Text
Susuyorum...
Bir seher vakti arkandan bakarcasına, söyleyemediklerimi suskunluğumla anlatıp eğiyorum başımı.. Bir el uzatımı kadar yakınımda olduğun günler geliyor aklıma. Gözlerinde bulduğum gülümsemeni bir unutabilsem ah çıksa aklımdan her sözün. Güzel yüreğin kadar yüreklenebilsem, hasretimi yazsam dağlara, en onulmazından bir sevda titretse dağların taşdan bedenini. Kuyuya atılmış bir yusuf kadar çaresizim şimdi. Bir seher vakti Züleyha nın arkasından yırttığı gömlek kadar anlamlı.Gözlerim ötelerde.. Gül sancısı çeken yüreklerin yaşadığı ülkeleri arıyor ruhum. Sevgili bırakma ellerimi, gökyüzünde yıldızlar kadar yalnızım şimdi. Ayın güneşe tutulması gibi bir hal seziyorum içerimde. Ilık rüzgarlar vuruyor köpükten gövdeme sarsılıyorum. Kıtalar ötesinden seslenişin çınlıyor kulaklarımda, ruhunu rüzgara verdiğin günden beri ,her samyeli esişinde senin kokunu duyuyorum.
Bazen bir hıçkırık saplanıyor sol yanıma, sende hissediyorsundur aynı sancıyı, güle hasret bir yüreğin tomurcuk sancısı bunlar.. Gözlerinin kahverenginden alıyorum cesaretimi.. Ve sensiz yaşıyorum şimdilerde. Sen varmışsın gibi. Belki sana hasretim her şeyi gölgeliyor ama olsun. Kor bir alevin kıvılcımları ne kadar acıtabili, yanmış bir sineyi. Ve gözlerimi kapatığımda gözlerin geliyor aklıma. Bazen uykusuz bir gece de, bazen de rüyalarda rastlıyorum sana.. Heyhat sevgili sensiz bir saniyem dahi geçmiyor. İçimde kopan fırtınalara yelken yapıyorum bedenimi derin bir ah çekişten sonra ..
Susuyorum
Yüreğini güllere verdiğin günden beri peşindeyim. İçini titreten her şeyde yanında olabilsem keşke.. Bir rüzgarın esişiyle kararan gözlerin şimdilerde ürkek bir ceylanın ki gibi yalnız ve kahverengi.. Sevgili yanındayım, yarenin olmak, derdinle dertlenme, halinle halleşmek istiyorum. Sevgililer yurduna hasret yüreğin ne kadar sızlıyordur şimdilerde. Belki uzaktasın ama hissediyorum yürek sancılarını. Her gece masum bir bebek gibi uyuduğunda, sesin titrediğinde, sensizliği yudumluyorum biraz daha. Sana hasret bir yürek taşıyorum sol tarafımda. Sana meftun bir ruh. Araya mesafeler girdiği günden beri, hazanın savurduğu yüreklerimiz ne kadar da buğulu şimdi. Kışın kendini hisettirdiği şu günlerde daha da kapanıyor, soluyorum. Soğuğun kemiklere işlediği mekanlar etki etmiyor bana. Sevgili içimde yanan kor alevler hangi kışın soğuğuna siper olur, kaç hazan bekleyeceğim daha kapında. Bir gece ceylanlar iniyor yüreğime, bir gece bir mum alevi gibi savuruyor ruhumu. Sana saklı bahçemde ki en güzel gülleri yetiştiriyorum. Senden gelen bir tebessümün anlattığını kim anlatabilir. Ahirim ayağıda batan her diken yüreğimi kanatır, senden esen rüzgarlar yol verir yelkenlerime sen ki hasret sen ki vuslat sen ki her şeysin. Ülkeler ötesinden varlığını bildiren yalancı meczuplara müjde niyetine hırkamı değil, tüm varlığımı verirdim. Yarim, yarenim, yoldaşım sen hep iyi ol, ben hep yanındayım.. Bilki seni üzen her şey, yüreğimi kanatıyor.. Her üzüldüğünde içime kapanıyor ve
Susuyorum...
0 notes
Text
Yanlızlığın Ardından
Yalnızlık oldukça karanlık bir kavramdır. Çünkü yalnızlık insanın onu nasıl yaşadığına bağlıdır.
Yalnızlık bazen huzurdur insan için, bazense hüzün. Bazen korkudur, korktuğudur, kaçtığıdır. Bazense insanın kendi kendini arayışıdır tüm hayatı boyunca.
Yalnızlık öğretir insana bilmediklerini, başka insana nasıl muhtaç olduğunu, çünkü insan sosyal bir varlıktır ve istese de kopamaz diğer insanlardan, muhtaçtır onlara. Nedeni de basittir, yaşamı değerli kılan şey onu paylaşabilmektir.
İnsan yalnız kalmak istemez çoğunlukla, çünkü yalnızlık rahatsız eder insanı, çünkü insanın kendini yarım hissetmesine neden olur yalnızlık. Ne mutluluğu tam olur, ne de hüznü. Çünkü paylaşamaz bunların hiçbirini ve paylaşamayınca da hiçbir şeyin anlamı kalmaz. Güzeliği güzel yapan onu paylaşabildiğimiz kişilerin olmasıdır.
Kimi zamansa insan kendi kendine teslim olur yalnızlığa, çünkü tek çıkış yolu yalnızlık gibi görünür. Belki başkalarına kızdığı için, belki başkalarından kaçtığı, korktuğu veya onlardan bıktığı için, belki de sadece huzur bulabilmek için, ancak sebep ne olursa olsun bazen yalnızlığı seçer insan. Çünkü, pek sevilmese de, her ne kadar insanlar yalnız kalmak istemeseler de, bazen insanın tek sığınağıdır yalnızlık. Belki de bunun nedeni insanın yalnızken aslında kendisini bulmasıdır. Böylecede insan yalnızlığındaki boşluğu kendisi ile doldurur. Ancak yine de, yalnızlığın soğuk kolları her ne kadar ilkin ferahlık verse de insana, zamanla bu ferahlığın yerini dondurucu bir soğuk alır.
Yalnızlık bir çöle benzer belkide. O uçsuz bucaksız kumlar senin için bir şey ifade etmeyen ve senin de onlar için bir şey ifade etmediğin insanlardır. Ancak o çölde bir yerlerde yeşil bir vaha vardır ve o vaha insanın yalnızlığına son verecek olandır. Ancak o vahayı bulmak için önce o çölü aşmak gerekir, çünkü çöl vahayı anlamlı kılandır.
Yalnızlık en büyük acıyı ise, aynaya her baktığında artık kendi yüzünden başka bir yüz göremeyeceğini bildiğinde, en çok sevdiğinin artık olmadığını bile bile yaşamak zorunda kaldığında verir insana. Çünkü yalnızlık insanın mutlu olduğunda gözlerindeki ışığın yansımasını bir başka insanın da gözlerinde görememesidir. Çünkü yalnızlık hüznünü sadece kendinle paylaşabilmendir.
Ancak yine de yalnızların dilinden sadece yalnızlar anlar...
0 notes
Text
Sorma Sakın...
Gidiyor musun diye sorma bana. Gönderen sensin. Ne terk etmeyi istedim seni, ne de daha yaşamadığımız bu aşkın toprağa gömmeyi. Senin kadar öfkeliyim bende senin kadar endişeli... Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana, ama inandıramadım seni. Sen sorgularken beni kafanda ben gözlerinin içine bakiyordum kuşkuyla. Bir tek sözün bağlardı beni sana, oysa sen hep susmanın koynunda...<p> </p>Aşkın içine bir kez girdi mi kuşku teslim alır bedenleri de. Sütten çikmış ak kasık değildim ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza. O dünya ki bazen minicik bir odada bazen kentin ortasıda şekillendi. Nasıl da güzeldi... Zaten varsın diye her şey güzeldi ama sen buna inanmadın. Ah bu sorular. Yaşamak varken sevdayı delice, niye boğarız sorunlarla? Nasıl ikna edebilirdim seni? Ben aşk dedikçe sen dur dedin. Ben seninleyim dedikçe sen hayır dedin. Zaten az konuşan sen olumsuz ne kadar sözcük varsa bulup çıkardın ortaya. Ben bir şey diyemedim.<p> </p>Ne kadar zarar vermişim sana meğer... Nasıl değistirmişim seni. Oysa hiç böyle düşünmemistim. Kimseye zarar vermek istemem ben. Kimseyi olduğundan farklı bir hâle getirmek istemem. Ama öyle oldu işte. Demek ki gitmelerin zamanı şimdi. Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı. Ne sevişmelerimiz kalır aklında ne sevda sözlerimiz. Rahat değilim diyordun ya rahat ol artık. Gülüşlerini saklaman için bir neden kalmadı. Tedirginliginin sebebi de kalktı ortadan...Gidişim yürekten değil, zorunluluktan. Sanma ki bu toy sevdayı baska kimliklere taşırım. Sanma ki benden sakladığın gülüşleri yalancı yüzlerde ararım. Seni de götürürüm yüreğimde. Yokluğunu taşırım. Bulup bulup kaybettim seni. Ne yazik ki toz-duman edemedim kuşkularını, ne yazik ki kalamadın bana. Öpücüğümün kokusu kalacak kapının eşiğinde. Kokladıkça bizi bir yanlişa mahkum ettiğini anlayacaksın.
0 notes
Text
Gözyaşı Yağmurları
Gözyaşı mevsimini duydun mu?
Dağ yamaçlarında doğalaşan ala geyiklerin hüzünlü bakışlarıyla başlar gözyaşı mevsimi. Onun bir iklimi yoktur. Gözyaşı mevsimine herkes kendini hazır hissettiğinde girer. An olur gökyüzü seninle ağlar. Gün olur çiçekler senin için açar. Değişken havası olsa da bu mevsimin herkese hitap eden bir ruhu vardır. Mevsimin en güzel güllerini, kardelenlerini, lalelerini sen kendin yetiştirirsin. Resim yapmak gibi bir duyguya sürükler seni renkler. Beyaz bir sayfada istediğin bir dağ köyü ise anında oluşur her şey. Yok, ben yüksek binaların içinde bahçesi olan küçük bir evde yaşamak istiyorum dersen oda olur. Ressam sensin neyi istiyorsan onu çiz. Kocamış ağaç gövdeleri, semaya yükselen dallarından sarı sonbaharı selamlar. Herkese ayrılık mı hatırlatır bu mevsim? Ben mutluluğu tadıyorum nedense. Kızıl saçlı ağaçlar, rüzgârla raksa kalkmışçasına dans ediyor. Belki bu mevsimde çiçekler yok ama baharda tohumları atılan en güzel meyveler bu mevsimde ortaya çıkar. Gözyaşı mevsiminde ister mutluluğu tadarsın istersen de bütün kinini boşalttıktan sonra bedenini rahatlığın okşayan pamuksu dokunuşlarına bırakırsın. Umutsuzluk bulutları her daim dolaşır gökyüzünde. Sevgisizlik ve umutsuzluk elektrikleri bir araya geldiğinde ayrılık yağmurları yağmaya başlar. Düşen sadece yağmur değildir yeryüzüne.
Bir rahatlamadır bu yağmurlar. İçin boşalır. Negatif duygular yerini sakinleşmeye bırakır. Aslında herkesin gözyaşı mevsimine ihtiyacı vardır. Kimileri bu mevsimi sık sık yaşar. Kimisi ihtiyaç duydukça iklimin rahatlatan havasına uğrar. Yağmurlar yağdıktan sonra coşmaya başlayan bir bahar seli oluşur. Gözyaşları her şeyin anası olan toprakla buluştuğu zaman yeni doğumlar başlar. Neye ihtiyacın varsa söyle toprak anaya onu doğursun senin için. Uzun zamandır gezemediğin kır çiçeklerinin içinde çıplak ayaklarınla dolaş. Yağmur sonrası bedenin biraz üşür ve seni ısıtan umutsuzluk bulutları dağılmaya başlayınca ortaya çıkan kış güneşi olur. Yakıcı ve göz yorucu ışıklarını terk eden güneş, ılık ve nemli rüzgârlar gibi tenini okşayarak merhaba der kalbine. Gözlerini kapatmak istemezsin o an. Pembe, kırmızı, sarı, mor, eflatun, turuncu, beyaz ve gözlerin kadar güzel çiçekler yetiştirir toprak ana sana. Bazen çıkmak istemezsin gözyaşı mevsiminden ama yalnızlık insana mahsus değildir. Arka bahçende saklarsın gözyaşı mevsimini. Kapı komşundan, dostundan hatta bazen kendinden bile saklama ihtiyacı duyarsın.
Bülbülün aşk dolu şiiri büyüler seni. Mecnun çöllere düşmüştür Leyla’sı için. O an aklına düşer, hatırlarsın yaşanmış büyük aşk hikâyelerini. Aslında hepimiz biliriz. Leyla ile Mecnunu biz oluştururuz kafamızda. En büyük aşlar hep uzaklardadır bizim için. Ama yanılıyorsun. En büyük aşklar yüreğimizde ve yanı başımızdadır. Umutlar ve aşkları uzaklara hapsetmekten vazgeçmelisin. Uzaklar gizemli olduğu için güzeldir. Ama en güzel duyguları yine ayrı kaldığımızda özlem duyduğumuz insanlarda ararız. Bu bazen annemiz, bazen kardeşimiz, bazen de bizim için çok değerli olan biri olabilir. Sevgiyi aslında biraz da ayrılıklar besler. Neyse, kısa bir süre sonra gözyaşı mevsiminden çıkarsın ve hayatın acımasız yüzüyle baş başa kalırsın. Peki ya hiç gözyaşı mevsimini yaşamayan var mıdır? Acaba umutsuzluk ve ayrılık yağmurları sonrası toprak ananın hediyesi olan kan kırmızısı gülleri hiç koklayamayan var mıdır? Olabilir. Değil mi? Daha henüz ağlamanın, paylaşmanın ne olduğunu bilmeyen insanlar olabilir. Birileri gösterseydi buraların kapısını onlar da biraz olsun mutlu olabilirlerdi. Bazıları diyor ki ‘böyle insanlara selam bile vermeyeceksin.
Morali bozuksa senin de moralin bozulur boş ver hiç konuşma’ diyorlar. Peki ya aynı durumda sen olsaydın. Ve bir arkadaşın, ‘Ya şimdi bunun morali bozuk. Derdini dinleyip ben de moralimi bozmayayım.’ deyip geçip gitseydi yanından üzülmez miydin? Ben olsam üzülürdüm. Birinin gelip sana destek olması, bir sorunun olduğunda derdini dinlemesi çok güzel. Güzel olan aslında paylaşmak. Gözyaşı mevsimini yaşayan insanlar bu yüzden bu mevsimin bitmesini istemez. Çünkü orada istediği gibi umutsuzluklarını, ayrılıklarını gözyaşlarıyla döküp rahatlayabiliyor. En güzel duygularını hayal ederek yaşayabiliyor. Mevsimin bitmesi ise işin başka bir güzel yanı aslında. Çünkü özlem başlayacak. Özleyeceksin ve o günlerin o rahatlama mevsiminin tekrar gelmesini bekleyeceksin. Özlemek bile çok güzel duygular yaşatacak sana.
İçin kıpır kıpır olacak. Bir mutluluk yaşayacaksın ama insanlara onu anlatamayacaksın. Anlatsan da kelimeler kifayetsiz kalır. Hissetmek daha güzel. Eğer kalbinde yeşermeler biterse gözyaşı mevsimi seni terk eder. Ölü toprağı ne kadar sularsan sula verim alamazsın. İnsan kalbi de öyledir. Sulanmanın yanında sevgi, ilgi, heyecan, mutluluk, aşk, hüzün, hasret, özlem, acı, umutsuzluk, ayrılık, gurbet, sıla hasreti ve yüreğimizi hoplatan yürek atışlarına ihtiyaç duyar. Kalbimiz acıyı da duymalı, mutluluğu da tatmalı. Her ikisini yaşamalı ki mutluluğun da acının da ne anlama geldiğini iyi bilmeli. Kalbimiz bazen yaramaz bir çocuk olur karşı çıkar bize. Laf dinlemez. Uslanmaz, arlanmaz bir kerata olur.
Çayıra salınmış deli danalar gibi nereye koşturacağını bilemez. Kalp krizi geçireceğini sanırsın. Ama bu ilk heyecanların hevesidir. Her şeyden biraz olsun tatmak istersin. Tadarsın ama önemli olan ipin ucunu kaçırmamak. ‘Saldım çayıra Mevla kayıra’ hesabı, önü alınmaz bir çıkmaza sürükler insanı. Dengeyi sağlamayı bilmeli insan. Yıllar geçtikçe bu deli dolu günlere de özlem duyacaksın. Hayat her ne kadar çirkin yüzünü herkesten gizlese de. Köprünün altından akan sular bazen sel bazen berraklık sunacak sana. Önemli olan o köprünün seller sonrası da ayakta kalabilmesi, en kurak mevsimde de kendisine olan ihtiyacı karşılamasıdır. İnsanlar olaylara farklı yaklaşabilir ancak ortak noktada buluşulduğunda çok güzellikler yetişebilir. Şimdi güzel bir hikaye okumaya ne dersin, “Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken şöyle demiş: ‘Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?’ Öğrencilerden biri; ‘Uzaktaki sürüye bakarım.’ demiş. ‘koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir.’ Başka bir öğrenci söz almış ve ‘Hocam’ demiş. ‘İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır.’ Bilge kişi şöyle demiş: “Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona bacım diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi, yoksul mu diye bakmadan bildiğim de anlarım ki, sabah olmuştur. AYDINLIK başlamıştır…” İnsanların birbirine sevgiyle ve hoşgörüyle baktığı bu anlayışı yakaladığımız zaman, dünyayı içine mahkum olduğu karanlıktan çıkarırız eminim. Karanlığa hapsedilen yüreklerimizin aydınlığa kavuşması yine bizim elimizde. Rahmetin, huzurun, rahatlığın, gül kokularının ve nurlu yüzlerin doğduğu günler uzak değil.
Ayrımcılığın yapıldığı, sevginin arka bahçelere gömüldüğü, yetimlerin sahipsiz, sevenlerin sevgisiz bırakıldığı hayatta kim yaşamak ister. Ama insanlar böyle yaşamaya zorlanıyor san ki, gözyaşı mevsimini yaşamak zorlaşıyor. İnsanlar rutin hayatın zaman yutan hızına yetişememekten yakınıyor. Ne kendimize ne de sevdiklerimize zaman ayırabiliyoruz. Bunları da geçtik. Uykumuzda dahi sömürülmenin cehennem ateşini yaşıyoruz. Nasıl yaşadığımızı bilmediğimiz için gözyaşı mevsiminin geldiğini bile fark etmiyoruz. Evet beklenen günler çok uzakta değil. Yüreklerin bir attığı özlemler hayal değil. Sevgiyle beslenen dünya neden hep karanlık sulara yelken açtırılıyor. İnsanlar siyahın rengine bürünen denize düşmekte olan dünyada yaşamaya zorlanıyor.
Hedef karanlık, su karanlık, bakışlar karanlık aydınlıklar siyaha boyanmış. İnsanların elinde ise tek bir umut kalmış. Bir gün! Sadece söylenen bu. Bırakın beni göz yaşlarımla yapayalnız kalayım. Biliyorum bir gün dedikleri gün evet o gün bugün. Yarına hapsetmek istemiyorum umutlarımı. Bugün sevmek istiyorum. Bugün, aşk yaşamaya susamış bedenim. Bugün, hayallerimi gerçekleştirme günü. Bugün, gözyaşı mevsiminin iklimi. Bugün göz yaşlarımı dindirme zamanı. Bugün, seni seviyorum demenin tam sırası. Yarına ertelemeyeceğim sevmelerimi. Gözyaşı mevsimi bugün açıyor güneşlerini, evet senin için açıyor. Gökyüzüne bak, yüzlerce yıldız senin için yakılıyor. Sabah sadece senin için yeni doğumlar yapıyor. Çiçekler senin için en güzel kokularını saçıyor yeryüzüne.
Dağlar sana güzel görünmek için yeşilin bin bir tonuna bürünüyor. Deniz en güzel maviliğin bakışlara hayran bırakan güzelliğini sana sunuyor. Daha kaç tane en güzel varsa bakışlarına sunulmaya devam ediyor. Bazen bakmakta yetmeyecek. Dokunup, o ıslaklığı, sıcaklığı, güzelliği ve mutluluğu hissetmek isteyeceksin. Evet senin en büyük özelliğin zaten bu. Hissetmek. Ruhsuz bedenlerin yapamadığı yetenek. Sevmesini bilmeyenlerin kıskanç gözlerle baktığı güzellik. Sadece sende var bu her şeye denk özellik. Hadi gözyaşı iklimine şimdi. Kimsenin yapamadığını yapmaya. Kinleri, nefretleri, umutsuzlukları, ihanetleri boşaltma mevsimi şimdi. İçindeki kirlilik döküldükçe toprağa, mutluluk güneşleri doğacak yeryüzüne. İçin içine sığmayacak. Mutluluğun ne demek olduğunu o zaman anlayacaksın.
Evet sevgi nerede olursa olsun kendini hissettiriyor. Tabiî ki bunun anlamını bilenler için. Evet sen şanslı bir insansın. Çünkü seviliyor, seviyor ve hâlâ sevgi besliyorsun tıpkı benim gibi. Senin, benim gibi milyonlarca insan var. Ama uyandırılmaları gerekiyor. Sevgi daha fazla kırılmadan, aşk daha fazla maddeleşmeden, umut karşı köye göç etmeden ve içindeki elektrik bitmeden bunu yapmalısın.
Ben hayata hiçbir zaman hoşçakal demedim. Bunu ne dostlarıma, ne sevdiklerime ve ne de şimdi sana söylüyorum. Hepinize birden her zaman dediğim sözü tekrar fısıldıyorum. Merhaba!
5 notes
·
View notes
Text
Günü Hatırlamak
Vicdanlarınızın terazisi olmalı; İyi ile kötüyü tartıp, hatta biraz daha kendinizi zorlayıp iyi olanı bulmayı deneyin. Başınızı yastıga koydunuzda sadece düşünün, düşüncelerinizi uyutmayın sadece, vicdanınızı uyutmayın... Bugün yolda yürürken ' kaç karıncayı ezip geçtim' diye tasalanın mesela, kaç kişiye yalan söyledim, kimleri kandırdım, kimlere iftira attım ! DÜŞÜNÜN LÜTFEN !! Meleklerin yada şeytanların oluşturduğu terazinizi bir defa bile olsa tartmaya çalışın. Her insanın mutlaka fazlasıyla günahı var ama başkalarının günahlarını almayın. Herkesin günahı kendine fazlayken hemde bu devirde, başka insanların günahlarını almak ağır gelir inanın. Ah almak ! Almayın. Yakmayın insanların canlarını üç beş kuruşluk sayfalar için rekabet oluşturmayın. VİCDANINIZI HIRSLARINIZA KURBAN ETMEYİN !
1 note
·
View note
Text
Düşlerde Kaybolmak....
Sahip olduklarımız, sahip olmayı hayal ettiklerimizdir belki de. Sahip olmayı istediğimiz ne varsa onun için çabalarız hayatta. Doğarız, büyüyüp gelişiriz. Büyüdükçe isteklerimiz, sorumluluklarımız da artar. Apayrı bir çaba içerisine gireriz. Aslında bu, kendimizi bulma, yani kişisel bir kimlik oluşturma çabasıdır.
Topluma kendimizi kabul ettirmek için uğraş verirken bir yandan da bireysel düşüncelerimizi harekete geçiririz. Hayal ettiklerimizin peşinden koşmaya başlarız. Kimi zaman hayallerimiz uğruna zifiri karanlıklara korkusuzca dalarız. O karanlıkta aradığımız tek şey aydınlıktır. Çünkü hayallerimizin başlangıcıdır aydınlık, güneşli günler, masmavi gökyüzü…
Kimi zaman da aydınlık sandığımız karanlıklara gireriz. Yağmurun yağışı, gök gürültüsü, fırtınalı havalar hepsi karanlığın başlangıcıdır. Hayalleriniz kör karanlıklarda kaybolur. Benim hayallerim de kayboldu…
Oysa ben güneşli bir günde rengârenk balonlar almıştım. Masmavi gökyüzünün altında balonlarımla denizi selamlıyor, martıların denizin üzerinde özgürce süzülmelerini izliyordum. Ta ki gökyüzünün aniden kapkara bulutlara bürünüp, şiddetli yağmura dönüşmesine kadar… Biraz önce tenimi yakan güneş artık yoktu. Kara bulutlar hâkim olmuştu gökyüzüne. Derken fırtına çıktı, azgın dalgalar şiddetle kayalara vurmaya başladı.
Şaşkınlık içindeydim. Denizin kenarında öylece kalakalmıştım. Bir anda her şey nasıl da tersine dönmüştü. Rengârenk balonlarım, kapkara bulutlara kafa tutuyordu adeta. Fırtına da şiddetini artırmıştı. Ortalık toz duman… Birden aklımda bir şimşek çaktı.
Dedim ki içimden: Bırak o balonu, bırak gitsin… Ona verebileceğin en büyük hediye özgürlüktür. Ve aniden bırakıverdim balonları elimden. Denizin üzerinde tıpkı martılar gibi süzülerek gökyüzüne yükseldiler…
Neden mi bıraktım gökyüzüne o balonları, yani düşlerimi?
Çünkü düşleri özgür olmayanın aklı tutsak kalır…
0 notes
Text
Suçlusun.....
Günlerdir bir suçlu arıyorum.
Seni düşünüyorum. Her gün renk renk umutlarla çevrili buluyorum kendimi. Hayallerimin temasını oluşturuyorsun. Geceleri, rüyalarıma konuk oluyorsun. O rengârenk umutlar bir enkaza dönüşüyor, kararıyor çoğu kez. Ama ben yeniden inşa ediyorum. Belki de sen yeniden yık diye..
Olmuyor, tükeniyorum. Mutlaka bir noktada bitiyorum. Zaten ince bir mum ışığına benzeyen düşlerim, öyle bir zaman oluyor ki sönüyor ansızın. Senin için olan hislerim, senin rüzgârınla dönüşüyor küle. Böyle olmak zorundaymış gibi, defalarca, inatla.. Ancak sen öyle bir yer tutuyorsun ki zihnimde, yine yeni bir hâkimiyet kuruyorsun üzerimde, gülüşünle. Bir yanım seni tanımayı arzuluyor delicesine, diğer yanımsa geride.
Yaptıklarıma inanamıyorum. Hissettiklerime inanamıyorum. Tarifi mümkün olmayan bu şeyi bu kadar basit bir şekilde tariflemeye yanaştığıma inanamıyorum. Biliyor musun, izin vermiyorum ben kalbime. Yasakladım seni. Aklıma veya düşüncelerime aldırmıyorum, kalbime yasakladım ben seni. Yahut öyle zannediyorum..
Beni fark etmediğin her yeni günde planlar kuruyorum. Bakışlarımı kontrol altında tutmaya çalışıyorum, kendimi alıkoymaya seni seyretmekten. Halbuki bunun imkansızlığı aşikar..
İşte şimdi, tam şu anda gözlerin beni görmeden gülüyor, bensiz ışıldıyor ya.. Bir kere daha anlıyorum. Kendimi de seni de anlıyorum. Gözyaşlarımın asla kollarında teselli bulamayacağını anlıyorum.
Evet, ben günlerdir bir suçlu arıyorum. Seni gördüğüm günden beri. Gözlerinle tanıştığım andan beri. Hüznün esiri olmayıp inatla dudaklarında doğan tebessümle karşılaştığımdan beri.
Ve buldum.
Suçlu, gözlerin..
Suçlu, sensin..
0 notes
Text
Yanlışlarla Yaşamak....
Bilinmezlik karanlık bir mahzen. Siyahın her tonu hâkim duvarlara. Ümitsiz kalbinin son çırpınışları yankılanıyor dört bir yanda. İçine çektiğin her nefes yakıyor ciğerlerini. Yaşadığına lanet ederken buluyorsun kendini. Umutsuzluk giysin olmuş sarmış her tarafını. Adım atacak yer yokken sen bilinmezliğe koşuyorsun. Gözyaşların eşlik etmiyor sana artık.
Soluğun kesilir gibi oluyor ve seviniyorsun. Lakin yeniden yandığında ciğerlerin, aynı ifade beliriyor yüzünde, aynı güçsüz ifade.. Doğru olan mücadeleyken tutunamıyorsun. Yalnızlık içine çekiyor seni. Mücadeleden yorgun düştüğün anda bitiyor her şey. Basit bir elveda demeksizin terk ettiklerini düşünmüyorsun bile. Hayallerini ve geçmişin küflü raflarına kaldırdığın ümidini umursamıyorsun.
O anda sadece kendini düşünüyorsun. İçinde bulunduğun durumun zorluğu seni öyle sıkıyor ki yalnızca benliğin ön planda. Bencilsin. Öyle hırslı bir duygu ki bu, bir başka dürtüye yer bırakmıyor, seni ele geçiriyor ve bambaşka bir pencereye sürüklüyor. Hayata farklı gözlerle, farklı hislerle bakıyorsun. Evet bencilsin. Uçurumun başındasın ve kendini kurtaracağın bu pis dünyayı senin için yaşanabilir kılan parıltılı yürekleri bile göremeyecek kadar bencil ve acizsin. Gülümsüyorsun. Karanlık sana öyle cazip geliyor ki geridekileri gerçekten duymuyor gibisin. Ve gülümsemen yeniden hayat buluyor titreyen dudaklarında. Bir adım attığında her şey bitecek. Ve sen de tam bunu istiyorsun. Gözlerinin önüne inen perde bu arzunu süslüyor ve çekici kılıyor sanki. Tereddüt dahi etmiyorsun. Ve sen o adımı atıyorsun.
Öyle bir şey ki bu havayı iliklerinde hissederken zihnin sağlığına kavuşuyor. İçine çektiğin her nefes pişmanlık kokuyor. Göz pınarların öyle utanıyorlar ki yaşarmaya. Gözyaşlarının seni gerçekten terk ettiğini fark ediyorsun, tıpkı sevdiklerini terk ettiğin gibi sebepsizce. Tiz bir çığlık kopuyor boğazından. Gözlerinin önündeki perde aniden çekiliyor ve tüm çıplaklığıyla gerçekler beliriyor karşında. Hayatına hayatlarını bağlamış insanları anımsıyorsun tek tek. Yüzlerini, seslerini, konuşmalarını, gülümsemelerini, birlikte geçirdiğiniz hoş vakitleri. Ve evet yeni bir çığlık. Bu defa kalbinden, kalbindeki acıdan yükseliyor bu feryat. Sen pişmanlığı sahiplenirken söylenecek tek bir şey var.
Evet, sen yanlış yaptın..
0 notes
Text
Yaralı Feryatlar....
“Evet!” kelimesi, nikah masasında söylenen bu kısa kelime, beraberinde ne umutlar ne hayaller ne mutluluklar getirir.. Kim, “Evet!” diye haykırırken, hayat arkadaşını, yoldaşını kaybedeceği günü düşünür ki?..
Herkes acırmış gibi bakıyor bana. Sâhi ben acınacak hâlde miyim? Deli diyorlar bana. Sevmek delilikse; evet, ben bir deliyim.
Bugün yine kokunla uyandım. Gökyüzüne dakikalarca baktım. Arkama döndüğümde ise o güzel gözlerine mesken olmayı diledim. Sana sarılmayı, dokunmayı istedim. Hemde çok istedim. Biliyor musun? Ben boğulurken nefes almayı bile bu kadar çok istememiştim.
Hatırlıyorsundur belki, ben senin bir tebessümüne dayanamaz erirdim. Sen küçük bir buse ile dudaklarımı mühürlerdin. Ben gözlerine bakınca cenneti seyrederdim. Sen kaçırırdın gözlerini, sadece gülümserdin…
Çok özledim. Herşeyini, senli geçen her saniyeyi, seni izlemeyi, tebessümünü, kokunu hatta nefesini bile özledim…
Keşke olsan, bana bağırsan, kızsan, küfürler savursan.
Ama yine de var olsan…
0 notes
Text
Aptal....
Sözüm ona unutmaya çalışıyordun değil mi? Aptal! O zaman niye normal bir günken, duyduğun bir şarkıyla gözlerin doluyor bir anda. Ne? O gün çok mu gergindin, yorulmuş bunalmış mıydın? Yalan işte, yalan! Unutamadın, belki de hiç beceremeyeceksin.
Sana inanmakla hata ettim yine. Unutacak olsan çoktan unuturdun. Onu tekrar görmekten korkman bu yüzden değil mi?
Çuvalladığın bir kez daha tescillenecek. Unutsaydın, bugün gözlerini kapatıp yüzünü hayal edememekten korkmazdın bir an için bile. Unutsaydın, onun olduğu her anı düşünmezdin aylar sonra. Unutsaydın, ellerin titremezdi resminin karşısında. Unutsaydın, hala saçma sapan insanlardan kıskanmazdın onu. Unutsaydın, yanında hayal etmezdin.
Sana azıcık güvenim bile yok artık be kalbim. Aşamayacaksın onu, seni bir kere bile düşünmezken, sen yıllar sonra bile bir sızıyla hatırlayacaksın. Ağladığın geceleri, onu görünce titreyen ellerini, bakışlarınız buluştuğunda kesilen nefesini… En çok da yanındaki kızlarla karşımda duruşunu.
Bedenime hayat pompalamaktan başka bir şey yapmanı istemiyorum artık. Çünkü diğer yaptığın, hayatımı rezil bir hale getiriyor. Aynı organın yaptığı iki şeyin bu denli zıt olması ne kadar tuhaf. Bunun için, artık seni sevmiyorum kalbim.
0 notes
Text
Keşke....
Her şeyi bitirebilecek, her şeyi başlatabilecek, yüreğimin her köşesini alev alev yakabilecek tek bir kelime: keşke..
Kimi zaman masumiyet maskesinin ardına gizlenerek, kimi zaman alelade bir canavar suretinde açık oynayarak ve her seferinde de avucunun içinde kalbimi paramparça edebilecek güce sahip tek bir kelime: keşke..
Bir meltem edasıyla kalbime süzülüp bütün odalarımda hasretin uğultusunu yaratabilecek, sonra bir kasırga olup gözyaşlarımı galeyana getirebilecek tek bir kelime: keşke..
Zihnimi etkisi altına alıp uçurumlara sürükleyebilecek, uzatılan elleri korkuyla çevirmeme sebep olabilecek tek bir kelime: keşke..
Ruhumu tutup yakasından bir karmaşanın içine fırlatabilecek, peşinde getirdiği pişmanlık duygusuyla her zerreme ‘pes ettim.’ diyene kadar işkence edebilecek tek bir kelime: keşke..
Hoş bir melodi olup kulağıma çalınabilecek yahut sözleri yazılmamış bir bestenin karanlık manası olabilecek tek bir kelime: keşke..
‘Keşke’ bilmeseydim tüm bunları diyorum şimdi. Ama biliyorum. Nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumun farkındayım. Keşke’nin bir insanı felakete sürükleyebileceğinin farkındayım. Pişmanlık duygusunun insanın kalbini kemirebildiğinin farkındayım. Çünkü yaşıyorum. Keşke diyorum her gün, her saniye bıkmaksızın. Pişmanlıkla sarıp sarmalıyorum yalnızlığımı. Ama yine de her dildeki karşılığını yazıyorum lügatime keşke’nin. ‘Lazım olur..’ diye düşünüyorum; çünkü ‘keşke’ bir parçam artık benim. Sigara dumanı gibi sinmiş bedenime kokusu. Ne yapsam kurtulamıyorum kalbime dahi pelesenk olmuş bu tek bir kelimeden. Sonra ‘keşke hiçbir şey böyle olmasaydı..’ derken yakalayınca kendimi pes ediyorum. ‘Olmayacak bir işti, keşke kalkışmasaydım’lar geliyor artçı sarsıntılar niteliğinde.
Ve ben bir gün gerçekten pes ediyorum. Biliyorum ki şu an nasıl ‘keşke dünyaya gelmeseymişim’ diyorsam, kanın sıcaklığını bileklerimde hissederken de ‘keşke ölüyor olmasaydım’ diyor olacağım. Çünkü söz konusu bir ‘keşke’yse sizde değildir kontrol, binlerce manadan ibaret o tek bir kelimededir.
0 notes
Text
Görmeyen Gözlerle....
Sen hiç duymadın… Kalemi her elime aldığımda parmaklarımın adını yazmasını izlerken gözlerime dolan yaşların soyadın olduğunu bilemedin. Karanlık kâbuslardan uyanınca baktığım her yerde olduğunu, gelip dudaklarınla alnımın ortasındaki çizgileri yok etmeni istediğimi kimse söyleyemedi sana. Sana her baktığımda gözlerini kapadın, her konuştuğumda kulaklarını tıkadın. Susmamı söylemedin belki ama, dinlemedin.
Sesinde huzur bulduğumu hiç hissetmedin. Konuştun da yüzüme bakmadın sanki, göremedin. Üç maymunu oynamadın belki, çünkü bazen öyle güzel konuşurdun ki ben susardım, beni susturdun da sen susmadın.
Sen sadece bedenimde gezindin. Beyin hücrelerimde dolaştın. Anıları tekrar yaşatıp güldürdün, ağlattın. Sanki gelip karşıma oturdun sonra, anlatmamı istedin. Dinlemeyeceğini bilsem de kıramazdım ki seni, nasıl yapardım? Belki çarpılırdım… Gülümseyerek benle oynamana izin verdim. Gülümsemelerin gözyaşına döneceğini söyledim de sadece gülümsedin.
Şiirlerle girip şarkılarla devam ettim seni anlatmaya. Çaresizliğimi iliklerime kadar hissetsem de ağıtlar yakmadın ardından, benim için ölemezdin. Ağıta sürmedim öncelerde dilimi, yılmadım, herkese anlattım, sen duymadın.
Dudaklarımı terk edip kulaklarıma tırmandın, öpemedim seni, mırıldanarak buharlaştın. Sesin her alçalıp yükseldiğinde değişiyordu kalbimdeki ritim. Sen güldüğünde… Kalbim?! Vücudumun her yerinde gezinsen de hiç çıkmadın oradan, kanıma bulaştırdın dokunuşunu. O günden sonra kalbim hep senin aşkını pompaladı, dilim hep seni sayıkladı.
Sen büyüdün, kalbim kadar oldun, kalbim oldun. Taşıp mideme ulaştın… Sevginle doldurdun orayı, düşüncelerimle, düşüncelerinle iştahımı kapattın. Seni sarmak isteyen kollarımı hep kendi bedenime doladım, seni orda hissetmeye çalıştım. Üşüdüğümde ellerimi sürttüm kollarıma, sana sarılamadım. Yine de ısındım, sen yoksun diye yandım, alev aldım. Sadece ben yanarken baktın bana, acıdın belki… Bakışınla canlandım sen tam da küllerimi savuracakken, elimi uzattım.
Dokunamadım. Yine de seni hissettim.
Kanımda yüze yüze parmaklarıma ulaştın. Kalem oldun, adını yazdırdın. Kağıda bakarken gözlerini görmek istercesine ıslanan gözlerimden ayaklarımın önüne düşen damla oldun. Üstüne basmadan geçtim oradan, ama sen… Sen benim üstüme bastın! Yine ayağa kalktım, yine senin için, yine karanlıktaydım. Nerede olduğunu bilmeden ben hep sana doğru yürüdüm. Seni sana anlattım hep, kulaklarını tıkadın adamım. Gerçeğin tersine siyah pamuklar vardı sanki kulağında, siyahtılar biliyordum. Beni senden uzaklaştıran her şey siyahtı, karanlık gibi… Seninkilerin tersine benim gözlerim de siyahtı. Ama sesim berraktı, yine de… Sen beni hiç duymadın.
Belki de duyamayan bendim? Senin dışındaki herkesi dinleme gereği bile duymadım. Sense hiç susmadın… Haykırmaya başladın içimde, şarkılar söyledin, bazen sensizliğe olan küfürlerime katıldın nedenini bilmeden, kahkaha attın. Ben de sana cılız sesimle eşlik ettim, yaptığımız ortak bir şey olsun istedim. Ama sen şarkının sözlerini değiştirdin, çaresizliğimden, sensizliğimden söz ettin. Tıkandım, itiraz edemedim. Müziğin rengi değişti, gökyüzünün rengi değişti, her şey karanlığa gömülürken sen hep parladın.
Karanlığa çekilme sırası bana geldiğinde içinde dolaştığın bedenime baktım, ellerim siyahtı, her yerim siyahtı. Karanlık üstüme çökmüştü bu kez, yüzüm karardı. Normalde bakmazken, karanlıktayken beni görmen bile mümkün değildi. Ben sanki görünmezdim, sense ışık kaynağı gibiydin. Beni görmeni nasıl bekleyebilirdim? Sen beni fark etmesen de ben hep seni izledim, hareketlerini ezberledim. Arkanı dönüp aydınlığa adımını attın. “Dur…” diye mırıldandım, fısıldadım, bağırdım! Sen yine duymadın. Bense sana doymadım…
Bir gün gelecek, ben geleceğim, bu kez kaçamayacaksın, sen de geleceksin. İçimdeki sen’i yürüteceğim kendime doğru, yine de içimden atmayacağım onu. Karşında duracağım. İşte o zaman, bak bana adamım, duy beni… Ben de sana gözlerimle değil, yüreğinin yaslandığı yüreğimle bakacağım. İçimdeki seni öldüreceğim, kanıma boğacağım. Bu sefer şarkılarımı değil, ağıtlarımı yansıtacağım…
0 notes
Text
Velev ki!....
Aşk…
Bir kalbi defalarca viran etmekten başka ne işe yarıyordu ki?..
Bir bakmışsın, mutluluktan havalara uçuyorsun, yere göğe sığamıyorsun; bir bakmışsın, acıların en derinini yaşıyor, cehennem ateşi ile kavruluyorsun..
Bazen gözyaşlarının durağı oluyor senin için, bazen de mutlulukların havalimanı..
En sonunda öyle bir yara alıyorsun ki.. Hayata karşı sertleşiyorsun, dış dünyayla arana adeta bir kalkan örüyorsun. Taşlaşıyorsun..
Birine derdini anlatmayı istiyorsun, acın karşısında kelimeler kifayetsiz kalıyor, susuyorsun..
En sonunda kimseyle konuşmak, görüşmek istemiyorsun..
Gerçek yüzünü saklıyor, bir maske kullanıyorsun acımasız hayata karşı..
Sorulara katlanamıyorsun.. Birisi sana “İyi misin?” diye sorduğunda “İyiyim” diyorsun. Lakin bir sen biliyorsun gerçek senin nasıl olduğunu, bir de yukarıdaki her şeyi bilen, duyan, gören..
Hayata tutunmaya çalışıyorsun, tüm gücünle..
En sonunda işe yaramıyor, vazgeçiyorsun..
Hayatı akışına bırakıyorsun; daha çabuk yoruluyor, daha çabuk sıkılıyorsun..
Kalbini kapatmış, mantığı ile yaşayan duygusuzlardan oluyorsun. Hırpalanıyorsun..
En sonunda pes edip aşka tövbe ediyorsun. Bu sefer de şaşırıyorsun; kalbinin aşka nasıl bu kadar çabuk kabuk bağlayabildiğine..
Bambaşka biri olup çıkıyorsun..
İyileştiğini sanırken büsbütün yaralanıyorsun. Hem de hiçbir neden yokken..
Delirdiğini düşünüyorsun.. Aslında aklen hiç olmadığın kadar sağlamsındır. Parçalanan tek şey ruhundur fakat anlamazsın..
Dış dünyada mutluluk oyunları oynarken, kendi içinde mütemadiyen ağlıyorsundur..
“Hayat bu,” diyorsun;
‘Acımasız’
En sonunda ölmek istiyorsun.. Sürekli bir şeyler mâni oluyor. Düşündüğünle kalıyorsun. Deniyorsun… Korktuğun için başaramıyorsun. Denediğinle kalıyorsun…
Hayata lanetler yağdırıyorsun.
Ne çare…
*Aşktan yara alan bir insanın yaşamı bir süre böyle geçer işte. Kırık, dökük, virane.. Sonradan sonraya anlar hakikati.
Aşksız dönmüyor bu dünya!
Bazıları için çok geç olur, bazıları için ise tam vakti.
1 note
·
View note
Text
Sahipsiz Satırlar
Nedir bugünü farklı kılan? Güneş doğmadı mı sabah, yoksa hala dünü mü yaşıyorsun sen? Bedenin bugüne çoktan hazır. Ya sen, sen nerdesin peki? Zaman dursun mu istiyorsun, hâlâ uyanamamışsın anlaşılan. Haydi kalk! At ölü toprağını üstünden. Kıyısından, köşesinden tutma. Sahiplen bağrına bas senin olmayan hayatı. Sadece kalk, gün yüzüne çıksın bütün karanlıkların. Bak yine su gibi aktı zaman. Sana derken ben uyuyakaldım, haydi o zaman birlikte kalkalım ve inadına boşverelim dünyayı, inadına yaşayalım SAHİPSİZ HAYATLARI..
0 notes
Text
Kayıplarda Yüreğim...
Sayamadığım kadar uzun zamandır yoksun yanımda. Sayamadığım kadar uzun zaman da yanımdaydın oysa. İki farklı meçhul zamanın arasında gidip gelmelerdeyim.
Bir anda dalıvermiştin hayatımın içine. Yabancısı olduğum bu ülke insanlarından ne denli de farklıydın, benden biriydin , bizden biriydin sanki. Ailem İran’daydı.. Türkiye’ye Amerika’da okuduğum okul sonrasında bilgisayar ile ilgili bir proje için üç aylığına gelmiştim. İran’da ailemi bırakıp sana geliyormuşum meğer nereden bilirdim. Okulu bitirdikten sonra Amerika’da kazandığım burs için gitme hazırlıkları yaptığım sırada projesinde çalıştığım firmaya seminer vermeye geldiğin gün tanıştık seninle.
Anlatmaktan yorulmayan bitmez tükenmez bir enerji deposuydun sanki. Keskin zekan, espri yeteneğin büyülemişti beni. Güzelliğinin farkına bile varamamıştım o büyülenmişlik sırasında. Seminer üç gündü ama ben hiç bitmesin istiyordum, fark etmeni istiyordum beni, o iki gece boyunca seni nasıl etkilerim diye oturup sorular hazırlıyordum sana sormak için. Ancak üçüncü gün fark ettin beni, geri çevirmedin, kahve teklifimi. Nasıl heyecanlıydım ve sen nasıl parıldıyordun, sönük kalıyordu yanında her şey. Aşkı tatmamışım daha önce, yalan gelirdi dostlarımın söyledikleri, o ilk görüşte vurulmalar akıldan çıkmayan her an. Kendimi kandırmışım bunca zaman.
Sanırım senin bunca fark edilir olman ve benimse senin yanında silik kalmam etkiledi seni, bir anaç tavır vardı her halinde. Boşanmıştın iki yaşında bir kızın vardı. Nasıl sana layık olamadığını düşündüm o adamın, senin gibi bir hazineyi bulup kaybetmek hangi aptalın yapabileceği bir iş olabilirdi ki?
- Bitti işte, dedin.
-Her halimi her yaptığımı sorgulayan bir adamla yaşamayı sürdüremezdim. Taşıyamadı beni, anlayamadı neler hissettiğimi. Ben ona göre günlük yaşayan bir kadındım. Oysa babam daha otuz iki yaşındayken ölmüştü, bunu biliyordu. Annem, kız kardeşim ve ben ayakta kalmayı başardık. Zaten ayakta kalamayacağız diye bir endişemiz yoktu. Babam öldüğünde ben sekiz, kardeşim beş ve annem otuz bir yaşındaydı.“Günlük Yaşam” nedir bilmedim, ailenin büyüğü gibi hissettim daha o yaşta kendimi. Evde babam hiçbir zaman ağlayarak anılmazdı. Babam olsa nasıl davranmamız gerektiği bilinciyle büyüdüm, bildim elimde olanlarla yetinmeyi. Yaşamın her anından mutluluk duymak gerektiğini öğretti yaşam bana.
Çünkü mutsuzluğu ve belki de o yaşta tadılacak en büyük mutsuzluğu tatmıştım. Söz vermiştim kendime, hiçbir zorluğun beni yenemeyeceğine ve hayata hep sıkı sarılacağıma dair. Yaşadığım her anın tadına varacağıma dair de. Eski eşime ne zaman bir takım zorluklarla karşılaşsa “aşabilirsin” dediğimde o beni ilgisizlik ve hayatı ciddiye almadığımla yargılar olmuştu. Kızımız doğduğunda durum değişir gibi olmuştu. Bana karşı daha anlayışla yaklaşıyordu. Zor bir doğumdu benimkisi, ilgimin büyük bir kısmı kızıma yönelmişti. Ortak noktamız sadece kızımızdı o dönemlerde.
Fakat çok geçmeden benzer sorunlar kendini gösterdi.Eskisi gibi yine neşe dolu hayatı dolu yaşamak isteyen ve her anından zevk alan bir tip olmuştum. O yine sorumluluk duygusunun kendini boğmasına izin veren ve hatta bu uğurda hayatın ne denli güzel olacağını göremeyecek kadar da kör. Neyse sonunda bitti işte, dedin.
Bunların hiçbirini neredeyse nefes almadan anlatmıştın.
Her gün, hatta her gece görüşür olmuştuk, 2 yaşında bir kızın vardı, dünya güzeli bir kız. Amerika’daki okul burs için cevap istediğinde belki de hayatımın ilk çılgın kararını veriyordum daha 25 yaşındaydım her şey yabancıydı burada bana, ama 27 yaşında iki yaşında bir kız çocuk sahibi senin için gitmedim Amerika’ya. İyi ki de gitmemişim.
Hayat bu kadar mı güzel olabilirdi, şimdiye kadar neden fark etmemiştim? Her şey seninle güzelleşti her şey seninle anlamlandı. Kısa bir süre sonra aynı evde yaşamaya başladık.
Kızın kızımdı. Uçuk bir anneydin. Normalde bir anne kızı mama sandalyesinde ket çap döküyorsa oraya buraya, ya elinden ket çapı alır, ya da siler değil mi? Sen kızımızla ket çap savaşı yapardın. Her şeyi ama her şeyi oyuna çevirirdin. Sadece kızımızın annesi değildin benim de annemdin sen. Çok güzel olmandan, aşktan, tutkudan bahsetmiyorum. Sen bütünüyle bir şefkat ve sevgi yumağıydın. Tamamen yabancısı olduğum bu ülkede kaybolup gitmemem için tek dayanağımdın. Her şeyimdin benim. Üstüme titrerdin, kendimden ve belki de dünyada değer verdiğim tüm insanlardan çok üstüne titrerdim.
Dört yıl boyunca aynı evi paylaştıktan sonra evlendik, değişen hiçbir şey yoktu, sadece artık yasalar önünde de karımdın ve hala delice bir tutkuyla seviyordum seni. Bunca zaman boyunca tek bir günümüz bile konuşmadan, telefonlaşmadan veya e-mail atmadan geçmedi.
Aldığın nefesleri bile hissederdim. İki ayrı vücutta tek bir beden olmak nedir bilir mi insanlar, işte biz öyleydik. Candın içimde ötesi yoktu. Senin olmaman mümkün değildi. Hayat durabilirdi, savaş çıkabilirdi ama sensizlik hiçlikti. Seninle vardım, seninle nefes alırdım.
Evliliğimizin ilk yarısını doldurduğumuz dönemlerde çalışma tempon gittikçe artmıştı, giderek eve daha geç gelir olmuştun. Her geldiğin gün biraz daha şikayet eder bir halin vardı, sıkça baş ağrısı şikayetlerinden söz ediyordun. Kaç kere doktora gitmen gerektiğini söylesem de “kötüye bir şey olmaz” derdin. 32 yaşında hayatı bu kadar güzel yaşayan ve hisleriyle hissettikleriyle çevresindekilere hayatı bu kadar güzel yaşatan başka bir insan var mıydı acaba?
Bir akşam yemeğe gittik, yine eğlenceli bir akşamdı ama senin pek tadın yoktu. Eve geldik, duş alacağım dedin, sonra uzandın ve “başım ağrıyor” dedin. “çok çalışıyorsun” dedim. Sonra bana boş gözlerle bakmaya başladın, “hadi şaka yapma lütfen” dedim, ama bana bakmıyordun ve şaka da yapmıyordun. Derhal hastaneye götürdüm seni. Doktorlar anlayamadı önce beyin kanaması dediler, anlayamıyordum ne dediklerini kendi aralarında konuşuyorlarmış gibiydi sanki, sonra bana dönüp biraz daha analize ve tetkike ihtiyacımız var dediler, hiçbir cevap veremiyordum, sadece bir boşluk kafamın tümünü kaplamıştı, annen, kız kardeşin ve iş arkadaşlarımızla yetmiş kişi belki kapının önündeydik, herkes korkunç bir sessizlik içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sonra doktorlar geldi ve derhal ameliyata alınman gerektiğini söylediler, izin verdim ama bir başkası konuşuyordu sanki ağzımdan çıkan kelimeleri sanki ben de başkaları gibi dinliyordum uyuşmuş ve sanki ağır çekime alınmış filmler gibi hareket ediyordum. Konuşmalar da sanki o şekilde idi.
Saatler yıllar kadar uzundu bekleyişimiz on altı saat sürmüş ve doktor ameliyathaneden yere bakarak çıktı. Anevrizma dediler , birinci damarı tutmuşlar ikinci patlamış, beyne otuz dakika kan gitmemiş. Bekleyelim dediler, yetmiş iki saat sonra sonucu anlayabiliriz ancak. Ne kadar çok umutlandık, ne dualar okuduk, “bizi duy” diye ne kadar yalvardık. Olmadı. Beyin ölümün gerçekleşti. Senin elin sıcak uyuyor gibi duruyorsun ama... Kalbini, karaciğerini ve böbreğini almak istediler. Senin de isteyeceğini düşündüm ve kabul ettim. O güzel kalbinin başka bir insanda yaşayacağını düşündüm ve kabul ettim.
Candın bende. Ötesi yoktu.
Ölüm ilanlarını okumayı severdin. O küçük ilanlardan insanların hayatlarına dair ipuçları yakalamaya çalışırdın. Yağmurlu bir gündü, soğuktu çok, tam toprağa konacağın sırada güneş çıktı, sen gömülüp üstün örtülene kadar da ısıttı seni. Biliyor musun iki yaşından beri dondurma aldığın dondurmacı amca da gelmiş yaşlı gözlerle izledi töreni.
İki gün sonra birinci yıl dönümün ve ben bir yıldır her gün seni düşünerek yatıyor ve her sabah seni düşünerek uyanıyorum. Yangın yerindeyim, giderken ardında koca bir yangın bıraktın, beden dağ gibi sanki yan yan tükenmiyor. Bazen ne kadar güçlüyüm diyorum bunca acıya rağmen nasıl ölmüyorum, nasıl?
Candın ya bu bedende, seni yaşatmak için yaşıyorum, yaşamak buna denirse...
2 notes
·
View notes
Text
Melekler Ağlar mı?
İçimin inatla susmaya başlamasına,tepki vermekten yorulduğumu farkettiğimde, artık çok şeyin geride kaldığını bilmek üzücü.Susmaya meyilli görüntümün ardından gelebilecek, avaz avaz çığlıkların dışarı çıkmasını engellemek güç.Biliyorum bir başlarsa durmayacak, ve biliyorum, bir başlarsam, sesim kısılana, katılana dek bağıracağım.
Sus diyorum sus...O bana inat dışarı fırlamaya dünden razı.Bir savaş veriyormuşcasına bastırmaya çalıştığım bütün çığlıklarım, isyan ediyor adeta.
Bağır diyor! Susma!!...
Bırak bütün mikropların arınsın.Bir şekilde atmalısın dışarıya ki, nefes alabilesin.
Nefessiz kalmak ac��...
Nefesi alırken ciğerlerinin parçalanırcasına yırtılışı fena...
Onca susuşlara rağmen hala söyleyeceklerimin olması ne tuhaf...
Kendinden kaçabilir mi insan?(Yapabilmeyi isterdim)
Kendinden kaçmayı başarabilmek demek, bütün olumsuz düşüncelerden, seslerden, içimin kendiyle olan anlamsız çatışmalarından da, kurtulmak demek aslında.
Başarabilir miyim’i denemek zor şimdi...
Kendimden kaçarken, aslında kaçtıklarımı arkamda bırakmayı istediğimi farkediyorum.Hepsi geride kalsın istiyorum, yüküm hafiflesin.Hafiflesin diyorum, çünkü; bunun ağırlığını taşıyacak güce sahip değilim. (henüz)
Yüreğim bu aralar hırçın, tepkili, isyankar, kırılgan bir o kadar da.Kırılacağını bile bile üzerine gitmek bir şeylerin,olmasa da oldurmaya zorlamak, bir yüz, bir ses, bir dokunuş;bunlar beynini kemirmeye başladıysa, bütünüyle sıyırıyorsun.Hepsini bir araya getirdiğindeyse, çıldırmaya ramak kalmış demek oluyor.
Bu kadar suskunluğa kim dayanabilir ?
Sustukların içinde büyüyüp, bir de üstüne üstlük, yüzüne kusarcasına geri tepiyorsa, sen hala bununla savaşıyor buluyorsan kendini; ne demeli bilmem ki sana?
Yenilgilerin içinden sapasağlam çıkmak, akla mantığa sığmayan bir boşvermişliğin içine savrulmak, kendimi avutabilirim diye yalanlar uydurmak çabasız kalacaksa, farkına varmalısın ki; yenilen taraf sadece kendi yönün değil.Sen ne kadar yeniliyorsan, bilmelisin ki, yeniyorsun da aslında. Bunu susarak ya da konuşarak beceriyor insan. Sen susmayı, karşı taraf konuşmayı tercih ediyor. Sen sustukça, o kazandığını düşünüyor.
Düşünsün...
Bırak yenen tarafa geçtiğini sansın. Oysa yenen de, yenilen de bir ortak sorun,kandırmaca. Sorundan da ziyade kendini bir nevi rahatlatma çabası. Fark ettim ki; yaşadığı heyecanlarını kaybeden insan susuyor aslında. Konuşmaya mecali bile kalmıyor çoğu zaman,dudaklarına kilit vuruyor, kendini saklıyor tüm sevgilerden, yüzlerden...
Omuzları düşüyor en başta, o görüntüye bürünüveriyorsun, şekil alıyorsun farkında bile olmadan. Ve sırtında, kambur misali taşıyorsun bunu. Ufacık kalıyorsun, korunmaya muhtaç gibi, sevilmeye aç gibi, bitkin, inançlarını kaybetmiş gibi...
Sen ağlamaktan bahsederken, o kendi hıçkırıklarının içinde boğuluyor belki de. İsyan ediyor düne, şimdiye geçişi çok zor oluyor. Defalarca kırılıyor, düşüyor, yeniden doğruluyor. Bunu yaparken bütün kemikleri ayrılıyor sanki teninden.
İçi öfke doluyor, ya da nefret... Kötü olabilmeyi nasıl da arzuluyor,bunu başarabilmeyi. Darbe üstüne darbe aldıkça, nefret duyguları da kamçılanıyor. Öfke beynini yiyip bitiriyor. Sonra, zamanla düşünemez oluyorsun, mantığın seni çoktan terketmiş.
Peki ya duyguların? Gerçek anlamda ne hissediyorsun? İçinde neleri yaşayıp sonra bastırıyorsun.
Onlar çoktan ölmüş diyorsun değil mi? Ölüler zaten konuşamaz...
Bak ne de güzel hallediveriyorsun her şeyi. Bürünmek istediğin ruh haline bürünüveriyorsun. Güçlüyüm’ü oynamak zor olsa da, yüzüne bir tebessüm kondururuyorsun. Her yeni güne, yüzünde ayrı bir maskeyle uyanıyorsun. Gülümseyeceksin, sevecen olacaksın. Sinirli mi? Asla değilim! Hep şirin görüneceksin. Üzüntülü müsün? Hiç de değil, nereden çıkardın şimdi bunu...
Uygulamak basit aslında. Karşı tarafa ''ben iyiyim'' mesajı vereceksin. Sürekli bunu tekrarlayacaksın.
Sonuç mu? Mükemmel olmasa da inandırıcı. Yani sanırım...
Zor değilmiş gördün mü? Ölüsün ya sen, hislerin yok, buna hakkın da yok, sevmeye, sevilmeye zaman hiç yok. Sadece bekleyeceksin. Yaşadığın her acının, döktüğün gözyaşının, bir bedeli olması gerektiğine inanabilirsen, bekleyeceksin hesaplaşacağın günü. Bunu da kimseye güvenmemekle, bağlanmamakla ve kimseyi sevmemekle başaracaksın.
Terapi gibi aslında düşünsene;
Güvenmek yok, bağlanmak yok, sevmek mi? O asla yok!!
İşte sana yaşatılan ne varsa hepsiyle hesaplaştın. Ruhunu serbest bırakma vakti...
İyileşeceksin...
İyileşeceksin,
Sen iyisin!!!...
Yazıdan şöyle bir sonuç çıkarırsak;
Bir meleğin kanadını koparırsanız uçamaz. Sırtında izlerini taşır sadece. Uçamazsa özgür de olamaz...
Siz; bir meleği öldürürsünüz farkına bile varmadan. ''O'' kopan kanatlarına bakıp gözyaşı döker. Çünkü melekleri üzmüşsünüzdür. Üzülen her melek, gökyüzünde birer yıldız olur.
Siz hiç yıldıza dönüşen meleklere bakıp dilek tuttunuz mu? Hani gün geceye dönüp, gökyüzü onlarla kaplıyken, ay ışığı gözlerinizi alırken; kaybettiğiniz meleğinizi ararken buldunuz mu kendinizi...
Bilmiyorsunuz değil mi? Bilmeyeceksiniz de zaten, çünkü kaybettiklerinizi hiçbir dilek geri vermez size.
O melek susar ya; aslında yıldız olup düşer yeryüzüne. Gökyüzünde yerini alana dek sırasını bekler. Siz meleklerin kanadını koparırsınız inatla, onlar yapıştırmaya uğraşır her defasında. Siz bıkmadan onları üzersiniz, o da yılmadan kendini onarmaya çalışır.
Bu böyle gelmiş, böyle de gider...
Günahsızdır melekler, masumdur. Yanlış insanlara inanır ve severler. Tek suçu budur...
0 notes
Text
Geçen Zamana
Ey sevgili bu da geçer!
Gördüğüm her şeyde okuduğum her yazıda dinlediğim her şarkıda ve karşılaştığım her insanda mutlaka bir senlik ararım. İşte tam benlik bir vaziyet.
Beni tanımak istiyorsam yazılarımda iz süreceksin. Ürkek bir serçe bazen, yırtıcı bir aslan bazen, şaşkın bir ceylan bazen…
Her gözyaşımda “Bu da geçer” deyişin bir ok gibi kalbimdedir. Her kahrımda “Bu da geçer” ifaden bir kıymık gibi beynimdedir. Aşkımıza ne kadar da uygundu bu ifade… “Bu da geçer ya hu” diye… Hüzne gark olduğum anlar aklıma geldi. Sana, can suyuma, bir somun ekmek gibi bandığım saatler aklıma geldi. Sen geldin aklıma, baştan ayağa sen… “Bu da geçer” de o zaman. İstediğin kadar de, milyon kere, milyar kere de… Sen geçmezsin bilirim.
İlk ne zaman söyledin hatırlıyor musun? Parmağına bir diken batmıştı irice, kanamıştı ve ben ağlamıştım senin yerine. “Üzülme, bu da geçer” demiştin saçlarımı okşayarak. Ne manaya isabet ettiğini anlayamamıştım. Oysa yanımdaydın ve bunun farkında değildim. Kanama durdu, sen yok oldun ve ben ağlamadım bir daha… Söz üzerine düşeni yapmıştı. “Aşkım” demiştim bir defasında hani, daha sözümü bitirmeden “bu da geçer” demiştin. Mutlusun şimdi!
Ey sevgili bu da geçer
“Bu da geçer ya hu…” diye bir ibare gelip oturdu dilime… Sen geldin aklıma… Daha demin yine sendin zihnimi meşgul eden. Her şey akıyor inan. Su gibi hem de… Zaman, insan, eşya, vesaire… İnanmazsan aynaya bak. Dünkü sen misin bakan? Dün mutluyduk hani, bugüne nasılız diye dön bir bak! Evet, her şey akıyor ağan bir yıldız gibi hem… Aşklar, sevdalar, gönüller… Ben sana akmıştım hep, meylim sanaydı, istikametim, kıblem… Ne haldeyim, viraneyim, harabeyim şimdi. Bu da geçti sahiden. Mutlu olduğum kareler sadece anılarda kaldı. Bir soluk resimdir mazi masamda… Bakıp bakıp ağlarım.
Gülüyordum, uçurttuğun güvercinlere bakarken. Gözlerimde bütün çocukların gülüşü saklıydı. Sonra durdun bir an ve dönüp bana şunu söyledin mutluluğun tam ortasındayken: “Bu da geçer ya hu” diye… Anlayamamıştım ömrümü kemiren yokluğunu… Sen ne de bilmiştin öyle, ne de sufi takılıyordun öyle... Hani yakışmıyor da değildi sana… Gülüyorum o an ki halime… Sahiden bu da geçti… Âşıktım sana, farkındaydın bunun. Önemsemiyordun ya da bana öyle geliyordu. Ve her sana açıldığımda bir yelkenli gibi, “Bu da geçer” diyordun. Oysa AŞK geçip gitmek bilmiyordu bir türlü… Acısı diğer acılara benzemiyordu. Karanlığı diğer karanlıkların üstünde bir karanlıktı. Ve kanaması içten içeydi. Ve ben karanlık gibi acı acı kanıyordum yokluğunda…
Ey sevgili bu da geçer
Ağladığımda ve güldüğümde, yalnızlığımda ve kalabalığımda, senliliğimde ve sensizliğimde hep söylediğin hiç eksik etmediğin ibareydi: “Bu da geçer yahu…” İşte sevgili eserin ortada... Bir yıkık adam, hali duman… Bir viran yürek, köhnemiş bir eşya, pörsümüş bir beyin ve artık bir aşk kalıntısı… Dudaklarım acıyı içmekte, gözlerim karayı seçmekte, beynim hüzünle beslenmekte, kalbim sensizliğe çarpmakta… İşte anatomim, bir yalnızın anatomisi…
“Bu da geçer” diyordun ya, delip de geçiyor sahiden yıkıp ta geçiyor. Esip de geçiyor, talan edip de geçiyor.
“Bu da geçer” diyordun 24 saat. Saatler uzardı sensizliğinde… Yıla tekabül ederdi.
Ben “Aşk” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Aşkım boynuma takılan bir künye oldu ahir zamana değin. Mecnun’un mahalle arkadaşı oldu adım. Namım aldı başını gitti hikâyeler diyarına…
Ben “Sevda” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. İlk kara sevdaya tutulan ben oldum yine. Sen uğruna yandım ve kül olup bittim.
Ben “Gözyaşı” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Oysa gözyaşlarımda ne fırtınalar ne dalgalar ortaya çıkardı, yüreğim talan olurdu.
Ve ben “Ömrüm” diyordum sen “Bu da geçer” diyordun. Ve sana inat ömrümü ömründe yok ediyordum. Ağır ağır sende ölüyordum…
Etim kemiğim “bu da geçer” oldu.
Ruhum sana inkılâp ededurdu.
Ruhum sende durdu.
0 notes