Tumgik
kandemiri · 7 years
Photo
Tumblr media
Clementi hala Smashwords'de bedava - https://t.co/b8U6Ek2ELH Kobo - https://t.co/5SLUmRIxur
0 notes
kandemiri · 7 years
Text
Clementi
Önce bir kalp atışı duydu. Önceki hayatı kadar derinden ve önemsiz gelmiyordu kulağa. Bu dipsiz karanlığın içinde artık her şeyi hissedebiliyor, ayaklarının yere bastığını biliyordu. Pençesiyle sağ yanını yokladı; bir çeşit duvar yükseliyordu hemen bitişiğinde. Pençesini duvara çarptığında yarattığı yankının kulaklarına verdiği acı, gerçekten canını yakıyordu. Fakat canının yanması, hele de bu denli gerçekçi bir derinlikten hisseder iken: Tarif edilebilir değildi.
Daha önce içinde kaybolup gittiği o sessiz, o çıkıştan yoksun boşluğun içinde değil, bariz bir karanlığın ortasında bekliyordu. Mutluluktan uzak bir gelecekte yaşıyor olmasına rağmen, ucundan köşesinden tutabildiği mutluluğu bir kenara fırlattı ve sadece kendinden ibaret olduğu için gülümsedi, kime veya nereye gülümsediğini bilmeden. Pençesini yumruk yapıp biraz önce ses çıkardığı duvara indirdi. Bu tanıdık yankıyı ilk duyduğu vakit çektiği acının hiçbir anlamı kalmamıştı böylece. Kulaklarını kullanmaya devam ederken, ufak rahatsızlıklardan fazlasına dönüşmüyordu bu döngüler.
Temiz havanın kokusunu alabiliyordu. Ne kadar uzakta olduğunun hiçbir önemi yoktu. Zira bu duvarları ve ardından yükselen devasa yapıları parçalamak, yerle bir etmek hiç de zor gelmeyecekti. Lakin bu darlığa, bu karanlığa, bu sessizliğe dayanmaktan istifa etti bir anda. Nereye yöneldiğini bilmeden, atmosferi soluyabildiğini düşündüğü tarafa koşmaya başladı. Ayağı takılsa, düşse; yolunu kaybetse, pes edecek gibi görünse de kendine… Umuda bu kadar inandığını hatırlamıyordu, ne kendi hayatında ne de kendine ait olmayan binlerce başka hayatın içinde.
Ancak uzak bir noktada, bir anda ufak deliklerden giren ve bulunduğu koridorun karanlığını delip geçen ışığın, önceki girdaba inatla yol gösterici rolü üstlenmesi umut verici görünmüştü. Bir kapı, en azından çürümüş bir duvar: Sadece dosdoğru üzerine koştuğu bir açıklık. Bir çıkış. — ve sadece dış dünya değil, dünyanın üzerinde birkaç yozlaşmış ve birkaç psikopat. Dostlar ve insanlar…
Alabildiğine açtığı gözlerini ışıktan korumak gibi bir niyeti olmadan sağ omzunu hazırladı, bir yandan son hızda açıklığa doğrulmuşken. Omzu üzerinden kapıya yüklenmiş, kolunu kendine siper etmiş ve diğer pençesini, herhangi bir ihtimale karşı hazırlamış bir halde. Taş duvarların çevrelediği bir koridorun sonunda çürük demir bir kapının bulunmasının ne kadar anlamlı olabileceğini tartışmaya gerek yoktu.
Parçalayarak açtığı kapının ardından, batmakta olan güneşin dahi gözleri yakması gerekirken; arkasında ne tür bir yapı bırakmış olduğuna dahi bakmayan bu adamın dünyası, soluk gün ışığının derdine düşebilecek kadar geniş değildi. Dışarıda olduğunu ve gerçekten dışarıda olduğunu çok iyi biliyordu. Clementi Kobo - https://www.kobo.com/tr/tr/ebook/clementi-2 Clementi Smashwords - https://www.smashwords.com/books/view/643484
Tumblr media
0 notes
kandemiri · 7 years
Photo
Tumblr media
Clementi Kobo’da - https://store.kobobooks.com/tr-tr/ebook/clementi-2 …
Clementi Smashwords’de - https://www.smashwords.com/books/view/643484 …
0 notes
kandemiri · 9 years
Text
Alfa
etolojiye göre, belirli bir sosyal hiyerarşiye sahip hayvan topluluklarında, olabilecek en yüksek statüye sahip olan bireylere verilen isimdir. alfa erkek ve alfa dişi olarak ayrılabilirler. bunun temel sebebi, daha güçlü jenerasyonlar yaratmaya duyulan ihtiyaçtır ve bu ilkel ve aslında aciz doğal seçilim varyasyonu, adapte olabilmek için seçenekleri sınırlı olan ilkel ve basit canlılarda işe yaramakta; daha güçlü bireyler ortaya çıkarılabilinmektedir. lakin daha gelişmiş canlılar olan primatlarda, alfa erkek ve alfa dişi pozisyonları üzerine çeşitlendirmelere gidilebilmektedir. zira primatlar, diğer hayvanların aksine, daha kompleks bir adaptasyon sürecine sahip olabilecek kadar doğa bilgisini kullanmaktadırlar. bazı primatlar gereç kullanabilir, bir takım taktikler eşliğinde hayatta kalma ihtimallerini güçlendirebilmektedirler. bu, primatların, hayatta kalma becerileri açısından, açık ara farkla üstün memeliler olduklarının kanıtıdır. bir topluluktaki alfa ve -varsa- alfalar, kaynak dağılımının eşitsizliğinden sorumlu ve içgüdüsel olarak daha fazlasını hak ettiği ilüzyonu ile hayatta kalan bireylerdir. bu pozisyonu kaybettiklerinde, ilkel toplumlarda, ölebilir; modern toplumlarda, kuduzlaşırlar. kaynak dağımının eşitsizliği yanı sıra, ilkel dünyanın yancıları, yağcıları ve omurgasız piçleri olan beta bireyler tarafından pohpohlanan alfalar, daha sonra monarşinin, dinlerin, ideolojilerin, sömürünün temel sebebini oluşturmuşlardır. - vasıfsız işçileri, ezilen ve sömürülenleri oluşturan omega bireyler ise, sosyal hiyerarşinin en alt tabakasına ait olmakla birlikte, toplum içerisinde hiçbir sözleri bulunmamakta ve kaynak dağılımının ucundan kıyısından geçmemektedirler.
1 note · View note
kandemiri · 9 years
Text
Subject Delta
Çabalayamamak deli ediyor beni. Kendi kendimi aşağı çekip duruyorum hep. Sanki sürekli dur diye bağırıyor birileri kulağıma, kendilerinden hiç taviz vermeden. Sonra kimsenin okumayacağını bildiğim şeyler yazarken buluyorum kendimi. Lakin insanlara okutmak istediğim şeyler, yani pek de kişisel olmayan ama alttan alta bütün kimliğimi ifşa eden ve bütün ruh sağlığımı kağıda dökmemi sağlayan haltlar? Onlara konu geldiğinde sadece duruyorum. Seni seviyorum bile diyemez durumda oluyorum ya hep; Benden asla bunu beklemeyecek bir insan evladına karşı hem de ama benden bunu bekleyen herkesi yanıltarak. Özellikle alttan alta bunu benden bekleyenleri. Benim çizgilerim yok ama, kimseye de satmıyorum kendimi çok şükür. - Tek derdim, yazamamak. Tek derdim, yazamadan ölüp gitmemeyi başarmak. Başkalarının aksine, umutsuzluk yüzünden dört kolla sarılıp mutsuzluk pahasına geberip gitmemeden bir şekilde kendi kendimi gebertmek ama bir boka yarayarak ölebilmek; İster açlıktan olsun, ister sefaletle gömülü gelen paketlenmiş virüslerden ama bir boka yaramış olayım ki, benden sonrakiler ne halt edeceklerini bilebilsinler.
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
İşçi Diye Bir Şey Varmış!
Doğmadan önce kimse bize sözleşme imzalatmamıştı, değil mi? Kimse bize hayatın harika bir halt olacağına dair garanti vermemişti; Kimse bize adaletin var olduğu bir dünyaya doğacağımız sözünü vermemişti. Fakat doğarken, bütün bunları düşünecek kadar tecrübeli değildik hiçbirimiz. Bu kadar dramatize edeceğimizi düşünmemiştik. Oysa hepimiz mutlu olmak için doğmuştuk, değil mi? Değil.
Adamın tren garı aradığını anlamıştım o vakit. Alsancak Tren Garı'na varması gerekiyordu ve İzmir'e dair hiçbir bilgisi bulunmuyordu. Önce kentkartı olup olmadığını sordum ve aldığım cevap, cebindeki 2,5 liradan fazlasının bulunmadığı olmuştu. Polis, oradaki bir güvenlik görevlisine derdini anlat, onlar sana yardımcı olurlar, demiş ve yollamışlardı te Seferihisar'dan Balçova'ya. Ne bir minibüs şoförü kendisine yardımcı olmuştu, ne de insanlığa güveni kalmış herhangi bir şoför.
Her neyse, metroya giden yolda bana anlattığına göre, Seferihisar'da bir müteahit tarafından dolandırılmıştı, diğer işçiler ile birlikte; Üç kişi yola çıkmışlardı ve diğer iki işçi, Denizli'ye gitmek üzere yanından ayrılmıştı. Bu abimiz ise Seferihisar'dan Balçova'ya kadar yürümüş, sabahın 9'unda çıktığı yolda akşam 5'e Balçova'daki köprü altında bir otobüs durağında soluklanmak üzere konaklamıştı. Skeçlere konu olan bu "Laz Müteahit" kavramının gerçeği ile karşılaşmış, Eskişehir'de 4 ay aynı adamla çalışıp parasını kazanmış iken Seferihisar'da kazığı yemiş ve otele borçlu kalıp memleketine dönmek üzere yola çıkmıştı.
Kentkartımı doldurup gişelerden geçtikten sonra bana cebindeki son parayı teklif etmesi, yanlış bir adama denk gelmediğimi anlatabilmişti bana.
Bahsini geçirdiğimiz ve ismini paylaşmayacağım bu abimiz, 99 depreminde Gölcük'te ailesini kaybetmiş ve Bilecik'e göçmek zorunda kalmıştı. Hayatını işten işe koşturmakla geçirirken, kaybettiği iki çocuğu ve eşinin ardından yeniden ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyordu. Telefonunu, borçlu kaldığı otele rehin bırakmış, ailesine telefonunun kırıldığını söylemişti.
Biraz üzülerek de olsa, yol sonunda hala bir takım konularda gülebilecek kadar gözlerinin içi parlayan bu abimizi Alsancak Garı'na bıraktım, oturup sigara içtik ve tren vakti geldiğinde kendisini beklemememi istedi benden. Yeterince yardım ettiğimi söyledi ve ailesini araması için ettiğim ısrarı geri çevirdikten sonra o beni, ben de onu allaha emanet ettik.
Elimden daha fazlasının gelmeyeceğini o da biliyordu. Fakat aklım hala bu abimizde; Ailesine kavuşma çabasında.
Derdimi yazarak anlatabiliyorum ben. Burada derdimin ne olduğunu da açık açık ifade etmeme gerek yoktur umarım. İşçiyi umursamayan polis, kaçak işçi çalıştıran müteahit, düşmüşe yardımcı olmayan herkes. O boktan okula verdiğim haracı, şu insanın tren biletine harcayabilseydim keşke. Fakat yarattığımız hayatın temelleri bunlar işte.
Hiçbirimiz, hiçbir boka yaramıyoruz. Birbirimizi tokatlamak- Hayır, birbirimizi becermek dışında da bir derdimiz yok.
Neye inandığınızı bilmiyorum -ve emin olun bu verdiğim örnek, diğerlerine oranla şanslı ve umutlu bir adamın örneği idi- ama inandığnız şey, sizden nefret ediyor; Bunu çok iyi biliyorum.
Katliamlara, açlığa, çaresizliğe kurban verdiğimiz işçilerin aydınlık günlere kavuşmaları dileğiyle.
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Peşin Hayat
Hayatımın 8 senesini bir araştırma için harcadım ben. Rastlantısal başladığım yolda, çok garip şeylerle karşılaştım. Misal, arkadaşlığa olan inancım bir gidip bir geldi, aşka duyduğum saygıdan feragat ettim, ikiyüzlülüğü tanıdım, bireysel hareket eden bağımsız bireylerin nasıl suratlarını çevirip benimle alakadar olmamak için çaba harcadıklarına şahit oldum, benimle düşman olmak zorunda hisseden diğerlerine bir defa daha baktım ve suratlarında öfke duyulacak herhangi bir şey görmedim, bazen sadece düşünmekten delirmişlerle karşılaştım ve ölüm taleplerini geri çevirdim.
Gerçekten merak ettim aslında; ben o noktaya nasıl gelecektim diye. Nasıl olacaktı da bu kadar nefret dolu bir anıma denk gelecekti ve ben, bebeklere dahi kıyılmasına göz yumacak; kahkahalar atacak noktaya gelecektim diye düşündüm hep. Acaba, bu bahsettiğim insanlar, benim hissettiklerime şahit olmuşlar mıydı benim suratımda? Bu yüzden mi bana kısa bir bakış atıp tiksinmişlerdi?
Yıllar geçtikçe daha iyi anlamaya başladım asıl düşmanımı; Yapayalnız kalmak. Ne karanlık umrumda, ne boğazımı parçalamak isteyen birisi; Sadece yalnız kalmak. Bu beni nasıl delirtiyor, hala anlamıyorum dahi. Sanki o anları yaşamak istemeyen bir benliğim varmış ve kontrolü elinde tutmasını sağlayan bütün araçlardan uzaklaşmış, bütün idareyi bir başkasına devretmiş gibi. Saf öfke duyan birisine, bir başkasına; Aldığım notların sebebine. Nasıl bir öfke olduğuna şahit olmuştum, nasıl bir egonun orada yattığına. Öylesine bir kilitlenme değil, bilinçli olarak acı çektirme isteği gibi.
O yüzden yalnız kalmamak için elimden geleni yaptım ama o kadar başarısız oldum ki; Neredeyse kadere inanmaya başladım. Sonra sadece yazma isteğim gitti. Oysa ben en başından beri edebiyat falan yapmıyordum. Sadece içimden geçenleri yazarken, yazdığım satırları süslemekle uğraşıyordum. Lakin yargıcı oynayacak yaşı geçtim ben; Yargıcı oynayacak kadar köreltmedim kendimi; Yargıcı oynayacak kadar egoist olmadım hiçbir vakit. İkiyüzlülük ile insanların maskelerini düşürmeye çabalamadım ben. Sadece alkollüydüm bir zamanlar. Alkollüyken dahi ayıktım mesela.
Ancak bildiğim bir şey varsa, 8 senemi harcadığım bir haltın sonucuna ulaşıp ulaşmamanın hiçbir önemi yok benim için. Ne benim için, ne de bu yolda bana refakatçi olmuşlar için. Tek derdim, bütün hikayenin sonuna ulaştığımda, içimden geleni yapabilecek kadar stabil olabilmek. - Ve bunu gerçekleştirmek adına hata yapmaktan korkarak yaşayıp da, bazı etkenlere, başka yaşam formlarına sıkı sıkıya sarılıp tüm dünyayı inkar etmek istemiyorum. O kadar güçsüz değilim ben. Kendi mutluluğum için bencil olamam; Kendime yalan söyleyemem; Askıya alamam dünyamı. Aksini iddia eden herkes yalancı, herkes bencil, herkes ikiyüzlü, herkes hain; hiçbiri arkadaşım değil, hiçbirine aşık değilim, hiçbirinden hoşlanmıyorum.
Kadın veya erkek, hepiniz aynısınız. Birbirinizi kemirdiğiniz o günü görmek için sabırsızlanıyorum.
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Payton - II
"Neden aşık oldun?"
Açık kalmış cansız gözleri tavanı izlemekteydi. Gözbebeklerindeki ışık sönüp boşluğun bir nebulasında kaybolmuş, kendine saf karanlıktan bir dünya yaratmıştı. Nöronları ölmeye başlamıştı bile. Geriye, bir avuç keratinin bulandığı kan ve sıkı döşemeler üzerine düşmüş bir kafa kalmıştı. Bir eli, kafasına yakın bir mesafede, uzun saçlarından ayrı kalmış; Bir eli ise karnının üzerinde, kanın pıhtılaştığı yaranın üzerine son baskısını uygulamış bir vaziyette dondurmuştu hayatı.
"Neden aşık olmak zorundaydın? Neden uzak duramadın?"
Makyaja ihtiyacı olmayan suratı, karnındaki travma ile boğazına dolan kandan yer çekimine öfke kusan bir damla kanın, ağzının kenarından yanağına akması ile güzelliğini belki bozmuş, belki katkı sağlamıştı. Ne de olsa bunu umursayacak bir parça dahi canlılık kalmamıştı geriye.
"Neden güvenmek zorundaydın başkalarına? Başkalarına güvenmemekten bahsederken en başından beri hem de! - Hayır; Hayır. İnanmıyorum sana."
Kimin kimi tuzağa düşürdüğünü belirtmek için erken bir vakitti belki de; Bilememişti ikisi de. Artık bilemeyecekleri zaten. Bir sınır aşıldıktan sonra yapabilecek hiçbir şeyi kalmamıştı kimsenin. Onca ölü; Onca hayat; Onca anı. Sanki herkes bütün çocukluklarını, boş yere ölecekleri bu ana kadar gelebilmek için öylesine harcamışlardı. Sadece bir kısa çizgiyi aşıp olmamasını umdukları her haltı, en kötü ihtimalin de en kara rüyalarından çıkan birkaç ufak saniyeye sığdırıp hayatlarının son sahnelerini yaşamışlardı.
"Yalan söylediklerinde kızmıyorum onlara. Önce kendime kızıyorum; Nasıl güvenebilecek noktaya vardım, bu insanlarla diye."
Düşüncelerini çoktan tamamlamıştı nasıl olsa. Bir defa daha bakmıştı cesetlere, gün ışığı ile birlikte. Uzunca bir vakit oturmuştu orada. Kendini ve kendi eserini izlemişti. Kendi eseriyle birlikte sonsuzluğa karışmış eski bir meselenin ana karakterini görmüştü. Neden toparlayamadığını anlatmıştı kendine, çok uzun bir süredir cesaret alabilecek hiçbir kaynağı kalmadığı için. Etinden bir parçayı dizinin üzerine oturtmuş ve kukla yapıp kendi kendini eğlendirmişti.
"Oysa sakladığın hiçbir şey yoktu." dedi, ceset.
Kapı eşiğinde durdu ve gözlerini koridorun alakasız bir kenarından ayırmadan duyduklarına cevap verme zorunluluğunu karşılamak istedi.
"Yoktu elbet." diye seslendi;
"Saklamaktan bile utandığım bir hatam kalmıştı. Onu da el birliğiyle benden çalıp bana satmak istediniz. - Şimdi dalga geçeceğimi düşünme ama! Dezavantajını dezavantaj bırakan sendin, nasıl olsa; Öfkeni."
1 note · View note
kandemiri · 10 years
Text
Payton - I
"O şamdanın üzerini kapatmış olmam gerekiyordu."
Gölgeler arasında kalan cılız bir ışığın köşesini işgal ediyordu, simsiyah kıyafetlerinin içinde, bej bir koltuk üzerinde. İki yana açtığı bacaklarından birisi gayet huzursuz ve pasif kalmaya niyetsiz idi. Dirseklerini, dizleri üzerine yerleştirmiş, ellerini kavuşturup bacağının ritmine eşlik etmelerini izliyordu. Gri-beyaz sakallarının lanse ettiğinin aksine bir yaşa sahip olduğunu söylemek mümkün görünüyordu, kırışıklıklardan fazlasıyla uzak surat hatları nedeniyle.
"Neden bu hale düştüm ki ben? Neden yumuşadım bu kadar? Neden buna izin verdim?"
Belki de bunun sebebi, o sert bakışlarıydı. Sert bakışları ve bolca morluk. Gözlerinin altında birikmiş o torbalar, göz kapaklarındaki adanmış gerginlik ile yarışamamışlardı. Gerçi, en son kaç saat önce dinlenmiş olduğunu kendisine sormasının üzerinden dahi saatler geçmişti.
"Bunca yıl kendimi nefret ile adadım hayata; Bu kadar kin besledim. Peri masallarına inanmadan. - Bir defa hata yaptım. Bir defalığına."
Kafasını kaldırıp evin içine göz gezdirdi. Oradan oraya çevirdiği gözbebeklerinin koyuluğu, gözünün içinde birikmiş kan ve yaş ile basit bir kurgu yaratıyor; Odanın karanlık köşelerine çevirdiği bakışlarına dolgunluk sağlıyordu. Ne kadar işe yaradığı bilinmezdi elbet.
Bu yüzden daha yakın bir mesafeye, ayaklarının arasında kalan bir nesneye çevirdi dikkatini. Bir çeşit bıçak; İğrenç beyaz rengi ile ucuz parkelerin arasına saplanmış. Bir süredir orada saplı duruyormuş ki, üzerindeki kanı akıtmış, ufak bir göl yarartmış kendine.
"Oysa çok iyi hissediyordum öfkeyi; Başka hiçbir şey yaşama şansı tanımıyordu bana. Yalandan yaşıyordum her şeyi!"
"Üstelik... Yaşamasını istemediğim insanların yarısını tanımıyordum dahi. - Ne halt ettim ben?!"
Sağ pençes- Hayır! Sağ elini uzattı, bacakları arasında kalan kahverengi saplı bıçağa. Yuvalarının sınırlarını zorlayan gözlerinden dökülen yaşlar ile kavradığı gibi çekip çıkardı, parkelerin arasından; Parkeler kanıyordu.
"Bütün umutlarımı yitirmedim mi, bir vakit? Bütün umutlarımdan vazgeçmedim mi? Bütün hayatımı bir nefret duygusu çevresinde, yalanlar üzerine kurmadım mı!"
"Neden kabullenecek mişim?"
Bıçağı tuttuğu elini bileğinden kavradı ve korkunç bir sakinlik ile derin, sabit, basit bir nefes alıp verdi. Başını oynatmadan gözlerini dikti tam karşısına. Mimiklerindeki, değişimden yoksun hal ve tavır, aklından geçmeyen her şeye dair güzel bir fikir vermekteydi.
Siyahtan başka bir şey görmüyordu. Aslında, sadece görmüyordu; Göremiyordu.
"O şamdanın üzerini örtmem gerekmiyordu. - Çünkü kimse yalancıları sevmez; Yalancılar dahil."
1 note · View note
kandemiri · 10 years
Text
Vakti Zamanı Yalan
Bazen çok vakit harcadığını düşünürsün; Yapman gerektiği iddia edilenler, yapman gerekenler ve yapmak istediklerin arasında bir yerlerde. Hatta soyutlarsın kendini, inkar edersin hayatındaki ince çizgilerin ardında kalan melodileri. Bir kurtuluş yolun yoktur, mesela. Zira kurtulmak istemiyorsundur; Kurtulmak isteseydin, sadece çaba verir ve başarısız olsan dahi bir şekilde kavga vermiş olmanın gururunu yaşardın. Ancak hayır, kimse kavga vermez; Herkes plana göre hareket eder ve saat gibi çalışıp saat gibi dururlar, rastgele başladıkları hayatlarında. - Sonra? Meh. Kimsenin umrunda olmaz kimse; Çünkü hiç kimsenin bir fark yaratmak gibi bir derdi yoktur, çekirdek dünyasında olup bitenler ve çoğunluka cebine girip çıkanlar hariç. Neden? Çünkü görüp taklit etmek daha kolay gelir insanlara ve hiç de mantıksız değildir, hayatlarına devam ederken. Aslında kimseye mantıksız gelmez. Aslında bana dahi mantıksız gelmemekte. - idi. Bir vakitler.
Sonra ne mi oldu? Bu dünyada geride ne bırakacağımı merak ettim. Neden basit bir katır gibi yaşayıp köle olup öleyim diye. Bunu gerçekleştiren insanlara da kızmadım; Bir şekilde hayatlarını idam ettirmek zorunda kaldıkları için bu haltı ediyorlardı. - ama zamanla başka bir değişim ile karşı karşıya kalmıştım; Bu düşünce beni deli etmeye başlamıştı. Ve bu anlatımımın hiçbir fantastik yanı yok. Sabah kalkıp sabaha karşı uyuyana kadar aklımın içinde aynı düşünceler dönüp dolaşırken buldum kendimi ve yıllarca öyle idam ettirdim hayatımı. - Hayatın anlamını falan çözmeye çalışmıyordum ve öğreneceğim daha çok ama çok şey vardı. Lakin bir şekilde bu bir fark yaratamama duygusu yüzünden aynaya bakamaz hale geldim. Kendimi görecek yüzüm yoktu.
İşin kötü yanı, kime sorduysam kestirip attı. Belki umursamadıkları için değil ama farklı açılardan duruma baktığımız için; Belki de ben yeterince dürüst olmadığım için. Dürüst olabilmeyi çok isterdim. Bana olan güvenlerini yitireceklerini bilmesem, belki çok farklı olurdu her şey. - O yüzden hep geç kaldığımı düşündüm. Sadece hayatıma devam etme şeklim üzerinden değil; Başka onlarca konu başlığında da aynı şeyleri hissetmeye başladım.
Ben geç kaldım. Sevdiğimi söylediğim insanlara sevgimi göstermekten tut, sevmediğim şeyleri yapmamak için kavga vermeye kadar. - Benimle bir noktaya kadar yürümüş insanlara gerçekten onlarla olduğumu göstermekten tut, sadece bir insan evladına güvenimi kanıtlamaya kadar. - Bir başkasıyla arkadaş olmak için çok geç kaldım; Kimsenin oyun bahçesindeki ilk arkadaşı olacak şansım yok artık. - İnsanlara, duygularına ve kişiliklerine güvenmek için çok ama çok geç kaldım. Bir başkasının azabını çekerken kendimi duvarların arasına hapsetmişken, bir daha sevmek için çok geç kaldım.
Bir de özür dilemek için çok geç kaldım ki; Asla affedilmeyeceğimi bildiğim konular beni ölesiyle korkutuyor.
İşte benim nefretimin sebebi bu. Herkese gülümsemeye çalışırken, bir somurtma karşısında kin beslemeye başlamamın sebebi bu. Sorumluluk ve vicdan değil; Aynı dünyada yaşayamıyor olmak beni deli ediyor. Vahşi doğanın içinde düşe kalka bir şeyleri öğrenmek yerine, planlı bir dünyada kurulu bir saat olmadan bana yakınlık göstermemeleri insanların... beni deli ediyor.
Belki de deli olan benim, ha? Çok şey bekliyorum belki de. Oysa içimi dökmekten fazlasını yapmamıştım.
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Hodbin kere Edebiyat
Yazmak diye bir iş, bir hobi yoktur; Profesyonel olarak gerçekleştirebileceğiniz bir halt değildir. Zira yazarın ustası, amatörü olmaz. Bünyenin müsade edebileceği bir konu değildir bu. Bir şeyi ya sevmek, ya da sevmemek gibi çok kesin bir ayrıma, siyah ve beyaz arasındaki farka dayanır bu kargaşa. Bu nedenle, sadece, yazan insanlar ve yazmayan insanlar vardır. Orta yolu bulunamayacak konu başlıklarından birisidir bu durum.
Bir gün boyunca aklını karıştırıp, göğsüne acı serpen her şeyin toplamını parmak uçlarından dökemediğin vakit, salonun ortasında bir oraya bir buraya gidip gelirken saçlarını yolmaktır, yazmak. Yani bir hayatta kalma dürtüsüdür; Sağlık bir hayat sürebilmek ve sağlıklı bir akla sahip olabilmek için içini dökmen gereken bir beyaz sayfaya ihtiyaç duymak ve bunu bir alışkanlık haline getirip, bir noktadan sonra asla kopamamak ve bağımlısı olmaktır. Bağımlısı olunacak pek çok şeyden farkı, kişinin zarar vermesini önlemesidir. Çünkü hiç kimse, tecrübe ettiklerini içine atıp da hayatına devam edebilecek kadar şanslı doğmamıştır; Her gelişmiş canlının, eninde sonunda bu stresi yıkabilmesi için bir terapiye ihtiyaç duyması gerekir.
Ne yazık ki, belirli bir yaş itibariyle tabii görüldüğümüz program, hayatımızın yirmi yıl kadar sonrasını planlayabilmemiz ve bütün korkulardan, bütün umutsuzluk ve endişelerden kendimizi hemencecik arındırıp mutluluk faktörünü yok edeceğimiz hayatlar kurmamıza sebebiyet vermektedir. Bunun adı, eğitim sistemidir ve son halkası üniversite olmaktadır. Eğitim sistemleri, bilinçli bireyler yetiştirebilmek için değil, itaatkar işçi üretimini hızlandırabilmek için geliştirilmiş birer fabrikasyon programlarıdırlar. Tabi, bunu söyleyebilmek için önce bu sistemi yaşamış olmak gerekiyor ve ne kadar şanslıyız ki, bizleri bilinçsiz işçiler haline getirebilmeleri karşısında idealist öğretmenlerin durduğu ve bu uzun süreç dahilinde yavaş yavaş yok edildikleri bir dünyada yaşamaktayız.
Hazır bilgi ile hazır yemek arasındaki fark?
İşte benim yazma nedenim bu. Geçmişimden kötü bir anı değil, sevdiğim insanın her şeyi geride bırakıp yurtdışına kaçması değil, kaybettiğim veya kaybetmekten korktuğum bir başkası veya bir şekilde bağ kurup da çabucak kaybettiğim onca arkadaşım değil; İtiraz edebilmek. Bana verilmemiş, benim zorla aldığım bu hakkı sonuna kadar kullanabilmek. İnsanları, aslında görebildikleri bu duvarları yıkabilmeleri için cesaretlendirebilmek. Çok yüksek bir ihtimal ile hüsrana uğrayacağımı bilsem de sadece devam edebilmek. - Eh, hayat bu değil mi? Yere düşünce sudan çıkmış balık klişesine mi dönüşmemiz gerekiyor?
Henüz kaç yaşında bu kadar büyük konuşan insanlar? Daha kaç kere düşüp yara bere içinde ayağa kalkacağız, biliyor musunuz? O halde en yakınınızdaki sizden daha yaşlı birisine gidip sorun; kaç kere dizlerini, dirseklerini yaraladığını. - ama bir noktada hep düşmekten korkacak herkes. Problem değil; Daha iyi bir öğretmen yok. Ormanın içine dalıp kaybolmadan öğrenemiyor kimse ve önceden planladığınız yılların hiçbiri gerçekleşmeyecek, çünkü hiçbiriniz robot değilsiniz.
Fakat ben hayatımın bir gününe kadar prenses olduğunu zanneden bir çocuk gibi zırlamaktan fazlasını yapmamıştım. Ve bir sabah kalktığımda, şöyle baktım kendime ve artık mızmızlanmıyordum. - Yazdığım zaman mı? Superman değilim ama ayakta durabilecek kadar kuvvetim var.
Not: İşin kötü yanı, %36 (+-%5) ihtimal ile antisosyal olduğumu öğrenmiştim. [burada iğneleyici ve somurtgan bir smili var]
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Konudan Uzak Korkular
düşünsene; birden yaşlanmışsın, hayatındaki tüm fırsatlar uzanamayacağın bir kenarda birikmiş, dağ olmuşlar. onlar sana bakıyor, sen onlara bakıyorsun. bir de yalnız başına kalmışsın, hiç arkadaşın yokmuş. sanki herkes seni aynı anda terk etmiş, çekmiş gitmiş hepsi. sanki hepsine aynı anda zarar vermişsin, hepsi de senden nefret etmeye başlamışlar. sen onların silinmekte olan ayakizlerine bakıyorsun, ayakizleri sana melül melül. - bütün hayatın bitmiş, bir noktada kendini toplayacağın yerde daha fazla dağıttını hiç görememişsin. ya da aylak aylak gezmişsin, bir sahil şehrinin deniz mahsülleri kokan yanlarından birinde. sürtmemiş, ama gezmişsin işte; sadece o duyguyu defalarca yaşayabilmek için. hani at yetiştiriyorlar ya; önce bitirsin hepsi hayatı diye, erkenden ölüp gitsinler diye. belki sen daha erken bitirmişsindir her şeyi. sadece fark edemiyorsundur. öyle bakakalırsın, diğer karıncalar meşgul iken ufak pencereleriyle. önce bir küçük görürsün hepsini. sonra en küçüklerinin kendin olduğunu ve kafanı kaldırıp bakamadığın göğe yükselirken manzarayı keyfe daldığını anlarsın.
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Postapokalips Eleştirisi
Denemeden caymaya sebebiyet veren aptalca hislerden birisi, hayatın ile hiçbir şey yapmadığın düşüncesinin göğsünü paramparça etmesidir. Aptalcadır, zira hedeflediğin veya rastgele diyerek etrafında bir olay ördüğün herhangi bir konuda hedefi tutturmaya çabalamadıktan sonra, boşu boşuna kendine eziyet edip de hayatını felç etmenin bir anlamı yok. Belki başka insanların şansları yaver gitmiştir, belki sen yeterince çabalamamışsındır daha önce; Başka insanlar, belki yakın çevren, senin kabullenemediğin istikamet kanunlarına adapte olabilmek için seninle aynı sıraya girmişlerdir zamanında. Sen sadece bu durumu ve onları anlamakta güçlük çekmiş, belki de anlamak istemeyecek kadar onlara değer vermişsindir. Senin derdin belki de onları kurtarabilecek kadar yolun dışından mantık taşıyabilecektin gözleri önüne. Fakat, hayır. Böyle bir şey yok, değil mi? Sen, o işe yaramaz hayatın boyunca bir insan evladı gördün mü ki kendisi ve bencil aşkı dışında başka insanları umursamış olsun? Yok öyle birisi. Bir yerlerde bir insanın böyle bir karakteristik tanrısallığa erişebilmeye niyeti olsa dahi, değer verdiği insanlar tarafından rayların üzerine çekilip stabilitenin muasır medeniyetler seviyesine tapınmasını sağlayacaklardır hiç şüphesiz. Bahsini geçirdiğimiz kişi, büyük bir olasılıkla kendi paranoyasında boğulup gitmeyecektir. Bunun için altyapısının bozuk olması gerekebilir; psikolojik açıdan tamamen akademik hedeflerle konuşuyorum. - Peki kalacak bir ukte? Edeceği bir dünya küfür, yıllar yıllar sonra? Kocaman bir pişmanlık!
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Kontrolsüz Harcamalar
Kendimden utandığım anlara denk gelirdim hep. Henüz bir haltın değiştiğine şahit olmadım elbet; Yine de hayat çizgin dahilinde herhangi bir haltın alışılagelememiş olmasıyla mücadele edecek kadar zamanın olmaması anormal karşılanacak bir durum değil. Lakin böylece kontrolsüzce, akışına bırakarak, sadece dürtülerini kullanarak kelimeleri yanyana getirebilmek için farklı bir çeşit akıl kalıbına ihtiyaç duyabiliyorsun. Sanki dünyadaki tüm insanların gözleri senin üzerindeymiş, sanki herhangi bir hareketin onların gözlerine batıyormuş hissiyatına sahip olmak gibi; bir anda gözlerine batan şeyin senin hareketlerin olmadığını kolay yoldan hissedebilmek ve gözlerine batıracak başka sivri haltara erişip kestirip atmaya çalışmak gibi. Ancak hayat bu kadar zor değil, bu kadar kolay olmadığı kadar. İşin sosyoekonomik zırvalıkları bir yanda dursun, etki-tepki dışında başka hiçbir gerçeğin varolmadığını görüp de dünyaya baktığın vakit, aslında insanların gözlerine batan şeyin sen değil; senin gözlerine batan şeyin, insanların varoluşları olduğunu görebilirsin. Bu da işin paranoyaya ne noktada döküldüğü ile ilgili güzel bir örnek olarak aklının bir köşesinde, harikulade bir tecrübe olarak kodlanıp beklemeye alınacaktır. Lakin en az bu paranoyanın sonucunda vardığın manyakça olduğu kadar andavallığa da denk gelen fantezi bütününü ne kadar derinden hissedip tüm kontrolü kestirip attıysan, aynı şekilde herkesin kişiliğinin bir kenarında bekleyen o hastalığı iyileştirebilmek için de aynı gayreti gösterebilmek gerekmekte. - Fakat ben şu ana kadar bu durumu, o kadar derin olmasa da, bu kadar derinden ele alacak kadar can sıkıntısından ve yağmursuzluk, rüzgarsızlıktan gariban bir halde kalmış herhangi bir insan evladı tanımadım. Bünyenin tek bağımlılığı kulaklığın içinden çıkan yağmur efekti iken bir de. Toprağın kokusunu özleyip bir saksının içine bir bardak suyu döküp saksının kenarında oturup bir mucizenin yolunu gözlemek gibi. Aslında en vahşi fikirlerin bile çok çocukça olduğunu fark edip kendine duyduğun bütün özgüveni yerle bir etmekten farksız. Sonra kendi kendine mal gibi sorar durursun, ne halt etmeye bana zarar veren tüm alışkanlıkları bir kenara atıp yeniden nefes almaya başlamışım diye; Ne yağmur yağdırıyorlar, ne toprağı koklatıyorlar! Ama öyle değil, arkadaş. Çocukça sıfatını ekleyip horgördüğün kendi dürtülerinin dahi altında bir özlem yatıyor, hayatın başka başka köşelerinde, bir daha asla yaşayamayacağın anlara. Benzerlerini aramaya çalışırken ise hayatının geri kalanını harcayıp gidiyorsun öylesine. Sonra neden dünyayı yok etmeye çalışan profesörler çıkıyor ortaya; Üstelik hiçbiri akademisyen değil!
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Farkındalık Parlayan Şövalye
kafa sikmek için yeterli sebep.
hayatının büyük bir bölümünde, iyi olduğun işi dahi duyulan kıskançlık çerçevesinde ivmelendirmeye çabalıyorsan; kesinlikle bencilsindir. kişisel tatminlerin için sadece kendi hayatını değil, etrafındaki pek çok insanın hayatını dahi bu uğurda feda edebileceğin anlamına gelmektedir. - fakat ergen dönemlerde atılmaya çalışılmış adımlardan bahsetmiyorum; eğer yetişkinliğe adım atmışsan ve kendini çalışmaya verebilmek için eskiden dost olduğun ve kavga ederek bağları kopardığın bir insan evladının başarılarını, hatta halen arkadaşlık ettiğin insanların hayattaki başarımlarını kullanıyorsan, gerçekten bencil olduğunu itiraf etmen gerekebilir.
evet, bazen aynaya bakıp gördüğün silüetin rengini değiştirmek ister insan ve çoğunlukla başarısız olur. lakin kendine ettiğin ufak isyanlar damlaya damlaya bağırma çığırma noktasına getirir seni. bir anda tüm hayatını, tüm düşüncelerini, doğru saydığın her haltı değiştirmek için çaba vermeye başlarsın.
bunun adı farkındalıktır; bilinen en vahşi lanet.
misal, her sosyopatın, normal bir insandan daha gerçekçi ve belirli dozlarda farkındalık sağlamasını sağlayan minik duygu selleri mevcuttur. kendini sorgulamasını sağlar; yaptıklarının ve yaptırdıklarının doğruluğunu düşündürür. saatlerce treni izletir ve izledikçe ağzından salyalar akmaya devam eder. çünkü hata ettiğini ve hatalarından geri dönemeyecek kadar korkak olduğun gerçeğiyle yüzleşirsin.
bir de inancında kibrin, bencilliğin karşılığı ölüm ise ve buna yürekten inanıyorsan; yürekten inandığın doğrusunun gerçekçiliğine dair kafa yorduğun anda değişir bütün tablo. - düşmanına evrilmişsindir. `dostun düşmana evrilişi` gibi. bir anda en büyük düşmanın kendin olursun; öldüremeyecek kadar değerli, sevemeyecek kadar nefret ettiren. devasa bir paradoksun çekirdeğinde bir solucan deliği arayıp sıyrılabilmek gibi fantezilerin vardır, gerçekçi yanlarıyla birlikte.
işte bencilliği düşünmek böyle bir şeydir. bazıları düşünmeden yaşar, bazıları yaşadıklarını düşünerek ölür.
fakat nihai karar değişmeyecektir. farkındalığın analiz ettiği durum komedisi, fedakarlığın soyutladığı kişisel zevklerin gerçekçiliğe dönüşmesiyle son bulmak zorundadır. - veya sadece "kader" deyip var olmayan yaralara tütün basmaya çalışarak boş ve anlamsız bir yaşamı tecrübe edip hiçbir haltı başaramadan ölüp gidersin. kimse ama hiç kimse, yaşamadan ölmeyi hak etmez. sadece merhametsiz olanların samimiyetsizliğidir, aykırı söylemler.
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Kararlı Sürüm
sabit kalmaya adanmış, kazanabildiği en fazla zamanı kazanmak için çabalayan bir minik taneciğin dünyaya meydan okuması; determinasyon veya stabilite olarak şekillenebilir, hayal dünyasında. lakin en belirgin şekli, a şehrinden b şehrine gitmekte olan bir lokomotifi andırmaktadır. bir ray üzerine konuşlanmış bir hayatı düşünün, hiçbir yere sapma şansı olmayan ve herhangi bir noktaya sapmak için bir nedeni bulunmayan; başka bir yöne sapamayacak olmasından doğan imkansızlık yüceltilen. - toplumsallıkla bağdaştırılması normal olan bir örnek; zira sürü lideri yok olduğunda; kükreyen aslanların, ağlayan yavru köpeklere döndüklerine şahit olursunuz. gidecek yerleri olsa bile gidebilecek kuvvetleri olmaz.
fakat bireylerin kararlılıkları ve bu yönde hareketleri veya hareket iddiaları- siktir et.
hayattaki en büyük motivasyonum nedir, biliyor musun? senin başarısızlıkların ve başarısızlıklarının en büyük nedeni olan, hile yaparak hayatta kalan hırsızların başarıları. ben onları gördükçe motive olur, en iyi yaptığım şeyi yapma yolunda şevk edinirim. bu durum, popülizmi kullanarak bir noktaya gelmiş ve öyle veya böyle benimle aynı kategori için kavga eden başkalarının karşısında asla düzgün bir hayat kuramayacağımın en büyük göstergesidir. beni denemekten alı koyan ne? ben. benden başkası bana zarar verebilir mi? veya senden başkası sana zarar verebilir mi?
biliyorum; ufku, içtiği barın torbacı sahibinin becerdiklerinin hikayesinden ibaret bolca insan mevcut. lakin bunu değiştirebilmek için benim verdiğim çabanın kötürümlüğü karşısında kellemin alınması gerekmiyor mu? - varsın, yazsın, o köpekler. varsın, hiçbir fikir aşılayamayacakları hikayelerini satsınlar insanlara. ben denemedikten sonra, o insanların varlığı neyi değiştirir? veya bana nasıl bir zararı dokunur?
yarın, gerektiği zaman, bir yükü sırtından atabilir misin? çünkü bu medeniyet bir bataklık ve her çürük yumurta yüzünden daha fazlası derinlere gömülüyor. - ne demek istediğimi anlatabildim zannediyorum. - öyle veya böyle kurtulmak için çaba harcayacak kaç insan mevcut merakından hep bunlar. yaşadığın ülkede herhangi bir uğraşının kendini harap etmesinin başlıca sebepleri arasında kaç işe yaramaz, kaç israf var diye merak etmiyor olmanı, insanlığına bağlayabilirim; lakin bundan asırlar evvel ateşi elinde tutup yolu aydınlatmaya çalışmış garibanların kellelerinin verilmemiş hesaplarının zamanaşımına uğramalarını bekleyemez onlar. yeni acılar akabinde unutulmuş hatıralar olarak tarihin bir parçası kabul görülecekler. ve sonra? sanki tek derdim buymuş gibi.
böyle mi devam etmeli? motivasyon için beyin ölümlerini mi izlemeye devam etmeliyim? başka insanların hatalarından çıkardığın dersler, defterinin arasında bir nottan ibaret mi kalmalı?
elbet, boktan bir düzenin sonu gelmeyecektir. - fakat istemediğimiz dünyalara yelken açıp da becerilerimizi, ihtiyaç ve eğilimlerimizi boğup da yaşayıp ölmekten ibaret kalmamız normal mi?
kararlılık, işlevinin farkında olmaktır.
0 notes
kandemiri · 10 years
Text
Bezden Beden
bezden hali biraz gariptir; siyah renkli hayaletlerin hareketsiz durduğu odanın bir köşesinde, hayattan hiçbir beklentisi yokmuş gibi sessizce ve kararlı oturur, anlamsızca bakar. saatlerce, haftalarca en ufak bir değişiklik bile sezmez, hatta unutursun bebeği. sevgi falan beklediğinden değil, karşılık vermeye dahi tenezzül etmeyeceğinden hep. içinde bir yerlerde o bebeğin gerçekliğini sorgulamak abesle iştigaldir.
kızıl bukleler dökülür omuzlarından, minik yeşil bir elbisenin içine sığdırılmış ufak bir dünya; bir suratı yoktur. bir gün, minik ayaklarının üzerinde durmayı öğrenir, bez bebek. etrafına bile bakmadan, olmayan ufak elleriyle eteğinin üzerindeki tozları silkeler. ilk adımlarını atarken tereddüt etmez, aksine bilinçli davranışlar sergilediğinden emindir. konuşamayacak olmasından bile gocunmayacaktır, konuşan onlarca oksijen ısrafıyla aynı kaya parçasının üzerinde yürüdüğünü bildiği için. basit bir hayat sürmenin yoluna baş koymaya gelmemiştir, nasıl olsa. karanlık oda, onun içini karartmaya yetmeyecek kadar anormal olmaktan uzaktır. ne gözleri yanmıştır, ilk an; ne de ciğerleri. bu yüzdendir ki, nefret edecek bir materyale sahip olacak kadar şanslı değildir, etten ve kemikten varlığı için kıllarını kıpırtamayacak kadar acınası olanlara oranla.
kulakları yoktur; ne duysun, ne hayalini kurabilsin müziğin.  her canlının arka planında bir melodi vardır da, ona bahşedilmemiş işte. biçare yürümeye devam eder, masanın ucuna doğru. uzun mu uzun, büyük mü büyük. zar zor yukarıya çeker kendini, sandalyenin kenarından. bezden parmaksız, bezden elleri kayar ve kendini yerde bulduğu anda, bu yeni tadını aldığı harika duygunun esiri olmuştur; azim. bir kere dener, iki kere dener fakat amacına ulaşır ve masanın üzerindedir. masanın bir kenarında kalemlik ve kalemliğin içinde bir makas. kağıtları ezmeden, kaydırmadan, düşmeden yürümek bir dertmiş gibi narin hareketler ile yaklaşır, makasa. nihayetinde kalemlik düşer ama makası sürüklemeye başlamıştır bile. umrunda olması gibi bir lüksü yoktur. masanın diğer tarafına çeker makası, yorulmanın anlamını öğrenecek altyapısı olmamasını avantaj belleyerek.
masanın diğer yanında, aşağıda bir et torbası uyumakta ve terlemektedir. ne avcı vardır, ne av. ortada bir adaletsizlik mevcuttur. ikiyüzlü et torbalarının verdikleri sözler, vahşi ve düşüncesizce hal ve hareketler, kendi dünyalarını baskı unsuru haline getirmiş aptallar. kabus, kabusu görenin bilinçaltında ibaret ise; kalp atışlarını dikte edemeyen bir bedenin irkilerek kalkması fazlaca meşrudur. boğaz masaya yaklaşır, ufak bir beden makası hızla çevirir.
masanın üzerine düşer, bezden beden. nefes almıyor; sadece tamamlanmış bir oyuncak olduğunu hayal ediyordur.
0 notes