Tumgik
lalmektuplar · 3 years
Text
İnsan daha önce deneyimlemediği bir şey için de yoksunluk hissedebilirmiş. Şu an sana karşı hissettiğim en yoğun duygu yoksunluk.
Onyedi Mayıs İki Bin Yirmi Bir
Hedda P.
0 notes
lalmektuplar · 3 years
Text
DELİRİYORUM.
On altı Mayıs İki bin yirmi bir
Hedda P.
0 notes
lalmektuplar · 3 years
Text
Biriktiyorum; kendimi ya da seni.
Dört Mayıs İki bin yirmi bir
Hedda P.
0 notes
lalmektuplar · 3 years
Text
Yine saçlarımı kestirdim, özlemden uzayıp çiçek açsınlar sen geldiğinde diye.
Otuz Nisan İki bin yirmi bir
Hedda P.
0 notes
lalmektuplar · 4 years
Text
Suya anlat derdini, suyla konuş, suya at sırlarını; o saklar, sonsuza dek barındırır içinde. Rüyalarını anlat ona, ona ağla, onunla gül. Su akıtır acını, çoğaltır mutluluğunu çağlayan gibi, okyanusa karıştırır derdini de bulamazsın okyanusun içinde; bütün okyanusun her zerresinde var olur yok olarak. Aşkını aç denize, anlat, cevap bekleme, bekleme ki en güzel cevap gelsin sana.
Suya yazıyorum:
Nasıl bir dert bu biliyor musun? Allah'ım nasıl bir dert bu, bir Allah bilir bir de su. Dert değil, derman gibi geliyor yaşadıkça; dertlerin en güzeliymiş. Hata yaptırıyor ardı ardına, kendini bulduruyor insana.
Sarhoş gibi dolaşıyor insan, aşkın şarabından bir yudum içersen öyle olursun amma! Yine de çok tuhaf şekilde bu sarhoşluk günah değil. Bu sarhoşluk insana kendini kaybettiriyor evet fakat göstere göstere.. İnsana kendisini göstere göstere kaybettiriyor. Yani aslında kayıp gibi görünen bulduran, bildiren oluyor.
Bakamıyorsun gözlerine, işte en acısı bu. Bir baksan kendini bırakacaksın, teslim olacaksın aşka. Ondan korkuyorsun zaten. Gönlün dağ tepe koşacak, ilan edecek aşkını herkese. Bundan korkuyorsun işte.
Bu derdin bitmesinden korkuyorsun en çok da. Dert adama yazdırır, çizdirir, çareler arattırır, yaşatır dolu dizgin; dert adama kendini buldurur. Dert olmazsa derman gelmez.
Bu derdin biterse yaşamazsın değil mi? İlk kez yaşadığını hissediyorsun, ilk kez kalbin çarpıyor bunca zamandır, ilk kez kendinle barışıksın, konuşuyorsun kendinle. Sorular soruyorsun kendine, üzülme diye kendi başını okşuyor, O tutuyormuşcasına kendi ellerini tutuyorsun.
Bak! İlk kez suyun sesini duyuyorsun, sözlerini. Sana verdiği cevaplara baksana! İçindeki su konuşuyor derdini sev diye. Bu dert sana hayatı da, evrenin sırrını da öğretecek doğru yerden bakarsan. Kendi sırrını verir çünkü bir gün, anlarsan.
Derdi verene şükürler olsun, derdin kendisi sağ olsun.
Çok kıymetli bir derdin var; dünyanın en güzel, en çekilesi derdi; adı Aşk. Onun uğruna yaratıldı yer gök. Onunla var oldu tüm canlılar.
"Bir derdim var bin dermana değişmem."
"Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş."
Derdi aşk olanın dermana ihtiyacı yoktur vesselam..
Hedda P.
Dünyanın en güzel yeri, senin yanın, 24 Ekim 2020
2 notes · View notes
lalmektuplar · 4 years
Text
Bana sabahları nasıl uyanabildiğimi soruyorlar, bilmiyorlar ki sabah benim içim umut demek; seni görebilme, kalbimin hala çarptığını duyabilme umudu.  İçim içime sığmıyor. Seni hayal ediyorum yanımda koskoca ormanlar geçiyor içimde, ağaçlardan kuşlar uçuyor sürüler halinde. Atlar koşuyor derelerden, ovalardan kalbime doğru dört nala. Kendimi kontrol edemiyorum, kalbimi kontrol edemiyorum. Uçuyor sana doğru ruhum çomak sokulmuş kovandan çıkan arılar gibi, canım acıyor sonra. Aşk insanın dilini kısaltırmış; insan hiçbir şey konuşamaz olurmuş sevdiğinden başka. Aşk insanın dilini uzatırmış; günün yirmi dört saati sevdiğinden hiç durmadan bahsedebilirmiş. Nasıl bir aşk ki bu böyle yıllardır aynı hisleri yaşatıyor bana? İçimde cayır cayır ormanlar yanıyor. Bilir misin, ormanlar yandığı zaman küller toprağa iyi gelirmiş de, daha verimli olup yeniden kısa bir sürede ormana dönüşürmüş. İçimde sana ait duygular var, Türkiye’nin yüzölçümünden daha fazla ormanlarca... Her yandığında yeniden doğuyor küllerinden, daha güzel, daha sık, daha yeşil her seferinde. 
Ah elini bir tutabilsem, hepsi geçer miydi acaba? Elimi tutmuş olmanın hayali bile yüreğimi ağzıma getiriyor, başımı döndürüyor. Gerçekleşirse orada ölebilirim galiba.
Sonbahar gibiyim bu günlerde, her mevsime uyum sağladığım gibi, yapraklarım kurudu, dökülüyor. Çıplak kalacağımı hissediyorum. Yakında Kasım yağmurları bile başlayacak. Seni her gün göremeyecek olmak benim için buz gibi kış demek. 
Seninle oturup her şeyi, her şeyi, bütün olan biteni konuşmak istiyorum. Ya da sadece kavuşmak ve hiç uğramamak geçmişin üzerine. Zaten senin ellerini tutabildiğim an benim için ne geçmiş kalır, ne gelecek. Ellerimi severdim o zaman. Güzel olduklarını bile iddia edebilirdim belki. 
Aşk insanı nasıl değiştiriyor böyle? İçinde en gizli yerde duran kutsalı ortaya çıkarıyor. Aşkın gözleriyle karşılaşınca dünya dönmeyi bırakıyor, zaman duruyor, orada kalakalıyor kalp bir süreliğine. Çaresiz kalıyor, elinden bir şey gelmiyor, sadece seviyor; yapabildiği en güzel şeyi yapıyor.
Bir gün, olur mu bir gün acaba? Ellerimi çekmeden, gözlerimi kaçırmadan seninle yanyana durabilir miyim? O an yıldızların seyir tarihine yazılır mı? Sonsuza işlenmiş bir aşk nakışı olur mu? Bundan şahane nesiller boyu anlatılan bir hikaye çıkar mı? Evrendeki tüm yaşanmışlıkların arasında öylece zamanı durdurmuş bir an olarak kalır mı asılı? 
Bu kez mektubumu sadece şu umu ile bitirmek istiyorum:
Bekliyorum...
Hedda P.
18.10.2020, Yeniköy, Bodrum
0 notes
lalmektuplar · 4 years
Text
Gözlerin diyorum, 
Amazon nehri gibi, uzun ve kıvrımlı. Derin. Balıklar yuva yapıyor derinlerinde. Yeni yaşamları başlatıyor dolu dizgin. Sonsuz oluyor, sonu olmayan bir labirent ki girenin zaten çıkmak istemeyeceği; Dünya gibi. Kökleniyorum gözlerinde, nehirde çıkan inatçı kararlı ağaçlar gibi; öyle kökleniyorum ki yağmur ormanına dönüşüveriyorum gözlerinin etrafında. Bir tek gözlerimiz buluşabiliyor şu dünyada kimsenin haberi olmadan. İki nehrin kavuşması gibi oluyor, aynı denize birlikte kavuşmak isteyen. Hıdrellez oluyoruz o anlarda. 
Gözlerine bakınca, gözlerime bakınca içimde sebepsiz yere çiçekler açıyor. Kelebekler kanat çırpıyor. Yaşama sevinci gelip oturuyor göğsüme ve önceki yaraların hepsini birden iyileştiriyor. Ilık ılık akıyor devalar hücrelerime. Kalbim temizleniyor. Adeta o nehirde yıkanıyor kalbim. Öyle gözlerimin ta içine içine bakıyorsun ya, işte orda ölüp yeniden doğmak neymiş anlıyorum. Anka’ya dönüştürüyor beni gözlerin. Kaf dağındaki bulut oluyorum her şeyi gören, her şeyi izleyen ve bilen. Ve biraz sonra dağılıp yok olacağını da bilen. Boşlukta öylece süzülüyorum. Yok olup küllerimden yeniden doğuyorum sonra, bir kuş olarak hayata geliyorum. Kuş kalbi gibi oluyor kalbim, pır pır. Heyecanlanıyorum bir kuş gibi. Handiyse “ödüm patlayacak” birazdan gözlerine bakmaktan korktuğum için.
Çok güzel bakıyorsun. Aklıma geldikçe aptal bir sırıtma yayılıyor yüzüme, kendi kendime kıkırdıyorum. Arkadaşlarım da bundan muzdarip; neymiş efendim durup durup gülmeyecekmişim de aklımı başıma devşirecekmişim, aklım burda değilmiş... Ama mutluluk bu. Başka hiçbir şeye gerek yok o an. “Anda kalmak, anın içinde yaşamak” neymiş yaşadığımı hissederek öğreniyorum o anlarda. Aklım burda değil belki ama tüm kalbimle ve tüm varlığımda o anın içindeyim. Bu anın içindeyim. Bu hislerin içinde olmak bile kendimi farketmek, hayatı herşeyiyle birlikte dolu dolu yaşamak değil de ne?
Sen acaba bu süreçleri nasıl yaşıyorsun, neler geçiyor içinden, kimseye anlatabiliyor musun, kendinle konuşuyor musun... Zihnimde sonu gelmeyen cevabını da muhtemelen öğrenemeyeceğim sorular var. Ben sana baktığımda içinden neler geçiyor mesela? Gözlerim senin için bir çöle mi dönüşüyor; belki yağmur ormanları oluşuyor gözlerimde senin gözlerine bakınca ve sen de onları görüyor olabilir misin? 
Bazı iç çekişlerde ne hayaller ne hayatlar gizlidir. O bir iç çekişte keşkeler, umutlar, yarım kalmış hikayeler, imkansızlıklar, kısmetler hep bir aradadır. O iç çekiş “Ah!” tır. Didem Madak’ın dallarından dökülen, kaç tane döküldüğünü sayamadığı “Ah’lar Ağacı”dır. 
“Binlerce yeşil gözü olan zeytin ağacı gibi... Çok şey görmüşüm gibi, Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, Ah...dedim sonra
Ah!”
Senin iç çekişlerinde aşkı buluyorum.
Hedda P.
11.10.2020 / Usuluk Koyu, Bodrum
2 notes · View notes
lalmektuplar · 4 years
Text
   Yağmur çiseliyor sevgilim. Bir yağmur damlasının suratına değişi ile uyan. Yağmur yıkasın yüzünü, içini, gözlerini. Tutuk gözlerini aç, denize bak, ormana uyum sağla. Şimdi mevsim sonbahar. Gök bulutlarla kaplı, rüzgar esiyor, yağmurlu sabah kahvesi. Aklımda turuncu yapraklar uçuşuyor. Sanki yaprakların üzerinde yürüyorum hışır hışır. Yanımda sen, üstümüzde yağmurun serinliği, burnumuzda toprak kokusu. Birazdan yağmur boşanacak bu taşmak üzere olan bulutlardan. Hava hayal kurma havası, hava ıslanma ve arınma havası. Hava aşk havası. Hava deniz havası. Hava tekrar görüşmek üzere yapılan vedalar havası. Hava kurulan hayallerin masumca gerçekleşeceğini ummak, hayallere inanmak ve hatta onları içimizde yaşatmak havası. 
(08.10.20)
   Senin gözlerini görmek yeniden umut vermeye başladı bana. Ancak bunu tabii ki belli etmemeliyim. Niye böyle olmak zorunda hissediyorum bilmiyorum ama şu an bu doğruymuş gibi geliyor. Oysa gözlerine baksam ve gözlerime yansıyan umut ışığını görsen ne olur ki? En iyi ihtimalle mutlu, en kötü ise mutsuz oluruz. Biraz umuttan kimseye zarar gelmez değil mi? Dünya o kadar güzelleşti ki bu ay, seninle birlikte izlemek, içinde yer almak isteğim günden güne artıyor. Gökte asılı renkli ampulleri anımsatan yıldızları, havanın netliğinde daha aydınlık duran karpuz dilim ayı, Tanrı üflemiş gibi duran pamuktan parlak bulutları, Ekim yağmurlarını, deniz ve çiçek kokularından dünyanın en ferah parfümünü yapmış Ekim rüzgârını, denizin her gün koyulaşan mavisini seninle seyir ederek yaşamak isterdim. Ellerini tutmak isterdim sefer ederken şu muhteşem zamanın içinde.
Göğüs kafesime sıkışmış ruhumu avutacak bir şeyler yapmam lazım şu anda. Ekim ile bizi buluşturana şükürler olsun!
Hedda P.
Sekiz ve Dokuz Ekim İkibinyirmi, Çamlıklı Koy
1 note · View note
lalmektuplar · 4 years
Text
Ekim. Bizim için hasat. Kopartılıyoruz toprağımızdan. 
Bu seferki Ekim için bir niyet koyuyorum, bu ay niyet ettiğim, adım attığım her şey güzel bir şeye dönüşsün. Ekilenin hasadı güzel biçilsin. 
“Kaşık olmak aşık olmaktan yeğdir.” dedi matrak bir arkadaşım geçen akşam içerken. Katılarak güldüm. 
Senin sesini, sözünü duyduğumda içim şenlenirdi eskiden, eskiden dediğime bakma, bundan yaklaşık bir ay öncesine kadar öyleydi. Şimdi sesini duyunca içimden yük treni geçiyormuş gibi bir ses, bir üzüntü var. Canım yanıyor. Ama gözlerini gördüğümde hepsi geçiyor. Sakinleşiyorum, huzur buluyorum. Kendimi denize bırakır gibi bırakıyorum sana, teslim oluyor gözlerim bütün uyarılara rağmen. Karşımda gördüğümde ve sen bana bakmadığında dünyada yoksulluk çoğalıyor, savaşlar çıkıyor. 
Galiba ben içimde yaşıyorum her şeyi. Senden ve herkesten bağımsız olarak hissediyorum duygularımı. O yüzden seni yaklaştırmıyorum yanıma, gülümsemene izin vermiyorum. Bakamıyorum uzun uzun gözlerine. Bakmana müsaade de etmiyorum. Açamıyorum kapılarımı özgürce. 
Benim gibi bir insanın bu durumları yaşaması bazen çok garip geliyor bana bile. Sığınmaya ihtiyaç duyan bir kalp, çok sıcacık bir duygu ve sonsuz sevgi hissi veriyor insana.
Ekim yağmurları başlasın artık ve biz yağmurlarda buluşalım. 
Hedda P.
Bir Ekim, Çamlıklı Koy
1 note · View note
lalmektuplar · 4 years
Text
O geceyle ilgili zihnimin derinlerine attığım her şey ortaya çıkıyor. Galiba aramızda her şey o gece başlamıştı ve ben bunun farkında bile değildim. Çünkü ilgilenecek, beni kendime unutturacak daha önemli meselelerim vardı ve bu meseleler uzunca kapanmama sebep oldu. Adeta bulutların dağılıp göğün görünmesi gibi netleşiyor kalbim de zihnim de son günlerde. Hatırlamaya başladım; ne zaman başladı bu yabancılık kendime. Hatırladım kendimi unuttuğumu, değersiz hissettirildiğimi. Bunları hatırladıktan sonra gidip aynaya baktım, kendi gözlerimin derinlerine; senin gözlerinde kaybolur gibi, senin gözünden bakar gibi kendime. Ve gördüğüm şey ilk kez korkutmadı beni galiba. Kararlılık vardı, kendini gerçekleştirme arzusu; ben bu değildim. Ve kim olduğumun ipuçları gözlerimdeydi. Senin beni sevdiğin zamanlarda. O gecede başladı her şey. Hatırlıyorum, usulca çıkıyor her şey ortaya; çok önemli bir arkeolojik kazı yapar gibi, dikkatlice çıkarıyorum içimde kalanları, birikmişleri, yükleri, gülüşleri, sevgileri.
İnsan neden başkasından değer görmediği için değersiz hisseder ki, kendini niçin kapatır yaşamak varken? 
Biliyor musun, sana hissettiğim bu derin duygular olmasaydı bunları şimdi farketmeyebilirdim. O yüzden çok teşekkür ederim sana bana böyle güzel davranıp değerli hissettirdiğin ve içimdeki bu paha biçilemez aşkı uyandırdığın için.
Alışkanlıklar bağ gibi, insan ayakkabılarından kolayca kurtulamıyor ayağı kesilir korkusundan. Ayaklar şişiyor, Ayakkabı vuruyor bir müddet sonra çıkaramadığımız için. Ayaklarımız kan revan oluyor ve göremiyoruz bunu. Ben artık ayakkabılarımı çıkarıp toprağa basmak istiyorum. Üstümde bana ait olmayan; duvarlardan bulaşmış boyalardan, üstüme dökülmüş tozlardan, kirlerden, çiçeklerden bulaşmış iltifatlardan; her şeyden ama her şeyden kurtulmak, temizlenmek istiyorum. Bana ben lazım. Kendimle karşılaşmak istiyorum, korkmuyorum karşılaşmaktan gördüklerimle. Göze alıyorum her şeyimle kendimi. 
İnsan kendini bulmadan, görmeden gerçekten aşık olamaz, aşkın içine giremez. Kendini sevmeden başkasını gerçekten sevemez. 
Yeni kararlarım var kafamda. Kendimi güçlü hissediyorum ve bundan korkmuyorum. Bu mektup seninle ilgili değil de adeta kendimle ilgili bir durum bildirimi oldu. Olsun, ben yine seni sevmeye devam edeceğim kendimce. Kalbimin yerini her an hissettirdiğin için teşekkür ederim.
Hedda P.
Ekincik Koyu, Köyceğiz 02.10.2020
1 note · View note
lalmektuplar · 4 years
Text
(tarihsiz kayıp mektup ortaya çıktı.)
Unutmuştum seni, bitirmiştim içimdeki tüm duyguları. O kadar derine gömmüştüm ki kimse bulamayacaktı. Bin parçaya bölmüştüm kendimi; oyalanıyordum ne güzel içimde duran öldürdüğümü sandığım duygulardan uzakta. Neler yaptım bir bilsen, atkılar ördüm, takılar tasarladım, kitaplar okudum, kendimi bulduğumu, oldurduğumu sandım; filmler, diziler... Sen karşıma çıktığında “Ben içimi döktüm, boşalttım. Artık hiçbir şey kalmadı, bak yalnızca arkadaşça görüşüyoruz.” mesajı verebilmek içindi belki de tüm yaptıklarım. Başlarda bunu başarıyordum da...
Ta ki bu yaz gelene kadar...
Önceleri normaldi her şey. Gördüğüm yerde sana selam verip kendime “Çok iyiyim ya, olmuşum ben!” telkinleri veriyordum alttan alta. Sonra Eylül yaklaştı, Orhan Veli’nin dediği gibi zaten hep beni bu güzel havalar mahvetti, ne olduysa Eylül’de oldu hep... Sonra kendime sordum “Normal nedir? Normal olan daha iyi midir?" Sonra... Sonrası malum işte. Eylül geldi. Rüyalarım değişti yine. Gömülü olan duyguların hepsi bir bir çıkmaya başladı dışarı. Bu kez kavga etmeyi seçmedim onlarla. Sevdim onları; iyi hissettiriyordu, güzel hissettiriyordu, yaşama nedeni, hatta sevinci veriyordu bana. Senli rüyalar görmek her zaman var olan bir şeydi ama kontrol ediyordum daha önceleri hepsini.
Bu rüyalar ve hisler esnasında sana gerçekten aşık olduğumu artık kabullendim. Yıllardır kapanmayan, her bir yere değdiği seferde yeniden açılan bir yara ancak sevda olabilirdi. Kara sevda belki de. Seni artık rüyalarımda görmeyi seviyorum. Seninle sohbet edebileceğim anlar yaratmayı seviyorum. Seni görünce kalbim yine sana koşuyor yanında yöresinde ne engeller var görmeden. Korkuyorum kendimden, korkuyorum içimdeki duyguların coşkunluğundan.
Bazen üzülüyorum yine akşamları. Olmayacak hayaller hüzün bulutları yaratıyor gözlerimde. En samimi dostum bana dedi ki geçenlerde "Senin gözlerinden her şey anlaşılıyor, tüm duyguların gözlerinden okunuyor." Şeffaf mı benim gözlerim? İçimi neden bu kadar gösteriyor? Sen de görüyor musun içimi, hüzünlerimi?
Sürekli seni görmek, seninle konuşmak isteğime mani olamıyorum çoğu zaman. Şartlar uygun değilse ve seni göremezsem, hele bir de gördüğüm yerde konuşamazsam içimde koca ağır bir dağ oluşuyor ve uyuyamıyorum o gece. Bazen dalıyorum seni düşünürken de işte o zaman da rüyalarımda uyutmuyorsun beni.
Sana içimi açtıktan birkaç ay sonra hayatımda en çok korktuğum, yaşayabileceğim en kötü şeyi yaşadım. Aslında o acı senden büyük olduğu için sanırım çok etkilenmedim bizim durumumuzdan. Açıkçası artık ’olduğumu’ sandım ve olmadım evet, ama hayat galiba biraz olsun büyüttü beni son 3 yılda. Çünkü bu yaşananları kabullenmem için hayatın karşısında büyük durmam gerekiyordu.
Son üç yılda senden hiç kopamamışım aslında. Yine hep içimdeymişsin. Her şeyi seninle yapmışım. Bunun farkına şimdi vardım. Adeta bir döngü bu yaşadığımız ve sonuna geldiğimi sandığım an yeniden başlıyor. İşin tuhafı bu döngüyü kırmak istediğimden de emin değilim.
Korkuyorum, hayat geçiyor. Çok hızlı bitiyor her şey. Bir gün dönüp bakacağız geriye ve elimizde aşktan başka bir şey kalmayacak. Bunun iyi mi kötü mü olduğuna kim karar verebilir?
Yine yazacağım.
Hedda P.
Babakale, Çanakkale, Eylül ‘20
1 note · View note
lalmektuplar · 4 years
Text
Elimden tutup çektiğinde beni ve “Yeter artık, dayanamıyorum. Ellerini tutacak ve bir daha bırakmayacağım.” dediğinde öldüğümü sandım; içimde büyük patlamayı ve yaradılışın başlangıcını hissettim. Hayır hayır, hissetmedim, yaşadım, o anı yaşadım! Sen beni sürükleyerek götürüyordun ama ben o anın sahiciliğine inanamadığım için tek kelime edememiş, suratımda nedenini bile anlamadığım aptal bir gülümseme ve içimde oluşmaya başlayan evrenlerle aval aval bakıyordum girdiğimiz dar sokağa. Arnavut kaldırımlı dar sokakta sağlı sollu bulunan restoranlardaki insanlar yemeye, içmeye, keyfe o kadar dalmıştı ki kimse farkımızda değildi ve sen durdun, gözlerimin içine baktın, diğer elimi de avuçlarının içine alıp “Sana çok aşığım, benimle ol.” dedin. Hiçbir şey söyleyemedim sana. Aklımdan milyonlarca soru geçiyordu; soruların özeti ‘Nasıl olacaktı?”. O anda gözlerim bulutlanmış olacak ki ellerimi daha sıkı kavradın. “Gel benimle!” dedin. En sevdiğin yere götürdün beni, öyle dedin giderken, beni en sevdiğin yere götürüyormuşsun, orası senin sığınağınmış; tüm hayallerini orda kurmuşsun, en çok da ikimizin orda oturup birlikte hayal kurduğumuz hayalini..
İçim eriyordu. İçimdeki yangın sönmüş o an fakat lavlar içime içime akıyordu kalbimden. Ruhum coşmuş, aklımı durdurmuş; ne yapacağını bilemez halde kalan aklım son çırpınışlarını deniyordu. “Olmaz, imkansız, salak mısın sen, nasıl olacak?” sorularını ardarda son kurşunlarını kullanan bir savaşçı gibi çırpınıyordu. Kalbim asla izin vermeyecekti ama onun ayartmasına, çünkü bu mutluluk başka hiçbir şeyle ölçülemezdi hayatta. Bırakmayacaktı bu elleri de bu güzelim anı da, bozmasına izin vermeyecekti kimsenin.
Gittiğimiz koy o kadar güzeldi ki, ağaçlar orada daha yeşil, deniz daha lacivert, hava daha serin, kuşlar çok şen, renkler daha canlı, ellerim her zamankinden daha sıcaktı. Sanki tüm vücuduma ölümsüzlük iksiri yüklenmiş gibi sağlıklı ve zinde hissediyordum. Cennet miydi burası?
Oturduk ılık kumların üzerine ama sen elimi hiç bırakmadın. Yanıyordu avuçlarım. Güneş batmak üzereydi; ikimizin de en sevdiği saat...   Sen bana bakıyordun uzun uzun, ben gözlerimi kaçırmıyordum artık. Gözlerinin her detayını merak edercesine, içinde kaybolarak bakmıştım ilk kez belki de. Gözlerinden derinlerine inmenin büyülü bir kısa yolu varmış gibi baktıkça dalıyordum.
“Bir şey söylemeyecek misin?” dedin sonunda. “Hiç konuşmadın, hiç cevap vermedin.”
“Susarak çok konuştuk biz, biraz daha susalım.” dedim.
Bir süre sustuk, ben denizleri izliyordum; karşımdaki deniz ve gözlerindeki deniz. Sen elimi hiç bırakmadın. Omzuna başımı koydum sonra. Denize bakmaya devam ederek “Bir tek aşk her şeyi ve herkesi eşitliyor.” dedim. Kafamı kaldırıp “Ve ben de sana çok aşığım dedim.”
İşte bundan sonraki kısımda içimdeki kelebekler dışarı çıkıp kuşlarla birlikte kanat çırptılar yükseklerde. Sen elimden beni yine çekip ayağa kaldırdın ve denize doğru koşmaya başladın. Ayaklarımız suya değdiğinde durdun,bana dönüp sağ elini sol yanağıma koyup sevdin ve gözlerime bakıp öptün beni. Bir busecik kondurdun dudağıma. Zaman, hayat, kalbim, dünya o an durdu. Aynı anları yazarken bile aynı hisleri yaşıyorum. Midemden yukarı kelebekler kanat çırpıp çıkmaya çalışıyorlar. Bu çok acayip bir enerji. Aşk taşıyor insanın içinden. İşte evrenin de böyle var olduğunu düşünüyorum kesinlikle.
“Seni tam burda öpmeyi hayal etmiştim.” dedin. Gözlerine baktım ve kayboldum, tek kelime edemedim ama suratımda aptal bir gülümseme olduğundan eminim. Tekrar öptün ve bu kez beni tamamen aldın, götürdün bambaşka, hayalini bile kuramayacağım diyarlara. Hayatımda hiç bu kadar mutlu hissetmemiştim. Andaydım. Cennetteydim. Boşlukta süzülüyordum. Seni seviyordum.
“Bu anda kalmak istiyorum.” dedim sana öpmeyi bıraktığında. Burda bu anda, karşımızda güneş batmak üzereyken, günbatımı rüzgârı burnumuza yasemin ve zakkum kokularını getirirken; doğa adeta bu büyülü aşkın organizasyonunu yapmışken zaman dursun, bir biz olalım istiyordum. Bu anı her detayıyla sonsuza dek yaşayabilirdim.
Gözlerime hüzünlü bulutlar yerleşti sonra seninle el ele diz dize otururken. Nasıl olacak, bu mutluluk bir gün mü sürecek diye düşünürken yağmur çiselemeye başladı. Yüzüm, gözüm ıslanıyordu. Ve her şey gerçekti. Çünkü yüzüm gerçekten ıslaktı. Yağmur damlaları yüzüme vurdukça bu anın sahiciliği beni mutlu ediyordu.
Gözümü açtığımda başucumdaki pencereden yağmur damlaları yüzüme vuruyordu. Çok şiddetli bir yağmur başlamıştı dışarda. Sahiciliği bundanmış meğer rüyamın. O rüyanın hem mutluluğu hem hüznü ile yataktan kalkıp pencereyi kapattım ve bütün gün o duyguların içinde yüzdüm yüzüne bakarken. Yine de çok güzel duygulardı bunlar. İçimi yakıyordu ama sıcak sıcak lâvlar akıyordu kalbimden ve beni güzelleştiriyordu.
Bir tek aşk herkesi ve her şeyi eşitliyor sevgilim.
Onsekizinci Mektup / 30.09.2020 / Bodrum Türkbükü
Hedda P.
1 note · View note
lalmektuplar · 4 years
Text
Yine, yeniden, bir kez daha, aynı yerden selam sana.
Aynı yerden demişken, aynı yerden sevdim yine; aynı ayda, aynı yerde kalakalmış kalbim. Aynı yerden acıyorum. Tarih tekerrür ediyor yine hayatımda. Tecrübe sahibi olan insanlar derler ki eğer hayatımızda tekrarlanan durumlar varsa o durumla ilgili sınavı geçememişiz demektir. Bu sınavdan çok fazla kaldım, kaç çift dikiş olduğunu sayamadım. Her yıl aynı şeyleri tekrar yaşıyorum.
Senin de az önce dediğin gibi sonbahar yaprakları dökülmeye başladı. Ekim rüzgârları geldi kapımıza. Sürükleyecek her birimizi bir yana. ‘Herkes farkında, herkes nasıl üzgün’ Sezen’in de dediği gibi. Ancak aynı zamanda yine umudum var. Dün izlediğim dizide “Bu kadarcık umuttan kimseye zarar gelmez.” dedi bir karakter. Sahi, sen ne düşünüyorsun bu konuda? Umut olmalı mı içimde hala? Ortada aşk varsa umudun yeri hep hazırdır gerçi... Umut demişken karahindiba tohumları da bu rüzgarlarla birlikte yerlerini bulmaya başladılar. Biri bugün saçıma takıldı. 
Seninle şöyle bir oturup sonbahardan konuşsak, yaprakları önce döksek, dökülmeyenleri boyasak sonbahar renklerine, denizi köpürtsek, balık mevsimini açsak; yağmurları da başlattık mı, sel olur karışırız kaynağımıza. 
Birer kadeh şarap ve bir sonbahar manzarası yeter mi bize?
Hayal kurmak dünyanın en ciddi işi, bu yüzden son zamanlarda kuramıyorum. Esas gerçek olan şey o hayalin hissettirdiği duygu galiba. Orada varsaymak kendini, orada olmaktan daha gerçek. Hayaller gerçek olduğunda, bir süreliğine o duyguyu yaşasak da hayallerdeki kadar sonsuz değil. O yüzden daha önceki mektuplarımda söylediğim gibi seninle biz çok yan yana oturduk, konuştuk. Aynı göğün altında uyuduk, uyandık. Denizlere birlikte daldık, içlerimizdeki incileri birlikte çıkardık. İçtik, konuştuk, gülüştük, sarıldık, ağladık. Yağmurlu havalarda yağmurun altında birlikte kahve içip yağmuru da sevdik senin de anlattığın gibi. 
Bundan sonraki ilk yağmurda yazacağım yine. Yine sözsüz sözlerde, gerçek anlarda selamlaşmak üzere.
Onyedinci Mektup, 26 Eylül 2020, Bodrum
 Hedda P.
1 note · View note
lalmektuplar · 7 years
Text
Hayat ne kadar da tuhafmış. Belki de hayatımda ilk kez korktuğum bir şeyin üzerine gittim, yürek yedim ve sana içimi açtım. Artık “lal” olmamasını göze alarak. Senden hiçbir şey beklemeden, biz diye bir şeyin var olabileceğine ihtimal dahi vermeden. Pişman mıyım, hayır, elbette. Yalnızca açtığım duygular çok eksikti, aslında yazdıklarım benim içimde yaşattığım duygularımın büyüklüğünden epeyce yoksundu. Belki o yazdıklarımın yerine burada biriktirdiğim mektuplardan birini gönderseydim… Neyse işte, hayatımda ilk kez bu kadar açık ve bu kadar cesur olmuştum. Senin bana verdiğin cevap ise her şeyi yok saymış, benim içimde yaşadıklarımın birer hayalden ibaret olduğunu söylüyordu bana.Fakat ben hayal olmadığından emin olacak kadar sarhoşum, işte bilmediğin bu. Olsun, belli ki sen de korktun. Sen benim gibi korkularının üzerine gidemedin. Sen belki de böyle duyguların yaşanmaması, gerçekleşmemesi, karanlıkta kalması hususunda ısrar ettin kalbine. Benim kadar cesur olamadın. Bunun dışında bilmediğim başka sebeplerin de olmalı muhakkak. 
Balkonun penceresinden denizi izliyorum, beyaz binaların üzerindeki üç üçgen odacıklı kuş evlerinin ötesinden. Masmavi bugün. Aralık rüzgarları esmeye başladı, dağıttı bütün ölü yaprakları, gri bulutları. Denizin gözlerime yansıdığı yerin başında kahverengiye dönmüş turuncu yapraklı bir ağaç var. Demek tüm yaprak döken ağaçlar kışa geçmemiş henüz, hala umut var. Uzaktan minik bir tekne yaklaşıyor sanki benden tarafa. Ölü yapraklarımı toplamaya, beni canlandırmaya, umutlarımı yeşertmeye. Yeni kararlar aldım dün gece, bugün bu mektubu yazıyor olmam da bu kararlardan birinin sonucu. Bu duygularımı yeis içinde kendimi tüketmek için kullanmaktansa güzel yaratımlara dönüştürmeye adayacağım kendimi artık. Ben senin hislerinden eminim, o yüzden seni bir daha görürsem kaygısından da kendimi kurtardım sayılır. Artık öz- iyileştirme, öz dönüşüm zamanı! Ben güzel olmazsam hiçbir şey güzel olmaz. Ben içimdeki duyguları karanlık tarafa çekersem o güzel sanat eserlerini göremem. Kendimi duygularımla beraber aydınlık tarafa geçiriyorum artık, ve içimdeki seni de. Şu güzel, açık, masmavi gündeki deniz gibi ferahım artık. Ve biliyorum, bugün, tam şu an sen de denize bakıyorsun, belki de aklına ben geliyorum.
Hedda P.
Onaltıncı Mektup, 5 Aralık 2017, Bodrum
2 notes · View notes
lalmektuplar · 7 years
Text
Bugün yağmur vardı. O ince ince yağarken yanımda sanki sen vardın hep. Elmastan damlalar düştü sanki yerlere, karşıda güneş, arkada gökkuşağı ve aklımda sen. Sanki birlikte yaşıyorduk o güzellikleri. Oturmuşuz yanyana, elimizde kadehler, aşkı içiyoruz doyamayarak, hayata doyuyoruz, hep doymadan kalktığımız. Sen aslında yoktun ya, hep bir yerlere koştum, seni arar gibi. Oturdum izledim, seni çağırır gibi. Aynı günü batırmıyor muyduk kuzey yarım kürede? 
Biliyor musun, ne kadar güzel bir şey yaşıyorum. Senin belki haberin yok! İçimdeki kelebekler titreşmeye, hayaller yakınlaşmaya başladı. Haziran geliyor yine ne olsa, sen geliyorsun. Bugün sevdiğim biri yazmış: “Biz bir haziran sabahı birbirimizi farkettik, artık başka türlü olamayız.” Haziran ayı bana hep bir coşku, bir aşk, bir devrim isteği verir. Haziran hareketini en çok ben yaşarım kendi dünyamda. Ama bu kez farklı sanki, bu kez hepsinden daha da coşkulu. İçimdeki köhne binalar bir bir yıkılıyor sanki, yerinde ormanlar, kuğulu havuzlu parklar oluşuyor. Açık denizlere dönüşüyor çorak topraklarım. Tropikal adalar beliriyor içimde, uçsuz bucaksız sınırsız hayal adaları. 
Mayıs sonu yağmurları gibisi yok. Mayıs sonunu Haziran’a bağlayan güzel günler gibisi yok.
Onbeşinci, geç kalmış mektup / Mayıs’ı Haziran’a bağlayan günler, 2017             Bozcaada
                 Hedda P.
0 notes
lalmektuplar · 7 years
Text
Dünyanın öbür ucu kadar uzaksın; ellerimi uzatsam ellerini tutabileceğim kadar uzak.
Hedda P.
20082017
0 notes
lalmektuplar · 7 years
Text
Her şeyi bırakacağım dedin, bıraktın ve gittin. Kapatıp gidelim dedin, gittin, ben kaldım,
korkaklığımdan, her defasında olduğu gibi.
Hedda P.
1 note · View note