Dudakların oynuyor bu gece
Boş ve miskin tavrım
Beyaz tenli vücuda dağılıp
Kaybolu veriyor.
Gece yine sis perdelerini kuşanmış
Su damlacıkları zifiri keskin.
Boş ve miskin tavrım
Mağlup olu vermiş ince damlalara.
Bir yol. Ufuksuz, derin ve taze.
Boş ve miskin tavrım
Hecelenmiş bu gece.
Kulaklarıma dolan güvensizliğin
Issız bir yangın gibi alevlenmiş.
Varamıyorum
Yol virajlı, sis perdesi keskin.
Boynum da soluğuyla bir hançer
Hecesiz bir kaç kelime
Ve, sen.
Boş ve miskin tavrım
Ürkek ve kayıp.
Aslında sana ne kadar yakınım?
Kurulmuş bir kavanozdan kaçan acı bir hissiyat kadar mı?
Beraat etmiş bir mahkum kadar?
Terk edilmiş elzem kadar.
Kan veyahut damar kadar.
Duyar kasardık, şehrin kedileri yetmezmiş gibi miyavlar bazen dişlerimizi bazen pençelerimizi gösterir sanki o vahşi biz değilmişiz gibi iki parmağa boyun eğerdik. Dizelerimiz ve benliğimiz bu kadar nankör bu kadar uysaldı ama bilirdik, parmak çekilince geri koyar kafamızı uyurduk.
Bazen miyavlar bazen havlardık. Suçlanır geri yatardık ama bilirdik. Bir akşam üzeri çekirdek çitleyen bir kadının aklından Turgut diye geçerdik. Gecemizi bilirdik. Ayın soluksuz yangınıyla uyuyorsun güzelce derdik ama bilirdik. 2 parmağa boyun eğerken susuz bi hatıraydık...
Ve insanlar bu yüzden bırakırdı kapılarının önüne yarsı kesilmiş bir bidon. Yoldan geçen bir bey doldururdu, bilirdik. Usulca miyavlar iki parmağa boyun eğer sonra var olmamışcasına uyurduk..
Tanımadığımız bedenlerin kavgalarına aldırış etmeyeceğimiz gece bitince; çıkar, serilir, uyur, gözlerimizi açardık. Karşımızda tanımadığımız bir Bey. Ne kadar da güven verici(!)
Sadece merak ediyorum, ne zaman nasıl bu kadar doldurulamayan boşluklar edindik hayatımızda?
Ya da o parçaları nasıl kaybettik?
Her rüyadan uyanışımız da neden odamızda yeni eşyalar oluyor? Neden stabil şekilde değilde, değişim yolunda ilerliyoruz?
Tamam, biliyorum. Değişmeyen tek şey değişim kendisidir. Ama değişmek, evrimleşmekten neden güzel olanların ya da yeri doldurulamayacak parçaların kaybolmasını sağlıyoruz?
Çok korkunç değil mi teori olarak yaşayamamak, bilinmezlikte kaybolamamak? Belki bir miras bile edinebilecekken gözümüzün gördüğü kadar yaşamak?
hadi gel
o ucuz poları ört üstüme, hadi bordo
yanıma
sana bi’ kere bile sarılıp uyuyamamışlığımı da koy
değil değil
yazmak için
ciğerlerimin çırpınmasını beklemiyorum her defasında
ama bilirsin ;
büsbütün
yaraya
dönüşmeden
kabuğuna
çekilemiyor
insan
Çok tuhaf, Henüz ölmedim, hâlâ buradayım, buradayım... Gençliğimin baharında çakılı şekilde size sesleniyorum, uğuldamıyor mu o keskin rüzgar size? Sözlerimi iletmiyor mu artık? Çok tuhaf.. Oysa ben bağırıyordum, "BURADAYIM" "BURADAYIM" diyordum size, siz geçip gidiyordunuz. Oysa ben buradayım, köşe başında, duvarın yanında, sokakta, aranızdayım. Ben bir hayalet değilim ki, neden gidiyorsunuz? Neden korkuyorsunuz? Dudaklarımdan kaçan günahlar mı işledim size? Beni yaşarken terk ettiniz. Bir sebebi olmalı, çok tuhaf... ama ben ölmedim ki, buradayım, buradayım işte; Tam telefonun ucundayım. Ses tellerime bağlı telefon merak etmeyin size yine seslenebilirim, gocunmam ki. Ama, sizde gitmeseniz?
Peki ya, sende mi minik? Peki ya sen nereye gidiyorsun? Senin yerin yanı başım, kokun özlemim, gülüşün cennetim, nereye gidiyorsun? B-en, ben ölmedim ki daha, baş ucumda ki insanlar, hey, size diyorum, ben buradayım, ölmedim ki daha.. Şimdilik yaşıyorum bakın. Hayır, siluetime değil, bana, bana bakın. Gözlerime, dudaklarıma, kalbime.. Ben oradayım, bakın, henüz ölmedim, buradayım..