lysetsang
29 posts
Yıkar bizi,yeniden inşa eder. Kırıldığımız yerler kadar çok,zambak fideleri gibi. Öldürür bizi,en çok yaşamak istediğimiz yerden.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
“Kim tahmin edebilirdi, Monsieur Jeon, elleriyle yeşerttiği zambakları ayaklarıyla ezecek..."
madem incitecektin neden gönlümün çiçeklerini suladın.
208 notes
·
View notes
Text
“Mon âme était comme un cimetière qui n'a pas vu une seule fleur ou un lys depuis des années. Et votre présence m'a transformé en un jardin de fleurs noires. Même ta haine était si belle que j'ai retrouvé la vie. Tu es devenu mon tout. Ici, je t'ai envoyé un autre lys noir. Cette fois, tu me portes dans tes mains.”
2 notes
·
View notes
Text
Su
gözlerinde
birikmiş
rüzgârların,
çiçekleri bende açmamış dalları var.
Dudaklarında suskun bir ağıt,
dilimde kanayan harfler var.
Bilmem ki kimin sînesini taşıyorum içimde,
kimin yasını tutuyorum güneşte?
Benden geçmeyen yakut yolları,
nasıl bende bitiriyorum?
Bana ait olmayan anıları
hangi kapının eşi��inde bekliyorum böyle?
Hangi fırtına,
bana
değmeden
içimi
kırıyor?
3 notes
·
View notes
Text
La première fleur d'iris de l'année a fleuri et je ne sais pas à qui la donner.
9 notes
·
View notes
Text
Lakin aşamam,ne eklesemde,
mısralarıma,
Sesin öylece yansılanır.
Küller düşer murûrî duvarlara,
Her süzülüşüm varır yara’dana.
Vakit çalsa de emareni benden,
Yıldızlar figan eder ismini
yeniden.
Bir alev gibi aktın içime,
Külüm kavrulur her rüzgarda
her esintide.
-Mel.
7 notes
·
View notes
Text
Sana bilindik güzellemeleri sunamam,
Yazmaz bedbâht lehçeleri insanlığın
varlığını.
Sana bilindik şiirler adayamam,
sen rüzgarda savrulmuşsun,
küller düşmüş bakışlarına,
işte böyle rüzgarsız kalmışız,
yıldızları yaşamaktan yorgunum.
Ayazın kollarında bulmuştum,
güldüğünde kısılan gözlerini,
(fırtınalarda gördüm sen aymadın.)
Şimdi bakışların farklı,
ölsen tanıyamazsın.
Sana methiyeler dizdim,
sensiz okuyacağım,
farkettiğinde
rüzgarları.
Fırtınayı inkar ediyorum,
Senide inkar edeceğim.
Senden kurtulup da
sensizlikte
yine seninle kalmak isteyeceğim.
-Mel
8 notes
·
View notes
Text
Çavdar tarlası gibi bir insana mayın tarlası dinleyip zırlayanı da ilk defa görüyorum.
2 notes
·
View notes
Text
“Gözleri cenneti vaat ederdi fakat dudaklarında cehennem ırmakları akardı. Cenneti istemedim, zira cehennem ırmağında yangınlar içinde tutkuyla yıkanmayı, cennet kapılarında beklemeye yeğledim.”
6 notes
·
View notes
Text
“Korkaksınız,mephistae. Zira sizinle mutlu olmak isteyenleri sizden uzakta bir mutluluğa itmeye çalışmak fedakarlık değil,yeterince çabalamamanın bir göstergesidir.”

47 notes
·
View notes
Text
Aperon’un Laneti; Öfke.
Zamanın henüz şekil almadığı, evrenin sessiz bir boşluk gibi olduğu bir an vardı. İşte o an, Aperon doğdu. O, bir lanet gibi dünyaya geldi, öfkesiyle sarmalanmış bir ruh olarak. Annesi doğumda yitmiş, babasıysa onu terk etmişti. Küçük bedeninde dev bir acı ve kırgınlık büyümüştü. Her adımında, öfkesini daha da büyütüyordu.
Bir gün, her şeyi bir kenara bırakıp, tanrılara meydan okumaya karar verdi. Olympos’a doğru yola çıktı. Dağlar, rüzgarlar, denizler, her şey ona karşı bir korku içinde titreşti. Sonunda, Zeus’un karşısına dikildi, bakışlarında bir fırtına vardı.
"Benim gibi birini yaratmanın bedelini kim ödeyecek?" diye haykırdı, “Her şeyin yükünü ben taşıyorum, kimse beni anlamıyor!”
Zeus, genç adamın gözlerindeki ateşi gördü. Bir teklifte bulundu: "Eğer öfkeni bir güç kaynağına dönüştürebilirsen, sana her şeyi vereceğim. Ama unutma, bu güç seni tüketebilir."
Aperon, gözlerinde bir isyanla, tüm varlığıyla bağırarak öfkesini özgür bıraktı. Ve o an, gökyüzü çatladı, denizler hareketlendi, tüm yaratılış sarsıldı. Gücü, evreni ateşe boğuyordu. Ama bu güç, aynı zamanda onu içine çekiyordu.
Zeus, bu felaketi durdurdu. "Ey Aperon," dedi, "Senin öfken, seni yok edebilir. Artık senin gücün, seni hapsedecek." Ve bir lanet gönderdi. O günden sonra, Aperon’un öfkesi onunla kaldı; hem bir güç, hem bir zincir.
Her köşe bucağa, her varlığa, Aperon’un adı duyuldu. "Öfkenin gücü ve laneti" olarak… Artık, o her zaman vardı: Yalnız, öfkeli ve asla özgür olamayacak bir ruh.
7 notes
·
View notes
Text
İnsan ruhundaki dizginlenemeyen arzuların sureti. O, arzunun tatlı zehrini dudaklara dokunduran ve kalbi körleştiren ateştir. Kendisi, yalnızca bir iblis değil, insan doğasının en derin çelişkilerini yansıtan bir aynadır.
Tutkunun ateşiyle yanarken, bu ateşin nasıl yıkıma dönüştüğünü gösteren bir öğretmendir. Onun krallığı, arzunun sınırlarını zorlayanların düştüğü o sisli uçurumdur. Ve orada,zevk ve acı birbirine karışır; tutku, dönüşü olmayan bir yola dönüşür.
O, antik metinlerde evlilikleri bozan, sadakati sınayan bir varlık olarak bilinir. Ancak onun gerçek gücü, insan ruhundaki en gizli arzuları ortaya çıkarmaktır. Asmodeus, maskeleri düşüren ve bastırılmış tutkuları özgür bırakan o gölge eldir. Onun dokunuşu, bir kalbi tamamen teslim alabilir; bir ruhu ateşin ve arzunun esiri kılabilir.

Fakat Asmodeus’un hikâyesinde yalnızca yıkım yoktur. Onun ateşi, bazen dönüşümün de habercisidir. Küllerinden yeniden doğan bir ruh gibi, arzularıyla yüzleşen kişi, kendini yeniden tanıyabilir. Onun ateşi, yakmakla kalmaz; aynı zamanda sahtelikleri eritir ve hakikati açığa çıkarır.
Asmodeus, tutkularını inkâr edenleri cezalandırır; çünkü onun için hakikat, arzuların kabulünde yatar. İnsan kalbinde yatan en derin, en karanlık istekler bile, onun gözünde kutsal bir gerçektir. Zira tutkuyu inkâr etmek, yaşamı inkâr etmektir.
Onun gölgesi, her yasak arzunun kıyısında belirir. Fısıldadığı sözler, şehvetin ve yıkımın tatlı vaadidir:
“Kendini bilmek istiyorsan, arzularının ateşinde yanmaktan korkma."
Ve bu ateşte yananlar, ya küle dönüşür ya da kendi hakikatleriyle yeniden doğar. Çünkü O, arzunun sınavıdır; bu sınavı geçenler, yalnızca tutkularını değil, kendilerini de fethederler.
Nefes aldırmaz ama ölmek de bir lütuf değil.
Çünkü bu düşüşte, haz ve yıkım tek bedende birleşir.
10 notes
·
View notes
Text
“İçeri girenler,bütün umudunuzu dışarıda bırakın.”
Lasciate ogni speranza voi ch'entrate.

31 notes
·
View notes
Text
Üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim ben.
248 notes
·
View notes
Text

‘Jacob Wrestling With The Angel’ (1865)
by Alexander Louis Leloir
Leloir’in eserinde zaman durur, dünya bir anlığına nefes almaz. Melek ve insan, puslu bir boşlukta birbirine kenetlenmiş. Jacob’un bedeninde insana özgü bir hırs ve çaresizlik var. Bu, sadece bir güreş değil, insan ruhunun varoluşu aşındıran bir çırpınışı.
Fırçası, kutsal olanı yeryüzünün kire bulanmış gerçekliğine indiriyor. Melek, zarif ama tehditkâr; kanatları, Jacob’un inadı karşısında bir perde gibi kapanmış. Burada ilahi olan saf bir ışık değil, gölgeyle örtülü bir hakikat. Melek’in yüzündeki ifadesizlik, Tanrı’nın soğuk sessizliği gibi: ne ödüllendiriyor ne de cezalandırıyor, sadece direniyor.
Jacob’un solgun yüzü, ter ve inançla ıslanmış; gözlerinde korkunun ve kararlılığın izleri birbirine karışıyor. Leloir’in çizgileri, insanın kutsala meydan okumasını değil, kutsalla çaresizce hesaplaşmasını anlatıyor. Jacob’un kavrayışı, bir dua değil; bir meydan okuma, bir kimlik arayışı. Güreş devam ederken, Jacob kendi sınırlarını zorluyor, Tanrı’yı yaralamaya değil, onun sessizliğinde bir yankı bulmaya çalışıyor.
Renkler soluk ve puslu; buğulu ışık, kesinliği yok ediyor. Hakikat burada gri tonlara gömülmüş. Jacob ve melek, bu belirsizlikte kilitlenmiş kalmışlar. Tanrı’nın varlığı, melekten çok Jacob’un yaralanan iradesinde şekil buluyor.
Şafak sökerken, Jacob’un zaferi mühürleniyor ama bedeli ağır: Bir yara, bir aksama, ebedi bir hatırlatma. Melek kayboluyor, Jacob ise topallayan bir zaferle kalıyor. Leloir’in bu tablosu, zaferin her zaman bir eksiklik barındırdığını fısıldıyor. Kutsanmak için direnmek gerek, ama bu direnişten sağ çıkmak, insanı hep biraz eksik bırakıyor.
Tanrı’nın fısıltısı, şimdi Jacob’un yarasında saklı.
5 notes
·
View notes