Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
merhaba canlarım. diğer hesapta sözünü verdiğim gibi, buraya bir şiir bırakayım diye geldim. birkaç ay önce, kötü bir anımda yazdığım bir şiirdi. ha bu arada, şiirin öncesi de var. iki bölüm şeklinde yani. bu sadece 2. bölümü olacak. hiç üzerinde oynanmamış, düzenlemeye gram tenezzül edilmemiş bir şiir... tüm duygusuyla, kesip parçalanmadan dursun burada.
... ve sonra, sen harbiden konuşmadın hiç.
ben hiç sesini duymamışım gibi oldu.
ve o ödümün patladığı kapkara sessizlik,
aşık etti beni kendine.
sonra gönlümdeki aşk koskoca bir kin oldu,
uçuşup duruyor içimde ama kalkıp gitmiyor yine de.
ve şimdi, senin mutluluktan yüzün parlarken
ben bu mutsuzlukla solup gittim.
1 note
·
View note
Text
Merhaba canımın içleri. Uzun bir aradan sonra okuyup aşık olduğum kitap hakkında konuşayım diye geldim. Sanırım "En sevdiğin kitap ne?" sorusunun cevabı bu kitaptan sonra değişti. Yer edinmiş bir kitap oldu benim için.
Mine Söğüt okumayı hali hazırda çok seviyorum. Bundan önce "Deli Kadın Hikayeleri"ni okumuştum. "Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey" kitabını da hayatımın bir döneminde okumuştum ama bilen biliyor, hatırlamıyorum çoğu zaman okuduğum kitapları. Psikolojimi bozuyor Mine Söğüt'ün kitapları bir tık ama zaten her iyi kitap biraz psikolojiyi bozmalı, haksız mıyım?
!! Kitaptan çok fazla alıntı yapacağım.
Kitaptan genel olarak bahsetmem gerekirse, tek kişinin olarak başlayıp biten ancak beş kişinin hikayesi bu. Kendi monoton ve zorla yaşatılan hayatından vazgeçip kendini sokaklara atmış, ölmeyi planlayan bir adamla başlıyor hikaye. Sonra yaşlı bir kadın hayatına giriyor. Ölmesine izin vermiyor kadın. "Aşığım ben bu kadına. Öl dese ölürüm. Öldür dese öldürürüm. Ölme dedi ölmedim. Öldür dedi öldürdüm."
Birkaç deliyi anlatıyor her zamanki gibi Mine Söğüt. Kendi hayatından ve ailesinden vazgeçmiş bir adam, sevdiği için bacaklarından vazgeçmiş bir kadın, kendini unutmuş bir adam, çöpte bulunan küçük bir çocuk, bir de... Hülya var işte. Kendileri olma çabasında hepsi. Bıraksalar da kendimiz olsak derdinde... "Kim her şeyden arınıp da sadece kendisi olmak istemez?"
Özetle hem kendi zihinleriyle hem de sokakla savaşıyorlar. O savaşın arasında bir şekilde bir aile oluveriyorlar. Geçmişleri kendileri ve etrafla savaşmakla geçmiş bu insanlar, tek dertleri beraber olmak olan bir aileye dönüşüyor. Güzel bir yıkım, aşk, savaş hikayesi yani. Bir şiirin içinde yaşayıp gidiyorlar. "Şiiri sadece yazılır bir şey sanıyor Efsun Abla. Yaşanabileceğinden habersiz. Oysa kendisi bir şiirin içinde yaşıyor."
3 notes
·
View notes
Text
merhaba canlarım... lilith yazısını düzenleyecek kadar kafamı toparlayamadım bir türlü. ama bitirince "başkalarının tanrısı" hakkında bir yazı yazmak istiyorum. "içimizdeki şeytan" da kaynadı arada ama önümüzdeki hafta ve bu hafta sonu tempoma geri döneceğim. wattpad işi bunları biraz geri planda bıraktı. geri döndüm sayabilirsiniz. <3
0 notes
Text
merhaba. bu çok şahsi bir yazı olacak. birkaç gün içinde de lilith'ten bahsettiğim bir yazı gelecek. biraz konuşmak istedim burada. normalde son derece yüzeysel kalmaya ve kendi hayatım hakkında olabildiğince az konuşmaya çalışıyorum. ama içimden geldi.
bir süre önce hayatımdan çıkmış ve tekrardan hayatımda olmasını beklemediğim biriyle iletişime geçtim. birkaç ay içinde ne kadar yol kat ettiğimi, zihnen ve kalben büyüdüğümü gördüm. aynı anda hem hiç değişmeyip hem de çok değişebiliyor insan. hem kendimde hem karşımdakinde gördüm bunu.
son dönemde oldukça kapanmışım kendi içime. beni tanıyanlar eskiden böyle bir insan olmadığımı bilir. özüme dönmüş hissediyorum. kendimle tanışmaya ihtiyacım varmış. çokça farkındalığım oldu. hem bu iletişim sayesinde hem de bundan önceki dönemde yaşadığım farkındalıklar...
güçlenmiş, büyümüş, akıllanmışım. kendimi çok yıpratmışım. yaralarım iyileştikten sonra izlerine hiç dönüp bakmam normalde. şimdi bakınca görüyorum ki çok güzel iyileşmişim. son birkaç günün de katkısı oldu buna. aşkla takıntıyı veya bağımlılığı karıştırmamak gerekiyor, çok net gördüm bunu.
aşk ne ki hem? daha önce "oysa ben aşktan ne anlarım?" demiştim. anlamam ben aşktan, dozunu kestiremiyorum. aşk işini beceremiyorum ama ayrım yapacak kadar çözdüm sanırım.
her yazıyı boş bir nasihatle bitiriyorum. sanırım yine aynısını yapacağım. sadece... kimse yaptığım hataları yapmasın. kırmızı bir çizginiz olsun ve ne olursa olsun düşürmeyin bu çizgiyi mesela. kendinizden taviz vermeyin. olduğunuz kişiyi, kendi değerinizi unutmayın. insanların ederini bilin, çabanızı ona göre verin. ben çok yordum kendimi zamanında. şimdiyse dinleniyorum. kendimi mutlu etmek şimdi tek derdim, çabam sırf buna. o kadar takmışım ki başkalarının mutluluğuna unutmuşum kendimi. ama affettireceğim.
9 notes
·
View notes
Text
Serin bir yaz akşamıydı onu tanıdığımda. Birkaç şişe bira ve bir paket sigara ile kutluyordum. Hep olduğu gibi yalnızdım ve sahilime vuran dalgalar eşlik ediyordu geceme. Başka kimseyi istememiştim. Öğrendiğim ve sarıp sarmaladığım yalnızlığımdan başka bir şey istememiştim. Tek dileğim bir tutam duyguydu o gece. Ciğerlerimde gezinen duman havaya karışırken dilemiştim dileğimi ve evren her zamanki gibi dinlemişti beni. Tuhaf, bu sefer saniye tekletmedi.
3 notes
·
View notes
Text
Çok dolu kafam. Ne ile dolu olduğunu bile bilmiyorum. Ne düşünüyorum bu kadar, neden düşünüyorum, neden susmuyor kafamın içi? Şeytanlarım hep benimle mi olacak bundan sonra? En küçük şeylere taşacak mı sabrım ve sinirim böyle? Bitti mi, bu kadar mı? Olduğum kişi güzel ama kalbimin boşluğuyla beynimin doluluğu bir değil. Bir rüzgara kapılmışım ve öyle güzel esiyormuş ki hiç sesimi çıkarmamışım beni oradan oraya savurmasına. Sanki bunun huzursuz huzuru öldürecekmiş gibi beni. En küçük şeyler için bile deli gibi çabalıyorum, hiçbir zorluğa enerjim yok. Kimse görmüyor ama, bilmiyorsunuz ne kadar zor. Bu kadar ağırlaşmışken ruhum, kendimi kaldırıp düzgünce bir şey yapmaya gücüm kalmıyor. Çünkü bu ruhu taşımak yeterince zor.
15 notes
·
View notes
Text
"It's so weird that we care so much until we don't."
Sizce de tuhaf değil mi? Hayatınızda sizin için yeri ayrı, önemli olan insanlar vardır elbet. Daha öncesinde daha çoktur belki ve çoğu hayatınızda sizin iradeniz dahilinde ya da olmayan şekilde çıkmıştır. Belki geçmişinizden kimse kalmamıştır hayatınızda. Belki de sadece çok eskileri tutuyorsunuzdur. Hayatımızdan çıkanlardan, çıkıp da izini bırakmayanlardan bahsedelim bugün.
Hayatımda olan insanlara hep çok değer vermişimdir. İki elim kanda olsa yanında olurum. Ayrım yapmaksızın... Ama hayatımdan çıkan insanlar beni hiç ilgilendirmedi şimdiye kadar. Hayatımdan çıkmışsanız üzgünüm ama hak etmişsinizdir. Yokluğunu hissettiğim kimse yok. Kendime verdiğim değer böyle şeylere takılmama el vermiyor ne yazık ki.
Şarkı sözünü çevireyim sizler için. "Önemsemeyi bırakana kadar bu kadar önemsememiz çok tuhaf."
Kişisel geliştirme zırvalığına döneyim. Herkesi çok önemsemeyin, her şeyden önce bunu söylemek istiyorum. Bir insanın değip değmeyeceğini anlamak için belirli bir süre vermeniz, duvarlarınızı iyi korumanız gerekir. Önemsenecek konuma gelenler için de şunu söyleyebilirim: Bu yanlış bir şey olarak görünüyor biliyorum ama size batan en küçük hatada insan silmekten çekinmeyin. Hiçbir insan değişmez bence. Aklınızı orada tutmanıza sebep olacak kadar size batıyorsa hayatınızın kıyısında köşesinde bile durmasına gerek yok. Önemsemeyi bırakana kadar önemseyebilirsiniz ama sınırlarını kimse unutmamalı. Önemsemeyi bırakmanız da zor olmamalı. Her şeyi normalleştirdiğimiz gibi bunu da normalleştiremez miyiz?
5 notes
·
View notes
Text
İçimden geldiği için yazacağım. Bu sefer yüzeysellik de olmayacak.
Bana kötü dönemlerimi hatırlatan şarkıları dinlemeyi sevmem normalde ki şarkıların orijinalini dinleme taraftarıyımdır aynı zamanda. Bu şarkı, ciddi anlamda kötü bir dönemimde bana eşlik etmişti. Orijinalini de ne kadar çok sevsem de bunun yeri ayrıdır. Ve bugün şarkılar karışık çalarken bu denk geldi. İçimden geçmek gelmedi. Yaşadığım duyguları hatırlamak istedim belki, bilmiyorum.
"Bıraktığın gibi buradayım."
Kimsenin bıraktığı gibi kalmadım son dönemde. Bir yıl öncesine, hatta bundan birkaç ay öncesine bakınca gerçekten kendimi tanıyamıyorum. Olduğum kişiyi bulduğumu düşünüyorum ama fazla fazla yoldan geçtim bulana kadar. Çok kez bıraktığın gibi buradayım dediğim bir dönemdi bu şarkının hayatımda olduğu dönem. Artık kimsenin bıraktığı gibi kalamıyorum. Kimsenin esamesi kalsın istemiyorum. Geçmişimdeki insanlarla anılmayı sevmem. Biri hayatımdaysa her şeyimi verir, çıktıktan sonra hepsini kendim geri kazanırım. Sevdiğim bir özelliğim...
Aşık olduğum bir dönem vardı. Oysa ben aşktan ne anlarım? Kendimden başkasını göremiyorum hayatımın içinde. Şuanda da, önceden de... Göremiyorum, tabiatımda yok. Bulunduğum anı paylaşmaktan fazlasını vaat edemiyorum insanlara. Şimdiye kadar pişman olmadım bu huyumdan.
Sadece şunu söyleyebilirim. İnsanlar benim verdiğim çabayı verseydi çok farklı bir konumda olabilirdik. Hak ettiğimi alamadım hiçbir zaman. Hayır, üzülmüyorum çünkü ben kendime hak ettiğimi fazlasıyla veriyorum. Yalnızlığımla hep mutu olmuşumdur. Yalnızlığımı ne kadar sevdiğimi anlamadıkları için buradayız zaten bence.
Yani gerçek anlamda sevdim, üzdüm, bir ben kaldım.'
5 notes
·
View notes
Text
"Aşk diyorsun ama bir yağmur yağarken bir damla darılmış göğe..."
Diğer hesabımda da bilmem kaç kez paylaştığım, her duyduğumda beni düşündüren bir şarkı sözü. Şarkıyı baştan sona çok seviyorum. Hatta, şu anlık bir kararla komple bütün şarkıdan bahsedeyim. Şarkı çözümlemesi olsun bu da.
"Atilla İlhan verirken ilham ismin Aysel oldu kadehe, doldu bu akşam."
Bilmeyen var mı? Herkes okumasa bile duymuştur bu şiiri, "Aysel git başımdan, ben sana göre değilim.". İlham alınmış, şiirin içinde de açık açık söylenmiş. Kafada yaratılan Aysel kavramı yani... Hiç aşık oldunuz mu? Ne kadar oldunuz mesela? Hiç Aysel oldunuz mu ya da Aysel'iniz oldu mu hiç? Şiiri biliyorsunuzdur umarım. Çok sevdiğinden itiyor kendinden Aysel'i. Karanlığına, soğuğuna sürüklememek için "git başımdan" diyor.
"Son diyorsun ama çalan çok ömürden, dönen çok yeminden..."
Ömürden çalan çok... Herkes herkesin ömründen çalıyor şu dönemde. Herkes kendi ömrünü uzatma derdinde çünkü. Bir gün herkes herkesin ömrünü çalacak, hep beraber elimizde koskocaman bir hiç ile kalacağız, haberimiz yok ya da sadece yokmuş gibi davranıyoruz. Yeminden dönen çok... "Her şey lafta kalıyor"", "Anca lafını yapar." gibi sözler yoktur eskiden eminim ki. Söz değerini yitireli çok olmadı. Bunun hakkında çok konuşmayacağım. Daha sonrası için farklı bir yazının konusu olsun.
"Yine yalanlar sever; bir gerçek çocukken kırılmış, dağılmış diye."
Çok bir şey söylemeyeceğim bu söz hakkında. Tek bir şey söylemek istiyorum. - evet sadece bunun için söze değindim - Biz, çocukken kırılıp dağıtılmış çocuklar olduğumuz için yalanlara aşık olmuşuz hep. Aşktan da ibaret değil. O kadar alıştırmışız ki kendimizi bir yalanı yaşamaya, yalanları sevip yaşar olmuşuz.
Gelelim asıl söze. Bundan daha birkaç gün önce psikoloğuma söylediğim bir şey vardı. Bence birini doğru düzgün sevebilmek için kendini çok fazla sevmek gerekiyor. Çünkü birine tam ve düzgün sevgi vermek için kendine vereceğin sevgiden feragat eder, kendine olandan azaltıp ona verirsin. Birini sevmek budur aslında. Kendini sevmeden başkasını sevmeye çalışırsan sağlıksız ve sana, ona, herkese zararlı bir sevgiye dönüşür bu.
Yani, aşk diyorsunuz ama daha kendi göğünüzde yağan damlayla barışmamışsınız. Ya da damlayı küstürmüşsünüz göğe, daha gök fark etmemiş bunu. Kendi özümüze dönelim önce, damla küs düşmesin gökten. Sonra aşk deriz belki. Ki öyle çok matah bir duygu olduğunu da düşünmüyorum açık konuşmak gerekirse. Ancak sanırım uzun uzun aşktan bahsetmek istemiyorum burada. Yeterince çok bahsettim zamanında, yeter de artar bence...
6 notes
·
View notes
Text
"Yahuda, insanoğluna bir öpücük ile mi ihanet ediyorsun?"
Biraz araştırma yaptım. Birçok teori var, öncelikle "Leonardo'nun Yahudası"nda geçenlerden bahsedeyim.
Her şeyden önce, bahsettiğimiz kişi Yahuda İskaryot, yani 13. havari. İsa'ya ihanet eden havari, bu her teoride aynıdır. İncil'de de bu şekilde geçiyor zaten. Leo Perutz kitapta der ki; Yahuda kibrine yenik düşmüş, para için İsa'ya ve İsa'ya olan sevgisine ihanet etmiştir. Hıristiyanlık inanışına göre de İsa'ya ihanet etmek en büyük günahtır. Biraz kitaptan bahsedecek olursam... Joachim Behaim adındaki karakterden bahsediyor kitap. Joachim Behaim bir kıza aşık olur, tam evlenme hayalleri kurarken kızın kendisine belirli bir miktar borcu olan ve vermemekte inat eden Boccetta'nın kızı olduğunu öğrenir ve daha sonra kıza olan sevgisine ihanet edip kızı parasını almak için kullanır ve sonrasında kızı terk eder. O dönemde "Son Akşam Yemeği" resmini tamamlamak isteyen Leonardo DaVinci ile yolları kesişir ve Üstat Leonardo - kitapta bu şekilde bahsediliyor - kendisine bir model aramaktadır. Aradığı kişi Yahuda'nın işlediği günahı işlemiş biridir ve bulduğunda resim tamamlanacaktır. Üstat Leonardo'nun kulağına Behaim'ın yaptıkları gittiğinde olabildiğince çabuk bir şekilde tanışırlar ve Yahuda tasviri olarak Joachim Behaim ��izilir. Böylece "Son Akşam Yemeği" tamamlanmış olur.
Biraz diğer teorilerden de bahsetmek istiyorum. Teorilerden biri der ki; Tanrı insan olma duygusunu tatmak için dünyaya insan vücudunda inmiştir. Ancak sanılanın aksine Tanrı, İsa değil Yahuda'dır. Yahuda İsa'ya ihanet etmiştir çünkü Tanrı insan olmanın nasıl bir his olduğunu öğrenmek için günah işlemek gerektiğini bilmektedir. Ve Hıristiyan inanışında en büyük günah İsa'ya ihanet etmek olduğu için Tanrı, bu günahı işlemiştir.
Bir başka teoriye göre, daha doğrusu Hıristiyan inanışına göre aslında Yahuda hain değil, kahramandır. İsa'ya en sadık havari Yahuda'dır aslen çünkü, ona ihanet etmesini İsa istemiştir. İsa tarafından verilen emri yerine getirerek İsa'nın görevlerini tamamlamasını sağlamıştır.
Derler ki; Yahuda ölümsüzdür çünkü Tanrı onu ne cennetine ne de cehennemine almamaktadır. Sadece gümüş kurşunla öldürülebilirdir çünkü Yahuda İsa'ya 30 gümüş para için ihanet etmiştir. Bu da son teorimiz olsun.
Baştaki alıntıdan bahsedeyim biraz da... Luka İncili'nden alıntı. Yahuda İsa'yı öldürmeye gelecek olan görevlilere o gün orada öpeceği adamın İsa olduğunu, yani öptüğü kişinin öldürecekleri kişi olduğunu söyler. Yahuda odaya girer, İsa'yı öper ve İsa'dan bu cevabı alır.
5 notes
·
View notes
Text
"Leonardo'nun Yahudası"ndan hemen önce bitirmiş olduğum "Sıradan Bir Gün" kitabından da bahsetmek istiyorum.
Her şeyden önce, Yekta Kopan'ın kalemini hep çok beğenmişimdir. En sevdiğim kitabın da yazarıdır kendisi. Ayrıca şimdi zaten bilinmeyen ancak zamanında da pek ismini duyuramadığını bildiğim "Hayalet Gemi" dergisindeki yazarlardan biridir. Annemin eski yakın arkadaşı - sayılır - Yücel Balku'yu da rahmetle analım hazır adı geçmişken...
Kitap Armağan adlı bir yazarımızı anlatıyor. İlk okurken hikayeyi kafamda pek oturtamamıştım açıkçası. Daha sonra ilerledikçe taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Zaten Yekta Kopan'ın kalemi genelde bu şekilde olur. Bir arkadaş grubu olarak yapay bir kişisel gelişimci yaratıyorlar, konunun ana teması bu sayılır. Daha sonra yazarımızın içsel savaşları, varoluşsal sancıları vesaire giriyor konuya. Asıl mevzu bu "sıradan gün"ünü anlatmaya başlayınca geliyor. Belli bir yerden sonra soluksuz okuma isteği uyandırdı kitap. Duygusal iniş çıkışları, çıktığı yolda verilen dersler vesaire fazlasıyla sürükleyici. Ayrıca bu kişisel gelişim mevzusunun ne kadar yalandan bir hikaye olduğunu da gözler önüne seriyor. "kişisel gelişin!" gibi zırvalıklarla alttan alttan dalga geçiyor Yekta Kopan. Her zamanki gibi, kalemiyle beklentilerimi karşılıyor yani anlayacağınız.
6 notes
·
View notes
Text
Hem gelecek mesleğime, hem de en sevdiğim hobime - ki yazmak hobiden çok daha öte bir şey benim için - destek olsun diye yarım saatimi az önce bitirdiğim kitap olan "Leonardo'nun Yahudası" hakkında yazarak geçireceğim. İstediğim şey, okuyup bitirdiğim her kitaptan sonra bunu yapmak. Yanlış anlaşılmasını istemem, ne bir eleştirmen ne de çok iyi bir kitap okuyucusuyum. Dediğim gibi, sadece kendime yararı olsun diye yazıyorum.
Leonardo'nun döneminde çizimleri, resimleri ve bilgisiyle neredeyse tanrılaştırıldığını görüyorum. Dönemin Hıristiyan alemine bakacak olursak, nadir görülecek bir durum ki bu demek oluyor ki gerçek anlamda bilgili ve başarılı bir kişi olarak biliniyor dönemi için. Yan karakterlerden biri olan Mancino'nun da Fransız şair François Villon olarak hayata geçirilmesi oldukça hoşuma gitti ki okuyan çoğu kişiyi rahatsız etmiş olabilir. Kitapta Joachim Behaim karakteri ile özdeşleştirilen ve İsa'ya kibri yüzünden ihanetiyle bilinen Yahuda ile ilgili ayrı bir yazıda bulunmak istiyorum. Biraz araştırmada bulunup hakkında özellikle konuşmak hoşuma gidecek. Kitapta oluşturulan dünya ve yazarın kalemi beni mutlu etti. Diğer her kitapta olduğu gibi tekrar unutursam şayet - beynimin içinde genellikle çok fazla şey dönüyor ve bu yüzden okuduğum kitapları sık sık unutuyorum ne yazık ki - tekrar okumaktan mutluluk duyacağım bir kitap.
6 notes
·
View notes