Tumgik
kosul123 · 14 days
Text
Tumblr media Tumblr media
Niyetini düzelt ki Allah da hâlini düzeltsin. Başkaları için hayır temenni et ki, sana da hiç ummadığın yerlerden hayır isabet etsin.
259 notes · View notes
kosul123 · 2 months
Text
-Tapduk Emre’den Molla Kasıma :
-"Ya neden uzun ömür sürer kaplumbağalar bilir misin Kasım?"
-Neden?
-Teslim olmuşlarda ondan.
Sade yolunu yürür. Acelesi yok ihtirası yok.
Eee ihtiras olmayanda vakit bollanır.
Hırs daraltır. Hemi vakti daraltır , hemi yüreği.
-Ne der erenler:
Hırs sebebi hasarettir.
-Ne demek bu?
-Hırs insanı çürütür. Çürür mü insan?
Çürür elbet.
Değil mi ki her şeyin hırsı var.
Para hırsı, iktidar hırsı, kadın hırsı, makam hırsı, post hırsı, dost hırsı.
İnsan denen bu varlık nefs sahibidir.
-Nefs insanın hırslarının toplamıdır.
......✍️
4 notes · View notes
kosul123 · 2 months
Text
Yaşlı bir adam genç bir adamla tanışır ve şöyle sorar:
“-Beni hatırlıyor musun? “
Ve yaşlı adam hayır dedi.
Sonra genç adam öğrencim olduğunu söyler, ve öğretmen sorar:
“-Hayatta ne iş yaparsın, ne iş yaparsın? “
Genç adam cevap verir:
“-Şey, öğretmen oldum. “
“Ah, ne kadar iyi, benim gibi mi? ”
Yaşlı adama sorar.
“Şey, evet.
Aslında öğretmen oldum çünkü bana kendin gibi olmam için ilham verdin... “
Meraklı yaşlı adam genç adama saat kaçta öğretmen olmaya karar verdiğini soruyor.
Ve genç adam ona şu hikayeyi anlattı:
“Bir gün, bir arkadaşım, aynı zamanda bir öğrenci, güzel bir saatle geldi, ben de onu istediğime karar verdim.
Çaldım, cebinden çıkardım.
Kısa bir süre sonra arkadaşım saatinin kaybolduğunu fark etti ve hemen sen olan öğretmenimize şikayet etti.
Sonra sınıfa hitaben
‘Bu öğrencinin saati bugün ders sırasında çalındı.
Kim çaldıysa geri versin lütfen... ‘
Geri vermedim çünkü vermek istemedim.
Kapıyı kapattın ve hepimize ayağa kalkıp bir daire oluşturmamızı söyledin.
Saat bulunana kadar ceplerimizi teker teker arayacaktınız.
Oysaki sen bize göz yum dedin, çünkü sadece gözlerimiz kapalı olsa saatini ararsın.
Biz talimatları yerine getirdik.
Cepten cebe gittin, cebimi karıştırdığında saati buldun ve aldın. Herkesin cebini karıştırıp durdun, işin bitince de aç gözlerini dedin.
Saat bizde... ‘
Beni ispiyonlamadın ve bu bölümden hiç bahsetmedin.
Saati kimin çaldığını da hiç söylemedin.
O gün onurumu sonsuza kadar kurtardın.
Hayatımın en utanç verici günüydü.
Ama bugün aynı zamanda hırsız, kötü insan vs olmamaya karar verdiğim gün. Bana ahlak dersi vermek için ne bir şey söyledin, ne de beni azarladın, ne de bir kenara aldın.
Mesajını açıkça aldım.
Sayenizde gerçek bir eğitmenin ne yapması gerektiğini anladım.
Bu bölümü hatırlıyor musunuz, Profesör?
Yaşlı profösör demiş, ‘Evet herkesin cebinde aradığım çalıntı saatin durumu hatırlıyorum’ Ben seni hatırlamadım, çünkü ben de bakarken gözlerimi yumdum... ‘
Öğretmenin özü budur:
2 notes · View notes
kosul123 · 2 months
Text
Padişah ve dalkavuk..!!!
Padişahın biri patlıcan yemeğini çok severmiş.
Bir gün yemekte:
- Şu patlıcan ne güzel sebzedir. demiş.
Dalkavuğu hemen:
- Haklısınız Sultanım. Bu patlıcan öyle lezizdir ki,
kırk çeşit yemeği olur, tatlısı olur, turşusu olur, yemeğe
doyamazsınız. diye methiyeler düzmüş.
Derken birkaç gün sonra yemekte yine patlıcan varmış.
Padişah da o gün tersinden kalkmış:
- Ne bu yahu, yine patlıcan, yine patlıcan. Bari bir
şeye de benzese. diye kükremiş.
Dalkavuk da ele almış:
- Yaa evet Sultanım. Zaten kara kuru bir şey, tadı yok,
kekremsi, yemeği yemek değil, tatlısı tatlı, turşusu turşu.
Padişah da:
- Sana da bir şeyler oluyor. Daha iki gün önce
patlıcanı öve öve bitiremedin. Bugün de yerin dibine batırdın deyince, dalkavuk hemen atılmış:
- Aman Sultanım, ben sizin dalkavuğunuzum, patlıcanın
değil.......!
Dalkavukların sözünüde davranışınıda ciddiye alıp kendinizi yormayın...:)
Dalkavuklarin söylemleri ile eylemleri aynı düzlemde buluşamaz...
“Sultanın köpeği sultandan daha tehlikelidir.
Çünkü sultan ısırmaz ama köpeği ısırabilir.”
—Nizamülmülk, Siyasetname
Not ; Bu paylaşımdan sakin ha dine ve siyasete saldırı var diye bir çıkarım yapmayın ama dalkavukluk yapmayan insanları da bunları kullanarak suçlamayın...
Din her kişinin Yaradanı ile bağından ve şükründen ibarettir,kimse kimsenin imanını ölçebilecek teraziye sahip değildir,herkes elindeki teraziyle kendi ağırlığını ölçsün yeterlidir..
Hele ki dinden ve siyasetten menfaat sağlayanlar yalnız kendilerinin hallerine baksın,görsün, dikkat etsin ve insanlara örnek olacak davranışlarda olsunlar yeterlidir...
Kilise papazları misali insanları dinden çıkarmaya,dine sokmaya,insanlari günahkar ilan etmeye,günah bağışlaması rituellerine gitmesinler ki dine fayda değil zarar veriyorlar..
3 notes · View notes
kosul123 · 2 months
Text
Osmanlı döneminde deri tekeli bir yer vardı; orası da Safranbolu.. Safranbolu'da tabaklanmayan deriyi satanlardan, o dönemin tüccarları alış veriş yapmazlardı.
O dönem çok para kazanan Safranbolu'lu iş adamları Köşkler, konaklar ve 99 odalı evler yaptırmış, bazı evlerin içine çeşme dahi getirilmiştir…Safranbolu’ yu ziyaret ederseniz bu şahane konakları müze gibi gezebilirsiniz,pansiyon olarak günlük ziyaretçisi de olabilirsiniz.
Safranbolu'da taze köpek dışkısı için tabak hanelerde yaygın olarak binlerce köpek beslenirmiş. Ham deri, kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği “sama” (incelik kazandırmak) safhasında, taze köpek dışkısı enzimlerine ihtiyaç duyulduğundan, tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke ve maşrapalarla, köpek dışkısı toplarlar, “sama” işlemi ancak dumanı tüten taze dışkı ile yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirirlermiş, çünkü bayatlarsa para etmezmiş. Sonraları İstanbul Kazlı çeşme semtinde kurulan deri fabrikaları da aynı yöntemi yıllarca kullanmış.
Hayvanların derilerinin işlendiği atölyeler köpek dışkısı için yanar tutuşurlarmış. Çünkü bir tek taze köpek bokunda bekletilen deri yumuşacık, kıl köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen… yani kaliteli olabilirmiş. Bu nedenle köpek çiftlikleri kurulmuş… Binlerce köpek beslenmiş, üretilmiş ve hatta köpeğin dışkısını sıcak ve kurumadan yetiştirmek için sistemli bir iş örgütlenmesi kurulmuş..
Bugün bu tür dericilik tamamen yok olmuş olup, yapay olarak yani kimyasallarla da aynı sonuç elde edilmeye başlanınca köpeklerin de, dışkı toplayıp yetiştirenlerin de pabucu dama atılıvermiş. O zamanlar hızlı koşanlara, bugün ise deli gibi araba sürenlere “Tabakhaneye bok yetiştiriyor” denmesi yeni kuşakların nereden geldiğini bilmediği, merak ettiğini de sanmadığım bir deyiş..
-belki de içinde b.k kelimesi geçtiğinden, günümüze kadar gelebilmiş. :) Safranbolu'da deriyi işleyip kullanılabilir hale getiren meslek erbabına; “Dabbak mısın; it bokuna muhtaçsın” denirmiş..
Artik kimyasallar ile it bokuna gerek yok ama tabakhaneye b.k yetiştirenler çooook..
Balkan Kadını sayfasından alınmıştır teşekkürler 🌺
2 notes · View notes
kosul123 · 2 months
Text
Memleketin birinde bir töre varmış .
Her şey töreye uygun yapılırmış .
Buna göre elden ayaktan çekilip üretim dışı kalmış ihtiyarlar ücra bir köşede ölmeye bırakılıyormuş !..
Töreye uymayanlar ise ceza olarak öldürülüyormuş!..
Uygulama çok katıymış karşı çıkmak kimsenin aklının ucundan bile geçmiyormuş.
Bu ülkede bilge bir adam ve onu çok seven bir oğlu varmış.
Adam belirli yaşı aşınca, oğlu onu sırtlayıp, ormanın derinliklerinde bir yere getirip bırakmış.
Tam dönecekken
“Baba şimdi nasıl geri döneceğim, ormandan çıkışı nasıl bulacağım” diye sormuş.
Babası
“Oğlum” demiş. “Sen beni sırtında taşırken, ağaçlardan kuru dalları koparıp, geçtiğimiz yerlere bıraktım. Onları izleyerek yolunu kolayca bulursun !..”
Oğul içinden
“Bu adama kötülük yapılır mı” diye geçirerek kuru dallar sayesinde kolayca evine ulaşmış .
Babasının ormanda açlık ve susuzluktan ölmesine gönlü razı gelmediğinden, töreye, yasaya aldırmaksızın yiyecek içecek götürmeye başlamış !..
Günler günleri kovalarken, oğul her gidişinde, babasını ülkede olup bitenlerden haberdar ediyormuş.
Bir gün tellallar yollara dökülüp
“Her kim tokmaksız davul çalmayı başarırsa, hükümdarımız onu vezir yapacak” diye bağırmaya başlamışlar.
Oğul bunu babasına iletince yaşlı adam
“Bundan kolay ne var oğlum” demiş. “Davulun içine arı doldur, hükümdarın huzuruna çıkınca, davulu yuvarla, yeter!..”
Oğul da bunu yapmış ve vezirliği kapmış !..
Doğal olarak bunu babasından öğrendiğini de kimseye söyleyememiş !
Günler geçmiş, devran dönmüş, tellallar yine yollara koyulup
“Her kim külden urgan yapmayı becerirse, padişahımız ona sadrazamlık verecek” diye duyurmuşlar.
Tabii oğul yine babasına koşmuş.
Bilge, “Oğlum! Urganı taşa koyar üzerine gazyağı döküp tutuşturursun. Al sana külden urgan !..” demiş .
Böylece oğul sadrazamlık mührünü bu kez de kimseye kaptırmamış !..
Bir süre sonra yeni bir duyuru yapılmış
“Her kim kağıtta ateş taşırsa, hükümdarımız kızını ona verecek !..
Koca ülkede hiç kimse çözüm bulamayınca oğul, soluğu babasının yanında almış .
Bilge ona da çözüm bulmuş
“Çok kolay oğlum! Kağıttan bir fener yapar, içinde de mum yakarsın. Al sana kağıt içinde yanan ateş !..”
Oğul bu imtihanı da başarıyla geçince padişah
“Sen bunları kendi aklınla çözemezsin. Sırrını açıklarsan, hem kızımla evlendireceğim, hem de hiçbir ceza vermeyeceğim” demiş .
Babasını çok seven kadirbilir oğul da her şeyi açıkça anlatmış .
Padişah dikkatle dinledikten sonra
“Demek ki yaşlılarımızın beden güçlerinden değilse bile, akıl ve deneyimlerinden yararlanabilirmişiz” diyerek, töreyi kaldırmış !..
Değerli yazar Şadan Gökovalı'nın anlattığı masaldan çıkaracağımız payın açıklanması da, filozof Kant'tan gelsin
*Yaşlanmak bir dağa tırmanmak gibidir ...
Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır,
ama GÖRÜŞ AÇINIZ GENİŞLER.🙏🙏💖💖
Alıntı
4 notes · View notes
kosul123 · 2 months
Text
SUUDİ ARABİSTAN'DA OTURAN BİR YEMEN’LİNİN ANLATTIĞI İLGİNÇ BİR OLAY ;
Kefilim beni aldı, malının zekatını dağıtmak için fakir köylerin bulunduğu güney hattına götürdü.
Dağıtılacak zekat parası zarfların içine konulmuştu. Ve her bir zarfta 5000 riyal vardı. Köyün birinden çıkıp Cidde
- Cezan hattına doğru giderken yolda yaşlı ama dinç ve sağlığı yerinde, 70 - 75 yaşlarında bir adamın yürüdüğünü gördük.
Arkadaşım:
- Bu adam bu vakitte bu çölde ne yapıyor? dedi.
Şoför:
- Kesinlikle Yemenli bir kaçaktır. dedi.
Durduk ve adama selam verdik.
- Neredensin?
- Yemen'den..
- Nereye gidiyorsun?
- Kabe'yi özledim!..
- Ziyaret için iznin var mı?
- Yok vallahi, izin almadım.
- Niçin izin almadın?
- 2000 riyal ödemem gerekiyor; bende ise sadece 200 riyal var. 100 riyal araba parası versem geri 100 riyalim kalıyor.
Arkadaşım:
- Tamam amca. Ne kadardır yürüyorsun? dedi.
- 6 gündür. dedi.
- Yemek yedin mi?
- Hayır, oruçluyum.
Arkadaşım:
- Buraya kadar en az 5 polis kontrol noktası geçtin. oralardan nasıl geçtin? dedi..
- Vallahi ben onların yanından geçerken hiç kimse bana bir şey sormadı.
Ben, çalışmak için mi geldin? diye sordum.
- Hayır. Vallahi Kabe'yi özledim. Umre yapmak için Mekke'ye gidiyorum.
Arkadaşım:
- Sen bu yolda yürürken polis devriyeleri seni iyi yakalamadı!?..
- Yarım saat önce yaklaşık 3 km geride bir devriye beni tuttu ve buraya 1km uzaktaki şubeye götürdü. Bana nereye gittiğimi sordular. Onlara Kabe'ye gitmek istediğime yemin ettim ve beni bıraktılar. Dedim ki kendi kendime 'Subhanellah, Rabbim seni bu yere bir an önce ulaştırmak ve işini kolaylaştırmak için güvenlik görevlilerini gönderdi.'
Arkadaşım kalktı ve ona iki zarf verdi.
- Al; bu zekat parası..
Adam zarfları aldı ve:
- Allah razı olsun. dedi.
Tabi adam içinde ne kadar olduğunu bilmiyordu.
- Suudi parasını tanıyor musun? dedim.
- Evet
- İyi, zarfları aç ve parayı kemerine koy kaybolmasın..
Zarfları açtı ve içinde 10000 riyal olduğunu görünce:
- Bunun hepsi benim mi!? diye sordu.
- Evet senin dedik.
Adam bayılarak arabanın üzerine düştü. Arabadan indik ve adama su serptik. Kendine gelince bağırarak:
- Bunun hepsi benim mi? bunun hepsi benim mi? diyordu.
Oturdu ve çok derinden ağlamaya başladı. Arkadaşım onu biraz ileri götürelim dedi. Bizimle arabaya bindi ve biraz dinlendikten sonra; niye bu kadar ağladığını sordum:
- Benim Yemen'de bir evim var. Evimin yanında da bir parça arazim vardı. orayı Allah rızası için hibe ettim. Ben ve ailem orada taş ve çamurdan bir cami inşa ettik. inşaatı bitti ancak içini donatacak bir kaç basit eşyaların alınması kalmıştı. Düşünüp duruyordum bu caminin tefrişatını nasıl yapacağım diye...
Hepimiz ağladık..
Peygamberimiz (S.A.V.)'in sözü aklıma geldi.
" Kimin derdi ahiret olursa dünya ayağına gelir" Ve yine bir Hadisi şerifte: " Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğini koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya boyun eğerek onun peşinden gelir. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına fakirliği koyar, işlerini darmadağınık eder. Neticede dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez."
Bu sırada arkadaşıma ona biraz daha vermesi için işaret ettim. Arkadaşım ona iki zarf daha verdi ve miktar 20000 riyal oldu.
Adam arabadan inmeden önce kekeleyerek dua ediyor ve ağlıyordu.
Ve yine sevgili Peygamberimiz (S.A.V)'in sözü aklıma geldi:
" Siz gerçekten hakkıyla Allah'a tevekkül edebilseydiniz. Allah, sabah aç gidip akşam tok dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı." Okuduysanız okudum yazın hatta mümkünse paylaşın.
1 note · View note
kosul123 · 2 months
Text
LİBYA HALK EDEBİYATINDAN
Eve giren adam; evde tek başına yaşayan eşini ağlar halde gördü ve ağlamasının sebebini sordu?
-Kadın: Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor ve bu durumda Allah'a karşı günah işlemiş olabilirim; onun için ağlıyorum, dedi.
-Adam: Karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilendi; karısını kucakladı, alnından öptü, kazma kürek hazırladı ve karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söktü.
Adam çalışıyordu; işe gidiş dönüş saatleri belliydi, günlerden bir gün çalıştığı yerde doğan bir arızadan dolayı eve erken geldi, kapıyı açtı ve karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girdi ve hayatının sürpriziyle karşılaştı.
Kuşların onu türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşi; aşığının koynunda gününü gün ediyordu.
Adam gördüğü durum karşısında şaşkındı, eşi ve aşığına hissetirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyayı aldı, evden çıktı ve önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk etti.
Uzun bir yolculuktan sonra kendisini kalabalık bir halk toplulu içinde buldu. Kalabalıkta herkes şaşkındı ve anlaşılmaz bir uğultu vardı, adam birine yaklaştı ve kalabalığın nedenini sordu?
Kalabalığın nedeni; kraliyet hazinesi çalınmış ve fail bulunamamıştı. Kral; sarayının önüne halkı toplamış ve fail bulununcaya kadar herkesin sarayın önünde kalmasını emretmişti.
Kalabalıkta adamın ilgisini; ayak parmakları üzerinde yürüyen biri vardı ve adam, bu ayak parmakları üzerinde yürüyen adamın kim olduğunu sordu?
Ona; bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu, ayağını tam basarsa, istemeyerek karınca ezebileceği Allah korkusuyla ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylediler.
-Adam: Allah'ım hırsızı buldum beni krala götürün diye çığlık attı. Adamı krala götürdüler ve adam krala, hazineyi çalan hırsızın, kraliyetin din adamı olduğu, o değilse benim başımı kesin dedi.
-Kraliyetin din adamını getirdiler; kısa bir sorgudan sonra, karınca ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen din adamı hazineyi çaldığını itiraf etti ama! Kralın kafasında bir soru kalmıştı, kral döndü ve hazineyi çalanın din adamı olduğunu söyleyen, daha önce hiç görmediği bu şahsa, din adamının hazineyi çaldığını nereden bildin dedi?
Ey kral! sevap kazanmak iddiasıyla davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar dedi.
1 note · View note
kosul123 · 3 months
Text
Bizim Nasreddin Hoca çok önceden söylemişti ama hatırlatalım...
*Kağıt Bardak*
Eski bir bakandan bir konferansta konuşma yapması istenmişti.
Elinde kağıt kahve bardağı ile kürsüye çıktı ve konuşmasına başladı.
Ama kafasının başka yerde olduğu sanki anlaşılıyordu.
Daha bir iki cümle söylemiş iken durdu, kahve bardağından bir yudum aldı ve sonra bir süre bardağı kaldırıp baktı. Derin bir nefes aldı ve;
“Biliyor musunuz ne düşünüyorum?” diye sordu, "Bu konferansta geçen yıl da, hem de aynı kürsüde konuşmuştum. Tek bir fark vardı; o zaman hala bakanlık görevim sürüyordu. Buraya gelirken bana business class bileti alınmıştı, hava alanında beni bir limuzin ve eskort araba bekliyordu. Beni önce bir otele götürmüşlerdi. Otel müdürü beni otelin kapısında karşılamış ve kral dairesine çıkarmıştı..
Ertesi sabah lobide benim odadan inişimi bekleyen bir heyet vardı.
Beni yine aynı limuzinle bu salona getirmişlerdi.
Özel bir kapıdan içeri almışlardı.
Çok şık bir bekleme odasında konferansı beklerken porselen bir kapta kahve ikram etmişlerdi. Sonra da beni salona aldılar ve en ön sırada ayrılan yerime geçmiştim.”
Eski bakan derin bir nefes aldı, seyircilere gülerek bir süre baktı ve devam etti... “Fakat bu yıl karşınızda bir bakan olarak bulunmuyorum.”
Bir an durdu ve sonra “Dün buraya kendi ödediğim uçak bileti ile uçtum. Beni hava alanında kimse karşılamadı. Otele taksi ile geldim. Kendi odama kendim çıktım.
Bu sabah buraya otelden yine taksi ile geldim. Kapıdan girerken güvenlikten geçtim, hüviyetimi alıp listede olduğuma emin olmadan salona almadılar bile. Sonra da bulabildiğim yerde oturdum. Canım kahve istedi ve görevliye sordum; bana dışarıda kahve makinesi olduğunu söyledi. Ben de çıktım ve şu gördüğünüz kağıt bardağa kahveyi kendim doldurdum.”
Seyirciler gülmeye başlamıştı.
“Sanıyorum geçen yıl porselen bardak bana sunulmamıştı.
Makamıma sunulmuştu.
Benim asıl bardağım işte bu.”
Konuşmanın bu noktasında gülüp alkışlayan seyircilere kahve bardağını kaldırıp gösterdi. Alkışlar bitince de şunları söyledi:
“Size verebileceğim en iyi ders bu işte. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar rütbeniz, rolünüz, makamınız içindir. Size ait değildir. Ve bir gün makamınızı görevinizi bitirdiğinizde porselen bardağınızı halefinize verirler.
Çünkü aslında hep layık olduğunuz kağıt bardaktır.
Simon Sinek _Leaders eat last_ kitabından
1 note · View note
kosul123 · 5 months
Text
Ben çocukken Babamın 500 Dönüm Tarlasi, Traktörü, Ortalama 150 Koyunu, Üç Beş İneği ve Danaları vardı.
Yİlda 60 ton Buğday, 150 Kuzu, Bir iki Dana satardı.
Ve ben kendimizi Fakir sanırdım hep. Çünkü hep üstünüzde eskimiş Elbise ve Ayakkabi vardı.
Sobada tezek yakardık. Saman ile ekmek yapılırdı.
Ama Et yemeğinden artık bıkıyorduk, hayvanın iç organları köpeklere verilirdi. Yumurta yememek için sofradan kaçardık. Pastırma sucuk günlük yiyeceğimizdi.
Tereyağı peynir yoğurt bozulunca atar yenisini yapardı Annem.
Bana göre Zengin Şehirde oturan şık giyinen Şehirlilerdi.
Ve muhtemelen herkes böyle düşünüyordu.
Çünkü herkes çocuklarını devlet memuru yapmak için okutuyordu.
Okusun hayatı kurtulsun. Köyde hayatını çürütmesin derlerdi.
Bu düşünce geleceğimize şekil verdi. Bizi fakirleştirdi.
Ve Domates, Biber, Patlican üretemeyen bir ülke yaptı.
Şimdi buradan bakıyorum ki!
Babam çok zengin bir adammış, Resmen ağa imiş.
Ama sürekli tasarrufu kişiliğinin bir rüknü yapmış, gereksiz elbiseleri israf saymış.
Köylüler Şehire göçtü.
Sehirler büyüdükçe köyde tarla satıp Şehirde Arsa aldılar. Daire karşılığı verdiler Müteahhide üçer beşer daire aldılar.
Şimdi o Dairelerde yiyecek sebzeyi alamıyorlar. Çünkü yok.
Soğan Patates alamıyorlar pahalı.
Tereyağı, Peynir alamıyorlar.
Doğalgaz zammına kızıyorlar
Hala köylüler, Şehre göçüyorlar.
Bunlar daha iyi günlerimiz,
(Alıntı )
5 notes · View notes
kosul123 · 6 months
Text
BAYKUŞUN NASİHATİ
Kemalüddîn Ebî Abdullah Muhammed El Demî’nin “Hayat-ül hayvan” (Fi Garaibü’l Mahlukat) kitabında şöyle bildiriliyor:
Süleyman aleyhisselam bütün hayvanlarla konuşurdu. Bu onun mucizelerinden biriydi. Bir gün baykuş, Hazret-i Süleyman’a selam verdi. Süleyman aleyhisselam selamını aldı ve aralarında şöyle bir konuşma geçti:
- Ey baykuş! Sen niçin buğday yemezsin?
- Âdem aleyhisselam onun yüzünden Cennetten çıktığı için.
- Niçin su içmezsin?
- Nuh aleyhisselamın kavmi suda boğulduğu için.
- Niçin hep harabelerde bulunursun?
- Harabeler Allahü teâlânın mirasıdır!
- Niçin evlerde ötersin?
- İnsanları ikaz için. Önlerinde şiddetli tehlikeler varken nasıl gafletle uyurlar. Böylelerine yazıklar olsun!
- Öterken ne dersin?
- Tesbih okur bir de “Ey gafiller, çıkacağınız uzun sefer için azık hazırlayın!” derim.
Süleyman aleyhisselam baykuştan daha nasihatçi kuş olmadığını söyledi...
......✍️
10 notes · View notes
kosul123 · 6 months
Text
Muhiddin-i Arabî buyuruyor:
Sakın, Allah seni nehyettiği yerlerde görmesin!
Emrettiği yerlerden de gaip etmesin, Allah’tan başkasının bilmediği amelleri yapmaya çalış!
Bu amellerin gizliliği ihlâsın en büyük âlâmetlerindendir.
Arafe ve Aşure oruçlarına devam et!
Zilhicce’nin ilk on gününde, Muharrem’in ilk on gününde ibadeti çok yap!
Eğer zayıf düşüp vazifelerini yapamayacak bir hâle düşmeyeceksen Allah yolundaki savaşlarda oruç tut!
Eğer başkalarının sana hizmet etmelerini istiyorsan melekleri kendine hizmet ettir.
Melekler ilim tahsil edenlere hizmet ederler.
Hatta ilim tahsil etmek üzere yolunda yürüyenlerin ayakları altına kanatlarını sererler.
Öğrendiklerinle âmel edince de Allah yanında sevgili ve büyüklerden olursun.
Hastaları ziyaret edersen yetmiş bin melek seninle beraberdir. Sana dua ederler.
Günahlarının affını Allah’tan niyaz ederler.
Akşam ziyaret edene sabaha kadar, sabah ziyaret etmişsen akşama kadar meleklerin istiğfarı devam eder.
Her sabah ve akşam namazlarından sonra üç kerre:
“EUZÜBİLLAHİ’S- SEMİ’U’L- ALÎMU MİNE’Ş- ŞEYTANİ’R- RACÎM” deyip sûre-yi Haşr’in son üç âyetlerini oku.
Her namazın sonunda:
“ALLAHÜMME ECİRNİ MİNE’N- NAR” yedi defa oku!
Akşam namazından sonra Evvabin namazı kılarsan sonunda şöyle dua eyle:
“Yâ Rabb! İmânımda dosdoğru olmaya, sağlığımda ve ölürken de imanlı olarak ölmeye ve Mahşer’e çıkmaya muvaffakiyetler ihsan buyur!” de!
Günahında ısrar etme, her günahın akabinde tövbe et!
......✍️
6 notes · View notes
kosul123 · 6 months
Text
Tumblr media
7 notes · View notes
kosul123 · 6 months
Text
Tumblr media
5 notes · View notes
kosul123 · 6 months
Text
Tumblr media
5 notes · View notes
kosul123 · 6 months
Text
Tumblr media
5 notes · View notes
kosul123 · 6 months
Text
🌹 🌹🌹ALLAH İÇİN....🌹🌹🌹
Ahmed er rufai (k.s) Oruç tuttuğu günler, iftarını bazı misafir artığı şeyler ile açardı. Anlatıldığı gibi artıklardan bir miktar bir yerde biriktirir, haliyle onlar kururdu. Lüzum hissettiği zaman onları alır, su ile ıslatır, orucunu onlardan yiyerek açardı. Revak’ı (Yani tekkesi) her gün dolar taşardı. Bir gün ve gece içinde yirmibinden fazla insan girer ve çıkardı. Ve bunların önüne daima sabah ve akşam sofra açılırdı. İhya edilmesi gerekli bazı gecelerde tekkesinde yüzbinin üstünde insan toplanırdı. Hane halkı ile birlikte, bir veli’nin şanına yakışır şekilde bu misafirler ağırlanır, ihtiyaçlarıgörülürdü.
Dünya mülkü namına hiçbir şeyin sahibi olmadı. Dünyalık namına herhangi bir şeyi de kendisi için alıkoymadı. Şayet bu çeşitten eline herhangi bir şey geçse, onu derhal ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.
Dayısından kendisine kalan revakın gelirleri, bağ bahçe vs.olarak o kadar çoktu ki.. Ne varkı onların gelirlerini hiç yığmaz, aynı gün oradaki dervişlere ve diğer muhtaçlara dağıtırdı. Kendisi o mallardan tamamen uzak kalırdı. Ne dirhemine el sürerdi, ne dinarına.. Ancak onların yerince sarf edilmesi için bazı vekiller tayin etmişti.
Onlarda Allah için alır ve Allah için harcarlardı.
......✍️
5 notes · View notes