Goethe’nin bilginin arayışı hakkındaki trajedisinden esinlenen Faust 19. yüzyılda geçiyor ve yapıta adını veren, ruhunu şeytana satan kahramanını izliyor. O bir düşünürdür, fikirlerin sözcüsü, haberleri yayan kişidir; entrikacıdır, hayalperesttir. Açlık, açgözlülük, şehvet gibi temel güdülerin yönlendirdiği adsız bir adamdır. Goethe’nin Faust’una meydan okuyan mutsuz, peşine düşülmüş bir varlıktır. İlerlemek mümkünse neden olduğun yerde durasın ki?
Faust (2011) dir. Aleksandr Sokurov
Bütün bir dinsel ve ulusal ahlâk; kapitalizmin küreselleşmesi ile meta dinine dönüşüyor ve bizler bunu seyretmekle yetiniyoruz. Daha kötüsü, kurtuluşu örgütlü mücadele yerine bireyde gören burjuva modern dinine uyum sağlamaya çalışıyor, inançlarımızı, kutsallarımızı, ulusal, yöresel, folklorik kültürlerimizi kapitalizme entegre etmek için birbirimizle yarışıyor, ezici, yıkıcı bir rekabete girişiyoruz. Meta fetişizminin muhafazakâr ve seküler biz müritleri, ulusal ve çok uluslu şirketleri ve elit bürokrat ve diplomatları daha da zengin etmek için (bireysel, ulusal ve küresel kalkınma zırvası adı altında) birkaç saat fazla mesai yapmaya, daha fazla üretime ve buradan da daha fazla tüketime davet ediliyor, yönlendiriliyoruz. Bireysel kariyer saçmalığı adı altında performans sistemini özümsüyor, sürekli daha çok üretmeye itiliyoruz. Burjuvanın sanayi sonrası post-modern teknolojisinde makineler çoğaldıkça çalışma saatleri azalmıyor, aksine daha fazlalaşarak o makinelerin performansıyla uyumlu biyomekanik insanlara dönüşüyoruz.
İnsanlığımızdan olduğumuza mı üzülelim, bu doymak bilmez hırsımızın, aç gözlülüğümüzün, ihtiyacımızdan fazlasını tüketme yamyamlığımızın belli kaynaklara sahip olmayan ya da bu vahşi kültüre uyum sağlayamayan başka kıtalardaki insanları açlığa, yoksulluğa, ölüme terk edişine mi? Başkaları için, bir şeyler için üzülmenin, kaygılanmanın, karşılıksız fedakârlık yapmanın hızla tarihe karıştığı yenidünya düzeni, ortak din hoş geldi, safa geldi!
Altta kalanın canı çıksın dediğimizde, kendi canımızın da burjuva toplumunda patlıcandan daha değerli olmadığını hesaplayamıyor muyuz acaba? Bu durumda yapacağımız tek şey, bürokratların, din ve iş adamlarının bizlere öğrettiği ve tembihlediği gibi, şükretmekse; beterin beteri, kötünün kötüsü, patlıcanın çürüğü olmayışımız belki de şu kalpsiz sistemin meta ahlâkının ilâhî bir mucizesidir? Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan toprak ananın çocuklarını içine düştüğü bu tiksindirici beladan şükretmek mi yoksa öfkelenip, isyan edip, örgütlenmek mi kurtaracaktır?
Hadi, kendi sonunu kendin yaz okur.
Yer Altından Vaaz - Zafer Kılıç
Akıl hastanesinin bahçesinde sigara içiyordum. Merakımdan sanırım, bir şekilde orada buldum kendimi. Kendi halinde, oldukça normal davranan, yüz çizgilerinden kırklarında olduğunu düşündüğüm bir adamla göz göze geldik. Ben bir kaç kafamı çevirsem de, o gözlerini üzerimden hiç çekmedi. Kıyafetlerinden anladığım kadarıyla misafirdi orada, hasta demeye dilim varmıyor şimdi. Önce biraz çekindim, sonra cesaretimi toplayıp küçük adımlarla yaklaştım yanına.
“Sigara versene” dedi hemen. Sigarayı uzatırken “neden buradasınız?” demiş bulundum. Sigarasını yaktı, tekrar gözlerini dikti üzerime. Kırpmıyordu bile, ürkmedim desem yalan olur.“İyi günler” dileyerek uzaklaşmaya karar verdim.
“Belki de yanlış bir soru sormuşumdur. Belki canını sıkmışımdır ya da ne bileyim amına koyayım adam deli işte!” diye geçirdim içimden.
“Sen neden burada değilsin?” diye bağırdı arkamdan. Öyle bir bağırdı ki, arkamı dönmeye korktum. Cinnetle bağırır gibi.. Döndüm yüzümü, olduğum yerde, yaklaşmadan baktım yüzüne. Bu sefer sesini daha da yükselterek, tekrarladı; Sen neden burada değilsin? Onca sahtekarın, onca vicdansızın, onca ihanetin içinde durabilmeyi nasıl başarıyorsun? Çocukların vurulduğu, çiçeklerin koparıldığı, sevgilerin harcandığı, umudun tükendiği, renksiz, yapay bir dünya var dışarıda. Uyuşmadan uyum sağlayamadığım, gürültüsünden uyuyamadığım. Kirli, kibirli, kaba bir dünya var. Çıkarları uğruna seni çakıyla son model bir arabayı çizer gibi çizecek binlerce insan var. Kanını emecek bir sürü vampir. Sana kullanılıp, köşeye atılmış pis bir mendil gibi hissettirecek bir sürü katil. Sen neden burada değilsin.
Nursen Yıldırım
Bazen insanları izliyorum ve onları hissetmeye çalışıyorum yanımdan geçip giden herhangi birinin ötesinde. Ne denli aşık olduklarını hayal ediyorum. Kalplerinin ne kadar çok kırılmış olabileceğini.