karsiyondenhizlagelenarac
karsiyondenhizlagelenarac
Kaynama Noktası
218 posts
''Gökyüzü bazen ciğerime doluyor.''
Don't wanna be here? Send us removal request.
karsiyondenhizlagelenarac · 10 years ago
Text
Nereden başlasam?
Nereden başlayacağımı bilmediğim için aylardır yazamıyorum. Oysa şu son 5 ayımın her günü ‘‘bunu mutlaka yazmalıyım’‘larla dolu.
Bundan 5 ay önce, bu şehirden gitme umudunu tamamen kaybettiğim bir gün yalnızca 10 saat süren berbat bir iş deneyimi yaşadım. Yaklaşık 3 saat içinde işin nasıl yapılacağını öğrendim, geri kalan 7 saatte de bu işi yapar mıyım, yapmaz mıyım diye düşündüm. İstediğim kadar mecbur olabilirdim, ama kesinlikle yapmazdım. İyi ki yapmamışım.
En azından bir süre daha bu şehirde kalacağımı iyice kabullendiğimde, daha önce stajımı yaptığım televizyon kanalından bi’ arkadaşımı aradım. O beni Ankara’da sanıyormuş, ‘‘Hayır 5 aydır buradayım’‘ dedim. 1 ay öncesine kadar yana yana tecrübeli çalışan aradıklarını ancak 4 kişiyi yeni aldıklarını söyledi. ‘’Şansıma bahtıma sokayım o zaman’’ dedim. Ertesi gün arayıp gazete için eleman aradıklarını söyledi. Ve görüşmeye gitmem için baskı yaptı. ‘‘Ama ben televizyon eğitimi aldım..’‘ diyemeden ‘‘Merak etme, yapabileceğine inandığım için senden bahsettim’‘ dedi. Ne kaybederim ki dedim, görüşmeye gittim.
‘‘Ne kaybederim ki?’‘ deyip gidilen görüşmeler sanırım daha özgüvenli oluyor. Çok fazla bi’ iş görüşmesi yaşamadım. İlkini saymazsak, ciddi bir kurumda bu ilkti. Gazetenin haber müdürü ile görüşürken yılların özgüven patlamasını yaşadım. İş ve beklentilerini açık açık sordum. Kabul edilebilirdi. Neler yapabileceğimi, üniversitede neler yaptığımı, staj dönemimi, yakın zamandaki hedeflerimi ve gazeteciliğe bakışımı anlattım. Görüşmenin sonunda ‘‘Bence ben olsam beni kaçırmam’‘ dedim. Ve bu son cümle benim işi alma sebebim oldu. Birkaç gün sonra gazetenin genel yayın yönetmeni ve idari müdürü ile görüştüm. Hepsi harika geçen görüşmelerdi ve ben iki gün sonra işe başladım.
İnsanın her sabah gittiği bir işi, bir ofisi, bir masası, hatta bir dahili telefonu, saygı duyduğu müdürü, yeni iş arkadaşları, sırf mesleğinden adının sonuna birden eklenen ‘’Hanım’‘ takısı acayip enteresan şeylerdi. Ve ben taptaze bir mezunken kendimi ciddi bir kurumun içinde buldum. Bölgenin en güçlü gazetesi, üstelik yanında bölgenin tek iş yapan televizyon kanalı gücüyle. Benim görevimse hem gazeteye hem de televizyona haberler yazmak. Varsa rutin programları takip etmek, eğer program yoksa özel haber yapmak. En sevdiğim de ikinci kısım. Çünkü yalnızca haber yazmıyor, bu zamana dek merak ettiğim ne varsa, gidip direkt muhattabından, doğru ve akademik bilgi ile hem öğrendim hem de haber yazdım. Her yazdığım haber, tanıştığım her insan; hayat görüşüme, bilgi dağarcığıma, özgüvenime, kendime verdiğim değere ve belki yıllarca çabalasam edinemeyeceğim müthiş şeyler kattı. Biliyorum, katmaya da devam edecek.
Allah var, sinir bozukluğundan eve ağlayarak girdiğim, işin stresine dayanamadığım, ‘ben bu işi yapamayacağım galiba’ deyip pes etme noktasında dolandığım ve hatta geçen haftalarda kendimi acil servise atıp ‘‘nefes alamıyorum’‘ deyip farkında olmadan panik atak krizi geçirdiğim zamanlar oldu. Her defasında beni yeniden ayaklandıran hisse, elimde fotoğraf makinamın ve kalemimin olması ve aslında 'gazeteciliğin’ çocukluk hayalim olduğuydu. Tam o pes ediş anlarında küçükken evde kendi gazetemi kurşun kalemlerle yaptığım günler aklıma gelir, önümdeki kareli bir defterde olmayan ‘gerçek gazete’de, yazdığım haberleri, ismimi ve fotoğrafımı görünce halının üzerine diz çökmüş harıl harıl gazete çizen kıza göz kırpardım. Bugün, ne zaman o çocukluk hayalimden vazgeçmişim hatırlamasam da, sinemanın ağır bastığı günleri çok iyi biliyorum. İyi ki sinema okumuşum, ama iyi ki yolum gazete ile kesişmiş.
Kendimi yeniden, en başından bir okul okuyormuş gibi hissediyorum. Üstelik bunu o koşturmanın en gerçek olduğu noktada, bölgede güçlü bir medya grubunda yapıyorum. Bu yüzden şimdilik  az aldığım maaş gözüme o kadar da batmıyor. Çünkü şu anda o para ‘‘Kızım 1 ay boyunca eşek gibi çalıştın, git kendine 2 bira ısmarla’‘ demeye yetiyor. Üstüne bir de öğrencilik döneminde bütçe ayıramadığım dergilere ulaşmamı sağlıyor. Geri kalanı da borca harca ve faturalara gitsin canım n’olcak.
Bu yazıyı 10 gün kadar önce yazsaydım, sanırım bunları anlatmayacaktım. Daha mutsuz ve her şeye çok kızgın bir yazı olacaktı. Tam o günlerde izinsiz ve yoğun tempoda çalıştığım 15. gündü. Ertesi gün, 15 eylül, doğum günümdü. Doğum günümde tatil planlarım vardı. Ama işten dolayı ertelemek zorunda kaldım. Bir an bütün hayatımın kendime dair her şeyi ertelemekle nasıl geçeceğini sorguladım. Önceki gün müdürle atıştım ve ‘Evet doğum günümde istifa edip kendimi ödüllendireceğim’‘ dedim. (Şimdi komik geliyor). O akşam başka bir işe geçiş için gerekli telefonları yaptım. Akşam, başka bir gazetede çalışan, 10 yıllık tecrübesine güvendiğim ve arkadaşlığına kısa zamanda acayip ısındığım başka bir gazeteci arkadaşımla buluştum. ‘‘Abi ben yeniyim aklımın almadığı şeyler var’‘ dedim. Sonra, kafamda birçok şeyin yerine oturduğu son dönemlerin en faydalı iç dökmesini ve fikir teatisini yaşadım. Uzun uzun dinledim ve anlattım. Sonra ‘‘bunları daha sonra yine düşünüceğim, saat 12 ve artık benim doğum günüm, boşver içelim’‘ dedim. Ertesi gün hiç o kadar içmemiş ve işten bunalmamış gibi, işime gittim. Akşam ofise dönüp haberlerimi yazdım. Müdürüme ve yazı işleri müdürüme doğum günümü kutlamadıkları için trip attım. Güldüler ve ‘‘Aaa sahi doğum günün mü hiç bilmiyorduk’‘ deyip, samimi bi’ sarılmayla doğum günümü kutladılar. Tam haberlerimi bitirip ofisten çıkacağım, müdür yanına çağırdı. ‘‘Aha sıçtım, yine yazdığım haberle ilgili sorun çıkacak’‘ dedim. Masasına gittiğimde son yazdığım haberi açmış, kızgın kızgın bakıyordu. ‘‘Ne olmuş ki?’‘ dedim, birden içeriye pastayla ve alkışlarla kalabalık bir grup girdi. Neredeyse tüm medya grubu, televizyon, dergi, radyo, reklam ve gazete bölümleri, belki sadece selamlaştığım insanlar bile... Müdürün suratında gördüğüm muzip gülümseme, karşımda daha bir çoğu ile tanışalı 5 ay olmuş iş arkadaşlarım. Hani hep ‘‘Hiç beklemiyorduuuğğğm’‘ diye yalandan cümle kurarız ya, ben gerçekten de beklemiyordum. Mesai bitmek üzere, gün içinde öküz gibi çalışmış herkes, gündem malum aşırı yoğun, gazete baskıya gidecek telaş var, televizyonda ana haber bülteni girecek oranın telaşı var, hepsini geçelim üstelik ben hâlâ gazetenin ‘‘yeni kızı’‘yım. Hem o kadar içlerine girdim mi onu da bilmiyorum. Meğer girmişim ama, benim için her an çok önünü ardını düşünmeden istifayı basıp gidebileceğim bir kurum olduğu için o zamana dek farkına varmamışım. Bunu şimdi düşündüğümde, karşılaştığım o kadar yeni şey karşısında yaşadığım afallamaya ve şımarıklığıma veriyorum.. ‘‘Hepimiz için güzel şeyler diliyorum’‘ diye bağırarak, tuttum dileğimi ve üfledim mumlarımı. Hiç bu kadar kalabalık insana aynı anda tek tek sarılmamıştım. En son aramızda birkaç gündür fırtınalı havanın olduğu müdürüme sarıldım. Bir şarkıda diyordu ‘‘Bir sarılsan tüm gücünle, geçer bir günde’‘ diye. Biraz nazlanarak baktık birbirimize, sonra tüm gücümüzle uzun uzun sarıldık. ‘‘İyi ki doğmuşsun, iyi ki tanımışız seni’‘ dedi, hepsi geçti. Belki o kadar iş stresi altında, ben eski özgüvenimin yerinde yeller esen bir halde ‘‘ben bu işi beceremiyorum galiba, hep böyle nereye kadar gidecek?’‘ diye düşünürken, ihtiyacım olan tek şey birilerinin bana ‘‘iyi ki varsın’‘ demesiydi. Doğum günüm, bu açıdan zamanlaması harika bir şeydi. Zaten zamanlaması hep harika olmuştur.
O gece gazeteden bir arkadaşımla içmeye gittik. Bir gün mutlaka O’nu da anlatan uzun bir yazı borçluyum kelime hazneme. Çünkü 5 ayda hayatıma kattığım onca şey arasında ilk 3′te net sayarım adını. Yanına da tatlı bir gülücük kondururum hatta. Ben yine her doğum günü olduğu gibi, geçen yaşın Z raporunu çıkardım o barda. Bundandır ki ilk defa bir doğum günümde kendime mektup yazmadım. O gece orada O’na anlattığım için. Elbette konuşmanın çoğu gazetecilik, kariyer planları, bu şehir, çalıştığımız medya grubu ve neler yapacağımızdı. Yeni yaşımın ilk gününde, 5 ay önce çıktığım bu yoldan asla sapmayacak daha net bir yol çizdim kendime. İnsan sormadan, soruşturmadan, daha yetkin akıllarla tartışmadan her şeyi göremiyor, görmediği bir yolu da çizemiyor. Belki bi’ gün neden bu yolu çizdiğimi, neden bu kadar heyecanlandırdığını anlatabilirim. Henüz doğru cümleleri bilmiyorum.
Aklımda en çok, önceki akşam yani 14 Eylül’ü 15′i bağlayan gecede E.’nin sorduğu soru ve cevabım yer etti.
-’’Yahu kızım, sen gazetecilik yapmak istiyor musun istemiyor musun?’’ dedi.
Bi’kaç saniye durdum, yutkundum. Hani burnunun direği sızlar ya insanın aniden. Elinden çok sevdiği bir şey o saniye alınacakmış gibi. Soruyu soranın gözleri parladı, cevabımı zaten o saniyelik duraksamamda almıştı. Ama yine de ağzımdan duymak ister gibi ‘‘Eeehh hadi çıkar ağzındaki o baklayı!’‘ diyen gözlerle bakıyordu.
-’‘Çok istiyorum’‘ dedim, küçük bir çocuk gibi başımı öne eğip parmaklarımla oynayarak.
-’‘Sen olmuşsun!’‘ dedi kahkaha atarak. Birasını itirafıma kaldırdı.
Gökyüzündeki tüm bulutlar gitmişti. Yıldızlar parlıyordu ve ben yeni yaşıma gülümsüyordum.
1 note · View note
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Video
youtube
Önce bi' gülümseyişle yaşam enerjisi verip, şarkı sonunda hepsini alır gibi.
1 note · View note
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Text
''Ben doğmadan önce yürümüştüm yorucu bir sebepten''
Bu kadarını yaptıysan bundan fazlasını da yapabilirsin.(Kendime artık gaz veremiyorum.)
Kusura bakma, aklıma mukayyet olamayacak kadar çok yoruldum. Durmak, şimdi en boktan şey. Ve ben, 'Durmak'tan başka bildiğim her şeyi unuttum. Bu kadar çok geriye ket vurmamalı bir insan.
Elimde değil, insanları çok suçluyorum. Kendimi de. Uyandığımda aklıma düşen fikirler artık mutlu etmiyor, hepsinin sonunda ben yok oluyorum çünkü. Bunu biraz gülümseyen suratla anlatıyorum ama komik değil. Sinir bozukluğu kendini aptalca gülmeye bıraktı.
Birinizi sildiysem, hepinizi silebilirim. Bir gün uyandığımda kimsesiz olabilirim. Öfke başıma bela açabilecek en kötü şey. Belki en çok da şimdi kimsesiz kalmayı istiyorumdur. Ama öfke şu anda yaşamamı sağlayacak olan tek şey.
Bir sabah, hiç kimsesiz olmak istiyorum.
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Text
N'olcak bu işler?
     Kafamın içi ekseriyetle bir şeyleri sıralıyor, düzenliyor, kategorilerine göre sınıflandırıyor. Elbise dolabı gibi, bu rafta evde giyilen bluzlar, şurada evde giyilen eşortmanlar, bi’ üstteki rafta dışarıda giyilen pantolon, bi’ üstü kazaklar… Elbise dolabında iyi duruyor, yapılmalı da ancak komple tüm hayatı bu mantıkla sıraladığında düzenden çok karışıklık oluyor.
       Aynı şeyi, bloglarımda da yapıyorum. Sinema için ayrı, müzik için ayrı ve günlük,aylık,yıllık yazıp ‘kişisel’ içerik paylaşmalarım ayrı blogta. Bu üç farklı blogu bir türlü bir araya getirememişim. Bir ara bu blogta yapmışım ama kafa yine ‘sınıflandırmış’. Blogspotta içe aktarma seçeneği ile daha öncesinde tuttuğum farklı blogları birleştirip yazmaya devam ettiğim oldu. Blogspotu da hayatımdan çıkaralı neredeyse 6 yıl oldu. Yani sürekli internette yazdığım bu 10 koca yıl içerisinde süreklilik adına hiçbir şey yapmayı becerememişim. Buna binlerce entry yazıp, sildiğim ve kenara kaydetmediğim sözlükler de dahil.
        Bu post da kendimle yüzleşmem olsun. Artık bu konuda bir şey yapmalıyım.
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Photo
Tumblr media
Bazı caddeler uzun ve çok hatıralı.
Ekim, '14, Samsun.
1 note · View note
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Text
5 koca ay!
            Blog kullanım şeklim artık aylıktan ziyade yıllığa doğru gidiyor. Neredeyse her yazının başına buna dem vurarak başlamışım. Yazsak iyi de, yazılmayınca da yazılmıyor işte. Yazmadan hatırlayamıyorsun geçmişi, her şey gelecek için, her şey. (Kendime not: 5 ay sonra dönüp bunları okuduğunda hâlâ bu konuda bir şey yapmadıysan, sen iflah olmayacaksın kızım.)
           Geçen yılın en büyük stresi okulu bitirebilmekmiş. Saplantılı biçimde bitirme tezine takmışım kafayı. Bitirme tezi son derece iyi oldu. Okul da biraz bunaltıcı 'son günleri' saymazsak, harika biçimde bitti. Tez aşaması, yalnızca  kafaya taktığım konuyu yazmak açısından değil, başka bir çok konuda katkı sağladı. 3 yılda değil de, son 1 yılda büyümüşüm gibi hissediyorum. Beni güzel bir yola çıkardı, yol şu an biraz uzakta kaldı; ama durakları ezberlemiştim dönerken, nasıl gidileceğini biliyorum.
           Okulun bitişiyle, birçok insanı hayatımdan çıkardım. Kafam bu konuda epey rahatladı diyebilirim. Memlekete döndüğümde, burada olmadığım zaman boyunca beni sabırla bekleyen dostlara kavuştum. İlk geldiğim günler 40 gün 40 gece kavuşma şenlikleri gibiydi.
           Okuldan sonraki 5 ay biraz sıkıntılı geçti, halen de bitmiş değil. Bunda hata benim, hayatımın bu döneminde biraz 'durmam' gerekli, ama onca tempodan sonra durmak aşırı depresyon etkisi yaratıyor. Durma işini abarttığım, çok uyuduğum, hiç yemediğim, konuşmadığım, yazmadığım, arkadaşlarımla görüşmediğim iğrenç zamanlar oldu. Ara ara tekrar ediyor. Durmam gereken zamanları en faydasız biçimde geçirdim. Şu aralar biraz toparlanıp, umutlanıyorum. Nadiren eski gücüme kavuşuyorum, o esnada da yeni planlar yapıyorum.
           Süresi hâlâ belirsiz bir boşluk. İyi olduğum zamanlarda güzel filmler izledim. Geçen yıl tez dolayısıyla başlayamadığım dizilere başladım. Sezon sezon yuvarladım. Evimin hemen yakınında olan sahilde bol bol paten kaydım, bir başlayıp bir bırakıp spor yaptım. Ağustos ayında sevgilim kilometrelerce uzaktan geldi, doğup büyüdüğüm şehirde geçirdiğim en güzel 20 gündü. Malesef bu sene doğum günümü ve ikinci yıl dönümümüzü ayrı kutladık.O sebeple pek bir 'kutlama' havasında olmadı. Arkadaşlarım sürpriz yapmasa mum bile üflemeyecektim, kararlıydım; ama galiba arkadaşlar tam da böyle günler için vardı.
           Şu aralar, kendime hâlâ oyunun içinde olduğumu kanıtlamam için daha çok yazmalı, yeni edindiğim kitapları okumalı ve kameramı alıp kendimi sokağa atmalıyım. Kafamda bir proje var, eğer onun çekimlerini şu yağmurlar geçtikten sonra yapıp montajlarsam kendimi kesinlikle daha iyi hissedeceğim. Zaten çok geç değil, bir iki ay sonra hayatım boyunca it gibi çalışacağım 'iş hayatına' atılmış olacağım. Bu yüzden durarak geçirdiğim her gün kendime zarar.
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Video
youtube
''Bölündü ikiye ekvator elimde, Muhakkak hadise, amına koyayım meridyenin de. Tamamsa tamamdır. Taraflı tarafsız ne varsa yazıldı. Nasılsa, neyse.''
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Text
Şimdi size bok gibi bir ânı anlatıcam.
Spoiler: DEPREM!
           Bütün gün ve gece evde yalnızdım. Çalıştım. Sabaha karşı 7 gibi yattım. Bütün gece çılgınlar gibi tez filmlerimi izlemiştim. Kafamın içi Yeşilçam. Öküz gibi de uyurum böyle günlerde akşama kadar.
           Rüyamda bi' arabanın içindeydim galiba, ya da gemi, öyle bir şeyler. İçinde olduğum şey sallanmaya başladı. Rüyadayım, nasıl gerçek sallanıyor öyle. Gittikçe de şiddetleniyor. Çok kısa bir an gözlerimi açtım. Odanın duvarları gidip geliyor, esniyor ulan bildiğin. Hep dümdüz sabit durmasına alıştığın duvar esniyor, sağa sola gidiyor. Ayağa kalktım, kitaplıktan patır patır bir şeyler düşüyor. Acayip bir ses var, hem eşyalardan geliyor hem dışarıdan sanki. Bir de duvarların içinden çıtırdama sesleri. (Bunu gerçekten duyduğuma yemin edebilirim.) Sevgilim sanki az önce buradaymış da, şimdi tuvalete gitmiş gibi hissettim. Aslında yok evde. Bağırıyorum adını defalarca. Ses gelmiyor ama; ben onun orada olduğuna eminim. Kafam öyle inanmış. Abim geliyor sonra aklıma, İstanbul'da. İstanbul'dan mı geliyor bu deprem? Yıkılmış mıdır! Abim nerede şimdi! Aklımı çıldıracağım....
           Hayatımda hiç korkudan bağırmamıştım. Yani belki üstüme bir kere kedi atladığında ve tırnakladığında küçük bir çığlık. 40 saniye sürdü deprem, merkezi bana 90 km uzaklıkta. Yerden kaynıyor böyle, yatağın üstüne oturdum kaldım. Devam ediyor dolap kitaplık sallanmaya. Bağırıyorum, sadece AAAAAAAAA!!! AAAAAAA!!! diye. Arada bir de sevgilimin ismini. Çünkü aklıma göre o hâlâ tuvalette. Deli gibi inanmışım buna, onun orada bayılıp kaldığını düşünüyorum.
''Galiba bitti, şimdi yıkılacak hepsi. Burada kalacağım. Bitecek.
ULAN BEN DAHA FİLM YAPACAKTIM.'' diye geçiriyorum aklımdan.
           Çok kısa bir an -bilirsiniz dostlarım akıl saniyeler içinde bin şey düşünebilir- masanın altına mı girecektik, elbise dolabının içinde mi duracaktık, kapının kirişine mi sarılacaktık unuttum ulan hepsini. Zaten de ayağa kalkamıyorum, yatağa oturmuş şuursuzca bağırıyorum. Ayaklarım yerden gelen fokurdamayı hissediyor. Son saniyesinde bir kere daha en şiddetli hâle gelip duruyor. Ayaklarım hâlâ titriyor ama. Banyoya koşuyorum. Çünkü bana göre sevgilim orada, bayılmış. Deprem bende adeta halüsinojen etkisi yapmış olsa ki, sevgilinin aslında evde olmadığını banyoya gidip baktığımda, sonra elime telefonu alıp aradığımda anlıyorum. ''Sakin ol, hemen dışarı çık. Geliyorum.'' diyor. Kafam gitmiş, komuta ihtiyaç duyduğum o saniyelerde 1- sakin ol, 2-dışarı çık emirlerini harfiyen yerine getiriyorum.
           O kadar çok sakinim ki, koltuğun üzerindeki hırkayı tayt diye giymeye çalışıyorum. Masanın üzerindeki su şişesini bile kapıyorum. Ayakkabılarımı elime almayı son anda akıl edip dışarı çıplak ayakla dışarı fırlıyorum. Mahalleli dışarıda, teyzeler o esnada binanın önünde oturken, deprem olunca binadan kaçıp yolun ortasına oturmuşlar. İçlerinden en çok sevdiğim Fatoş teyze görüyor ilk önce beni. Kaldırıma oturup kalıyorum. Yanıma geliyor koşa koşa, ''İyi misin yavrum, yalnız mıydın?'' diyor. ''Hıhı. Uyuyordum Fatoş teyze...'' çıkıyor ağzımdan nefes nefese. Elimdeki su şişesini alıp yüzüme su döküyor. Sonra sandalyeye oturuyoruz.
           Kalabalıktan birisinin İstanbul falan dediğini duyuyorum. Abim geliyor yine aklıma. Nasıl çıkar ulan aklımdan! Arıyorum hemen. İyi misin diyorum, sen iyi misin diyor. Dışarı çıktım, çok şiddetliydi, orası nasıl diyorum. Bir şey yok, orada olmuş zaten, ''Gökçeada'' diyor, ''6.7''
           2 saat boyunca yapabildiğim son telefon görüşmesi bu oluyor. Allahtan abimle konuşabilmişim ki, o annemlere ve haberi duyup bana ulaşamayanlara haber veriyor.
           Sonra bir deprem daha oluyor. 8 dakika sonra. Yola elini koyduğunda yer fokurduyor. Sanki tencere kaynıyor da kapağına dokunuyor ve tencerenin içinde neler olduğunu hissediyormuşsun gibi.
           Birkaç dakika sonra sevgili geliyor nefes nefese. Kalabalığın içinde beni görüp sarılıyor, yemişiz mahalle baskısını. Teyzeler, amcalar, sevgili, hep birlikte oturup depremin nasıl olduğunu konuşuyoruz. Bu sıra birkaç artçı deprem daha oluyor. Bir yandan da internetten bir şeyler öğrenmeye çalışıyoruz. Şükür ki, telefonlar çalışmasa da internet çalışıyor. Yaklaşık yarım saat sonra -her ne kadar teyzeler eve gitmeyin dese bile- eve çıkıyoruz. Çünkü daha tuvalete bile gitmemişim ulan!
           Çanakkale'de hissettiğim 3. 'orta büyüklükte' deprem. Ama bu defası başkaydı. Evde yalnızken, aklımın götünden sevgilinin evde olduğunu uydurması, hem uykuda olmam hem de şuurumu bu denli kaybedip şimdi şurada ne kadar anlatsam da beceremeyeceğim, ya da saniyelik bilinç akışımı aktaramayacağımdan ancak bunları asla -ama asla- unutamayacağımdan dolayı bok gibi bir andı.
           Ayrıca depremle ilgili zerre bir şey bilmiyormuşum, ya da ne kadar bilirsem bileyim o esnada insan depremden bir ölecekse panikten iki ölüyormuş. Ben bugün bunu gördüm.
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Photo
Tumblr media
Böyle başlıyor, aslında çok önceden başlamam gereken ''bitirme tezi'' filmleri izleme serüvenim. Sayılı gün, 50'ye yakın Türk filmi.
Sayılı gün çabuk biter de peki sayılı film? Kahve ve mendil stoğu tamam. Melodrama doyacağım bir hafta sonu olacak. Vira bismillah!
1 note · View note
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Photo
Tumblr media
Çanakkale/ İskele - Mayıs '14
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Text
Ne Çok Acı Var.
           Merhaba kurtarılmış bölgem. Buralara nadiren yolum düşüyor, farkındayım. Sanki burası benim bir nevi hafıza merkezim gibi. Yeterince dağınık yazıyorum, burada toplansa ya hepsi?
           Kendine dert edindiğin her şeyin -ama her şeyin- bir anda hiç olduğu bombok günler. Beyninin yıprandığı, duygularının sanki asit döküyorlarmış gibi yandığı, her okuduğun her gördüğün şeyin seni başkaları adına bir kere daha utandırdığı Mayıs ayı. Var bu Mayıs'larda bir şeyler... Gerçi sanki bir önceki aylarda daha az utanıyormuş gibi. Ben de ha...
           13 mayıs 2014, sanırım bu acının bana yaşattığı hissi aklıma kazıdım. Bir ömür unutmayacağım. Daha 12 gün önce, 1 Mayıs'ta meydanlarda omuz omuza bayramlarını kutlamıştık. Hak, dedik, mücadele dedik, ezilmeyeceğiz, ezdirmeyeceğiz dedik sol yumruklar havada. Sonra bir şey oldu, canımızdan canlar gitti bir maden ocağında. Canımız yanınca hatırladık orada insanlıktan uzak şartlarda ekmek kavgası veren abilerimizi. Bu bizim ayıbımızdı...En çok devletin.
           Öfkelendik. Öfkelendik öfkelenmesine de, sorumluyu adımız kadar bilirken ve bunu sorgularken ''siyaset yapmakla'' suçlandık. ''Suçlandık'' diyorum, ne utanç verici. Bu ülkede artık siyaset yapmak yaftalanası, hakkını aramak da hakeza öyle. ''Ölüsevici'' olduk, hükümet karşıtlarının eline geçen ''koz'' oldu ölen her can. Utandım, yerler yarıldı da her yer maden oldu. Ben içine gömüldüm utancımdan. Yalnız biz mi biliyorduk oradaki tek sorumlunun devlet olduğunun? Yanlış mı biliyorduk, kavgamız mı yanlıştı? Yine meydanlara çıktım. Sol yumruğum yine havada. Doğrusunu öğrenmeye çalıştım. Okudum, inanın saatlerce okudum, düşündüm. Uyumadım düşündüm. Öyle çok istedim ki yanlış olmayı, ancak bir yanlış bu kadar saçma olurdu. Ama doğruydum. Baştan aşağıya haklıydım. Umudum da yoktu, birileri bana ve benim gibi düşünenlere yine hak vermeyecekti. Biz yine doğruyu görüp kimseye inandıramayacaktık, işte burada çıldıracaktık. Meydanlara indik. Sokak kimse için güvenli değildi; ama bizi sokakta olmaktan başka sakinleştirecek bir şey yoktu. Evlere sığmıyordu acılarımız çünkü yine, Berkin'de, Ali İsmail'de, Ethem'de ve diğerlerinde olduğu gibi. Bağırdım. Benim gibi öfkeli insanlarla birleştirdim sesimi; ama bizim sesimiz hiçbir zaman devlet baba kadar gür çıkmadı. Bize sanki dünyanın en yanlış işini yapıyormuşuz gibi bakanlar oldu, yüzümüze bakıp söyleyemediklerini de zaten internette yazdılar. Ah keşke dedim, yüzüme söyleseydiniz. Bana nerede hata yaptığımı söyleseydiniz. Beni size göre olduğum yanlış yoldan çevirseydiniz. Neymiş doğrusu öğretseydiniz. Kahretsin, bu kadar çok haklı olmak istemiyorum ki ben...
           Şu 5 gündür duyduklarım, gördüklerim bir ömür bazı şeylerden nefret etme kotamı doldurdu da taşırdı. Hani diyordum bazen ''bir umut'', ne diyordu o güzel kadın ''umut olmadan devrim olmaz''. Bu kadar da olmazdı aymazlıkları, şerefsizlikleri ama oldu.
           Kahrolsun sizin insanlığınız, ''siz nasıl bu kadar zalim oldunuz?''
2 notes · View notes
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Text
Bunlar ileride çok değerlenecek.
           Mart ayı çabuk geçti. Nisan ayına girdiğimiz günlerde ben şoktaydım. Öncesi ve sonrası yoğundu, seçimdi, diğer projelerdi, bir türlü başına oturup yazamadığım bitmeyen bitirme teziydi, neticesinde bahar bana geç geldi. Hafif depresyon esintisi.
           Düzelip düzelip sonra tekrar bozulan uyku durumu, sporun ucunu yine kaçırmış olmam, saçma sapan biçimde derslerimdeki düşüş, izlemek istemediğim ama izlemek zorunda olduğum filmler. Bu liste uzar da uzar.
           Son iki-üç gündür içime gelip oturmuş kötü hissin adı: ''Okul bitiyor ulan!''
           Kendimi koyversem otobüslerde ağlayacağım, kaldırımlara baka baka. İlk geldiğim günden, şu güne, şehre baktığımda; vicdansız nasıl da güzel. Nasıl da deliler gibi özlenecek.
           Yazıyorum. Aklıma gelen her ayrıntıyı. Kaç gündür elimden düşmüyor not defteri düşmüyor. İlk ev sahibimizin adından, ne iş yaptığından, tipinden, komşularımızdan, otobüs numaralarından, taşınırken evimizi taşıyan nakliyeci Hüseyin Abi'den, yurt müdüresinden, gece bekçisinden, yeni evimizin baktığı arka bahçeye kadar. Yazıp yazıp fotoğraf çekiyorum. Bir gün tüm bu ayrıntıları unutacağım diye ödüm kopuyor. Yazmazsam unuturum tabi! Üstelik bunların hepsini büyük bir panikle yazıyorum, sanki yarın çıkacakmış gibi hepsi aklımdan.
           Baba evine döndüğüm ilk sabah, balkona çıkacağım. Hiç gitmemiş gibi orada duracağım. Dört koca yılın geçtiğini, bir şehrin beni ne kadar büyüttüğünü, bir okulun ve o okuldaki tüm insanların bana inanılmaz şeyler öğrettiğini bir tek ben bileceğim.
           Zamanın ne kadar hızlı geçtiği konusunda artık akıl yürütmemeye karar verdim. Üniversitenin ilk gününde bir hocam, ''Vakit o kadar çabuk geçecek ki, kepini havaya attığında aşağı düştüğü süre kadar.'' demişti, o gün ne demek istediğini anlamak, anlamaktan öte 'yaşamak' için bugüne gelmem gerekmiş.
           Bildiğim her şeyden şüphe ederim de, artık şüphe etmediğim tek bilgim var: Zaman hızlı geçiyor.
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 11 years ago
Text
Merhaba,
           Yine bin yıl oldu yazmayalı. Aslında kendime veya kendim için yazmayalı da o kadar oldu. Yani belki biraz not, aynaya yapıştıranlarından. ''Faturayı ödemeyi unutma, yanına filmleri al, eve gelirken süt al'' haricinde. Süt gerçekten önemli, bunu bilir bunu söylerim.
           Okulun son yılının son dönemi. Biraz fazla mı hızlı geçiyor ne? Şaşırıp kalıyorum çoğu zaman. 4-5 ay içinde de bitiyor, sonrası gerçekten kocaman bir muamma, ne bileyim biraz kara delik. Ya ben onu yutacağım ya o beni, anlıyor musun? O kısmı düşünmeden bugüne odaklanıyorum, ancak o zaman 'daha iyi' geçecektir. Ben okulunun bir dönemini okuldan sonra ne yapacağını düşünürken depresyonun en içinde yaşamış bir insanım, ben o cinnet geçirmem, bir kere daha değil!
           Çok az dersim var bu dönem. Üstelik sürpriz biçimde, kredim fazla çıkınca, bir dersi de üzerimden attım, almıyorum. Epey uğraştıracak ve sabah saatinde olan bir dersti. Şimdi geriye kalan 3 ders, öğleden sonra. Tabii artık hayat felsefemi 'gebeşliğe hayır!' olarak kurduğum için, saat 12'de uyanıp koşa koşa derse gitmiyorum. Erken uyanıp, spor yapıp (evet lan spor yapıyorum) duş alıp, biraz tez için kitap okuyup öyle gidiyorum okula. Aşırı enerjik, neşeli. 3.5 yılda aldığım bu kadar kiloyu elbette,4 ayda veremeyeceğim; ama hiç yoktan spor disiplini şart, üstelik kesinlike daha mutlu bir insanım. Evimin dibinde bir plaj var, bir yürüyüş parkuru. Jeopolitik olarak dünyanın en güzel yeri bana göre, tam Çanakkale Boğazı'nın kenarında. Bir gemi boğazın bir ucundan diğerine geçene kadar hafif tempolu koşuyorum, geçip gittikten sonra yürüyorum mesela. Bundan daha da keyifli bir zaman belirleyici olamaz diye düşünüyorum. Agaçlar da var tabi bir sürü, enteresan kuşlar da görüyorum. 'Oğlum lan' diyorum, 'Hayat, doğa nebleyim her şey çok güzel ulan!'' Ölürsem çok üzülürüm, şu aralar bilhassa.
           Bitirme tezim oldukça iyi gidiyor, birinci bölümünü yazdım bitirdim. Hocalarımın 'çok başarılı olmuş, ohaa, vaaaoouvv' gazlarıyla götüm kalkıp, iyice sermiş olsam da, asla tezle ilgili okumayı, konuşmayı ve düşünmeyi bırakmıyorum. Belki bilgisayarın başına geçip yazmıyorum ama, ilk bölümden tecrübeliyim ki okuyup okuyup iki gün hiç uyumadan kafamda ne varsa yazabiliyorum. Bana göre yazmadığım anlarda da okuduklarım, düşündüklerim kafamın içinde bir bir yerlerini buluyor, sadece yazmaya başladığımda boş bir kabı saniyeler içinde doldururmuş gibi dolduruyorum. Konumdan hâlâ bıkmış değilim, söyleşilere katılıyorum, yeni insanlarla tanışıyorum, tez danışmanım hariç bir sürü hocamla konuyla ilgili tartışıyorum. Ne güzeldir ki, zaten Türkçe kaynak sıkıntısı olan konumla ilgili bir hocam bir sahafta kitap görünce hemen aklına ben geliyorum. Beni görünce kitabı söylüyor. Başka bir hocam da rastladığı materyalleri benim için topluyor. Üstelik hiçbirisi benim tezimle ilgilenmek, tartışmak zorunda değilken yapıyor bunları. İnsan sevgi pıtırcığına dönüşmüyor değil.
           Derslerim az olduğu için başka bir projede daha çalışıyorum. O da çok güzel bak, tarihe not düşülsün isterim. Çünkü bir sürü güzel insanla, farklı disiplinle tanıştım sayesinde. 12 bin metre karelik eski bir kanyak fabrikasının, bir sanat mekanına dönüştürüyoruz. İki günlük dev bir festival organize ediyoruz. Müzik, sinema, tiyatro, sergiler, dans, el sanatları, graffiti, aklına ne gelirse. Ben de, iki arkaşımla beraber tüm etkinliğin toplantılarından itibaren belgesel filmini yapıyorum vee bir de festivalde ilk kişisel fotoğraf sergimi açıyorum. Bu şehirden ayrılmadan önce, hem şehire hatıram, hem de şehrin bana verdiği binlerce güzel hatıradan birisi olacak. O sebeple bende kafa yine ve yine romantik işliyor. :)
           Bir daha bin yıl sonra yazana dek, hoşça kal:)
1 note · View note
karsiyondenhizlagelenarac · 12 years ago
Photo
Tumblr media
Teze karşı bakış açım bu. Saat iki, büssürü taslak. Üstten ikibuçuk cm, sağdan üç, altboşluk iki, sayfa sayısı üst boşluktan bir cm aşağıda, ana bloktan iki cm üstte. Ben sözelciyim oğlum, müyendiz değilim! Of yine gafam yanıyo anne.
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 12 years ago
Photo
Tumblr media
Marla'm!
0 notes
karsiyondenhizlagelenarac · 12 years ago
Text
yine uyku sorunsalı.
           Bazen sence de mi her şeyi yapabilirmişsin gibi geliyor, ne yazık ki çok kısa bir an ama. Normal bi' insan uykusu mesela, gece 1 sabah 8 ve o enerji tüm gün gitse. Hem kendine mutlu zamanlar ayırıp, hem güzel filmler izleyip, hem de güzel okumacalar, yazmacalar. Üstüne bir de güzelce spor yapmak mesela? Yetmezmiş gibi bir de sağlıklı beslenme! Süper olmaz mı? Hatta bu ay içinde çekmem gereken bir kısa filmi de, belgeseli de, diğer ödevi de misssler gibi yaparım bile diyorum.
           Öeeaah sikerler, olmuyor işte.
           Bir hafta içinde, tüm gece uyumadan tam 3 defa okula gittim. Birisinde sunum bile yaptım. Ne sundum hiç bilmiyorum, birtakım şuursuzluklar. Sonra dedim ki, bu yol yol değil. Çünkü, en sonuncusunda eve varamadan bir yerlerde bayılıp kalacağımı, öleceğimi falan zannettim. Korku insana her şeyi yaptırır azizim, bana da kendime çeki düzen vermem konusunda bir şeyler yaptırmalıydı. Yaptırdı da. Ertesi gün, felaketten sonraki bir gün gibi, uzun bir uyku ama erken uyanmadan sonra ADETA BİR MAL GİBİ günümü dışarıda geçirdim. Mükemmel bir pastayı kocaman bir çatallamışken, şapşallığımdan çatalı ağzıma götüremedim. Ağzımın yerini buladım adeta. Masaya düşürdüm. Tabii masadakiler güldü. Konu zaten benim uyku durumumdu. Bir süre sonra masaya birisi daha geldi, sorunu en başından ona da anlattığımda 'Uyumuyorsun da ne yapıyorsun peki?' dedi, 'İşte bitirme tezi için okuyorum, film izliyorum falan.' 'Daha iyi ya kızım! En azından öylece durmuyorsun da çalışıyorsun' dedi. İlk başta çok mantıklı gelse de gündüzki durumlar aklıma gelince, öyle çalışmanın da verimini sikerler dedim. Sonra cumartesi ve pazar gününü hiç çalışmadan sadece uyuyarak geçirdim. Gece de uyudum gündüz de uyudum. Uyanık olduğum saatler içinde de film izledim zaten. Sanki yıllardır hiç film izlememişim gibi, son 2 haftamı yardıra yardıra film izleyerek geçiriyorum. Günde en az 2, en çok 4. Kendi sıkıcı ve yoğun hayatımı filmlerle unutmaya çalışıyorum, ay senaryosu şöyleymiş ay tekniği çok iyimiş, ay geçişi çok güzel kullanmış, oy o kamera hareketine ölürüm, vay anasını şu kadrajın aynısını mutlaka çalıp ben de çekmeliyim diye diye unutuyorum derdimi kederimi.
           Cuma günü artık bir psikiyatriste gitmeye karar verdik sevgiliyle. İlaç milaç bir şekilde uyku meselesini halletmek gerekti artık, diğer yöntemlerin hiçbirisi işe yaramıyordu. Adres Devlet Hastanesiydi ve tabiiki o saatte gidince bir devlet hastanesinde doktor görmek pek mümkün olmazdı. Olmadı da, eve gelip telefonla randevu almaya çalıştık. Eşten dostan tavsiye edilen doktorun da en yakın muayene zamanı da 17 aralıkmış, bir diğeri de 10 aralık. Nabıyorsunuz olm siz, tüm şehir nevroza bağlamış, bir ben eksik kalmışım da, hele şükür ben de yetmişmişim gibi. Tek yapacağı basit bir uyku hapı ve bir de iyi hissetme hadisesine yarayacak ilaç yazması için gidip özel doktora tüm harçlığımı bayılamam afedersin sayın okuyan. Anneme de durum hakkında bir şey söyleyemem, sicilim pek temiz değil zira, üzülür kadın. Anneler zaten hep üzülür; yine de üzmemek lazım. Arayınca, yine en neşeli ses tonuyla konuşmak için komikli şeyler düşünmek lazım. Dedim ya, anneler üzülür, zaten bunun için, size üzülmek için, varlardır.
           Saat sabaha karşı 5, geç uyandım, sabah 11'de dersim var.
           Oğlum neden böyle oluyor ya?!
1 note · View note
karsiyondenhizlagelenarac · 12 years ago
Photo
Tumblr media
Yepisyeni kitaplar geldi! Akademik olarak kafamın ciddi açıldığı nadir gecelerdeyiz. Ovyes.
0 notes