Tumgik
haberheryerde · 11 years
Text
Modanın dönüşüm adresi : Vintage
Esra Özdilim
Moda, insanlık tarihinde kaybolmayacak nadir olgulardan biri. Sürekli değişen moda; insanları daima yeniye yönlendirirken farklı olma ihtiyacı da vintage modayı canlandırdı ve ünlülerden öğrencilere her kesimin ilgisini çeker hale geldi. Yalnızca aile büyüklerinden edinebileceğimizi sandığımız vintage eşyalar şimdilerde butik vitrinlerini süslüyor.
Moda olgusu insanlık tarihine kapitalizmin doğuşuyla birlikte girmiştir ve hala büyük bir ilgi görüyor. Her dönemde mevsimlere göre renkler, modeller ve tarzlar değişiklik gösteriyor. Fakat moda bazı insanları diğerleriyle aynı giyinmekten bezdirdiği için aniden eskiye dönüş başladı. Yurtdışında gelişen, ülkemizde de son iki senedir gelişim gösteren ve neredeyse patlama yapan vintage moda anlayışı büyüklerimizden kalma kıyafet, mobilya ve kişisel eşyaları kullanmaya teşvik etti. Vintage akımının Türkiye’ye taşınmasında manken ve tasarımcı Ece Sükan öncü konumda sayılabilir. Yavaş yavaş ünlüler arasında tarz haline gelen vintage kıyafetler ve eşyalar artık her kesim ve yaş grubundan insanlarla iç içe.  Daha önce yurtdışından alma imkanı olanların sahip oldukları bu tip eşyaları satan butiklere Türkiyede’de rastlanmaya başladı. Şimdilik nadir bulunsalar da zamanla çoğalacak gibi görünüyor. Sosyal medya üzerinden satış yapan vintage butiklerin de yaygınlaşmasıyla birlikte bu nadide eşyalar makul fiyatlarla sunuluyor.
Tumblr media
‘’Vintage, başlı başına bir hayat tarzı’’
Bu akım, yalnızca kıyafetlerde değil yaşam tarzlarında da değişime yol açtı. Giyimden dekorasyona hayatımıza girdiğinden beri eskiye bakış açısı da değişti. Vintage akımını hayatına entegre etmeyi tercih eden Bilge Şimşek;  ‘’Son yıllarda vintage akımına duyulan ilgi arttı, çünkü gençler eskinin güzelliklerini henüz görmeye başladı ve bu sayede eskiye duyulan özlem arttı. Popüler kültür adı altında çıkan her akım ve her yeni ürün hızla tüketiliyor, yenisi geldiğinde ise eskisinin yüzüne bakılmıyor. Yani bir bağlılık söz konusu değil. Belli bir kesim bundan rahatsızlık duydu ve popüler kültürü reddedip eskiye yöneldi. Sandıktan eski kıyafetler çıktı, antikacılar uğrak mekanlar haline geldi, bu sayede vintage akımı doğdu’’ diyor. Şimşek, popüler kültürün bir parçası olmaktansa özgünlüğü benimsediğini belirtirken; ‘’Hayallerimin, hayat görüşümün ve tarzımın başka insanlar tarafından belirlenmesini istemiyorum. Daha doğrusu herkes gibi olmak istemiyorum. Bence vintage zaten başlı başına bir hayat tarzıdır’’ diyerek bu modanın asıl yaygınlık gösterme amacını da ortaya koyuyor.
Tumblr media
Magazin güncel modaya yönlendiriyor
  Kitle iletişim araçlarında sunulan tanınmış kişilerin hayat tarzları, kıyafetleri hatta kullandıkları renkler dahi moda oluyor. Bu insanların takipçileri ve kendilerine örnek alanlar da onlar gibi giyinmeye, yaşamaya ve neredeyse düşünmeye başlıyor. Magazin kültürüne kapılıp gidenlerin yanı sıra farklı olma arayışı içinde olan bireyler yok değil. Halil İbrahim Başaran, tüm bu yönlendirmelerin dışında farklı olmanın gerektiğini düşünerek vintage akımına ilgi duymaya başlıyor. Başaran; ‘’ 5 sene kadar öncesinde herkes tek tip giyinmeye başlamıştı. Tek tip derken tam olarak anlamından bahsediyorum. Magazin haberlerinin sunduğu "ikoncanlar" ne giymişse pop kültüründen beslenen bireyler, bunların aynısını kopyala-yapıştır usulüyle kendi görünüşlerine eklediler. Pop kültüründen uzak, siyasi ve yaşayış olarak marjinal olan bir grup bundan sıkılmış olsa gerek, nostalji sevdamızın(nerde o eski bayramlar) da yardımı ile moda da eskiye dönüşü seçtiler. Pop kültüründen kendilerini ayırmalarının yanında göze de hitap eden bir tarzları vardı.’’ Değişime yatkın olan bireylerin de bunlara ayak uydurarak akımın belli bir kitleye yayıldığını düşünen Başaran, değişimin yaygınlaşmaya başlamasıyla "kopyala-yapıştır", "eskinin popüleri" eleştirilerinin ise kaçınılmaz olduğunu ancak yaratıcı olanların kendi tarzlarını oluşturabileceklerini, geri kalanlarının ise diğerlerinden kopyaladıklarını düşünüyor.
Tumblr media
  Vintage butikler yaygınlaşıyor
İstanbul şüphesiz ki her akımda öncü olduğu gibi vintage akımında da başı çeken şehirlerden biri. Bu sebeple yurtdışından vintage elbise temin etme imkanı olmayan alıcı kitleye hitap eden butikler de hizmete açılmaya başladı. Vintage akımına kapılanların en uğrak yeri olan Sentetik Sezar butiğin işletmecileri Yılmaz Ordukaya ve Derya Gültekin, aslında ikiside üniversite mezunu. Fakat antikalara olan ilgileri kendi işlerini bıraktırıp onları butik işine yönlendirmiş. Aslen gıda mühendisi olan Yılmaz Ordukaya: ‘’ Biz eski hastasıyız biraz. Normalde sevgililer hafta sonları cafelerde gezer, biz eskici gezeriz. Kendi işlerimizden çıkıp, risk alıp bu işe girdik. 6 aydır dükkanımız var. Fakat 6 yıldır da ilgimiz var’’ diyerek bu işi riskli de olsa gönülden yaptıklarını anlatıyor. Derya Gültekin’in ise dedesi antikacılık yapıyor ve dolayısıyla küçük yaşlarda eski eşyalar ilgisini çekiyor. Gültekin, gençliğin vintage eşyalara yönelen ilgisini de şöyle açıklıyor: ‘’Modanın şu anki halinden dolayı herkes aynı şeyi giyiyor. O yüzden bu modaya dönüş oldu. Her yaş grubuna değil gençlere hitap etmeye çalışıyoruz. Aldıkları eşyalar başka kimsede olmuyor. Hem tarz hem de fiyat açısından yaş grubuna ve ilgili kitlesine uygun. Bence bir heves değil belli bir kesimi var ve moda bu oldu. Diğer insanlar bir süre sonra bıkabilirler fakat duyguyu yaşayarak giyinenler devam ederler’’ diyor. Tüm ürünlerini satmak için bulundurmuyorlar elbette. Butiğin kapısından girdiğinizde sizi saran aile büyüğünün evine gelmişlik sıcaklığı karşılıyor, sonra ise aynı samimiyette sohbet. Antika daktilolar, bavullar ve daha nice eşya yalnızca sergilenmek üzere orada bulunuyorlar. Ürünleri ise şahıslardan değil, artık yavaş yavaş yaygınlaşan vintage toptancılarından alıyorlar. Ayrıca yurtdışından ürün getirdikleri de oluyor.
Sentetik Sezar yalnızca Taksim’deki butikten değil, Facebook üzerinden de vintage tarzını benimseyen kitleye ulaşmaya çalışıyor. Sayfa üzerinden satış yapıyor. Ürünlerin fotoğraflarını iç çekimlerde Derya Gültekin, dış çekimlerde ise Yılmaz Ordukaya yapıyor. Ordukaya: ‘’Yaşayarak yapıyoruz bu işi. Fotoğraf çekimlerini müşterilerimizle yapıyoruz. Gönüllü olarak modellik yapıyorlar. Hatta butikteki tüm kıyafetleri deneyerek poz verebileceklerini ve bundan oldukça zevk alacaklarını söylüyorlar’’ diyerek alıcı kitlenin de sempatisini kazandıklarını belirtiyor. Retro kültürün yaygınlaşması farklı olanların sırf moda dışında ve farklı olmak isteyenlerle aynı olmasına yol açtı. Bunu yaşamlarına tümüyle yerleştiren insanların da popüler kültür ürünü bir tarza sahip oldukları görüntüsünü vermeye başladı. Her moda akımı gibi sırf  ‘moda’ olduğu için vintage eşyalara ilgi duyanlar da bir süre sonra heveslerini alacak ve geriye yalnızca vintage gönüllüleri kalmış olacak.
0 notes
haberheryerde · 11 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
gölyazı galeri
0 notes
haberheryerde · 11 years
Text
Sandal üstündeki inciler : Kadın Balıkçılar
Esra Özdilim
Uluabat Gölü’nün kenarında, sisli suların ortasında yemyeşil bir yarımadaya çıkıyor yollar.Sımsıcak gülen insanlar karşılıyor bu küçük balıkçı köyünde ziyaretçileri.Gölün puslu sularına bakarken kıyıya yaklaşan kayıklar takılıyor gözümüze.Bir de ne görelim! Kayıkların içinde her bir erkeğin yanında birer de bayan balıkçı beliriyor.Hemen yanlarına yaklaşıp şu işin aslını öğrenelim diyoruz...
Tumblr media
Bursa şehir  merkezine yaklaşık 40 km uzaklıkta kendi yağıyla kavrulan şirin bir balıkçı köyü Gölyazı.Havası,suyu sakin ve puslu.Uluabat gölünün sisi meydanı kaplamış.Erkekler ‘Ağlayan Çınar’ın altında oturmuş çay içiyorlar.Sandallarını kenara çekenler burada dinleniyorlar. Köyde balık işinden başka geçim kaynakları yok denecek kadar az.Çok nadir tarla işi yapanlar varmış..İnsanlar tuttukları balığın çok ucuza gittiğinden yakınsalar da bu işi yapmaya devam ediyorlar.Göle açıldıklarında yanlarına bir de yardımcı gerekiyor erkeklerin.Ortak aradıkları zaman hiç tahmin etmedikleri birileri çıkıyor bu işe gönüllü.Onlar kim mi?  Eşleri,kızları,gelinleri tabii ki.Erinmeden koyuluyorlar işe sanki erkeklermiş gibi.Belki de onlardan çok benimsiyorlar yaptıkları işi.Az rastlanan bir durum olsa da Gölyazı da balıkçılık artık erkeklerden çok kadınların mesleği haline geliyor.
  Amaç ev ekonomisi...
Yaşam biçimleri mesleklerine göre şekillenmiş orada yaşayanların.Her 2 evden birinde muhakkak sandala rastlanıyor.İnsanlar evlerinin önünde arabalarını park edecekleri alana sandallarını koymuş gibi görünüyor.Hayatlarının ayrılmaz bir parçası olmuş sandal,ağlar,misina...Balıkçılık mesleğinin cinsiyet ayrımı olmaksızın yapılmasının aslında çok haklı bir sebebi varmış meğer.Kadınların göle açılmasının asıl sebebi,eşlerinin kazancının başka bir ortağa bölünmemesiymiş.Eşleri,oğulları balığa çıktığında yardımcı olabilmek ve paranın evin içinde kalması için atlamışlar kayığa.Hem de hiçbir zorlama olmadan.Fedakarlığı başka bir boyuta taşımaya karar verirler.Kimi küçük yaşta babasıyla kimi evlendikten sonra eşiyle başlar bu işe.Kadınlar hem ev işlerini idare ediyor,hem de açıldıklarında vira bismillah diyip ağları göle salıyorlar.Motorları çalıştırıyor,kürekleri çekiyor,ağlardan balık topluyor,seriyor,ağları tamir ediyorlar.Artık bu işin ustası onlar olmuşlar.
Tumblr media
    Küçük bir kızın göl sevdası
Oraların kızları hayallerini ellerinde oyuncak bebeklerle kurmuyorlarmış eskiden.Küçük parmakları ağlarda,gözleri suyun maviliğine dalmış halde kurarlarmış.Büyümüş kabul edilmenin,işe yarıyor  hissetmenin yolu gölden geçermiş.Kızlar ilkokulu bitirdiği gibi çalışmaya başlar,eve destek olurlarmış.Bu doğrultuda en çok tercih edilen meslek  tabii ki balıkçılık olurmuş.Çeyizlerinden önce gelirmiş ağ örme işi.Dantel,örgü niyetine yerine onunla uğraşırlarmış.İçlerine işlemiş bir göl sevdası var çünkü onların...
Fevziye Evin,12 yaşında göle giriyor aynı düşüncelerle.Babasıyla birlikte kayığa atlıyor ve yardımcı olmaya daha o yaşında başlıyor.Yorulduğunda kayığın arka tarafına geçip uyuyor. ‘’O yıllarda balıkçılık işten ziyade bir hayal gibiydi benim için.Çevremde onu gördüm,ben de yapmak istedim.Babam isteklerimi kırmadı ve balığa çıkarken beni de yanına almaya başladı.o gün bu gündür balıkla uğraşıyorum.Göl benim hayatım oldu artık. ‘’ İşin ilginç yanı,Fevziye hanım gibi birçok balıkçı kadının da yüzme bilmeyişi.Ama şimdiye kadar devrilseler de kurtaranları olmuş ve zarar görmemişler. ‘’Kadın olduğumuza bakmayın, kayığın arka tarafında erkek gibiyiz’’diyor.Cesaret ve hırs buranın kadınlarına gerçekten çok yakışıyor.Başları dik,güçlü duruyorlar.
Tumblr media
‘’Oğlumu gölde büyüttüm’’
Gölyazı’nın kadınları için çocuk büyütmek diğer kadınlara göre oldukça zor.Daha bebeklikten itibaren onlarla beraber girişiyorlar hayat mücadelesine.Eş,dost hepsi ya balıkta ya da başka işlerde oluyor.Durum böyle olunca başlarının çaresine bakmak zorunda kalıyorlar.İş başa düşünce de ilginç çözümler üretiyorlar.
30 senedir balıkçılıkla uğraşan Hanife Liman,yaşadığı zorlukları anlatırken gözleri uzaklara dalıyor.Arada bir tebessüm oturuyor yorgun yüzüne.Geçimlerini yalnızca balıkçılıkla karşıladıklarından sahip oldukları 2 çocuğuyla ilgilenmek için vakit bulmaları da zor oluyor haliyle...Erken saatte hem onların ihtiyaçlarını karşılayıp hem de rüzgar çıkmadan balığa gidiyorlar.
 ‘’Sabah namazında uyanır,sabah ekmeğini yapar öyle açılırız göle.. Rüzgar olmaz o saatte...Eğer ağlar önceden atılmışsa onları toplarız,atılmamışsa ağ atar bekleriz.İşimiz bittikten sonra kıyıya döner mezata başlarız.Tabii dönmemiz öğleni buluyor ve çocukları bırakacak yer bulamıyoruz.Oğlumu gölde büyüttüm ben.Kızım biraz büyümeye başladığı zaman yeni doğan bebeğimi ona bırakmaya başladım.Baktım olmuyor,iyice sardım sarmaladım yanıma almaya başladım bebeğimi.Sütünü yanıma alırdım,güneşe koyardım soğuk olmasın diye.’’ Diyor.Sustuğu anda öyle bir bakış oturuyor ki gözlerine,tüm fedakarlıklarının helal ediyor adeta.Çocuklarını zor şartlarda sağlıklı büyütebildiğine şükrediyor.
Mezat bereket kokuyor
Binbir zahmetle tuttukları balıkların satışını mezat usulüyle yapıyorlar.Balıkçıların kıyıya yaklaşmasıyla öğlen saatlerinde köy meydanında mezat başlıyor ve hareketlilik zamanı geliyor.Erkeklerle birlikte kadınlar da emeklerini canla başla satmaya çalışıyorlar.Mahsulün bereketi,mezat yerindeki heyecanı arttırıyor...
Gölün etrafındaki fabrikalar atıklarını suya bırakmaya başladığından beri gölün kendi balığının nesli tükenmiş.Farklı tatlı su balıklarının göle atılıp yetişmesiyle yapıyorlar işlerini.Haliyle bu durum,balığın değerini düşürüyor.Eşi de kendi gibi balıkçılık yapan Mehmet Yılmaz,zararlı atıkların balık nesline zararından çok etkilenmiş. ‘’Biz bu gölün asıl balığını yakalayıp satmakla meşhurduk aslında.Fabrikalar yüzünden nesli tükenince her gölde bulunabilen balıklara kaldık.Eskiye oranla kazancımız çok düştü.Şimdiki balıklar bol Allaha şükür ama değeri düşük.’’ Diyor.
Balıkçılığa babadan dededen miras gibi bakıyor Gölyazılılar. Ekmeklerini gölden çıkarmaya çalışıyorlar fakat artık evlerini geçindirmeye yetecek kadar para kazanamıyorlar bu işten.Emeklerinin karşılığını alamıyorlar yeterince.Yıllarca eşiyle beraber balıkçılık yapmış olan Sabriye Yılmaz,melalini şöyle anlatıyor bize; “Kaç yıl balıkçılık yaptık bu gölde.Artık ne eskisi gibi balık çıkıyor ne de tuttuğumuz balık değerinde satılıyor.Buradan kazandığımızla geçinemez olduk.En sonunda Bursa’ya taşınıp başka işler yapmaya başladık.Kadınlar,kızlar fabrikalarda çalışmaya başladı.Balıkçılıkla geçinenlerin sayısı çok azaldı.’’ Diyor.Fakat tüm zorluklarına karşın misinalara dolanmanın zevkini hiçbir şeye değişmiyorlar.
Tumblr media
  Dayanışma, dernekle pekişiyor
Gölyazı’nın çalışkan hanımları balıktan geldikten sonra da boş durmuyorlar. Bir kısmı ev işlerini düzene koyduktan sonra oturuyor gözleme sofrasının başına. Biri hamuru açıyor,biri içini koyuyor,bir diğeri pişiriyor.Bu yardımlaşma ortamında kadınlar bir araya toplanmış ve bir kadın dayanışma derneği kurmuşlar.Derneğin başkan yardımcısı Perihan hanım,faaliyetlerini şöyle anlatıyor ; ‘’Buradaki kadınlar yardımlaşma işine çok duyarlı.Balıktan sonra meydanda gözleme açılıyor,lokma dökülüyor. Ayrıca reçel tarhana gibi ev ürünleri çıkarıp satılıyor ve bunlardan kazanılan para derneğin kasasında toplanıyor.Kimin düğünü,cemiyeti varsa veya sadece paraya ihtiyacı doğduysa yardımcı oluyoruz.Köy içinde dayanışma artıyor,huzur ortamı devamlılığını sürdürüyor.’’
Akşam kızıllığı Gölyazıdan ayrılırken el sallıyor sanki peşinizden.Çalışkanlığın,normlara karşı koymanın ve samimiyetin timsali insanlar misafirlerini uğurlarken,doğallıklarını korudukları sürece ziyaretçilerinin eksik olmayıp yalnız kalmayacaklarının da adeta bilincinde evlerine dönüyorlar.
0 notes
haberheryerde · 11 years
Photo
Tumblr media
0 notes
haberheryerde · 11 years
Text
BİZANS’IN SAKLI TARİHİ: HELENAPOLİS
Esra Özdilim
Yalova’nın Altınova ilçesinde birkaç asırlık tarih gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Bizans döneminden kalma Helenapolis antik kenti tüm engellere rağmen halkın gözü önüne serileceği güne hazırlanıyor.
Yalova’nın Altınova ilçesinin Hersek mevkiinde küçük Efes diye tabir edilen Helenapolis antik kentinin gün yüzüne çıkarılma çalışmaları sürüyor. Helenopolis antik kenti adını Constantinus'un annesi Helen’den alıyor. Helenepolis antik kentinin diğer adı Drepanon olarak geçiyor. Kaynaklar  bu kentin, Bizans döneminde yazlık (sayfiye yeri) olarak kullanılmış bir kent olduğundan bahsediyor. Birkaç yüzyıl önce Bizans İmparatorluğu döneminde geçiş bölgesi olarak kullanılan Helenapolis antik kenti, yapılması planlanan birçok çalışma sahasının ortasında duruyor. Haliyle bu bölge birçok bakanlık ve belediyenin sorumluluğu altına giriyor. Bölgenin bir kısmı askeri alan olduğundan Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın da gözetim alanına giriyor. Prosedürler, izinler derken 2005 yılından bu yana antik kent tam anlamıyla kazılamıyor. Bunun üzerine bölgeye yapılan köprü ayağı da çalışmaları yavaşlatıyor.
Tumblr media
Turizm açısından faydası büyük
Altınova, içerdiği tarihle Yalova açısından önemli bir merkez haline gelmeye hazırlanıyor. Helenapolis antik kenti, Yalova’nın ilk yerleşim yerlerinden biri olarak geçiyor. Askeri alan içinde bulunduğundan çalışmaları geç başlasa da yakın zamanda turizme kazandırılmaya çalışılıyor. Antik kentin bulunduğu bölgenin 2. Dereceden arkeolojik sit alanı ilan edildiğini belirten Altınova Belediye başkanı Metin Oral;  “ Bölgemiz ve dünya mirası için önemli olan bir kentin mutlaka turizmi canlandırmak bölgeye katkısı olacaktır. Ne yazık ki çalışmalara tam başlayamadığımız için İl Kültür Turizm Müdürlüğü ile ortaklaşa kazı yapabilecek ekip aranmaktadır, şu ana kadar bulunamamıştır’’ diyerek durumu özetliyor. Milli Savunma Bakanlığı’ndan alınan randevu ve görüşmeler sonucunda izinlerin alındığını belirten Oral, en kısa zamanda bu önemli projenin Yalova ve Altınova turizmine ivme kazandıracağını, adeta bir cazibe merkezi haline geleceğini ifade ediyor.
Köprüyü Japonlar yapıyor
Yalova’nın Altınova ilçesi Hersek mevkii ve Kocaeli’nin Dilova ilçesi arasında yapılacak olan, 1700 metre uzunluğundaki köprünün ayağı antik kentin bulunduğu bölgeye yapılıyor. Dünyanın en uzun ikinci asma köprüsü olacak olan inşaatı Japon firması IHI Corporation üstlendi. Firma Japonya’da bulunan 990 metre uzunluğundaki dünyanın en uzun köprüsü olan Akashi köprüsünü de yapmıştı. Köprüyü yapan ekip antik kentlere ve çevreye karşı duyarlılığa sahip olduğu için bu duruma özel bir plan hazırlamış. Bölge esnafı tüm Hersek mevkiinin altının antik kent olduğunu, köprü inşaatının ise tarihi eserlere zarar vereceğini iddia etse de idari görevliler bu iddiaları yalanlıyor. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeoloğu Dr. Mahmut Aydın; “Helenepolis, Constantinapolis (İstanbul) kuruluşundan ve Bithinia (Nikaia) arasında ulaşımın deniz üzerinden sağlanmasından sonra, birer aktarma limanı olarak önem kazanmıştır. Helenopolis Hıristiyanlık döneminde Piskoposluk merkezi haline gelmiştir. Justinianus'un inşa ettirdiği hamamlar, kiliseler ve saraylar sayesinde etkileyici bir kent oluşmuştur. Antik kentler 1. derecede sit alanı olduğu için buralarda arkeolojik kazı yapılıp, varsa antik kalıntı taşınmadan herhangi bir inşaat çalışması yapılmaması gerekmektedir. Türkiye'de çok sayıda (Sikke/para basan kent sayısı yalnızca 500 civarı) antik kent olduğu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sınırlı bütçesiyle tamamının kazılması mümkün olmuyor maalesef’’ diyerek konunun hassasiyetine dikkat çekiyor.
Tumblr media
    Hersek Gölü ikinci Manyas olacak
Türkiye’nin tek tapulu gölü de Hersek bölgesinde bulunuyor. Göl zamanında kendisini besleyen akarsular ile birlikte bir şahsa aitmiş. Belediye bir süre kiralama usulüyle çevresinde bazı değişiklikler yapıyor. Şahsın ölümünden sonra bölge Darülaceze’ye devredilmiş. Şimdilerde işletme hakkı belediyeye ait. Hersek gölü yılın belli zamanlarında tıpkı meşhur Manyas gölü gibi çeşitli türlerde kuşların üreme için seçtikleri bir yer. Bu zamanlarda göl ve çevresi adeta bir görsel şölene dönüşüyor. Çalışmaların Kültür ve Tabiat Bakanlığı izni ile yürüyeceğini belirten Metin Oral; “Orman ve Su İşleri Bakanlığı , MARKA  ve belediyemiz ile birlikte 2 yıldır çalışmalar sürmekte. En son olarak sulak alan yönetim planı çalışması bitirilme aşamasına gelmiştir’’ diyerek projede gelinen noktayı açıklıyor. 2005’te keşfedilen fakat askeri ve siyasi ilişkiler yüzünden gün yüzüne çıkarılamayan antik kent yeni ‘Efes’ olmaya aday gibi görünüyor. Helenapolis, göl çevresinde bulunduğu için ayrıca önem taşıyor. Yeni yapılacak köprüyü kullanan vatandaşlar da yolculuklarını eşsiz bir tarih dokusuyla ve kuş cennetinin güzelliğiyle yapacak. 
0 notes
haberheryerde · 11 years
Photo
Tumblr media
0 notes
haberheryerde · 11 years
Text
Atatürk’ün paha biçilemeyen tabloları rutubetleniyor
Esra Özdilim
Sanatın ve sanatçının değerini bilen, ülkemizde üst düzey sanatçılar yetişmesini sağlayan ender liderlerden biridir Mustafa Kemal Atatürk. Mustafa Kemal’in Yalova’daki meşhur Yürüyen Köşk’ünde bulunan, saray ressamlarının paha biçilemez tabloları şimdilerde rutubetlenmeye terk edilmiş durumda. 
Tumblr media
Atatürk sanatı; güzelliğin ifadesi, ulusların sanat uygulamalarından yola çıkarak ilerleme yolundaki hareketlerini belirlediğini ve insanların bu yolla olgunlaştıklarını ifade etmiştir. Bu sebeple sanatçıları olabildiğince desteklemiş ve ülke içinde yaygınlaşması için çalışmalar yapmıştır. Sanatçılara devlet adamlarından daha çok önem vermiş ve onları yüceltmiştir. Köşklerinde de sanata olan ilgisinin bir yansıması olarak birçok önemli eseri barındırmıştır. Bu eserlerden ikisi Yalova’da Atatürk’ün doğa sevgisini en iyi şekilde görebileceğimiz yapı olan Yürüyen Köşk içinde bulunuyor. Osmanlı ressamı Fausto Zonaro ve Halil Paşa’ya ait tablolar yıllardır köşkte bulunmalarına rağmen bakımları eksik yapıldığı için rutubetlenmeye başlamış halde. Dolayısıyla restorasyon eksikliği bir dönemin en önemli tablolarını yok etmek üzere. Tablolara paha biçilemiyor Aslen İtalyan bir ressam olan Zonaro, yeteneğini keşfettikten sonra eşsiz bir şehri çizmek ister ve bunun için İstanbul’u seçer. 1891 yılında İstanbul’a gelen ressam zamanla padişah 2. Abdülhamit’in de ilgisini çeker ve Osmanlı saray ressamı olur. İstanbul’un her köşesini ustalıkla resmedebildiği halde 31 Mart ayaklanmalarından sonra İstanbul’u terk etmek zorunda kalır ve tamamlamayı çok istediği İstanbul serisini tamamlayamaz. İstanbul’da bulunduğu sürede yaptığı bir suluboya resmi olan ‘’Pierre Loti’den Haliç’’,  nasıl ulaştığı tam olarak bilinmese de Yürüyen Köşk’te bulunuyor. Yürüyen Köşk’te bulunan değerli tablolardan diğeri ise ressam Halil Paşa’ya ait. Paris’te resim eğitimi alan Halil Paşa daha çok portreleri ve İstanbul-Kahire peyzajlarıyla tanınıyor. Peyzaj resimlerinden biri olan ‘’İstanbul Yalıları’’ isimli yağlıboya resmi de Yürüyen Köşk’te mevcut. Dönemin en ünlü ressamlarının elinden çıktığı için de bu tablolara paha biçilemiyor.
Tumblr media
“Varlıklarından haberdar değildik”
Yürüyen Köşk’te bulunan değerli eserler ziyaretçilere yalnızca görsel olarak sunuluyor, herhangi bir tanıtım yazısı bulunmuyor. Bu sebepten yıllarca o tabloların değeri de anlaşılamıyor. Yalova Ressamlar Derneği Başkanı İhsan Arıkan, köşkteki durumu şöyle özetliyor ; “Bu tabloların varlığını bile bilmiyorduk. Çünkü küçük bir odada sergileniyor ve hiçbir tanıtım yazısı bulunmuyor. Ziyaretçiler de doğal olarak yalnızca görüntüsüne bakarak oradan ayrılıyorlar.” Tabloların sergilenmesinde ışığın çok önemli olduğunu vurgulayan İhsan Arıkan, “Tabloların muhafazalarında yansıma olmaması gerekir. Suluboya hassastır, rengi atabilir, küf olabilir. Zonaro’nun o eşsiz tablosu da köşesinden küflenmeye başlamış. Gözle görülür hale gelmiş. Görevliler de farkında fakat belediye restorasyonda bu parçaları atlıyor, önem göstermiyor” diyor. Köşkteki güvenlik sorununa da dikkat çeken İhsan Arıkan, kamera sisteminin de mevcut olmadığı köşkte eşyaların genel olarak güvensiz saklandığını, bu eserlerin değerini bilen birilerinin rahatlıkla köşkten kaçırabileceklerini ifade ediyor. Arıkan; ‘’Milyonluk tablolar bunlar. Kaçırılsa belediye suçlu olur, sorumluluğunu iyi bilmek iyi muhafaza etmek lazım’’ diyerek yalnızca tablolara değil, köşkün içindeki tüm eşyalara güvenlik ve tanıtım eğilimi gerektiğini vurguluyor.
Tumblr media
Köşkün tarihi de ilgi çekici
Yürüyen Köşk, ismini Atatürk’ün eşsiz doğa sevgisinden alıyor. 29 Ağustos 1929 tarihinde Atatürk’ün talimatıyla yapımına başlanan köşkün çatısı daha tamamlanmadan yanıbaşındaki çınar ağacının dalından zarar görür. Ustalar Atatürk’e haber vermeden dalı kesmek istemezler. Atatürk bu teklifi duyduğu anda çok sinirlenir ve ‘’Dalı kesmeyeceksiniz, köşkü yürüteceksiniz! ‘’ der, son noktayı koyar. Emir kesindir ve çalışmalar başlar. Köşkün altına raylar döşenir ve ağaca zarar vermeyecek kadar uzağa taşınır. Adı da artık ‘’Yürüyen Köşk’’tür. Atatürk bırakın ağacı kesmeyi bir dala dahi kıymamıştır. Köşkün yürütülmesine sebep olan çınar şimdilerde deniz suyu yüzünden çürümeye başlamış fakat belediye tarafından uzmanlar getirtilerek duruma el konulmuş, ağaç sağlığına kavuşturulmuş. Atatürk ilk geldiği zamanlarda sıtma bataklığı olan Yalova’nın gelişmesi için elinden geleni yapmış, ağaçlar getirtmiş ve ‘’Yalova benim kentimdir’’ diyerek de yüceltmiştir. Şimdilerde Atatürk’ün binbir uğraşla tamamlanan köşkü de elimizden gitmek üzere. Restorasyonlar yeterli düzeyde olmadığından hem manevi değeriyle hem de tarihimizin bir parçası olan köşk gözlerimizin önünde çürüyor.
Sanata Atatürk özeni gösterilmeli
Sanata ve sanatçıya göstereceğimiz saygı ve ilgi en üst düzeyde olmalıdır. Atatürk bunu bizlere ; “Efendiler! Bakan, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz… Ancak sanatçı olamazsınız!” sözüyle mükemmel bir üslupla ifade etmiştir. Tarihimizden gelen eserleri koruma güdüsü geliştirilmelidir. Gelecek nesillere tahrip ettiğimiz, unuttuğumuz eserler değil, özenle koruduğumuz, değerini bildiğimiz ve iyi tanıdığımız eserlerle merhaba demeliyiz. Geçmişimizi tanımalarının en iyi yolu sanattır. Ressamlarımız tarihi yalnızca kitaplardan değil görsel olarak da zihnimize işleme görevini edinmişlerdir. Bu çabalarının kıymetini bilmeliyiz. Sanatın ufkunda büyüyen, gelişen, çağ atlayan, medeniyetlerle diyalog kuran, dinamik, sanata, sanatçıya ve tarihten gelen tüm mirasımıza hamilik eden bir nesil yetiştirmek umuduyla...
0 notes
haberheryerde · 11 years
Photo
Tumblr media
yediveren vakti
0 notes
haberheryerde · 11 years
Text
Tarihi vapur harabeye döndü
Esra Özdilim
Mavi sularda bütün ihtişamıyla süzülen son 4 vapurdan biriydi İnkılap. Uzun yıllar insanları işine, sevdiğine, umutlarına taşıyan vapur işlevini yitirip köşesine çekilecekken şimdilerde otel, restoran, müze gibi hizmetlere açılmak istendi. Fakat belediyelerin anlaşmazlığı, kanuni engeller derken Yalova’nın yeni yüzü olmaya hazırlanan vapur harabeye döndü.
Tumblr media
    İnkılâp gemisi, 1961 yılında yolcu vapuru olarak yaptırılan dünyanın son 4 buharlı vapurundan biri olarak biliniyor. Eski buharlı gemilerden biri olması dolayısıyla hizmet dışı bırakılan İnkılâp vapuru, Yalovalılara hizmet vermesi planlanarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin de kararı ile Yalova belediyesine 25 Bin Dolar karşılığında devir edilmişti. Astarı yüzünden pahalıya gelen ve eleştiri oklarına hedef olan bu yatırım, Yalova belediyesi tarafından restore edilerek nikah salonu, restaurant ve müze olarak hizmet vermesi planlanıyordu. Fakat Yalova'ya getirilen tarihi vapurda başlatılan restorasyon işlemleri belediye yönetiminin değişmesi ve firmaya olan borçlar nedeniyle durdu. Tarihi vapurun akıbeti hala belirsizliğini koruyor.
Tumblr media
    Restorasyon yarım kaldı, vapur harabeye döndü
Yalova’da önceki dönemde Belediye Başkanlığı yapan Barbaros Binicioğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden 25 bin dolara satın alarak Yalova’ya getirttiği ’İnkılâp Vapuru’, restoran veya otel olarak kullanılması için 22 yıllığına bir turizm şirketine ihaleyle verildi. İhale ardından ’İnkılâp Vapuru’nu otel yapmayı planlayan şirket yetkilileri, vapura ek kat yaptırdı. Eski Başkan Barbaros Binicioğlu bu duruma tepki göstererek, vapurun orijinalliğinin korunması gerektiğini belirtti. Tartışmalar sürerken, İnkılap’a gemi belgesi alınamaması üzerine belediye sözleşmeyi feshetti. Sözleşme feshedildiği için restorasyon çalışmalar durduruldu. Vapurun düzenlenmesi yarım kalınca görüntüsü içler acısı bir hal aldı. Yeni dönem Yalova Belediye Başkanı Yakup Bilgin Koçal , restorasyon sırasında verilen zarardan rahatsızlığını şöyle belirtiyor: ‘’ Vapurun eski hali daha da güzeldi, yeni çalışmalar beni rahatsız etti. Restorasyon eski haline benzemeyen bir halde deyim yerindeyse elde patladı. Hem kıyıdaki görüntüyü bozması açısından, hem de tarihi bir geminin bu şekilde tahrip edilmesi oldukça üzücü’’ dedi.
  Vapura kaçak kat yapıldı
Vapurun binbir emekle ve maddi harcamalarla Yalova’ya getirilmesinin ardından düzenleme çalışmaları hızla başladı fakat bu çalışmalar hukuki engellere takıldı. Tarihi vapur turistik ve ekonomik getiriler için hazırlanmaya başlandığı için büyüklüğü yeterli gelmedi. Otel, restoran gibi bölümler için geminin üstüne 2 kat daha yapılmaya başlandı. Fakat ortada bir yanlış vardı. İhaleyi alan firmanın ihale şartnamesine uymayan ve kıyı kanununa takılan yönü vapura kat çıkılması ve bu katların yüksekliği idi. Kıyı kanununa göre bu yapılar 5.5metreyi geçmemeli idi. Koçal; ‘’ Vapurun yüksekliği çıkılan katlarla birlikte 7 metre olunca sıkıntı oluşturdu. Bu tip tekne örnekleri kıyıda yüzer vaziyette halatla bağlı olduklarında sorun olmuyordu. İnkılap’ın kaybettiği nokta kıyıya alınıp altına betonla sabitlenmesi oldu. Sabitlendiği için bu bina sınıfına giriyor ve işler bu yüzden karıştı. Bir yandan da imar yasasına takıldı.’’ Dedi.
İnkılap vapurunun tadilat çalışmalarında vapurun baca ve bazı aksanlarının sökülerek adeta çelikten yapılmış bir apartmana dönüştüğünü, ihaleyi kazanan firmanın vapurda onarım ve tadilatları aslına uygun yapmadığını açıklayan eski belediye başkanı Barbaros Binicioğlu, Yalova Cumhuriyet Meydanı’nda imar ve kıyı kanunun ihlal edildiğini söyledi. Binicioğlu, “Ne kadar acıdır ki Yalova Valisi’nin, Yalova Belediye Başkanı’nın, Yalova Cumhuriyet Başsavcısı’nın gözü önünde İmar ve Kıyı Kanunu ihlal ediliyor. Deniz dolgu alanlarına böylesi bir kaçak yapılaşma olamaz. Burada yapılan gecekondu bir yapılaşmadır. İnkılap vapuru dört kata çıkartılmıştır. Yalova Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve İçişleri Bakanlığı’na da suç duyurusunda bulundum” şeklinde konuştu. 
Tumblr media
Belgeseli Çekildi
Yıllarca insanlara hizmet etmiş, yorulduğunda köşesine çekilen emektar vapurun bir de belgeseli hazırlanıyor. A Takımı, Zaga, Çapraz Ateş, 5 Kere 5 gibi başarılı televizyon programlarının yapımcılığı ve yönetmenliğiyle en son MTV Türkiye'nin Genel Yayın Yönetmenliği'ni üstlenen Halil Şafak Bakkalbaşıoğlu'nun son belgesel projesi, 1960'lı yıllardan 2004'e kadar İstanbul'un mavi sularında boy gösteren buharlı vapurların serüvenini anlatıyor. Son buharlı vapurların, başta İnkılap olmak üzere Ali İhsan Kalmaz, Turan Emeksiz, Harbiye, Kanlıca, Kuzguncuk, Anadolu Kavağı, Pendik, Ataköy vapurlarının ve "bu vapurlar bizim vatanımız gibiydi" diyen, kaptanından kamarotuna, İstanbul sevdalılarının hikâyesi anlatılıyor. Yalova Belediyesi tarafından çekilen İnkılap vapurunun Yalova’ya getiriliş görüntüleri de belgesele eklendi. Belgeselde, geminin çalıştığı günlerden başlayarak Yalova`ya getirilişi ve Vapurun restorasyonuna kadarki süreç anlatılacak.
1 note · View note
haberheryerde · 11 years
Photo
Tumblr media
0 notes
haberheryerde · 11 years
Text
Japon Kızılhaç’ı Yaptı, Kullanılmadan Çürüdü
Esra Özdilim
Maddi ve manevi birçok yara açan Büyük Marmara depreminden sonra Japon Kızılhaç’ının Yalova’da Çocuklar için akıl-ruh sağlığı Rehabilitasyon merkezi olması için yaptırdığı bina, aradan 13 yıl geçmesine rağmen bakanlıklar arasında paylaşılamadığı ve sürüncemede kaldığı için çürümeye terk edildi.
Japonların Kızılhaç’ı 17 Ağustos 1999 depreminden sonra bölgeye gelerek incelemelerde bulundu ve Yalova’nın Gökçedere mahallesine 4.5 milyon dolar hibe ederek çocuklar için akıl ruh sağlığı kliniği olarak kullanılması için bir hastane yaptırdı. Fakat aradan 13 yıl geçmesine rağmen bir hasta bile tedavi edilemeyen bina çürümeye başladı. Hakkında misyonerlik faaliyetlerine kadar varan birçok söylenti de dolaşan hastane binası birçok bakanlık ve Kızılay arasında bürokratik işlemlere takılarak gidip geliyor. Özellikle kadın ve çocukların ruh sağlığını tedavi etme amaçlı kurulan hastane için geçerli bir çözüm üretilemediği için de yapımı 2003 yılında bitmiş olan bina hala kullanıma açılamamış ve yağmalanmış, harap olmuş halde akıbetini bekliyor.
Tumblr media
  Bakanlıklar ve Kızılay arasında gidip geliyor
Kızılhaç ilk önce binanın sağlık bakanlığına devrini yapmak istiyor fakat o arada Kızılay daha ilgili olduğu için onlar devrini alıyor. Kızılay hastane olarak kullanmıyor ve Sağlık Bakanlığına devrediyor. Sağlık bakanlığı hastanenin akıl ruh sağlığı merkezi olarak kullanılamayacağını, buna uygun olmadığını düşünerek farklı bir dalda çalıştırmayı düşünüyor fakat Kızılhaç buna müsaade etmiyor. Bina tekrar sağlık bakanlığına devrediliyor. Bakanlık ve Kızılay tarafından yıllarca değerlendirilemeyince binada çürümeler, hasarlar oluşuyor. Belediye binayı himayesine almak istiyor fakat bürokratik engellerden dolayı alamıyor. Yine kanuni engeller vesilesiyle bina üniversite çok istediği halde teslim edilmiyor. Orman arazisi olduğu için orman bölge müdürlüğü de engel koydu. Sonra bir formül bulunuyor; Sağlık Bakanlığına verilirse sağlık bakanlığı üniversiteye devredebiliyor. Onarımı yaparak üniversiteye verilmesi şartıyla kabul ediliyor. Bütün bu hengâmenin arasında yağmalanmış, bakır kabloları sökülmüş ve içindeki işe yarar malzemeler çalınmış olan,75 yatak ve toplam 275 hasta kapasiteli bina tarihi boyunca farklı hizmet çeşitleriyle kullanılmak isteniyor. Eski Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan zamanında otel olarak kullanılması gündeme gelen bina, Kızılay tarafından da zengin yaşlılara yönelik, Türkiye’de yalnızca iki adet bulunan yaşlılar evi olarak hizmete sunulmak istense de Kızılhaç binayı yaparken başka amaçlarla kullanılmaması için şerh koyuyor. Yalova Üniversitesi tarafından kullanılmak istense de şerh yüzünden herhangi bir işlem yapılamıyor. Kızılhaç’ın izni dışında kullanım ise hem ülkeler arası güvensizliğe hem de diplomatik krize yol açacağı söyleniyor.
Tumblr media
  Üniversiteye verilirse TIP Fakültesi'nin Çekirdeği Olacak
Çocuklara yönelik akıl ruh sağlığı rehabilitasyon merkezi olarak yapılan bina şimdilerde Yalova Üniversitesi tarafından Tıp Fakültesi binası olarak isteniyor. Binanın tahrip olma seviyesi yüzünden ilk önce Sağlık Bakanlığına devredildi, hasarlar onarıldıktan sonra üniversiteye devredilmesiyle gündeme geldi. Binanın devredilmesi için canla başla uğraşan Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu, "Burası TIP fakültesinin çekirdeği olacak. Termal'de fizik tedavi ve rehabilitasyon meslek yüksekokulunu kurduk. Bundan sonraki ilk aşama; Sağlık Bilimleri Fakültesi ardından da TIP fakültesini açmayı hedefliyoruz" dedi. Cumhuriyet tarihinin ikinci kadın valisi olma ünvanını taşıyan Esengül Civelek, rehabilitasyon merkezinin akibetindeki belirsizliği kaldırmak için çalışmalara başladı. Vali Civelek, binanın üniversite bünyesinde kullanılmasına destek veriyor. Halk Sağlığı Merkezi Müdürü Dr. İbrahim Dedecan; ’’Şu an yapılacak en doğru şey şerhin kaldırılması. Tıp fakültesine verilmesi eğitim şehri Yalova olma yolunda güzel bir adımdır. Bundan sonra farklı alternatifler değil sadece ona odaklanmak lazım. ‘’ dedi.
Tumblr media
  ‘’Kabahatli Kızılhaç ve bürokrasi’’
Hastane binasının kullanılamaması ve harap olması konusunda Yalova’da birçok yetkili rahatsız. Son devredilen bakanlık olan Sağlık Bakanlığı’na bağlı İl Sağlık Müdürlüğü de bu kurumlardan biri. Binanın Türkiyedeki bürokrasinin olumsuz etkilerini gösteren tipik bir örnek olduğunu söyleyen Yalova İl Sağlık Müdürü Ali Daştan: ‘’Depremden bu yana kullanamamışız, hastane binası ihtiyacımız olduğu halde hala da kullanamıyoruz. Binanın bu halde olması bizi de üzüyor. Onarım bitince biz teslim alacağız. Üniversiteye devrini yapacağız. Fakat burada suçlu kim? Başta Kızılhaç buraya bir hastane yaptıysa bunu istediğimiz gibi kullanabilmeliyiz. Japon yetkililer illa çocuklara yönelik akıl ruh sağlığı merkezi olsun diyor. O düzeyde sadece çocuklara yönelik Türkiyede rehabilitasyon merkezi yok. Sağlık bakanlığı da Yalova gibi küçük bir ilde böyle bir hastaneye zaten ihtiyaç olmaz diye düşünmüş. dal hastanesi olmasını istemiş fakat Kızılhaç binanın başka amaçlarla hizmetlerle kullanılmaması için şerh koymuş. Şerhi koymakla başta kabahatli Kızılhaç. Bir de Türkiye bürokrasisi. Herkes kendine pay biçiyor fakat binanın kullanılması için gerçek çabayı gösteren yok.’’ Diyor. Durumun yalnızca şerhle de alakası olmadığını, yapılan yanlış planlamalarla da alakalı olduğunu belirten eski İl Sağlık Müdür yardımcısı, şimdi Halk Sağlığı Merkezi Müdürü olan İbrahim Dedecan; ‘’ 99’dan sonra tabi ilimizle ilgili deprem sonrasında travmayla ilgili endişeler gösterilerek yapılan bir planlama. O özel durumun yapısı nedeniyle arazinin altyapı sorunu çözülmeden, kurumlar arası durum çözülmeden planlama yapıldı. Asıl sorun bundan kaynaklanıyor. Ayrıca şerh ülkemizin, kurumlarımızın önünü kesen bir şey. O dönemde yapılmış olmak için yapıldı ve pratikte hizmetin yürüyemeyeceği şekilde yapılmış oldu. Sağlık bakanlığının planlaması içinde Yalova gibi bir yerde böyle bir hastane yoktu. Çünkü yeni yapıda her yere her türlü merkezin açılması belki iyi gibi görünüyor fakat kolay ulaşılabilirlik kaliteli hizmet anlamına gelmiyor. Bazı özellikli birimlerin daha büyük alanlarda ve topluluklarda yapılması gerekiyor.’’ Dedi. Binanın durumuna üzüldüğünü belirten eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan ise;  “Böyle bir şey Japonya’da olsa, neden olanlar harakiri yapar” diye belirtti.
  Belirsizlikler içerisine sürüklenen tesis hizmete sokulamadan çürümeye terk edildiği için rahatsız olan birçok vatandaş ve yetkili olsa da meselenin çözümü yine Japon Kızılhaç’ına kalıyor. Zamanla sıva ve boyaları zarar gören, bakımsızlık nedeni ile iç bölümlerinin de yer yer dökülmeye başladığı binanın bazı bölümlerinin camları da kırıldığı için şerh kalksa bile onarım yüzünden kullanımı gecikeceğe benziyor. CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce tarafından da bir soru önergesi ile TBMM gündemine taşınan tesisin durumu hakkında kesin bir adım atılmıyor. Hal böyle olunca da tesis terk edildiği bu halden kurtulacağı günü beklemeye koyuluyor.
0 notes
haberheryerde · 11 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
esrefoglu galeri 
0 notes
haberheryerde · 11 years
Text
Tahrip edilen tarih: Eşrefoğlu Camii
Konya’nın Beyşehir ilçesinde bulunan, özgün yapısıyla dikkat çeken Eşrefoğlu Camii, restorasyon sırasında tarihi dokusuna ciddi zararlar verildiği için çok zor günler geçirmiş… camii nin savunuculuğunu, bu işe gönül vermiş insanlar yapmakta. Sorumluları her ne kadar haklılıklarını savunsa da…
Tarihi canlı tutmak için büyük öneme sahip olan restorasyon çalışmaları, işin ehli olmayan insanların eline kalınca üzücü bir tahribata neden oluyor. Bu tahribatlar dünyanın birçok yerinde farklı şekillerde cereyan ettiği gibi ülkemizde de görülüyor.. Anadolu Selçuklu sultanlarının ihtişamlarını yansıtan han, hamam, cami, kervansaray, imarethane, köprü ve çeşme gibi eserler tarihin tahribinden çok restorasyon çalışmaları sırasında özelliklerini yitirmişler. Selçuklu mimarisinin yaşayan/yaşadığını zannettiğimiz en büyük örneklerinden birisi olan Eşrefoğlu Camii de bize miras bırakılan bir çok eser gibi restorasyon adı altında yapılan tahribattan nasibini almış.
Tumblr media
  700 yıllık tarih
Selçuklu beylikler döneminin en seçkin eserlerinden biri olan Eşrefoğlu Camii 1296-1299 yılları arasında Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Halil Bey tarafından yaptırılmış. Dönemin ticaret yolları üzerinde bulunduğundan bir bedesten, hamam ve kervansaraya da sahip olan cami, Konya'nın Beyşehir ilçesinin kuzeyinde, İçerişehir Mahallesi'nde Beyşehir Gölü kenarında yer alıyor.. Anadolu’daki ahşap direkli camilerin en büyüğü olan Eşrefoğlu Camii, çok sayıda ahşap sütun kullanılarak inşa edilmiş. Tarihin bile gölgeleyemediği motiflerle bezenmiş “Taç Kapı’’ya sahip. Caminin mihrabında bulunan mozaik ve çiniler turkuaz ve mor renkleriyle göz alıyor. Minberi tamamen ceviz ağacı kullanılarak yapılmış. Minber “Kufi Yazı’’denilen köşeli yazıyla  ‘Allah, Muhammed ve Dört Halife’ isimleriyle süslenmiş. Caminin yanındaki Eşrefoğlu Türbesi de Selçuklu türbelerinin son örneklerinden.
Ahşap işçiliğinde ilerlemiş olan Anadolu Selçukluları, korunması zor olan ahşap eserlerin kuruyup çatlamasını engellemek için de tedbirler geliştirmiş. Eşrefoğlu Camii’ndeki bu eşsiz işçiliğin korunması için de kış aylarında camiinin damındaki kar, çatının ortasındaki boşluktan ortadaki “karlık” adı verilen havuza atılmış ve sobalar sayesinde ortam nemlendirilerek ahşap sütun ve eserlerin çatlayıp kuruması engellenmiş.
Tumblr media
Restorasyon ve tahrip
Eşrefoğlu Caminin bugünkü durumu mirasımızı yaşatma ve koruma konusunda yeterince duyarlı olunmadığını gösteriyor. Alanında uzman olmayan kişilere yaptırılan restorasyon çalışmaları bu tarihi zenginliğin göz göre göre orijinalinden uzaklaşmasına yol açmış. 16. yüzyıldan buyana çeşitli dönemlerinde restorasyon edilen  cami, cumhuriyet döneminde de birkaç restorasyon görmüş. Camii tarihindeki en büyük restorasyon tahribatını 1941 ve 1999 yıllarında atlatmış.
Ahşap direklerin nem ihtiyacını karşılamak için yapılan ‘’Karlık” havuzu merhum Başbakan Adnan Menderes dönemindeki onarım sırasında üstü camla kapatılmak suretiyle asıl işlevinden uzaklaştırılmış. Bu düzenleme nem alamayan ahşap direklerin çatlamasına neden olmuş, çatlayan direkleri macunla ve vernikle bilinçsizce onarma girişimi ise tüm orijinal yapıya adeta bir balta vurmuştu. Yapılan yanlış çalışmalar bununla da kalmamış.  camii içi süslemeleri zamanında kök boyasıyla boyanmıştı, ama bu dönemde yapılan restorasyon sırasında alakası olmayan bir takım renklere büründürülmüş. Ahşap bölümlerin korunması amacı ile kullanılan macun ve vernikle orijinal yapısı bozulan sütunlar üzerlerine yapılan yeni çizimler ile caminin tarihi dokusu büyük oranda bozulmuş. Restorasyon amaçlı gelen ustalar-ki bu ustaların gerçek restore ustası değil de sıradan usta oldukları söylenmekte- caminin çeşitli yerlerinde yaptıkları telafisi güç yanlışların yanı sıra camiyi de kirletmekten geri durmamışlar. Cami görevlisi tarafından ikaz edildikleri öğrenilen restore işçileri temizliğin cami görevlisinin işi olduğunu savunarak tarihi dokuyu onarım sırasında titiz çalışmamışlar. 
Tumblr media
  Eserlerin yurtdışı serüveni
Cumhuriyet döneminde başlayan restorasyonlar dönem dönem sürdürülerek günümüze kadar gelmiş. Bu süreçte cami üzerinde uygulanan çalışmalar bir tarihi parça parça yok etme hikâyesine dönüşmüş. 1941/1999 yılları arasında yapılan restoreler sırasında tarihi eser kaçakçıları da boş durmamışlar.
İçeride ahşap, Kündekari sistemle yapılmış bir kapı  var .İç kapının panoları çalınmış ve 1999 yılında Danimarka ya götürülmüş. Bu kapının panolarının ülkemize iade edilmesi 6 yıl sürmüş. Şu anda camide bulunan panolar orijinal değildir. Orijinal panolar Konya Sahip Ata müzesinde sergilenmektedir. Camideki antika halıların da bir kısmı bir restorasyon çalışması sırasında kaçırılarak yurtdışına götürülmüş. Yurtdışında satışa sunulan bu halılardan bazıları Londra da ortaya çıkmış, fakat Londra’daki halılar geri getirilememiştir. Geriye kalan halılar ise “Konya Müzesi’’ve “İstanbul Türk İslam Müzesi’’nde sergilenmekte.
Ayrıca Sultanların suikaste uğramadan emin bir şekilde ibadet edebilmeleri için özel olarak yapılan “Sultan Mahfeli’’nde bulunan kalem işiyle süslenmiş bez kumaşlar da onarım sırasında önemi anlaşılmayarak sökülmüş. Tarih kokan birçok kalem işi süslemenin akıbeti konusunda bir bilgi bulunmamakta.
Tumblr media
  Hamam tamamen yenilenmiş
Ticaret yollarının üzerinde bulunan Eşrefoğlu Beyliği hem halkına hem de kervansaraylarda konaklamaya gelen misafirlerine Türk kültürünün değişilmez unsurlarından olan hamam kültürünü de en iyi şekilde sunmuş. Şimdilerde bu hamamın yerinde bambaşka bir hava, yabancı bir koku var. Hamamın gerçeğini ancak fotoğraflardan görebiliyoruz. Tamamen değiştirilen hamam, lüks otellerin banyolarından farksız. Fotoğraflarda gördüğümüz tablolar, çeşme kurnaları ve çeşitli süslemeler artık yerinde yok. Sadece “Cehennemlik’’ yani göbek taşı denilen yerin bir kısmı hala ayakta. Göbek taşının orijinalliği konusunda ise kesin bir bilgi yok. Tarihi dokusu tamamen değiştirilen bu hamamda yıkananlar artık o eski su sesini ve o sıcaklığı duyamıyor.
Roma’dan kalma lahitler
Medeniyetlerin beşiğinde kurulan Eşrefoğlu Beyliği cami yapımı sırasında çevre köylerden roma döneminden kalma lahitler, sütunlar ve bazı süsleme taşlar getirtmiş. Taç kapının sağında sebil olarak bilinen insan figürlü mermer lahit roma yapısı olup devşirilerek bu yapıda kullanılmış. Sanat tarihçi Sevgi Işıklı: ‘’bu lahit Aristo’nun ve öğrencisinin ders halini temsil etmektedir. Yıllarca sebilin altında adeta kendini saklayan bu lahitin önemini anlayamayan insanlarımız “camide ne işi var’’düşüncesiyle lahitin baş kısımlarını kopararak tahrip etmişler.”  Dedi. Ayrıca Roma döneminden kalma sütunlar şimdi ilçe merkezindeki parkların ve restoranların giriş kısımlarında dekor amaçlı kullanılıyor. Bu durum da tarihi mirasa olan hassasiyetimizin ne denli zayıf olduğunun açık bir göstergesi.
Daha çok hassasiyet
Birçok tarihi eserimizi yanlış restorasyona kurban ediyoruz. Kendine özgü bütün dokusunu, geçmişini ve görmüşlüğünü yanlış restorasyonla yok ederken aslında kendi içimizden de bir şeyler götürdüğümüzün farkında değiliz.-Herkes köşesine çekilip kültürel mirasına vurulan darbeyi görmezden geldikçe daha çok eserimiz kendini aslından çok uzakta bulmaya devam ediyor. Bu hazine değerindeki eserlerin restorasyonu uzman kişiler tarafından titizlikle yapılmalı. Restorelerin tarihi dokuya uygun olması için bu çok önemli. Eserin en ufak bir parçasını kurtarmak için gerekirse aylarca çalışılmalı. Viyana’da bir kilisede yapılan restorasyon çalışması tam dört yıl sürmüş ve aslına en uygun onarım için bütün uzmanlar titizlikle çalışmışlardır. Bizde ise sigortasız işçilerle yapılan çalışmalarda eseri kurtarmaktan çok tahribat yapılmaktadır. Tabi ki işini layıkıyla yapan restorasyon uzmanlarının hakkını da vermek gerek. alın terleriyle bu eserlere hayat veren insanlar tarihimizin asıl kurtarıcılarıdır.
Tumblr media
Yılın 365 günü yerli ve yabancı turistlerin akınına uğrayan bu cami Türkiye’nin en önemli tarihi miraslarından biri.  Cami imamı restorasyon çalışmaları kapsamında çıkan zorluklar sebebiyle emekliye ayrılmış, yeni atanan imam ise aldığı eleştiri ve uyarılara rağmen elinden geldiği kadar sesini duyurmaya çalışıyor. İşin sorumluları her ne kadar yaptıklarını savunsa da, tarihi dokusu ciddi zarar gören Eşrefoğlu Camii’nin hamiliğini şimdilerde bu işe gönül vermiş insanlar yapıyor. Sanat tarihçileri, cami imamı ve çevre sakinlerinin duyarlılığı sayesinde tahribat mümkün olduğunca engelleniyor. Amele İsa’nın oymacılığına uzanan amele ellerin tahribatına engel olmak için kollarını sıvamış birkaç gönüllü görmek gelecek açısından umut verici. Umarız Eşrefoğlu Camii’n de görülen restorasyon yanlışlıkları başka yapılara sıçratılmaz. 
Esra Özdilim & M. Bilge Yılmaz
0 notes