kaanozer
kaanozer
Kaan Özer
4K posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
kaanozer · 13 hours ago
Text
1 note · View note
kaanozer · 8 days ago
Text
Window Sash Weights · Sun Kil Moon Common As Light And Love Are Red Valleys Of Blood ℗ 2017 Rough Trade Records Ltd Released on: 2017-02-17 Associated Performer, Producer: Mark Kozelek Engineer, Mixing Engineer: Nathan Winter Associated Performer: Steve Shelley Engineer: Will Chason Music Publisher: God Forbid Music Music Publisher: CMRRA Music Publisher: God Forbid Publishing Composer Lyricist: Mark Kozelek
1 note · View note
kaanozer · 12 days ago
Text
1836
Az önce insanların neşesine neşe kattığım bir partiden geldim; dudaklarımdan nükteler döküldü, herkes güldü ve bana hayran kaldı —fakat ben ayrıldım— bu çizgi dünyanın yörüngesi kadar uzun olmalı —————- ——————— ————————-— ——— ————— —————— ——————————————————— ————————— ———————————— ve kendimi vurmak istedim.
syf•30—
Søren Kierkegaard Kahkaha Benden Yana
Türkçesi: Nedim Çatlı Ayrıntı Yayınları
4 notes · View notes
kaanozer · 12 days ago
Text
0 notes
kaanozer · 12 days ago
Text
0 notes
kaanozer · 27 days ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bogdan Gîrbovan “10/1” projesinin arkasındaki Rumen fotoğrafçı.
Gîrbovan: “10/1″, Bükreş’in doğu bölgesinde yer alan bir apartman bloğundaki on tek odalı dairede çekilen on fotoğraftan oluşuyor” diye yazıyor. “Burası 10 katlı bir apartman bloğu ve daireler üst üste yerleştirilmiş. Hem dış hem de iç detaylar bakımından birbirinin aynısı. Bu binayı seçtim çünkü ben de içinde, 10. katta oturuyorum ve konuya yaklaşmak daha kolay.
Aynı durumla karşı karşıya olan yaklaşık 70.000 apartman bloğundan 1966 yılında inşa edilen sadece bir tanesi.”
“Bloktaki sosyal sınıfların karışımını daha iyi gösterebilmek için her dairenin (her mekânın içinin) aynı açıdan fotoğrafını çektim, sadece iç mekânın karakteri ve tasarımındaki farklılıkları gösterdim. Odalar, içinde yaşayanların geçmişlerini ve günümüzle ilişkilerini yansıtan psikolojik bir tablo olarak görülebilir.”
|
—girbovan.ro
112 notes · View notes
kaanozer · 1 month ago
Text
Tumblr media
(Kendi kendine) Perde I, Sahne III s.20
16 notes · View notes
kaanozer · 2 months ago
Text
0 notes
kaanozer · 2 months ago
Text
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım İçinde onca insan, içinde dünya... Soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkûm Ve bilmeyen sonsuzluk nedir, Haklı olan kim bu kargaşada? Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir Ucu bucağı olmayan bu çığlığın Ortasında nasıl barışılabilir? Anlamak isterim, hangi yasa Bir beşikle bir darağacını Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?
Sorular sormak için geldim şu dünyaya  Yaşım acıların yaşıdır Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden Ya da sabah yellerinden bir taçla Yürüdüğüme inanırdım — yanılırdım Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım Bu söylencenin bir yerinde durakladım Ve anlatmadım, konuşmadım bir daha.
Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını Damarında uyuyan sevinci ödünç ver Yitirdim çünkü onları da.. İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler Ne de geleceğime dair bir tasa. Gelirken çan çalmıyor yalnızlık Bir adam, bir sokak, bir ev Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca
Soruların vardı senin, ne çok soruların  Gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna Bir fısıltı gibi başladı sevgim Çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra Sonrası... Mutlu bile olduk bazı Artık sen yadsısan da ne kadar Ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir Anlatsın yollar, yollar, yollar... Şimdi gece, soluğumu verdim içime Az önce kâğıtlara gül kuruları serptim Dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım Öylece serptim, seni yazacağım diye Sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın  Aklımın almadığı bir yerde, öylesin Şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık Bize artık yeter de artar bile...
Dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın En yakın dostlarımın birer birer Vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların Ölümünü gördüm, ama kimse İnandıramaz beni öldüğüne sevgilerin! Yaşam ki bir kum saatidir usulca akan Dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca Yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır Vereceğimiz tek şey budur dünyaya.
Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen Yüreğimi bir gün yollara atarsam Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım Suyumun çoğu senden yana akacak Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülşarap Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan Ey Gül, yaşamım, yitip giden düşlerim!
Gecelerdi, solgun-sessiz tüterdi yüzün Yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü Uykusunda konuşurken sesini öptüğüm Varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına Kokundu, bedenimi saran o ince buğu Esintisinde usul usul yürüdüğüm Ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..
Sanki bir kız hep yürürdü yollarda Evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi Kapımı açardı gümüş bir anahtarla Sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk Tozlu kitapların yığıldığı odalarda Kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tını Yatağımda bedeninden bir oyuk.
Benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından Saçlarına saçlarına doğru titrerdi Şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim Titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi Geceyarılarını çoktan geçti Bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim Ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız Süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.
Bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden Seninle var ve seninle sürüp gidecek artık Bir akdeniz kentinde limon koklayan Ve hep ufkun ardına bakan çocuk Acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden Çaldı yüzünü bir yaşamlık Geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından Şaire çıkar adı — az buçuk kaçık.
Yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben Oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan Gülsün köpek sürüsü, lime lime edip Bu dizeleri, satsınlar haraç mezat Doğru, benden sonra da tufan kopmayacak Ama haykıracağım laflarını tuzla kesip Yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.
Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular Neresinde yanıldık biz bu yaşamın? Hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı Acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak? Kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar Ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye Yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye Hep direnen bir yanım kalacak Adımın soluk izi, acının seyir defterinde.
Şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle Üçyüzaltmışbeşi çarp — oradayım işte Yorgun değilim, umarsızım yalnızca Geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta Gibiyim ve çoktan dürüldü defterim Uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim Onlara köprü olacak bir beden yoksa da…
Bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim Kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak Titreyen bir ışık karanlıklarda Onu kim görebilir, kim tanıyabilir? Sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak Boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.
Her aşktan böyle bir şiir kaldı bende Yaşamımın bir dilimini özetleyen Unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor Donuyor bir gülüş tek bir dizede Yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem Çivileniyor beynimin bir yerlerine Geride—hayır—acılar filan da kalmıyor Bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.
Nefret ediyorum ve seviyorum seni Girdiğin bütün kapıları açık bırak Birazdan git diyebilirim çünkü. Çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini  Tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını Çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak Uzayan, akan bir irin yolu gibi.
Sözcükleri güden çobanları var kalbimin Beynimin yaşamı saran kıskaçları Bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum Yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan Sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri Ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki Böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.
Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme Yollarda bir  savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur Gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke kalbimdir ona tek sınır Susmayı bunun için severim bir çığlık gibi Donup kalır sesim kendi göğünde Onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.
Yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada Kendi içimde ya da uzak yollarda Bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar Bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce. Bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor Irmakların birleştiği o nokta benim İtilip tekmelendiğim bütün kapılarda Bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.
Bir gün anlarsın beni neden suskunum Dünya içimde konuşurken böyle Bedenimi aşıyor yorgunluğum Karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor Bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride Ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.
Adını çoktan unuttum, yüzün aklımda Ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum Ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur Bunun için ben Gül dedim sana.. Yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa Kökleri toprağı saramaz olur Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan Söylenecek bir tek sözüm kalmazsa Çizerim yüzünü kuşların kanatlarına  Her çırpınışta gökyüzüne dağılır Yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.
Kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor Parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler Yazdıkça biraz daha unutuyorum seni Ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler Bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca Büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü Ben aşkın son hasatçısı, son peygamber Gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.
Sana artık bir sığınak olsun bu şiir Noterlere ver onaylasınlar — her hakkı saklıdır Düşün, kalemimi sen tuttun yazarken Yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi Öyle çok acemilikler yaptım ki ben Hiç kalır bu şiir onların yanında ve Nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.
Görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın Çığlığımdan arta kalan bunlar olacak Aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum Bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak Yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle Kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir Bir yeniyetmenin altını çizeceği dizeler benden Senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...
syf•219—227
Ahmet Erhan Burada Gömülüdür (1. Cilt)
Gülşiir, 1982 Kırmızı Kedi Yayınları
2 notes · View notes
kaanozer · 2 months ago
Text
0 notes
kaanozer · 3 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
kaanozer · 3 months ago
Text
———
“…anlam ifade etmeyi bırakmış bir dünyada, size düşen görev daha da fazlasını yapmaktır.”
Video: instagram.com/melis.hergenc
15 notes · View notes
kaanozer · 3 months ago
Text
youtube
If asked to explain the art movement known as Dada, I’d feel tempted to quote Louis Armstrong on the music movement known as jazz: “Man, if you have to ask, you’ll never know.” But maybe I’d do better to sit them down in front of the half-hour documentary The ABCs of Dada. They may still come away confused, but not quite so deeply as before — or maybe they’ll feel more confused, but in an enriched way.
Even the video, which gets pretty thorough about the origins of and contributors to Dada, quotes heavily from the relevant Wikipedia article in its description, framing the movement as “a protest against the barbarism of World War I, the bourgeois interests that Dada adherents believed inspired the war, and what they believed was an oppressive intellectual rigidity in both art and everyday society.” They came to the conclusion that “reason and logic had led people into the horrors of war, so the only route to salvation was to reject logic and embrace anarchy and irrationality.” So there you have it; don’t try to understand.
Perhaps you remember that vintage Onion article, “Republicans, Dadaists Declare War on Art,” satirizing, among other things, the way proponents of Dada called its fruit not art, but “anti-art.” They made it deliberately meaningless where “real” art strove to deliver messages, deliberately offensive where it strained to appeal to common sensibilities. The ABCs of Dada examines Dada through a great many of these Dadaists themselves, such as Sophie Taeuber-Arp, a teacher and dancer forced to wear a mask for her Dada activities due to the group’s scandalous reputation in the academy; architect Marcel Janco, who remembers of the group that “among us were neither blasé people nor cynics, actors nor anarchists who took the Dada scandal seriously”; and “Dada-marshal” George Grosz, who declared that “if one calls my work art depends on whether one believes that the future belongs to the working class.” You can find further clarification among UBUweb’s collection of Dada, Surrealism, & De Stijl Magazines, such as Zurich’s Cabaret Voltaire and Berlin’s Der Dada. Or perhaps you’ll find further obfuscation, but that aligns with the Dada spirit — in a world that has ceased to make sense, so the Dadaists believed, the duty falls to you to make even less.
Source: https://www.openculture.com/2014/08/the-abcs-of-dada.html
10 notes · View notes
kaanozer · 3 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
kaanozer · 3 months ago
Note
Merhaba
Başıni ve ..... sonun hatırlayamadığım ama uzun zamandır kafamı meşgul eden bir yaziniz vardı.
"Biz bir şeylerin peşindeyken.......
.........Koşmayı bıraksak....... "
boşlukları bulamıyorum sizden rizlca etsem tamamlar mısınız?
Mutlu günler:)
Yazdığın bilgiler ışığında hatırladığım bir gönderi yok. Düşüneceğim ama.
1 note · View note
kaanozer · 3 months ago
Note
Eskiden bir çalma listen vardı ama ulaşamıyorum. Spotify'den ne diye takip edebiliriz seni?
Spotify hesabımı Apple Müzik uygulamasına taşıyıp kapattım. Listelerden biri şu.
1 note · View note
kaanozer · 3 months ago
Text
Açık bir kitap, gecedir de.
Nedendir bilmem, söylediğim bu söz beni ağlatıyor.
Umutsuzluğa karşın yine de yazmak. Hayır: umutsuzluk içinde yazmak. Hangi umutsuzluk olduğunu bilmiyorum. Yazılı olandan önce gelenin yanında yazmak, her zaman o yazılanı bozmaktır. Yine de bunu kabullenmek gerekir. Başarısızlığı bozmak, bir başka kitaba, aynı kitabın bir başka olası biçimine dönmektir.
Evin içinde bu kendimi yitiriş hiç de gönüllü olmadı. "Yılın her günü bu evin içinde kapalı kalacağım." demiyordum. O duruma gelmiş değildim, bunu söylemek yanlış olur. Alışveriş etmeye, kahvelere gidiyordum. Ama aynı zamanda da buradaydım. Kasaba ve ev aynı şey. Ve masa, göle karşı. Ve siyah mürekkep. Ve beyaz kağıt da aynı şey. Ama kitaplara gelince, hayır, orada birden iş değişiyor, onlar aynı şey değil.
Benden önce bu evde hiç kimse yazmamış. Belediye başkanına sordum, komşulara, bakkala çakkala sordum. Hayır, hiç kimse, hiçbir zaman yazmamış. Bu evde daha önce oturanların adları öğrenebilmek için Versailles'a sık sık telefon ettim. Oturmuş olanların soyadlarını, adlarını ve yaptığı işleri belirten listede hiç yazar yoktu. Oysa bu adların hepsi, yazar adı olabilirdi. Hepsi. Ama değil. Buralarda oturanların çiftliklerine verdikleri aile adlarıydı. Toprakta bulduklarım da Almanların bıraktığı çöplerdi. Ev, Alman subaylarınca işgal edilmişti. Onların çöp sepetleriyse deliklerdi, toprağa açılmış delikler. Bir sürü istiridye kabuğu vardı, pahalı yiyeceklerin kutuları, özellikle kaz ciğeri ve havyar kutuları. Ve bir sürü kırık tabak çanak. Hepsini attırdım. Tabak çanakların dışında; kuşkusuz Sèvres yapımıydı bunlar, üstlerindeki desenler bozulmamıştı. Ve mavileri, çocuklarımızdan bazılarının gözlerinin masum mavisiydi.
Bir kitap bittiğinde -yazılan bir kitap, demek istiyorum- ve siz bu bitmiş kitabı okuduğunuzda onun, sizin yazdığınız bir kitap olduğunu da, içinde neler yazılmış olduğunu da söyleyemezsiniz artık; tüm varlığınıza sinen bir bulgunun ya da iflasın neden olduğu hangi umutsuzluk ya da hangi mutluluk için yazıldığını söyleyemezsiniz. Çünkü sonunda, kitabın sonunda, böyle bir şey bulamazsınız. Yazı, bir bakıma tekdüzedir, uslanmıştır. Bitirilmiş, basılıp dağıtılmış bir kitapta artık hiçbir şey olup bitmez. Ve bu kitap, dünyaya gelişinin çözülemez masumluğuna erişir.
s. 28-30
Marguerite Duras Yazmak
Türkçesi: Aykut Derman Can Yayınları
2 notes · View notes