Text
HARLEQUİN VALENTİNE
Günlerden 14 Şubat, çocukların çoktan okuluna gittiği, kocaların arabalarına binip işyerlerine doğru yola çıktıkları veya tren istasyonunun peronunda durmuş, soğuk yüzünden paltolarının yakasını yukarı kıvırmış, nefeslerinin sigara dumanı gibi havaya karışmasını izleyerek toplu taşımanın nimetlerinden yararlanmayı bekledikleri saatlerde kalbimi Missy'nin ön kapısına raptiyeliyorum. Kalp, kırmızının kahverengi denecek kadar koyu bir tonu, neredeyse ciğer rengi. Ardından kapıyı çalıyorum, sertçe, tak-ta-tak!
Ve değneğimi, sopamı, biricik güven kaynağım olan mızrağımı alıp soğuyan hava gibi ayaza karışıyorum.
Missy, kapıyı açıyor. Yorgun görünüyor.
"Birtanem ... " diye fısıldıyorum ama beni duymuyor.
Başını çevirip sokağın başını sonunu kontrol ediyor. Gelen giden yok. Uzakta bir kamyonun gürültüleri. Mutfağa dönüyor ve ben rüzgar gibi, fare gibi, rüya gibi sessiz, dans ederek peşi sıra mutfağa dalıyorum.
Missy, mutfak rafındaki karton kutudan sandviç torbasını ve lavabonun altından temizlik malzemelerini alıyor.
Mutfaktaki kağıt havludan iki yaprak kopardıktan sonra ön kapıya dönüyor. Boyalı ahşaptan raptiyeyi söküyor -benim raptiyemdi- ve onu ... sahi, nerede bulmuştum? Hatırlamaya çalışıyorum... Gaskonya'da mı? Belki Twickenham'dı? Yoksa Prag mıydı?
Raptiyenin üzerinde beyaz suratlı bir Pierrot resmi var.
Raptiyeyi söküyor, kalbi plastik sandviç torbasına koyuyor. Kağıt havluyla ve temizlik malzemeleriyle ovalayarak kapıdaki kanı siliyor, sonra raptiyeyi yakasına takıyor, beyaz suratlı küçük August'ün gümüş rengi gözleriyle ve gümüş dudaklarıyla buz gibi dünyaya baktığını görüyorum.
Napoli! Birden aklıma geldi. Onu Napali'de tek gözlü bir kocakarıdan almıştım. Seramik bir pipo içerdi. Uzun zaman önceydi.
Missy, temizlik malzemelerini mutfak masasına bırakıp annesinden kalma mavi paltosunu giyiyor, birer birer ilikliyor düğmeleri ve sonra içinde kalp olan sandviç torbasını kararlılıkla cebine kaldırıp sokağın yolunu tutuyor.
Gizlice, bir fare kadar sessiz takip ediyorum onu; bazen tepesinden bakarak, bazen dans ederek ama o asla beni görmüyor, bir an bile, mavi mantosuna daha sıkı sarılıp küçük Kentucky kasabasını bir uçtan bir uca kadar geçip mezarlığa giden eski yola sapıyor.
Rüzgar şapkamı uçurdu uçuracak ve bir an için şapkamı tutturmakta kullandığım raptiyeyi kaybettiğime pişman oluyorum. Ama aşığım ve bugün Sevgililer Günü. Fedakarlık gerekli.
Missy, yürürken mezarlığa gittiği uzun, demir mezarlık kapısından içeri girdiği diğer zamanları hatırlıyor: Babası öldüğünde; çocukken okuldan arkadaşlarıyla Cadılar Bayramı'nda parti yapıp birbirlerini korkuttukları gecelerde; herkesten gizlediği sevgilisi eyaletler arası otoyolda üç arabanın çarpışmasıyla oluşan bir trafik kazasında hayatını kaybettiğinde. Cenazenin sonuna kadar beklemiş, gün sona erip bütün işler tamamlandığında gün batımından hemen önce mezarın başına dönüp bembeyaz bir leylak bırakmıştı.
Ah Missy, senin vücudunu ve ruhunu anlatan, dudaklarını ve gözlerini öven şarkılar mı söylemeliyim? Sevgilin olarak binlerce kalp vereceğim sana.
Gururla asamı havalarda sallayıp birlikte mezarlık yolunda yürürken bütün ihtişamımla dans edip şarkılar söyleyeceğim sessizce.
Alçak tavanlı gri bir bina. Missy, kapıyı ittiriyor. Masanın başında oturan kıza ne var ne yok gibi sorular soruyorlar ama okuldan yeni mezun olmuş kız, anlaşılır bir yanıt vermek yerine art arda kare bulmaca çözüyor, sayfalarca kare bulmaca. Arayabileceği birileri olsa şirket telefonunu kişisel görüşmeleri için kullanırdı ama arayacak kimsesi yok ve görebildiğim kadarıyla hiçbir zaman olmayacağı da gün gibi aşikar. Yüzü sivilcelerle ve kuruyup gitmiş sivilcelerin izleriyle dolu, bunları kafasına takan kız kimseyle konuşmuyor.
Hayatının nasıl akıp gidebileceğini gözümde canlandırıyorum: Evlenmemiş ve hatta dokunulmamıış olarak on beş yıl içinde, meme kanserinden ölecek, onu aynı mezarlıkta adının yazılı olduğu bir taşın altına gömecekler ve memelerine dokunan ilk el lahana çiçeği gibi büyüyen tümörü almak için onları kesen doktorunki olacak. "Şunun büyüklüğüne bak, niye kimseye söylememiş?" diye soracak doktor, asıl önemli olan noktayı tamamen gözden kaçırarak.
Yanağına nazikçe bir öpücük kondurup kulağına güzel olduğunu fısıldıyorum. Sonra bir, iki, üç kere asamla kafasına vurup kurdele takıveriyorum üzerine.
lrkilip gülümsüyor. Belki bu gece sarhoş olup deliler gibi dans eder ve yüzünden çok memeleriyle ilgilenen hoş bir gence bekaretini verir ve belki bir gün onu seven, yanında olan o erkek, memesine dokunurken, "Hayatım burada garip bir şişlik var, doktora göründün mü?" diye sorar.
Sivilceler ve izleri çoktan kaybolmuş, öpücükler eşliğinde geçmişin sayfalarına karışmıştır.
Ama şimdi Missy'yi yanlış yönlendirmiş oldum. Mavi paltonun koridorun sonundaki odaya girdiğini görene dek koşup halı kaplı koridoru geçiyor, Missy'nin peşinden banyolara özgü o yeşil fayanslarla döşenmiş buz gibi odaya dalıyorum.
Koku inanılacak gibi değil; ağır, katlanılmaz. Her tarafa sinmiş. Leke içinde laboratuvar önlüğü giymiş şişko adam kullan-at ameliyat eldivenleri giymiş ve burnunun altına ve dudağının üstüne ince bir kat mentol sürmüş. Önündeki masada bir ceset yatıyor. Zayıf, parmakları nasırlı, yaşlı, siyahi biri. Kaytan bir bıyığı var. Şişko adam henüz Missy'yi fark etmedi. Bir kesik atıyor, emme sesini andıran ıslak ses eşliğinde deriyi soyuyor. Dışı ne kadar kahverengi, içiyse ne kadar pembe ...
Portatif radyodan klasik müzik melodileri yükseliyor.
Radyoyu kapıyor Missy . "Merhaba Vernon!" "Selam Missy," diyor şişman adam. "Eski işini geri iste meye mi geldin?" Adamın doktor olduguna karar veriyorum, fazlasıyla şişman, tam bir tosbağa, Pierrot olamayacak kadar iyi beslenmiş ve Pantoloon olamayacak kadar kibirsiz. Missy'yi gördüğü için sevinçten havalara uçtu, yüzündeki kırışıklıkların yukarı kıvrılışından belli, Missy de ona gülümseyince kıskanıyorum. (Şimdilik Missy'nin mavi mantosunun cebindeki sandviç torbasında olan) Kalbime bıçak saplanmış gibi hissediyorum, acısı şapka iğnesiyle kalbimi onun kapısına iğneledigim zamanınkinden bile beter.
Kalbimden bahsetmişken, onu cebinden çıkarıp adli tabibe gösterdi. "Bunun ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu.
"Kalp," diyor adam. "Böbreklerin kapakçıkları olmaz, beyin ise daha büyük ve daha kıvrımlıdır. Nereden buldun?" "Senin söyleyeceğini umuyordum oysa," diyor Missy . "Buradan gelmedi mi? Sevgililer Günü kartı olarak bunu vermeyi sen akıl etmedin mi, Vernon? Kapıma çivilenmiş bir insan kalbi?" Doktor başını iki yana sallıyor. "Burayla bir ilgisi yok, polisi aramamı ister misin?" diyor.
Başını iki yana sallıyor, Missy. "Bende bu şans varken seri katil olduğuma karar verip beni elektrikli sandalyeye yollarlar." Doktor, sandviç torbasını açıp eldivenli parmaklarıyla kalbi inceliyor. "Yetişkin, sağlıklı, kalbine iyi bakmış ... " diyor. "Bir uzman tarafından kesilmiş." Bu sözler üzerine gururla gülümsüyorum ve masadaki ölü siyahi adamla konuşmak için ona doğru eğiliyorum; göğüs kafesi açık, parmaklarındaki nasırlar bas çaldığının işareti. "Git buradan Harlequin!" diye mırıldanıyor Missy'yi ve doktoru ürkütmemek için alçak sesle. "Kimsenin başını belaya sokma!" "Sus bakayım! Ne zaman istersem o zaman ortalığı karıştırırım," diyorum. "lşlevim bu." Ama bir an içimdeki boşluğu hissediyorum: Arzu doluyum, neredeyse Pierrot gibiyim. Ah, bir Harlequin'e yakışır mı böylesi!
Ah Missy, seni dün sokakta gördüm ve Al'ın süpermarketine kadar takip ettim, içim coşkuyla, heyecanla doldu.
Beni sürükleyecek, beni benden alacak biri olduğunu hemen anlamıştım. Sevgililer Günü kraliçem olduğunu seni ilk gördüğüm andan itibaren biliyordum.
Dün gece doğru dürüst uyuyamadım, bir sağa bir sola dönüp durdum, çarşafın arasında debelendim. Üç ayık bankacının Madam Zora'nın barındaki travestilerle kendilerini küçük düşürmelerine neden oldum. Kimsenin görmeyeceğine emin olarak uyuyanların yatak odalarına dalıp ceplerine ve yastıklarının altlarına gizemli, egzotik maceraların delillerini sakladım ve kanepe minderlerinin arasına veya takım elbiselerin iç ceplerine kolayca bulunabilecek süslü iç çamaşırları sakladım ve bunların ertesi gün ne kavgalara yol açacağını hayal ederek çok eğlendim. Ancak kalbimi işime veremiyordum, tek görebildiğim Missy'nin yüzüydü. Ah, aşık bir Harlequin ne acınası bir yaratıktır.
Acaba hediyemle ne yapacaktı? Bazı kızlar kalbimi fırlatır atar; diğerleri bana geri vermeden önce ona dokunur, öper, okşar, sevgileriyle boğar. Bazıları ise onu görmez.
Missy, kalbi geri alıp sandviç torbasına koyuyor, ağzını sıkıca bağlıyor torbanın.
"Onu yakmalı mıyım?" diye soruyor.
"Yakabilirsin. Kazanın nerede olduğunu biliyorsun ... " diyen doktor, otopsi masasındaki ölü müzisyene dönüyor.
"Eski işini geri alman konusunda ciddiydim . Iyi bir asistana ihtiyacım var." Kalbimin küllere ve dumana dönüp gökyüzüne yükseldiğini dünyayı kapladığını hayal ediyorum. Bu konuda ne düşündüğüme tam olarak emin değilim ama Missy, dudaklarını kararlılıkla büzüp başını iki yana salladıktan sonra adli tabip Vernon'la vedalaşıyor. Kalbimi cebine koydu, binadan çıkıp mezarlık yolunu kullanarak şehir merkezine dönüyor.
Peşine takılıyorum. Biraz iletişimin zararı olmayacağına karar veriyorum ve beli bükülmüş yaşlı bir kadın kılığına girerek markete giden yolda karşısına çıkıyorum, kostümümü yıpranmış bir pelerinin altına gizledim, kapüşonu maskeli suratımı gizliyor. Mezarlık yolunun bittiği yerde yolumu değiştirip önünü kesiyorum .
A, benim güzel kızım, diyorum ona yaşlı kadın sesiyle ...
Beli bükülmüş bir ihtiyara verecek sadakan var mı? Karşılığında sana gelecekle ilgili öyle bir kehanette bulunacağım ki gözlerin mutluluktan parlayacak. Missy duruyor. Çantasını açıp bir dolar çıkarıyor.
"İşte!" diyor Missy.
Ona tanışacağı gizemli adamla ilgili neler söyleyeceğimi kafamda tasarlamıştım , siyah beyaz domino maskeli ve kırmızı sarı giyinmiş bir adam; ayaklarını yerden kesecek, onu sevecek ve asla ama asla onu terk etmeyecek biri. (Sevgililer Günü kraliçenize gerçeğin tamamını söylemek akıllıca değildir.) Ama dudaklarımdan kocakarının çatlak sesiyle, "Harlequin'i duymuş muydun?" cümlesi dökülüyor.
Düşünceli bir bakış beliriyor Missy'nin yüzünde. Sonra başını sallıyor. "Evet," diyor. "Commediadell'Arte karakterlerinden biridir. Ufak karolarla kaplı bir kostüm giyer, maske takar. Sanırım bir tür palyaço, yanılıyor muyum?" Kapüşonun gizlediği başımı iki yana sallıyorum. "Palya ço değil," diyorum ona. "O aslında ... " Ve o zaman ona gerçeği söylemek üzere olduğumu fark edip susuyorum, öksürük krizine yakalanmış numarası yapıyorum, böyle yaşlı kadınlardan hep beklenir ya! Acaba aşkın gücü bu mu? Sevdiğimi düşündüğüm diğer kadınlarla, geçen yüzyıllarda karşılaştığım diğer Sevgililer Günü kraliçeleriyle böyle bir sorun yaşamamıştım, en ufak bir rahatsızlık duyduğumu hatırlamıyorum.
Gözlerimi kısıp Missy'ye bakıyorum: Yirmili yaşlarının başlarında, dudakları bir denizkızının dudakları, gri gözleri kocaman ve anlamlı bakışları üzerime dikilmiş.
"Iy i misiniz?" diye soruyor. Biraz daha aksırıp tıksırıyorum. "lyiyim tatlı kız, nezaketine teşekkürler, bir şeyim yok," diyorum zar zor.
"Hani bana falımı söyleyecektiniz?" "Harlequin, sana kalbini verdi," diyorum kendimi tutamadan. "Ama nasıl çarptığını kendin keşfetmelisin." Şaşkın şaşkın bana bakıyor. Gözleri üzerimdeyken kılık değiştiremem veya ortadan kaybolamam ya! Donup kalıyorum, bana ihanet ettiği için sahtekar dilime çok kızgınım.
"Tavşana bak!" diyorum ona, dönüp işaret ettiğim yere baktığında, gözlerini benden ayırdığında ise ortadan kayboluyorum. Hop! Sanki tavşan deliğinden içeri düştüm. Başını çevirdiğinde ortalıkta yaşlı falcıdan, yani benden eser yok.
Missy önde, ben arkada yürümeye devam ediyoruz ama adımlarında artık sabahki heyecan yok. Öğlene doğru Missy, Al'ın süpermarketine girip bir kalıp peynir, bir kutu saf portakal suyu, iki avokado alıyor ve County One Bankası'na gidip bütün birikimi olan iki yüz yetmiş dokuz dolar, yirmi iki senti çekiyor. Çıt çıkarmadan onu takip ediyorum.
"Iyi günler Missy!" diyor, Salt Shaker Cafe'nin sahibi Missy içeri girdiğinde. Sakalı düzgün kesilmiş, siyah ama aralarda griler de var. Kalbim Missy'nin cebindeki sandviç torbasında olmasaydı hızlı hızlı çarpardı; çünkü bu adamın Missy'den hoşlandığı aşikar ve efsanevi özgüvenim bir anda yerle bir oluveriyor. Ben Harlequin'im, diye telkinde bulunuyorum kendi kendime. Baklava desenli kıyafetler giyerim, zevkler dünyasında yaşarım. Yaşayanları kandırmak için mezarından dirilen Harlequin'im ben. Maskesi ve sihirli değneğiyle Harlequin'im. Bir ıslık tutturuyorum ve özgüvenim yükseliveriyor, artık eskisi gibi dirayetliyim.
"Hey Harve!" diye sesleniyor Missy. "Bana patates köftesi ve ketçap lütfen." "Hepsi bu mu?" diye soruyor adam.
"Evet," diyor kadın. "Bu kadarı yeterli. Bir bardak da su." Harve denen adamın, hikayenin budala tüccarı Pantoloon olduğunu söylüyorum kendi kendime; onun şaşırtmacalı, kandırmacalı düşüncelerini ele geçirmeli ve kafasını karıştırmalıyım. Belki mutfakta ipe dizilmiş sosisler vardır.
Dünyada keyif verici bir kaos yaratmaya ve gece yarısından önce güzeller güzeli Missy'yle yatmaya kararlıyım. O benim kendime Sevgililer Günü hediyem. Dudaklarına öpücükler kondurmayı hayal ediyorum.
Içeride yemek yiyen başkaları da var. Iş olsun diye onlar bakmazken tabaklarını değiştiriyorum ama pek eğlendiğim söylenemez. Garson tığ gibi, bukle bukle saçları hüzünlü yüzünü örtüyor. Harve'nin yükümlülüğü olarak gördüğü için Missy'den uzak duruyor.
Missy , masaya geçip cebinden sandviç torbasını çıkarıyor. Onu masaya, tam önüne bırakıyor. Harve, afra tafrayla Missy'nin masasına gelip bir bardak suyunu, bir tabak patates köftesini ve bir şişe Heinz 57 marka ketçap bırakıyor.
"Bir de et bıçağı..." diyor kadın.
Mutfağa dönecekken adama çelme takıyorum. Küfretmesi bana kendimi iyi hissettiriyor, sanki kendime geldim.
USA Today okurken salatasıyla oynayan yaşlı adamın masasının yanından geçerken garsonu çimdikliyorum. Öfkeyle bakıyor yaşlı adama. Gülmekten kendimi alamıyorum ama sonra bir tuhaf hissettiğimi fark ediyorum. Birden yere yığılıyorum.
"O ne hayatım?" diye soruyor garson Missy'ye.
"Sağlıklı bir yiyecek, Charlene," diyor Missy. "Demir eksikliğine iyi gelir." Göz ucuyla masaya bakıyorum. Tabağındaki karaciğer rengi etten ufak ufak parçalar kesip bolca ketçaba batırarak patateslerle birlikte ağzına atıyor ve çiğniyor.
Kalbimin gül goncasını andıran dudaklarının arasında yok oluşunu izliyorum. Sevgililer Günü şakam artık hiç komik gelmiyor.
"Kansızlık mı çekiyorsun?" diye soruyor, elinde dumanları tüten kahveyle masanın yanından geçen garson.
"Artık çekmiyorum," diyor, kestiği yeni parçayı ağzına atıp yutmadan önce uzun uzun çiğneyen Missy.
Kalbimi yemeyi bitirince Missy, aşağı bakıp yerde yattığımı görüyor. Başını sallıyor. "Dışarı!" diyor. "Hemen!" Sonra kalkıp tabağının yanına on dolar bıraktıktan sonra dışarı çıkıyor.
Kaldırımdaki bir banka oturmuş beni bekliyor. Hava soğuk, sokak neredeyse bomboş. Yanına oturuyorum. Etrafında dolaşırdım ama birinin izlediğini bilince bunu yapmak çok aptalca.
"Kalbimi yedin," diyorum ona. Sesimdeki hayal kırıklığını saklayamamak beni oldukça huzursuz ediyor.
"Evet, seni bu sayede mi görebiliyorum?" diyor.
Başımla onaylıyorum.
"Şu siyah beyaz maskeyi çıkar, çok komik görünüyorsun," diyor.
Uzanıp maskeyi çıkarıyorum. Hayal kırıklığına uğradı.
"Büyük ilerleme sayılmaz," diyor. "Şimdi şu şapkayı bana ver. So payı da ... " Başımı iki yana sallıyorum. Missy, uzanıp şapkamı tuttu ğu gibi kafamda n alıyor, değneğimi de elimden ... Şapkayla oynuyor, uzun parmakları şapkanın kumaşında dolaşıp onu büküyor. Tırnakları kan kırmızısına boyanmış. Derken ge rinip gülümsüyor. Ruhum bütün şiirselliğini kaybetti, so ğuk şubat rüzgarları tir tir titretiyor beni.
"Çok soğuk," diyorum ona.
"Hayır, mükemmel, muhteşem, harika ve sihirli," diyor.
"Bugün Sevgililer Günü değil mi? Sevgililer Günü'nde kim üşür? Yılın en nefes kesici günü bu." Yere bakıyorum. Kıyafetimdeki siyah karolar birer birer solup gidiyor, hayalet beyazına, Pierrot beyazına dönüyor.
"Ben şimdi ne yapacağım?" "Bilmiyorum," diyor Missy. "Belki solup gidersin. Belki başka bir rol bulursun ... Tek edilmiş delikanlı ağlıyor sızlı yor, do lunaya yakarıyor. Sana tek gerek bir kraliçe ... " "Benim kraliçem sensin!" diyorum ona.
"Artık değil," diye karşılık veriyor. "Harlequin'i özel kı lan daldan da la konması değil mi? Kostümlerimizi değiştir dik. Rollerimizi de ... " Bana öyle bir gülümseme fırlatıyor ki! Sonra şapkamı kafasına takıyor; benim şapkamı, benim Harlequin şapka mı. Çenemin altına haf i fçe vuruyor.
"Ya sen?" diye soruyorum.
Degnegi havaya fırlatıyor. Göklere yükselip kendi etra fında dönen degnegin ucunda kır m ızı ve san kurdeleler be liriyor ve kumaşlar havada raks ederken degnek ait oldugu yere, onun eline dönüyor. Degnegin ucunu kaldınma yasıa yıp ondan aldıgı destekle banktan kalkıyor.
"Yapmam gereken şeyler var," diyor bana. "Alınacak biletler, hayal edilecek insanlar." Bir zamanlar annesine ait olan mavi manto artık mavi degil, kırmızı karolarla süslen miş civciv sansı.
Egilip dolgun dudaklarıyla dudaklarıma bir öpücük konduruyor.
Bir yerlerde bir arabanın egzozu patladı. Şaşkınlık içinde sesin geldigi yöne baktım ve başımı çevirdigir n de sokakta yapayalnızdım. Bir süre tek başıma öylece oturdum.
Charlene, Salt Shaker Cafe'nin kapısını açtı. "Hey, Pete, işin bitmer l i mi?" "lşim mi?" "Evet. Haydi! Harve, sigara molanın bittigini söyledi.
Zaten biraz daha beklersen donacaksın. Mutfaga dön." Ona boş boş baktım. Hoş buklelerini arkaya atıp bir an için bana gülümsedi. Ayaga kalkıp beyaz, mutfak yamagı üniformar n ı düzeltip peşinden içeri girdim.
Bugün Sevgililer Günü diye geçirdim içimden. Ona aşkını ilan et. Neler düşündügünü söyle. Ancak hiçbir şey söyleme dim. Cesaret edemedim. lç çeken özlemlerle yogrulmuş bir yaratık olarak peşinden içeri girmekle yetindim.
Mutfakta bulaşıklar beni bekliyordu. Artıkları domuz çöpüne boşalttım. Tabaklardan birinde ketçaba bulanmış patates köftelerinin yanında çig görünen koyu renk bir et parçası vardı. Onu ketçaba batırdım ve Harve'nin bakma dıgı bir sırada tabaktan aldıgım gibi agzıma atıp çignedim.
Metalik ve ürpertici bir tadı olmasına ragmen lokmayı yut tum. Bunu niye yaptım, bilmiyorum.
Tabaktan akan bir damla ketçap beyaz üniformamın ye nine dökülüp kusursuz bir bakiava şekli oluşturdu.
"Hey Charlene!" diye mutfagın öteki ucuna seslendim.
"Sevgililer Günü'n kutlu olsun." Ardından bir ıslık tutturdum.
NEİL GAİMAN
2 notes
·
View notes