Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, ‘bu böyle olmayabilirdi’ düşüncesi. Yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazırdır…
"İnsanların ruhunu öldürüyorlar anne "demişti Maksim Gorki
"İşte asıl cinayet bu Utanılacak bir cinayet..."
İnsanlar gün içinde kabalıkları, kalabalıklarıyla ne kadar da incitiyorlar değil mi ruhumuzu? Kalbimizi nasıl da kırabiliyorlar.
Oysa Platon şu nasihatte bulunur:
“Nazik olun. Çünkü karşılaştığınız herkes farkında olmadığınız zorluklarla boğuşuyor..."
Dikkat ediyor muyuz buna?
Anlamaya çalışıyor muyuz insanları yargılamadan önce? Unutuyor muyuz yoksa herkesin bir kalbi olduğunu?
Pessoa'dan bir alıntı yapayım yeri gelmişken:
"Kimseyle alay etme. Kimseyi küçük görme. İnsan yaşamı alaya alınmayacak kadar hüzünlü ve ciddidir"
Kalbinin en ücra köşesinde bile yapma bunu.
Çoğu zaman unutsak da gerçek bu...
Ressam Van Gogh geçirdiği bir kriz sonrası kendisine sıktığı bir kurşunla yaralanıp evine geldiğinde şu sözü sayıklayıp hayata veda etmişti: "Hüzün sonsuza dek sürecek..."
Güçlü gözükebilmek için çabalamaktan, hiç kırılmamış gibi dik durmaktan, bağıra bağıra ağlamak isterken kahkahalar atmaktan, aldırmıyormuş gibi yapmaktan, on dört yerimden bıçaklanmışım gibi hissederken bile "önemli değil" demekten ve önemli değilmiş gibi davranmaktan, benim hayalini kurduğum şeyleri yaşayan insanlara imrenerek bakmaktan, mutlu olduğum zaman hikayeleri uydurmaktan bıktım. Tüm odaların kapılarını kitledikten sonra, bir köşeye kıvrılıp korkuyla uyumaya çalışmalarımı, kabuslardan uyandığım karanlık gecelerde arayacak, çağıracak, sarılacak birini bulamayıp güneşin doğmasını beklediğimi nasıl anlatayım? Çok yoruldum.. İsterdim ki insan biraz sevgi görünce uzaklaşmasın, değer verildiğini hissedince bunu suistimal etmesin. Samimiyet karşısında hadsizleşmesin. Biraz olsun elindekinin kıymetini bilsin, bu zaten elimde rahatlığıyla değersizleştirmesin.."
"Saat kaç olursa olsun beni arayabilirsin ancak efendin olmam artık. Mesaj atabilirsin susma hakkımı kullanırım, eskisi kadar katı değilim. Karşıma çıkabilirsin elbette. Sanki daha evvel seninle gönül bağım olmamış gibi burnumun dikine yürürüm, sen üzülürsün. Ağlayabilirsin bunu benim senin yüzünden olan hayata küskünlüğüme sayarsın. Ben halden falan anlamam artık, içebilirsinde işte o zaman bana gelme. Yaralarımı saran insanlar lazım bana, bir yara daha açan değil. Biz seninle olsak olsak, mahalleye rezil oluruz anca. İyisi mi sen otur, ağla, düşün, sigaranı yak. Ben artık uyursam geçer cinstenim. Benim seninle davam bitti. Benim sen diye bağıran yanım yok artık. Seninle gülünmez, ağlanmaz bir yolda yürünmezmiş. Sen, verilmiş her emeğin ziyan oluşuna şahit. Bu yazdıklarımı bir gün gel, yüzün tutarsa beraber okuruz. Bir ihtimal varsa bile ben yokum artık."
Yani ne bileyim, keşke duvar yumruklasaydım, bağıra bağıra ağlasaydım, boğazım acıyana kadar kan kussaydım, ama hiçbir şey olmamış gibi bakmasaydım etrafa, keşke yapmasaydım bunu, sakinlik öldürüyormuş bir yerden sonra.