Tumgik
kolaydefter · 4 years
Text
Vivaldi A Minor
2 keman birbirinde kaybolurken ve canlanırken dalgalar gibi.. boşluğa doğru ilerleyen, sorular gibi, cevaplar gibi, isyansız gülümsemeler gibi, korkusuz bakışlar gibi uzaklara, evden çıktıktan 1 dakika sonra çalan telefon gibi, postada kaybolan o çok önemli mektup gibi, kıyısından geçilmiş bir kaza yeri gibi, kabullenilmiş bir yalnızlık gibi, hatta karşılıklı geçen trenler gibi, pencerelerden teğet geçen bakışlar gibi, hızlanan kalp atışları gibi durduk yere, denize atılmış bir yüzüğün dibe doğru kaybolması gibi, seçeneksizliklere seçim dememek gibi, derin nefeslerden sonraki kaldırmak gibi dimdik başını... 2 keman kuyrukları birbirine değen 2 balık gibi mercanların arasında, oltayla yakalanamayacak denli derinde.. 2 keman çenede birleşen 2 damla gözyaşı gibi -ama sevinç gözyaşı-.. 2 keman köşedeki evde kesişen 2 sokak gibi... 2 keman ayrı denizlerden gelip birbirine karışıp tekrar ayrılan ve tekrar birleşip karışan ve tekrar ayrılan, damlalarının hangi denizden geldiği bilinemez olan 2 nehir gibi... 2 keman 2 kişinin dudakları gibi sevişmeye kaçmayan tam bir öpüşmenin içindeki... Vivaldi... 
A minör konçertosu öncelikle... ve sonralıkla da ....
0 notes
kolaydefter · 5 years
Text
Dünya yuvarlak değil ! Dünya bir tarafı yukarıda olan oval bir tepsi. Hepimiz kayıyoruz. Gümüş bir tepsiden düşüp kırılan kristal bardaklarız. Ruhum kayıyor. Ayağım kayıyor. Ama çok küçük yaşlarda kayak öğrenmiş bir çocuk gibi kimseye çarpmadan hayatının slalomlarını atan biri de değilim. Daha çok, kaba bir kızağın üstünde önüne çıkan herkesi deviren huzur bozucu bir kayak pisti katiliyim. Bir de tabiî ne istediğini bilenler var ! Ufak yaşlarda, büyükleri geleceğe dair planlarını sorduklarında tereddütsüz yanıtlar veren ve de söylediklerini gerçekleştirenler var. Her şeyi ama her şeyi kontrol etmeye çalışanlar. Doğan güneşe hükmetmeye çalışanlar. Onlar da kişisel başarıları ve bundan kaynaklanan mutluluklarıyla yeterince aşağı kaydıktan sonra télé-ski'lere, télé-siege'lere binip tekrar yukarı çıkıyorlar. Tepsiden kopmamak, tamamen düşmemek için bütün paralarını ve enerjilerini tırmanmaya harcıyorlar. Düşüşlerini geciktirmek tek amaçları. Tepsinin üstünde geçirdikleri her saniye seksten daha fazla zevk veriyor bu homo-economicus'lara. Kavgalar ediyorlar, politikacı, işadamı, bürokrat, doktor, sanatçı oluyorlar. Meslekleri télé-ski'leri ! Aileri télé-siege'leri ! Hangisi doğru ? Doğru diye bir şey var mı? Dünya bir karambol ve kimseye çarpmadan yürümeye çalışmaktansa kollarımı daha da açarak herkesi devirmeyi tercih ediyorum... Delilik bulaşır. Emperyalisttir! Belki bir sanatçı gibi eserlerim yok. Beni yaşatacak kütüphaneler, müzeler yok ama çarptıklarımın hafızaları var ! Sadece hafızalarda yaşayan bir sanatçı. Gözle görülür, kulakla duyulur hiçbir şey üretmeyen ama hafızalara tecavüz edên bir sanatçıyım ben. Devirdiklerim çocuklarına, dostlanna hatırlayabildikleri kadarını anlatacaklar ve böyle sürecek. Ta ki bütün insanlar tepsiden kayıp parçalanana kadar. Kuşaktan kuşağa hafızalardan geçecek bir sanatçıyım. Çamura hayat veriyorum ben. Heykel yapmıyorum. Notalardan eserler yaratmıyorum. Benim hammaddem bu dünya. Şekil veriyorum ona ellerimle. Ve bırakıyorum insanlara. Hafızalarında var olacak ve geceleri kâbuslannda hatırlayacaklan bu devasa, devasa olduğu kadar da geçici sanat eserini yapıyorum. Domino taşlarına ilk fiskeyi vuran benim. Her şeyi devirip onlara şekil veren adam. Sanat eserim bu dünya. Öldürdüklerim ve yaşattıklarımla dolu olan dünya. Sadece hafızalardayım. Başka bir yerde değil ! Ne bir plastikte, ne bir çelikte, ne de bir kâğıdın üzerinde !.. Her şeyi bilmekten çok uzağım. Her şeyi hissetmekse imkânsız. Ama her şeyin farkındayım. Ve bütün dünyayı hatırlıyorum. Bir yerlerden hatırlıyorum. Ne hayattan önce bir ölüm var, ne de ölümümden sonra hayat !  Ama Kin de var, Yas da ! Onlar hep var. Ta ki bütün şehirler, okyanuslar tepsi den düşüp kırılana kadar...
0 notes
kolaydefter · 5 years
Text
Gidecek bir yer kalmadı. 
Ölüm kaldı. Görmediğim bir o kaldı. Ölüm ve sonrası. Eğer varsa... 
Geçtiğim, maruz kaldığım bütün sınavları düşünüyorum. 
Bütün mücadeleleri. Sorular. Yanıtlar. Yarışlar. Çalışmalar. Uykusuz geceler. Ezberlemeler. Anlaşılamayan konuları beyinlere gömmek. Diri diri !.. Bilmiyorum ben. Hiçbir şey. 
Ezberledim zamanında Herkes gibi.
Ama unuttum hepsini. 
Hiç büyümedim. Hep sınıfta kaldım.  hayatta kaldım. Terfi edemedim. İlerleyemedim. Gerilemedim. Felçli gibi oturdum. Hep aynı yerde. Hep aynı zamanda. Vücudumun çıkarabildiği bütün sıvıları tanıdım. Kan, gözyaşı, ter...
"Ölmüşüm,haberim yok !" derdim eğer biraz daha kuvvetli olsaydım. Geniş bir çukur. Derin mi derin. Toprağın içinde bir oyuk. Yerim orası. Gömsem kendimi. Bitse her şey. Sonuna gelsem filmin. Kopsa film ! Fark etmez benim için. Yeter ki derine, çok derine gömsünler beni. On dakika uğraşsam nefes almak için sonra da yorulup "Eyvallah !" desem ölüme. Bitse her şey. Öyle bir çığlık atsam ki dünya çatlasa ! Altı milyar insan sağır olsa ! Tanrı sağır olsa ! Ben sağır olsam ! Kör olsam ! Görmesem hayatı ! Bitse her şey... Çok sarhoşum...
0 notes
kolaydefter · 6 years
Text
Beklerken
Kahvenin bir eksiği,kaldırımsız olması. Asfalta atılmış birkaç masa,masaların iki katı iskemle. Fincandaki suyun rengi kahveden değil. Başka eksikliklerin de varlığına içtiğimin tadına alamadığımda varıyorum. Sözgelimi kaldırımın olmamasına. Herşeyin tatsızlaştığı bir devirde yaşadığımız söyleniyor. Tadlarda anlaşamamaktan dolayı oluşan bir karmaşa. Kıyıya çekilmenin yaşamı uzak tutamayacağı da söyleniyor. Beklerken düşünüyorum bunları. Beklenen her zaman olduğu gibi bu kez de gecikiyor. Beklerken düşünmek güç geliyor. At arabasının tekerlekleri asfaltta iz bırakıyor. İki koşut çizgiyi izleyerek buluyorum arabayı ve atı. Aklım bulmanın keşif demek olduğu günlere gidiyor. Bu tadı kaçık kahveyi keşfettiğim günlere. Tamamlanmamış dünlere değin uzanıyorum. Beklediğim yerde. Henüz kimse görünmüyor. Uzun bir henüzdeyim. Bitip eskiye yamanması,beklenenin gelmesine bağlı bir süreçteyim. Olmayan,yaşanmayacak,düşünülmemesi gereken. Henüzde oldukça kimse gelmiyor. O zaman beklemiyorum. Yalnızca oturuyorum. Şimdilik. Gür saçlı kadının kusursuz burnuna bakıyorum nereye baktığımı bilmeden. Şakağında bir sivilce beliriyor. Bir tane daha. Kadına uzun süredir bakıyor olmalıyım. Henüz denli uzun, bir o kadar anlamsız bu zaman dilimini harcayana değin gözlerimi sivilceli şakağın kusursuzluğunu gizlediği burundan ayırmıyorum. Kadının bana bakmaması beni ona bakmaya itiyor. Bakışarak anlaşmanın çoktan kalkmış olduğu günlerde olduğumuz söyleniyor. Hep itildiğimizden söz ediliyor. Bakışlar rastlaşmıyor. Kendindekini kendine saklayanlar arasında dolaştıkça beklemelerim uzuyor. Uzun günlerdeyim. Rastlantısızlık beni yoruyor. Tasmasını ağzında taşıyan bir süs köpeği uğruyor masama. Ardından kırmızı gagalı bir kuş. Kahveci bir fincan daha kahverengi su getiriyor. Kadın ateşim olup olmadığını soruyor. Ona bir çakmak uzatıyorum. Çakmamı bekliyor. Çakmıyorum. Sİgarasını kendi yakıyor. Benim çakmağımla. Kadına bakarken edepten adaba uzanan yolda kayboluyorum. Bambaşka şeyler düşünüyorum şimdi. Uygunsuz düşünceler,beklemekte olduğum duygusunu silemiyor. Bekliyorum ben de. Henüz gelmeyenin geleceğinden kuşku duymadan. Kendimi beklediğimin yerine koyduğumda gecikmeyi bağışlayabiliyorum. Bu benlik değişim beklememi de kolaylaştırıyor. Zaman ne çabuk geçiyor. Üçüncü fincan kahveli suyu içecek fırsat da doğuyor. Süs köpeği geri dönüyor. Bir bisikletli,bir otomobil,bir kamyon,belediyenin bir otobüsü. Kadın bitmekte olan sigarasının ateşiyle yenisini yakıyor. Onun da beklemekte olduğu usuma düşüyor bu arada. Kendimi onun yerine koyduğumda gerçekleşiyor bu düşüş. Kimi beklediğini tahmin edebiliyorum. Onun yerinde olduğumdan. Anlıyorum. Beklenen geciktikçe aynı kişiyi beklemekte olduğumuz belirginleşiyor. Kadın henüz farkında olmamalı bu durumun. Bana öyle geliyor. Benimkinden başka bir henüzde yaşıyor o. Masası,oturduğu iskemle, benimkine benzemiyor. Elimi şakağımda gezdirdiğimde sivilcelere rastlamıyorum. Kendimi onun yerine koymak sadece beklememi kolaylaştırıyor. Henüz kimse gelmiyor. Kimse gelmemesine karşın kadın kahveyi terkediyor. Atın çektiği arabanın bıraktığı izlerin arasında yürüyerek uzaklaşıyor masamdan. Ben de kalkıyorum. Kimse gelmediğinden. Yarın buraya dönmeyi,bululmaktan kaçan kadının görünmesini beklemeyi tasarlıyorum. Kahveci içtiklerimin parasını almıyor. Herşeyin kanıksandığı bir dönemde yaşadığımızı söylüyor. İnanmıyorum buna. Söylenen hiçbirşeye henüz inanmıyorum. Duyduklarıma inanacağım zamanı bekliyorum...
1 note · View note
kolaydefter · 6 years
Text
“Kim ne derse desin görüyorum” dedi adam.Çoğu şeyi çoktan demiş olanlar,saydamlığın arkasına gizlenmiş sese baktılar.Birşey göremediler.Elbette göremezdiler.Çünkü çoğu şey çoktan denmişti.Onlarca,onlardan olmayan başkalarınca,yüzlerce,binlerce kez söylenmişti.Adam gülüyordu onlara.Görerek gülüyordu.Gülerken konuşuyordu.Dikleniyordu da.Gördüğünü söylüyordu.Çekinmeden söylüyordu gördüğünü adam.Birşey görüyordu.Belki de birde çok şey görüyordu.Neler görülebilirdi ? Neler görüyordu adam?
Saydamlığın ardına gizlenmiş olması bir ipucu muydu göremeyenlere ? Ya da çoğu şeyi çoktan söyleyip görmeyi durduranlara ? Evet,neler görülebilirdi ? En azından neler görebilirdi adam bulunduğu yerden ? Bir kere onların görmeyi unuttuğu bir şeyi görebilirdi.Sonra onların gördüğünü ikinci,yüzüncü,bininci kez görebilirdi.Sonra hiçbirşey görmeyebilirdi de adam.İnsanlık haliydi.Olabilirdi,bu da olabilirdi.Neden olmasındı ? Adam insandı.Belki de hiçbirşey görmemekti önemli olan.Dİkkat etmeli bu noktaya:Görememek değil,görmemekti önemli olan.
Adamın önemi buradan gelebilirdi.Geliyordu.Görememek için bilincinin yardımına başvuruyordu adam.Görmemeye dikleniyordu.İsteyen bir bakarkördü.Göremediği halde gördüğünü söyleyebiliyordu.Gerçekte,bir körbakardı.Güçlüydü.Yürekliydi.Yoksa...Yoksa aldatıyor muydu çoğu şeyi çoktan demiş olanları? ve bizi ? ...Gülüyordu ya.Ardına aldatma gizlemiş bir gülüş olabilirdi bu.Güçlülüğün uyandırdığı kendine güvenin acımasız diş göstermesi olabilirdi.Görememeden doğan çekingenliğin itelediği yalancı yürekliliğin bizler tarafından yanlış anlaşılması olabilirdi.Olağan olabilirlikleri olağandışı algılamaya alışmış kişilerin karşısında olabilirdi adam.Kimin ne dediği önemli olmayabilirdi böyle kalabalıklarda.Ya da önemli olmayan herşey önemli (var)sayılabilirdi.Bu noktaya da dikkat edelim : “Birşey”,herşeyi önemli kılabilecek bir sıfat yetine geçebilirdi.
Geçirilebilirdi.Geçirebilirlerdi denilebilecek çoğu şeyi çoktan deyip artık dedikleri önemsenmemesi gereken kalabak(lar).Peki Adam ? Adam insan değil miydi ? Önemli değil miydi ? Güçlü değil miydi ? Görmüyor/Göremiyor muydu ? Bakışının ne kadarı kör,körlüğünün ne kadarı bakış doluydu ? Kalabalık “kim ne derse desin görüyorum.”daydı hala.Görülebilecek birşey vardı ortada.Kalabalık oradaydı.Birşeydi.Çoğu şeyi çoktan demiş olanlar,bir zamanlar birşeyler söylediklerinden hiçbirşey olamayacak denli yok olmamışlardı (henüz).Adam da oradaydı.Saydamlığın önüne sığınmış kalabalığın karşısındaydı.Onlara bakıyordu.Onlara “birşey”mişler gibi bakıyordu.Görüyordu.Aldatmacasız,yalandan uzak bir görüştü adamınki.Düpedüz,güpegündüz görüyordu.Çoğu şeyi çoktan demiş olanların kalabalığını görüyor,gördüğünü çekinmeden söylüyordu.”Siz orada oldukça,karşımda durdukça sizi göreceğim” demek istiyordu.
“Ufacık bir “birşey” bile “hiçbirşey” olmadıkça görülmeye değerdir.” demeye getiriyordu.Olabilirdi...Haklı olabilirdi adam.İnsandı ya.Çoğu şeyi çoktan demiş olanlar “kim ne derse desin görüyorum”u başka türlü algıladılar.Henüz söylenmemiş bir görüntü yakalandı sandılar.Adamın baktığı yöne baktılar;kendilerini gördüler.”Demek biz buymuşuz” dediler.Akıllarına getirebildiklerinin tümünü söylemiş oldular böylece.Saydamlığın ardındaki göremeden bakışlarını nasıl yakalayıp kendilerini nasıl görebildiklerini anlayamadılar.Anlayamadıklarından,saydamlığın bile gizleyemediği bir kalabalık oldular.Söylenebilecekleri çoktan tükettiklerinden,insanlıklarının çoğunu yitirdiklerini bilemeden ortalıkta kalakaldılar.Hala adamın karşısındaydılar.İstersek bu noktaya da dikkat edebiliriz:İşin kötüsü,hala adamın karşısındaydılar...
1 note · View note
kolaydefter · 6 years
Text
Yokuşta
Yönlerimiz tersti .Ben Yokuş yukarıydım,onlar iniş aşağı.Bütün günü geçirdikleri floresanlı ve F yada Q klavyeli inlerinden çıkmışlar,iniş aşağı geliyorlardı.Günün yorgunluğunu gizleyen “muzaffer” bir eda vardı yüzlerinde...Altlarından fırlayacakmış gibi görünen dört tekerleklilerin üzerindeydiler.Geliyorlardı akın akın,üstüme üstüme...Elimde tuttuğum üç karış çaplı,kankırmızı çiçekler asılı yetmişiki telden ve tırtıklı bir kara lastikten mürekkep,boşa çıkmış bisiklet tekerleğimi farketmeden geçiyorlardı.Farkedenlerse anlamadan,sadece dudaklarının arasında sıkışıp kalan öksüz bir gülümsemeyle...On iki saat önce kestikleri ve on iki saat sonra ibadet eder gibi yeniden kesecekleri sakalları;fön çekilmekten canı çıkmış  saçları;eve ulaşıncaya kadar idare etmek üzere tazelenmiş rimelleri,gözkalemleri;günün anlam ve önemine göre seçilmiş ama özgürlük ifadesi olarak üst düğmesi açılmış gömleklerinin yakasından yana fırlayana kravatları ile yorgundular,kızgındılar,sabırsızdılar.Birbirlerine kafa atmaktan hayata göz atmaya fırsatları kalmayan ve trafik lambaları daha kırmızıdan sarıya dönerken kornalarına asılan bu somurtkanlar ordusu sağımdaydı.Terstik Ters ! Yitirdikleri insani duyguların yerini,yitiremedikleri hayvani duygularla dolduruyorlardı.Üşümüşlerdi.Kollarını kavuşturmaya,hele hele “sevdiği” birine sarılmaya el vermeyen gocuklarının içinde yine de buz kesiyorlar;yanlarında oturanın tenine dokunmayı hayal ederek ısınıyorlardı.Ve tek dertleri vardı,bir an evvel inmek.Aslolanın baktıkları değil,durdukları yer olduğunu bilmenin gönül rahatlığıyla yokuşun dibine inmek...Oysa ben çıkmak istiyordum yukarıya.Onlardan boşalan yukarıya.Tekerlekleri döne döne , öne , aşağıyaydı.Benim yana yana yukarı...
Terstik ters ...!
1 note · View note
kolaydefter · 7 years
Text
DEĞİŞMELİ
"Alo merhaba: Sana söylemek istediğim o kadar çok şey var kil. ..Sanırım hiçbirini söyleyemeyeciğim. kimbilir, belki de benimle hiçbir zaman görüşmek istemeyeceksin. Ve ben -elim ne zaman telefona uzansa, ne zaman sana 'görüşelim mj?' demek için yanıp tutuşsam­ kendimi hep engellemek zorunda kalacağım. Arada bir yine düşlerime sokulacaksın. Bilinmezimde bir ışık ya da bir kabus olacaksın. "Hayır', diyeceksin; hayır seni görmek istemiyorum. Bir daha arama beni'. Üst üste defalarca reddedilmişliğim yetmiyormuş gibi... Bir kez daha incinecek bu yorgun yürek. Bazen kapımda belireceksin apansız ... Dayanamayıp geldiğini söyleyeceksin. Beni çok özlediğini. Gövdeni gövdeme yaslayacaksın sımsıcak.Kendini bırakınca bana, tepeden tırnağa titreyeceğim ... Düşümde elbet, yalnızca düşümde. Ilişkimizdeki çözümsüzlük kimbilir daha kaç yıl sürecek.Belki de ölünceye dek?... Sen değil, ben. Senin ölümün kadar saçma birşey düşünemiyorum. Yıllardır içimdeki imgenle nasıl diyalog halindeysem yine öyle yaşayıp gideceğiz birlikte. Sana hiçbir zaman yaklaşamayacağım. Büyüdükçe büyüyecek içimde ulaşılmazlığın. Bir daha asla almayacaksın beni yüreğine, biliyorum. “
Tiz mi tiz bir biiip sesiyle sıçradı yerinden. Sözcükleri kaydedilmiş, süre bitmişti. Kulak zarını ipince yırtıp geçen o sinyal sesi de artık çınlamaz olduğunda beyninde ... İşte o an büsbütün bir yitiklik, büsbütün bir ölüm sessizliği.... Düştü telefon elinden. Kordonun ucunda, boşlukta sallanıp duran o nesne kendisiydi. O an, sanki ilk kez görür gibiydi ellerini. O kolları, iki yanında iki demir külçesi. Bacakları gitmiş, iki gülle gelmişti yerine, Dışında boydan boya bir mengene; içinde cam parçaları ... Sözcüklerin susup duyguların haykırdığı o yerde, kendi karanlığına zincirlenmişti. Gittikçe dibe çekildiğini duyumsuyor, kıpırtısızlığın ataletinden kurtulamıyordu. Gözleri kara zeminde iki kara leke, gözleri yitmişliğin imlemi. Oysa anlatmak istiyordu herşeyi bir çırpıda. Anlatmak!. .. Yolu yoktu. Sözcüklere sığdırılmaya çalışılan bir dünyanın işkencehanesine ilk ziyareti değildi bu. İlk değildi "şimdi ve burada"nın içine sıkışıp kalmışlığı. Anın içindeki sonsuzluğu sezinliyor, çıldırtan bir isyan duyuyordu sınırlara. Her türlü engel, her türlü belirlenmişlik, her türlü zorunluluk ve bütün o uzlaşmalar, o boyun eğişler alev alev yakıyordu beynini. Varlığını kalıplar içinde dondurmuş bir dünyanın devingen, direngen, paramparça tutsağıydı o. Dil bir hapishaneden başka neydi ki!..
Genlerin belirleyiciliği. Ailenin, çevrenin. içine doğduğumuz toplumun, kültürün, çağın, düzenin ... Yazgı dediklerinde bir gerçek payı olsa gerek. Insan bütün bunlardan ne kadar bağımsız olabilir ki? Yaşama silbaştan başlanabilir mi? Kendini silbaştan kurabilir mi kişi? Yoksa "insanın doğası, özü ... " dedikleri gerçek mi? Belirleyici olan hangisi: Kendimizde -belli bir bilinç düzeyine eriştikten sonra­ yer ettiklerimiz mi? Yoksa bizi içerden ve dışardan kuşatan binbir etmen mi? Belli yasaların, iç zorunlulukların, iç buyrukların güdüleniminde bilgisayar kadar karmaşık bir makina mıdır yoksa insan? Başkalarının ve kendinin kuklası olmaktan kaçılabilir mi? Sarkacın ucuna asılı bir kukla: İşte ben!
Dünya durmadan dönüyorsa, insan içindeki ve dışındaki değişmezi nasıl ele geçirecekti ki? Değişenin içinde değişmeden kalan bir yan, bir öz var mıydı gerçekten? İnsanın doğası diye bir şey var mıydı? Varolma düzlemindeki değişimi, statikleştirilmiş, dondurulmuş bir içerikle düşünmemiz dilden mi kaynaklanıyordu yoksa? Değişmezliğin taşıyıcısı öncelikle dil miydi, yoksa varlık mı? Şu yasa dedikleri neyin nesiydi? Deneylerden elde edilen genelgeçer, evrensel, değişmez gerçekler mi; yoksa yalnızca insanın kesinliğe, mutlaklığa, değişmezliğe, bütünselliğe, tümellere duyduğu o tarih öncesi çağlara dek uzanan ihtiyacın doğurduğu hayaletlerden biri mi? Sağlam referans dedikleri bir şey var mıydı gerçekten? Yoksa bu yalnızca bir kabulden mi ibaretti? Bir kabul, ortak bir tasarım belki. .. Tıpkı ayaklarının altından durmadan kayan bu zemin gibi. ..
Evrensel ne demekti? Evrensel değerlerden bahsediliyordu hep ... İyi ama neydi bunlar, nerden gelmişlerdi? Sözkonusu evren, nasıl bir evren tasarımını imliyordu? Tek tek bireyler, nesiller, toplumlar, kültürler, hatta tür için geçerli olabilecek, hepsini kucaklayabilecek bir evrensellik var mıydı?
"Ne zamandır içinden çıkamadığım sorular bunlar. Yine de birilerinin, hayal bile edemeyeceğim kadar derin bir kavrayışla dünyaya yönelen birilerinin -belki de senin, dostum!- var olduğunu ve olacağını biliyorum. Her zaman daha ince, daha sağlam bakış açılarının olduğunu biliyorum. Benden daha iyi gören, kavrayan, düşünen, bilen, yaratan beyinlerin olduğunu düşünmek bende bir içerleme duygusuna yol açıyor mu dersin? Hayır, bunu olağan karşılıyorum; doğal değil mi böyle olması; ben kendimden başka biri olmaya özenmiyorum ki... Yapabileceğim en iyi şeyin kendi potansiyellerimi gerçekleştirmek olduğunu anladığımdan beri, belli bir eylem gücü kazandım, dünyaya daha sağlam yerleştim. Kendimi başkalarıyla kıyaslayıp kıyaslayıp aşağılık ve üstünlük duygularına kapıldığım yıllar, o dayanılmaz acılarla kıvrandığım yıllar geride kaldı artık. Ardımda bıraktım hepsini.Ama sen bir daha asla almayacaksın beni içine; biliyorum. Çünkü dayattım, çok dayattım ... Ve çözüldü ilişkimiz. Seninle paylaşmak istediğim herşeyi içime gömmek zorundayım, buna yazgılıyım. Buna yazgılı mıyım gerçekten? Bir daha asla... ASLA açmayacak mısın kapını? kesip attın, bitti!... Bir daha asla değişmeyecek mi bu kararın? Değişmeyecek mi, değişmeyecek mısın, değişmeyecek miyim, değişmedim mi, değişemez miyim, değişemez miyiz, değişemezler mi, dünyaaa! Sen gözlerimin kör noktasına takılı kalan dünya! Hayır istemiyorum yasalarını senin, istemiyorum zincirlerini... Göğsüme kazıdığın bu yazgıyı sevmiyorum hayır, hayır, hayır ...
DEĞİŞMELİ ... "  (devamı gelecek)
1 note · View note
kolaydefter · 7 years
Photo
Tumblr media
1 note · View note
kolaydefter · 7 years
Photo
Tumblr media
Şimdi ben,kalksam;ve oraya gitsem parke taşlı sokakları dikkatsizce adımlayan o hoyrat çocuğu bulabilir miyim ? Yüreği hiç yaşlanmamış gibi duran,çılgın,mutlu ve serseri yaşamla kavga edip,asla yenilmeyen şimdi ben,gitsem; Gençliğim mi ? Çocukluğum mu ? -u-mutluluğum mu ? NEYSE KAYBETTİĞİM...? Yamaca yayılmış şehrin kıvrılarak yükselen dar sokaklarında yavaş yavaş tırmansam hiç bakmadığım kadar dikkatli baksam, parke taşlarını incitmesem, özenle yürüsem, hatta uçsam ve arasam, Kendimi duvarlara ve gökyüzüne çarpa çarpa arasam bulabilir miyim ? Pencereye koyduğum çiçekleri ? Şimdi Ben , ölsem tüm ihanetlerimle çicekler canlanır mı ?
0 notes
kolaydefter · 7 years
Photo
Tumblr media
Küllerinden doğan kor ateşi değilmidir aşk? Heyecanından ellerinde tutmaya çalıştığın,canın yandığında kurtulmak için bahaneler bulup maşalar kullandığın?
1 note · View note
kolaydefter · 7 years
Photo
Tumblr media
Çok mu seviyorsun" diye sordu kız. "Çok kelimesinin anlamını yerinden edecek kadar çok" dedi delikanlı. İşte bunlar hep şiir......... Delikanlı, kızın gözlerine yasladı başını. “İşte şimdi olmak istediğim yerdeyim, aşkın en dibindeyim” dedi. İşte bunlar hep şiir.............. "Şarklılığın güzel yanı ne biliyor musun" dedi delikanlı. "Kalbimiz acıdığında doktora değil şaire gideriz" dedi kız. İşte bunlar hep şiir......... "Ateş" dedi delikanlı. "Su" dedi kız. "Sus" dedi delikanlı. "Issız bir ağustos gibi susmak, çöl gibi" dedi kız.
İşte bunlar hep şiir...
0 notes
kolaydefter · 7 years
Text
Aşk
Hatalarımdan korkmuyorum. Yaptıklarımdan ve yapacaklarımdan, hiçbirinden korkmuyorum. Bir uçakla atlantiği geçer gibi geçiyorum hayatımın üzerinden. Seviyorum bu hayat ülkemi. Dağlarını, tepelerini, denize ulaşan yılankavi ırmaklarını. Mağaralarını, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını. Her ne yaşanmışsa, yaşanmış işte. Geri dönüşü olmayan coğrafi oluşumlar bırakıyorum geçmişimde. Önümde sayısal bir beyazlık, ekranda ışıyor. Işıyor yüreğim. Renk ayarlarıyla oynuyorum monitörün. Beyazlatıyorum, ışıtıyorum beyaz sayfayı. Yüreğim daha çok ışıyor. Benim yüreğim steril. Temiz. Hijyen kurallarına uygun. El değmeden hazırlanır tüm duygular, sevinçler, hüzünler. Ellerinizi yıkamadan okuyamazsınız yürek kitabımın sayfalarını. Sayfaların her biri öpüşle mühürlenmiş, eski bir şarkının anısına. Bir anı: marş olmuş. Çınlar içimdeki koridorlarda. Beni sevmeni isterim arındıktan sonra. Birbirimize dokunmadan sevişelim isterim. Bedenindeki takımyıldızları saymak, ad vermek isterim. Küçük kahverengi benlerine, belirsiz puslu mercan adaları çillerine, sırtında senin bile pek tanımadığın inatçı koyu renkli nebulalarına. Zihnimdeki kalemle birleştirsem benlerini, gökatları bulup binsem kanatlansam, ejderler çıksa karşıma, kılıcımla savunsam kendimi... Konuşsan sonra. Ayıp şeyler söylerken dudaklarının aldığı şekle baksam.Bunu uzun uzun konuşsak. Nasıl bir şey olabileceğini hayal etsek beraber. Sana haritamı göstersem. Çıplak ovalarımı, sert makilerle kaplı steplerimi... Oralarımda yolculuk düşleri kursan. Hayaller ve düşler kadar güzel olamayacağı için vazgeçsek herşeyden. Yetinsek gördüklerimizle. Ellerimizi sürmesek birbirimize. Yeni yapılmış bir pastanın kremasını bozar gibi dağıtmasak bedenlerimizin doğal aromasını. Sen geldiğin gibi gitsen...
1 note · View note
kolaydefter · 8 years
Photo
Tumblr media
Bir göz yanılgısı mı?
Bir kefede ruhumuz,diğerinde dünya.Güneş altında her şey ölümcül bir dengeye yuvarlanırken,zavallı ruhlarımızı kendi terazimizden başka tartacak neyimiz var ? Oysa,her rengi,her cismi,her insanı dengeleyen bir başka renk,bir başka cisim,bir başka insan olduğuna inananlar için ne büyük bir bozgundur,hasta başı monitöründeki düz çizgi : mutlak denge,ölüm....
0 notes
kolaydefter · 8 years
Photo
Tumblr media
hayatı tanıdığını sanıyorsun.oysa baktığın yerden gördüğün,periskopun küçük,sahte bir güvenlik duygusu veren deliğinden görünenler sadece...
1 note · View note
kolaydefter · 8 years
Text
?
bir otobüsün camına kafamı yaslayıp,camın hissizleştiren soğukluğunda kendi yüz ifademi karşımda bulduğum geceler aklıma geldi.parçalara ayırarak,dağılarak,bilinmeyen bir noktada tekrar birleşmek üzere renklerini yitiren görüntülerardı ardına yok olurken,kendi düşünceli yüz ifademi seyrettiğim geceler…
sanki karşımda gördüğüm adam bir başkasıymış….o bir başkası olan adam,düşünceli,bir başka adamın o anda neler düşündüğünü düşlüyormuş….
bu birbirinin içine geçen düşünceler kim bilir hangi romanın veya filmin zihnimde bıraktığı kırıntılardan arda kalanlar…
ben de var olmayan bir adamın düşüncelerini yeniden yaratmaya çalışarak,olmak istediğim beni yeniden kurgulamaya çalışarak varoluşumun devamlılığını mı sağlamaya çalışıyorum ?
bir otobüsün camına kafasını yaslayıp camın hissizleştiren soğukluğunda kendi yüz ifadesini karşısında bulan bir adam bunları düşünür mü ?
neden anlaşılmazlık ya da kaynağı olmayan bunalımlı bir ruh haline bürüne insanlarla ilgili bir şeyler yazmak istiyorum ? neden insanlar böyle bir insan hakkında bir şeyler okumak istesinler ?
kendilerini bulmak için mi ?
ben kendimi bulmak için mi yazıyorum ?
bir otobüsün camına kafasını yaslayıp camın hissizleştiren soğukluğunda kendi yüz ifadesini karşısında bulan bir adamın neler düşündüğünü kurgulamaya çalışan başka bir adam hangi ruh halinde olabilir ?
ben şu anda hangi ruh halindeyim ?
bir bilgisayar başında , bir otobüsün camına kafasını yaslayıp camın hissizleştiren soğukluğunda kendi yüz ifadesini karşısında bulan bir adamın,camdaki aksinde bir başka adam olduğunu düşünerek farklı bir hayatı kurgulamaya çalışmasını yazmaya çalışan ben,bir başkasının kurgusunun ürünü müyüm ?
Ben kimim ?
0 notes
kolaydefter · 8 years
Photo
Tumblr media
Belki de kendimizden uzaklaşmanın, benliğimizi başka bir biçime sokmanın bir yolu aile olmak. Gerektirdiği bazı temel kurallara uyarak, kimi zaman tamamen sosyal birer gereklilik, basit birer formalite biçiminde karşımıza çıkan bu kuralların aslında benliğimize, birey oluşumuza yönelik tehditler içerdiğini farketmeksizin yaşamak. Belki de bu tehditleri farketmek ama yine de yaşamak. Çünkü asıl sorunumuz kendimiz olmaktan kaçmak, onun için kuralcı, düzenli, huzurlu ailemize sığınmak. Sonuçta giderek değişmek, kendimizden uzaklaşmak, başka biri olmak...
2 notes · View notes
kolaydefter · 8 years
Photo
Tumblr media
ZAMAN
Kavranması en güç şeylerden biridir zaman. Son derece değişkendir, akışkandır, bazen de yoğun bir sis kadar durgundur zaman. Uzak bir ülkede sevdiklerinize kavuşmayı bekliyorsanız geçmek bilmez, mutlu ve tasasız yaşıyorsanız uçarak, koşarak geçer yanınızdan. Zaman upuzun sonsuz bir yoldur, sizin yürüyebildiğiniz ise birkaç adımdır sadece... O geçmişin sonsuzluğundan, geleceğin sonsuzluğuna uzanır. 
Oysa siz ufacıksınız, siz miniciksiniz, siz kimsiniz?
Zaman kalabalık bir halktır, karmaşıktır; katledilmiş onca insan, yaşanmış onca savaş, yıkılmış onca krallık, toplanmış onca ürün, el değiştirip dünyayı dolaşan onca para, yazılmış onca kitap, içlerinde hayatın yanıp söndüğü onca şehir, kırılmış onca kalp, şerefe kaldırılmış onca kadeh, birbirinden farklı onca mezartaşı, dalgalan yara yara ilerleyen onca gemi, gökyüzüne uzanan onca ağaç, doğup batmış onca güneştir zaman, bizi kucaklar, rüzgarında dört bir yana savurur. Doğmuş onca bebek,gömülmüş veya yakılmış onca bedendir.
Birbirini izleyen iki dakika hiç benzemez birbirine. Zaman bizi şaşırtır, kandırır, kendine bağlar. Onun değişkenliğinde dönenir dururuz biz; seslerimiz, görüntülerimiz, aşklarımız ve acılarımız evrenin karanlığına yükselip kaybolur. Acıklı bir çabadır bizimki, varolma çabasıdır. Zaman önümüzde çatallaşır, binlerce farklı geleceğe doğru açılır. Bunların hangilerinde varoluruz, hangilerinde yokoluruz, bilemeyiz. Zaman evrendeki tek labirenttir ve biz çıkış yolunu hiç bulamayız.
Zaman bize yalnızlığımızı hatırlatır. Yıldızların altında, toprağın üstündeyiz ama zaman yüzünden belki de hiçbir yerdeyiz. Geçmişimiz gitgide uzaklaşan hatıralarla, geleceğimiz belirsiz seçeneklerle doludur ve biz sadece içinde bulunduğumuz anda varoluruz. İster bilincinde olalım, ister olmayalım bu zavallı halimiz, bizi zamana sahip çıkmaya, onu kontrol altına almaya, kavramaya itmiştir. Tarih ilmi dediğimiz nedir ki? Eskiden olup bitenleri bilmek, geçmişi bir takım dönemlere ayırmak, ona isimler vermek, yorumlamak, tezler geliştirmek bizi rahatlatır. Böylece zamana hükmettiğimiz zannına kapılırız. 
Medyumluk, fal bakma gibi geleceği önceden tahmin etmeye yönelik faaliyetler de aynı endişenin bir ürünü değil midir? Sadece bugünde varolabilen insan, varoluşunun sınırlanın hem geriye hem ileriye doğru uzatabilmek için didinir durur. Oysa zaman bütün bu çabalardan bağımsız, dörtnala sürdürür akışını. Rüzgarlı havalarda hızla yol alan bulutlarda hissedersiniz zamanı veya kirpiklerinizin bir hareketinde veya bardağa dökülen suyu izlerken.. Ama bunlar hiçbir şeyi değiştirmez hiçbir zaman, o geçmişin sonsuzluğundan, geleceğin sonsuzluğuna uzanır, 
oysa siz ufacıksınız, siz miniciksiniz, siz kimsiniz?
1 note · View note