Tumgik
moreni-ridis · 2 years
Text
zamandan muaf olan hicbir seyi gorememek,
zamanin iplikleriyle baglanmamis, bosluklarimizdan ozgurce akip giden, verdigi selamlar karsiliksiz olsa da israrla, aceleyle, mecbur olarak mi? bir alem var, varliga sorumsuz, yukumsuz, varligin yukuyle ezilmemis, ezilene yardim etmeye calisan mi? insanin yuceligi bile isteye kendini prangaya vurmasindan mi geliyor, o prangayi omur billah cozmeye calismasindan mi, bunun icin siraya girmesinden, o kadar da hevesli olmasindan mi? simdi dunyayi depremler, seller yaratana dek kalp yogunluguyla beslerken; bir de dunyanin yok olmayacagini, daha da emin olmadan mujdeleyecekmisiz. isik ve karanlik savasta diyorsun, kendi icimdeki karanliktan buyugunu gormedim, uzuldugum zamanlar.
ruyalarimda seller gordum hep, icinde yuzdugum berrak denizler. sahi, neydi onlar? 
0 notes
moreni-ridis · 5 years
Text
Yıllar sonra yeniden..
bir gün uyandım ki, konuşmak istiyorum. Anlatmak. Biriktirmişim epey, kaç gün, sürüyle an. Hadi bakalım.
Bugünkü konumuz, en azından başlangıç noktamız, narsisizm. Nedir bu narsisizm? Kendini beğenmek? Bencillik? Ego? I-ıh. Karakter bozukluğu? Belki. Belli ki göreceli. 
Narsisizm, kişinin kendini görememesidir, diyebilirim öğrendiğim kadarıyla.
Aşırılıktan kaynaklı bir utanç durur en ortada. Aşırı sevgi veya aşırı sevgisizlikten. O utanç öyle bir utançtır ki, bir keresinde süpermarkette kalabalıklar içinde yere oturmuş iri bir köpek görmüştüm. Panik içinde sahibini bekliyordu. İnsanlar yanından binbir zorlukla geçerken, o elini ayağını nereye koyması gerektiğini bilmiyordu. Olmaması gereken bir yerde, olmaması gereken bir rahatlıkta yere yayılmıştı ama kimseyle göz göze gelmiyordu. İşte o gün bir anda gözlerimi dolduran bu hissin adı bende utançtır. 
Çocuklar, pür sevgiyle davranırlar, ruhlarıyla bağlantılarını henüz kaybetmemişlerdir çünkü. Sevgisiz kalsalar da, suçlansalar da, devamlı yargılansalar da anne babalarını çok sevmeye, onları tanrılaştırmaya devam ederler. Çünkü anne babanın yokluğu, ölümle eşdeğerdir. Çocuğun barınacak, beslenecek, sevgi alacak, kendini görecek tek kaynağı anne babadır. Onları kaybetme korkusu da en derinde, en büyük olan ölüm korkusu olarak hissedilir. 
Bu çocuklar zamanla o kadar utandırılırlar ki, o kadar sevilmezler ki, veya fazla fazla, ama sahte sevilirler ki, bu kaybetme, yani ölüm korkusuna karşı bir savunma geliştirmek zorunda kalır. Burada, ‘savaş veya kaç’ mekanizması devreye girer.
Kişi kaçmayı seçerse, bu mekanizmayı hayatının temel dinamiği haline getirirse, kendi içindeki utanç dolu, öfkeli, bağımlı, duygusal olarak travma gördüğü yaşta takılı kalmış, erişememiş personayı reddeder. Onu öldürür, yani öldürdüğünü zanneder. Etrafına kocaman bir yeni karakter örer, bu karakter güçlü, dinamik, popüler, iyi, haklı.. ve her zaman mükemmeldir. Bir soğan gibi, katman katman ördükleri bu yeni karakteri gururla üstlerinde taşırlar. 
Size ego nedir söylemiş miydim? Ego, bilinç eksikliğidir. Kişinin, olan bitenin farkına varmasını engelleyen şeydir ego. Egoizm, kaçmak dinamiğini mükemmelleştirmektir. Egonun etkisi altındaki insanın gerçeği görmeyeceği o kadar nettir ki, enerjisel olarak karşısındaki ona pes ederek hak verir. 
Peki bu insanlar neden kaçarlar ve bundan gurur duyarlar? Yarattıkları karakter ufak ama gerçek bir darbe aldığında, içlerinde kaynayan öfke, altındaki henüz yası tutulmamış üzüntü ve en altındaki, en zehirli o büyük günah: ‘utanç’, kendisini hissettiriverir. Kişi, çocuklukta yaşadığı o ölüm korkusunu, o başa çıkılmaz acıyı hatırlar ve o öyle bir acıdır ki, inanın bana, o hissi hatırlamamak için akla gelmeyecek önlemler alır. Öyle savunmalar kurar ki, bazen bilerek kaybolur hayatta.
Bu insanlar genelde çok zeki, karşılarındakini çok iyi okuyan, manipülasyon gücü çok yüksek insanlardır. Bir noktada enerjisel olarak nasıl beslenildiğini çözüp etraflarındaki herkesi bu personayı beslemek amacıyla biriktirmeye başlarlar. İçlerindeki kara delik giderek büyür ve büyür, ve bu deliği besleyen tek bir şey vardır artık: ilgi.
Size attention, yani ilginin ne oldğunundan bahsetmiş miydim? İlgi, içimizdeki tanrısal enerjinin yönlendirilmiş halidir. İlginin iyisi de, kötüsü de saf sevgidir. İlgi, özdür. Yaşamdır.
Size fazla çabuk, fazla iyi gelen insanları hatırlıyor musunuz? Aynı dili konuşursunuz ya hemen, sizi iliklerinize kadar anladığını, ihtiyaç duyduğunuz şeyin ne olduğunu gördüğünü, size tam da bunu verdiğini hissedersiniz. Sanki sırtınızda en çok kaşınan yeri tek hamlede bulup kaşır gibi, yıllardır aradığınız, hak ettiğiniz iç huzuru bulmuşunuz gibi. Öyle güzel hissedersiniz ki başta, hiç düşünmeden suya atlarsınız. Eksiğiniz her neyse onunla tamamdır, aşırı iyiliği, ilgisi normal gelmeye başlar, hayatınızın en güzel zamanlarını geçirirsiniz. 
Sonra bir gün bir şey olur, içinizde cızırdayan bir his. Yalnız bir his, bir anda, anlamsızca gözlerinizi dolduran, anlamsız bir özür dileme ihtiyacı gibi, elini ayağını nereye koyacağını bilememek gibi.. Bir his, onun bir sonraki rahatlatmasıyla geçer. 
Sonra bu hisler sıklaşmaya başlar. Kalbiniz sıkışır, nedenini bilemezsiniz. Aklınız her an ondadır, ama nedense onun artık sizde değildir. Eskisi gibi iyi hissetmemeye başlarsınız, eskisi gibi güzel, akıllı, komik, ve sonunda da değerli. Çabalarsınız, eskisi gibi olmaya. Başkalarıyla mı ilgileniyor diye korkarsınız. Özürler dilersiniz, bir an sonra nefret kusarsınız. Kontrolünüzü kaybetmişsinizdir artık. Bazen her şey eskisi gibi olur, ama artık rahatlamanız çok kısa sürer. Bedeninizi açarsınız, ruhunuzu, maddi manevi kaynaklarınızı, teker teker. Size eskisi gibi hissettirmesi için kendinizi tanıyamayacağınız şeyler yaparsınız, iyi veya kötü, sadece o olsun... Yaptığı hatalara nedenler bulur, ona hak verir, onunla bir olup kendinizi aşağılarsınız içten içe. Bazen de onu iyileştirmeyi görev edinirsiniz, sevginizle. Bunu da büyüklük olarak yutturursunuz kendinize.
Tebrikler, nur topu gibi bir bağımlılığınız oldu. Bütün bu süreçte siz ne verdiniz biliyor musunuz?
İlgi, ilgi ilgi...
Şimdi, size narsisizm’i yaratan ‘savaş veya kaç’ dinamiğinin cesur yürekli diğer evladından bahsetmek istiyorum, savaşandan yani.
Bu kişiler, benzer bir çocukluktan geçip, utançlarını yüklendikten sonra, kendileri yerine sevilmeme duygusunu reddederler. İnanamadıkları bu duyguyla başa çıkmak üzere yine, yeni ve yeniden utançlarının etrafını kocaman bir yeni kimlikle örtüverirler. Bu kimlik, iyidir, fedakardır, kurbandır, kimseye ihtiyacı yoktur ama verir, almaz verir, hep verir... Empati gücüm yüksek der, ruhani amaçlarım var der, peygamber oluyorum galiba der, sevgimle iyileştireceğim, sevgi en büyük şey der. 
Bu kişilere biz codependent deriz. 
Bu kişiler narsisistler gibi ‘hayat çok güzel, pozitif olalım, takmayalım, demezler, acılarının farkındadırlar. Fazlasıyla belki, takılı kalacak kadar. İçlerindeki sevgiye aç beş yaşında çocuğu görmezler, karşılarındaki kocaman insanlara, kocaman sevgi gösterilerinde bulunurlar. Çok akıllıdırlar, karşılarındakini sezmede, maniple etmede narsisirstten eksik çıkmazlar. Memnun ederler, hissederler, düzeltirler, herkesi ve her şeyi. Borçlu çıkmaktansa ölmeyi tercih ederler, almaktan hoşlanmazlar, en baba onlardır, en kadın, en anne, en sevgili.. Enerjileri göz alıcıdır, yaratım kuvvetleri, barındırdıkları güçlü ilgi sayesinde çok büyüktür, tıpkı narsisistler gibi. Kendilerini en bağımsız, en güçlü hissettikleri yerde bir narsisist karşılarına çıkıverir. Birkaç gün, hafta, ay, dünyanın en güzel dansını ederler birlikte. İçlerindeki kara delik karşılıklı doldurur bir diğerindekini. 
Bu esnada narsisistik ilişki döngüsünün ilk adımından bahsetmek isterim: love bombing evresi. Bu evrede karşısındaki yepyeni insan onu öyle heyecanlandırır ki, o bağımsız, enerji dolu insanın her şeyini tanımak, bilmek ister, onu sever, ilgilenir, aradığı her şeyi onda bulur, göklere çıkarır, onu aynalar; karşısındakinin sevdiğini sever, onun gibi biri olur, ona özenir, hayranlık duyar.
Sonra...
Narsisistin dikkatini dağıtmaya yarayan bu kişi yavaş yavaş mükemmelliğini kaybedip, kusurlu yanlarını gösterdikçe, narsisist içinde o hep kaçtığı utanç duygusunu yeniden hissetmeye başlar. Bir yandan codependent kişi, her şeyde gördüğü gibi onda da düzeltilecek kusurlar bulup onu eleştirmeye başlamıştır. Acilen gördüğü ilgiyi artırıp, hatta başka kaynaklar da bulup, dikkatini dağıtmalıdır. Yalnız bir durum vardır, size narsisistlerin dünyadaki en bağımlı karakterler olduğundan bahsetmiş miydim? Kaybetmek kelimesi onların lugatında yoktur. Fakat karşılarındaki codependent kişiye öyle bir karakter çizmiş, öyle bir beklenti yaratmışlardır ki, şimdi bunu karşılayamadıkları her an kendilerine eksiklik, yetersizlik ve ‘utanç’ duygusu olarak geri dönmektedir. Mutluluk kaynağı olan, ona kendi utancını unutturan bu kişi, şimdi en büyük utanç kaynağına dönüşmüştür. Bir an gelir, bir eleştiri onun şişirilmiş karakterine iğne gibi saplanır ve ona derine gömdüğü acıyı yaşatıverir. Bu noktada en derinlerden, tanıdık bir duygu yükseliverir: öfke. Narsisistik öfke, kaynayan bir suyu artık kontrol edememek gibidir. Bu dansın sonu kaçınılmaz bir şekilde bu anı yaşar, ne var ki her seferinde bir darbe alması gerekmez, narsisist bazen kendi kaybetme korkusuna ve buna ait kafasındaki delüzyonlara inanıp bu öfkeyi yeşertebilir de. Bu da, ilişkiyi ikinci evresine getirir, değersizleştirme. 
Narsisist, karşısındakine bilerek ilgi duymamaya, onu aşağılamaya başlar, tetiklemeye, ince ince utandırmaya, en acıtacak yerinden cezalandırmaya. 
Tam bu noktada size bir fare deneyinden bahsetmek istiyorum. Farenin birini kafeste besliyorlarmış. Kafesin kenarında bir buton varmış, fare her bastığında kenarındaki borudan yemeği dökülüyormuş. Fare böyle bir düzen içinde, acıktığında yemeğini yiyerek, döner tekerlekte egzersizini yaparak, düzenli uyuyarak ve kendini temizleyerek yaşayıp gidiyormuş. 
Bir zaman gelmiş, bu deneyi yapanlar fareye yemeğini rastgele vermeye başlamışlar. Yani fare butona bastığında bazen yemek gelmiyormuş, bazen üçüncüde geliyormuş, bazen dördüncüde. Sonra tekrar eski her bastığında gelen düzene dönüyormuş. Zamanla bu randomize durum giderek artmış ve artık tamamen bu şekilde verir olmuşlar yemeğini. Bir zaman sonra incelediklerinde, farenin artık sadece butonla zaman geçirdiğini, kafesinde deliler gibi dolaşıp, artık yerleri kaplamış yemden lokma yutmadığını, uyumadığını, temizliğini, sporunu ihmal ettiğini, sadece butona basıp durduğunu gözlemlemişler.
Kumarhanelerde de durum aynen böyledir. Kişi, başına gelenle duygusal bir bağ kurmaya, onu kontrol etmeye çalışır. Çalıştıkça bağımlısı olur.
Bağımlılığın diğer bir nedeni de, vücudumuzda dolaşan minicik kimyasallardır, bunlara bizler peptit deriz. İnsanlar, bedenin beyine bağımlı olduğunu zannederler, fakat aslında tam tersi geçerlidir. Bedenimizde biriktirdiğimiz her ne ise, beynimiz onu sürdürmeye ve korumaya uğraşır. 
Her duygumuza ait bir peptit tipi, her peptitin de bedenimizde belli bir oranı vardır. O oran, bir noktada bizim norm’umuz olur. Örneğin, adrenalin. Böbreküstü bezlerden salgılanan bu minicik hormon, bedenin sempatik sinir sistemini uyarır ve her bir organımıza belli bir görev verir. Bir acıyla karşılaştığımızda, bu bezlerden bol bol salgılanan hormon, bu acı sürekli hale geldiğinde giderek miktarını artırır ve bu yüksek miktar bizim için ‘olması gereken’ ismiyle işaretlenir. Adrenalin bağımlılarını bilirsiniz, onlar için uçurumlardan atlamak keyiften ziyade bir ihtiyaçtır. İşte bedenimiz bunun gibi binlerce peptite öyle bir bağımlılık geliştirir ki, bu bağımlılık en güçlü uyuşturucu bağımlılığını ardında bırakır.
Büyürken bedenimizde seviyelendirilen bu peptitler, hayatımıza bize benzer şekilde davranan, aynı seviyeleri yakalatan insanlar girdiğinde onlara bağımlı olmamızla sonuçlanır. Beden, iyiyle kötüyü ayırt edemez, onun için duygular ve miktarlar vardır. Ego içinse, var olanı koruma güdüsü.
Hikayemize geri dönersek, bu noktada narsisistimiz, bazen yaptığı şeyleri hiç yapmamış gibi davranır, kelime oyunları yapar, sonu gelmez, dairesel tartışmalara girer. Karşısındakini bilerek kendi hafızasından, kendi doğrularından şüpheye düşürür. Karşısındaki bir şeyi yapsa da haksızdır, yapmasa da. Özürler diletir. İnce ince işler, arada bir kontrolü kaybetse de hemen sevgi dolu karakterine bürünerek telafi edip, kontrolü yeniden sağlar. Aynı dönem karşısındaki codependent’ın acı içinde çabalamaya başladığı zamana denk gelir, yavaş yavaş başlayan kaybetme korkusu kendisini tamamen teslim ettiği, maddi, manevi ve ruhani tüm kaynağını karşısındakine açtığı, ona duyduğu bağımlılığı korkunç bir aşk olarak hissettiği fakat fırsatını bulduğu ilk anda ona bütün bu acının öfkesini kustuğu, her şeyi kontrol etmeye çalıştığı, savaştığı, aradığı, bulamadığı.. korkunç bir zamandadır artık, cehennemdedir. En kötüsü de, amnezi yaşamaya başlar, bilinçaltı ona unutturur: olayları unutur, davranışları unutur, başa çıkamadığı ne varsa unutur, sisli bir bilinçle, karşısındakine bağımlı, devamlı ona hak, sevgi ve ilgi veren birine dönüşür. Bu dönemde verdiği ilgi, içten içe narsisistin hoşuna gitmeye başlar. Kendini karşısındakine karşı bu kadar etkili hissettikçe, soğan kabuğu güçlenir. Narsisist için güç, aslında her şeyden önemlidir. Kendini koruyabildiği yegane şeydir, güç ve hakimiyet. Bu sebeple ilgiden, etkili olmaktan beslenir, ama bu ilgi, iyi veya kötü ilgi olabilir. İyi işe yaramadığında, kötüye geçmekten kaçınmaz.
 Başlangıçta verdiği ne varsa fazlasıyla geri alır, ki muhtemelen verdiği her şey bir noktada geri almak amaçlıdır. Karşısındaki ona öyle bir bağımlı olmuştur ki, kendisine ne yapılsa hak verecek bir nokta bulur, onun her şeyine anlayış gösterir, onu sevgisiyle iyileştirmeye çalışır, karşılığında aldığı ufacık bir sevgi kırıntısıyla mutlu olur, acınacak hale gelir, sağlığını kaybeder, huzurunu, akli dengesini.. Yaşadığı utançtan dolayı kendisini izole eder, arkadaşlarından, ailesinden, yapmayı sevdiği her şeyden uzaklaşır. Narsisist kişi çevresince sevildiğinden, hep neşeli, iyi kalpli insan imajı çizdiğinden dolayı, pek kimseye derdini anlatamaz. Artık tüm hayatı narsisist olmuştur, her yerden onu izler, düşünmeden duramaz, kendini rahatlatmaya, durumu kontrol etmeye çalışır, kendinden nefret eder, değersizlik hissiyle baş etmek için kendini cezalandırarak narsisirstten puan kazanmaya çalışır, kafesteki fare misali butona basar, basar, basar.. ta ki dibe vurup mükemmel bir şekilde gözden çıkarılıncaya kadar.
Gözden çıkarılma, eğer ki bu dinamik varlığını sürdürürse, kaçınılmaz sondur. Narsisist kişi, codependent’ın acziyetiyle, çok kuvvetli ilgisiyle beslenmekte, daha bağımsız, hayat enerjisi daha yüksek insanlara ilgi duymakta, bu defa onları beslemektedir. Codependent kişiden tiksinmekte, ona acımakta, sanki hayattaki bütün öfkesini ona duymaktadır. Onun içini rahatlatma zorunluluğu tüylerini diken diken eder, bağımsızlık duygusunu neden anlamıyor ki diye düşünür. Herkes yalnızdır, yalnızken güçlüdür, der. Bir noktada ilişkideki bütün suçu karşısındakine yükleyip, büyük bir rahatlama ve mükemmeliyet duygusuyla çekip gider. 
Codependent yerlerde sürünür, yaşlanır, gözleri kuruyuncaya kadar ağlar, sonra yerden kalkar, iyileşir, kurtulur.. ta ki bir sonraki narsisiste kadar.
Fakat kendine ait gördüğü hiçbir şeyi kaybetmeye dayanamayan narsisist, bir zamanlar uzantısı olan zavallı insanın tekrar ruhuyla bağlantı kurmuş, sevgi içinde bir bireye dönüştüğünü görür görmez onu tekrar idealize eder, sanki o tiksintiyi hiç yaşamamış gibi, kendisine şaşırarak af dilemeye, geri kazanmaya çalışır, fakat genelde kazanamaz ve ‘ilahi adalet’ işlemiş olur.
Ne kadar masum görünüyor, değil mi?
Aslında olanı gördünüz mü? Herkes biraz narsisist, biraz codependenttır. Savaş veya kaç dinamiği güçlü herkes, karşısındakine göre bu rollerden birine girer. Narsisist, daha kuvvetli bir narsisist karşısında codependent oluverir. Aşık olur. Kurban olur. Codependent, kendisini daha az seven birini gördüğünde o meşhur aşkı hissetmez, tiksinir. 
Bu rollerin her biri, kendi içindeki acıyı, eksiği reddetmek ve karşısındakine projekte etmekten ibarettir.
Narsisit, kendinde mükemmel olmayan, güçsüz gördüğü hangi özellik varsa o özelliği yükler karşısındakine. Eleştirdiği şeyler genellikle kendisinde hissettiği şeylerdir, hassasiyet, kıskançlık, bağımlılık, güçsüzlük, duyarsızlık, bencillik.. Codependent bunların hepsine inanır ve sahiplenir, düzeltmeye çalışır, narsisist de reddettiği personasından kurtulmuş hissederek yoluna devam eder.
Codependent, kurtulmaya çalıştığı değersizlik hissini karşısındakine yükler, karşısındaki zalimdir, kötüdür, o ne yaparsa yapsın kendisini sevmemektedir. Karşısındakinin kurbanı olmak codependent için mükemmel bir dikkat dağıtma aracıdır, çünkü aynı narsisistte olduğu gibi, codependent’ın içinde de öyle bir acı, öyle bir öfke ve utanç vardır ki, kendisiyle baş başa kaldığında nasıl başa çıkacağını bilemez. İçinde kaçmaya çalıştığı büyük bir özsevgi eksikliği ve yalnızlık hissi vardır. Narsisist, ona kendi değersizliğini düzeltme, telafi etme, kendini affetme ihtimalini sunar, ona kendini sevdirirse, kendi anne babasına da sevdirecektir, sorun kalmayacaktır, savaşıp kazanmış olacaktır. 
Bu iki karakter bozukluğu, aynı madalyonun iki yüzüdür. Yalnız codependent, kaçmak yerine deşmeyi daha çok sevdiğinden, durumu anlayıp değiştirme konusunda narsisistten daha şanslıdır. Narsisistler de çöküş yaşarlar, hele büyük bir travma yaşadılarsa açıverirler kendilerini, fakat toparlanıp eski silahlarını kuşanmaları çok sürmez. Çok zorlandıkları noktada bu defa gerçekliği reddedip kendi dünyalarına saklanabilirler, o yüzden çeşitli delüzyonlara ve hatta psikotik bozukluklara sahip olan kişilerin narsisistik dinamikler barındırmaları çok yaygındır. Bir narsisisti sevgiyle, ilgiyle iyileştirmek mümkün değildir. İyileşecekleri bir şey görmezler, başkalarının gözünde düzeltilecek herhangi bir şey yoksa adım atmazlar, çünkü genel olarak kendilerini de görmezler. Başkalarının gözünden gördükleri yansımaları, yaşlandıkça ve boşverdikçe izole olur, yüzeyselleşir, bir noktada geçer gider..
Codependent, eğer kendini görmeyi ve sevmeyi tıpkı narsisist gibi başkaları üzerinden gerçekleştirmeye devam ederse, yıllar içinde mutsuz, sağlıksız, bir sürü kötü hikayeye sahip, kaynaksız bir insan haline gelir, yüzeyselleşir, bir noktada geçer, gider..
Bu iki dinamik de, beş, on, yirmi, belki elli kuşaktır aktarılan, ailesel travmalardan başka bir şey değildir. Atalarımız onları iyileştirmemizi bekler, bizler de aynı senaryoyu oynayacağımız aileyi, rolü, olayları seçer, geliriz.
Narsisist, codependent’a kendini sevmeyi öğrenme şansı verir. Codependent, egosunu aşıp, kurban rolünden çıkabilirse, kendi değerini yaratabilmeyi, karşısındakine adaletli bir şekilde sınır koyabilmeyi, kendi istediği yöne yürüyebilmeyi, yalnız değil, tek başına hayattan zevk alabilmeyi, kendi ruhuna partner olabilmeyi öğrenir. Öğrenmekle kalmaz, bunu hayatında uygulayabilirse, hayatında hüküm süren bu illüzyon, bu dinamik yok olur. Fakat o bildik, güvenli acıya, o çukura tekrar düşerse, etrafındaki herkes ve her şey ona kendi bünyesinde barındırdığı savaş veya kaç kanalından yayın yapmaya başlar. Codependent’ın görevi, bu hayatta en yakını bile onu sevmezken, kendini sevmek, kendi içindeki ilahi potansiyeli görmek ve sahiplenmektir.
Çok ilginç bir şekilde, narsisistler de aynı şeyi öğrenirler. Yalnız onların yolu çok daha zordur, çoğu gerçek bir çöküş yaşamak zorunda kalır, büyük bir kısmı psikolojik sorunlar yaşar veya başka bağımlılıklara saplanırlar. Fakat, bütün bunları aşabilirlerse, en sonunda kendilerini bulup, kendileri olabilirler. İyileşebilirler. Genellikle iyileşme evresinde codependent tarafına kaymış bulurlar kendilerini; codependentlar ise tam tersi, narsisistik özellikler gösterebilirler. Bu, dengelenmenin bir sonucudur. İyileşmek, spontan, hesap etmeden, düşünmeden yaşayabilmek, kendini bulmak ve sevmek, bu dünyadaki belki de en güvenli, en güzel duygudur. 
Çünkü aslında hepimiz, kendimizi arıyoruz.
Son olarak şöyle bitirmek isterim ki, siz, karşınızdakini iyileştiremezsiniz. Siz, karşısındakini iyileştirmekten sorumlu bile değilsiniz. Yani siz, sadece kendinizden mesulsünüz. Kişinin kendini değiştirmesi bile inanılmaz zor iken, bir de bir diğerini, öyle mi? İmkansız. 
İyi bir şey yapmak istiyorsanız, gerçekten. sevgide kalmak istiyorsanız, yapın bunu. İçinize dönün. Kendinizi hatırlayın. Çocukluğunuzu. Ağlayın, öpün yaralarınızı. Korktuğunuz ne varsa, ağlayın çocuklar gibi. Barışın kendinizle, özel olmamanızla, geç kalmanızla, erken büyümenizle, tüm kayıp ve kazançlarınızla. Korkun, artık korkmayıncaya kadar. Sevin kendinizi, tüm iyi ve kötü yanlarınızla, olduğunuz gibi sunun dünyaya ve her gün gösterin bunu kendinize. Her gün. İnanın hiçbir şey olmuyor, ama siz huzuru buluyorsunuz. Kendinizi çok ciddiye almadığınız noktada, çocuk oluyorsunuz. Çocuk gibi isteyebilmeyi, gülmeyi, ağlamayı, hata yapabilmeyi öğreniyorsunuz. Takılı kaldığınız beş yaş oluyor yedi, dokuz, on dokuz. Kendi kabınızı temizleyip doldurarak başlayın, kendi mumunuzu yakın bakalım, sonra neler oluyor...
1 note · View note
moreni-ridis · 7 years
Text
evimin camı var.
tüm gün bağlıydı saçlarım, açtım.
ne zaman bu kadar büyüdüm?
xxx
pazar akşam yağmura bakarken, aklımda yarınki iş
aklımın altında sürüklediğim çarklar
ve hayatta nelerden daha bağımsız olmak gerektiği
ve daha güçlü
ve içimde tutmaya çalıştığım çocuk gibi sevgi
beni üzen
beni koruyan
ve saçlarımda şampuan kokusu
çocukken yoktu, pisken pis kokardı
ne zaman bu kadar büyüdüm?
0 notes
moreni-ridis · 7 years
Text
zaman, insanı korur.
insanın düşüncelerinin anında tezahür etmesini engeller, insana şans verir. bugün çok hızlanmış olsa da, belki de en önemli işlevi budur.
0 notes
moreni-ridis · 7 years
Text
insanın kendisiyle ilişkisi.
Hayatta yaptığımız her şeyin %99′u bununla ilişkili. Hissettiğimiz her şeyin. Deneyimlediğimiz her şeyin. Algılama tarzımızın, yorumlama tarzımızın, yarattığımız, çektiğimiz yeni şeylerin. Her şeylerin.
Çok güzel bir kitap okudum. İsmi Ruhsal Psikoloji. Kısa bir özet geçmek gerekirse, bizim bu varoluş küresine gelmeden önce, birer küçük harfli tanrı olarak, öğrenmek istediğimiz derslere göre çeşitli varoluşsal ve sonradan edinilecek özellikler, ve bu edinilecek kısmını yaratacak deneyimlerimizi, ailemizi, aşklarımızı, işlerimizi seçtiğimizden bahsediyor. Elbette bu benim de her zaman düşündüğüm gibi lineer bir yol değil, bir ağaç kökü misali, yolumuzun üzerinde binlerce yol ayrımı ve binlerce alternatif seçiyoruz. Bu, bizim seçimlerimizle paralel olarak özgür iradeli olmamızı sağlıyor. Sonrasında dünyaya geliyoruz, gelmek dahil her anımızı seçerek. Seçtiğimiz bazı varoluşsal özelliklerimiz, eğilimlerimiz çok zor değiştirilebiliyor, onlara hakim olmamız gerekiyor, bazı özelliklerimiz ise yaşadığımız olaylar sonucu bize adeta damgalanıyor, bu damgaları düşünüp bulduğumuz zaman iyileştirme ve değiştirme şansımız daha yüksek. Her durumda her an özgür iradeye sahibiz ve enkarnasyonlar boyu yalnız zaman da geçirebiliyoruz veya bu deneyimleri seçip, arkasında yatan soruların cevabını da bulabilirsek bu konuda çalışmayı bitirip onunla ilgili bölümü kapatıyoruz, geçiyoruz.
12 başlığa toplanmış bu dersleri tek tek yazmayacağım, al ve oku lütfen. Sadece şimdi kendi üzerimden, kendi derslerimi yıllardır nasıl çözemediğimi büyük bir açık yüreklilikle anlatacağım.Hem de ilişkilerim üzerinden.
Benim doğuştan beri çalıştığım konular anladığım kadarıyla değer, güven ve sevgi. Bunların ne olduğunu anlamak için genelde zıt kutbunu deneyimlemek gerekiyor. Bunu bir baştan kaybetme veya bedel ödeme olarak düşünme, daha çok beyazın üstüne siyahla çizilen resimler gibi düşün. İkisi de aynı şeydir ve biri olmadan diğerini göremezsin. Ayrı algısını oluşturmak için kontrast sağlanmalıdır. Hiç soğuk yanığı diye bir şey duydun mu? Zıtlıklar komik bir şekilde aynıdır.
Ben de, gerek aile mesleğinden dolayı yaşadığım şehirler, gerek devamlı değişen çevrem, gerek sevgisini aşırı müdahaleci ve sınırları ihlal eden bir şekilde gösteren insanları seçmem ve kalan diğer sebeplerden dolayı çeşitli duygular ve inançlar oluşturdum. Bunların hepsini nasıl şahsen seçtiğimi bir kere daha söylememe gerek yok. Tek diyebileceğim, keyifli ama zorlayıcı bir çocukluk geçirdim. Çalışmadığım konularda her şey kusursuz gitti, çalıştıklarımdaysa gerçekten zorlandığım zamanlar oldu.
Kendimden utandım, çok uzun yıllar. Geldiğim şehirlerden, şişman ve çirkin bir çocuk olmaktan, herkese yabancı olmaktan, uyum sağlayamamaktan. Gergin ve kaygılıydım, her an duruşumu düzeltiyordum sanki. Kendim gibi değildim, kendim yoktum. Sınırlarım ihlal edilmişti, çok eleştirilmiş ve çekiştirilmiştim. Şimdi bunların ne kadar kutsal ve mükemmel birer altyapı olduklarını görebiliyorum.
Elbette bu beni birkaç noktaya itti. İçimde kendime karşı bir sevgi yoktu, ne olduğunu da bilmiyordum. Öfke ve arzu vardı, onay arzusu, devamlı doğru olmak, hayranlık duyulmak, böylece tacizden korunuyor olmak arzusu. İyileşmeyen bir narsisizm vakası olarak değerlendirebilir bunu çoğu kişi, fakat inan bana, kişi düşünüp; nedir ne değildir bulmak istediği sürece çözülmeyecek hiçbir düğüm yoktur. Bu düğümleri de hediye paketinin kurdelesindeki düğümler gibi düşün.
Her neyse, yıllar içinde mükemmel bir manipülatör olduğumu görüyorum. Fakat yetmedi. İçimdeki boşluk, çok titrekti, üşütüyordu, huzursuz kılıyordu. Mükemmel okullar kazandım, hepsini sorunsuz bitirdim, yabancı diller öğrendim, bu yaşımda birçok insanın yapamayacağı şeyleri yaptım. Tek başıma gidip başka bir ülkede bir yıl yaşadım mesela, dönüp üç iş yeri kurdum, en uçtaki topluluklar, insanlar kimse, aralarına girdim, her türden, her yerden insanla tanıştım. Yetmedi. Bir yandan da ruhsal olarak ilerlemeye çalışıyordum. Tam on yıl, psikolojiden metafiziğe, kişisel gelişimden parapsikolojiye, ne bulduysam çokça okudum. Bazıları beni çok etkiledi, bazılarıysa bana hep aradığım o kapıları açtılar. Onlara minnettarım.
İlişkilerime dönelim. Güçlüydüm, fazlasıyla. Uzaktım, yüksekteydim, soğuktum. Sorgulayıcı, zorlayıcıydım. İnsanları ellerimle kaybedince, bir de büyük vicdan muhasebeleriyle yıllarca uğraşınca, iyileşmek yerine tam zıt kutba atladığımı görüyorum. Bu defa bitmez tükenmez bir sevgi kaynağı oldum. Hatamı bulmuştum, bir daha aynı pişmanlığı yaşamamak için elimden geleni yapacaktım. Sevgi benim için bu dünyadaki her şeydi, elbette hala öyle ama o günkü anlamıyla değil. Sevgiyle iyileşmeyecek hiçbir şey yoktur, diyordum. Bu durum zaman içinde, ilişkilerimde bir noktada bıkana kadar taviz vermem, sonra da kendimi bunları yaşamaktan daha değerli hissettiğim anda kaçıp gitmemle sonuçlandı. Mış daha doğrusu. Tabii bu değer sınırı giderek yükseliyordu. Karşımdakine yalnızca henüz olgunlaşmamış bir ruh gözüyle bakıyordum, yeterince sevilince iyileşecek, güvenecek, yoluma girecek, diyerek. Başlangıçlardaki inanılmaz gösterişli halim, duygularımın oluşmasıyla son buluyordu, çünkü tüm korkularım yüzeye çıkıyordu. Onların istemediği, belki de hazır bile olmadığı, altında ezilecekleri sevgiyi hızla, aceleyle, üzerlerine bir okyanus gibi indiriyordum. Korkunç bir güçle tolere ediyordum, her şeyi. Karşılıksızlığı, sadakatsizliği. Karşımdakine göre biri oluyordum. Bunu da bir erdem olarak görüyordum. Kitaplar okuyup, sevginin sınırlarını zorlamakla ilgili kısımların altını çizerek ‘’mmm ah evet, ruhsal ilerleme, ruhsal esneklik’’ diyordum. Tabii karşımdaki hızla geri çekiliyor, tanıştığı bu mükemmel insanda sonradan beliren bu tuhaflığı anlayamıyor, kendini hem oldukça özgüvenli, hem de suçlu hissediyor ve bir noktada gidiyordu. Sistemim artık işlemiyordu ve ben en baştaki o değersizlik hissine her seferinde daha hızlı ve daha sert çarpıyordum. Aslında hiçbirine bir şey hissetmediğimi, gerçek hislerin emekle, güzel davranışla oluşacağını, bana verilmesini istediğim sevgiyi onlara projekte ettiğimi şimdi görüyorum. Çoğu da ne yazık ki çok alakasız zamanlarda büyük beklentilerle hayatıma tekrar girmeye çalıştı.
Neden böyle sorusunu binlerce kere sormuşumdur. Kovalarca gözyaşı, tüketilen binlerce bar çikolata ve yüzlerce kadeh şarap ve arkadaşlarımla yüzlerce saat telefon konuşması ve okunan bunca kitaba rağmen. Neden? Bir sabah uyanalım ve mucizevi bir şekilde her şey değişmiş olsun isteriz ya. Hayat bazen gerçekten gözümüzün önünde, fakat görmeyince görmüyoruz. Görmeyince, değişmiyor.
Birkaç aydır daha yoğun olmak üzere birkaç yıldır süren meditasyon ve doğru kitapların kapımı çalması sonucu, bir sabah uyandığımda, yaklaşık on yıldır çevresinde dolandığım meselenin ortasındaki en basit şeyi görüverdim. On yıl ve bir sabah, çalışıyor. Kendimi değersiz hissediyordum yahu, hepsi buydu. Ve bu yıllarca içimde dallanıp budaklanmış da olsa, en nihayetinde bir fikirden ibaretti. Bana ait, değiştirebileceğim bir fikirden. -Ve yaptığım her şey, bütün bu çelişkiler, hem bunu doğrulayıp, güvenli alanımda kalmak, hem de iyileştirmeye çalışmak içindi. Olduğum kişi her kimse, o olarak sevgi görmeye ihtiyacım vardı. Yıllardır sakladığım kendimi tüm iyi ve kötülerimle değerli hissetmeye ihtiyaç duyuyordum. Ve bu yüzden evrendeki her şeyi, her yönüyle sevmeyi öğrenmiş, sıra bir türlü bana gelmediği için de tamam olamamıştım. Farkında bile değildim! Hemen ardından da mükemmel bir zamanlamayla okuduğum, yukarıda bahsettiğim son kitapla beraber bu hissimin ötesini; nedenlerini, sonuçlarını yaratan ‘’seçimlerimi’’ gördüm. Bunu yaşamayı ben seçtim. Böyle hissetmeyi ben seçtim. Bu muhteşem yolu ben seçtim. Kendime bir soru sordum ve cevabını dünyada aradım. Unuttuğum o soruyu bulunca da bir tane bile daha neden sorusuna ihtiyacım olmadı.
Oprah’nın da dediği gibi, artık biliyorum.
Artık biliyorum. Bunları bilmek, bunları anlamak, beni yıllar süren bir kurbanlıktan çıkarıp, mükemmel bir sıçrama noktasına getirdi. Henüz bu müthiş değişimlerin başında olmak, çok heyecan verici. Ben, bütün bunları yaşamasaydım, kendimi anlamak için bu kadar uğraşmasaydım, insanı bu kadar iyi anlamayacaktım. Hayatın işleyişini, her bir zerrenin ne kadar önemli olduğunu bilemeyecektim. Bu kadar okumayacak, bu kadar düşünmeyecek, gözlemlemeyecek, zihnimi, ruhumu, kalbimi  bu kadar geliştirmeyecektim. Buna ihtiyaç duymayacaktım çünkü. Bu kadar cesur olmayacak, bu kadar korkak olmayacak, bu kadar gezip tozmayacak, bu kadar insanla tanışıp, bu kadar çılgınca deneyimleri yaşayamayacaktım. Artık biliyorum. Değerli olmayı biliyorum. Özel olmayı biliyorum. Vasat olmayı biliyorum. Mutluluğun da, değerin de, tatminden alakasız kavramlar olduğunu biliyorum. Ne olmayı seçmeyi biliyorum. Kim olmayı seçmeyi biliyorum. İstediğim zaman, istediğim yerde, istediğim şeyi yapabilecek kadar güçlü olmayı biliyorum. Sınırsızlığı biliyorum. Kendi sınırlarımı biliyorum. Adil olmayı biliyorum. Ne kadar aynı olduğumuzu, ne kadar eşit olduğumuzu biliyorum. Kendimi biliyorum. Kendi varlığımı biliyorum. Sevmeyi biliyorum. Sevgiyi, biliyorum. Ben bu kaosu seçtim, onu seçerek geldim. Yirmi altı yaşındayım ve bu kaosta kayboldum, ama çok daha güzel yollara çıktım. Şükürler olsun.
Artık biliyorum. Umarım,bir gün herkes bilir.
0 notes
moreni-ridis · 7 years
Text
son zamanlarda öğrendiğim, bence en önemli şeylerden birini paylaşayım.
hayatında bir şey değişsin istiyorsan, o konuda ne yaptığın, ne kadar çabaladığın, nasıl bir iyi niyetle istediğin, ne kadar saf, ne kadar çok istediğin, neleri verdiğin, ne kadar aldığın hiçbir şey ifade etmez. hayatında bir şey değişsin istiyorsan, o konuda kim olduğuna bak. istediğin şey karşısında nasıl birisin? buna hazır mısın? uygun musun? değilsen, ol. o ol. kim olduğunla, kim olmak istediğin birbirini tuttuğu an, perdenin arkasından alkış yükselir. işte o an başlar, mucizevi evrensel senkronizasyon.
0 notes
moreni-ridis · 7 years
Text
bir aynanın bir aynayı araması gibi, boşluk yaratıyor.
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
ol dedi ve oldu; ol dedi, kendine, olmak için.
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
dışarıda ısrarla yakalayamadığımız şeyi içeride bulmamız gerekir de ondan.
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
tanrım, ben her şeyi yapabilirim. her şey olabilirim. her şey oldum. her şey olacağım ve hiçbir şey. ve her şeye hak vereceğim. her şeyi kutsayacağım. çünkü her şey kutsaldır. bütün korkular ve bütün öğrenilmişlikler kişinin kendinde bulması gereken, başkasında aradığı her şey boşluklar ve fazlalıklar gülünç ve saygı duyulası her şey tüm göreceliler ve olmadığını düşündüklerimiz tüm maskeler ve tüm altındakiler tüm ayıplar ve tüm vahşetler ve altındaki tüm nedenler tüm harikuladelikler, iyilikler ve tüm göz yaşartıcı kahramanlıklar ve altındaki tüm nedenler tüm aynalar ve tüm frekanslar tüm çekimler ve itimler ve öyle olduklarını sandığımız zıtlıkları tüm dengeler ve dengesizlikler tüm varlıklar ve yokluklar ve arada kalanlar bu bir sarkaçtır ve bizim görevimizdir iki tarafı olmasa bir sarkaç olmazdı. bu görevi bitirince belki sıkıştırılmış bir yay olup fırlayacağız tek bir yukarıya, fakat şimdilik salınıyoruz ve tek yapmamız gereken bununla gurur duymak bundan mutlu olmak bunun nedenini anlamak ve nedenlerini sevmektir çünkü sevgi sadece duyduğumuz his değil sevgi bir tür enerjidir ve tıpkı ışık gibi bir şeyleri ortaya çıkarır
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
tanrı bizimle aynı anda konuşur.
bazen bir şeyler sorup, cevabını bekliyorsan, düşün. ben 'yapabilir miyim?' derken o 'yapabilmek' der. ben 'olabilir miyim?', 'gidebilir miyim?', 'benim olabilir mi?' derken, o 'olabilmek', 'gidebilmek', 'benim' der. ve unutma, onun dediği her şey olur.
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
şekillerin eğilimini anlarsak, istediğimiz şekli yaratabiliriz ve bu sihirbazlık olmaz.
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
yeni isa, yeni buddha, dünyayı kurtaracak yeni insan, insan olacak mı? yoksa kolektif bilinci yükleyebileceğimiz bir robotun mikrofonundan duyduklarımız mı yükseltecek fikirlerimizi? (birleşmeyi mi beklemişiz bu kadar süre?) hangisi daha bilge? hangisi daha sınırsız?
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
kendime not: evrene ne istediğini direkt ve net bir biçimde ifade et. daima.
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
"hiçbir sözcük içermeyen saf ses, sağ beyni devreye sokar."
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
"kendi enerji alanınızdaki düşük frekansları tanımlamak için kolektif bilinci kullanın."
0 notes
moreni-ridis · 8 years
Text
geleceğimizi hatırlayacağımız ve seçimimizi değiştirebileceğimiz günler gelecek❤️
0 notes