Tumgik
santuraozlem-blog · 9 years
Text
Piri Baba ve Merdivenler
Merdivenler deyince aklınıza Cihangir Merdivenler diye bilinen Roma gelmiş olabilir. YANLIŞ! Buraya merdivenler adını veren benim. Şişhane’de tünelin arkasında, karanlık, ışık görmeyen merdivenlerden söz ediyorum. Orda içerdik, orda ağlardık, orda gülerdik, orda muhabbet ederdik. Güzeldi orası. Çünkü sadeydi. Şık değildi, pisti. Sokaktı bildiğin. Hani insanlar geçerken küfür etmemek zorunda hissettiğin. Gelen geçenin “muhabbetiniz bol olsun gençler” dediği gibi bir sokak. Bildiğimiz sokak yani. Sigara istemeye gelenler, bira istemeye gelenler, para istemeye gelenler, yakışıklılığına iltifat eden orospular... Bildiğin gibi yani. Taksim!
Güzeldi orası ve o günler. 
Bir anımı anlatasım geldi. Bir gün yine içiyoruz merdivenlerde. Muhabbetli, kahkahalı, ağlamalı, falanlı, filanlı... Ama çok içiyoruz. Bende yine para yok. Sende de yine para var. Ama bana bir şey ısmarlamayacağına yemin etmişsin. Bende “tamam” deyip geçmişim. Sonra kafan hafif çakır olduğunda “sikicem belanı para bul artık yaa” deyip, bana yine bira ısmarlamışsın. Devam ediyoruz yine. Sen anlatıyorsun, ben dinliyorum. Ben anlatıyorum, sen dinliyorsun. Bir sen ağlıyorsun, bir ben. Sırayla. Amına koyayım biz ezik değiliz ki ikimiz aynı anda ağlayalım. Sırayla olurdu bizde bu işler. Muhabbet falan derken, bir adam çıkageldi, hatırla. Ben hatırlıyorum. Bence sen de hatırlıyorsun. Elinde katlanmış, kutusuna konulmuş klarneti. Kafası güzeldi. Sen yine tüm özgüvensizliğin ama istekliliğinle bana bakmıştın. Ben de her zaman gönüllü ve özgüvenliydim. Hatırla. “Hadi” dedim sana. Sende “tamam!” dedin. Kalktım ayağa, adamın yanına oturdum. Sende diğer yanına oturdun. 
Adam “hoşgeldiniz gençler” dedi. Ben adama sordum “abi çok içmişsin ve hala içiyorsun, neden abi?” dedim. Sen de beni izliyordun. Adam uzun bir hikaye anlatmıştı. Sen de anlamıştın, ben de. Adama kim bilir kaç yıldır sormuyorlardı “neden?” diye. Adam anlattıkça anlattı. Pavyon dedi, aşk dedi, konsomatris dedi, pavyon sahibi dedi, silah dedi, vurdum dedi, çok sevmiştim dedi, hala da seviyorum dedi. Anlattıkça anlatmıştı hatırla. Sonra sen demiştin ki “abi, bu çocuğun sesi çok güzel, hadi sen çal, o söylesin.” Adam da “peki sen ne yapacaksın biz bunları yaparken?” dedi sana. Sen, bana baktın. Ne demek istiyor der gibi. Ben de dedim ya, hatırla. Abi ne yapsın istersin dedim. Abi de cebinden para çıkartıp sana vermişti, git bana bira al demişti. Sen gidip gelmiştin. Ben adamla tanışmıştım o arada. İsmi Piri’ymiş. Piri Reis’ten geliyormuş. Çevrede Piri Baba diye bilinirmiş. Sevilir, sayılırmış. Sen gelince Piri Baba klarnetini çıkartmıştı hatırla. Ne çalayım, ne söylersin dedi bana, Piri Baba, dedim, çal; “yağmur vururken cama”... Sen nerden biliyorsun dedi, ne yaşadın dedi, hatırla. Ne yaşayacağım Piri Baba, çal işte demiştim. Çaldı. Ben de söyledim. Sen dinledin. Çok güzeldi o akşamımız, gecemiz. Gerçekten güzeldi. 
Sonrasında defalarca görmüştük Piri Baba’yı. Baba nasılsın demiştik. Elini öpmüştük. “Oğlum” diyordu, “Parası az olduğu halde çok içenin elini öpeni de bir sizde görüyorum.” Baba diyorduk, yaşadıkların. 
Çok değişikti o günlerimiz. Hatırla. Hep oralardaydık. Oraların sahibi gibi. Hatırla. Ben hep hatırlıyorum. En çok ne demiştik? “Hatıralara saygı. Her şey unutulur, güzel hatıralar hatırlanır. Biz de unutmayalım.” 
Ben unutmadım kardeşim. Sen unuttun mu?
0 notes
santuraozlem-blog · 9 years
Text
Delirmek mi, hüznün tadı mı
Sanırım deliriyorum. Yaptığımın yanlışlığının, düşüncelerimin yanlışlığının farkındayım. Fakat önüne geçemiyorum. Önüne geçmemi sağlayacak isteği içimde bulamıyorum. Bazen bundan zevk dahi aldığımı düşünüyorum. İnsan nasıl  böyle bir şeyden zevk alır ki? Düşünüyorum. Şimdiye kadar cevap olmasa da, cevaplar arasına seçenek olarak sunabileceğim tek bir şık geldi aklıma: acı, dışarıdan gelmiyor, içeride arıyorum. Kendim üretiyorum. Mantıklı mı? Şimdilik tek seçenek bu olduğu için mantıklı sanmak zorundayım. 
İnsan gerçekten arar mı mutluluğu? Yani, illa ki arar, ben de arıyorum tabii ki. Ama bulunca verilecek tepki, sanıldığının aksi olabilir. Bunu düşünüyorum. Yani; “Bu muydu yani? Bunu mu aradım ben hep? Eee, hani keder, acı, hüzün, hüsran...? Onlar olmadan? Mutluluk?” Kendimi bu pozisyonda düşünüyorum da, bu soruları gerçekten sorarım. Hoş, sonsuz mutlulukta olanaksız zaten ama... Ne bileyim. Kafamda deli sorular...
Bunları yazmamın sebebine geleyim inceden. Şu an kendime yarattığım ortamı görmüş olsaydınız, siz de bunları yazardınız. Ama tabii ki sebep bu değil. Bu ortam da sebebin getirisi zaten, bunları yazışım gibi. Paranoya. Paranoyalarım.
Gerçekten söylüyorum sayın beni hiç okumayanlar ve asla okumayacak olan okurlarım. Beni görseniz, davranışlarımı, konuşma tarzımı, giyinişimi, konuşmamı... (Gevşek bir tipte canlanmasın tabi gözünüzde) Ama, paranoyaya hiç müsait değilim. Bunu sayısız insandan duydum. “Bak ben seni kaç senedir tanıyorum sen bunları düşünecek kadar aptal değilsin.” Sağ ol canım. Ama paranoya diye bir şey var. Ve ben buna sahibim.
Düşünüyorum. Aldatılıyor muyum acaba? Acaba benim hakkımda mı konuşuyorlar? Acaba şu yoldan geçen, benim hakkımda ne düşünmüştür? Bir aptal gibi mi görünüyorum acaba? Acaba gerçekten yakın arkadaşlarımın çok güldüğü hareketlerim, şakalaşmalarımız, başkalarına yansıyınca çok mu çirkin duruyor? Bu insanlar böyle mi düşünüyor acaba? O kadar zor ki aslında böyle yaşamak. 
Bilirsiniz, sevgili, hayatı kolaylaştırmak içindir. Zaten bağlılıkta bundan gelir. Mevzunun ilahi boyutuna girmeyeceğim (evet, aşk ilahi bir şeydir.) fakat hayata dökülen yönü bence böyle. Bir insanın bir insanın yanına yakışması, yakışıklı/güzel olması vs. fazla maddi şeyler ve bir ilişki, bu kadar maddiyatı kaldıramaz. Kaldırabilirse zaten, aşk değildir, ilişki değildir. Ha, çiftlerden birisi zaten “acaba biraz daha fayda odaklı yaklaşsam, daha çok fayda görebilir miyim?” diye düşündüğü anda ip kopar. Amına koyayım, böyle devam edersem youtube döngüsüne benzeyeceğim. Bir videoya tıklarsınız da yandan gittikçe gidersiniz ya. Konudan konuya geçiyorum, özden uzaklaşıyorum. Neyse.
İlişkim, kız arkadaşım ve onunla yaşadığım tüm gülüşmeler, şakalaşmalar, seksler, ağlaşmalar, muhabbetler, kahveler... o kadar kusursuz ki. O kadar uyumluyuz ki. Ama, insan ne işle meşgul olursa olsun, beyni başka bir şey düşünebiliyor ya hani, iradeden bağımsız. İşte benim o yönüm zehrediyor bana her şeyi. Aslında zehir edip etmediğine bile tam olarak kanaat getiremiyorum. Zevk aldığımı bile düşünüyorum bazen böyle. Hüzün, lükstür bilirsin. Acaba diyorum, ben bilerek mi yaratıyorum bu düşünceleri beynimde. Ama bazen, bilinçli yaratmadığımın farkına varıyorum ve işler çığırından çıkabiliyor. Endişelerim, neden mesaj atmadı acaba beni sevmiyor mu gibi basit değil. Yazmıyor, aramıyor, yoksa yeni birisiyle mi tanıştı? Mesela, o erkekten iyi bir arkadaş olabilir diye düşünüyordur. Ama içten içe farkındadır ondan hoşlandığının. Ama mevzuyu ben öğrendiğimde bana “bak sevgilim, onu sen de çok seveceksin, çok iyi birisi o, iyi bir arkadaş.” diyecek şekilde rahatlatıyordur içini. Karışık. Acaba, bir çocuk ona kur yapıyor da, o çocuğun yaptığı kuru “dur bakalım şu şapşal neler yapıcak?” diye mi izliyor? Bunlar benim için kaldırılamaz şeyler. Yazdıklarımın saykoluğu, eğer gün gelir de kader benim karşıma “aldatılmak” deyyu bir şey çıkartırsa, öğrendiğim andan itibaren, bir silah bulmam ve kendi beynimi dağıtmam arasındaki mesafeyi kestirmenize yeterli sanırım. Bunlara takılmamın sebebi ise; “Bunları yapabilen, aldatabilir. Aldatabilen, aldatır. Aldatırsa, ölürüm. Ölmek istemiyorum. Eğer bunları yapabilecek olma ihtimali olan kişi, bunları yaparken, ama beni fiili olarak aldatmadan önce, anlarsam, fark edersem, bırakıp kaçarım. Uzaklaşırım ondan. Gömerim kalbime ya da bir şekilde beynimi kaçırırım oralardan ve de kalbimi. Kendimi korumuş olurum.” 
Fark edebiliyor musun baskıyı? Kendi üzerimde kurduğum baskıyı? O kadar ağır ki. Şu melankolik ruhum. Sonuna kadar eğlenen bir tip olup, içinde böyle bir melankoli barındırmak... Çok ağır. Müzikler ağır, hisler ağır, uçlarda yaşamak. Kim bilir... Belki de borderline... Zor. Umarım bir gün, güzel ve dozunda acılarla karşılaşırım, kendimi delirtmeme gerek kalmaz. Bilmem. Aldatabilecek biri olduğunu sezsem, rahatlayacağım sanki. Ama aldatacak birisi değil biliyorum. Ama rahat olamıyorum. Hata yapmasını istemiyorum. Ama dünyanın en mantıklı hatası bile, bizim ilişkimizin güzelliği, onun bana duyduğu ve benim ona duyduğum aşk, birbirimize duyduğumuz saygı vs.nin yanında bir damla kalır. Ama yine de... Ne bileyim. Ya yaparsa? Ama bizim aşkımız... Ama, ya yaparsa? Yapar mı?
Zor dimi...
Özet mi? DELİRİYORUM. Ama her şeye rağmen hissediyor olmak güzel.
0 notes
santuraozlem-blog · 9 years
Text
Kıskançlık ve anlayışsızlık
Kıskanç ve anlayışsızım. Bencilim. Farkındayım. Ama kadınlar benim bu yönlerimi hep çekici ve afilli buldular. Tabi, benim bunları başlarda süslememin de katkısı var. Gerçi konumuz kadınlar değil, tek bir kadın. Sevgilim.
Sevgilim de huylarımı, yönlerimi ve karakterimi ilgi çekici ve heyecanlı buldu. Bunun sebebi, bir adım sonra ne yapacağımı kestirememesiydi. Ama zamanla bunlar soruna yol açtı. Çok kavga ediyoruz. Sebebi her zaman benim işbu huylarım. Anlayışsızlık artık benim de canımı sıkıyor ama kendimi frenleyemiyorum ve bu beni artık kendime düşman etmeye başladı. Olayı somutlaştırma adına mevzuyu açayım. 
Şu anda uzakta, bir arkadaşının yanına gitti. 5-6 gün kadar onunla kalacak. Bu akşam, saat 7 gibi, dışarı çıkacaklarını ve yemek yiyip geri döneceklerini söyledi. Belki bir de avm’ye uğrayıp biraz gezerlermiş. Hay hay, bakın keyfinize. “Saat’ten haberdar olun da...” diye bir uyarıda bulundum, saati kaçırmamaları için. Aldığım cevap “merak etme sevgilim, saat 10 ile 10:30 arası döneriz” dedi. Tipime, yürüyüşüme ve davranışlarıma hiç ama hiç uymuyor, biliyorum ama aslında bu saatler bile benim için geç. Keşke daha erken dönse. Ama mevzunun bokunu çıkartmamak için, kendimden tiksindirmemek için ağzmı açmadım. Tamam prenses dedim, geçtim. 
Saat 10 oldu, telefonum çaldı... “Sevgilim biz şimdi avmden çıktık da, Starbucks’a oturup bi kavhe içelim dedik, sonra da eve dönücez....” Cevabımı verirken kulladığım ses tonundan belliydi, canımın sıkıldığı. Sordu, kızdın mı diye. Hayır sevgilim keyfinize bakın dedim. Yine neşeli çıkartamadım sesimi. Lütfen, konuş benimle dedi. Hayır dedim sevgilim. Bu sefer sesim neşeliydi. Cümleye, neşeli ses tonumla şöyle devam ettim; Saat 10-10:30 arası döneceğiz deyip, 11 ile 11:30 arası dönmeniz neden problem olsun sevgilim, eğlenmenize bakın...
Susuştuk biraz. Neden böyle yapıyorsun dedi...
Falan filan işte devamı malum.
Bu huyumdan iğreniyorum, olmaması gerekiyor. Benim böyle olmamam gerekiyor. Ama böyleyim. Bazen diyorum ki, beni olduğum gibi sevicek birisi illa ki vardır bu dünyada diyorum. Ama sonra aklıma geliyor, sevgilimin değiştirmesi gereken huyları ona söyleyişlerim ve onun hiç bir sorgu sual yaratmadan değiştirmesi. Eğer ilişkimiz daha güzel olacaksa böyle olurum demeleri. Ve akabinde ilişkimizin daha güzelleşmesi. Aslında bu ilişkinin mükemmele yakın olmasının en büyük sebebi o. Eğer onla sevgili olmasaydım ilişkim asla bu kadar güzel olmazdı. Ama ben artık yeteri kadar katkı sağlayamadığımı düşünüyorum ilişkime. Bu canımı acıtıyor. Sevgilim artık kızmaya başladı. Hiç hoşuma gitmiyor bu gidişat. Keşke düzelebilsem.
Dünyanın bir yerinde bu yazıyı okuyan birisi varsa, bana akıl verebilir mi lütfen?
0 notes
santuraozlem-blog · 9 years
Text
Yapılacaklar listesi
Kitap, film, müzik, sanat, şiir, duygular, ama kaliteli olanlarından. Yalnızlık, beats generation, yeraltı edebiyatı, ama kaliteli olanlarından. Sohbet, muhabbet, ruh hali, ayıplı şeyler, ama kaliteli olanlarından. Bdsm, slave falan, kavga, gürültü, uyuşturucu, ot ama kaliteli olanlarından. Kimsenin beni okumuyor oluşu ve okumayacak oluşu, çünkü ben burayı kimseyle paylaşmıycak oluşum, ama hep yazıcak oluşum. Özgürlük şeysi falan. Çünkü o an ne hissediyorsam, onları paylaşacağım. Siz de okumayacaksınız. Memnun olacaksınız. Güzel kalacaksınız. Törpülenmeme ihtimaliniz de var gençler, en azından erteleyebilirsiniz. Cenk Taner’e kulak asmayın.
0 notes
santuraozlem-blog · 9 years
Text
Tanıtımşeysi
Buraları okumayı seviyordum. Ama artık yazmalıyım sanırım. Umarım yazıcak birşeylerim vardır. Kendimi tanıtayım biraz. 20 yaşındayım. Eskişehir’de okuyorum. İstanbul’da doğup, büyüdüm. Eskişehir’e deli divane aşık olarak geldim. Hala da öyle. Ama bazen İstanbul ağrısı tutuyor. Onları falan da yazıcam buraya. Garsonluk falan yaptım, hayat gailesi, bilirsin. Taksimde çalıştım, Niştantaşında çalıştım. Eskişehirde çalıştım. Barda çalıştım, orda çalıştım burda çalıştım. Yo, hayır çalışkan birisi degilim ama tecrübeleri seviyorum. Özetle böyleyim, yazdıkça beni tanırsınız. İsteyenler olur mu bilemedim, ama böyle bi şans var işte. Fazla şeyapmıyım. 
Selam
Ha bide unutmadan, buraları daha güzelleştircem.
0 notes