naçizane görme, duyma, işitme, dokunma & koklama köşem. ❝❞
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
suç ve ceza
kendime sinirli olduğum için burdan tüm sevdiğim insanlara sövebilirim, onları sevdiğim için de onlara kızabilir, onları suçlayabilirim. Asıl suçlu benim, ama bunu kabullenmek daha zor.
2 notes
·
View notes
Text
Zaman, mekan ve insanlar. Dünya küçük, hayat garip.
Zaman, mekan ve insan bir olur, hayatımıza bir çok an’ı katar. Ama “zaman”ı gelir, mekan ve insan birbirinden ayrılmak zorunda kalır. İşte o zaman anılar bir kutuya doldurulup rafa kaldırılır. O yüzdendir belki de her ev taşırken kolileme işi albümlere gelince hep bir duraksıyorum. Önceki mekanı, önceki mekandaki anıları hatırlıyorum. Geriye sadece ve sadece fotoğraflar kalınca şu İngilizce’deki “move on” fiilini anlayabiliyorum. Diyor ki inatla “hacı işte hayatına bak, he tamam bunlar güzel anılar ama daha nicesini biriktireceksin”. İnşallah da biriktiririm. Ama içimi kötü eden şeyin ne olduğunu söylemeden edemeyeceğim: bu zaman mekan ve insan üçlemesinde zaman hep öndedir, mekan ve insan sadece ona ayak uydurmaya çalışır. Bazen mekan bazen de insan yarışın en gerisinde kalır. O yüzden sadece sevdiğimiz anıları değil, sevdiğimiz insanları veya mekanları da geçmiş zamanımızın içine gömeriz. İşte o zaman, ‘hayal meyal hatırlamanın’ kölesi oluruz. En acısı da bu değil mi zaten? Gerçekten yaşadığın bir şeyi, sadece hayal meyal hatırlamak…
İnsan zihninin acizliği…
Allah’ım güzel an’larımı, anı’larımı sadece ‘hayal meyal’ hatırlasam da, sen bana o (geçmiş) zamandaki mutluluğu aynı şekilde hissetmeyi nasip et. Büyük ihtimalle mekandaki duvarın rengini unutacağım ama orada paylaşılan an’ın verdiği güzel hissi Sen unutturma ki her detayıyla hatırlayamasam da, her detayıyla hissedebileyim.
Amin.
❝❞
26˙05˙17 -one dark tea please, @nessyys
0 notes
Text
zamanında esmiş de şu #1 #2 #3 #4′ten oluşan hikayemsi paragraflar bütününü yazmışım. ❝❞
0 notes
Text
#1
❝❞
Karşımda sonsuz bir deniz. Üstümde uçsuz bucaksız bir gök. Önümde bitmeyen yollar. Kolumda ağırlığını hissettiğim, her yelkovanın atışında biraz daha hüzünlendiğim saat. Geçip gidiyor işte. “Ömür sen de neymişsin be dayı” oluyoruz. O da bize “Yiğen bu senin gördüğün ne ki?” diye cevap veriyor. Yahu dayı dalga geçme bizimle dediğimiz halde, yaşamaya çabalarken, yitirdiklerimiz arkamızdan nanik nanik Selanik yapıyor.
Zamanın üstüne kumar oynanır mı? Bunu düşünüyorum. Galiba ben oynadım ve kaybettim. Şimdi ise alacaklılar kapımı çalıyor. Bu illete bulaşma hikayeme ithafen Sizi yeterince eski denebilecek bir yılın yaz ayının birinde Pazar kahvaltısına götürmek isterim. Akraba, akran, torun, torba toplanmış çay şekerli mi şekersiz mi içilir diye hararetli bir tartışmanın içindeyiz. Şekersiz içilir diyenler bir tarafa, şekerli içilir diyenler başka bir tarafa toplaşmıştı. Bense kendi içimden Tartışmayı kimin kazanacağı umrumda değildi, tüm dikkatimi camın önünde duran o yumurtaya vermiştim. Yüzeyindeki küçük çatlaklar, içinden bir sürpriz çıkacağının habercisiydi. İşte tam o saniyeler benim için donmuştu. Zaman, benim ve yumurtanın olmadığı bir mekan da akıyordu. Odadakileri duyamıyordum. Odak noktam oradaki kuş ve onun yapacaklarıydı. Allah affetsin, içinden göze pek de hoş görünmeyen bir kuş çıktı. O kuş için ömür yumurtadayken başlamıştı ama kuş bu dünyaya gagasını çıkardığı anda, artık yavaş yavaş ölmeye mahkumdu. Halamın feryadıyla salondaki hayatıma geri döndüm. Su getirin, ambulans çağırın bağrışmaları kulağımı delip geçerken, annem ve babam zamana meydan okurcasına koşturuyorlardı.
0 notes
Text
#2
Beni biri kucağına aldı. Kendimi hastanede buldum. Hastanenin o kasvetli kokusunu ilk kez o gün duymuştum. 5 Yaşındaydım. Dedemi kaybetmiştik. İnsan yapımı bir makine, dedemin hayatta olup olmadığını gösteriyordu. O Pazar anladım. O kalp atışlarındaki zikzaklar aslında bizi bu dünyada oyalayan şeylerdi ve çay şekersiz içilirdi. Çizginin düz bir çizgiye dönüştüğünü gördüğümde evet, her şey başlar ve biter dedim. Herkesin zamanı başladığı anda bitmeye mahkumdur. Ölümle tanıştığım o günün ardından 8 yıl geçmişti. Bir Pazartesi günü Duman’la yürüyüşe çıkmıştık. Rahat dolaşsın diye tasmasını çıkarmıştım. Bana nispet yapar gibi koşmaya başlamıştı. Bir an için gözlerimi kapadım. bir gürültü geldi. Kendimi o gürültünün saniyeleri arasında sıkışmış hissediyordum. Hayır gözlerimi açamazdım ve hayır ölüm dediğimiz şey hastaneden başka bir yerde gerçekleşiyor olamazdı. Duman’ı kurtaramadık. O gün en yakın arkadaşlarımdan birini kaybettim. Ve ben yine kendime söz vermiştim. Burada, tam bu sokakta yaşanılanlar asla unutulmayacaktı. Kendime unutturmamaya çalıştığım şey Duman değildi, onun ömrünü saniyelere sıkıştıran ölümdü. O yüzden uzun yaşamanın ölüme verilebilecek en büyük ceza olduğunu düşünüyordum. Ölüm benim düşmanım olmuştu ve ölümden uzun yaşamak için elimden gelen her şeyi yapmalıydım.
0 notes
Text
#3
Bu düşüncem beni lisede takip etti. Ayşegül, uzun dalgalı saçlarıyla koridorda arkadaşlarıyla hararetli konuşmasının ardından beni görüp bana gülümsemişti. Zaman ve mekan benim için yeniden donmuştu. Yanımdan geçip gittiği, bana gülümsediği anı cebime koyup saklamak, ihtiyacım olduğunda da açıp izlemek istiyordum. Kalbim küt küt atarken ben açgözlülük derdindeydim. Aç gözlülüğüm ve biraz da Hayata karşı gelişim yüzünden kırmızı kart yedim. Sonraki gün Ayşegül, başka insanların saniyelerini donduruyor, onlara gülümsüyor ve beni görmüyordu bile. O zaman ölümün aslında bedenin ölmesinden ibaret olmadığını anladım. Yürekler de ölebiliyordu. Sadece elimde olan o saniyelerin de ömrümden akıp gittiğini, tutunduğum o ince tebessümün de yavaş yavaş beni terk ettiği düşüncesi beni yiyip bitiriyordu. Her şey, ben yaşamaktayken ömrünü yitiriyordu ve bense geçirdiğim bu dakikaların arasında sıkıştığımı düşünmekten ölümüme aheste aheste yürüdüğümü fark edemiyordum. Yarına uyanmak kolay, ama yarınları düşünmek zor geliyordu. Başucumda duran saat en cırtlak sesiyle ötmeye başkaydı. Üniversite son sınıf, mezuniyet sevinci bir buhran gibi üstüme çökmüştü. Şu okuldan kurtulayım da hayatıma, ne yapacağıma kendim karar vereyim istiyordum. İnşaat mühendisi olarak mezun olduğum okul, daha ben hayatımı inşa edemeden beni bitirmişti. Ve yine ben Sonumu, toprak tarafından yutulacağımı ve böceklerin bıyık altından bana kıs kıs güleceği zamanı hesaplamaya çalışıyordum. Dayımın elinde çiçek, babamın elinde çikolata kapının önünde dikilmiş, kapının açılmasını bekliyorduk. Kapının önündeki ayakkabılar mahşer meydanına ayak basmadan çıkarılan ayakkabılar gibi dizilmişti, annemin oğlum kravatını düzelt cümlesi 29 yılımı özetliyordu. Tam o anda müstakbel kayınvalidem kapıyı açmıştı. Gözlerindeki parlama beynimin görme reseptörlerine kadar işlemiş, kapıda donmuş kalmıştım. Sarılmalar, hoş geldinizler, selamünaleykümler… Kahveye tuz atmamıştı, bana kıyamamıştı merhume Sevda Hatun. Kendisi de göçüp gitmişti, ardında beni bırakmıştı. Bencillikti bu, ama bencil olan Sevda Hatun değildi. Ölümdü. Peki ben niye ölemiyordum, ömür sanki bana seninle işim henüz bitmedi diyordu.
0 notes