medreseler-blog
medreseler-blog
İstanbul Medresleri ve İnanç
45 posts
Dini paylaşımların yer alacağı bloğuma hepiniz hoş geldiniz...
Don't wanna be here? Send us removal request.
medreseler-blog · 2 months ago
Photo
Tumblr media
Fırat Nehri'nin Önemi ve Erzurum Kalesi
Fırat Nehri ve Bereketi
Cafer-i Sadık’tan rivayet edilen bir hadise göre, Fırat suyundan bir kez içen kişi, üç ya da yedi kez daha içmek ister ve bu su büyük bir berekete sahiptir. Fırat’ın bereketi o kadar büyüktür ki, eğer Irak ve Anadolu halkı, Fırat’ın bu özelliklerini bilseydi, nehrin her iki tarafına kubbeler ve engel duvarları yaparlardı. Ayrıca, Fırat suyuna şifa olarak inananlar, her türlü hastalık ve âfete karşı bu nehirde üç kere yıkanarak iyileşebileceklerini düşünürlerdi.
İmam Cafer-i Sadık’ın Fırat’ı Övmesi
İmam Cafer-i Sadık, Fırat Nehri’ni överek, bu suyun şifa kaynağı olduğundan bahseder. Fırat suyu, insanların sağlıklarına büyük fayda sağlamaktadır. Bu nedenle, halk arasında suyun iyileştirici gücü yaygın olarak bilinir ve kullanılır Private Tours Bulgaria Varna.
Fırat Nehri ve Kıyamet
Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadise göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Fırat Nehri, altından bir dağ açılıp ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz. İnsanlar bu nehir üzerinde savaşacak ve birbirlerini öldüreceklerdir. O savaşta her yüz kişiden doksan dokuzu ölecektir ve kurtulacak kişi, ‘belki ben olurum’ diye düşünecektir.” Bu hadis, Fırat’ın kıyamet öncesindeki büyük rolüne dikkat çekmektedir.
Fırat Nehri’nin Coğrafi Özellikleri
Fırat Nehri, Asi Nehri ile birlikte Arz-ı Mukaddese topraklarına akmaktadır. Nil Nehri ise bu topraklarda yer almaz, ancak Akdeniz’e ulaşan bir yol üzerindedir. Fırat, Rakka ve Erzurum bölgelerinin yakınlarında donarak kışın kervanların geçişine olanak tanır. Ancak Rakka’nın güneyindeki bölgelerde Fırat Nehri donmaz ve suyu tatlı ve ılımandır.
Erzurum Kalesi ve Su Kaynakları
Erzurum Kalesi’ndeki halk, genellikle Fırat Nehri’nin suyunu içmekle birlikte, kalede ayrıca Cennet Pınarı adı verilen özel bir su kaynağı da bulunmaktadır. Bu su kaynağından içenler, hayat bulduklarına inanılır. Erzurum Kalesi’nin halkı, bu şifalı sudan içerek sağlıklarını korurlar.
Erzurum Kalesi’nin Yapısı
Erzurum Kalesi, Eğerlidağ eteklerinde dörtgen şeklinde inşa edilmiş ve sağlam taşlarla çevrilmiştir. Kale, iç içe iki katlı hisardan oluşur ve arası yaklaşık 70 adım genişliğindedir. Kalenin çevresinde bir hendek bulunur, bu hendek 80 adım genişliğinde ve 20 zira derinliğindedir. Ancak, Gürcü Kapısı ve Azerbaycan Kapısı taraflarındaki hendekler derin değildir.
Erzurum Kalesi’nin Kapıları
Erzurum Kalesi’nin üç ana kapısı vardır. Batı tarafında, Azerbaycan Kapısı yer alır ve buraya ulaşmak için bir köprüden geçmek gerekir. Bu kapı iki kat demirden yapılmıştır. Doğu tarafında ise yine bir köprüyle geçilen, iki kat demirden yapılmış bir kapı bulunur. Bu kapılar arasında Revan’ı fetheden 10 adet balyemez top yer alır. Kuzeydeki kapı ise yine bir köprüyle geçilen başka bir ana kapıdır.
Fırat Nehri, yalnızca coğrafi olarak değil, dini ve kültürel olarak da büyük bir öneme sahiptir. Erzurum Kalesi’nin inşa edilmesinde de nehrin etrafındaki stratejik yerler göz önünde bulundurulmuştur. Erzurum ve çevresi, su kaynakları ve doğal yapıları ile tarihi bir öneme sahiptir.
0 notes
medreseler-blog · 4 months ago
Photo
Tumblr media
Şehzâdeler Arasında GizŞehzâdelerin İlâhî İşaretleri ve Girit'in Fethi
İlk İşaret Murad’ın Top Vuruşu ve Kan Akması
Şehzâde Murad, bir gün kara selvi ağacının arkasından çıkıp, Şehzâde Bayezid ve Şehzâde Süleyman’a top atarak onları yere serdi. Bu top vuruşu sırasında ikisinin de burunlarından kan aktı. Bu olay, ilerideki önemli bir işaretin başlangıcıydı. Sultan IV. Murad Han 1626 yılında Revan Seferi’ne giderken, Revan’a vardığında Bayezid ve Süleyman’ı boğarak şehit ettiler. Her iki şehzâdenin burunlarından akan kanla birlikte, bu işaretin 21 yıl sonra gerçekleşecek olan bir olayı işaret ettiği anlaşıldı. Şehzâdelerin kanları aktıktan sonra, ikisi de babalarının huzurunda defnedildi. O gece Sultan Mustafa da vefat etti.
İkinci İşaret Murad’a Vurulan Top ve İbrahim’in Tahta Çıkışı
Bir diğer işaret, Şehzâde İbrahim’in Murad’a top atmasıyla başladı. Murad yere düşüp bayıldığında, İbrahim, Sultan Ahmed Han’ın tahtının üzerine oturdu. Bu olay, Murad’ın ölümünden sonra İbrahim’in tahta çıkacağını gösteren bir işaret olarak kabul edildi. İbrahim’in tahta çıkışı, gelecekteki padişah olma yolundaki ilk adımını simgeliyordu Istanbul Day Tour.
Üçüncü İşaret İbrahim’in Kadınlara Olan Düşkünlüğü
İbrahim’in tahtta otururken, kadınlara olan ilgisini ve aşırı düşkünlüğünü belirten bir işaret de vardı. O zamanlar şenlikler, eğlenceler ve düğünlerle geçerken, İbrahim’in kadınlara olan ilgisi, padişah olduğunda Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılacak eğlenceleri ve kutlamaları simgeliyordu. Bu, İbrahim’in gelecekteki padişah kimliğiyle bağlantılı bir işaretti.
Dördüncü İşaret İbrahim’in Hayasındaki Hastalık
Bir başka ilginç işaret, Şehzâde İbrahim’in babasının tahtına yapışarak “Vay hayâlarım” demesiydi. Sultan Ahmed Han, bu sözleri duyunca, “Allah bilir, İbrahim hayasında şiddetli bir hastalığa yakalanıp ölür,” diyerek İbrahim’in gelecekteki ölümüne dair bir düşünceye kapılmıştı. Bu durum, babasının endişelerini ve İbrahim’in geleceğini gösteren bir işaret olarak görülmüştür.
Beşinci İşaret Girit’in Fethi ve Yusuf Faşa’nın Yardımı
Sultan Ahmed Han, Şehzâde İbrahim’e “Bana Girit’i feth eder misin?” diye sorduğunda, İbrahim, “İnşaallah Hazret-i Yûsuf yardım ederse, feth ederim,” diye yanıtladı. Bu, Girit’in fethinin, İbrahim’in ve oğlu Mehmed’in elinden olacağına dair bir işaretti. İbrahim, bir gün Girit’i feth edeceğine dair söz vererek, bu fethin, Yusuf Paşa’nın yardımıyla gerçekleşeceğini belirtti.
Altıncı İşaret Mehmed ile Fethin Gerçekleşmesi
İbrahim’in “İnşaallah oğlum Mehmed ile feth ederiz” demesi, Girit’in fethinin Mehmed ile gerçekleşeceğinin bir göstergesiydi. Oğlu Mehmed’in Girit’i fethetme zamanı geldiğinde, bu ilâhî işaret doğrultusunda hareket edileceği ifade edilmiştir.
Sonuç Girit’in Fethi ve Tanrı’nın Yardımı
Sonuç olarak, Sultan Ahmed Han ve şehzâdelerinin hayatındaki bu işaretler, Girit’in fethini simgeliyordu. Şehzâde İbrahim, çocukluk çağlarında babasına Girit’in fethini üstlendiğini söylemişti. Ve sonunda, Tanrı’nın yardımıyla, Koca Sultan İbrahim Han, Girit’i Yusuf Paşa’nın yardımıyla fethetti. Bu, şehzâdelerin çocukluk yıllarında verdikleri sözlerin nasıl yerine getirildiğini ve ilâhî işaretlerin gerçekliğini gösteren bir olaydır. Tanrı’ya şükürler olsun ki, İbrahim Han ve oğlu Mehmed, Girit’i fethederek, Osmanlı topraklarına önemli bir zafer kazandırmışlardır.li Anlamlar ve İlâhî Sırlar
0 notes
medreseler-blog · 4 months ago
Photo
Tumblr media
Şehzâdeler Arasında GizŞehzâdelerin İlâhî İşaretleri ve Girit'in Fethi
İlk İşaret Murad’ın Top Vuruşu ve Kan Akması
Şehzâde Murad, bir gün kara selvi ağacının arkasından çıkıp, Şehzâde Bayezid ve Şehzâde Süleyman’a top atarak onları yere serdi. Bu top vuruşu sırasında ikisinin de burunlarından kan aktı. Bu olay, ilerideki önemli bir işaretin başlangıcıydı. Sultan IV. Murad Han 1626 yılında Revan Seferi’ne giderken, Revan’a vardığında Bayezid ve Süleyman’ı boğarak şehit ettiler. Her iki şehzâdenin burunlarından akan kanla birlikte, bu işaretin 21 yıl sonra gerçekleşecek olan bir olayı işaret ettiği anlaşıldı. Şehzâdelerin kanları aktıktan sonra, ikisi de babalarının huzurunda defnedildi. O gece Sultan Mustafa da vefat etti.
İkinci İşaret Murad’a Vurulan Top ve İbrahim’in Tahta Çıkışı
Bir diğer işaret, Şehzâde İbrahim’in Murad’a top atmasıyla başladı. Murad yere düşüp bayıldığında, İbrahim, Sultan Ahmed Han’ın tahtının üzerine oturdu. Bu olay, Murad’ın ölümünden sonra İbrahim’in tahta çıkacağını gösteren bir işaret olarak kabul edildi. İbrahim’in tahta çıkışı, gelecekteki padişah olma yolundaki ilk adımını simgeliyordu Istanbul Day Tour.
Üçüncü İşaret İbrahim’in Kadınlara Olan Düşkünlüğü
İbrahim’in tahtta otururken, kadınlara olan ilgisini ve aşırı düşkünlüğünü belirten bir işaret de vardı. O zamanlar şenlikler, eğlenceler ve düğünlerle geçerken, İbrahim’in kadınlara olan ilgisi, padişah olduğunda Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılacak eğlenceleri ve kutlamaları simgeliyordu. Bu, İbrahim’in gelecekteki padişah kimliğiyle bağlantılı bir işaretti.
Dördüncü İşaret İbrahim’in Hayasındaki Hastalık
Bir başka ilginç işaret, Şehzâde İbrahim’in babasının tahtına yapışarak “Vay hayâlarım” demesiydi. Sultan Ahmed Han, bu sözleri duyunca, “Allah bilir, İbrahim hayasında şiddetli bir hastalığa yakalanıp ölür,” diyerek İbrahim’in gelecekteki ölümüne dair bir düşünceye kapılmıştı. Bu durum, babasının endişelerini ve İbrahim’in geleceğini gösteren bir işaret olarak görülmüştür.
Beşinci İşaret Girit’in Fethi ve Yusuf Faşa’nın Yardımı
Sultan Ahmed Han, Şehzâde İbrahim’e “Bana Girit’i feth eder misin?” diye sorduğunda, İbrahim, “İnşaallah Hazret-i Yûsuf yardım ederse, feth ederim,” diye yanıtladı. Bu, Girit’in fethinin, İbrahim’in ve oğlu Mehmed’in elinden olacağına dair bir işaretti. İbrahim, bir gün Girit’i feth edeceğine dair söz vererek, bu fethin, Yusuf Paşa’nın yardımıyla gerçekleşeceğini belirtti.
Altıncı İşaret Mehmed ile Fethin Gerçekleşmesi
İbrahim’in “İnşaallah oğlum Mehmed ile feth ederiz” demesi, Girit’in fethinin Mehmed ile gerçekleşeceğinin bir göstergesiydi. Oğlu Mehmed’in Girit’i fethetme zamanı geldiğinde, bu ilâhî işaret doğrultusunda hareket edileceği ifade edilmiştir.
Sonuç Girit’in Fethi ve Tanrı’nın Yardımı
Sonuç olarak, Sultan Ahmed Han ve şehzâdelerinin hayatındaki bu işaretler, Girit’in fethini simgeliyordu. Şehzâde İbrahim, çocukluk çağlarında babasına Girit’in fethini üstlendiğini söylemişti. Ve sonunda, Tanrı’nın yardımıyla, Koca Sultan İbrahim Han, Girit’i Yusuf Paşa’nın yardımıyla fethetti. Bu, şehzâdelerin çocukluk yıllarında verdikleri sözlerin nasıl yerine getirildiğini ve ilâhî işaretlerin gerçekliğini gösteren bir olaydır. Tanrı’ya şükürler olsun ki, İbrahim Han ve oğlu Mehmed, Girit’i fethederek, Osmanlı topraklarına önemli bir zafer kazandırmışlardır.li Anlamlar ve İlâhî Sırlar
0 notes
medreseler-blog · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Abdülmecid Efendi Şeyh Sivasi
On altıncı asrın sonlarıyla on yedinci asrın birinci yarısında, İstanbul’un en büyük şöhretlerinden biri olan bir Halveti şeyhidir. Halveti tarikatının Şemsiye kolunun kurucusu olan Sivaslı Şemseddin Efendi’nin kardeşi, “Tuhfetül Mülûk” ve “Ziyaiyyei Cami” şaritû şeyhi Muharrem Efendi’nin oğlu ve meşhur şeyh Abdülahad Nurini’nin dayısı ve mürşididir. 1563 (H. 971) tarihinde Zile’de doğdu, ilk tahsilini babasından aldı ve yedi yaşında Kur’an’ı hafız oldu. Tahsil, sülük ve terbiyesini amcası Şemseddin Efendi’den tamamladı. Devrinin ünlü şeyhinin yanında 1596 (H. 1005) tarihinde Eğri seferine katıldı ve orada ölen Pirizade Veli Efendi’nin yerine Zile’deki Halveti dergahına şeyh oldu. 1604 (H. 1013) tarihinde Sivas’taki dergahın ikinci postnişini ve amcası Receb Efendi’nin ölümü üzerine de Sivas’taki Şemsî dergahına şeyh oldu.
İlim ve irfan yolundaki ününü duyan Üçüncü Mehmed tarafından bir hatt-ı hümayun ile İstanbul’a davet edildi; büyük şehirde ilk vaazını Ayasofya Camii’nde verdi ve kısa bir süre de bu mâbedin civarında bir evde oturdu. Daha sonra, kendisine intisap eden ve zamanın Reisülküttabı Lâ’li Efendi tarafından hediye edilen Eyyub Nişancaaındaki bahçeye yerleşti. Kızlarağası Mehmed Ağa’nın Çarşamba’da yaptırdığı Mehmed Ağa zaviyesine şeyh oldu Private Tour Istanbul.
Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi tarafından cami haline getirilen Atpazarındaki Hüsambey Mescidi’ne de Cuma vaizi tayin edildi. İstanbul halkının vaazlarına gösterdiği büyük ilgi üzerine birkaç ay sonra Şehzade Camii’ne, bir süre sonra da Sultan Selim Camii’ne Cuma vaizi oldu. Sultan Selim civarında bir Sivaslı dergahı ile mescid yaptırdı. Bugün bu mescidin yeri Darüşşefakânın avlusuna katılmış bulunmaktadır; yıkılmış olan dergahtan da duvarı yarı çökmüş bir mezarlık kalmıştır. Sultanahmet Camii yapılırken “Temel şeyhi” olan Abdülmecid Efendi, temel taşı konulurken dua ettiği büyük mabedin halka açıldığı gün de ilk Cuma vaazını vermiş ve ölünceye kadar bu vazife üzerinde kalmıştır.
Üçüncü Mehmed, Birinci Ahmed, Birinci Mustafa, Genç Osman ve Dördüncü Murad devirlerinde ilim ve irfanı, fazilet ve kemaliyle büyük bir nüfuz ve hürmete mazhar olan bu din ve tasavvuf âlimi, mühim işlerde padişah ve devlet erkânı tarafından fikir ve reyine başvurulan bir sima idi. Kara yazıcı ve Uzun bölükbaşı isyanlarının bastırılmasında hükümete faydalı tavsiyelerde bulunmuştu. Dördüncü Murad’a Bağdat’ın İranlılardan geri alınacağını önceden bildiren kişi olmuş, padişah sefere çıkarken de Hazreti Ömer’in kılıcını beline kuşatmıştı.
Yüksek bir medeni cesaret sahibi idi; gördüğü yolsuzlukları açıkça söylemekten çekinmezdi. Birinci Ahmed’e sunduğu manzum bir şikâyetnamede, bu genç hükümdara memleketin ahval ve idaresinin bozukluğunu acı ve sert bir dille anlatmış, başarı için kendisine adalet ve meşveret tavsiye etmişti. Aşağıdaki satırlar, bu manzumeden alınmış beyitlerdir:
“Şeh-hü, mülkiyyeti kirişli, münşiba adem mi Bunu, dinli devlete layık nedir, ey fulûri, kinim.”
0 notes
medreseler-blog · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Abdülmecid Efendi Şeyh Sivasi
On altıncı asrın sonlarıyla on yedinci asrın birinci yarısında, İstanbul’un en büyük şöhretlerinden biri olan bir Halveti şeyhidir. Halveti tarikatının Şemsiye kolunun kurucusu olan Sivaslı Şemseddin Efendi’nin kardeşi, “Tuhfetül Mülûk” ve “Ziyaiyyei Cami” şaritû şeyhi Muharrem Efendi’nin oğlu ve meşhur şeyh Abdülahad Nurini’nin dayısı ve mürşididir. 1563 (H. 971) tarihinde Zile’de doğdu, ilk tahsilini babasından aldı ve yedi yaşında Kur’an’ı hafız oldu. Tahsil, sülük ve terbiyesini amcası Şemseddin Efendi’den tamamladı. Devrinin ünlü şeyhinin yanında 1596 (H. 1005) tarihinde Eğri seferine katıldı ve orada ölen Pirizade Veli Efendi’nin yerine Zile’deki Halveti dergahına şeyh oldu. 1604 (H. 1013) tarihinde Sivas’taki dergahın ikinci postnişini ve amcası Receb Efendi’nin ölümü üzerine de Sivas’taki Şemsî dergahına şeyh oldu.
İlim ve irfan yolundaki ününü duyan Üçüncü Mehmed tarafından bir hatt-ı hümayun ile İstanbul’a davet edildi; büyük şehirde ilk vaazını Ayasofya Camii’nde verdi ve kısa bir süre de bu mâbedin civarında bir evde oturdu. Daha sonra, kendisine intisap eden ve zamanın Reisülküttabı Lâ’li Efendi tarafından hediye edilen Eyyub Nişancaaındaki bahçeye yerleşti. Kızlarağası Mehmed Ağa’nın Çarşamba’da yaptırdığı Mehmed Ağa zaviyesine şeyh oldu Private Tour Istanbul.
Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi tarafından cami haline getirilen Atpazarındaki Hüsambey Mescidi’ne de Cuma vaizi tayin edildi. İstanbul halkının vaazlarına gösterdiği büyük ilgi üzerine birkaç ay sonra Şehzade Camii’ne, bir süre sonra da Sultan Selim Camii’ne Cuma vaizi oldu. Sultan Selim civarında bir Sivaslı dergahı ile mescid yaptırdı. Bugün bu mescidin yeri Darüşşefakânın avlusuna katılmış bulunmaktadır; yıkılmış olan dergahtan da duvarı yarı çökmüş bir mezarlık kalmıştır. Sultanahmet Camii yapılırken “Temel şeyhi” olan Abdülmecid Efendi, temel taşı konulurken dua ettiği büyük mabedin halka açıldığı gün de ilk Cuma vaazını vermiş ve ölünceye kadar bu vazife üzerinde kalmıştır.
Üçüncü Mehmed, Birinci Ahmed, Birinci Mustafa, Genç Osman ve Dördüncü Murad devirlerinde ilim ve irfanı, fazilet ve kemaliyle büyük bir nüfuz ve hürmete mazhar olan bu din ve tasavvuf âlimi, mühim işlerde padişah ve devlet erkânı tarafından fikir ve reyine başvurulan bir sima idi. Kara yazıcı ve Uzun bölükbaşı isyanlarının bastırılmasında hükümete faydalı tavsiyelerde bulunmuştu. Dördüncü Murad’a Bağdat’ın İranlılardan geri alınacağını önceden bildiren kişi olmuş, padişah sefere çıkarken de Hazreti Ömer’in kılıcını beline kuşatmıştı.
Yüksek bir medeni cesaret sahibi idi; gördüğü yolsuzlukları açıkça söylemekten çekinmezdi. Birinci Ahmed’e sunduğu manzum bir şikâyetnamede, bu genç hükümdara memleketin ahval ve idaresinin bozukluğunu acı ve sert bir dille anlatmış, başarı için kendisine adalet ve meşveret tavsiye etmişti. Aşağıdaki satırlar, bu manzumeden alınmış beyitlerdir:
“Şeh-hü, mülkiyyeti kirişli, münşiba adem mi Bunu, dinli devlete layık nedir, ey fulûri, kinim.”
0 notes
medreseler-blog · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Bir peştemal örtülmüştü
Hacet penceresi önündeki hasırlar kısmen kaldırılmıştı. Karşıda, geniş, buzlu çamur Haliç’in görünmesine mani oluyordu, iki yeşil kerevet üzerinde, servisten, altı kollu U ak bn tabut, hasırların kalktığı taşlık üzerinde ufak bir teneşir görülüyordu. Sultan Abdulhamid, üryan ve bîruh, teneşir üzerine yatırılmıştı. Hacet penceresinin yaldızlı pencukları önünde yıkanıyordu. Sultan doğru beyaz ve yeni bir peştemal örtülmüştü. Göğsünden yukarı ve dizlerinden aşağı açıktaydı, X ücıldimde uzun bir hastalığın zafı görülmüyordu.
Renginde ölüm anırganığı, kor kırmızı bir sardık yoktu; fildişi gibi, camid bir cisim gibiydi, boyu ufak, saçı ve sakalı ağarmıştı. Burnu, çehresine nispeten uzuncavdı, tezle batmıştı. Uzun ve siyah kaşlarının arasında melal ve teessür vardı. Saçtan alnına doğru biraz dökülmüştü. Sakalı bembeyaz, uçlarına doğru sararmıştı. Yüzünde ihtiyarlık alameti, fazla buruşuk yoktu. Boynu incelmiş, omuz kemikleri dışarı fırlamıştı. En zayıf yerleri göğsüydü, kaburgaları ve çatça kemikleri görülüyordu. Bel çukurları beyaz ve ince, ayakları ufaktı. Vücudunda hiç kıl yoktu.
Yalnız meme uçlarında, kollarının alt kısımlarında, parmaklarının üstünde siyah kıllar görülüyordu. Kolları bir tarafa düşmüş, ayaklarının parmakları açılmıştı. Vücudunun sağ tarafı bembeyazdı, sol tarafında ve arkasında kırmızı lekeler görülüyordu. Heyeti umumiyesi sevimliydi. Beyaz bir vücut, yıkandıkça güzelleşen bir naş, yeni bir teneşir üzerinde, yıkayanların ellerine tabi, uzanmış yatıyordu. Nişan karşısında, ellerinde gümüş buhurdanlar, ağalar duruyordu. Herkes hüzün içindeydi. Büyük sımalarda tevekkül alameti görülüyordu. Hırkai Saadet dairesi tarihi bir gün yaşıyor. O gün, vekayile dolu, uzun bir saltanat devresinin son sahifesini kapatıyordu. Bütün gözler Visit Bulgaria, Sultan Abdülhamid’in teneşir üzerinde yatan kapalı gözlerine dikilmişti. Nisan sıcak sular döküldükçe beyaz bir duman yükseliyor, buhurdanlardan çıkan öd ve amber karşılanıyordu. Tıbbi hizmet için girip çıkanların, hasırlar üzerinde, ayak seslerinden başka bir ses işitilmiyordu. Ayak ucunda, damat tarağında iki zat, ellerini kavuşturmuşlar, gözleri yaşa mülevven ağlıyorlardı. Nihayet naaşın yıkanması bitirildi, tabut yere indirildi, teneşir, tabutun yanına getirildi. Sultan Abdulhamid’in naaşı hürmetle tabuta indirildi.
Sultan Abdulhamid, son dakikalarına kadar kendini kaybetmemişti. Hatta vasiyet etmişti. Göğsüne ahidnamını koyarak, yüzü kıbleye dönük şekilde Hırkai Saadet örtüsü altına sarılacaktı. Bu vasiyet harfiyen yerine getirildi. Kefen bağlandı, tabut kapandı. Sedef kakmalı, ağırlar görmüş bir saatin ağır tınıları Hırkai Saadet dairesinin ulviyeti içinde yankılandı, tabutun süslemesine başlandı. Üzerine önce bir yatak çarşafı, daha üstüne sırma işlemeli al bir örtü konuldu. Ayak ucuna lacivert yakın çiçekli bir kumaş sarıldı. En üste Kabe örtüleri, kıymetli taşlarla süslenmiş kemerler konuldu. Başına ve kollarına şallar sarıldı. Baş tarafına yeşil atlas üzerine kırmızı bir fes konuldu. Naaş yıkanırken, çıplak bir tabut, tahta bir teneşir, Hırkai Saadet dairesinin göz kamaştıran renkleri ve yaldızlarına tezat teşkil ediyordu. Şimdi Sultan Abdulhamid’in ipekler, şallar, sırmalar, kıymetli taşlarla süslü tabutu, dairenin ihtişam ve ulviyetine uygun bir şekilde hazırlanmıştı.
Herkes çekildi. Yalnız, süslü sütunlar, mülevven duvarlar, parlak levhalar arasında, başı harem dairesine yöneltilmiş tabut, solda Daire-i Hümâyûn’ın penceresinden altınlar ve sırmalarla süslü yeşil perdeler, ağır sırma püsküller, altın şebekeler, kıymetli ve tarihî levhalar, kadim kelâmı hatırlatanlar görülüyordu. Arzhane önünden bir ağıt sesi işitildi. Damad Paşalardan muhterem bir zat, etkilenmiş adımlarıyla ilerledi. Hırkai Saadet duvarının köşesinde melûl ve mahzun durdu. Ellerini açtı, gözleri tabuta yönelik kısa bir dua etti, ansızın bir hıçkırık, müzeyyen kubbelerde yankı bıraktı.
Saat dokuz. Hırkai Saadet kapısının önünde sırmalı üniformalar, kalpaklar ve şapkalardan oluşan birbirinden farklı heyetler bekliyordu. Yabancılar bu muazzam daireyi merak ve hayretle izliyordu. Ulema, arkalarında geniş kollu, püsküllü yeşil ve mor ilmihallerle, saygıyla karşılanıyordu. Kalabalık giderek artıyordu. Veliaht, şehzadeler, büyük uniformalarıyla katılıyorlardı. Şubat güneşi altında, nişan, sırma ve özellikle uniformaların parıltısından başka bir şey göze çarpmıyordu.
Hırkai Saadet dairesinin kapısı bir anda açıldı. Bütün gözler o tarafa çevrildi, kalabalık o yöne doğru sıkıştı. Kapının iki tarafı dolup taştı. Herkes, kalpleri derin bir hüzünle, cenazeyi görmek istiyordu. Nihayet, elmaslı kemerler, sırmalı Kabe örtüleri, al atlaslarla süslü tabut, kırmızı fesi ile, parmak uçlarında, görkemli ve muazzam bir şekilde dışarı çıktı. Devlet erkânı, zabitler, Sultan Abdulhamid’in cenazesi için alayda yerlerini aldılar. Bütün gözler tabuta dikilmişti. Tabut, Hırkai Saadet kapısı önüne yüksek bir mevkiye konuldu. Hamidiye Camii’nin Kürsü Şeyhi, sırmalı yeşil esvabı, göğsünde nişanı ile taşın üzerine çıktı. Etrafına bakınarak sordu:
— Merhumu nasıl bilirsiniz?
Velilerin hazin, müteessir birçok sesi, serviler arasında yankılandı:
— İyi biliriz.
Kısa bir fatiha ile merasime son verildi. Tabut kaldırıldı. Sultan Ahmedi Silis Kütüphanesi’nin, Arz Odası’nın sağından ağır ağır geçti. Babüssaade önüne geldi, cenaze namazı alelhusul burada kılındı. Alay burada düzenlendi. Şehzadegan, ayan, mebusan, devlet erkânı, sefirler ve ümera, hep burada toplandılar. Arada sırada, teşrifat memurlarının sırmalı elbiseleri içinde ellerinde beyaz bir kağıtla:
Ayan, mebusan, ricali ilmiye, ümera…, diye çağırdıkları işitildi. Nihayet alay düzenlendi. Servilerin önünde saray hizmetlileri ve zabıtan tebaası dizilmişlerdi. Piyade askerleri, silahlarını omuzlarına asmışlar, sakin adımlarla yürüyorlardı. Tabutun önünde dede torunları, Şazeli dergahı dervişleri ilerliyordu. Tabutu taşıyanlar, Enderun hümayun ağaları ve saray erkânıydı.
0 notes
medreseler-blog · 2 years ago
Photo
Tumblr media
ARDÜLAZIZ Haik
Haik arzında Sultan Ati diye anılır. Zumum, “Tanzimat devri” denilen münevver mutlakıyetin ikinci ve sonuncu safhasını teskil eder.
Kumral, elâ gözlü, geniş yüzünü sivrice lıafıf bir sakal çerçeveliy güzel adamdı. Pehlivan yapılıydı, pehlivanlığa da, hunisi havn Lmda. soyunup kispet giyip yağlanarak devrinin şöhretlerde güreşecek kadar meraklıydı. Tebaasına karşı iyi düşünceler besliyen. şefkat ve merhameti bol: devletin kara ve deniz kuvvetlerinin düzenlenmesini ve çoğaltılması m, yurdun imanrn ve Türkiyede esaslı bir kül tur yüksekliğini îaliyen bir hükümdardı.
Yerinde durmuş, bir frank. şirketinin sarayı hümâyûna tecavüzünden pek ağır bir dille şikâyet etmişti; o zaman, sadrâzam Alî paşa onu: “Ne yapalım efendim, mülkim sahibi arzu ve müsaade etti, ve hattâ, şimendifer yapılsın da. Diğer taraftan, devleti çetin bir duruma sürüklemiş olan malî buhran karşısında saray masraflarının, bu arada kendi tahsisatının a zaltilmasına razı olmuş, eski Osmanlı ananesinden ayni arak bir zevce ile yaşıyacağıru da vükelâsına vaadetmişti.
Mağrurdu, fakat gururu halkçı) olmasına engel olmamıştı; meselâ bir şehir gezintisinde yolu düşen Fatih karakolunun önüne bir iskemle atıp oturur, önünden akan kalabalığı babacan bir oda ile selâmlamaktan zevk duyardı. Teşrifattan, resmî merasimden çok sıkılırdı: elçilerin kabulüne, hükümdarlık vazifelerinin en kasvetli işlerinden biri olarak ba kaıdı, üniformasının yakası daima çözük, hatta bazan ilk düğmesi iliklenmemiş bulunur; Private Tours Istanbul sırlına attığı kukuleteli harmanisi, başındaki kenarı geniş, tablası dar “Aziziye Kallb” fesi kadar meşhurdu. Adî günlerde giyinmez, yama yak entari üstüne geçirdiği pike bir haydan ile otururdu; kış ise. kürkünü giyerdi.
Mabeyin ricalinden rivayet olunur, bir gün saraya gelen sadrâzam Ali Paşayı o lâilbali kıyafeti ile kabul etmek istemiş: fevkalâde ne zakot, ciddiyet vc teşrifatperestliği ile meşhur olan vezirin odaya girmpsile çıkması bir olmuş, delâlet eden mabeyinciye “Efendimiz istirahat buyuruyorlarmış. niçin rahatsız ettik ‘ diye saraydaki vükelâ odasına gitmiş: Abdülazız sadrazamın nereye gittiğini sorunca keyfiyeti anlatmışlar; Paşanın zarafet ve nezaketinden hoşnud olarak gülümsemiş, elbiae sini giyerek Alî Paşayı hüznra çağırmış.
Ali ve Fuad Paşalar, çocukluğu ve gençliği ananevi bir saray terbiye ve teşrifatına vumahdud kimselerin dinde Ve ywım[la “ olan hukumdann görgüsünü çoğaltmak İrin Abdülazizi, evveli Türkiyenin tarihi bddeie r,nd“iı olan Bursaya, sonra büyük inl(ÜİU4ra sahne olmuş kadim bir medeniyet merkezi. Mısıra, daha sonra da Avrupaya gönder, mişlerdl; fakat bu seyahatim, kıymeti hüsnüniyetinden ve samimiyetinden ibaret otan Ah dülâzizdı. mutlakıyetle idare olunan bir memleketin hükümdarına yüklenen mesuliyet duy gusnnn uyandırmamıştı: hanedanın Avrupa seyahatine çıkmak fırsatını bulmuş tek rama olan bu hükümdarın ne malûmatı, ne de zekâsı buna müsaitti. Franaada Üçüncü Najıolconun, Ingilterede Kraliçe Viktoryamn misafiri olup bu iki memleket tarafından pek parlak bir surette ağırlanan Abdülâztz dönüşünde Viyanayı da görmüş, her dolaştığı ve. geçtiği yerde sempatik bir hatıra bırakmış, kendisi de hoşça vakit geçirmişti. Abdülâzlzin Avrupa seyahati üzerine pek lâtif fıkralar naklolunur.
Abdülmecidin Avrupa medeniyetine hayranlığı, mutaassıb ve muhafazakâr kitleyi kendisine düşman yapmıştı: sarayının ağır masruflan ve şahsının içkijv olan ihtilası da saltanatının Bon yıllarında hoşnudsuzluğu arttırmıştı; ölümü Ve Abdiîlâzizİn cülusu bilhassa îalanbulda büyük bir sevinçle karşılanmışti, yeni hükümdarın halkçı] halleri de kendisine derin bir sevgi toplamıştı, Cevdet Paşa Abdülha’n M; Tir seyahat dan dönüşünü tabir edvrkm bunu çok canlı olarak belirtir;
“Avdeti hümâyûnlarında aekenei İstanbul ahulli Mısır ve İzm ire kat kat tefevvuk ettiler. Bu habda ihtida sımvi mıaâl gösterenler Mısır ile ahzuâta eden pirinççücr esnafı idi ki pirinç m,gazalarım gelin odaları gibi donattılar ve w kaklan giranbabâ avizeleri tezyin ve envai fetıer ve kandil Ue tenvir, hasırcılar dahi anlara rekabet edercesine çarşılarını tezyin ettiler. Esnafı sair d» yekdıgvrt tefav vuk iddiaaik garib şeyler ve harici eı tasavvur nümayişler gösterdiler. Dükkân vc hanların önleri hep defne dallarüe tezyin ve fe nAf kandillerde tenvir okındu.
Ve pek ç»k yerlerde limon ve çiçek aaksılarile adetâ limonluk tarzında bahçeler peyda oldu. İstanbulini en hücra yerlerinde ve mahallât arala nnda bulunan ufak tefek dükkânlar büc hallerine göre şehriyin yaptılar Haneler alelü mnm böyle fenerler ve kandillerle tenvir kılındı. Elhasıl şehri Istanbulun sunufu ahalıs; birbirine bakarak emsali görülmedik hır şeh ra yin tertip ettiler. İstanbul sokakları adet müzeyyen yalı bahçelerine döndü. Bofeazâçi sahillerinde ve Üsküdar ve Beyoğlu ve Galata taraflarında dahi hâl böyle idi Lâkin şehri İstanbul anlann cümlesine tefevvuk elti.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİAĞA SOKAĞI
Eyyüb kazasının Rami Yenimahallesi sokaklarındandır; Rami kışlası talim meydanı eteğinden geçen Muha
cir sokağından Îsiâmbey caddesi üzerindeki sırta kadar uzanır (B. : Rami). Toprak yoldur, cadde denüecek kadar geniştir. Boşnak Hızır ve Paşababa sokaklariyle birer dört yol ağzı yaparak kesişir: bu iki sokak arasındaki kısmının, kışladan gelindiğine göre sol tarafı bir meydancıktır. îsiâmbey caddesi üzerindeki bayırda biten ucu ise, gayet dik bir patika ile îsiâmbey caddesine kavuşur. Evleri bahçeli, hemen umumiyetle birer katlı ahşap yapılardır, halkı doksan üç bozgununun Rumeli muhacirleridir; gürültüsüz, temiz bir sokaktır.
ABDI BEŞE VE HAŞAN BEŞE KARDEŞLER
On yedinci aısr sonlarına doğru yaşamış, Istanbulıın namlı çiçekçilerinden: çiftçilik ile geçinirlerdi; bundan ötürü ilk defa kendilerinde görülen iki lâleye “Dehkani Hâtayi’’ ve “Dehkanî Kırmızı” isimleri verilmiştir. Bunlardan Haşan Beşe 1692 (H. 1101) de ölmüştür.
ABDI BEY (Müsahİb)
İkinci Mahmudun gözdesi, saray komik ve dalkavuklarından ve zamanının değerli musikişinaslarındandır. Evvelâ Üçüncü Selimin rikâbı hümayun çavuş lanndandı. Musikideki bilgisi ile temayüz etti, fasıl heyetlerine iştirak etti ve akranı arasında Küpeli Çavuş lâkabı ile tanındı, Mahmud tarafından kendisine müsahiblik ünvanı verildi. Huzuru hümayunda müsa hib Hayali Said Efendi ile şakalaşmaları meşhurdur. Bir Kâğıthane gezintisinde bir lâleye “Gülrengi Abdi” adı konmuştu.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİAĞA SOKAĞI
Eyyüb kazasının Rami Yenimahallesi sokaklarındandır; Rami kışlası talim meydanı eteğinden geçen Muha
cir sokağından Îsiâmbey caddesi üzerindeki sırta kadar uzanır (B. : Rami). Toprak yoldur, cadde denüecek kadar geniştir. Boşnak Hızır ve Paşababa sokaklariyle birer dört yol ağzı yaparak kesişir: bu iki sokak arasındaki kısmının, kışladan gelindiğine göre sol tarafı bir meydancıktır. îsiâmbey caddesi üzerindeki bayırda biten ucu ise, gayet dik bir patika ile îsiâmbey caddesine kavuşur. Evleri bahçeli, hemen umumiyetle birer katlı ahşap yapılardır, halkı doksan üç bozgununun Rumeli muhacirleridir; gürültüsüz, temiz bir sokaktır.
ABDI BEŞE VE HAŞAN BEŞE KARDEŞLER
On yedinci aısr sonlarına doğru yaşamış, Istanbulıın namlı çiçekçilerinden: çiftçilik ile geçinirlerdi; bundan ötürü ilk defa kendilerinde görülen iki lâleye “Dehkani Hâtayi’’ ve “Dehkanî Kırmızı” isimleri verilmiştir. Bunlardan Haşan Beşe 1692 (H. 1101) de ölmüştür.
ABDI BEY (Müsahİb)
İkinci Mahmudun gözdesi, saray komik ve dalkavuklarından ve zamanının değerli musikişinaslarındandır. Evvelâ Üçüncü Selimin rikâbı hümayun çavuş lanndandı. Musikideki bilgisi ile temayüz etti, fasıl heyetlerine iştirak etti ve akranı arasında Küpeli Çavuş lâkabı ile tanındı, Mahmud tarafından kendisine müsahiblik ünvanı verildi. Huzuru hümayunda müsa hib Hayali Said Efendi ile şakalaşmaları meşhurdur. Bir Kâğıthane gezintisinde bir lâleye “Gülrengi Abdi” adı konmuştu.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİAĞA SOKAĞI
Eyyüb kazasının Rami Yenimahallesi sokaklarındandır; Rami kışlası talim meydanı eteğinden geçen Muha
cir sokağından Îsiâmbey caddesi üzerindeki sırta kadar uzanır (B. : Rami). Toprak yoldur, cadde denüecek kadar geniştir. Boşnak Hızır ve Paşababa sokaklariyle birer dört yol ağzı yaparak kesişir: bu iki sokak arasındaki kısmının, kışladan gelindiğine göre sol tarafı bir meydancıktır. îsiâmbey caddesi üzerindeki bayırda biten ucu ise, gayet dik bir patika ile îsiâmbey caddesine kavuşur. Evleri bahçeli, hemen umumiyetle birer katlı ahşap yapılardır, halkı doksan üç bozgununun Rumeli muhacirleridir; gürültüsüz, temiz bir sokaktır.
ABDI BEŞE VE HAŞAN BEŞE KARDEŞLER
On yedinci aısr sonlarına doğru yaşamış, Istanbulıın namlı çiçekçilerinden: çiftçilik ile geçinirlerdi; bundan ötürü ilk defa kendilerinde görülen iki lâleye “Dehkani Hâtayi’’ ve “Dehkanî Kırmızı” isimleri verilmiştir. Bunlardan Haşan Beşe 1692 (H. 1101) de ölmüştür.
ABDI BEY (Müsahİb)
İkinci Mahmudun gözdesi, saray komik ve dalkavuklarından ve zamanının değerli musikişinaslarındandır. Evvelâ Üçüncü Selimin rikâbı hümayun çavuş lanndandı. Musikideki bilgisi ile temayüz etti, fasıl heyetlerine iştirak etti ve akranı arasında Küpeli Çavuş lâkabı ile tanındı, Mahmud tarafından kendisine müsahiblik ünvanı verildi. Huzuru hümayunda müsa hib Hayali Said Efendi ile şakalaşmaları meşhurdur. Bir Kâğıthane gezintisinde bir lâleye “Gülrengi Abdi” adı konmuştu.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİAĞA SOKAĞI
Eyyüb kazasının Rami Yenimahallesi sokaklarındandır; Rami kışlası talim meydanı eteğinden geçen Muha
cir sokağından Îsiâmbey caddesi üzerindeki sırta kadar uzanır (B. : Rami). Toprak yoldur, cadde denüecek kadar geniştir. Boşnak Hızır ve Paşababa sokaklariyle birer dört yol ağzı yaparak kesişir: bu iki sokak arasındaki kısmının, kışladan gelindiğine göre sol tarafı bir meydancıktır. îsiâmbey caddesi üzerindeki bayırda biten ucu ise, gayet dik bir patika ile îsiâmbey caddesine kavuşur. Evleri bahçeli, hemen umumiyetle birer katlı ahşap yapılardır, halkı doksan üç bozgununun Rumeli muhacirleridir; gürültüsüz, temiz bir sokaktır.
ABDI BEŞE VE HAŞAN BEŞE KARDEŞLER
On yedinci aısr sonlarına doğru yaşamış, Istanbulıın namlı çiçekçilerinden: çiftçilik ile geçinirlerdi; bundan ötürü ilk defa kendilerinde görülen iki lâleye “Dehkani Hâtayi’’ ve “Dehkanî Kırmızı” isimleri verilmiştir. Bunlardan Haşan Beşe 1692 (H. 1101) de ölmüştür.
ABDI BEY (Müsahİb)
İkinci Mahmudun gözdesi, saray komik ve dalkavuklarından ve zamanının değerli musikişinaslarındandır. Evvelâ Üçüncü Selimin rikâbı hümayun çavuş lanndandı. Musikideki bilgisi ile temayüz etti, fasıl heyetlerine iştirak etti ve akranı arasında Küpeli Çavuş lâkabı ile tanındı, Mahmud tarafından kendisine müsahiblik ünvanı verildi. Huzuru hümayunda müsa hib Hayali Said Efendi ile şakalaşmaları meşhurdur. Bir Kâğıthane gezintisinde bir lâleye “Gülrengi Abdi” adı konmuştu.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİAĞA SOKAĞI
Eyyüb kazasının Rami Yenimahallesi sokaklarındandır; Rami kışlası talim meydanı eteğinden geçen Muha
cir sokağından Îsiâmbey caddesi üzerindeki sırta kadar uzanır (B. : Rami). Toprak yoldur, cadde denüecek kadar geniştir. Boşnak Hızır ve Paşababa sokaklariyle birer dört yol ağzı yaparak kesişir: bu iki sokak arasındaki kısmının, kışladan gelindiğine göre sol tarafı bir meydancıktır. îsiâmbey caddesi üzerindeki bayırda biten ucu ise, gayet dik bir patika ile îsiâmbey caddesine kavuşur. Evleri bahçeli, hemen umumiyetle birer katlı ahşap yapılardır, halkı doksan üç bozgununun Rumeli muhacirleridir; gürültüsüz, temiz bir sokaktır.
ABDI BEŞE VE HAŞAN BEŞE KARDEŞLER
On yedinci aısr sonlarına doğru yaşamış, Istanbulıın namlı çiçekçilerinden: çiftçilik ile geçinirlerdi; bundan ötürü ilk defa kendilerinde görülen iki lâleye “Dehkani Hâtayi’’ ve “Dehkanî Kırmızı” isimleri verilmiştir. Bunlardan Haşan Beşe 1692 (H. 1101) de ölmüştür.
ABDI BEY (Müsahİb)
İkinci Mahmudun gözdesi, saray komik ve dalkavuklarından ve zamanının değerli musikişinaslarındandır. Evvelâ Üçüncü Selimin rikâbı hümayun çavuş lanndandı. Musikideki bilgisi ile temayüz etti, fasıl heyetlerine iştirak etti ve akranı arasında Küpeli Çavuş lâkabı ile tanındı, Mahmud tarafından kendisine müsahiblik ünvanı verildi. Huzuru hümayunda müsa hib Hayali Said Efendi ile şakalaşmaları meşhurdur. Bir Kâğıthane gezintisinde bir lâleye “Gülrengi Abdi” adı konmuştu.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİAĞA SOKAĞI
Eyyüb kazasının Rami Yenimahallesi sokaklarındandır; Rami kışlası talim meydanı eteğinden geçen Muha
cir sokağından Îsiâmbey caddesi üzerindeki sırta kadar uzanır (B. : Rami). Toprak yoldur, cadde denüecek kadar geniştir. Boşnak Hızır ve Paşababa sokaklariyle birer dört yol ağzı yaparak kesişir: bu iki sokak arasındaki kısmının, kışladan gelindiğine göre sol tarafı bir meydancıktır. îsiâmbey caddesi üzerindeki bayırda biten ucu ise, gayet dik bir patika ile îsiâmbey caddesine kavuşur. Evleri bahçeli, hemen umumiyetle birer katlı ahşap yapılardır, halkı doksan üç bozgununun Rumeli muhacirleridir; gürültüsüz, temiz bir sokaktır.
ABDI BEŞE VE HAŞAN BEŞE KARDEŞLER
On yedinci aısr sonlarına doğru yaşamış, Istanbulıın namlı çiçekçilerinden: çiftçilik ile geçinirlerdi; bundan ötürü ilk defa kendilerinde görülen iki lâleye “Dehkani Hâtayi’’ ve “Dehkanî Kırmızı” isimleri verilmiştir. Bunlardan Haşan Beşe 1692 (H. 1101) de ölmüştür.
ABDI BEY (Müsahİb)
İkinci Mahmudun gözdesi, saray komik ve dalkavuklarından ve zamanının değerli musikişinaslarındandır. Evvelâ Üçüncü Selimin rikâbı hümayun çavuş lanndandı. Musikideki bilgisi ile temayüz etti, fasıl heyetlerine iştirak etti ve akranı arasında Küpeli Çavuş lâkabı ile tanındı, Mahmud tarafından kendisine müsahiblik ünvanı verildi. Huzuru hümayunda müsa hib Hayali Said Efendi ile şakalaşmaları meşhurdur. Bir Kâğıthane gezintisinde bir lâleye “Gülrengi Abdi” adı konmuştu.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİAĞA SOKAĞI
Eyyüb kazasının Rami Yenimahallesi sokaklarındandır; Rami kışlası talim meydanı eteğinden geçen Muha
cir sokağından Îsiâmbey caddesi üzerindeki sırta kadar uzanır (B. : Rami). Toprak yoldur, cadde denüecek kadar geniştir. Boşnak Hızır ve Paşababa sokaklariyle birer dört yol ağzı yaparak kesişir: bu iki sokak arasındaki kısmının, kışladan gelindiğine göre sol tarafı bir meydancıktır. îsiâmbey caddesi üzerindeki bayırda biten ucu ise, gayet dik bir patika ile îsiâmbey caddesine kavuşur. Evleri bahçeli, hemen umumiyetle birer katlı ahşap yapılardır, halkı doksan üç bozgununun Rumeli muhacirleridir; gürültüsüz, temiz bir sokaktır.
ABDI BEŞE VE HAŞAN BEŞE KARDEŞLER
On yedinci aısr sonlarına doğru yaşamış, Istanbulıın namlı çiçekçilerinden: çiftçilik ile geçinirlerdi; bundan ötürü ilk defa kendilerinde görülen iki lâleye “Dehkani Hâtayi’’ ve “Dehkanî Kırmızı” isimleri verilmiştir. Bunlardan Haşan Beşe 1692 (H. 1101) de ölmüştür.
ABDI BEY (Müsahİb)
İkinci Mahmudun gözdesi, saray komik ve dalkavuklarından ve zamanının değerli musikişinaslarındandır. Evvelâ Üçüncü Selimin rikâbı hümayun çavuş lanndandı. Musikideki bilgisi ile temayüz etti, fasıl heyetlerine iştirak etti ve akranı arasında Küpeli Çavuş lâkabı ile tanındı, Mahmud tarafından kendisine müsahiblik ünvanı verildi. Huzuru hümayunda müsa hib Hayali Said Efendi ile şakalaşmaları meşhurdur. Bir Kâğıthane gezintisinde bir lâleye “Gülrengi Abdi” adı konmuştu.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİAĞA SOKAĞI
Eyyüb kazasının Rami Yenimahallesi sokaklarındandır; Rami kışlası talim meydanı eteğinden geçen Muha
cir sokağından Îsiâmbey caddesi üzerindeki sırta kadar uzanır (B. : Rami). Toprak yoldur, cadde denüecek kadar geniştir. Boşnak Hızır ve Paşababa sokaklariyle birer dört yol ağzı yaparak kesişir: bu iki sokak arasındaki kısmının, kışladan gelindiğine göre sol tarafı bir meydancıktır. îsiâmbey caddesi üzerindeki bayırda biten ucu ise, gayet dik bir patika ile îsiâmbey caddesine kavuşur. Evleri bahçeli, hemen umumiyetle birer katlı ahşap yapılardır, halkı doksan üç bozgununun Rumeli muhacirleridir; gürültüsüz, temiz bir sokaktır.
ABDI BEŞE VE HAŞAN BEŞE KARDEŞLER
On yedinci aısr sonlarına doğru yaşamış, Istanbulıın namlı çiçekçilerinden: çiftçilik ile geçinirlerdi; bundan ötürü ilk defa kendilerinde görülen iki lâleye “Dehkani Hâtayi’’ ve “Dehkanî Kırmızı” isimleri verilmiştir. Bunlardan Haşan Beşe 1692 (H. 1101) de ölmüştür.
ABDI BEY (Müsahİb)
İkinci Mahmudun gözdesi, saray komik ve dalkavuklarından ve zamanının değerli musikişinaslarındandır. Evvelâ Üçüncü Selimin rikâbı hümayun çavuş lanndandı. Musikideki bilgisi ile temayüz etti, fasıl heyetlerine iştirak etti ve akranı arasında Küpeli Çavuş lâkabı ile tanındı, Mahmud tarafından kendisine müsahiblik ünvanı verildi. Huzuru hümayunda müsa hib Hayali Said Efendi ile şakalaşmaları meşhurdur. Bir Kâğıthane gezintisinde bir lâleye “Gülrengi Abdi” adı konmuştu.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİ ÇELEBİ CAMİİ
Samatyada Su lumanastırda. kendi adını taşıyan mahallededir. Kapısı Marmara caddesindedir, Müdafaayı Milliye caddesiyle Samatya arkası sokağının köşesinde dolma bir sed üzerindedir. ‘’Yedim içtim Camü” ve ‘’Yenicami” isimlerimle de anılır.
Hadikatütcevamide de Çilingirler Mescidi diye kayıtlıdır. Kapısının üzerindeki arabça “Mescideıı halisan livechillâh” tarih kitabesine göre, ilk yapısı 1533 (H. 940) yılında bitmiştir. Mimar Sinan. Tezkiretülebniyede kendi eserleri arasında gösterir.
Dört fil ayağı üzerine atılmış kemerler üstünde bir kubbeli bir mabed idi. Vakfı kalmadığından tamir edilip bakılamamış, geçen asır sonlarına doğru çökmeğe mahkûm bir harabe haline gelmişti. Fakat ikinci Abdülhamid devrindeki Ermeni Vak’ası üzerine hemen bütün sekenesi ermeni olan bu semtte bir karakol bulundurulması tensib edilmiş, Abdi Çelebi camünin yanına bir itfaiye karakoiıı yapılmıştı ki, bugün bu karakolun yerinde Samatya Maliye Şubesi bulunmaktadır. Serasker Rıza Paşa, bu karakol yapılırken, rivayete göre Hazinei Hassadan bin altın alarak mabedin de ihyasına muvaffak olmuş, harab kubbesinin yerine kiremit örtülü ahşap bir çatı çektirmiş, dış görünüşünü de bozarak bugünkü şeklinde tamir ettirmiştir ki. Mimar Sinan yapısından hemen hiçbir iz kalmamıştır. Abdi Çelebi camiî ampir üslûbunun güzellikten malınım bir eseridir. Meşrutiyet ve onu takip eden İtalya. Balkan ve Birinci Cihan Harpleri içinde mabed yine bakımsız kalmış. Öylesine ki. yanındaki çeşmeden su taşıyan sucular, içine merkeplerini bağlamağa başlamışlardır. Nihayet son defa avlusundaki imamlara meşnıta ev ile beraber Süeda adında zengin ve hayırsever bîr türk kadını tarafından ikinci defa olarak esaslı bir surette tamir ettirilmiştir. Ayrıca müezzinler için de beton bir ev yaptırılmıştır, Mahalleli arasında şöyle bir fıkra naklolunur:
Bayan Süeda ağır hastalanmış, derdinden kurtulursa harab bir camü tamir ettirmeyi nezretmiş, niyeti de Samatyadaki Hatuniye mescidini ihya imiş.. Bu sırada ulemadan bir ihtiyarın Samatya Maliye Şubesine bir işi düşmüş.. Yerini bilmiyormuş, yolda birisine sormuş:
Şu yoldan gidersiniz, karşınıza kocaman bir kilise çıkar.. Onun karşısında harab bir cami vardır.. Maliye Şubesi de omın yanındadır!. cevabım almış..
Mamur bir kilise karşısındaki harab camün manzarası ihtiyarın izzeti nefsini rencide etmiş, tanıdıklarından bulunduğu hayır sahibi zengin kadını, Hatuniye mescidi yerine Abdi Çelebi camünin tamirine ikna etmiş.. Tamir esnasında mabedin içinden elli iki araba moloz ve gübre çıkarılmış.
Tavanının ortasına “Allahü Nurüssema vat..” âyeti kerimesi İsmail Hakkı Beyin nefis bir celi battı ile yazılmıştır, Mihrabda da Re isülhattatin F’âmil Beviıı cini üzerine bir iblisi şerifi, bir Beamelei şerifi ve bir Sadakallâ hülâzimi vardır. Bu son tamir ve tezyininde Mısır çarşısında baharat tüccarı Bav Hacı Hüsnü 1318 tarihini taşıyan hattat Tevfik Beyin bir Besmclei şerif levhasını hediye etmiştir, Mabedi bir de güzel avize süslemektedir ki, Naciye Sultan sarayından alındığı söylenmektedir.
0 notes
medreseler-blog · 4 years ago
Photo
Tumblr media
ABDİ ÇELEBİ CAMİİ
Samatyada Su lumanastırda. kendi adını taşıyan mahallededir. Kapısı Marmara caddesindedir, Müdafaayı Milliye caddesiyle Samatya arkası sokağının köşesinde dolma bir sed üzerindedir. ‘’Yedim içtim Camü” ve ‘’Yenicami” isimlerimle de anılır.
Hadikatütcevamide de Çilingirler Mescidi diye kayıtlıdır. Kapısının üzerindeki arabça “Mescideıı halisan livechillâh” tarih kitabesine göre, ilk yapısı 1533 (H. 940) yılında bitmiştir. Mimar Sinan. Tezkiretülebniyede kendi eserleri arasında gösterir.
Dört fil ayağı üzerine atılmış kemerler üstünde bir kubbeli bir mabed idi. Vakfı kalmadığından tamir edilip bakılamamış, geçen asır sonlarına doğru çökmeğe mahkûm bir harabe haline gelmişti. Fakat ikinci Abdülhamid devrindeki Ermeni Vak’ası üzerine hemen bütün sekenesi ermeni olan bu semtte bir karakol bulundurulması tensib edilmiş, Abdi Çelebi camünin yanına bir itfaiye karakoiıı yapılmıştı ki, bugün bu karakolun yerinde Samatya Maliye Şubesi bulunmaktadır. Serasker Rıza Paşa, bu karakol yapılırken, rivayete göre Hazinei Hassadan bin altın alarak mabedin de ihyasına muvaffak olmuş, harab kubbesinin yerine kiremit örtülü ahşap bir çatı çektirmiş, dış görünüşünü de bozarak bugünkü şeklinde tamir ettirmiştir ki. Mimar Sinan yapısından hemen hiçbir iz kalmamıştır. Abdi Çelebi camiî ampir üslûbunun güzellikten malınım bir eseridir. Meşrutiyet ve onu takip eden İtalya. Balkan ve Birinci Cihan Harpleri içinde mabed yine bakımsız kalmış. Öylesine ki. yanındaki çeşmeden su taşıyan sucular, içine merkeplerini bağlamağa başlamışlardır. Nihayet son defa avlusundaki imamlara meşnıta ev ile beraber Süeda adında zengin ve hayırsever bîr türk kadını tarafından ikinci defa olarak esaslı bir surette tamir ettirilmiştir. Ayrıca müezzinler için de beton bir ev yaptırılmıştır, Mahalleli arasında şöyle bir fıkra naklolunur:
Bayan Süeda ağır hastalanmış, derdinden kurtulursa harab bir camü tamir ettirmeyi nezretmiş, niyeti de Samatyadaki Hatuniye mescidini ihya imiş.. Bu sırada ulemadan bir ihtiyarın Samatya Maliye Şubesine bir işi düşmüş.. Yerini bilmiyormuş, yolda birisine sormuş:
Şu yoldan gidersiniz, karşınıza kocaman bir kilise çıkar.. Onun karşısında harab bir cami vardır.. Maliye Şubesi de omın yanındadır!. cevabım almış..
Mamur bir kilise karşısındaki harab camün manzarası ihtiyarın izzeti nefsini rencide etmiş, tanıdıklarından bulunduğu hayır sahibi zengin kadını, Hatuniye mescidi yerine Abdi Çelebi camünin tamirine ikna etmiş.. Tamir esnasında mabedin içinden elli iki araba moloz ve gübre çıkarılmış.
Tavanının ortasına “Allahü Nurüssema vat..” âyeti kerimesi İsmail Hakkı Beyin nefis bir celi battı ile yazılmıştır, Mihrabda da Re isülhattatin F’âmil Beviıı cini üzerine bir iblisi şerifi, bir Beamelei şerifi ve bir Sadakallâ hülâzimi vardır. Bu son tamir ve tezyininde Mısır çarşısında baharat tüccarı Bav Hacı Hüsnü 1318 tarihini taşıyan hattat Tevfik Beyin bir Besmclei şerif levhasını hediye etmiştir, Mabedi bir de güzel avize süslemektedir ki, Naciye Sultan sarayından alındığı söylenmektedir.
0 notes