sislikaranliklar-blog
sislikaranliklar-blog
Varlığında Yok Olanlar
22 posts
Sisli Karanlıkta Yolunu Kaybetmişsen...
Don't wanna be here? Send us removal request.
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Susuyorum...
Bir  seher vakti arkandan bakarcasına, söyleyemediklerimi suskunluğumla  anlatıp eğiyorum başımı.. Bir el uzatımı kadar yakınımda olduğun günler  geliyor aklıma. Gözlerinde bulduğum gülümsemeni bir unutabilsem ah çıksa  aklımdan her sözün. Güzel yüreğin kadar yüreklenebilsem, hasretimi  yazsam dağlara, en onulmazından bir sevda titretse dağların taşdan  bedenini. Kuyuya atılmış bir yusuf kadar çaresizim şimdi. Bir seher vakti  Züleyha nın arkasından yırttığı gömlek kadar anlamlı.Gözlerim ötelerde.. Gül sancısı çeken yüreklerin yaşadığı ülkeleri arıyor ruhum. Sevgili   bırakma ellerimi, gökyüzünde yıldızlar kadar yalnızım şimdi. Ayın güneşe  tutulması gibi bir hal seziyorum içerimde. Ilık rüzgarlar vuruyor   köpükten gövdeme sarsılıyorum. Kıtalar ötesinden seslenişin çınlıyor   kulaklarımda, ruhunu rüzgara verdiğin günden beri ,her samyeli esişinde senin kokunu duyuyorum.
Bazen  bir hıçkırık saplanıyor sol yanıma, sende hissediyorsundur aynı sancıyı, güle hasret bir yüreğin tomurcuk sancısı bunlar.. Gözlerinin   kahverenginden alıyorum cesaretimi.. Ve sensiz yaşıyorum şimdilerde. Sen  varmışsın gibi. Belki sana hasretim her şeyi gölgeliyor ama olsun. Kor bir  alevin kıvılcımları ne kadar acıtabili, yanmış bir sineyi. Ve gözlerimi  kapatığımda gözlerin geliyor aklıma. Bazen uykusuz bir gece de, bazen de  rüyalarda rastlıyorum sana.. Heyhat sevgili sensiz bir saniyem dahi  geçmiyor. İçimde kopan fırtınalara yelken yapıyorum bedenimi derin bir ah  çekişten sonra ..
Susuyorum
Yüreğini  güllere verdiğin günden beri peşindeyim. İçini titreten her şeyde   yanında olabilsem keşke.. Bir rüzgarın esişiyle kararan gözlerin   şimdilerde ürkek bir ceylanın ki gibi yalnız ve kahverengi.. Sevgili   yanındayım, yarenin olmak, derdinle dertlenme, halinle halleşmek   istiyorum. Sevgililer yurduna hasret yüreğin ne kadar sızlıyordur   şimdilerde. Belki uzaktasın ama hissediyorum yürek sancılarını. Her gece  masum bir bebek gibi uyuduğunda, sesin titrediğinde, sensizliği   yudumluyorum biraz daha. Sana hasret bir yürek taşıyorum sol  tarafımda. Sana meftun bir ruh. Araya mesafeler girdiği günden  beri, hazanın savurduğu yüreklerimiz ne kadar da buğulu şimdi. Kışın  kendini hisettirdiği şu günlerde daha da kapanıyor, soluyorum. Soğuğun   kemiklere işlediği mekanlar etki etmiyor bana. Sevgili içimde yanan kor alevler hangi kışın soğuğuna siper olur,  kaç hazan bekleyeceğim daha   kapında. Bir gece ceylanlar iniyor yüreğime, bir gece bir mum alevi gibi  savuruyor ruhumu. Sana saklı bahçemde ki en güzel gülleri   yetiştiriyorum. Senden gelen bir tebessümün anlattığını kim anlatabilir.  Ahirim ayağıda batan her diken yüreğimi kanatır, senden esen rüzgarlar  yol verir yelkenlerime sen ki hasret sen ki vuslat sen ki her şeysin. Ülkeler ötesinden varlığını bildiren yalancı meczuplara müjde niyetine   hırkamı değil, tüm varlığımı verirdim. Yarim, yarenim, yoldaşım sen hep iyi ol, ben hep yanındayım.. Bilki seni üzen her şey, yüreğimi   kanatıyor.. Her üzüldüğünde içime kapanıyor ve
Susuyorum...
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Yanlızlığın Ardından
Yalnızlık oldukça karanlık bir kavramdır. Çünkü yalnızlık insanın onu nasıl yaşadığına bağlıdır.
Yalnızlık  bazen huzurdur insan için, bazense hüzün. Bazen korkudur, korktuğudur,  kaçtığıdır. Bazense insanın kendi kendini arayışıdır tüm hayatı boyunca.
Yalnızlık  öğretir insana bilmediklerini, başka insana nasıl muhtaç olduğunu,  çünkü insan sosyal bir varlıktır ve istese de kopamaz diğer insanlardan,  muhtaçtır onlara. Nedeni de basittir, yaşamı değerli kılan şey onu   paylaşabilmektir.
İnsan yalnız kalmak istemez çoğunlukla, çünkü  yalnızlık rahatsız eder insanı, çünkü insanın kendini yarım hissetmesine  neden olur yalnızlık. Ne mutluluğu tam olur, ne de hüznü. Çünkü  paylaşamaz bunların hiçbirini ve paylaşamayınca da hiçbir şeyin anlamı  kalmaz. Güzeliği güzel yapan onu paylaşabildiğimiz kişilerin olmasıdır.
Kimi  zamansa insan kendi kendine teslim olur yalnızlığa, çünkü tek çıkış  yolu yalnızlık gibi görünür. Belki başkalarına kızdığı için, belki  başkalarından kaçtığı, korktuğu veya onlardan bıktığı için, belki de  sadece huzur bulabilmek için, ancak sebep ne olursa olsun bazen  yalnızlığı seçer insan. Çünkü, pek sevilmese de, her ne kadar insanlar  yalnız kalmak istemeseler de, bazen insanın tek sığınağıdır yalnızlık.  Belki de bunun nedeni insanın yalnızken aslında kendisini bulmasıdır.  Böylecede insan yalnızlığındaki boşluğu kendisi ile doldurur. Ancak yine  de, yalnızlığın soğuk kolları her ne kadar ilkin ferahlık verse de  insana, zamanla bu ferahlığın yerini dondurucu bir soğuk alır.
Yalnızlık  bir çöle benzer belkide. O uçsuz bucaksız kumlar senin için bir şey  ifade etmeyen ve senin de onlar için bir şey ifade etmediğin  insanlardır. Ancak o çölde bir yerlerde yeşil bir vaha vardır ve o vaha  insanın yalnızlığına son verecek olandır. Ancak o vahayı bulmak için  önce o çölü aşmak gerekir, çünkü çöl vahayı anlamlı kılandır.
Yalnızlık  en büyük acıyı ise, aynaya her baktığında artık kendi yüzünden başka   bir yüz göremeyeceğini bildiğinde, en çok sevdiğinin artık olmadığını   bile bile yaşamak zorunda kaldığında verir insana. Çünkü yalnızlık   insanın mutlu olduğunda gözlerindeki ışığın yansımasını bir başka   insanın da gözlerinde görememesidir. Çünkü yalnızlık hüznünü sadece   kendinle paylaşabilmendir.
Ancak yine de yalnızların dilinden sadece  yalnızlar anlar...
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Sorma Sakın...
Gidiyor   musun diye sorma bana. Gönderen sensin. Ne terk etmeyi istedim seni,  ne  de daha yaşamadığımız bu aşkın toprağa gömmeyi. Senin kadar  öfkeliyim  bende senin kadar endişeli... Bir dokunuşunla bin kenti  yıkacak güç  verirdin bana, ama inandıramadım seni. Sen sorgularken beni  kafanda ben  gözlerinin içine bakiyordum kuşkuyla. Bir tek sözün  bağlardı beni sana,  oysa sen hep susmanın koynunda...<p> </p>Aşkın içine bir kez girdi mi kuşku teslim alır bedenleri de. Sütten   çikmış ak kasık değildim ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza. O   dünya ki bazen minicik bir odada bazen kentin ortasıda şekillendi.   Nasıl da güzeldi... Zaten varsın diye her şey güzeldi ama sen buna   inanmadın. Ah bu sorular. Yaşamak varken sevdayı delice, niye boğarız   sorunlarla? Nasıl ikna edebilirdim seni? Ben aşk dedikçe sen dur dedin.   Ben seninleyim dedikçe sen hayır dedin. Zaten az konuşan sen olumsuz ne   kadar sözcük varsa bulup çıkardın ortaya. Ben bir şey diyemedim.<p> </p>Ne kadar zarar vermişim sana meğer... Nasıl değistirmişim seni. Oysa hiç   böyle düşünmemistim. Kimseye zarar vermek istemem ben. Kimseyi   olduğundan farklı bir hâle getirmek istemem. Ama öyle oldu işte. Demek   ki gitmelerin zamanı şimdi. Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı. Ne   sevişmelerimiz kalır aklında ne sevda sözlerimiz. Rahat değilim  diyordun  ya rahat ol artık. Gülüşlerini saklaman için bir neden  kalmadı.  Tedirginliginin sebebi de kalktı ortadan...Gidişim yürekten değil, zorunluluktan. Sanma ki bu toy sevdayı baska   kimliklere taşırım. Sanma ki benden sakladığın gülüşleri yalancı   yüzlerde ararım. Seni de götürürüm yüreğimde. Yokluğunu taşırım. Bulup   bulup kaybettim seni. Ne yazik ki toz-duman edemedim kuşkularını, ne   yazik ki kalamadın bana. Öpücüğümün kokusu kalacak kapının eşiğinde.   Kokladıkça bizi bir yanlişa mahkum ettiğini anlayacaksın.
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Gözyaşı Yağmurları
Gözyaşı mevsimini duydun mu?
Dağ yamaçlarında doğalaşan ala geyiklerin hüzünlü bakışlarıyla başlar gözyaşı mevsimi.  Onun bir iklimi yoktur. Gözyaşı mevsimine herkes kendini hazır  hissettiğinde girer. An olur gökyüzü seninle ağlar. Gün olur çiçekler  senin için açar. Değişken havası olsa da bu mevsimin herkese hitap eden  bir ruhu vardır. Mevsimin en güzel güllerini, kardelenlerini, lalelerini  sen kendin yetiştirirsin. Resim yapmak gibi bir duyguya sürükler seni  renkler. Beyaz bir sayfada istediğin bir dağ köyü ise anında oluşur her  şey. Yok, ben yüksek binaların içinde bahçesi olan küçük bir evde  yaşamak istiyorum dersen oda olur. Ressam sensin neyi istiyorsan onu  çiz. Kocamış ağaç gövdeleri, semaya yükselen dallarından sarı sonbaharı  selamlar. Herkese ayrılık mı hatırlatır bu mevsim? Ben mutluluğu  tadıyorum nedense. Kızıl saçlı ağaçlar, rüzgârla raksa kalkmışçasına  dans ediyor. Belki bu mevsimde çiçekler yok ama baharda tohumları atılan  en güzel meyveler bu mevsimde ortaya çıkar. Gözyaşı mevsiminde ister  mutluluğu tadarsın istersen de bütün kinini boşalttıktan sonra bedenini  rahatlığın okşayan pamuksu dokunuşlarına bırakırsın. Umutsuzluk  bulutları her daim dolaşır gökyüzünde. Sevgisizlik ve umutsuzluk  elektrikleri bir araya geldiğinde ayrılık yağmurları yağmaya başlar.  Düşen sadece yağmur değildir yeryüzüne.
Bir rahatlamadır bu yağmurlar.  İçin boşalır. Negatif duygular yerini sakinleşmeye bırakır. Aslında  herkesin gözyaşı mevsimine ihtiyacı vardır. Kimileri bu mevsimi sık sık  yaşar. Kimisi ihtiyaç duydukça iklimin rahatlatan havasına uğrar.  Yağmurlar yağdıktan sonra coşmaya başlayan bir bahar seli oluşur.  Gözyaşları her şeyin anası olan toprakla buluştuğu zaman yeni doğumlar  başlar. Neye ihtiyacın varsa söyle toprak anaya onu doğursun senin için.  Uzun zamandır gezemediğin kır çiçeklerinin içinde çıplak ayaklarınla  dolaş. Yağmur sonrası bedenin biraz üşür ve seni ısıtan umutsuzluk  bulutları dağılmaya başlayınca ortaya çıkan kış güneşi olur. Yakıcı ve  göz yorucu ışıklarını terk eden güneş, ılık ve nemli rüzgârlar gibi  tenini okşayarak merhaba der kalbine. Gözlerini kapatmak istemezsin o  an. Pembe, kırmızı, sarı, mor, eflatun, turuncu, beyaz ve gözlerin kadar   güzel çiçekler yetiştirir toprak ana sana. Bazen çıkmak istemezsin   gözyaşı mevsiminden ama yalnızlık insana mahsus değildir. Arka bahçende saklarsın gözyaşı mevsimini. Kapı komşundan, dostundan hatta bazen   kendinden bile saklama ihtiyacı duyarsın.
Bülbülün aşk dolu şiiri  büyüler seni. Mecnun çöllere düşmüştür Leyla’sı için. O an aklına düşer,  hatırlarsın yaşanmış büyük aşk hikâyelerini. Aslında hepimiz biliriz.  Leyla ile Mecnunu biz oluştururuz kafamızda. En büyük aşlar hep  uzaklardadır bizim için. Ama yanılıyorsun. En büyük aşklar yüreğimizde  ve yanı başımızdadır. Umutlar ve aşkları uzaklara hapsetmekten  vazgeçmelisin. Uzaklar gizemli olduğu için güzeldir. Ama en güzel  duyguları yine ayrı kaldığımızda özlem duyduğumuz insanlarda ararız. Bu  bazen annemiz, bazen kardeşimiz, bazen de bizim için çok değerli olan  biri olabilir. Sevgiyi aslında biraz da ayrılıklar besler. Neyse, kısa  bir süre sonra gözyaşı mevsiminden çıkarsın ve  hayatın acımasız yüzüyle  baş başa kalırsın. Peki ya hiç gözyaşı mevsimini yaşamayan var mıdır?  Acaba umutsuzluk ve ayrılık yağmurları sonrası toprak ananın hediyesi  olan kan kırmızısı gülleri hiç koklayamayan var mıdır? Olabilir. Değil  mi? Daha henüz ağlamanın, paylaşmanın ne olduğunu bilmeyen insanlar  olabilir. Birileri gösterseydi buraların kapısını onlar da biraz olsun  mutlu olabilirlerdi. Bazıları diyor ki ‘böyle insanlara selam bile  vermeyeceksin.
Morali bozuksa senin de moralin bozulur boş ver hiç  konuşma’ diyorlar. Peki ya aynı durumda sen olsaydın. Ve bir arkadaşın,  ‘Ya şimdi bunun morali bozuk. Derdini dinleyip ben de moralimi  bozmayayım.’ deyip geçip gitseydi yanından üzülmez miydin? Ben olsam  üzülürdüm. Birinin gelip sana destek olması, bir sorunun olduğunda  derdini dinlemesi çok güzel. Güzel olan aslında paylaşmak. Gözyaşı  mevsimini yaşayan insanlar bu yüzden bu mevsimin bitmesini istemez.  Çünkü orada istediği gibi umutsuzluklarını, ayrılıklarını gözyaşlarıyla  döküp rahatlayabiliyor. En güzel duygularını hayal ederek yaşayabiliyor.  Mevsimin bitmesi ise işin başka bir güzel yanı aslında. Çünkü özlem  başlayacak. Özleyeceksin ve o günlerin o rahatlama mevsiminin tekrar  gelmesini bekleyeceksin. Özlemek bile çok güzel duygular yaşatacak sana.
İçin kıpır kıpır olacak. Bir mutluluk yaşayacaksın ama insanlara onu  anlatamayacaksın. Anlatsan da kelimeler kifayetsiz kalır. Hissetmek daha  güzel. Eğer kalbinde yeşermeler biterse gözyaşı mevsimi seni terk eder.  Ölü toprağı ne kadar sularsan sula verim alamazsın. İnsan kalbi de  öyledir. Sulanmanın yanında sevgi, ilgi, heyecan, mutluluk, aşk, hüzün,  hasret, özlem, acı, umutsuzluk, ayrılık, gurbet, sıla hasreti ve  yüreğimizi hoplatan yürek atışlarına ihtiyaç duyar. Kalbimiz acıyı da  duymalı, mutluluğu da tatmalı. Her ikisini yaşamalı ki mutluluğun da  acının da ne anlama geldiğini iyi bilmeli. Kalbimiz bazen yaramaz bir  çocuk olur karşı çıkar bize. Laf dinlemez. Uslanmaz, arlanmaz bir kerata  olur.
Çayıra salınmış deli danalar gibi nereye koşturacağını bilemez.  Kalp krizi geçireceğini sanırsın. Ama bu ilk heyecanların hevesidir. Her  şeyden biraz olsun tatmak istersin. Tadarsın ama önemli olan ipin ucunu   kaçırmamak. ‘Saldım çayıra Mevla kayıra’ hesabı, önü alınmaz bir   çıkmaza sürükler insanı. Dengeyi sağlamayı bilmeli insan. Yıllar   geçtikçe bu deli dolu günlere de özlem duyacaksın. Hayat her ne kadar   çirkin yüzünü herkesten gizlese de. Köprünün altından akan sular bazen   sel bazen berraklık sunacak sana. Önemli olan o köprünün seller sonrası da ayakta kalabilmesi, en kurak mevsimde de kendisine olan ihtiyacı   karşılamasıdır. İnsanlar olaylara farklı yaklaşabilir ancak ortak   noktada buluşulduğunda çok güzellikler yetişebilir. Şimdi güzel bir   hikaye okumaya ne dersin, “Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle   otururken şöyle demiş: ‘Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam   olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?’   Öğrencilerden biri; ‘Uzaktaki sürüye bakarım.’ demiş. ‘koyunu keçiden   ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir.’ Başka bir öğrenci söz almış ve  ‘Hocam’ demiş. ‘İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman,   anlarım ki sabah başlamıştır.’ Bilge kişi şöyle demiş: “Yürürken karşıma  bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye   ayırmadan ona bacım diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi, yoksul mu diye bakmadan bildiğim de anlarım ki, sabah   olmuştur. AYDINLIK başlamıştır…” İnsanların birbirine sevgiyle ve   hoşgörüyle baktığı bu anlayışı yakaladığımız zaman, dünyayı içine mahkum  olduğu karanlıktan çıkarırız eminim. Karanlığa hapsedilen   yüreklerimizin aydınlığa kavuşması yine bizim elimizde. Rahmetin,   huzurun, rahatlığın, gül kokularının ve nurlu yüzlerin doğduğu günler   uzak değil.
Ayrımcılığın yapıldığı, sevginin arka bahçelere gömüldüğü,  yetimlerin sahipsiz, sevenlerin sevgisiz bırakıldığı hayatta kim yaşamak  ister. Ama insanlar böyle yaşamaya zorlanıyor san ki, gözyaşı mevsimini  yaşamak zorlaşıyor. İnsanlar rutin hayatın zaman yutan hızına  yetişememekten yakınıyor. Ne kendimize ne de sevdiklerimize zaman  ayırabiliyoruz. Bunları da geçtik. Uykumuzda dahi sömürülmenin cehennem  ateşini yaşıyoruz. Nasıl yaşadığımızı bilmediğimiz için gözyaşı  mevsiminin geldiğini bile fark etmiyoruz. Evet beklenen günler çok  uzakta değil. Yüreklerin bir attığı özlemler hayal değil. Sevgiyle  beslenen dünya neden hep karanlık sulara yelken açtırılıyor. İnsanlar  siyahın rengine bürünen denize düşmekte olan dünyada yaşamaya  zorlanıyor.
Hedef karanlık, su karanlık, bakışlar karanlık aydınlıklar  siyaha boyanmış. İnsanların elinde  ise tek bir umut kalmış. Bir gün!  Sadece söylenen bu. Bırakın beni göz yaşlarımla yapayalnız kalayım.  Biliyorum bir gün dedikleri gün evet o gün bugün. Yarına hapsetmek  istemiyorum umutlarımı. Bugün sevmek istiyorum. Bugün, aşk yaşamaya  susamış bedenim. Bugün, hayallerimi gerçekleştirme günü. Bugün, gözyaşı  mevsiminin iklimi. Bugün göz yaşlarımı dindirme zamanı. Bugün, seni  seviyorum demenin tam sırası. Yarına ertelemeyeceğim sevmelerimi.  Gözyaşı mevsimi bugün açıyor güneşlerini, evet senin için açıyor.  Gökyüzüne bak, yüzlerce yıldız senin için yakılıyor. Sabah sadece senin  için yeni doğumlar yapıyor. Çiçekler senin için en güzel kokularını  saçıyor yeryüzüne.
Dağlar sana güzel görünmek için yeşilin bin bir  tonuna bürünüyor. Deniz en güzel maviliğin bakışlara hayran bırakan  güzelliğini sana sunuyor. Daha kaç tane en güzel varsa bakışlarına  sunulmaya devam ediyor. Bazen bakmakta yetmeyecek. Dokunup, o ıslaklığı,  sıcaklığı, güzelliği ve mutluluğu hissetmek isteyeceksin. Evet senin en  büyük özelliğin zaten bu. Hissetmek. Ruhsuz bedenlerin yapamadığı  yetenek. Sevmesini bilmeyenlerin kıskanç gözlerle baktığı güzellik.  Sadece sende var bu her şeye denk özellik. Hadi gözyaşı iklimine şimdi.  Kimsenin yapamadığını yapmaya. Kinleri, nefretleri, umutsuzlukları,  ihanetleri boşaltma mevsimi şimdi. İçindeki kirlilik döküldükçe toprağa,  mutluluk güneşleri doğacak yeryüzüne. İçin içine sığmayacak. Mutluluğun  ne demek olduğunu o zaman anlayacaksın.
Evet sevgi nerede olursa olsun  kendini hissettiriyor. Tabiî ki bunun anlamını bilenler için. Evet sen  şanslı bir insansın. Çünkü seviliyor, seviyor ve hâlâ sevgi besliyorsun  tıpkı benim gibi. Senin, benim gibi milyonlarca insan var. Ama  uyandırılmaları gerekiyor. Sevgi daha fazla kırılmadan, aşk daha fazla  maddeleşmeden, umut karşı köye göç etmeden ve içindeki elektrik bitmeden  bunu yapmalısın.
Ben hayata hiçbir zaman hoşçakal demedim. Bunu ne  dostlarıma, ne sevdiklerime ve ne de şimdi sana söylüyorum. Hepinize  birden her zaman dediğim sözü tekrar fısıldıyorum.   Merhaba!
5 notes · View notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Günü Hatırlamak
Vicdanlarınızın terazisi olmalı; İyi ile kötüyü tartıp, hatta biraz daha  kendinizi zorlayıp iyi olanı bulmayı deneyin. Başınızı yastıga   koydunuzda sadece düşünün, düşüncelerinizi uyutmayın sadece, vicdanınızı  uyutmayın...  Bugün yolda yürürken ' kaç karıncayı ezip geçtim' diye   tasalanın mesela, kaç kişiye yalan söyledim, kimleri kandırdım, kimlere  iftira attım !  DÜŞÜNÜN LÜTFEN !!  Meleklerin yada  şeytanların oluşturduğu terazinizi bir defa bile olsa tartmaya çalışın.  Her insanın mutlaka fazlasıyla günahı var ama başkalarının günahlarını  almayın. Herkesin günahı kendine fazlayken hemde bu devirde, başka  insanların günahlarını almak ağır gelir inanın.  Ah almak ! Almayın.   Yakmayın insanların canlarını üç beş kuruşluk sayfalar için rekabet   oluşturmayın.  VİCDANINIZI HIRSLARINIZA KURBAN ETMEYİN !
1 note · View note
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Düşlerde Kaybolmak....
Sahip olduklarımız,  sahip olmayı hayal ettiklerimizdir belki de.   Sahip olmayı istediğimiz ne varsa onun için çabalarız hayatta. Doğarız,  büyüyüp gelişiriz. Büyüdükçe isteklerimiz, sorumluluklarımız da artar.  Apayrı bir çaba içerisine gireriz.  Aslında bu,  kendimizi bulma, yani  kişisel bir kimlik oluşturma çabasıdır.
Topluma kendimizi kabul ettirmek için uğraş verirken bir yandan da  bireysel düşüncelerimizi harekete geçiririz. Hayal ettiklerimizin  peşinden koşmaya başlarız. Kimi zaman hayallerimiz uğruna zifiri  karanlıklara korkusuzca dalarız. O karanlıkta aradığımız tek şey  aydınlıktır. Çünkü hayallerimizin başlangıcıdır aydınlık, güneşli  günler,  masmavi gökyüzü…
Kimi zaman da aydınlık sandığımız karanlıklara gireriz. Yağmurun  yağışı, gök gürültüsü,  fırtınalı havalar hepsi karanlığın  başlangıcıdır. Hayalleriniz kör karanlıklarda kaybolur. Benim  hayallerim de kayboldu…
Oysa  ben güneşli bir günde rengârenk balonlar almıştım. Masmavi  gökyüzünün altında balonlarımla denizi selamlıyor,  martıların denizin  üzerinde özgürce süzülmelerini izliyordum. Ta ki  gökyüzünün aniden  kapkara bulutlara bürünüp,  şiddetli yağmura dönüşmesine kadar…  Biraz  önce tenimi yakan güneş artık yoktu.  Kara bulutlar hâkim olmuştu  gökyüzüne.  Derken fırtına çıktı, azgın dalgalar şiddetle kayalara  vurmaya başladı.
Şaşkınlık içindeydim.  Denizin kenarında öylece kalakalmıştım.  Bir  anda her şey nasıl da tersine dönmüştü.  Rengârenk balonlarım,  kapkara  bulutlara kafa tutuyordu adeta.  Fırtına da şiddetini artırmıştı.   Ortalık toz duman… Birden aklımda bir şimşek çaktı.
Dedim ki içimden:  Bırak o balonu,  bırak gitsin… Ona verebileceğin  en büyük hediye özgürlüktür. Ve  aniden bırakıverdim balonları elimden.  Denizin üzerinde tıpkı martılar gibi süzülerek gökyüzüne yükseldiler…
Neden mi bıraktım gökyüzüne o balonları, yani düşlerimi?
Çünkü  düşleri özgür olmayanın aklı tutsak kalır…
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Suçlusun.....
Günlerdir bir suçlu arıyorum.
Seni düşünüyorum. Her gün renk renk umutlarla çevrili buluyorum  kendimi. Hayallerimin temasını oluşturuyorsun. Geceleri, rüyalarıma  konuk oluyorsun. O rengârenk umutlar bir enkaza dönüşüyor, kararıyor  çoğu kez. Ama ben yeniden inşa ediyorum. Belki de sen yeniden yık diye..
Olmuyor, tükeniyorum. Mutlaka bir noktada bitiyorum. Zaten ince bir mum  ışığına benzeyen düşlerim, öyle bir zaman oluyor ki sönüyor ansızın.  Senin için olan hislerim, senin rüzgârınla dönüşüyor küle. Böyle olmak   zorundaymış gibi, defalarca, inatla.. Ancak sen öyle bir yer tutuyorsun ki zihnimde, yine yeni bir hâkimiyet kuruyorsun üzerimde, gülüşünle. Bir  yanım seni tanımayı arzuluyor delicesine, diğer yanımsa geride.
Yaptıklarıma inanamıyorum. Hissettiklerime inanamıyorum. Tarifi  mümkün olmayan bu şeyi bu kadar basit bir şekilde tariflemeye  yanaştığıma inanamıyorum. Biliyor musun, izin vermiyorum ben kalbime.  Yasakladım seni. Aklıma veya düşüncelerime aldırmıyorum, kalbime  yasakladım ben seni. Yahut öyle zannediyorum..
Beni fark etmediğin her yeni günde planlar kuruyorum. Bakışlarımı  kontrol altında tutmaya çalışıyorum, kendimi alıkoymaya seni  seyretmekten. Halbuki bunun imkansızlığı aşikar..
İşte şimdi, tam şu anda gözlerin beni görmeden gülüyor, bensiz  ışıldıyor ya.. Bir kere daha anlıyorum. Kendimi de seni de anlıyorum.  Gözyaşlarımın asla kollarında teselli bulamayacağını anlıyorum.
Evet, ben günlerdir bir suçlu arıyorum. Seni gördüğüm günden beri.  Gözlerinle tanıştığım andan beri. Hüznün esiri olmayıp inatla  dudaklarında doğan tebessümle karşılaştığımdan beri.
Ve buldum.
Suçlu, gözlerin..
Suçlu, sensin..
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Yanlışlarla Yaşamak....
Bilinmezlik karanlık bir mahzen. Siyahın her tonu hâkim duvarlara.  Ümitsiz kalbinin son çırpınışları yankılanıyor dört bir yanda. İçine  çektiğin her nefes yakıyor ciğerlerini. Yaşadığına lanet ederken  buluyorsun kendini. Umutsuzluk giysin olmuş sarmış her tarafını. Adım  atacak yer yokken sen bilinmezliğe koşuyorsun. Gözyaşların eşlik etmiyor  sana artık.
Soluğun kesilir gibi oluyor ve seviniyorsun. Lakin yeniden yandığında   ciğerlerin, aynı ifade beliriyor yüzünde, aynı güçsüz ifade.. Doğru olan  mücadeleyken tutunamıyorsun. Yalnızlık içine çekiyor seni. Mücadeleden  yorgun düştüğün anda bitiyor her şey. Basit bir elveda demeksizin terk  ettiklerini düşünmüyorsun bile. Hayallerini ve geçmişin küflü raflarına  kaldırdığın ümidini umursamıyorsun.
O anda sadece kendini düşünüyorsun.  İçinde bulunduğun durumun zorluğu seni öyle sıkıyor ki yalnızca benliğin  ön planda. Bencilsin. Öyle hırslı bir duygu ki bu, bir başka dürtüye  yer bırakmıyor, seni ele geçiriyor ve bambaşka bir pencereye sürüklüyor.  Hayata farklı gözlerle, farklı hislerle bakıyorsun. Evet bencilsin.  Uçurumun başındasın ve kendini kurtaracağın bu pis dünyayı senin için  yaşanabilir kılan parıltılı yürekleri bile göremeyecek kadar bencil ve  acizsin. Gülümsüyorsun. Karanlık sana öyle cazip geliyor ki geridekileri  gerçekten duymuyor gibisin. Ve gülümsemen yeniden hayat buluyor  titreyen dudaklarında. Bir adım attığında her şey bitecek. Ve sen de tam  bunu istiyorsun. Gözlerinin önüne inen perde bu arzunu süslüyor ve  çekici kılıyor sanki. Tereddüt dahi etmiyorsun. Ve sen o adımı  atıyorsun.
Öyle bir şey ki bu havayı iliklerinde hissederken zihnin sağlığına   kavuşuyor. İçine çektiğin her nefes pişmanlık kokuyor. Göz pınarların   öyle utanıyorlar ki yaşarmaya. Gözyaşlarının seni gerçekten terk   ettiğini fark ediyorsun, tıpkı sevdiklerini terk ettiğin gibi   sebepsizce. Tiz bir çığlık kopuyor boğazından. Gözlerinin önündeki perde  aniden çekiliyor ve tüm çıplaklığıyla gerçekler beliriyor karşında.   Hayatına hayatlarını bağlamış insanları anımsıyorsun tek tek. Yüzlerini,  seslerini, konuşmalarını, gülümsemelerini, birlikte geçirdiğiniz hoş   vakitleri. Ve evet yeni bir çığlık. Bu defa kalbinden, kalbindeki acıdan  yükseliyor bu feryat. Sen pişmanlığı sahiplenirken söylenecek tek bir şey var.
Evet, sen yanlış yaptın..
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Yaralı Feryatlar....
“Evet!” kelimesi, nikah masasında söylenen bu kısa kelime,   beraberinde ne umutlar ne hayaller ne mutluluklar getirir.. Kim, “Evet!”  diye haykırırken, hayat arkadaşını, yoldaşını kaybedeceği günü düşünür  ki?..
Herkes acırmış gibi bakıyor bana. Sâhi ben acınacak hâlde miyim? Deli diyorlar bana. Sevmek delilikse; evet, ben bir deliyim.
Bugün yine kokunla uyandım. Gökyüzüne dakikalarca baktım. Arkama  döndüğümde ise o güzel gözlerine mesken olmayı diledim. Sana sarılmayı,  dokunmayı istedim. Hemde çok istedim. Biliyor musun? Ben boğulurken  nefes almayı bile bu kadar çok istememiştim.
Hatırlıyorsundur belki, ben senin bir tebessümüne dayanamaz erirdim. Sen  küçük bir buse ile dudaklarımı mühürlerdin. Ben gözlerine bakınca  cenneti seyrederdim. Sen kaçırırdın gözlerini, sadece gülümserdin…
Çok özledim. Herşeyini, senli geçen her saniyeyi, seni izlemeyi, tebessümünü, kokunu hatta nefesini bile özledim…
Keşke olsan, bana bağırsan, kızsan, küfürler savursan.
Ama yine de var olsan…
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Aptal....
Sözüm ona unutmaya çalışıyordun değil mi? Aptal! O zaman niye normal  bir günken, duyduğun bir şarkıyla gözlerin doluyor bir anda. Ne? O gün  çok mu gergindin, yorulmuş bunalmış mıydın? Yalan işte, yalan!   Unutamadın, belki de hiç beceremeyeceksin.
Sana inanmakla hata ettim yine. Unutacak olsan çoktan unuturdun. Onu  tekrar görmekten korkman bu yüzden değil mi?
Çuvalladığın bir kez daha  tescillenecek. Unutsaydın, bugün gözlerini kapatıp yüzünü hayal  edememekten korkmazdın bir an için bile. Unutsaydın, onun olduğu her anı  düşünmezdin aylar sonra. Unutsaydın, ellerin titremezdi resminin  karşısında. Unutsaydın, hala saçma sapan insanlardan kıskanmazdın onu.  Unutsaydın, yanında hayal etmezdin.
Sana azıcık güvenim bile yok artık be kalbim. Aşamayacaksın onu, seni  bir kere bile düşünmezken, sen yıllar sonra bile bir sızıyla   hatırlayacaksın. Ağladığın geceleri, onu görünce titreyen ellerini,   bakışlarınız buluştuğunda kesilen nefesini… En çok da yanındaki kızlarla  karşımda duruşunu.
Bedenime hayat pompalamaktan başka bir şey yapmanı istemiyorum artık.  Çünkü diğer yaptığın,  hayatımı rezil bir hale getiriyor. Aynı organın  yaptığı iki şeyin bu denli zıt olması ne kadar tuhaf. Bunun için, artık  seni sevmiyorum kalbim.
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Keşke....
Her şeyi bitirebilecek, her şeyi başlatabilecek, yüreğimin her köşesini alev alev yakabilecek tek bir kelime: keşke..
Kimi zaman masumiyet maskesinin ardına gizlenerek, kimi zaman alelade  bir canavar suretinde açık oynayarak ve her seferinde de avucunun içinde   kalbimi paramparça edebilecek güce sahip tek bir kelime: keşke..
Bir meltem edasıyla kalbime süzülüp bütün odalarımda hasretin uğultusunu   yaratabilecek, sonra bir kasırga olup gözyaşlarımı galeyana   getirebilecek tek bir kelime: keşke..
Zihnimi etkisi altına alıp uçurumlara sürükleyebilecek, uzatılan elleri  korkuyla çevirmeme sebep olabilecek tek bir kelime: keşke..
Ruhumu tutup yakasından bir karmaşanın içine fırlatabilecek,  peşinde   getirdiği pişmanlık duygusuyla her zerreme ‘pes ettim.’ diyene kadar   işkence edebilecek tek bir kelime: keşke..
Hoş bir melodi olup kulağıma çalınabilecek yahut sözleri yazılmamış bir  bestenin karanlık manası olabilecek tek bir kelime: keşke..
‘Keşke’ bilmeseydim tüm bunları diyorum şimdi. Ama biliyorum. Nasıl  bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumun farkındayım. Keşke’nin bir insanı   felakete sürükleyebileceğinin farkındayım. Pişmanlık duygusunun insanın kalbini kemirebildiğinin farkındayım. Çünkü yaşıyorum. Keşke diyorum   her gün, her saniye bıkmaksızın. Pişmanlıkla sarıp sarmalıyorum   yalnızlığımı. Ama yine de her dildeki karşılığını yazıyorum lügatime   keşke’nin. ‘Lazım olur..’ diye düşünüyorum; çünkü ‘keşke’ bir parçam   artık benim. Sigara dumanı gibi sinmiş bedenime kokusu. Ne yapsam   kurtulamıyorum kalbime dahi pelesenk olmuş bu tek bir kelimeden. Sonra   ‘keşke hiçbir şey böyle olmasaydı..’ derken yakalayınca kendimi pes   ediyorum. ‘Olmayacak bir işti, keşke kalkışmasaydım’lar geliyor artçı   sarsıntılar niteliğinde.
Ve ben bir gün gerçekten pes ediyorum. Biliyorum ki şu an nasıl  ‘keşke dünyaya gelmeseymişim’ diyorsam, kanın sıcaklığını bileklerimde  hissederken de ‘keşke ölüyor olmasaydım’ diyor olacağım. Çünkü söz  konusu bir ‘keşke’yse sizde değildir kontrol, binlerce manadan ibaret o  tek bir kelimededir.
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Görmeyen Gözlerle....
Sen hiç duymadın… Kalemi her elime aldığımda parmaklarımın   adını yazmasını izlerken gözlerime dolan yaşların soyadın olduğunu   bilemedin. Karanlık kâbuslardan uyanınca baktığım her yerde olduğunu,   gelip dudaklarınla alnımın ortasındaki çizgileri yok etmeni istediğimi   kimse söyleyemedi sana. Sana her baktığımda gözlerini kapadın, her   konuştuğumda kulaklarını tıkadın. Susmamı söylemedin belki ama,  dinlemedin.
Sesinde huzur bulduğumu hiç hissetmedin. Konuştun da yüzüme bakmadın  sanki, göremedin. Üç maymunu oynamadın belki, çünkü bazen öyle güzel   konuşurdun ki ben susardım, beni susturdun da sen susmadın.
Sen sadece bedenimde gezindin. Beyin hücrelerimde dolaştın.  Anıları tekrar yaşatıp güldürdün, ağlattın. Sanki gelip karşıma oturdun  sonra, anlatmamı istedin. Dinlemeyeceğini bilsem de kıramazdım ki seni,  nasıl yapardım? Belki çarpılırdım… Gülümseyerek benle oynamana izin  verdim. Gülümsemelerin gözyaşına döneceğini söyledim de sadece  gülümsedin.
Şiirlerle girip şarkılarla devam ettim seni anlatmaya. Çaresizliğimi  iliklerime kadar hissetsem de ağıtlar yakmadın ardından, benim için  ölemezdin. Ağıta sürmedim öncelerde dilimi, yılmadım, herkese anlattım,  sen duymadın.
Dudaklarımı terk edip kulaklarıma tırmandın, öpemedim seni,  mırıldanarak buharlaştın. Sesin her alçalıp yükseldiğinde değişiyordu  kalbimdeki ritim. Sen güldüğünde… Kalbim?!   Vücudumun her yerinde  gezinsen de hiç çıkmadın oradan, kanıma bulaştırdın dokunuşunu. O günden  sonra kalbim hep senin aşkını pompaladı, dilim hep seni sayıkladı.
Sen büyüdün, kalbim kadar oldun, kalbim oldun. Taşıp mideme ulaştın…  Sevginle doldurdun orayı, düşüncelerimle, düşüncelerinle iştahımı  kapattın. Seni sarmak isteyen kollarımı hep kendi bedenime doladım, seni  orda hissetmeye çalıştım. Üşüdüğümde ellerimi sürttüm kollarıma, sana  sarılamadım. Yine de ısındım, sen yoksun diye yandım, alev aldım. Sadece  ben yanarken baktın bana, acıdın belki… Bakışınla canlandım sen tam da  küllerimi savuracakken, elimi uzattım.
Dokunamadım. Yine de seni  hissettim.
Kanımda yüze yüze parmaklarıma ulaştın. Kalem oldun, adını yazdırdın.  Kağıda bakarken gözlerini görmek istercesine ıslanan gözlerimden  ayaklarımın önüne düşen damla oldun. Üstüne basmadan geçtim oradan, ama  sen… Sen benim üstüme bastın! Yine ayağa kalktım, yine senin için, yine   karanlıktaydım. Nerede olduğunu bilmeden ben hep sana doğru yürüdüm.   Seni sana anlattım hep, kulaklarını tıkadın adamım. Gerçeğin tersine   siyah pamuklar vardı sanki kulağında, siyahtılar biliyordum. Beni senden  uzaklaştıran her şey siyahtı, karanlık gibi… Seninkilerin tersine benim  gözlerim de siyahtı. Ama sesim berraktı, yine de… Sen beni hiç   duymadın.
Belki de duyamayan bendim? Senin dışındaki herkesi dinleme gereği  bile duymadım. Sense hiç susmadın… Haykırmaya başladın içimde, şarkılar  söyledin, bazen sensizliğe olan küfürlerime katıldın nedenini bilmeden,  kahkaha attın. Ben de sana cılız sesimle eşlik ettim, yaptığımız ortak  bir şey olsun istedim. Ama sen şarkının sözlerini değiştirdin,  çaresizliğimden, sensizliğimden söz ettin. Tıkandım, itiraz edemedim.  Müziğin rengi değişti, gökyüzünün rengi değişti, her şey karanlığa  gömülürken sen hep parladın.
Karanlığa çekilme sırası bana geldiğinde içinde dolaştığın  bedenime baktım, ellerim siyahtı, her yerim siyahtı. Karanlık üstüme  çökmüştü bu kez, yüzüm karardı. Normalde bakmazken, karanlıktayken beni  görmen bile mümkün değildi. Ben sanki görünmezdim, sense ışık kaynağı  gibiydin. Beni görmeni nasıl bekleyebilirdim? Sen beni fark etmesen de  ben hep seni izledim, hareketlerini ezberledim. Arkanı dönüp aydınlığa  adımını attın. “Dur…” diye mırıldandım, fısıldadım, bağırdım! Sen yine   duymadın. Bense sana doymadım…
Bir gün gelecek, ben geleceğim, bu kez kaçamayacaksın, sen de  geleceksin. İçimdeki sen’i yürüteceğim kendime doğru, yine de içimden  atmayacağım onu. Karşında duracağım. İşte o zaman, bak bana adamım, duy  beni… Ben de sana gözlerimle değil, yüreğinin yaslandığı yüreğimle  bakacağım. İçimdeki seni öldüreceğim, kanıma boğacağım. Bu sefer  şarkılarımı değil, ağıtlarımı yansıtacağım…
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Velev ki!....
Aşk…
Bir kalbi defalarca viran etmekten başka ne işe yarıyordu ki?..
Bir bakmışsın, mutluluktan havalara uçuyorsun, yere göğe  sığamıyorsun; bir bakmışsın, acıların en derinini yaşıyor, cehennem  ateşi ile kavruluyorsun..
Bazen gözyaşlarının durağı oluyor senin için, bazen de mutlulukların havalimanı..
En sonunda öyle bir yara alıyorsun ki.. Hayata karşı sertleşiyorsun,  dış dünyayla arana adeta bir kalkan örüyorsun. Taşlaşıyorsun..
Birine derdini anlatmayı istiyorsun, acın karşısında kelimeler kifayetsiz kalıyor, susuyorsun..
En sonunda kimseyle konuşmak, görüşmek istemiyorsun..
Gerçek yüzünü saklıyor, bir maske kullanıyorsun acımasız hayata karşı..
Sorulara katlanamıyorsun.. Birisi sana “İyi misin?” diye sorduğunda  “İyiyim” diyorsun. Lakin bir sen biliyorsun gerçek senin nasıl olduğunu,  bir de yukarıdaki her şeyi bilen, duyan, gören..
Hayata tutunmaya çalışıyorsun, tüm gücünle..
En sonunda işe yaramıyor, vazgeçiyorsun..
Hayatı akışına bırakıyorsun; daha çabuk yoruluyor, daha çabuk sıkılıyorsun..
Kalbini kapatmış, mantığı ile yaşayan duygusuzlardan oluyorsun. Hırpalanıyorsun..
En sonunda pes edip aşka tövbe ediyorsun. Bu sefer de şaşırıyorsun; kalbinin aşka nasıl bu kadar çabuk kabuk bağlayabildiğine..
Bambaşka biri olup çıkıyorsun..
İyileştiğini sanırken büsbütün yaralanıyorsun. Hem de hiçbir neden yokken..
Delirdiğini düşünüyorsun.. Aslında aklen hiç olmadığın kadar sağlamsındır. Parçalanan tek şey ruhundur fakat anlamazsın..
Dış dünyada mutluluk oyunları oynarken, kendi içinde mütemadiyen ağlıyorsundur..
“Hayat bu,” diyorsun;
‘Acımasız’
En sonunda ölmek istiyorsun.. Sürekli bir şeyler mâni oluyor.   Düşündüğünle kalıyorsun. Deniyorsun… Korktuğun için başaramıyorsun.   Denediğinle kalıyorsun…
Hayata lanetler yağdırıyorsun.
Ne çare…
*Aşktan yara alan bir insanın yaşamı bir süre böyle geçer işte. Kırık, dökük, virane..  Sonradan sonraya anlar hakikati.
Aşksız dönmüyor bu dünya!
Bazıları için çok geç olur, bazıları için ise tam vakti.
1 note · View note
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Sahipsiz Satırlar
 Nedir bugünü farklı kılan? Güneş doğmadı mı sabah, yoksa hala dünü mü yaşıyorsun sen? Bedenin bugüne çoktan hazır. Ya sen, sen nerdesin peki? Zaman dursun mu istiyorsun, hâlâ uyanamamışsın anlaşılan. Haydi kalk! At ölü toprağını üstünden. Kıyısından, köşesinden tutma.   Sahiplen bağrına bas senin olmayan hayatı. Sadece kalk, gün yüzüne çıksın bütün karanlıkların. Bak yine su gibi aktı zaman. Sana derken ben uyuyakaldım, haydi o zaman birlikte kalkalım ve inadına boşverelim dünyayı, inadına yaşayalım SAHİPSİZ HAYATLARI..
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Kayıplarda Yüreğim...
Sayamadığım kadar uzun zamandır yoksun yanımda. Sayamadığım kadar uzun  zaman da yanımdaydın oysa. İki farklı meçhul zamanın arasında gidip  gelmelerdeyim.
Bir anda dalıvermiştin hayatımın içine. Yabancısı  olduğum bu ülke insanlarından ne denli de farklıydın, benden biriydin ,  bizden biriydin sanki. Ailem İran’daydı.. Türkiye’ye Amerika’da okuduğum  okul sonrasında bilgisayar ile ilgili bir proje için üç aylığına  gelmiştim. İran’da ailemi bırakıp sana geliyormuşum meğer nereden  bilirdim. Okulu bitirdikten sonra Amerika’da kazandığım burs için gitme  hazırlıkları yaptığım sırada projesinde çalıştığım firmaya seminer  vermeye geldiğin gün tanıştık seninle.
Anlatmaktan  yorulmayan  bitmez tükenmez bir enerji deposuydun sanki. Keskin zekan,  espri yeteneğin büyülemişti beni. Güzelliğinin farkına bile varamamıştım  o büyülenmişlik sırasında. Seminer üç gündü ama ben hiç bitmesin   istiyordum, fark etmeni istiyordum beni, o iki gece boyunca seni nasıl   etkilerim diye oturup sorular hazırlıyordum sana sormak için. Ancak   üçüncü gün fark ettin beni, geri çevirmedin, kahve teklifimi. Nasıl   heyecanlıydım ve sen nasıl parıldıyordun, sönük kalıyordu yanında her   şey. Aşkı tatmamışım daha önce, yalan gelirdi dostlarımın söyledikleri, o  ilk görüşte vurulmalar akıldan çıkmayan her an. Kendimi kandırmışım   bunca zaman.
Sanırım senin bunca fark edilir olman ve   benimse senin yanında silik kalmam etkiledi seni, bir anaç tavır vardı   her halinde. Boşanmıştın iki yaşında bir kızın vardı. Nasıl sana layık   olamadığını düşündüm o adamın, senin gibi bir hazineyi bulup kaybetmek   hangi aptalın yapabileceği bir iş olabilirdi ki?
- Bitti işte, dedin.
-Her  halimi her yaptığımı sorgulayan bir adamla yaşamayı sürdüremezdim.   Taşıyamadı beni, anlayamadı neler hissettiğimi. Ben ona göre günlük   yaşayan bir kadındım. Oysa babam daha otuz iki yaşındayken ölmüştü, bunu  biliyordu. Annem, kız kardeşim ve ben ayakta kalmayı başardık. Zaten   ayakta kalamayacağız diye bir endişemiz yoktu. Babam öldüğünde ben   sekiz, kardeşim beş ve annem otuz bir yaşındaydı.“Günlük Yaşam” nedir   bilmedim, ailenin büyüğü gibi hissettim daha o yaşta kendimi. Evde babam  hiçbir zaman ağlayarak anılmazdı. Babam olsa nasıl davranmamız   gerektiği bilinciyle büyüdüm, bildim elimde olanlarla yetinmeyi. Yaşamın  her anından mutluluk duymak gerektiğini öğretti yaşam bana.
Çünkü  mutsuzluğu ve belki de o yaşta tadılacak en büyük mutsuzluğu tatmıştım.  Söz vermiştim kendime, hiçbir zorluğun beni yenemeyeceğine ve hayata hep  sıkı sarılacağıma dair. Yaşadığım her anın tadına varacağıma dair de.  Eski eşime ne zaman bir takım zorluklarla karşılaşsa “aşabilirsin”  dediğimde o beni ilgisizlik ve hayatı ciddiye almadığımla yargılar  olmuştu. Kızımız doğduğunda durum değişir gibi olmuştu. Bana karşı daha  anlayışla yaklaşıyordu. Zor bir doğumdu benimkisi, ilgimin büyük bir  kısmı kızıma yönelmişti. Ortak noktamız sadece kızımızdı o dönemlerde.
Fakat  çok geçmeden benzer sorunlar kendini gösterdi.Eskisi gibi yine neşe  dolu hayatı dolu   yaşamak isteyen ve her anından zevk alan bir tip  olmuştum. O yine sorumluluk duygusunun kendini boğmasına izin veren ve  hatta bu uğurda hayatın ne denli güzel olacağını göremeyecek kadar da  kör. Neyse sonunda bitti işte, dedin.
Bunların hiçbirini neredeyse nefes almadan anlatmıştın.
Her  gün, hatta her gece görüşür olmuştuk, 2 yaşında bir kızın vardı, dünya  güzeli bir kız. Amerika’daki okul burs için cevap istediğinde belki de  hayatımın ilk çılgın kararını veriyordum daha 25 yaşındaydım her şey   yabancıydı burada bana, ama  27 yaşında iki yaşında bir kız çocuk sahibi  senin için gitmedim Amerika’ya. İyi ki de gitmemişim.
Hayat  bu kadar mı güzel olabilirdi, şimdiye kadar neden fark etmemiştim? Her  şey seninle güzelleşti her şey seninle anlamlandı. Kısa bir süre sonra  aynı evde yaşamaya başladık.
Kızın kızımdı. Uçuk bir anneydin.  Normalde bir anne kızı mama sandalyesinde ket çap döküyorsa oraya  buraya, ya elinden ket çapı alır, ya da siler değil mi? Sen kızımızla  ket çap savaşı yapardın. Her şeyi ama her şeyi oyuna çevirirdin. Sadece  kızımızın annesi değildin benim de annemdin sen. Çok güzel olmandan,  aşktan, tutkudan bahsetmiyorum. Sen bütünüyle bir şefkat ve sevgi  yumağıydın. Tamamen yabancısı olduğum bu ülkede kaybolup gitmemem için  tek dayanağımdın. Her şeyimdin benim. Üstüme titrerdin, kendimden ve  belki de dünyada değer verdiğim tüm insanlardan çok üstüne titrerdim.
Dört  yıl boyunca aynı evi paylaştıktan sonra evlendik, değişen hiçbir şey  yoktu, sadece artık yasalar önünde de karımdın ve hala delice bir  tutkuyla seviyordum seni. Bunca zaman boyunca tek bir günümüz bile  konuşmadan, telefonlaşmadan veya e-mail atmadan geçmedi.
Aldığın  nefesleri bile hissederdim. İki ayrı vücutta tek bir beden olmak nedir  bilir mi insanlar, işte biz öyleydik. Candın içimde ötesi yoktu. Senin  olmaman mümkün değildi. Hayat durabilirdi, savaş çıkabilirdi ama  sensizlik hiçlikti. Seninle vardım, seninle nefes alırdım.
Evliliğimizin  ilk yarısını doldurduğumuz dönemlerde çalışma tempon gittikçe artmıştı,  giderek eve daha geç gelir olmuştun. Her geldiğin gün biraz daha  şikayet eder bir halin vardı, sıkça baş ağrısı şikayetlerinden söz  ediyordun. Kaç kere doktora gitmen gerektiğini söylesem de “kötüye bir  şey olmaz” derdin. 32 yaşında hayatı bu kadar güzel yaşayan ve   hisleriyle hissettikleriyle  çevresindekilere hayatı bu kadar güzel   yaşatan başka bir insan var mıydı acaba?
Bir akşam  yemeğe gittik, yine eğlenceli bir akşamdı ama senin pek tadın yoktu. Eve   geldik, duş alacağım dedin, sonra uzandın ve “başım ağrıyor” dedin.   “çok çalışıyorsun” dedim. Sonra bana boş gözlerle bakmaya başladın,   “hadi şaka yapma lütfen” dedim, ama bana bakmıyordun ve şaka da   yapmıyordun. Derhal hastaneye götürdüm seni. Doktorlar anlayamadı önce   beyin kanaması dediler, anlayamıyordum ne dediklerini kendi aralarında   konuşuyorlarmış gibiydi sanki, sonra bana dönüp biraz daha analize ve   tetkike ihtiyacımız var dediler, hiçbir cevap veremiyordum, sadece bir   boşluk kafamın tümünü kaplamıştı, annen, kız kardeşin ve iş   arkadaşlarımızla yetmiş kişi belki kapının önündeydik, herkes korkunç   bir sessizlik içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonra doktorlar   geldi ve derhal ameliyata alınman gerektiğini söylediler, izin verdim   ama bir başkası konuşuyordu sanki ağzımdan çıkan kelimeleri sanki ben de  başkaları gibi dinliyordum uyuşmuş  ve sanki ağır çekime alınmış   filmler gibi  hareket ediyordum. Konuşmalar da sanki o şekilde idi.
Saatler yıllar kadar uzundu bekleyişimiz on altı saat sürmüş ve doktor   ameliyathaneden yere bakarak çıktı. Anevrizma dediler , birinci damarı   tutmuşlar ikinci patlamış, beyne otuz dakika kan gitmemiş. Bekleyelim   dediler, yetmiş iki saat sonra sonucu anlayabiliriz ancak. Ne kadar çok umutlandık, ne dualar okuduk, “bizi duy” diye ne kadar yalvardık.   Olmadı. Beyin ölümün gerçekleşti. Senin elin sıcak uyuyor gibi   duruyorsun ama... Kalbini, karaciğerini ve böbreğini almak istediler.   Senin de isteyeceğini düşündüm ve kabul ettim. O güzel kalbinin başka   bir insanda yaşayacağını düşündüm ve kabul ettim.
Candın bende. Ötesi yoktu.
Ölüm  ilanlarını okumayı severdin. O küçük ilanlardan insanların hayatlarına  dair ipuçları yakalamaya çalışırdın. Yağmurlu bir gündü, soğuktu çok, tam toprağa konacağın sırada güneş çıktı, sen gömülüp üstün örtülene   kadar da ısıttı seni. Biliyor musun iki yaşından beri dondurma aldığın   dondurmacı amca da gelmiş yaşlı gözlerle izledi töreni.
İki  gün sonra birinci yıl dönümün ve ben bir yıldır her gün seni düşünerek  yatıyor ve her sabah seni düşünerek uyanıyorum. Yangın yerindeyim,   giderken ardında koca bir yangın bıraktın, beden dağ gibi sanki yan yan tükenmiyor. Bazen ne kadar güçlüyüm diyorum bunca acıya rağmen nasıl   ölmüyorum, nasıl?
Candın ya bu bedende, seni yaşatmak için yaşıyorum, yaşamak buna denirse...
2 notes · View notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Melekler Ağlar mı?
İçimin  inatla susmaya başlamasına,tepki vermekten yorulduğumu farkettiğimde,  artık çok şeyin geride kaldığını bilmek üzücü.Susmaya meyilli görüntümün  ardından gelebilecek, avaz avaz çığlıkların dışarı çıkmasını engellemek   güç.Biliyorum bir başlarsa durmayacak, ve biliyorum, bir başlarsam,   sesim kısılana, katılana dek bağıracağım.
Sus diyorum sus...O bana inat dışarı fırlamaya dünden razı.Bir savaş veriyormuşcasına bastırmaya çalıştığım bütün çığlıklarım, isyan ediyor adeta.
Bağır diyor! Susma!!...
Bırak bütün mikropların arınsın.Bir şekilde atmalısın dışarıya ki, nefes alabilesin.
Nefessiz kalmak ac��...
Nefesi alırken ciğerlerinin parçalanırcasına yırtılışı fena...
Onca susuşlara rağmen hala söyleyeceklerimin olması ne tuhaf...
Kendinden kaçabilir mi insan?(Yapabilmeyi isterdim)
Kendinden  kaçmayı başarabilmek demek, bütün olumsuz düşüncelerden, seslerden,   içimin kendiyle olan anlamsız çatışmalarından da, kurtulmak demek  aslında.
Başarabilir miyim’i denemek zor şimdi...
Kendimden kaçarken, aslında kaçtıklarımı arkamda bırakmayı istediğimi   farkediyorum.Hepsi geride kalsın istiyorum, yüküm hafiflesin.Hafiflesin diyorum, çünkü; bunun ağırlığını taşıyacak güce sahip değilim. (henüz)
Yüreğim  bu aralar hırçın, tepkili, isyankar, kırılgan bir o kadar   da.Kırılacağını bile bile üzerine gitmek bir şeylerin,olmasa da   oldurmaya zorlamak, bir yüz, bir ses, bir dokunuş;bunlar beynini   kemirmeye başladıysa, bütünüyle sıyırıyorsun.Hepsini bir araya   getirdiğindeyse, çıldırmaya ramak kalmış demek oluyor.
Bu kadar suskunluğa kim dayanabilir ?
Sustukların  içinde büyüyüp, bir de üstüne üstlük, yüzüne kusarcasına geri   tepiyorsa, sen hala bununla savaşıyor buluyorsan kendini; ne demeli   bilmem ki sana?
Yenilgilerin  içinden sapasağlam çıkmak, akla mantığa sığmayan bir boşvermişliğin  içine savrulmak, kendimi avutabilirim diye yalanlar uydurmak çabasız  kalacaksa, farkına varmalısın ki; yenilen taraf sadece kendi yönün  değil.Sen ne kadar yeniliyorsan, bilmelisin ki, yeniyorsun da aslında.  Bunu susarak ya da konuşarak beceriyor insan. Sen susmayı, karşı taraf  konuşmayı tercih ediyor. Sen sustukça, o kazandığını düşünüyor.
Düşünsün...
Bırak  yenen tarafa geçtiğini sansın. Oysa yenen de, yenilen de bir ortak   sorun,kandırmaca. Sorundan da ziyade kendini bir nevi rahatlatma çabası.  Fark ettim ki; yaşadığı heyecanlarını kaybeden insan susuyor aslında. Konuşmaya mecali bile kalmıyor çoğu zaman,dudaklarına kilit vuruyor,   kendini saklıyor tüm sevgilerden, yüzlerden...
Omuzları  düşüyor en başta, o görüntüye bürünüveriyorsun, şekil alıyorsun  farkında bile olmadan. Ve sırtında, kambur misali taşıyorsun bunu.  Ufacık kalıyorsun, korunmaya muhtaç gibi, sevilmeye aç gibi, bitkin,  inançlarını kaybetmiş gibi...
Sen  ağlamaktan bahsederken, o kendi hıçkırıklarının içinde boğuluyor belki  de. İsyan ediyor düne, şimdiye geçişi çok zor oluyor. Defalarca  kırılıyor, düşüyor, yeniden doğruluyor. Bunu yaparken bütün kemikleri  ayrılıyor sanki teninden.
İçi  öfke doluyor, ya da nefret... Kötü olabilmeyi nasıl da arzuluyor,bunu başarabilmeyi. Darbe üstüne darbe aldıkça, nefret duyguları da   kamçılanıyor. Öfke beynini yiyip bitiriyor. Sonra, zamanla düşünemez   oluyorsun, mantığın seni çoktan terketmiş.
Peki ya duyguların? Gerçek anlamda ne hissediyorsun? İçinde neleri yaşayıp sonra bastırıyorsun.
Onlar çoktan ölmüş diyorsun değil mi? Ölüler zaten konuşamaz...
Bak  ne de güzel hallediveriyorsun her şeyi. Bürünmek istediğin ruh haline bürünüveriyorsun. Güçlüyüm’ü oynamak zor olsa da, yüzüne bir tebessüm   kondururuyorsun. Her yeni güne, yüzünde ayrı bir maskeyle uyanıyorsun.   Gülümseyeceksin, sevecen olacaksın. Sinirli mi? Asla değilim! Hep şirin görüneceksin. Üzüntülü müsün? Hiç de değil, nereden çıkardın şimdi   bunu...
Uygulamak basit aslında. Karşı tarafa ''ben iyiyim'' mesajı vereceksin. Sürekli bunu tekrarlayacaksın.
Sonuç mu? Mükemmel olmasa da inandırıcı. Yani sanırım...
Zor  değilmiş gördün mü? Ölüsün ya sen, hislerin yok, buna hakkın da yok,   sevmeye, sevilmeye zaman hiç yok. Sadece bekleyeceksin. Yaşadığın her   acının, döktüğün gözyaşının, bir bedeli olması gerektiğine   inanabilirsen, bekleyeceksin hesaplaşacağın günü. Bunu da kimseye   güvenmemekle, bağlanmamakla ve kimseyi sevmemekle başaracaksın.
Terapi gibi aslında düşünsene;
Güvenmek yok, bağlanmak yok, sevmek mi? O asla yok!!
İşte sana yaşatılan ne varsa hepsiyle hesaplaştın. Ruhunu serbest bırakma vakti...
İyileşeceksin...
İyileşeceksin,
Sen iyisin!!!...
Yazıdan şöyle bir sonuç çıkarırsak;
Bir meleğin kanadını koparırsanız uçamaz. Sırtında izlerini taşır sadece. Uçamazsa özgür de olamaz...
Siz;  bir meleği öldürürsünüz farkına bile varmadan. ''O'' kopan kanatlarına  bakıp gözyaşı döker. Çünkü melekleri üzmüşsünüzdür. Üzülen her melek, gökyüzünde birer yıldız olur.
Siz  hiç yıldıza dönüşen meleklere bakıp dilek tuttunuz mu? Hani gün geceye  dönüp, gökyüzü onlarla kaplıyken, ay ışığı gözlerinizi alırken;  kaybettiğiniz meleğinizi ararken buldunuz mu kendinizi...
Bilmiyorsunuz değil mi? Bilmeyeceksiniz de zaten, çünkü kaybettiklerinizi hiçbir dilek geri vermez size.
O  melek susar ya; aslında yıldız olup düşer yeryüzüne. Gökyüzünde yerini  alana dek sırasını bekler. Siz meleklerin kanadını koparırsınız inatla,  onlar yapıştırmaya uğraşır her defasında. Siz bıkmadan onları üzersiniz,  o da yılmadan kendini onarmaya çalışır.
Bu böyle gelmiş, böyle de gider...
Günahsızdır melekler, masumdur. Yanlış insanlara inanır ve severler. Tek suçu budur...
0 notes
sislikaranliklar-blog · 6 years ago
Text
Geçen Zamana
Ey sevgili bu da geçer!
           Gördüğüm her  şeyde okuduğum her yazıda dinlediğim her şarkıda ve karşılaştığım her  insanda mutlaka bir senlik ararım. İşte tam benlik bir vaziyet.
Beni tanımak istiyorsam yazılarımda iz süreceksin. Ürkek bir serçe bazen, yırtıcı bir aslan bazen, şaşkın bir ceylan bazen…
           Her gözyaşımda “Bu da geçer” deyişin bir ok gibi kalbimdedir. Her kahrımda “Bu da geçer” ifaden bir kıymık gibi beynimdedir. Aşkımıza ne kadar da uygundu bu ifade… “Bu da geçer ya hu” diye…  Hüzne gark olduğum anlar aklıma geldi. Sana, can suyuma, bir somun   ekmek gibi bandığım saatler aklıma geldi. Sen geldin aklıma, baştan   ayağa sen… “Bu da geçer” de o zaman. İstediğin kadar de, milyon kere, milyar kere de… Sen geçmezsin bilirim.
İlk ne zaman söyledin hatırlıyor musun? Parmağına bir diken batmıştı irice, kanamıştı ve ben ağlamıştım senin yerine. “Üzülme, bu da geçer” demiştin saçlarımı okşayarak. Ne manaya isabet ettiğini anlayamamıştım.  Oysa yanımdaydın ve bunun farkında değildim. Kanama durdu, sen yok   oldun ve ben ağlamadım bir daha… Söz üzerine düşeni yapmıştı. “Aşkım” demiştim bir defasında hani, daha sözümü bitirmeden “bu da geçer” demiştin. Mutlusun şimdi!
Ey sevgili bu da geçer
“Bu da geçer ya hu…” diye bir ibare gelip oturdu dilime… Sen geldin aklıma… Daha demin yine sendin zihnimi meşgul eden. Her şey akıyor inan. Su gibi hem de… Zaman,  insan, eşya, vesaire… İnanmazsan aynaya bak. Dünkü sen misin bakan? Dün  mutluyduk hani, bugüne nasılız diye dön bir bak! Evet, her şey akıyor  ağan bir yıldız gibi hem… Aşklar, sevdalar, gönüller… Ben sana akmıştım  hep, meylim sanaydı, istikametim, kıblem… Ne haldeyim, viraneyim,  harabeyim şimdi. Bu da geçti sahiden. Mutlu olduğum kareler sadece  anılarda kaldı. Bir soluk resimdir mazi masamda… Bakıp bakıp ağlarım.
Gülüyordum,  uçurttuğun güvercinlere bakarken. Gözlerimde bütün çocukların gülüşü  saklıydı. Sonra durdun bir an ve dönüp bana şunu söyledin mutluluğun tam  ortasındayken: “Bu da geçer ya hu” diye… Anlayamamıştım ömrümü kemiren yokluğunu… Sen ne de bilmiştin   öyle, ne de sufi takılıyordun öyle... Hani yakışmıyor da değildi sana…   Gülüyorum o an ki halime… Sahiden bu da geçti… Âşıktım sana,   farkındaydın bunun. Önemsemiyordun ya da bana öyle geliyordu. Ve her   sana açıldığımda bir yelkenli gibi, “Bu da geçer” diyordun. Oysa AŞK geçip gitmek bilmiyordu bir türlü… Acısı diğer   acılara benzemiyordu. Karanlığı diğer karanlıkların üstünde bir   karanlıktı. Ve kanaması içten içeydi. Ve ben karanlık gibi acı acı   kanıyordum yokluğunda…
Ey sevgili bu da geçer
Ağladığımda  ve güldüğümde, yalnızlığımda ve kalabalığımda, senliliğimde ve   sensizliğimde hep söylediğin hiç eksik etmediğin ibareydi: “Bu da geçer yahu…” İşte sevgili eserin ortada... Bir yıkık adam, hali duman… Bir viran   yürek, köhnemiş bir eşya, pörsümüş bir beyin ve artık bir aşk kalıntısı…  Dudaklarım acıyı içmekte, gözlerim karayı seçmekte, beynim hüzünle   beslenmekte, kalbim sensizliğe çarpmakta… İşte anatomim, bir yalnızın   anatomisi…
“Bu da geçer” diyordun ya, delip de geçiyor sahiden yıkıp ta geçiyor. Esip de geçiyor, talan edip de geçiyor.
“Bu da geçer” diyordun 24 saat. Saatler uzardı sensizliğinde… Yıla tekabül ederdi.
Ben “Aşk” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Aşkım boynuma takılan bir künye oldu ahir zamana değin.   Mecnun’un mahalle arkadaşı oldu adım. Namım aldı başını gitti hikâyeler diyarına…
Ben “Sevda” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. İlk kara sevdaya tutulan ben oldum yine. Sen uğruna yandım ve kül olup bittim.
Ben “Gözyaşı” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Oysa gözyaşlarımda ne fırtınalar ne dalgalar ortaya çıkardı, yüreğim talan olurdu.
Ve ben “Ömrüm” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Ve sana inat ömrümü ömründe yok ediyordum. Ağır ağır sende ölüyordum…
Etim kemiğim “bu da geçer” oldu.
Ruhum sana inkılâp ededurdu.
           Ruhum sende durdu.
0 notes