Tumgik
kopukkopukbulut · 6 years
Text
Patellar Tendon ile ilk tanışma...
Ayağımın kırığı için ve de kaburga kırığım için olmak üzere 2 kontrole gitmiştim Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne. İki kontrol de ambülans ile gidildi. Çünkü kaburga kırığım yüzünden koltuk değneği kullanamıyordum. Ayak zaten kırık. Hasta nakil ambülansı için ne taklalar attık, kimleri araya soktuk bilemiyorum. Belediyede sıraya giriyorsunuz, belediyenin keyfine kalmış. Diğer hastalardan sıra gelirse 15 gün sonra kontrole gidersiniz, o sırada kaburga kırığı yer değiştirip akciğere mi saplanır hayırlısı. Ki benden daha ağır ne hastalar vardır... Ambülans az, personel az. Bu da bu ülkenin utancıdır .Gelen personel de 45 kg bi kız bi de şoför. Apartmandan indirilmem için mahalleyi seferber ettik.  Düşmeden, düşkünün halinden anlaşılmıyormuş. 
Tarihlerden 16 Ağustos idi, kazayı yapalı 27 gün olmuştu.  Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki bacak kontrolümde alçıyı çıkardılar. Brace taktılar. Bir nevi ortez yani. Kırığım çok ciddi değilmiş. Ama neden hiç basamıyorum. His yok?! Ben, Marmara eğitim ve araştırmaya hiç güvenmedim. Doktor muyum ? Hayır. Paramedik miyim? Hayır. Çok mu şey biliyorum dizle ilgili? Hayır. Ama sezgilerim beni çok az yanılttı bu zamana kadar. Rasyonelimdir de aslında ama sezgiler hep ağır basmıştır. Bu şüpheden ötürü Metin Sabancı Baltalimanı Kemik Hastanesi’nden de randevu aldım. Yakından bildiğimiz bir hastane. Halam  memlekette bacağı kırıp 2 yanlış operasyon geçirdikten sonra ölü kemik dokularına rağmen 8-9 operasyonla bu hastane başarmıştı onu yürütebilmeyi. Onu ben götürmüştüm hep. Randevuya  gittim. Doktor dk 1 gol 1. Oldukça ters bi adamdı. Marmara hastanesinden buraya neden geldiniz olan olmuş falan dedi. Şöyle böyle derken film çektirdi. Filme baktı kemikte bir şey görünmüyor ama tendonlara bakmak lazım dedi. Tendonlarına bakılmadı mı, MR çekilmedi mi dedi? Yooo dedim. Neyse ortezi çıkarttırdı. Ayağını düz kaldır dedi. Cık. Olmuyor. Bük dedi, o da olmuyor. hmm dedi. MR çekilecek. Randevu aldık, bir gece 3′te G. ile MR’a geldik. İlk önce filmi verdiler. Raporu bir hafta sonra. O bir hafta bana geçmedi tabii. Bir hafta sonra raporu aldık. Uzun bir liste. Suprapatellar bursada sıvı artışı, patellar tendonda parsiyel rüptür, PCL parsiyel yırtık, medial kolleteral ligamanda grade I sprain vs vs (yan çapraz bağlar, iç bağlar vb). Liste upuzun. Yarım saat kendimi kaybedip nette arama yaptım ama o kadar çok bilgi vardı ki bilgi zehirlenmesi geçirdim. Daha da kötü oldum. G. de çok üzüldü. Beni yatıştıramıyordu. Doktoru bulmalıydım çünkü en yakın randevu 1 ay sonra falandı, araya bayram giriyordu. 1 saat doktor aradık. Sonra çaresiz beklerken hademelerden biri yanıma oturdu. Durumu ona açıkladım. O sırada G. de doktoru arıyordu başka binalarda. O hademe bir arkadaşını aradı. Raşit hocanın telefonunu istedi. Raşit hocayı aradı sonra. Beni akrabası olarak tanıttı. Raşit hoca 5 dk sonra ana binada göründü. Zaten ters bi adamdı yanına yaklaşmak zordu. Siz mi bekliyorsunuz beni falan dedi. Durumu anlattım, raporu elimden aldı, acile gitti. Bekleyin dedi. Orada acil bir hasta vardı, ona baktı. Sonra CD’yi bilgisayara taktı. Aynı anda elindeki rapora bakıyordu. 5 dakikaya yakın baktı. Ameliyat mı, değil mi, bacağım eskisi gibi olacak mı ya da geç mi kalındı? Sorular sorular. Ömrümün en zor geçen anlarından biri. Sonra çıktı. Gözlerimizin içindeki insan, doktorun gözlerine saldırıyordu :”Bir kaç yırtık var ama ameliyata gerek yok dedi. Fizik tedavi ile düzeleceğini düşünüyorum. Bayramdan sonra tekrar gelin.” Dışarı çıktık, G. bu haberin etkisiyle sevinçten ağladı. İnanılmaz bir andı. Resmen duygusal bir kement attı boynuma. Gözyaşlarıyla bana sarılıyordu. Sonra fiziksel olarak da sarıldı. Gerisini tarif etmem çok zor...
Eve geldik. Yol boyunca hem düşündüm hem araştırdım. İnsanın en büyük tendonu, patellar tendon, en çok yük taşıyan tendon ve o kadar sağlam bir tendon ki sporda,koşmada falan yaralamak neredeyse imkansız. Ancak kaza, bıçaklanma vb. şeylerde yaralanıyor.  Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, bu tendondan ve diğer sıkıntılarımdan şüphelenmemişti bile...İnanılır gibi değildi .Çok kızgındım. 1.5 ay evde boşuna yatmıştım. Zararın neresinden dönülse kardı, hislerim beni yine yanıltmamıştı, artık yeni bir dönem başlıyordu : Fizik tedavi ve rehabilitasyon.
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Text
1. Giriş
Süper lisede, ingilizce hazırlık sınıfında,İngilizcem gelişsin diye başlamıştım günlük yazmaya. Sonrasında yarı Türkçe yarı İngilizceye dönüştü. Sonra da bıraktım. Blog yazmak da hep yazma arzumun uhtesiydi içimde. Ama iş,güç, İstanbul telaşı vs derken hep ertelendi.
Bu blog, genel itibariyle, her şeyden ibaret olacak. Ama en çok hayatımın dönüm noktalarından biri olan motosiklet kazamı içerecek. Ölümün eşiğine bu kadar yaklaşınca, iyileştikten sonra hep ertelediğim şeyler dank etti kafama.
Keyifli okumalar.
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Text
2. Kaza günü
19 Temmuz 2017. Askerden geleli 2 ay 3 gün olmuştu. İşe başlayalı da tam bir ay olmuştu. 8 aylık aradan sonra,Hala çalışmaya alışamamış aslında aynı şirketteki yeni pozisyonuma alışamamış,  bu yeni pozisyonda beni askerdeyken bekleyenlerin beklentilerini boşa çıkarma endişesi içinde, düşünceli olduğum haftaların günlerin birinde. Çok düşünceli, derin fikir yumakları içinde kayboluyordum. Hayatımı sorguluyordum, metropol hayatını, İstanbul’u sorguluyordum, sevgilim G. ile ilişkimin en büyük sınavını henüz sınırdan, geçer not ile geçmiştik. Ayrıca yurtdışından bir firma ile bir kaç görü��me yapmış, cevabını bekliyordum. Hep derlerdi” kafan dağınıksa motora binme, ben bindim!”
Yeni motorumu alalı sadece 2 gün olmuştu. Pazartesi günü almıştım. Motora yabancılık çekmedim. Çarşamba günü sabahı evin önündeki motoruma atladım. Kaskım,eldivenim, buff vs tam olarak giydim. Motoru çalıştırdım. Tam kalkmak üzereyken, bi şey eksikti. Dizliğim yoktu. Balkonda kalmıştı. 2.kat. Arkamda, 8 metre ötede. 40-50 saniye bekledim. Anahtarı hardtop’taki çantanın içinde alıp geri dönmek, eve girmek gözümde büyüdü. Hem kanvas pantolon giymiştim. Dizlik kırıştırıyordu. Almadım devam ettim. İşyerim Kurtköy’de. 35km kadar gittim. Viaport’u geçtim. Motorun saatine baktım 7.40dı. 20 dakikam vardı. Pastaneden bi poğaça alır öyle geçerim diyordum. Kurtköy gişelerini geçer geçmez sağa dönecektim. Yanımda bir araç vardı. O araçla mesafemi ayarlamak için baktım. Bu bakışların anlık, saliseler sürmesi gerekir, uzun süremez. Eğer saniye sürerse, son bakışınız olabilir. Evet, hala o araca bakıyordum, kafamı çevirdiğimde, içimden bağırtılar geliyordu. Solda bir yere sürtünüyordum : Bariyerler! 
Alüminyum dev kütleler bacağıma doğru saplanıyordu sanki...
Ama hala devam ediyordu bu ilişki. Hem gidiyor hem bariyerlere sürünüyordum. Kendimi çekemedim oradan. Motordan koptum, o biraz daha gitti, motorun yere düşme sesini duydum. Ben bacağımın acısından bir şey görmüyordum. Bariyerlerin üzerine sarılır gibi kapaklandım, biraz daha sürtündüm ve bariyerin öbür tarafına düştüm. Bu 2-3 saniyelik zaman dilimi, 2-3 saat gibi geçti... 
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Text
3. Durumun idrakı ve ilk müdahele
Bariyerlerin arka tarafına yüz üstü kapaklandım. O da ne?! Nefes alamıyorum. Yaklaşık 10sn nefes alamadım. Akabinde panik de oldum. Gözlerim karardı. Aslında su altında 70-80 saniye nefes tutuyorum. Ama bu başka bişi, bıçak gibi kesildi... Sonra düşünceler arttırdı paniğimi. Her zaman olduğu gibi burada da en kötüsü geldi aklıma : “Amk Kurtköy dağının otoban kenarında, bu şekilde ölmek varmış demek ki. Anam çok üzülecek.” dedim içimden. Ve sonrasında yapmadığım,ertelediğim uzun-kısa vadeli herşey gözümün önünden geçti. Bir gün Motorla Nordkapp’a gidecektim, 24 Temmuz’da Zeytinli’ye festivale gidecektik G.ile, bir hafta sonra Paris’ten gurbetçi arkadaşım Mehmet’in düğününe Konya’ya gidecektik motorla, ve Sevdiklerimle hep arzu edip kuramadığım samimi ilişkiyi kuracaktım... Çok demode, klişe ama böyle. Bunlar geçiyormuş akıldan. O beyaz ışığı görmedim ama az kalmıştı bence. 
Yüzüstü yatarken sırtüstü dönmeye çalıştım. Döndüm. Nefesim düzeldi. Gören tüm araçlar durdu. Hepsi sağ olsun. Kaskımı çıkardım. Ölmemiştim :) Kendime geldim. Vatandaşlar bana da doğru koşuyordu. Enerji ve mimiklerinden beni yola doğru kaldıracakları, kendi çaplarında müdahele edecekleri o kadar belliydi ki. “Durun!” dedim. Dokunmayın. Ambulans çağırın. 50 kişi aramıştır belki ambulansı. Sonra birinin telefonunu istedim. Kendi telefonum motorun arka çantasında kalmıştı. Aslında hiç ama hiç yapmayacağım bir şey. Genelde motor montumun iç cebinde olur. Biri durdu, “kardeşim ben de motorcuyum, motorunu kaldırdım, yol kenarına koydum dedi.” Kel biriydi. Sağ olsun. Sonra bi motorcu genç durdu : “Abi biri mi sıkıştırdı, abi plakayı ver yakalayalım anasını s...kelim” falan dedi. Olum dur Allahını seversen zaten ortalık karışık ! :)  Vatandaşlardan birinin telefonunu istedim. Babamı aradım, kapalıydı. Evi aradım. Aileme ben ,bizzat kendim söylemeliydim, yoksa çok panik olurlardı. Zaten panik olmaya bahane arıyorlar :)  Telefona çıkmasını isteyeceğim son kişi çıktı : annem! Babamı sordum, çıkmış. Ama annem sesimden şüphelendi. Zorlama bir ses tonum vardı. Acı içindeydim. Bişi yok, Tamam dedim, babamı yine aradım. Kaza yaptığımı söyledim. Hiç unutamam, babam Derin bir “ah olum ah, ah olum ah.” dedi. Bir babanın tüm üzüntüsü, merakı, endişesi, kederi, ne diyeceğini bilememesi iki harfli bir kelimede ağıta dönmüştü. Kulağımda biri ağlıyordu sanki.   Ambulans bekliyorum, hastane belli olunca ararım dedim. Sonra kardeşimi aradım. Yazlık, dönemsel stajyer olarak bizim şirkette çalışıyordu. Şirkete sadece 300 metre vardı. Bina neredeyse görünüyordu. Dolayısıyla tüm şirket servisleri benim yerde yattığım yoldan geçecekti. Kardeşime kalabalığı görünce inmesini söyledim. Ailemden, ilk şoku o yaşadı. Bunun sorumlusu olmak gerçekten boktan bir duygu. Kardeşimi gördüm, soğukkanlı duruyordu. Bana bilincimi ölçen sorular sormaya kalktım. “İyiyim oğlum” diye tersledim, her zamanki gibi... Servisler yanımda durdu. Tüm çalışma arkadaşlarım üzgün halde bana bakıyordu. Bazılarının suratında ise durumumda olmadıklarının yarattığı şükür duygusunu okuyabilmek zor olmadı. Evet, böyle bir bakış vardır. Kanser olan birine, engelli birine, kaza yapmış birine, bazı insanlar “ Allahtan senin durumunda değilim” bakışı atarlar. Ve yapmacık empatiler kurarlar. Bunu bazen karşı taraf da hisseder ve bok gibi hisseder. Ve bazen bunu ben de yaparım, kendime lanet ettiğim anlardır. Bok gibi olurum, bok gibi hissettiririm. 
Ambulans gelemedi. Çok fena bir trafik vardı. Sonuçta Sabiha Gökçen havalimanı kavşağındaydık ve sabah saatleriydi. Dizimi kıpırdatamıyordum. Diz kapağımın alt tarafı kanıyordu. Pantolonum kan içindeydi. Ayakkabımın teki yoktu. Flo’dan yeni almıştım. Eskitemeden gitti :) dizim çok kanıyor olacak ki  Çevremdeki insanlar dizime dehşet içinde bakıyorlardı. Tahminimce yaralı olan yerden bacağım kırılmıştı. En korktuğum şey, açık kırıktı, olmuştu. Nefes de zor alıyordum. Ambulans ters yoldan geldi. Aslında sadece 10 dk bekledim yerde, ama çooook uzun gibi geldi bana bu süreç. Ambulanstan inen soğukkanlı ruhsuz genç kadın, bana prosedür gereği sorular sordu. Vatandaşın da yardımıyla sedyeye yüklenildim, bariyerin üstünden taşınarak araca yüklendim. Ambulansın her kasiste, her minik çukurda yarattığı titreşim kaburgalarıma balyoz gibi iniyordu. O sallantılarda nefesim kesiliyordu. Paramedik genç kadın bir yeri aradı “hocam Emsey hastanesi kabul etmiyor napalım dedi.” Sonra Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma hastanesine götürüleceğimi duydum. Kızın telefonundan babamı aradım, hastaneyi söyledim.  
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Text
4. Hastane
Marmara Üniv. Eğt. Araş. hastanesi aciline girdi ambulans. Acil girişinde bile trafik vardı. Ambulansta bekledik biraz. Hızlıca kırmızı alana alındım. Doktorlar tarafından Soru yağmuruna tutuldum. Hemen bir filme, oradan BT’ye, oradan başka bir şeye derken bir sürü teste girdim. Acil servis soğuktu. Üşüyordum. Hademe ablaya üstümü ört dedim. Oradaki her insana deli gibi muhtaçtım. Her birine minnet dolu bakıyordum. Hayatımın fiziksel olarak en zor anlarıydı ve onlar bana yardım ediyorlardı. Kutsallıkları gözümde büyüdü, dağ oldu.
Şirketten Şakir abiyi gördüm. Ben sedyedeyken konuştuk, hem sağlık bakanı hem mafya babası gibi bi hali vardı, acilin kralı o gibi yürüyordu, ilk umutsuzluğumu aldı biraz, sağ olsun. 
İşte o an gelmişti, kaçamazdım. Eninde sonunda olacaktı. İçimdeki sıkkınlık ondandı, bu anı kuruyordum kafamda : annemi gördüm. Babamı da. Anam, acil serviste, oğlu sedyeyle bir yere götürülürken, boynumda boyunluk, beni acı öyle acı içinde... Gerisini getiremiyorum. Hastanede acı çektim ama acı çekmedim. Annemin benden daha çok acı çektiğini bilmek tüm acılarımın önünde açık ara farkla gidiyordu. Hiç bir ana evladını böyle görmesin. Ben de bir daha anamı bana öyle bakarken görmeyeyim. Ben başka bir teste götürülürken, boşalmış, kederini-feryadını akıtmış acilin duvarlarına, bana sonradan söylediler.
İş arkadaşlarım Caner ve Yakup gelmiş. Sağ olsunlar. İlk çekilen bacak röntgeni iyi çıkmamış amk yerinde, Doktor tekrar röntgen isteyince Şakir abinin de yardımıyla cihaza kaldırma,indirmede çok yardımcı oldular. Anadolu yakasının en büyük kompleksinde 77 kg adamı röntgene taşıyacak görevli yok. 150 kg olsam hastaneden refakatçi toplamak gerekecek. Her taşıma işlemi, bir yerlerime balyoz indiriyordu, en çok da göğsüme. Kırmızı alana geri geldim. Bir amca yanımda sürekli inliyordu. Sonra sesi kesildi, apar topar bir yere götürüldü. X olmuş dediler...
Yanıma genç,erkek bir doktor geldi. Bacağımı gösterdim. Dikeceğiz dediler. Neren ağrıyor dedi, göğsüm dedim. Röntgenler çektik bir şey görünmüyor ama bazen görünmez, gözden kaçar dedi, ultrason ile de baktı. Bir şey bulmuş gibi gözleri büyüdü. Sol tarafımdaki kaburgalarımın biri kırılmış biri de zedelenmiş.   İlk düştüğümde nefes alamamamın, göğüs acımın açıklaması, bingo!  Zaten tüm göğsümde bariyer, fotoğraf gibi iz bırakmıştı. İzleri ölçsek, tam bariyerin eni,boyunu verir... Kırmızı alandan yine bir yere götürülüyordum, o sırada onu gördüm, G., sevgilim. Gözleri hemen doldu, bana bunu nasıl yaptın,sen motoru çok güzel kullanırdın der gibi, üzgün ve şaşkınlıkla baktı bana. Genelde gözleriyle konuşur zaten. Hep daha çok konuşması için onu zorlarım, kızdırırım. O an, o yemyeşil gözleriyle, şiir yazdı bana. Münacaat etti. Benim gözlerim de karşılık veriyordu ona, gözlerimiz konuşuyordu bilinçlerimizden bağımsız. 4-5 saniye gördüm, yine bi yere götürüldüm.
Ortopedi servisine götürüldüm, siyahi bir hoca vardı. Tanzanyalıymış. Ama Çorumlu’yum esprisini de yaptı elbette. Röntgenlere pek de iç açıcı bakmıyordu. Halinden pek emin değil gibiydi. Ameliyata gerek varsa Baltalimanı kemik hastanesine götürün beni dedim. Gerek yok dedi. Eldiven taktı. Bacağımı büktü, sanki bacağımı yerinden çıkardı. Diz kapağımın altındaki kesikten, elini soktu. 4 parmağıyla, içeride geziyordu sanki . Diz kapağımın üstünde ellerini hissediyordum. Dişlerimi sıkarken, damağım ağdırı. Dizimin içine, enfeksiyona karşı önlem için bi sıvı döktü bolca. Sıvı, bacaklarımdan, sedyeden yere döküldü. 
Yine kırmızı alana geçtik. “İntörnnn!” diye bağırdı bir doktor. İntörnler geldi. Kapalı iki kıza dizimi dikmesi için talimat verildi. Gözlerim kapalıydı ama uyumuyordum. Kızlar fısır fısır tartışıyordu. “Kızım 2 numara olmaz büyük gelir, yok büyük gelmez baksana nasıl açılmış.” falan filan. Ben de açtım gözümü, “her şey yolunda mı dedim.” , kızlar panik oldu. Dikeceğiz dediler, diktiler.
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Text
5. Hastaneden çıkış
İşlemler, saat 4 gibi bitti. Eve gidecektik. 7si antibiyotik olmak üzere, 9 ilaç yazıldı. Bacağımdaki açık yaradan dolayı antibiyotik çorbası idi resmen. Acilden dışarı bi çıktım ki iş arkadaşlarım : Hakan abi, Meryem, Bilgin, Eser, Savaş abi ve diğerleri. 7-8 kişi vardı. Kendimi o kadar değerli hissettim ki tarifi yok. İnsan böyle anlarda ayrı duygusal oluyor. Şirket sağolsun, VIP VW Caravelle minibüsü yollamış beni eve götürmesi için, taksiye falan binmem imkansız. Ambulans desen sıraya yazılman gerekiyor. 1 hafta sonra arıyorlar ancak. Minibüs en makul seçenek. Kaburga kırığım yüzünden binişim çok zor oldu, 6-7 dakikada zor bindim. Bütün acil önü kalabalığı ibretle bakıyordu bana.
Eve geldik. Mahalle önü deli kalabalık. Nasıl öğrendilerse herkes arabanın etrafına toplandı. Yaz günü, zaten tüm mahalle kadınları ve çocuklar sokaktaydı. Arabanın etrafı ana baba günü. Bir sıkıntı daha : eve çıkış! Evimiz ikinci katta. Koltuk değneği kullanamam kaburga aman vermiyor. Koltuğuma giremiyorlar yine kaburga aman vermiyor. En sonunda bir sandalye getirildi. Oturdum ona. Savaş abi ile Hakan abi sandalyenin ayaklarından tutarak beni eve çıkardı. İkisine de ne kadar teşekkür etsem az... 
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Text
6. Evdeki ilk saatler
Olayın idrakı ve kabul süreci eve geldikten sonra biraz daha hızlandı. Hastane koşuşturmacası başımı döndürmüştü. Bir şey anlamamıştım. İdrak edememiştim. Eve gelince, düşünmeye biraz daha zaman oldu. Her ne kadar ağrılar aman vermese de, geri kalan her saniyede, salisede, göz kırpışta, nefes alışta kazayı yeniden yaşıyordum. Çevremdeki insanlarla konuşuyordum,tepki eriyordum, geçmiş olsun dileklerine eyvallah çekiyordum ama konuşan ben değildim. Ben hala kazadaydım, olay yerindeydim, motorun üstünde o bariyerlerin olduğu virajı tekrar dönüyordum. 
Bu halimi elbette kimseye anlatamıyordum.  Herkes sadece benim rahat etmeme, acılarıma, ilaçlarıma falan odaklanmıştı. Çevremde etrafımda pervane olan, olayı en az benim kadar idrak edememiş, dolayısıyla kabullenememiş bir insan grubu vardı: en başta annem! Canım anam ve de canım sevgilim, onlardan bir şey isterim diye gözlerini benden ayırmıyorlardı. İlaç : hemen. Su: anında. Tuvalet : T...koş abini tuvalete götüreceğiz vs vs. Ailemiz maalesef alaylıydı hasta konusunda. Halam ve babaannemin hastalıkları sebebiyle, ne yazık ki...  
Bir abim, kan bağı can bağıdır derdi. İyi demiş, öyleymiş. İnsanın hasta yatağında, gözünün içine bakarak konuşabildiği ailesi, sevdikleri en büyük servetmiş. Bu canın bağına, kan bağı olmayan sevgilimi de dahil ediyorum. Bizim en büyük sınavımız bu kaza oldu belki de. Kötü bir sınav. İyi günde kötü gündenin “kötü” olanı ile erken yüzleştik. İnşallah tekrar yüzleşmeyiz. Asla ve kata. Ben, G..’nin gösterdiği şevkat,ilgi, alaka, sevgi ve sabrı benzer bir durumda ona gösterebilir miydim bilmiyorum. Bilmiyorum demek bile beni aşağılık bir adam yapar belki. Kendime kızıyorum. 
Evde Bir süre kaza konusu, motorsiklet konusu hiç açılmadı. O konu derin, başka bir gecenin konusu.
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Note
Motoru bırakmayı hiç düşündün mü ya da hâlâ düşünüyor musun?
düşünüyorum, Hala netleştiremediğim bi ikilem.
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Text
AEA’ın Ölümü
Kazayı yapalı 5 gün olmuştu...
Kaburga kırığım yüzünden hala zor nefes alıyor, hala kalkamıyor, doğrulamıyor, bacağım da bir o kadar acıyordu.. Vücudumun hem üst kısmı hem alt kısmı bloke haldeydi. Bir nevi felçli gibiydim. Gece yine ağrılı geçti. Sabah uyandım, kuzenim Murat Can mesaj atmış : “abi Altın elbiseli adam ölmüş!” 
“Nasıl ulan, altın elbiseli adam nasıl ölmüş? Kalp krizi falandır, yani motor kazası mümkün değil.” falan filan modundayım. Hemen google yaptım ki ne göreyim belirli belirsiz sitelerde ve facebook’ta haberler yayılmış. İnanmadım. İnanamadım. Akabinde, büyük haber sitelerinde gördüm. Şoke oldum. Kendime gelemedim. Durumu idrak edemedim. Motosiklet kazası yapmış evde acı içinde yatarken çok sevdiğim bir motorcu, benim de motora başlamamda katkısı olan bir adam ölmüştü. Haber kanalları da geçti. Akşam haberlerde her izlediğimde gözlerim doldu. Herkes, bana Barkın Bayoğlu’nu anlatıyordu. Haberi bana söylüyordu ki ibret alayım motoru bırakayım diye. 
Ertesi gün ağrılarım çok arttı. Zaten Marmara Üniversitesi hastanesine de hiç güvenmiyordum, babamın da zoruyla Baltalimanı Metin Sabancı kemik hastalıkları hastanesine kontrol ettirelim dedik, acile gidecektik. Arabaya binmem ve inmem çok sorundu. 2.kattan sürünerek indim, şaka değil, sürünerek, merdivenlerden otura otura, sürüne sürüne indim. Arabaya da o şekilde bindim çünkü ambulans talep etsek 15 günde geliyordu.
Arabaya bindik, Karacaahmet’e bi çıktık ki ne görelim ?! Binlerce motor. Binlerce ama binlerce... Bütün yol, karınca gibi, bir koloni gibi sıra sıra motor doluydu. Barkın abinin cenazesine gidiyordu. Nasıl olduysa cenazeye denk geldik. Bi insanın bu kadar mı seveni olur ?! ( youtube,instagram sayfalarını şenlendirmek için gidenler hariç) Türkiye’de hiç bir ünlünün cenazesi böyle devasa bir kitlesel toplanış haline dönememiştir... İşte o gün yıllar sonra ağladım. hem kendi kazamı idrak ettim hem de evet, Barkın abi ölmüştü.
Böyle bir kaza yaşamama rağmen, acı içinde 35 derece yaz sıcağında evde yatmama, bacağımın ve kaburgamın akıbeti ne bok olacak belli olmamasına rağmen motoru bırakmayı hiç düşünmedim, işte o gün, motoru bırakmayı düşündüm. Bu a... ülkesinde, motor gibi, bisiklet gibi çağdaş aletleri ne kadar iyi kullanırsan kullan, hayvanın biri canını bir çırpıda alabilirdi ya da seni sakat bırakabilirdi... Ülkemin bu boktan yazılı olmayan kanunu kafama ilk defa o kadar sert vurmuştu. Beynime kezzap dökülmüştü. Barkın abi motor üstünde, boğaziçi köprüsü gibi bir yerde can veriyorsa, benim motor üstünde yaşamam her türlü şans eseri olur bu ülkede... Toprağın bol olsun Barkın abi...
0 notes
kopukkopukbulut · 7 years
Text
7. Ekipmanın önemi
Ekipman!
Ekipman!
Ekipman!
Benim kaza yapmama tanıyan-tanımayan herkes şaşırdı.Tanımayanlar diyorum. Çünkü tanıyanlar, tanımayanlara örnek olarak beni söylermiş. Ekipmana, defansif sürüşe ne kadar önem verdiğimden bahsedermiş. Motora önyargılı bakanlara kendimi örnek verirdim hep. Kaskımı takmadan markete bile gitmezdim. Kask yoksa, artçı (arkadaki yolcu) yalvarsa yakarsa 500 metre bile için bile arkama almazdım. Hayatımda ilk defa işe dizlik korumasız ya da kevlar pantolonsuz gittim. Ve o gün bana hiç yakışmayacak bir kaza yaptım. Evet, kazanın yakışması olmaz. Lakin motora dün başlamış değilim. 22-23 bin km tecrübem var. Her gün iki kere geçtiğim yol. Ama oluyor. İlahi güçlerin mesajı deyin, motosiklet tanrısı çarptı deyin ne derseniz deyin. Oluyor. Hem de en ekipmansız olduğunuz anda oluyor. Montumun lastiklerini, beli sıkan cırtlarını gevşetmiştim. Hava sıcaktı, yazdı. İşte o yüzden bariyere temasım sırasında mont sıyrıldı, kafama çıktı. Kaburgalarım kırıldı. Bariyere gömleğim ve atletim ile temas etmek durumunda kaldım. Sabah, ilk marşa bastığımda, evin önünde 40-50 saniye duraklamıştım, eve çıkıp dizliği alsam mı almasam mı diye? “Nolacak yeaaa kaza mı olacak, hava yaz, pantolon kırışmasın.” falan filan diye dizliği almadım. Babam da uyanmış camdan beni izliyormuş : “Neden durdu orada bekliyor bu çocuk.” diye... Belki arkama baksam babamdan isterdim dizliğimi atmasını. Dizim çok az bir hasarla kurtarılabilirdi. Yapılabilirdi, edilebilirdi, keşke, o güne geri dönebilsem falan filan inter milan. Olan oldu.
Bu durum, en başta bana ve tüm motorculara ibret olsun! En başta da ben artık oldum diyen, ekipmanı yavaş yavaş bırakan, takmaya, giymeye üşenen motorculara...  He bir de Kaskı dirseğine takıp gezen racing motorcular? Onlara bi lafım yok. Onları zaten haberlerde ya da cenazelerde görüyorum.
0 notes