Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
...and in after years, When these wild ecstasies shall be matured Into a sober pleasure, when thy mind Shall be a mansion for all lovely forms, Thy memory be as a dwelling place For all sweet sounds and harmonies.
Wordsworth, W., Tintern Abbey, lines 138-143
0 notes
Text
;__;
bloga girmeyeli asır oldu, bir bakayım, bir şeyler yazayım dedim, o da ne...
son postu geçen sene tam da bugün atmışım. 17 Martlarda benim bloglayasım gelir diyebilir miyiz hocam? diyebülürüz.
bu kadar gevşek bi giriş yaptım ama aslında hem biraz üzgün olduğumdan hem de neden üzgün olduğumu tam olarak bilmediğimden (ve yazarak keşfetmek istediğimden) - did i really say that - buraya yazma isteği oluşmuştu.
bugün çok garip. hem gözlerim çıkana kadar ağlamak istiyorum, hem manyak gibi dans etmek istiyorum. hem dağ tepe yürümek hatta koşmak istiyorum hem de 13 saat boyunca yatağa gömülmek. hem çenem ağrıyana kadar konuşmak istiyorum hem karşımdakine sinir bozucu şekilde tek kelime etmeden bakmak.
you got the idea.
neye ihtiyacım var bilmiyorum. çok yoruluyorum. duygusal olarak durağan olmamak; yani mutsuzken mutsuzluğumun çok kısa, mutluyken mutluluğumun daha da kısa sürmesi, beni çok çok ama çok yoruyor sanırım.
hem çok yalnız hissediyorum hem hiç yalnız değilim.
0 notes
Text
emin olamıyorum.
yapmak istediğimi düşündüğüm bir şeyi gerçekten yapmak istediğim için mi, yapmamın iyi olacağını düşündüğüm için mi yoksa başkaları yapmamı istediği için mi yapmaya çalıştığıma emin olamıyorum.
ilk anda beni çok heyecanlandıran bir fikirdi yine kısa süreliğine gitmek. gerekli ilk onayı da aldım. ancak geçen sene gittiğimde orada gerçekten mutlu muydum, orada olmam gerçekten işime yaradı mı ve bu sene geçen senekinden daha yararlı olacak mı emin olamıyorum.
bazı şeyleri sırf eksik kalmamak için mi yoksa gönülden istediğim için mi yapıyorum, ondan da emin olamıyorum.
1 note
·
View note
Text
alışmıştım aslında
İnsanlar benimle sohbet etmekte zorlanıyor. Konuşacak bir şey bulamıyorlar. Her seferinde, istisnasız her etkileşimimde hissediyorum bunu. Sıkıldıklarını görüyorum.
Sorun benim onlarla konuşacak bir şey bulamamamdır belki. Canımı sıkacak, ilgimi çekmeyecek bir iletişime olan tahammülsüzlüğümdür mesela. Ya da gerçekten böyle durumlarda ne denir ne konuşulur bilmemem. Tipim mi sıkıyor insanları acaba?
Bilmiyorum. Uzun süredir çok kötü hissediyorum.
0 notes
Text
teyze oldum.
not: iki ki��iye hitaben yazdığım bir yazı/anı. seslenilen kişi sürekli değişebiliyor. ve garip oluyor.
çok garip bir hismiş. sanırım şöyle açıklayacağım, kaynağını belirtmeden bir alıntı yaparak: ‘bir başka canlıyı, bu kadar değil, ama bu biçimde sevebileceğini tahayyül edemiyor insan’. hem de ‘tanıştığı’ ilk andan itibaren.
ablam doğumdayken not yazıyordum size, ama kafamı o kadar toparlayamıyordum ki çok zordu benim için bir şeyler yazmak. sonra bir ağlama sesi duydum, kalbim nasıl çarptı bilemezsiniz, ama başka bi çocukmuş. daha sonra geldiğinizin haberini aldık, ablamla birlikte siz gözüktünüz uzaktan, daha doğrusu içine konduğunuz şey. bir tane olunca o beşik gibi şeyden diğeri de arkadan geliyor diye düşündük. meğer sizi birbirinizin ayakucuna yatırmışlar, minik bi beşiğe sığıvermişsiniz. sizi ilk gördüğüm bu anı gözümün önüne getirince bile ağlamaya başladım birden, sanırım bu anne yarılığı işini abarttım, hormonlar da mı etkiliyor beni nedir?
sonra size daha dikkatli bakabildim, ama ağlamaktan kendimi alamıyordum, neden bilmiyorum. çok, çok güzeldiniz, şu an aklıma gelebilen tek şey bu. Ayşe aralıksız bi şekilde bir ses çıkarıyordu mızırdanıyor gibi. annemle dalga geçtik biz de, ‘annen de böyle uyur zaten uykusunda anlaşılmaz konuşur aynı ona çekmiş’ demiştik. Ben sürekli söylenen yaşlı ninelere benzetmiştim. meğer sıkıntısı varmış, küveze aldılar. Leyla sürekli ağlıyordu ama o kadar sesi çıkmıyordu ki, çok komik, tatlı ve aynı zamanda üzücü gelmişti. bugün tüm duyguları aynı anda yaşıyorum zaten.
kucağıma ilk Ayşe’yi aldım. o kadar küçüktün ki çok korktum zarar vermekten. ayakta birkaç dakika tutabildim ama nasıl harika bi histi. Leyla’yı daha sonra alma fırsatım oldu, onda otururken kucağıma yattı. her anı her detayı hatırlamak istiyorum bugünle ilgili, bu yüzden gereksiz detayları da yazacağım. daha sonra akşamüzeri Leyla’nın gazını çıkarttım. o sırada bir fotoğrafımızı çektirdim anneme ya da teyzeme. omzuma başını koymuşsun, kolunu da böyle sarılır gibi koluma sarmışsın, nasıl duygulandırdı bu fotoğraf beni. hep başınızı omzuma koyun teyzecim, ben hep yanınızdayım. gaz çıkarırken çektirdiğim bir fotoğrafa bu kadar anlam yüklememi ve beni aşırı ağlatmasını bugünkü yoğun duygularıma yoruyorum ve umuyorum, yoksa yandık.
tüm gün aklımız Ayşe’de Leyla’yla ilgilendik. gidip gelip baktım, sürekli bir yerlerini sıkmak öpmek istedim. tüm gün arkadaşlarıma sizin fotoğraflarınızı gönderdim, bebek sevseler de sevmeseler de sıkılsalar da, umrumda değildi.
bir de ben sürekli uyukladım tabi. bugünün anısını yazıp bu ayrıntıyı geçmek olmazdı. sanırım birkaç gün önce uyumamam, sonraki günlerde de bir türlü uykumu alamamam sizin doğumunuza patladı teyzecim, ama yarın daha dinlenmiş geleceğim.
eve geldiğimden beri sizi özlüyorum. sizden bir haber almak için deliriyorum, haberden kastım da kaka yaptınız mı, süt içtiniz mi falan. ne hallere geldik (düştük demeyeyim, çok memnunum).
sizinle daha çok eğleneceğimiz günleri, sizin büyüdüğünüze tanıklık etmeyi iple çekiyorum.
sizi çok seviyorum ve daha da çok seveceğim.
teyzeniz.
5 Ocak 2018, gece.
0 notes
Photo



dag 47
her yagmur yagdiginda yuzlercesi onume cikan ve saniyelik de olsa midemi bulandiran seyin fotografini cekmedigimi fark ediyorum beni sehire goturecek otobuse yetismeye calisirken. cekiyorum.
ofisteki son gunum. aksam ofiste benimle ilgili olmayan bir parti var. yine de bir kadeh kaldiriliyor benim icin. mutlu oluyorum.
tekrar gorusecegiz aarhus.
0 notes
Photo








dag 46
Son gunumde gezilmedik yerler, yenilmedik seyler tamamlandi.
0 notes
Photo

dag 45
bu son uc gunun fotograflarini yuklememisim, yeni bir post yapmadan bunlari bitirmek istedim.
0 notes
Photo



dag 40
Berlin’e gidiyoruuuuum! bu yüzden kendime çılgınlar gibi yolluk hazırladım. tabi öğle yemeği de var.
işten sonra. önce iş.
ama dedi ki müge, seninle hiç şehirde takılamadık, gel gezmeye gidelim erkenden. işten üç gibi çıkmış olduk heheh. plak dükkanları ve vintage kıyafet dükkanları gezdik. sonra müge’nin yağmur pantolonu alması gerekiyormuş bisiklet sürerken kullanmak için, ona bakındık biraz. sonra ben trene bindim. rastgele bir koltuğa oturdum, iyice yerleştim. birisi geldi, dedi ki burası benim yerim bu da bileti. doğru söylüyor da, trende yerimiz mi varmış diye baya şaşırdım. görevliye sordum, ‘you do not have a reserved seat’ dedi. ağlamaklı bir sesle ‘yani bu trene binemez miyim?’ dedim. yok, binebiliyormuşum da oturacak yerim yokmuş! boş olan yerlere oturabilirmişim ama birisi gelip kaldırabilirmiş de. çok, çok sinir bozucu. ilk ne yapacağımı bilemedim, kapının orda yere oturdum düşünüyorum kara kara, böyle geçer mi dört saat acaba diye. moralim de iyice bozuldu. sonra görevli kadın beni görünce dolmayacak olan bir koltuğun yerini söyledi oraya oturdum. yolculuğun sonlarına doğru karşımdaki adam çantamdakinin ne anlama geldiğini sordu. çantamda ‘museums are awesome because everyone shuts the fuck up’ yazıyordu. aarhus’taki women’s museum’dan almıştım. hiç de böyle bir soruyla karşılaşmamıştım. neyse konuşmaya başladık, adamda kekeleme gibi bir problem var, konuşması çok garip o yüzden, doktor olduğunu ve beş yüzden fazla makalesi olduğunu söylüyor. dedim deli herhalde yazık. benim burda olmama, staj yapıyor olmama inanamadı, tekrar tekrar WHAOW falan diyip durdu. sonra stajda ne iş yaptığımı sordu, dedim toplanmış datanın kodlamasını yapıyorum. co-author olacaksın yani? falan dedi. lol yani ne co-authoru, acknowledgementsta teşekkür etmeleri bile beni şaşırtır. tutturdu böyle olmaz, ben bütün yardımcılarıma co-authorship veririm, bu emek hırsızlığıdır vesaire. eğer cidden doktorsa, ki akademik alanla ilgili bilgisinden ve elinde değerlendirdiği bir paperdan yola çıkarak cidden olduğunu düşünüyorum, good for him, böyle araştırmacılar olduğunu bilmiyordum. bana co-authorship talep etmemi söyledi ısrarla ama gerçekçi değil. intellectual bir katkıda bulunmadıkça yardım eden herkese co-authotship vermek biraz aşırıya kaçmak gibi geliyor bana. acaba yanlış mı düşünüyorum? of be dede gece gece yordun beni.
0 notes
Photo





dag 39
güzel yemekler günü. kendime güzell bir kahvaltı hazırladım. gerçi her gün aşağı yukarı aynı şeyi yiyorum ama meyve konusunda çeşitlilik oluyor böyle bazen. küçük heyecanlar. öğle yemeğime de brie peynirli sandviç hazırladım. bu peyniri ne zaman yurt dışına çıksam bir şekilde yiyorum ve baya da seviyorum ama adını bilmiyordum, öğrenince hemmen aldım kullandım heheh.
araştırma merkezindeki türk phd öğrencisi beni evine yemepe davet etti. geçen pazar legoland’e gittiğimiz aile ile birlikte. çok küçük ama inanılmaz tatlı bir evleri var, zaten sadece iki kişi yaşıyorlar eşiyle birlikte. lego mini figure koleksiyonları var, ve fotoğrafa dikkatli bakarsanız ne kadar muhteşem parçalar olduğunu görürsünüz. albino chewbacca ve noel baba c3po bazı favorilerim heheh. herike herikeee. bu fotoğrafın dört beş katı kadar falan var bu arada. büyülendim.
neyse yemeği hazırlamasına yardım ettim azıcık o sırada bana bile gereksiz gelen bir şeyle tanıştım. ekmek üstü çikolata çikolatası. ekmek üstüne bu ince dilim çikolatadan koyuyormuşuz ısıtıp öyle yiyormuşuz. güzel fikir de niye düz çikolata koymuyoruz diye düşündüm, bu kadar ince değilmiş onlar. yine de ne bileyim...
sonra İstanbul adında bir board game oynadık. oldukça karışık bir oyun, pırlanta gibi bir şey elde etmeye çalışıyorsun ilk beşliyi toplayan kazanıyor ama o kadar strateji vesaire bir şey dönüyor ve o kadar karmaşık ki, en azından ilk oynayışta, kendimi mal gibi hissettim. çoğu zaman hamle yapmış olmak için yaptım. böyle şeylere kafam basmıyor benim bazen, çok üzülüyorum.
neyse. öyle. keyifliydi.
0 notes
Photo


dag 38
nothing but yağmur yahu. yine hiçbir şey hatırlayamadım.
0 notes
Photo



dag 37
ev sahibimle hentbol maçına gittik. şehrimizin takımına karşı kopenhag takımı oynuyordu. ev sahibim (ortamlarda artık kadına host mom diyorum landlady falan yerine, because she is such a mom) kopenhag takımını tutuyormuş, o yüzden ‘karşı takımın’ tarafında oturduk. aarhus takımı da sahaya çıkarken böyle utanç verici şeyler yaptılar ‘evlerinde’ oldukları için, alevlerin arasından çıkmak gibi. bu kısımda gerçekten kahkaha atıyordum. böyle bir şey olsa biz maça çıkarken sporu bırakırım dedim ahahah
neyse oyun bana biraz sıkıcı geldi. önce bir takım defansta diğeri atakta, sonra diğer takım. sonra diğer takım. misafirlik oynuyolarmış gibi. arada top kapılıp atak yapılıyor ama onun dışında bana biraz sıkıcı geldi açıkçası. birbirlerine topu atarken diğerleri almaya çalışmıyor hiç falan, ne bileyim. ama hareketlenmeye başladıkları zaman topu bir oraya bir buraya geçirmeleri dans gibiydi, o kısım hoşuma gitti.
bir de bi pozisyon var, karşı takımın defansının arasına girip arada boşluklar açmaya çalışıyor-muş, şamaroğlanı koydum pozisyonun adını çünkü gerçek anlamda dayak yiyorlar, birileri sürekli itip kakıyor. gerçek spor bu değil...
neyse gol olunca biraz malladım. çünkü ekranda kocaman MÅÅÅÅÅÅÅL yazdı ;_;
gol demekmiş.
0 notes
Photo


dag 36
duydum ki minik okuyucu kitlem beni gerçekten takip ediyormuş, ben de düzenli yazayım bari dedim. gerçi bugün sakin geçen bir gündü. hiç çalışma isteğimin olmadığı ama yapmam gereken şeyler olan bir gün. o işleri yapmayarak günü bitirdim ama yarın daha çalışkan olacağım heheh. işten sonra direkt eve gitmek istemedim, ama bi yerlerde takılmak da istemedim, öyle olunca dükkan gezmeye gittim. istediğim şeyleri bulamayınca yürüyüp diğer şubeye gittim. bahsettiğim dükkan da h&m, çok özel bi şeymiş gibi gizlemeyeyim şimdi. orası da 18de kapanıyormuş, boşuna gitmiş oldum. yol üstünde de ‘küçük kro’ adlı restoranı gördüm heheh. beni anlatıyor... heheh kro han gibi bi şey demekmiş ama ilk gördüğümde it was funny... neyse sonra kankişimle araştık birazcık konuştuk. ne kadar minnoşko ama annoying bir cümle oldu bu. konuşurken yanımda iki kız vardı, ben telefonda türkçe konuşmaya başlayınca aniden sustular. arada sırada türkçe olduğundan şüphelendiğim bir iki kelime kullanıyorlardı ama danca konuştukları için pek dikkat etmemiştim. sanırım kötü bi şeyler demişler çünkü yüzlerine bi ‘anlıyomuş lan’ ifadesi geldi. ya da şaşırdılar sadece, bilmiyorum. sonra eve döndüm kendime haaarika bir salata yaptım. tarif retreate gittiğimizde kaldığımız otelden arak.
0 notes