. Millette hala salak salak selfie takılıyo. İşte bak böyle arada birinci dünya ülkesi problemleri düşünmekte bastırmanın ayrı bir hayat bulmuş hali.. Veya çişini yaparken düşündüklerimden bir kuplede diyebiliriz..  Neyse işte benimde pazartesi sendromum bu şekilde form bulup, salı öğle itibariyle yok oluyor. Üzülme!
O zaman ‘E V E R Y B O D Y - G I D I - G I D I’
Hadi tamam kucaklama sarılma ama bana mesaj bırak!
Hatta buraya bırak, dök içini minnoş: [email protected]
XXX
1 note · View note
findiklahmacun · 9 years
Text
ORDU EVİ ANILARIM
Bir yere ait olmak ve ait hissetmek herkesin aradığı, ve sevdiği bir histir. Ait hissettiğimiz yere olan sadakatimizde bence bizim gizli bir ego kaynağımızdır.. Millet olarak seviyoruz bağımlılıklarımızla komün bir hayat kurmayı ve aileleşmeyi. Bu bizi sadık ve iyi bir insan yapıyor. İyi insan olmakta = ekstra sevap points Bu durum kadınlarda genellikle kuaför, ağda, lazer epilasyon ve son aralar spor eğitmenleri olarak kendini gösteriyor.  Bir kadın kuaför değiştirdiğinde bu bir gecelik bir kaçamak gibi oluyor.  YOĞUN BİR SUÇLULUK HİSSİ.. İki kız arkadaşının gazına gelmişsindir ve çok iyi saç boyayan biri vardır. Ona gitmişindir ve genelde saçın boka döner. Ve kürkçü dükkanına ‘affet beni-düzelt beni’ temalı bakışlarla geri dönersin çünkü kendini aldatmış ve suçlu hissedersin.. Ya da pilates eğitmenini değiştirmek istersen sanki sevgiline 'ilişkimize biraz ara verelim mi?’ gibi bir soru sorduğunu düşünüp bunu soramazsın bile Tabii ayrıca bu bağımlılıkların bulunduğu dükkan, kurum ve alanlarda arkadaslar edinirsin.. Bazen muhabbet market sırasında arkadakiyle göz temasından başlayıp bir iki cümleyle son bulan bol gülüşmeli bir muhabbet kıvamını aşmaz, ama bazende baya muhabbeti koyverir anlatır durursun hayatı. Has bir Türk'sen sınırlarını bilemeyip ilişkinin bokunu çıkarmak için kalan zamanın 1 ay falandır.. Buna ne denir? sosyalleşme, duygusal bir ağ kurma denir.  Erkekler de bu durum ve ilişki daha çok berber, kasap-manav, bilmem ne abileri gibi insanlarla daha çok spor ve iş konularını konuşmak temellerine oturtulur.. Böyle de ilerler. Erkekler kadınlardan daha başarılı olarak bu ilişkilerden bazen maddi gelirler elde edebilir ya da problemlerini çözdürebilirler. Buna 'networking’ de dendiği oluyor.  Hani kartvizit savaşları gibi..  Bu tip yakınlaşmaları daha iyi yapabilmek adına dernekler, topluluklar kurulmuştur. Halk arasında çay saati, farklı cemaatlerde toplantı olarakta bilinir. Biz ailecek 90'larda bunu babam sayesinde Moda Deniz Kulübünde gerçekleştiriyorduk. Ben şahsen açık büfe alanında çalışmalarımı sürdürürken, ablamlar havuz başı networkünü, babamlar ise bar networkünü üstlenmişlerdi. Ben bazen arkadaşlarımı götürmek istiyordum ama üye olmayanlara Moda Deniz Klubü pahalıydı.. Çünkü giriş ücretinin yanı sıra, içerde yedin içtin derken.. Benim arkadaşlarımdan bazılarınında babası orduda bişiydi. Dönen muhabbet fiksti 'biz dayımla Fenerbahçe ordu evine gittik. Havuz 3 milyonduuuuu, kızım patates kızartması kola dondurma falan çok yedik. Hepsi 10 milyonduuu. İçerde kuaför bile vardı veeee fön 2 milyon. Manikür yaptırıcaz bi dahakine.’ ( 90'larda milyonlar vardı, siz onu ₺ gibi düşünün)..  Ve bu arkadaşlarım hep bu fiyat muhabbetleriyle benim 'Moda Deniz Kulübü'ne bu haftasonu gidelim mi? Annem arayıp annenle konuşabilir. Hem ablamda gelicek’ girişimlerim yerle bir olurdu. Bende o yüzden o minik yaşımda Moda Deniz Kulubüne hep ablamla gittim ve hep kendimi havalı hissettim. Büyürken 'ulan bende moda deniz klubüne üye olucam. Havalı bişiy’ derken Avrupa yakasına taşındım. Beklenenin aksine çocuk yapmadım ve birde klüp aidatı ödiycek parayı kazanmadım. Kazanmaya başladım ama bu defa hayat giderleri değişti. Hayatımın kulüp dönemini kapadım zaten 'bu durum cool dii'l derken Soho House çıktı.  'Şöyle güzel, böyle güzel, yüksek tavanlı, terasta havuzu var.. Yanında sadece 3 misafir sokabiliyosun ama. Birde içeride foto çekmek yasak. Ciddi takip ediyolarmış' diye üye olan tüm arkadaşlarım anlatmaya başladılar. Ve sadece yabancılar varmış. Kurulu varmış giriş için.  Ama bu anlatımlarda herkesin en severek anlattığı kısım (daha değişmedi) -'Abiiii hayvan gibi yedik. Çok iyi ve lezzetliydi'  -'Hadi ya. Birgün bizide götürün yahu’ -'Olur olur ama anca 3 kişi sokuyorum. Onu ayarlarızda ASIIIL!!! Abi adam başı 30₺ mi ne ödedik. Ben daha başka yerde yemem.’ Selami Şahin fonda.. Anılaaaaaaaar… Anılaaaaar .. Şimdi gözümde tek tek canlandılaaaar Karşımdakinin sadece dudak hareketleri görülüyor sesi çıkmıyor, onun yerine Selami Şahin çalıyordu.. Anılaaaar.. Ben tam bu muhabbeti kilolarımla beraber ergenliğimde bıraktım derken yeniden karşıma çıkmıştı. 'Bu ordu evi kafası yahu tam’ dedim. The ordu evi. Ama daha komplikesi. Fak! Ama artık 30 olduğum için üye çocuğu olarak bile Moda Deniz Kulübüne giremiyordum. Zaten bu muhabbetler üzerine Moda Deniz Kulübünü aradığımda gerçeği yüzüme vurmuşlardı! Çüş demişlerdi bence. 30 yaşında daha ne 'üye çocuğu’ savı yahu! Napiyim havuza giresim vardı.. Bilinç altı olsa gerek, anılarımdan ana geri döndüm ve; -'içerde fön de çekiyorlar mı?’ diye sordum. Zaten karşımdakinin sesi ciddi anlamda bu anlamsız soruyla kesildi. Sonra acaba çay kaçadır diye düşündüm. İstanbul'un yeni ve cool Ordu Evi yine çevremdekileri elimden alıyordu. Ve 30₺’ ye yemek ısmarlamak için tek silahım Şişli'de evimin yanındaki Çağdaş Börek. Sonuçta esnafla sosyalleşmekte candır. Gelmek isteyen? 
0 notes
findiklahmacun · 10 years
Text
SANDALYELERİ KALDIRAN AŞKIMA
http://www.youtube.com/watch?v=R2t5RHYigNc
'Hayatta birkaç dostun olsun ama düzgün olsun' kuramını 'hayatta süper bir sevgilin olsun ama bütün sandalyeleri önünden çeksin ki ait olduğun yere yapış.. istersen orada debelen, düş, yaralan ama yolunda tökezletmez beni sevgilim' diyebil ile değiştiriyorum bugün.
Anlamlarını çok açıklamak zorunda mıyım bilmiyorum. Komik yazılar yazdığımda aldığım 'like' lar, gelen 'süpersin kızım sen' mesajlarının değeri paha biçilemez. Ama bu defa diğer 'like' lardan bağımsız, benim bir tanecik sevgili sevgilim bu yazı sadece senin kalbine ve sana! Birde sevgiye inananlara..
Bu yazıyı sadece sen anlayıp kendine sakladığın minik gülümsemenle 'like' edersen benim için yeterli. 
Seninle bundan 2.5-3 sene önce bir pazar öğleden sonra Pina Bausch' u izleyip çok etkilenmiştik. Ben hala her izlediğimde içinden bir şeyler buluyorum ve çok etkileniyorum. 
Bu sabah tekrar sağlamasını aldım ki sen, dünyadaki bütün gereksiz kuramlara göre resmi bir titrin olsun olmasın (ki bunu bize dayatan zihniyet beni bazen gafil avlayıp ağına düşürüyorsun!), benim bir tanemsin ve yolumdaki sandalyelerimi çok güzel kaldırıyorsun. Bunu da herkes bilebilir diye paylaştım.
Seni çok seviyorum!
Yeni yılda sağlık ve mutluluğun yanı sıra, kadınların 2. sınıf vatandaş görüldüğünü her coğrafya ve zihniyete, daha çok 'sandalyeleri kaldıran, destek olan, kadını olduğu gibi kabul eden' erkek diliyorum. Barış ve aşk diliyorum. Önyargısız, dudakların bol bol yukarı kıvrıldığı, mutluluğun ve yaratıcılığın kazandığı bir 2015 olsun.
Sevgiye ve insanlığa inanan herkesin yeni yılı şimdiden kutlu olsun!
0 notes
findiklahmacun · 10 years
Text
THE OTHERS
-Eti yerken limon suyu sık
-Niye ya ekşimik olur. Ben hardalla seviyorum. Hem limon ne alaka ya..
-Ama yok kızım protein öyle dışarı çıkıyormuş, öyle diyolar.
-Diyen kim anne? Özneyi alalım şekerim 
-Ne önemi var canım, yap işte. İyi geliyormuş
-Aman anne ya kim diyo. Mesela tv mi yoksa doktor mu?
-Ay dur kapı çaldı ariycam seni..
Telefon çalar..
-Aşkım günaydın nasılsın?
-İyiyim anne senden? Biraz yoğunum. Nooldu?
-Bişiy olmadı canikom sesini duyuyim dedim.
-İyi yaptin. Benimde başım ağrıyo azıcık
-Avucunu ovala, iyi geliyormuş. Avuçtan, ıııııı, geçen, ııııı bir sinir mi ne varmış, o rahatlıyomus, öyle diyolar
-Ne? Avucumu mu? Emin misin?
-Valla öyle diyolar, denemek lazım.
-Kim diyo?
-Ben duyduğumu söylüyorum. 
-Kimden duydun?
-Dur baban arıyor ariycam..
ONLAR KİM ANASINI SATIYIM? diye sorgularken sanırım bir cevap buldum!
Bence annemin arkasında işinden emin, farklı dallarda master yapmış, insan sarrafı, reiki uzmanı, kah gülen kah ağlayan, etnik gurme, avukat, hayvan koruyucusu, ansiklopedi beyinli ama aynı zamanda her dinden anlayan bir din adamı kıvamında 10-15 kişi geziyo. Diyelim annem pazartesi pazarına maydonoz almaya gidiyo ve tezgaha doğru yanaşıyor. O sırada 3 numarali bilge Etienne 'Yok sabriye yapma.' diyo. Sabriyecik duruveriyor. Etienne ekliyor 'Biliyosun maydonoz artık iyi diil. Sen git soldaki tezgahtan yer elmasi al. Becerikli kadısın bir şekilde yaparsın'
Muhtemelen tam o sırada ben arıyor oluyorum.. Bence işler böyle ilerliyor..
-Anne ya maydonuzun sapını da salataya koyuyo muyduk?
-Yok kızım maydonoz iyi diilmiş. Biz yemeyi bıraktık
-Nası ya. Daha dün ödem attırıcıydı.E ben bir demet almış bulundum. Napicam?
-Valla bilmiyorum, öyle diyolar.. O demeti ye, o kadarcıktan bişiy olmaz ama baya  baya yemeyin diyolar. Ben söyleyenin yalancısıyım
-Söyleyen kim?
-Dur şimdi, elim kolum dolu, eve gidince ararım.
Sonra biz telefonu kapiyoruz.  3 numarali bilge Etienne anneme 'Tebrilker Sabriye. Şimdi ailendeki her bir bireyi ara ve maydonozu yemelerini bırakmalarını söyle' diyip sırtını sıvazlıyo.. Sonra benim hayalimde, çünkü başka türlü annemin verdiği bazı bilgilerin kaynaksızlığını açıklayamicam, annem alış verişine devam ederken bir anda omzuna ağrı giriyor ve arkasındaki bilge topluluğundan 7 nolu bilge Ashram 'Sabriye!' diyor  Sabriye duruyor. 'Havaya bak, 3 kere zıpla ve derin nefes al' diyor. 
Muhtemelen yine o sırada ben arıyorum ve 
-Anne be bu omuz tutulmasına sürdüğün krem neydi?
-Tuğçecim şimdi havaya bakıyorsun.
-Yok seninle konuşuyorum. Nooldu yağmur mu yağıyor
-Hayır kızım, havaya bak anlamında dedim.
-Hayırdır?
-Yap kızım iyi geliyormuş.
-Peki eee
-Havaya bakıp, 3 kere zıplayıp derin nefes alıyosun.
-O niyeymiş?
-Kızım omuz sırt ağrısı için veriyorlar. Iyi geliyor diyorlar
-Kim diyo?
-Sarjım bitiyo kapanıc---
ANNE TÜM BU BİLGİLERİ VERENLER KİM? SEN KİMSİN? BEN KİMİM?
Bu resmen 'The Others' olayına döndü. İşin kötüsü git gide bunları sorgulamadan yapar hale geldik.
Hani 'oğlum arkadaşın köprüden atlasa sende mi atlıycan?' hesabı.
Ama biz yakında anneme olan inancımızdan köprüden de atlicaz.
Birgün annem arasa 
-Kızım günde 50 kere havlamak içimizdeki nefreti atmamıza yardımcı olup, korkularımızı siliyormuş / dese
-Hadi ya. Nası yani / derim
-Bilmiyorum, Havla sen yine de, İyi geliyo diyolar / diyerek yine hiçbir mantık çerçevesine oturtamadan anlatamasa, ben yine
-TAMAM ANNECIM / der / 50 kere havlarım. Ve biricik anneme inancımdan dolayı korkularım eminim gider. Belkide bu zamana kadar bunu yapmalıydın anne!
Ama ona da kızamıyorum, biz sonuçta 
'Oğlum, Amerika'da önemli bir bilim adamı kanserle ilgili çok iyi birşey yapmış ama yasaklanmış' kültürü insanıyız. Kaynak sıkıntımız var. Bloggerın çoğu bile kaynak göstermeden paylaşım yapıyor. Biz Türkler göç insanıyız ve bulduğumuzu kuruturuz. Belki de tarihi bir enerjisi vardır bu durumun..
Ama anne nolur bana 3-4 kelimede 'ONLARIN' kim oldugunu açıkla.
0 notes
findiklahmacun · 10 years
Text
SORMAK YA DA SORAMAMAK
Derin sularda, korkusuz yüzmek, karaya ulaşır mıyım diye düşünmek nedir bilir misiniz? Sevgilinizin ailesinin evine, sevgiliniz olmadan uğramak demektir.
Erkek arkadaşım bir iş gezisindeyken, birşeyler danışmak üzere annesi ve babasına uğramak istedim. Ve uğradım. Çünkü artık bunu yapabilecek bir samimiyetimiz vardı, benim cidden sorucağım bir iki şey vardı, keyifli olacaktı ve çoğu testi geçmiştim.. Artı ben hep 'çıtayı yüksek tut abla' diyen bir babanın eğitimiyle büyüdüm. Yani hep düzeltecek ve daha iyi yapacak bişeyim vardı o yüzden %100 kusursuzluk olmayacağını, olsada aile bünyesinin bunu kabul etmediğini küçüklükten öğrenmiştim.. Yani en kötü ne olabilirdi? İçinden çıkamayacağım tek şey minik bi pırtçık olabilirdi.. 
Neyse bir pazar öğleden sonra kapıyı çaldım ve içeri girdim.
Sohbet muhabbet ama heycanımın sınırlarını size anlatamam.. Acaba manikürüm bozulmuş muydu, ayakkabımı çıkarmam gerekirseye karşılık giydiğim güzel sevimli babet çorabı 15 dakikalık yürüyüşümde topaklanmış mıydı.. Ya da ayağım bilmediğim bir sıvıyı çoraba kusup garip hareler oluşuğ .. ajaıaıjaajakaj.. Kafam düşünmekten acıyordu.. Sevgilimle buluşurken, uzun süredir, 'ne giysem?' yapmamışımdır ki bu görüşmeden önce uzun süre düşünüp bir yere varayamayınca 'olduğun gibi ol' dedim. 
Neyse, herşey çok tatlı giderken, şarap muhabbeti açıldı. Çok severim dedim.. 
-E birazdan şarap içeriz ama önceden bak sana gato salam vericem. Çok lezzetli olmuş. 
dedi.
TA TA TA TAAAAAA!! DA DA DAAAAAAAAA
VE HERŞEY DONDU. ARKADAKİ PURONUN DUMANI, SOKAKTAKİ YAPRAKLARIN HIŞIRDAMASI.. AMA KALBİM DURMADI. 
GATO SALAM ACABA NEYDİ? ŞARAP İÇİCEKSEK NEDEN GATO SALAMI ÖNCEDEN YİYORDUK. GATO TATLIMSIYDI AMA SONUNDAKİ SALAM KELİMESİ BENİ ŞAŞIRTIYORDU.. O ZAMAN BU BİR ŞARKÜTERİ MİYDİ.. ŞARKÜTERİ ŞARAPLA YENİYODU. ÖYLE ÖĞRENMİŞTİM. ACABA BU BİR RİTUEL MİYDİ. 
ZAMAN KAZAN. GATO NEYDİ? FRANSIZCAYDI, BELLİ Kİ İKİ HECELİ DE NEYDİİ. TUALETE GİT! GOOGLE IT GOOGLE IT! SEVIVON' U EZBERLEMİŞTİM HALBUKİ. GATO SALAM YOKTU ORDA. YOKTU!
derken, bu anın donma limitini doldurmuş olsam gerek
-Sakın gato salamı bilmiyorum deme. dedi
FONDA 'BATSIN BU DÜNYAAAAAA, BİTSİN BU RÜYAAA.. '
BİLMİYORUM. KAHRETSİN. YA BABA NEDEN ALMAN EKOLÜ YA NEDEN.HEM HANİ BEN KENDİM OLUCAKTIM. SÖYLESENE BİLMİYORUM DİYE YAHU. 
-Yani şimdi ben, tabi açlık birşeyşkeoekwkjffwlkfwjkfjkfwjk hejej
Diye kekeleme ve salak bir tavırla politikacı gibi işin içinden, ortadan bir yorum yaparak çıktım. Ve evet, tam çaktırmadan google' a bakarken, 3G saolsun, durmak istedi… E E E E E E E E E . Ekran E diyor 3G demiyor.
Gato salam, erkek arkadaşımın, dışı mumlu içi balık bilmemneli yediği adı yönetmen ALMODOVAR'a benzettiğim şey gibi miydi? O zaman çözüm netti. Burnumu tıkar yutarım dedim. Ama ikinci bir sorun vardı. Benim somon alerjim. Ya gato salam denen şeyde somon varsa? 
Biraz vakit geçti, mutlu mutlu otururken, gato salam arada da kaynadı derken, oley unuttuk diye sevinirken, doğru enerjiyi yollayınca evren alıyomuş cidden diye inanırken
-Aaaa gato salamı unuttum ile beraber gato salam hortladı..
Korkulu gözlerle, mutfaktan gelen tabağa baktım ve gato salamı gördüm! 
Gato salam meğersem mozik pastaymış. Önceden rezil oluşumu içimde yaşarken, bu defa dışavurum yaşamak isteyip, bir ayı gibi, 2 çatal hamlesiyle iki koca dilim gato salamı indirdim. Ve indirirken ne kadar lezzetli olduğunu sayıkladım. Bundan sonrada mozik pastaya mozaik demem, sonrasında şarap olmadıkça!
İyi ki 'içinde somon yok dimi?' diye sormamışım. Pırttan beter olurmuş.
0 notes
findiklahmacun · 10 years
Text
TEK KELİME - TEK HECE - 2 HARF: OF
OOOOF OF OF OF OF!
Ağustos. OF. Yapamıyorum, hayata tutunamıyorum. Ağustos ayı beni çürüttü. Zara' da ki %4983085 indirimden 5TL'ye altın sandalet verseler alamıyorum. Denedim ama sıkılıp kendimi kazakların üstüne atıp uyumak istedim..  
Uyanamıyorum, üretemiyorum, kitap okuyamıyorum. Ülkece girdiğimiz şeker bayramı tatilinden, ülkece depresif çıktık diye midir nedir, sarsıldım.  Politikadan sıkıldım, geleceğimle ilgili de moralim bozuluyor. Aile kurmak anladım ki, ev satın alabilmek içinmiş. O şıktanda soğudum. Aldığım bayram kilosunu takıyim, biraz bunun üstüne düşüyim dedim. Onu da  yapamadım. Ben basene, basen bana.. Baktık, 'eaaah boşver' dedik. Kendimize zaman ve alan verdik ama her pantolonum o alanı, o basene vermeyecektir. O zaman da eylül ayı gelmiş oluyor sanırım.
Evim çok sıcak. Regülatör taktırmadan, klima işe yaramıyor.. Kaplıca gibi oturuyorum valla. Hayat boyu kemik ağrım olmaz diye düşünüyorum.. Misafirler terleyerek benden şort istiyorlar.. Turistlere Turkish Night yapıp tellak getirtmeyi planlıyorum. Öyle bir deri kabarması, öyle bir sıcaklık.. Birde ambians için mum yakıyorum. Parlak alınlarla oturup su içiyoruz karşılıklı.. Alkol verirsem, aşırı terlemeden biri kalp krizi geçiricek diye korkuyorum.. Çünkü asansörüm de yok. OF!!!!!
Ha bide bunların üstünde, bu cuma gömük bir 20 yaş dişimi çektiricem. 
Daha fazla yazamicam. Kafamı masama, kollarımın arasına yavaşça bırakıp OFFFF demeye devam edicem.
1 note · View note
findiklahmacun · 10 years
Photo
Tumblr media
0 notes
findiklahmacun · 10 years
Text
BU SENE HER SENE GELDİLİ GİTTİLİ AY MAY BIDI DIDI
Her sene, 'bu sene yaz geç geldi'. 
Her sene, 'bu sene kış gelmedi'. 
Peki 'biz bu ara sezonda ne giyicez?' Yaz gelmezse kışın götü küçültmek için ne yicez?
Her sene, bu yaz bu popoya üzgün merhaba dedi, selülit Allah' ın vergisi dendi.. 
Her sene, artararak gelen mahalle baskısı, 'şimdi sizinkiyle durum ne aşkısı?'
Her sene, bu sene, geçen sene,ne oldu haftasonu, seneye ne olacak, akşam ne yicez, pazar brunchı, ayağımın pedikürü, saçının teli, birinin götünün kılı, pazartesi sabahı kılları.. 
Sabah kahvesi, mide asidi, meme kanseri, alkali diyeti, kemo bebesi, hastane vakası, klinik soruşturması, açılan taksi kapısına sıkışan 100 lirası, hastası yaşlısı, genci manyağı.. 
Yeter be. Yeni trendi duymadınız mı, ego out - huzur in!
http://www.youtube.com/watch?v=jsuQUP1lfDA
0 notes
findiklahmacun · 10 years
Text
TRAVMA NO:2
Bugün 2. travmamı paylaşacağımı söylemiştim! 
Hemen paylaşıyorum. Kısa ve net!
Bomonti - Nişantaşı arasındaki saydam kapı. 
Aaa saydam kapı mı? O da ne? diyenler için;
Evim Bomonti'de, işim Nişantaşı semalarında. Evimede işimede bayılıyorum ama arada yürüdüğüm yolda, Bomonti - Nişantaşı şeklinde koyudan açığa, yoğun bir karmaşa oluyor. Ne zamanki saydam kapıdan geçeyim o karmaşa, mimarisi dahil değişerek, daha normalleşiyor. 
50shadesofkarmaşa da denebilir.
Mesela, Şişli' den geçerken, omzuma İstanbul nüfusunun %30' u çarparak yürürken, Nişantaşı'nda önümde yavaş yürüyen teyzeyi sağdan mı, soldan mı sollayıp hızımı alsam bilemiyorum. Yani uzun vadede Şişli' de düşük omuzlu bir kadın olma olasılığım varken Nişantaşı'nda ise bu olasılık yavaşlık ve kireçlenme olarak boyut değiştirebilir diye düşünüyorum. 
Veyaaaa temiz temiz duşumu alıp evden çıkıyorum, ama saydam kapıya kadar elinde sigarasıyla yürüyen kardeşler sağolsun, tüm saçım başım pis pis sigara kokmuş oluyor. Hani 'sigarayı ben mi içtim, rüzgar mı içti anlamadım' diyen teyzeler var ya, arkanızda bende içiyorum o sigaradan!
Pembe şalvarım ara sokakta bakışları üstüme toplarken, saydam kapı sonrası o pantolon normal karşılanıyor. 
Asıl şaşırdığım olay ise, herkesin o saydam kapıya saygı duyması ve bir taraftan öbür tarafa sarkıntılık yapmaması. Hatta taraflar arası entegra olabilmek adına da Çağrı Büfe'yi öneriyorum. 
Anlatılmaz yaşanır diyorum ve sizi bir sabah kahvesine evime bekliyor, sonrasında da saydam kapıyı göstermek üzere sizi tura davet ediyorum.
Bu durumun da hiçbir kıssadan hissesi yok. 
0 notes
findiklahmacun · 10 years
Text
WHAT IS KISSADAN HİSSE?
Ya artik toplumu çok didiklememek gerek. Ayrı ayrı bireyler olarak çok şeker, çok içli bir millette olsak biraz şahsına münhasır ve ariza tipleriz. Dimi? Sanki herkes diabet hastasi ve 10 saat yemek yememiş gibi takılıyo.. Veya sanki herkes doğuma girecek ya da kakasını 10 dakikadir tutup soğuk ter akıtan insancik gibi. Biraz tedirgin, rutin şekilde öfkeli ve sıçıp rahatlayacağını bilse de bokunu tutmakta ısrarlı. 
Hayatımdaki iki erkeğin de sağlık durumları bir ara sallantılı bir döneme girmişti.. Bu dönemde, kendimi, ruhumu şifalandırmaya ve zihnimi boşaltmaya çok verdim ve gereken herşeyi yaptım, yapmaya çalıştım. Yani çakralardan tutun, evde tütsü yakmalara, iyi düşünceden, kızgınlığımı benliğimden çıkarak izlemeye kadar. Her sabah, bir önceki günün pisliğini inci inci akıttım duşun altında. Kendimi sevdim falan..  Ve süper bir şekilde bunu başarabildim. Kendime şaştim hatta. Benim gibi bir arıza biri, benliğinden çıkıp, objektif bir şekilde çevresine bakıp nefes alabiliyor, bir ermiş gibi durumları kavrayabiliyordu. İNANILMAZ DOSTUM! Bu süreçte bana yardımcı olanlara da minnettarim ama çocuklar kendimden çıkamadığım iki paradox, iki an, iki mekan ve durum var ki onlar çözülmüyor. Sistemimden atamıyorum. Şifacının Allah' i gelsede atamicam.. Bu yazıda ilkini ele alip, çarşamba günü de ikincisini paylaşıyor olacağım.
1. TRAVMA: TAKSİCİLER
Geçen cuma günü, erkek arkadaşımla yemeğe gitmek ve ablalarımla buluşmak üzere taksiye binerek Taksim' e doğru yola koyulduk. Odakule'nin orada inmek üzere:
-Müsait bir yerde inebilir miyiz? dedik
Taksici amca, Pera Taksi'nin oraya sağa doğru çekti. Hani bir cep vardır, oraya doğru yanaştı. Hani yol değildir. Hani o cepten trafik akmaz. Hani sarhoş gecelerde, Asmalı'da işin bitince orada beklersin. HAH İŞTE! Orada taksiden inerken 
Ben soldan kapıyı 'tıkırt' diye açıyım derken o kapı yelpaze gibi açıldı ve yavaş gittiğini iddia eden ikinci taksici o kapıya hızlıca girdi, kapı sertçe bana doğru kapandi ve 
ÇAAAAAAAAAT!
-NAAAPTIN SEN HANFENDIIII diye bolunerek cogulan 8 taksici doldu etrafımız.
Size yemin ediyorum. Gandi gelse direnemezdi. Alayına şifacı getirin, üstlerinde adaçayları yakın, aile dizimi açın, o sinerji ve enerjiyi kimse şifalandıramazdı. Yok yani kişisel eğitim, gelişim, how are you?, 3. dil, 2. master o an HİKAYE! O anın enerjisi Odakule girişindeki 0-12 yaş Roman arkadaşların çaldığı dum-takata dum-takata darbuka sesiyle yükseldi ve 
- TAMAM YA TAMAM AL BU 100 TL yi. CEBIMDE 20 TL KALDI ONU DA AL YA. HAYRET BISI YA.. ALLAM YAAA. HAKLIDA OLSAN NE BAĞRINIYOSUNUZ YANİ ANLAMIYORUM diye ağlayarak anıran benim, uzaklaşmaya çalışırken topuğumun arnavut kaldırıma sıkışıp, suedinin de yukarı doğru soyulmasıyla, baya kalitesiz ve uzlaşmadan uzak bir şekilde noktalandı. 
Hani hiçbir yaşanan tesadüf değil ya. E bu olayın kıssadan hissesi nedir kardeş? Paramdan oldum, topuklumdan oldum, makyajım aktı, kendimi paraladım, 8 adamın testosteronu bende lodos öncesi baş ağrısı etkisi yarattı. EEE??
Babam: Kızım şükret bacağın gitmemiş.
Kıssadan hissesi: OH BACAK SAĞLAMDA!
Ben:0 - Alınacak ders: 1 
3 notes · View notes
findiklahmacun · 10 years
Text
BÜZÜŞMÜŞ İNCİR
Reglinin en üst noktasında, delirmek ve kudurmak üzere olduğun o anda Sebastian (uşağın) bir tepsi getiriyor. Üstünde jölesi 'ye beni ye beni' diyen muhteşem bir çilekli turta, yanında pain au chocolat, havuçlu kek, muffin ve tiramisu. ve ve ve herşey! Şampanya, mutluluk, çikolata, krema.. Pancake..  OF!
Sebastian: Buyrun efendim. Şeker ihtiyacınızı hissettim ve hemen size en güzel tatlı seçeneklerini sunmaya karar verdim. Hangisini istersiniz?
Hayat ne güzel.. Evrene mesajı yolladım ve geldi anasını satıyim yaaa!! Hemde Sebastian diye biri Bomonti' ye getirdi.
Ben: Sebastian, varlığını bile bilmiyordum. Süpersin. Ben ne diyeceğimi bilemiyorum.
Sebastian: Sadece istediğinizi seçin. 
Ben: Ben çilekli turta istiyorum.. Bana bunu servis ederken yanağımdan öpmeni de istiyorum. Sonra şampanya da istiyorum. Tüm bunlar olurken de çok güzelsin de bana.. 
VE TANIMADIK, HUZUR BIR SES: HAYIR! SEN BUNLARA SADECE BAK! HAYALLERİNİ DE KENDİNE SAKLA! BİZ KARAR VERDİK, SEN ŞU AN TURTA MURTA YEMİYCEKSİN. SEN KURU İNCİR YİYCEKSİN VE ÇALIŞMAYA DEVAM EDİCEKSİN.
Ve bir anda Sebastian da yok oluyor, hayalini kurduğum tatlılarda. Kuru, büzük bir incirle baş başa kalıyorsun. Belki uzun vadede şeker ihtiyacın gidiyor ama eee? Nerde o çilekli turtayla sevişme fikri.. Belki ben dilimi tatlıya sokmak istiyodum.. Belki o benim tatlı kaçamağım olacaktı.. Neden seçemedim? Ben o çilekle sevişicektim belki.. Parmaklarımı hiç yıkamadan, işime devam edicektim.. tırnaklarımın arasına girmiş kremaya kadar, kedi gibi yalana yalana bu kaçamağın tadını çıkaracaktım. Anasını satıyim bu fikre yakın olmak bile güzeldi.Madem ne yiyeceğim belli, seçenekleri niye sunuyorsun? Hayaller gerçekleştirmek için ve mutlu olmak için vardır..
Ne acı. Bu örnekleme dönemin bir hastalığı. İstediğini yapamama, çıldırıp karşındakine yaptırmama. Müdahale. Sonunda ruhun, Lords of the Ringteki yüzüğü takan yaratık gibi büzüşük bişiy oluyo.. 
Minik bir azınlık dışında, hepimiz başkası için yaşıyor, sonra o yaşamı çok benimsiyor ve o yaşamın getirilerini istiyoruz. Çünkü istemezsek, çevre, aile ve herkes bozuluyor, bu insana dert oluyor. Çünkü bu dert aslında bir sorumluluk, bir yük oluyor.. 
Bu aralar çoğu 'çok iyi eğitimli' 'çok MODERN' kızla tanıştım. Herkes erkek arkadaşıyla çok memnun ama kilit noktalar aynı 'yani bizimkiler çok moderndir ama aynı evde yaşamayı kaldıramazlar'. 'Yani sevgilim çok anlayışlıdır ama Mehmetle kahve içmemi falan kaldıramaz..'
KALDIRAMAZLAR. Neyi? Gururu mu? Onuru mu? Aslında o kaldırılamayacak eylemler yapıldığında olan mutluluğu mu?  Acaba noluyo o zaman ailelere veya komşumuza, abimize,  ona buna.. uzaktan teyzeye, cemaat başındakilere? Kaldıramayıp bayılıyorlar mı? Düşünsene bir anda yere düşüyorlar.. Sende 'kaldıramadılar işte' diyorsun.. 
Ben kendim büzüşük bir incir oldum. Turtamıda yiyemedim, dolaba koyamadım, bozdum. 
Yemiyorum bu oyunu artık.
(çocuğun kimliksiz doğar diyenlere, sevgiyle..)
0 notes
findiklahmacun · 10 years
Text
ICE ICE BABY SENDROMU
Hello!
Major kafa karışıklıkları yaşadığımız bu dönemde, artık ne yazsam silip, 'bunun yeri ve zamanı diil sanırım' diyip duruyorum.. Halbuki özgür düşünmeyi savunuyorduk değil mi? TIRT ki ne TIRT
Bayılıyoruz kavramı kendimiz yaratıp sonrada ona karşı çıkmaya. Amma tripliyiz. Salamadık hayatı, bir bütün olamadık. 'Ben kesinlikle evliliğe karşıyım' tipi söylemlerde bulunup, eşini ağına düşürüp, sonrada 180C dönüp evlenmek isteyen kadın sendromu. Ya da, eşini aldatıp, sonra ondan soğuyup, bir süre kafasını dinledikten sonra aslında bir salak olduğunu ve kocaman bir hata yaptığını anlayan mal adam sendromu gibi birşey.. Deli miyiz biz.. Önce dalga geçiyoruz, sonra dalga geçmeyelim diyip, ciddileşiyoruz.. 
Ülke git gide 90'larda en iyi hitini patlatmış, sonrada 2000'lerde sırra kadem basıp 'bu gruba nooldu ya? tek şarkiyla paraya bok dediler heralde..' dedirten cinsten bir 'ice ice baby' sendromu yaşıyor. Korkuyorum doğrusu..
Ben bu ezber savunulardan, ezbere uymazsan yapılan tü kakalardan acayip baydım. Kimse savunusunu ve duruşunu reklame etmek zorunda değil. Kimse kimsenin hayatında olup biteni bilmek zorunda da değil. 
Toplu bir bayış içindeyim. Hayatımın en fırtınalı, en kasvetli dönemine birde yetmezmiş gibi başımıza uzun vadede at gözlükleri taktıracak, 90'larda tarağını mikrofon yapıp şarkı söyleyen, ama şimdi kitlelere ulaşan anlamsız bir grup geldi. Bakınız örneklemelerim çok manidar.. 
Neyse, ben kendi hayatımda kavrulup giderken, kasvet de la kasvetli Şişli gecelerinde, odacığımda 'bunlar neden benim başıma geliyo?' diye sorgularken (ki daha seçime vardı,üstüne birde seçim depresyonu geldi.. düşünün buhranı), 'yeter beeeaa' diyip mesleğimi ofis dışında elime aldım ve hem desenlerimi yaptım, hem çizdim, hem diktim. Ve devam ediyorda bu durum.. Yaratmak bana iyi geldi, zaten hiç kötü gelmemişti.
Bir zahmet sizde bakın: www.thirdesign.com
Sevin, paylaşın, beni biraz daha yakından tanıyın, sahip olun, olmak için bana e-mail atın. 
Ice ice baby olmak yok! Yola devam! 
www.thirdesign.com 
Tumblr media
1 note · View note