Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Karate'de Seviyeler...
Karate yapmaya karar verdiğinizde ilk takacağınız kuşak beyazkuşaktır ama hedefiniz siyahkuşak olmaktır. Seviyeler belli bir kuşak ve kyu sistemi dahilinde ilerler. Sporcular karateye beyaz kuşaktan başlar ve sırasıyla sarı, turuncu, yeşil, mavi, kahverengi, 3. kyu, 2. kyu, 1. kyu ve siyah kuşağa yükselirler. Siyah kuşak karatede öğrenciler için en yüksek seviyedir. Genelde insanların size ilk soracağı sorulardan biri de "Siyah kuşağın var mı?" sorusudur. Siyah kuşak almak aslında sanıldığı kadar kolay değildir, uzun bir mücadele süreci ve çok sabırlı olmayı gerektirir. Karate, Japon savaş sanatıdır. Kelime anlamı "Silahsız elin sanatı" diye çevrilmektedir. Milattan önce 2000-3000 yıllarına dayanan bir tarihi vardır. Günümüzdeki modern şeklini, 20. yüzyılın başlarında Japonya'daki Okinawa adasında yaşamış olan Gichin Funakoshi'den almıştır. Karatenin dünyada yaygınlaşması ise İkinci Dünya Savaşı sonrasına dayanir. Amerikan ordusu işgal sırasında karatenin kendilerine karşı kullanılması ihtimalini düşünerek bu savaş sanatının bir savunma sporuna dönüştürülmesini istemiştir. Karate giysilerine karate-gi, öğrencilerine ise karate-ka denmektedir. Antrenmanlar genel olarak Kihon, Kata ve Kumite olmak üzere 3 kısımdan oluşur. Kihon karatedeki temel tekniklerin parça parça çalışılması, kumite; antrenmanda yapılan dövüş alıştırması, kata ise sıraları önceden belli olan çe��itli tekniklerin uygulandığı karatenin sonraki nesillere aktarılması için oluşturulmuş alıştırmalardır. Karatede derecelenme kuşaklarla belirlenir. Bu kuşaklar beyaz ile başlar ve deneyim kazandıkça siyaha doğru devam eder. Renkli kuşaklar öğrenci seviyelerini; siyah kuşah kuşak ise ustalık seviyesini belirtir. Beyaz kuşak karateye başladığımız kuşaktır, sonrasında sırayla sarı, turuncu, yeşil, mavi, kahverengi ve siyah kuşak alınır. Kahverengi kuşak 3 seviyeden oluşur.Öğrenci seviyeleri "Kyu" ile ifade edilir, 8. Kyu'dan başlayıp 1.Kyu'ya kadar devam eder ve sonrasında ustalık seviyesi olan "Dan"lık derecesine geçilir. Danlar ise 1. Dan'dan başlayıp 10. Dan'a kadar devam eder. Yani karatede tüm Danlar siyah kuşak takar ve karatede en yüksek derece 10. Dandir. Kyu seviyelerinde 4 ayın sonunda bir üst seviyeye geçilebilir. Bunun için 4 ayın sonunda yapılan sınavda başarılı olunması gereklidir. Siyah kuşak almak için yaklaşık 4 yıl gibi bir zaman gerekmektedir. Bu süreçte sınavlarda başarılı olunduğu takdirde Dan, yani usta olunur ve siyah kuşak alınır. Read the full article
0 notes
Text
Fenerbahçe Boks Şubesinin Yeni Sorumlusu Birol Topuz Oldu
Fenerbahçe Boks şubesinin yeni sorumlusu sarı-lacivertlilerin eski milli boksörü Birol Topuz oldu.
Sarı-lacivertlilerde Boks şubesinin yeni sorumluluğuna eski milli boksörü Birol Topuz'un getirildiği duyurularak, "Birol Topuz'a yeni görevinde sonsuz başarılar diliyor, kulübümüze ve boks şubemize hayırlı olmasını temenni ediyoruz." denildi. Kulüpten yapılan açıklamada, Mert Öztemel'le yolların ayrıldığı belirtilerek, "Kulübümüze hizmetleri için kendisine teşekkür ediyor, kariyerinin geri kalanında başarılar diliyoruz." denildi. Yeni şube sorumlusu Birol Topuz ise sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Beni bu göreve layik gören Fenerbahce Spor Kulübü Başkanımız Sayın Ali Koç ve yönetimine teşekkür eder, kendi adıma ve camiamız adına hayırlı olmasını dilerim." dedi. Read the full article
0 notes
Text
SİYAHKUŞAK Web'den Şehit Ömer Halisdemir'in Kabrine Ziyaret...
SİYAHKUŞAK Web.'den 15 Temmuz darbe girişiminin seyrini değiştiren Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir’in kabrine ziyaret! Bugüne kadar ziyaretci akınına uğrayan ve her gün yüzlerce kişinin ziyaret ettiği şehidimizi yazarımız Fatih İNCE'de ziyaret ederek dualar okudu.
Darbe kalkışmasının olduğu 15 Temmuz gecesi, Özel Kuvvetler Komutanlığında görevliyken karargâhı ele geçirmek için yanında 20 kadar askerle komutanlığa gelen cuntacı General Semih Terzi’yi kendi komutanı Zekai Aksakallı’nın emri ile vuran ve daha sonra 30 kurşunla şehit edilen Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir’in kabrini yaklaşık 3 milyon kişinin ziyaret etti. SİYAHKUŞAK Web. yazarı Fatih İNCE, 15 Temmuz gecesi ilk kurşunu sıkan Niğdeli kahraman şehit Ömer Halisdemir’i Bor ilçesine bağlı Çukurkuyu Kasabasındaki mezarına ziyaret yaparak manevi atmosfere tanık oldu. Yazarımız İNCE, tüm okurlarımız adına dua edip "Fatiha" okudu. Yazarımız, "Rahmetli Ömer Halisdemir başçavuşumuza minnet borcumuz var. Orası şehidimizin cennete acılan kapısı, kabiri ve atmosferi beni çok etkiledi." dedi. Türkiye’ye darbe yapmak isteyen FETÖ mensuplarının kalkışmasına 15 Temmuz gecesi Niğdeli kahraman şehit Ömer Halisdemir, müsade etmedi ve ülkemiz üzerine kurulan tuzaklara adeta dur dedi. Şehit Halisdemir, vatan için, bayrak için kendini kurşunların önüne attı ve canını siper etti. Mekanı cennet olsun, nur içinde yat kahraman.
Read the full article
0 notes
Text
Once Upon a Time in Hollywood'ta Mike Moh, Bruce Lee'ye hayat verecek!
Usta yönetmen Quentin Tarantino, Once Upon a Time in Hollywood adlı projesinde Bruce Lee’nin de hikayesinin geçeceğini ve uygun aktörü aradığını duyurması heyecana tavan yaptırmıştı! Bakın o rölü kim kesecek? Vizyon tarihi 23 Ağustos 2019 olarak belirlenen Once Upon A Time In Hollywood'un çekimler devam ederken filmin yönetmeni Quentin Tarantino, projede Bruce Lee'yi canlandıracak oyuncuyu açıkladı! Yepyeni bir proje olarak beyaz perdeye yansıyacak filmde, Street Fighter Assassin's Fist adlı yarı profesyonel dizide Ryu'ya hayat veren Mike Moh, Bruce Lee'ye hayat verecek! Usta yönetmen Quentin Tarantino, Once Upon a Time in Hollywood adlı projesi ile daha şimdiden herkes tarafından konuşulurken filmde Bruce Lee’nin de hikayesinin geçeceğini ve uygun aktörü aradığını duyurması heyecana tavan yaptırmıştı. Bruce Lee karakteri için Mike Moh’un rol kesecek olması birazda süpriz oldu! Oyuncu, ABC ve Marvel ortaklığıyla geliştirilen vasat bir dizide boy gösterdi ve bu proje ile küçük bir kitle tarafından tanınır hale geldi. Pekii, Once Upon A Time In Hollywood'ta kimler oynuyor; Leonardo DiCaprio, Brad Pitt, Margot Robbie vs. Eklenen Bruce Lee karakteri Mike Moh! ABD yapımı film, 1969 yazında Los Angeles'de geçerken hit bir dizide oynamış bir erkek TV aktörünün film sektörüne girmeye çalışması anlatılıyor. Aktörün yakın arkadaşı, aynı zamanda da dublörü de aynı şeyi amaçlamaktadır. Filmde geri planda korkunç bir cinayet ise hikayeye destek veriyor. Read the full article
0 notes
Text
Karate'de 1. ve 2. Kademe Antrenör kursu Eylül'de...
Türkiye Karate Federasyonu, Karate Antrenör kursu Eylül ayında düzenlenecek... Bartın ilinde 12-23 Eylül 2018 tarihleri arasında 1. Kademe ve 10-25 Eylül 2018 tarihleri arasında 2. Kademe Antrenör kursu düzenlenecektir. KADEME KURSU YERİ TARİHİ 1. KADEME ANTRENÖR KURSU BARTIN 12 - 23 EYLÜL 2018 2. KADEME ANTRENÖR KURSU BARTIN 10 - 25 EYLÜL 2018 Katılım şartları ve bilgi: Read the full article
0 notes
Text
Avrupada Başlayan Yeni Bir Sisteme Entegre Olmak
Spor yönetimi, sporun içerisinde harmanlanmış kişiler üzerinde yürüdüğü sürece hem sağlıklı olarak yürüyor, hemde çok sağlıklı görünen ketum bir yapı meydana getirebiliyor. Wushu Spor dalı ile ilgili sevgili hocamız ve ilk uluslararası hakemimiz Ali Rıza Gözlüklüoğlu ile uzun yıllar önce yaptığımız sohbetlerde belirtiği görüş ve wushu üzerine düşünceleri bugün aslında bir bir gerçekleşti dersek çok da abartmış olmayız. Asya ülkeleri penceresinden bakarak wushu’nun dünü ve bugününü yorumlayan sayın Gözlüklüoğlu hocamız, Avrupa’nın ve Türkiye’nin gidişinin ortak yollarını hedef kitle ve sporun temel evrensel değerler ölçeğinden çok, bölgesel ölçeklerde yürütülmeye ve bireysel yönetimlerin çokda sağlıklı yapılar oluşturmayacağını, dün bugün şaşalı görünseler de, kısa sürede çıkmaz yolun sonunu göreceklerini belirttiğinde ben o zaman bu görüşüne çok da ihtimal vermediğimi söylemeliyim. Ancak gelinen noktada, 'Avrupa ve Türkiye ölçeğinde çıkmaz sokağın sonu görüldü!' gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz aşikar. Asya kıtasınıda tam manası ile bilmemekle birlikte ayrı bir kutup gibi amatör ve profesyonel çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Asya ve Afrika kıtası wushu sporunu çeşitlendirerek ve geleneksel ile moderni ayrı ayrı ve sekronize bir şekilde günümüz şartlarına uygun hale getiriyor. Bu çeşitlilik den edindiğimiz izlenim, tabanda farklı ve bir o kadarda heyecanla takip edilerek ümitvari çalışmalara ışık oluyor.

Hedef de ise olimpiyat oyunları var. Aynı durum Avrupa kıtasında maalesef görünmüyor! Tek düzen hükümran ve despotik yapısıyla gelişime kapalı olduğu gibi geleceğe de ümit vermiyor. Bu durumda da spor kulüpleri farklı dallara kayarak kendilerine yeni yaşam alanları oluşturmaya, farklı sistemleri deneyerek yolarına devam etme yolunu seçmişlerdir. Asya ve Afrika kıta federasyonları amatör ve profesyonel organizasyonlar ile geleneksel sistemler sistematik bir yapıya kavuşturarak çeşitlilik ve alternatifler ortaya koyarak gelişimi gün geçtikçe artırarak devam ediyor. Avrupa’da yaptığımız görüşmelerde ülke federasyonlarında ki hakim yapı tamamen bireysel ve kişilerin hemegonyasında yürümekte, kulüpleri ikincil plana atarak yönetimlerin demokrasi adı altında federasyonu kulüp mantığı ile yürütme yönünde sergiledikleri tutum nedeni ile bir çok kulüp faaliyetlere katılmamaktalar. Tabanda var olan potonsiyel federasyonda kendini gösteremiyor, buna Almanya, Rusya, İngiltere ve Türkiye örneğini rahatlıkla verebilirim. Gücü eline geçiren yönetim paylaşmak yerine; “Benim dediğim dışında yaşam hakkı vermiyor!” Bu durumda bu ülkelerde Wushu-Kugfu’nun gelişmesi yerine gerilemekte, zaruret (millilik ve atama) dışında ki, katılımlar olmamaktadır. Sayısal katılımlara bakıldığında ise özellikle Türkiye’de wushu-kungfu kökeni sıfırlanmak üzere olduğu çok açık ve alenen görülmektedir. Bahsi geçen İngiltere’de, Rusya’da, Almanya’da, Fransa'da aynen bir birine paralel gitmektedir, ne gariptir ki, her biri kendi ekseni etrafında bir diğerini olumsuz göstererek yaşamlarını sürdürmeye devam ederken, bir araya gelerek güç birliği yapmamaktadırlar. Ülke antrenörleri ile bire bir görüştüğümüz için bu ülke örneklerini net olarak verebiliyorum. Türkiyede Wushu-kugfu, 1999 dan 2004 yılına kadar Karate ve Judo Federasyonu süreci, 2004-2006 yılları Mücadele Sporları Federasyonu süreci, ve 2006-2009 Wushu Federasyonu süreci, özerklik ile 2009-2010 süreci ve dönemi wushu da gelişim ve algı yönetim süreçleri , wushu sporunda hep üst üste koyarak giden ve her geçen gün daha da büyüyerek gelişen bir süreçler olarak karşımıza çıkmaktadır. 2010-2012 duraklama dönemi, özelikle 2011 yılında yapılan 11. Dünya Wushu Şampiyonası sonrası zirveye ulaşma 5 final oynama ve Taolu da ilk altın madalya ile sanki misyonunu tamamlayan yönetim bu süreçten sonra duraklama ve zirveye çıkmanın sonucu süreci yönetememe durumuna geçmesi nedeni ile hukuksal hataların cezasının kesilmesi sonrasında 2012 de, federasyon değişiminden sonra göreve gelen Sayın Mehmet Zeki Akıncı’nın yönetim biçimi önce ötekileştirme ile başladı, içeriden ses çıkaranları sürecin dışına itmesi ve akabinde yukarıda izah ettiğimiz gelişim süreçlerini tam tersi bir şekilde işleterek geri döndürme yönünde olağan üstü çabası sayesinde bu gün gelinen nokta 1990 lı yıllardaki dönemleri anımsatmaktadır. Spordan anlamayan, bir başkanın iş adamı olsa da yönetim zaafiyeti göstererek spor branşını bitirme ve İstanbul gibi bir ilde faaliyet yapılmayacak, yapılsa da hakem bulamayarak İstanbul dışından hakem getirerek yarım kalan faaliyeti tamamlanacak noktaya kadar getirmesi bunun çok açık örneği değil mi? Wush-Kungfu, Asya, Afrika ve Amerika kıtasında ne kadar gelişerek büyümekte ise, dünyanın lokomotifi Avrupa’da bir o kadar gerilemekte, tıpkı Anadolu’nun bir çok ilinde antrenörlerimizin özverisi ile ayakta kalamaya çalışan Wushu branşı, Türkiye’de lokomotif il olan İstanbul’da bir o kadar da sona gelmiş durumdadır. Bu sürecin bu noktaya gelmesinde, başta bu yazıyı kaleme alan, Kemal Yolcu olmak üzere, 2012 de Mehmet Zeki Akıncıyı Federasyon Başkanı seçerek bu sürece katkı sağladığımız gerçeğini de unutmadan, diyorum ki, Wushu Kungfu Federasyon Başkanı Mehmet Zeki Akıncı , bize göre tüm bu olumsuzluklara rağmen istifa etmeyeceğine, resmi federasyon ile kavga olmayacağına göre, Avrupa’da başlayan yeni bir sistem ve yönetim arayışına kulüp olarak destek verecek ve sisteme-organizasyona entegre olarak faaliyetlere devam edeceğiz. Read the full article
0 notes
Text
Karadeniz ve Hazar Ülkeleri Karate Şampiyonası Ordu'da,
Karadeniz ve Hazar Ülkeleri Karate Şampiyonası 31 Ağustos - 2 Eylül 2018 tarihlerinde Ordu/Fatsa'da düzenlenecek. Federasyonumuzun 2018 yılı faaliyet programında yer alan Karadeniz ve Hazar Ülkeleri Karate Şampiyonası 31 Ağustos - 2 Eylül 2018 tarihlerinde Fatsa 75. Yıl Spor Salonunda düzenlenecektir. Read the full article
0 notes
Text
SİYAHKUŞAK Web'den Şehit Ömer Halisdemir'in Kabrine Ziyaret...
SİYAHKUŞAK Web.'den 15 Temmuz darbe girişiminin seyrini değiştiren Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir’in kabrine ziyaret! Bugüne kadar ziyaretci akınına uğrayan ve her gün yüzlerce kişinin ziyaret ettiği şehidimizi yazarımız Fatih İNCE'de ziyaret ederek dualar okudu.
Darbe kalkışmasının olduğu 15 Temmuz gecesi, Özel Kuvvetler Komutanlığında görevliyken karargâhı ele geçirmek için yanında 20 kadar askerle komutanlığa gelen cuntacı General Semih Terzi’yi kendi komutanı Zekai Aksakallı’nın emri ile vuran ve daha sonra 30 kurşunla şehit edilen Şehit Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir’in kabrini yaklaşık 3 milyon kişinin ziyaret etti. SİYAHKUŞAK Web. yazarı Fatih İNCE, 15 Temmuz gecesi ilk kurşunu sıkan Niğdeli kahraman şehit Ömer Halisdemir’i Bor ilçesine bağlı Çukurkuyu Kasabasındaki mezarına ziyaret yaparak manevi atmosfere tanık oldu. Yazarımız İNCE, tüm okurlarımız adına dua edip "Fatiha" okudu. Yazarımız, "Rahmetli Ömer Halisdemir başçavuşumuza minnet borcumuz var. Orası şehidimizin cennete acılan kapısı, kabiri ve atmosferi beni çok etkiledi." dedi. Türkiye’ye darbe yapmak isteyen FETÖ mensuplarının kalkışmasına 15 Temmuz gecesi Niğdeli kahraman şehit Ömer Halisdemir, müsade etmedi ve ülkemiz üzerine kurulan tuzaklara adeta dur dedi. Şehit Halisdemir, vatan için, bayrak için kendini kurşunların önüne attı ve canını siper etti. Mekanı cennet olsun, nur içinde yat kahraman.
Read the full article
0 notes
Text
Avrupada Başlayan Yeni Bir Sisteme Entegre Olmak
Spor yönetimi, sporun içerisinde harmanlanmış kişiler üzerinde yürüdüğü sürece hem sağlıklı olarak yürüyor, hemde çok sağlıklı görünen ketum bir yapı meydana getirebiliyor. Wushu Spor dalı ile ilgili sevgili hocamız ve ilk uluslararası hakemimiz Ali Rıza Gözlüklüoğlu ile uzun yıllar önce yaptığımız sohbetlerde belirtiği görüş ve wushu üzerine düşünceleri bugün aslında bir bir gerçekleşti dersek çok da abartmış olmayız. Asya ülkeleri penceresinden bakarak wushu’nun dünü ve bugününü yorumlayan sayın Gözlüklüoğlu hocamız, Avrupa’nın ve Türkiye’nin gidişinin ortak yollarını hedef kitle ve sporun temel evrensel değerler ölçeğinden çok, bölgesel ölçeklerde yürütülmeye ve bireysel yönetimlerin çokda sağlıklı yapılar oluşturmayacağını, dün bugün şaşalı görünseler de, kısa sürede çıkmaz yolun sonunu göreceklerini belirttiğinde ben o zaman bu görüşüne çok da ihtimal vermediğimi söylemeliyim. Ancak gelinen noktada, 'Avrupa ve Türkiye ölçeğinde çıkmaz sokağın sonu görüldü!' gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz aşikar. Asya kıtasınıda tam manası ile bilmemekle birlikte ayrı bir kutup gibi amatör ve profesyonel çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Asya ve Afrika kıtası wushu sporunu çeşitlendirerek ve geleneksel ile moderni ayrı ayrı ve sekronize bir şekilde günümüz şartlarına uygun hale getiriyor. Bu çeşitlilik den edindiğimiz izlenim, tabanda farklı ve bir o kadarda heyecanla takip edilerek ümitvari çalışmalara ışık oluyor.

Hedef de ise olimpiyat oyunları var. Aynı durum Avrupa kıtasında maalesef görünmüyor! Tek düzen hükümran ve despotik yapısıyla gelişime kapalı olduğu gibi geleceğe de ümit vermiyor. Bu durumda da spor kulüpleri farklı dallara kayarak kendilerine yeni yaşam alanları oluşturmaya, farklı sistemleri deneyerek yolarına devam etme yolunu seçmişlerdir. Asya ve Afrika kıta federasyonları amatör ve profesyonel organizasyonlar ile geleneksel sistemler sistematik bir yapıya kavuşturarak çeşitlilik ve alternatifler ortaya koyarak gelişimi gün geçtikçe artırarak devam ediyor. Avrupa’da yaptığımız görüşmelerde ülke federasyonlarında ki hakim yapı tamamen bireysel ve kişilerin hemegonyasında yürümekte, kulüpleri ikincil plana atarak yönetimlerin demokrasi adı altında federasyonu kulüp mantığı ile yürütme yönünde sergiledikleri tutum nedeni ile bir çok kulüp faaliyetlere katılmamaktalar. Tabanda var olan potonsiyel federasyonda kendini gösteremiyor, buna Almanya, Rusya, İngiltere ve Türkiye örneğini rahatlıkla verebilirim. Gücü eline geçiren yönetim paylaşmak yerine; “Benim dediğim dışında yaşam hakkı vermiyor!” Bu durumda bu ülkelerde Wushu-Kugfu’nun gelişmesi yerine gerilemekte, zaruret (millilik ve atama) dışında ki, katılımlar olmamaktadır. Sayısal katılımlara bakıldığında ise özellikle Türkiye’de wushu-kungfu kökeni sıfırlanmak üzere olduğu çok açık ve alenen görülmektedir. Bahsi geçen İngiltere’de, Rusya’da, Almanya’da, Fransa'da aynen bir birine paralel gitmektedir, ne gariptir ki, her biri kendi ekseni etrafında bir diğerini olumsuz göstererek yaşamlarını sürdürmeye devam ederken, bir araya gelerek güç birliği yapmamaktadırlar. Ülke antrenörleri ile bire bir görüştüğümüz için bu ülke örneklerini net olarak verebiliyorum. Türkiyede Wushu-kugfu, 1999 dan 2004 yılına kadar Karate ve Judo Federasyonu süreci, 2004-2006 yılları Mücadele Sporları Federasyonu süreci, ve 2006-2009 Wushu Federasyonu süreci, özerklik ile 2009-2010 süreci ve dönemi wushu da gelişim ve algı yönetim süreçleri , wushu sporunda hep üst üste koyarak giden ve her geçen gün daha da büyüyerek gelişen bir süreçler olarak karşımıza çıkmaktadır. 2010-2012 duraklama dönemi, özelikle 2011 yılında yapılan 11. Dünya Wushu Şampiyonası sonrası zirveye ulaşma 5 final oynama ve Taolu da ilk altın madalya ile sanki misyonunu tamamlayan yönetim bu süreçten sonra duraklama ve zirveye çıkmanın sonucu süreci yönetememe durumuna geçmesi nedeni ile hukuksal hataların cezasının kesilmesi sonrasında 2012 de, federasyon değişiminden sonra göreve gelen Sayın Mehmet Zeki Akıncı’nın yönetim biçimi önce ötekileştirme ile başladı, içeriden ses çıkaranları sürecin dışına itmesi ve akabinde yukarıda izah ettiğimiz gelişim süreçlerini tam tersi bir şekilde işleterek geri döndürme yönünde olağan üstü çabası sayesinde bu gün gelinen nokta 1990 lı yıllardaki dönemleri anımsatmaktadır. Spordan anlamayan, bir başkanın iş adamı olsa da yönetim zaafiyeti göstererek spor branşını bitirme ve İstanbul gibi bir ilde faaliyet yapılmayacak, yapılsa da hakem bulamayarak İstanbul dışından hakem getirerek yarım kalan faaliyeti tamamlanacak noktaya kadar getirmesi bunun çok açık örneği değil mi? Wush-Kungfu, Asya, Afrika ve Amerika kıtasında ne kadar gelişerek büyümekte ise, dünyanın lokomotifi Avrupa’da bir o kadar gerilemekte, tıpkı Anadolu’nun bir çok ilinde antrenörlerimizin özverisi ile ayakta kalamaya çalışan Wushu branşı, Türkiye’de lokomotif il olan İstanbul’da bir o kadar da sona gelmiş durumdadır. Bu sürecin bu noktaya gelmesinde, başta bu yazıyı kaleme alan, Kemal Yolcu olmak üzere, 2012 de Mehmet Zeki Akıncıyı Federasyon Başkanı seçerek bu sürece katkı sağladığımız gerçeğini de unutmadan, diyorum ki, Wushu Kungfu Federasyon Başkanı Mehmet Zeki Akıncı , bize göre tüm bu olumsuzluklara rağmen istifa etmeyeceğine, resmi federasyon ile kavga olmayacağına göre, Avrupa’da başlayan yeni bir sistem ve yönetim arayışına kulüp olarak destek verecek ve sisteme-organizasyona entegre olarak faaliyetlere devam edeceğiz. Read the full article
0 notes
Text
SİYAHKUŞAK YAZARLARINDAN KURBAN BAYRAM MESAJLARI...
Bütün Türk milletinin Kurban Bayramını kutlarım.

Bütün uzakdoğu sporlarıyla uğraşan arkadaşların mübarek Kurban Bayramını canı gönülden kutlarım ve her şey güzel gönüllerine göre olur, inşallah kazasız belasız bir bayram olur. Herkes için saygı ve sevgilerimle bütün Türk milletinin Kurban Bayramını kutlarım. OSS Sensei Celal AKGÜL Mübarek Kurban Bayramını tebrik ederim.

Türk mücadele sanatları camiasının ve SİYAHKUŞAK okurlarının mübarek Kurban Bayramını tebrik ederim. Hep birlikte barış, huzur ve dostluk duygularının ışığında iyi bir geleceğe, zaferlerle ulaştırmasını Allah’tan niyaz ederim. Salih ÇAM Küskünlerin barıştığı, sevenlerin biraraya geldiği

108/2: Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes." Bayram tüm insanlığa hayırlı olsun! Küskünlerin barıştığı, sevenlerin biraraya geldiği, rahmetle ve şefkatle dolu günlerin en değerlilerinden olan mübarek Kurban Bayramınız kutlu olsun. Fatih İNCE Bu mübarek günlerin huzur ve mutluluk getirmesini dilerim.

Tüm Taekwondo ailesi ve dövüş sanatları camiasının mübarek Kurban Bayramını kutlar, sporun barış ve kardeşlik ilkesi adına yaşattığı rekabet ile ülke sporumuzun her gün bir adım gelişerek başarıların devam etmesi ve bu mübarek günlerin huzur ve mutluluk getirmesini dilerim. Dr. Tennur Yerlisu LAPA Neşe, sevinç, mutluluk ve huzur dolu nice bayramlar dileriz...
Kurban Bayramınızı en içten dileklerimizle kutlar; ülkemize, Tüm S��YAHKUŞAK ve Spor Ailemize, birlik ve beraberlik içinde, neşe, sevinç, mutluluk ve huzur dolu nice bayramlar dileriz... Kemal YOLCU Ülkemizin necip ve kadirşinas insanlarına hayırlı, uğurlu ve bereketli olmasını dilerim.
Ulusları ve devlet topluluklarını ayakta tutan şeylerin başında ortaklaşa kutlanan bayramlar ve milli günler gelir. Uluslararası planda maddi ve manevi yönden baskı altına alınmaya çalışılan güzel ülkemiz ve necip milletimizin bu zor zamanlarında daha çok birliğe, dirliğe ve güçlenmeye ihtiyacı olduğu muhakkaktır. Bu vesileyle yaklaşmakta olan kurban bayramımızın güzel ülkemizin necip ve kadirşinas insanlarına hayırlı, uğurlu ve bereketli olmasını dilerim. Mehmet Nesimi YILMAZ Mübarek Kurban Bayramını kutlar, hayırlara vesile olmasını dilerim.
Bu mübarek günlere ulaştıran rabbimize şükrederken, tatami ve ringlerde mücadele eden ve başarı için ter döken tüm sporcu kardeşlerimizin, antrenör ve yöneticilerimizin ve ayrıca değerli okur ve ziyaretçilerimizin mübarek Kurban Bayramını kutlar, hayırlara vesile olmasını dilerim. F. Vural YILMAZ Read the full article
0 notes
Text
Avrupada Başlayan Yeni Bir Sisteme Entegre Olmak
Spor yönetimi, sporun içerisinde harmanlanmış kişiler üzerinde yürüdüğü sürece hem sağlıklı olarak yürüyor, hemde çok sağlıklı görünen ketum bir yapı meydana getirebiliyor. Wushu Spor dalı ile ilgili sevgili hocamız ve ilk uluslararası hakemimiz Ali Rıza Gözlüklüoğlu ile uzun yıllar önce yaptığımız sohbetlerde belirtiği görüş ve wushu üzerine düşünceleri bugün aslında bir bir gerçekleşti dersek çok da abartmış olmayız. Asya ülkeleri penceresinden bakarak wushu’nun dünü ve bugününü yorumlayan sayın Gözlüklüoğlu hocamız, Avrupa’nın ve Türkiye’nin gidişinin ortak yollarını hedef kitle ve sporun temel evrensel değerler ölçeğinden çok, bölgesel ölçeklerde yürütülmeye ve bireysel yönetimlerin çokda sağlıklı yapılar oluşturmayacağını, dün bugün şaşalı görünseler de, kısa sürede çıkmaz yolun sonunu göreceklerini belirttiğinde ben o zaman bu görüşüne çok da ihtimal vermediğimi söylemeliyim. Ancak gelinen noktada, 'Avrupa ve Türkiye ölçeğinde çıkmaz sokağın sonu görüldü!' gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz aşikar. Asya kıtasınıda tam manası ile bilmemekle birlikte ayrı bir kutup gibi amatör ve profesyonel çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Asya ve Afrika kıtası wushu sporunu çeşitlendirerek ve geleneksel ile moderni ayrı ayrı ve sekronize bir şekilde günümüz şartlarına uygun hale getiriyor. Bu çeşitlilik den edindiğimiz izlenim, tabanda farklı ve bir o kadarda heyecanla takip edilerek ümitvari çalışmalara ışık oluyor.

Hedef de ise olimpiyat oyunları var. Aynı durum Avrupa kıtasında maalesef görünmüyor! Tek düzen hükümran ve despotik yapısıyla gelişime kapalı olduğu gibi geleceğe de ümit vermiyor. Bu durumda da spor kulüpleri farklı dallara kayarak kendilerine yeni yaşam alanları oluşturmaya, farklı sistemleri deneyerek yolarına devam etme yolunu seçmişlerdir. Asya ve Afrika kıta federasyonları amatör ve profesyonel organizasyonlar ile geleneksel sistemler sistematik bir yapıya kavuşturarak çeşitlilik ve alternatifler ortaya koyarak gelişimi gün geçtikçe artırarak devam ediyor. Avrupa’da yaptığımız görüşmelerde ülke federasyonlarında ki hakim yapı tamamen bireysel ve kişilerin hemegonyasında yürümekte, kulüpleri ikincil plana atarak yönetimlerin demokrasi adı altında federasyonu kulüp mantığı ile yürütme yönünde sergiledikleri tutum nedeni ile bir çok kulüp faaliyetlere katılmamaktalar. Tabanda var olan potonsiyel federasyonda kendini gösteremiyor, buna Almanya, Rusya, İngiltere ve Türkiye örneğini rahatlıkla verebilirim. Gücü eline geçiren yönetim paylaşmak yerine; “Benim dediğim dışında yaşam hakkı vermiyor!” Bu durumda bu ülkelerde Wushu-Kugfu’nun gelişmesi yerine gerilemekte, zaruret (millilik ve atama) dışında ki, katılımlar olmamaktadır. Sayısal katılımlara bakıldığında ise özellikle Türkiye’de wushu-kungfu kökeni sıfırlanmak üzere olduğu çok açık ve alenen görülmektedir. Bahsi geçen İngiltere’de, Rusya’da, Almanya’da, Fransa'da aynen bir birine paralel gitmektedir, ne gariptir ki, her biri kendi ekseni etrafında bir diğerini olumsuz göstererek yaşamlarını sürdürmeye devam ederken, bir araya gelerek güç birliği yapmamaktadırlar. Ülke antrenörleri ile bire bir görüştüğümüz için bu ülke örneklerini net olarak verebiliyorum. Türkiyede Wushu-kugfu, 1999 dan 2004 yılına kadar Karate ve Judo Federasyonu süreci, 2004-2006 yılları Mücadele Sporları Federasyonu süreci, ve 2006-2009 Wushu Federasyonu süreci, özerklik ile 2009-2010 süreci ve dönemi wushu da gelişim ve algı yönetim süreçleri , wushu sporunda hep üst üste koyarak giden ve her geçen gün daha da büyüyerek gelişen bir süreçler olarak karşımıza çıkmaktadır. 2010-2012 duraklama dönemi, özelikle 2011 yılında yapılan 11. Dünya Wushu Şampiyonası sonrası zirveye ulaşma 5 final oynama ve Taolu da ilk altın madalya ile sanki misyonunu tamamlayan yönetim bu süreçten sonra duraklama ve zirveye çıkmanın sonucu süreci yönetememe durumuna geçmesi nedeni ile hukuksal hataların cezasının kesilmesi sonrasında 2012 de, federasyon değişiminden sonra göreve gelen Sayın Mehmet Zeki Akıncı’nın yönetim biçimi önce ötekileştirme ile başladı, içeriden ses çıkaranları sürecin dışına itmesi ve akabinde yukarıda izah ettiğimiz gelişim süreçlerini tam tersi bir şekilde işleterek geri döndürme yönünde olağan üstü çabası sayesinde bu gün gelinen nokta 1990 lı yıllardaki dönemleri anımsatmaktadır. Spordan anlamayan, bir başkanın iş adamı olsa da yönetim zaafiyeti göstererek spor branşını bitirme ve İstanbul gibi bir ilde faaliyet yapılmayacak, yapılsa da hakem bulamayarak İstanbul dışından hakem getirerek yarım kalan faaliyeti tamamlanacak noktaya kadar getirmesi bunun çok açık örneği değil mi? Wush-Kungfu, Asya, Afrika ve Amerika kıtasında ne kadar gelişerek büyümekte ise, dünyanın lokomotifi Avrupa’da bir o kadar gerilemekte, tıpkı Anadolu’nun bir çok ilinde antrenörlerimizin özverisi ile ayakta kalamaya çalışan Wushu branşı, Türkiye’de lokomotif il olan İstanbul’da bir o kadar da sona gelmiş durumdadır. Bu sürecin bu noktaya gelmesinde, başta bu yazıyı kaleme alan, Kemal Yolcu olmak üzere, 2012 de Mehmet Zeki Akıncıyı Federasyon Başkanı seçerek bu sürece katkı sağladığımız gerçeğini de unutmadan, diyorum ki, Wushu Kungfu Federasyon Başkanı Mehmet Zeki Akıncı , bize göre tüm bu olumsuzluklara rağmen istifa etmeyeceğine, resmi federasyon ile kavga olmayacağına göre, Avrupa’da başlayan yeni bir sistem ve yönetim arayışına kulüp olarak destek verecek ve sisteme-organizasyona entegre olarak faaliyetlere devam edeceğiz. Read the full article
0 notes
Text
Avrupada Başlayan Yeni Bir Sisteme Entegre Olmak
Spor yönetimi, sporun içerisinde harmanlanmış kişiler üzerinde yürüdüğü sürece hem sağlıklı olarak yürüyor, hemde çok sağlıklı görünen ketum bir yapı meydana getirebiliyor. Wushu Spor dalı ile ilgili sevgili hocamız ve ilk uluslararası hakemimiz Ali Rıza Gözlüklüoğlu ile uzun yıllar önce yaptığımız sohbetlerde belirtiği görüş ve wushu üzerine düşünceleri bugün aslında bir bir gerçekleşti dersek çok da abartmış olmayız. Asya ülkeleri penceresinden bakarak wushu’nun dünü ve bugününü yorumlayan sayın Gözlüklüoğlu hocamız, Avrupa’nın ve Türkiye’nin gidişinin ortak yollarını hedef kitle ve sporun temel evrensel değerler ölçeğinden çok, bölgesel ölçeklerde yürütülmeye ve bireysel yönetimlerin çokda sağlıklı yapılar oluşturmayacağını, dün bugün şaşalı görünseler de, kısa sürede ç��kmaz yolun sonunu göreceklerini belirttiğinde ben o zaman bu görüşüne çok da ihtimal vermediğimi söylemeliyim. Ancak gelinen noktada, 'Avrupa ve Türkiye ölçeğinde çıkmaz sokağın sonu görüldü!' gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz aşikar. Asya kıtasınıda tam manası ile bilmemekle birlikte ayrı bir kutup gibi amatör ve profesyonel çalışmalarını aralıksız sürdürüyorlar. Asya ve Afrika kıtası wushu sporunu çeşitlendirerek ve geleneksel ile moderni ayrı ayrı ve sekronize bir şekilde günümüz şartlarına uygun hale getiriyor. Bu çeşitlilik den edindiğimiz izlenim, tabanda farklı ve bir o kadarda heyecanla takip edilerek ümitvari çalışmalara ışık oluyor.

Hedef de ise olimpiyat oyunları var. Aynı durum Avrupa kıtasında maalesef görünmüyor! Tek düzen hükümran ve despotik yapısıyla gelişime kapalı olduğu gibi geleceğe de ümit vermiyor. Bu durumda da spor kulüpleri farklı dallara kayarak kendilerine yeni yaşam alanları oluşturmaya, farklı sistemleri deneyerek yolarına devam etme yolunu seçmişlerdir. Asya ve Afrika kıta federasyonları amatör ve profesyonel organizasyonlar ile geleneksel sistemler sistematik bir yapıya kavuşturarak çeşitlilik ve alternatifler ortaya koyarak gelişimi gün geçtikçe artırarak devam ediyor. Avrupa’da yaptığımız görüşmelerde ülke federasyonlarında ki hakim yapı tamamen bireysel ve kişilerin hemegonyasında yürümekte, kulüpleri ikincil plana atarak yönetimlerin demokrasi adı altında federasyonu kulüp mantığı ile yürütme yönünde sergiledikleri tutum nedeni ile bir çok kulüp faaliyetlere katılmamaktalar. Tabanda var olan potonsiyel federasyonda kendini gösteremiyor, buna Almanya, Rusya, İngiltere ve Türkiye örneğini rahatlıkla verebilirim. Gücü eline geçiren yönetim paylaşmak yerine; “Benim dediğim dışında yaşam hakkı vermiyor!” Bu durumda bu ülkelerde Wushu-Kugfu’nun gelişmesi yerine gerilemekte, zaruret (millilik ve atama) dışında ki, katılımlar olmamaktadır. Sayısal katılımlara bakıldığında ise özellikle Türkiye’de wushu-kungfu kökeni sıfırlanmak üzere olduğu çok açık ve alenen görülmektedir. Bahsi geçen İngiltere’de, Rusya’da, Almanya’da, Fransa'da aynen bir birine paralel gitmektedir, ne gariptir ki, her biri kendi ekseni etrafında bir diğerini olumsuz göstererek yaşamlarını sürdürmeye devam ederken, bir araya gelerek güç birliği yapmamaktadırlar. Ülke antrenörleri ile bire bir görüştüğümüz için bu ülke örneklerini net olarak verebiliyorum. Türkiyede Wushu-kugfu, 1999 dan 2004 yılına kadar Karate ve Judo Federasyonu süreci, 2004-2006 yılları Mücadele Sporları Federasyonu süreci, ve 2006-2009 Wushu Federasyonu süreci, özerklik ile 2009-2010 süreci ve dönemi wushu da gelişim ve algı yönetim süreçleri , wushu sporunda hep üst üste koyarak giden ve her geçen gün daha da büyüyerek gelişen bir süreçler olarak karşımıza çıkmaktadır. 2010-2012 duraklama dönemi, özelikle 2011 yılında yapılan 11. Dünya Wushu Şampiyonası sonrası zirveye ulaşma 5 final oynama ve Taolu da ilk altın madalya ile sanki misyonunu tamamlayan yönetim bu süreçten sonra duraklama ve zirveye çıkmanın sonucu süreci yönetememe durumuna geçmesi nedeni ile hukuksal hataların cezasının kesilmesi sonrasında 2012 de, federasyon değişiminden sonra göreve gelen Sayın Mehmet Zeki Akıncı’nın yönetim biçimi önce ötekileştirme ile başladı, içeriden ses çıkaranları sürecin dışına itmesi ve akabinde yukarıda izah ettiğimiz gelişim süreçlerini tam tersi bir şekilde işleterek geri döndürme yönünde olağan üstü çabası sayesinde bu gün gelinen nokta 1990 lı yıllardaki dönemleri anımsatmaktadır. Spordan anlamayan, bir başkanın iş adamı olsa da yönetim zaafiyeti göstererek spor branşını bitirme ve İstanbul gibi bir ilde faaliyet yapılmayacak, yapılsa da hakem bulamayarak İstanbul dışından hakem getirerek yarım kalan faaliyeti tamamlanacak noktaya kadar getirmesi bunun çok açık örneği değil mi? Wush-Kungfu, Asya, Afrika ve Amerika kıtasında ne kadar gelişerek büyümekte ise, dünyanın lokomotifi Avrupa’da bir o kadar gerilemekte, tıpkı Anadolu’nun bir çok ilinde antrenörlerimizin özverisi ile ayakta kalamaya çalışan Wushu branşı, Türkiye’de lokomotif il olan İstanbul’da bir o kadar da sona gelmiş durumdadır. Bu sürecin bu noktaya gelmesinde, başta bu yazıyı kaleme alan, Kemal Yolcu olmak üzere, 2012 de Mehmet Zeki Akıncıyı Federasyon Başkanı seçerek bu sürece katkı sağladığımız gerçeğini de unutmadan, diyorum ki, Wushu Kungfu Federasyon Başkanı Mehmet Zeki Akıncı , bize göre tüm bu olumsuzluklara rağmen istifa etmeyeceğine, resmi federasyon ile kavga olmayacağına göre, Avrupa’da başlayan yeni bir sistem ve yönetim arayışına kulüp olarak destek verecek ve sisteme-organizasyona entegre olarak faaliyetlere devam edeceğiz. Read the full article
0 notes
Text
İçeride Ayrı, Dışarıda Ayrı, Apayrı Bir Dünya!
Klasik bir söz, "çok iyi mücadele ettik, hakemler hakkımızı yediler." Yaaa neden hakkınız yendi?" muhabbet modunda sorduğumda; "Bizim hakemimiz yok, yönetim etkili değil, antrenörler ilgilenmedi." Üç detayda aynı nakarat! "Mücadele sporlarını kurumlar ve kurumsal firmalar neden ciddiye, alınmıyor?" diye sorduk mu hiç? İçeride ayrı, dışarıda ayrı, apayrı bir dünya! Tartışmaları ve akademisyenlerin konuşmalarını ve söyleşilerini dikkatle dinlediğimizde, ortaya ilginç ve bir o kadar da değişik bilgiler, konular çıkıyor. Durup enpati yapınca daha iyi anlamaya çalışıyoruz... Aslında düşünürlerin kaleme aldığı konulara bakıldığında sıradan bir konu gibi, ancak onu günümüz dünyasına ve kendi ekseni ile etrafınıza kanalize ettiğinizde sorunuzun cevabı çıkıyor anında ortaya. Bugün ülkemiz yaşadığımız coğrafyanın daha ötesine geçiş sağlamış ve dünyada alınan kararları etkileyen ve bir takım kararlarda söz sahibi olan bir noktaya varmış bulunmaktadır. Spor organizasyonları noktasında da dünyada söz sahibi noktadayız, ancak spor federasyonu yönetimleri ve sportif başarıda tam tersi bir konu ve konumdayız, neden? 80 milyonluk bir ülke düşünün, federasyonlardan bir yetkili konuşmaya başladığı zaman 100.000 lisanslı sporcudan bahsederken alınan madalyalara baktığımızda, büyüklerde özelikle ve altın olarak 1-3-5’i geçmiyor. Federasyon yurt dışı şampiyonadan dönüyor, ’20-25 madalya 40 madalya kazandık’ diye açıklamalar yapıyor. Eyvallah, çok güzel tebrik ederiz, çocuklar ellerinden geleni en iyi şekilde yaptı ve kazandılar. Peki, olayı teknik açıdan analiz etmek gerektiğinde ortaya ne çıkıyor? Büyüklerde Altın bir veya iki, kaç sporcu gitti? 70 sporcu, 40 madalya, altın 1-2, büyüklerde neden bu hazin durum? Yada şöyle diyelim, giden sporcu 60, madalya 45, güzel! 17 bronz madalya daha maçlar başlamadan, eşlendirme yapılır iken garanti olmuş, sporcularınız ilk 4 de, sadece iki sporcu mücadele etmiş ve 2 gümüş, altın da yok. Gelenler neci derseniz, 5-7 tanesi tek sporcu, 10-12 tanesi iki sporcu karşılaşması sonucu ya bir, yada iki olmuş. Mesela bir Federasyonumuz ben bildim bileli 2000’li yıllardan bu yana Dünya şampiyonalarına katılıyor altın madalya alıyor. “Bu yıl ilk defa bir sporcu ön plana çıktı ve ilk defa altın alan sporcumuz oldu”, tebrik ederiz. Yazıları çok çok fazla yazıldı sosyal medyada ve davul zurnalarla karşılandı, ‘maşallah’ diyor, başarılarının devamını diliyorum. Peki, soralım; bu güne kadar alınalar ne idi, şayet bu ilk ise, insan merak etmez mi, araştırmaz mı? Kendimize izahı mümkün de kamuoyuna ne diyeceksiniz, bu noktada kendinizi ve kamu oyunu kandırmış olmuyor muyuz ve kandırmış olduğumuz kamu oyundan nasıl destek bekleriz? Tüm şampiyonalar sonrası klasik olan bir söz, “çok iyi mücadele ettik, hakemler hakkımızı yediler.” Yaaa neden hakkınız yendi? diye sorası geliyor insanın. Bazı zamanlar muhabbet modunda sorduğumda; “Bizim hakemimiz yok, yönetim etkili değil, antrenörler ilgilenmedi.” diye bu üç detayda herkes aynı nakaratı çalar, ancak ne hikmet ise yönetimlerden kimse bu konuda bir gayret göstermez, çözüm üretmez! 1. Hakemler ‘sen-ben-adamcılık’ nedeni ile götürülmez ise yada yerine bu defada “X kişi gitsin ne olacak!” diye hakem götürülür ise, 2. Dünya yönetimlerinde göreve gelip yılını doldurmadan görevden azledilir iseniz. Avrupa’da yönetime talip iken, ülke Federasyonu olarak pasif konuma düşer iseniz, “Bunlar hep yurt dışı yazılarda İngilizce yazılıyor ise, siz bi haber seniz, ülkenizde de kendine göre bir zümre yarattınız ise, istedikleri etiket ve millilikleri de aldılar mı, yurt dışındaki olan ve yazılanlar kimin umurunda ki, kim okur, kim yazar ki dimi yani.” İşte asıl mesele burası ve burada yazılanlardan bi haber olunca kurumlar ve kurumsal yönetimler haber dar, bunları biliyor görüyor camianın önemsemediğini onlarda önemsemiyor vesselam. Futbol da kulüpler kendi imkan ve şartları ile her faaliyeti yapıyor, kendi forması ile maçlara çıkıyor, federasyon yönetimine kendi yöneticisini veriyor, yurt dışına kendi adına ve forması ile çıkıyor değil mi ? Evet. Aynı yasa ile kurulan futbol kulübü ile mücadele spor dalı kulübü arasın da fark sadece faaliyet alanı, ancak onun yaptığını sen yapamıyorsun ne yöneticini seçe biliyor nede kendi yasal hakkın olan formanı giyebiliyorsun, yok efendim bizim sporun renk şartı var gibi bahane üretme, o mecburiyet renk değil, model için geçerli rengi federasyon sana dayatıyor. Kemal YOLCU Read the full article
0 notes
Text
UZAKDOĞU SPORLARINDA DENGENİN ÖNEMİ
Sayın değerli okuyucular; bu yazımda DACHILERİN önemi üzerinde durmak istiyorum. Dachiler (DURUŞLAR) uzakdoğu sporlarında yapılacak tekniğin sağlıklı, tam ve eksiksiz yapılabilmesi için üzerinde durulucak birinci ve en önemli husustur. Bir dachide aranan hususları sıralayalım ve ondan sonra açıklamaya çalışayım; DACHILERIN UNSURLARI: 1) DENGE) A) Ağırlık noktası B) Bacakların durumu 2) NEFES 3) HİSSETME DENGE: A) Ağırlık noktası: Denge unsurunda ağırlık noktasının önemi tartışılmayacak kadar önemlidir. ( TSUKILERDE) AĞIRLIK NOKTASININ MERKEZİ apış arası ile yer arasında olan dikey bir çizgi belirler. Nedenine gelince, TSUKI ataklarında iki kolun aynı anda (ÖRNEK) bir davula bağlı iki tokmağın ve davul aniden aynı yönde hızla çevrilince davula aynı anda çarpmalari gibi. Haraketle bir merkezin iki kutup başlarında oluşan kuvvette olduğu gibi iki kolun bilek ve ellerinde eş değerde oluşan kuvvet, kuvvetler dengesini oluşturur. (ÖRNEK) TATTARAVALLİDE OLDUĞU GİBİ, BU KUVVETLERİN EŞİT GÜÇTE OLUŞMASINI sağlayan bir orta merkeze ağırlık noktası diyoruz. B) Bacakların durumu:

Sağlıklı bir ağırlık noktasının oluşturulması bacağınızın aldığı pozisyonlara bağlıdır. Bacağın pozisyonu ise o bacağın bastığı nokta dizden kırılma ile meydana gelen DİZ ALTI ACISI ve kasıktaki bacak arasında oluşan açı ile bütünlük teşkil eder. Klasik sistemlerde baçakların kasıkla yaptıkları açı ne kadar genişse o denli yere sağlam basıldığına inanırlar. (Modern sistemlerde ise bu açı daraltılarak hareketlerin kabileyetinin arttığı öne sürülmektedir. Öyle yada böyle ön plana çıkan ayakların birbirinden uzaklığı ile kasik ve diz altında daralan açılar, ayakların birbirinden uzaklaşmaları ile artan açılardır. NEFES: Dengeli bir Dachinin o an sağlıklı olabilmesi için nefes çok önemlidir. Gard vaziyetinde yada ataksız yapılan Dachide (ZEN) nefesi alınır ve çiğerlerin kapasitesi ile orantılı bir zaman biriminde tutulur. Atak anında ise Dachi ile birlikte nefes alınacağı ya da verileceği yapılan sistemin nefes düzenine bağlıdır. Klasik sistemlerde genellikle ataklarda nefes verilir. Şu noktaya çok dikkat etmek lazım; Ataklarda önce Dachiye aynı anda geçilir aynı sonuçlanır. HİSSETME: İnsan beyninde denge ayarlayan bir bölüm vardır. Ağırlığın öne ya da arkaya veya yanlara vererek dengesiz bir duruma düşersiniz. Bu merkezin uyarılarını korku hissi gibi algılarsınız. Düşünmenin bittiği atağın başladığı anda hissetme mekanizması harakete geçer ve Dachiye yön verir. Bu durumu Dachi çalışmalarında algılamaya çalışmak lazımdır. Celal AKGÜL 4.th Dan JKA Oss. SAYGILARIMLA Read the full article
0 notes
Text
AVRUPA’DA JAPON HOCADAN KARATE ÖĞRENMEK
AVRUPA’DA JAPON HOCADAN KARATE ÖĞRENMEK
Kısa adı IOGKF olan Uluslararası Okinawa Goju-Ryu Federasyonunun Honbu Dojo antetli zarfıyla gelen bir mektup, Karate hayatımın yönünü mucizevi bir şekilde değiştiriveriyor. Mektubuna “Aramıza hoş geldin Sensei İnce” diyerek başlayan Shihan Higaonna kısaca; Türkiye’den böylesine ciddi bir talep geldiği için çok sevindiğini, IOGKF Honbu Dojo’sunu Okinawa’dan Amerika’ya taşıdıkları için, mektubumun ellerine çok geç ulaştığını üzülerek bildiriyor, Türkiyeli bir Karate-ka’ya Goju-Ryu öğretmekten de onur duyacağını yazıyordu. Ayrıca bu mektupla beni 1991 yılının Temmuz ayında gerçekleşecek olan, Avrupa Goju Ryu Karate Şef antrenörleri ve ülke temsilcileri semineri için Fransa’nın Mulhouse şehrine davet ediyor, benimle tanışmak istediğini bütün mütevazılığı ile açık ve seçik olarak belirtiyordu. Hiç unutamıyorum, bu harika mektup ve uluslararası seminer davetiyesi elime geçtiğinde çocuklar gibi sevinmiş, adeta dünyalar benim olmuştu.
Aşağı yukarı aynı dönemlerde, değerli üstadım ve saygıdeğer ağabeyim Shihan Yenal Karahan da, bir diğer WKF stili olan Shito Ryu Karate’yi ülkemize taşıma gayretleri içindedir. Shihan Karahan’ın, gerek Avrupa’da ve gerekse Japonya’da almış oldukları yüksek disiplin ve eğitimin sonucunda, değerli üstadımın gayretleri boşa çıkmamış ve Shito Ryu, Türkiye’de çok kısa bir sürede müthiş bir ivme kazanarak, birçok ilimizde onlarca ciddi dojo’da, binlerce genç Karate-ka’ya hayat kaynağı olmuştur. Shihan Karahan, Türkiye Karate Do camiasında saygın bir yer edinmiş ve bir o kadar da başarılı çalışmalara imza atmıştır. Tarih buna tanıktır. Bu yolda hiç bir maddi çıkar gözetmeksizin büyük özverilerde bulunmuş, ülkemizde Shito Ryu’nun kurumsallaşarak kök salmasına ve dolayısıyla Türkiye Karatesine sayısız hizmetleri dokunmuştur. Bu vesileyle bir kez daha büyük üstad Shihan Karahan’ın huzurunda saygı ile eğiliyorum.
Bir önceki yazımda; “Garip kuşun yuvasını Allah yapar” derken, bir anda hızla gelişen ve başımı döndüren bu olayları kasdediyordum. IOGKF gibi büyük bir Goju Ryu Federasyonuna resmen katılmak ve Shihan Morio Higaonna (10.Dan)gibi Okinawa’lı, yaşayan efsanevi bir usta ile tanışıp ondan ders ve eğitim almak, beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu. Karate sporunu bir hobi olarak yaptığımdan, günlük hayatta, çalışmış olduğum bankadaki müdürlerime durumu anlatıp, yıllık iznimi bu seminer için yurt dışında geçireceğimi bildiriyorum. Benimle gurur duyduklarını belirtiyorlar ve bana izin konusunda hiç zorluk çıkartmıyorlar. Beklenen gün gelip çatınca önce İstanbul’a, oradan Fransa-Strasbourg’a ve ondan sonra da Mulhouse uçuyorum. Cumartesi günü kurs için kaydımı yaptırıyor, Mulhouse Teknik üniversitesi kampüsünde, seminere katılacak olan diğer Avrupa ülkeleri temsilcileriyle birlikte kalacağım binada benim için ayrılan odama yerleşiyorum. Organizasyonun mükemmelliği gözümden kaçmıyor ve bir kez daha Fransız misafirperverliğine, onların demokrasiye ve insani değerlere olan hassasiyetlerine hayran oluyorum. Keşke benim ülkemde de bu denli olağanüstü yüksek insani değerler ve gerçek demokrasi yaşatılsaydı, diye kendimce buruk bir şekilde temennide bulunuyorum.
Pazar sabah 08:00’de bizzat Shihan Higaonna’nın yaptırdığı ve bir saat süren geleneksel Okinawan Karate tarzı ısınma, kültür-fizik çalışmasından sonra, 11:30’a kadar kihon çalışıyoruz. Spor hayatımın hiç bir döneminde görmediğim bu geleneksel Okinawa Karate idmanlarında adeta yeniden doğuyor, yepyeni bir kimlik ve kişiliğe bürünüyorum. Bu çok ani olarak gelişen etkileşimdeki en büyük pay, hiç şüphesiz kıymetli hocam Shihan Morio Higaonna’nın mükemmel kişiliği ve muhteşem Goju Ryu tekniğinin yanında, benimle birebir ilgilenmesi olmuştur. Geleneksel Karate idmanları, gün arasında 20 dakikalık öğle yemeği ve ihtiyaç molasından sonra 11:50 da yeniden başlıyor, 15:00’e kadar Kata çalışması ile güne devam ediyoruz. Bu ağır idmanlar sadece IOGKFnin ülke temsilcileri ve onların yetistirmiş olduğu yüksek Dan’lı asistanlarına göre hazırlanmış. Her yıl 5 kıta da, her kıtanın kendilerine özgü proğramlarında Dünyanın önde gelen üst düzey Goju- Ryu Karate antrenörleri, Shihan Morio Higaonnanın eğitimden geçiyorlar.
Avrupanın değişik ülkelerinde de tekrarlanan bu Uluslararası Goju Ryu Karate Antrenör seminerlerine, ülkemiz tıpkı futbol da (UEFA) olduğu gibi Avrupa ülkesi(!) sayıldığından, ben de sadece Avrupa ülkelerinde düzenlenen Uluslararası seminerlere 1991’den 1998’e kadar, kendi olanaklarımla, yalnız başıma katılıyorum. Aradan geçen 3 Uluslararası seminer sonrasında, 1993’te İsveç-Stockholm seminerinde Shihan Higaonna, Chief Instructor-Türkiye Goju-Ryu Şef Antrenörü sertifikası vererek şahsıma karşı büyük bir teveccüh gösterip, beni adeta ödüllendiriyor . Ben de onun talebesi olmaktan gurur duyuyorum ve bu gurur bana ömrümün sonuna kadar yeter de artar. Bu makale, Türkiyeli Karate-ka’lar tarafından bana, e-maillerde sıkça sorulan “Nasıl Goju Ryu Türkiye Temsilcisi oldunuz”a bir nevi yanıttır. Fatih İNCE (Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır. AVRUPA’DA JAPON HOCADAN KARATE ÖĞRENMEK Read the full article
0 notes
Text
AVRUPA’DA JAPON HOCADAN KARATE ÖĞRENMEK
AVRUPA’DA JAPON HOCADAN KARATE ÖĞRENMEK
Kısa adı IOGKF olan Uluslararası Okinawa Goju-Ryu Federasyonunun Honbu Dojo antetli zarfıyla gelen bir mektup, Karate hayatımın yönünü mucizevi bir şekilde değiştiriveriyor. Mektubuna “Aramıza hoş geldin Sensei İnce” diyerek başlayan Shihan Higaonna kısaca; Türkiye’den böylesine ciddi bir talep geldiği için çok sevindiğini, IOGKF Honbu Dojo’sunu Okinawa’dan Amerika’ya taşıdıkları için, mektubumun ellerine çok geç ulaştığını üzülerek bildiriyor, Türkiyeli bir Karate-ka’ya Goju-Ryu öğretmekten de onur duyacağını yazıyordu. Ayrıca bu mektupla beni 1991 yılının Temmuz ayında gerçekleşecek olan, Avrupa Goju Ryu Karate Şef antrenörleri ve ülke temsilcileri semineri için Fransa’nın Mulhouse şehrine davet ediyor, benimle tanışmak istediğini bütün mütevazılığı ile açık ve seçik olarak belirtiyordu. Hiç unutamıyorum, bu harika mektup ve uluslararası seminer davetiyesi elime geçtiğinde çocuklar gibi sevinmiş, adeta dünyalar benim olmuştu.
Aşağı yukarı aynı dönemlerde, değerli üstadım ve saygıdeğer ağabeyim Shihan Yenal Karahan da, bir diğer WKF stili olan Shito Ryu Karate’yi ülkemize taşıma gayretleri içindedir. Shihan Karahan’ın, gerek Avrupa’da ve gerekse Japonya’da almış oldukları yüksek disiplin ve eğitimin sonucunda, değerli üstadımın gayretleri boşa çıkmamış ve Shito Ryu, Türkiye’de çok kısa bir sürede müthiş bir ivme kazanarak, birçok ilimizde onlarca ciddi dojo’da, binlerce genç Karate-ka’ya hayat kaynağı olmuştur. Shihan Karahan, Türkiye Karate Do camiasında saygın bir yer edinmiş ve bir o kadar da başarılı çalışmalara imza atmıştır. Tarih buna tanıktır. Bu yolda hiç bir maddi çıkar gözetmeksizin büyük özverilerde bulunmuş, ülkemizde Shito Ryu’nun kurumsallaşarak kök salmasına ve dolayısıyla Türkiye Karatesine sayısız hizmetleri dokunmuştur. Bu vesileyle bir kez daha büyük üstad Shihan Karahan’ın huzurunda saygı ile eğiliyorum.
Bir önceki yazımda; “Garip kuşun yuvasını Allah yapar” derken, bir anda hızla gelişen ve başımı döndüren bu olayları kasdediyordum. IOGKF gibi büyük bir Goju Ryu Federasyonuna resmen katılmak ve Shihan Morio Higaonna (10.Dan)gibi Okinawa’lı, yaşayan efsanevi bir usta ile tanışıp ondan ders ve eğitim almak, beni fazlasıyla heyecanlandırıyordu. Karate sporunu bir hobi olarak yaptığımdan, günlük hayatta, çalışmış olduğum bankadaki müdürlerime durumu anlatıp, yıllık iznimi bu seminer için yurt dışında geçireceğimi bildiriyorum. Benimle gurur duyduklarını belirtiyorlar ve bana izin konusunda hiç zorluk çıkartmıyorlar. Beklenen gün gelip çatınca önce İstanbul’a, oradan Fransa-Strasbourg’a ve ondan sonra da Mulhouse uçuyorum. Cumartesi günü kurs için kaydımı yaptırıyor, Mulhouse Teknik üniversitesi kampüsünde, seminere katılacak olan diğer Avrupa ülkeleri temsilcileriyle birlikte kalacağım binada benim için ayrılan odama yerleşiyorum. Organizasyonun mükemmelliği gözümden kaçmıyor ve bir kez daha Fransız misafirperverliğine, onların demokrasiye ve insani değerlere olan hassasiyetlerine hayran oluyorum. Keşke benim ülkemde de bu denli olağanüstü yüksek insani değerler ve gerçek demokrasi yaşatılsaydı, diye kendimce buruk bir şekilde temennide bulunuyorum.
Pazar sabah 08:00’de bizzat Shihan Higaonna’nın yaptırdığı ve bir saat süren geleneksel Okinawan Karate tarzı ısınma, kültür-fizik çalışmasından sonra, 11:30’a kadar kihon çalışıyoruz. Spor hayatımın hiç bir döneminde görmediğim bu geleneksel Okinawa Karate idmanlarında adeta yeniden doğuyor, yepyeni bir kimlik ve kişiliğe bürünüyorum. Bu çok ani olarak gelişen etkileşimdeki en büyük pay, hiç şüphesiz kıymetli hocam Shihan Morio Higaonna’nın mükemmel kişiliği ve muhteşem Goju Ryu tekniğinin yanında, benimle birebir ilgilenmesi olmuştur. Geleneksel Karate idmanları, gün arasında 20 dakikalık öğle yemeği ve ihtiyaç molasından sonra 11:50 da yeniden başlıyor, 15:00’e kadar Kata çalışması ile güne devam ediyoruz. Bu ağır idmanlar sadece IOGKFnin ülke temsilcileri ve onların yetistirmiş olduğu yüksek Dan’lı asistanlarına göre hazırlanmış. Her yıl 5 kıta da, her kıtanın kendilerine özgü proğramlarında Dünyanın önde gelen üst düzey Goju- Ryu Karate antrenörleri, Shihan Morio Higaonnanın eğitimden geçiyorlar.
Avrupanın değişik ülkelerinde de tekrarlanan bu Uluslararası Goju Ryu Karate Antrenör seminerlerine, ülkemiz tıpkı futbol da (UEFA) olduğu gibi Avrupa ülkesi(!) sayıldığından, ben de sadece Avrupa ülkelerinde düzenlenen Uluslararası seminerlere 1991’den 1998’e kadar, kendi olanaklarımla, yalnız başıma katılıyorum. Aradan geçen 3 Uluslararası seminer sonrasında, 1993’te İsveç-Stockholm seminerinde Shihan Higaonna, Chief Instructor-Türkiye Goju-Ryu Şef Antrenörü sertifikası vererek şahsıma karşı büyük bir teveccüh gösterip, beni adeta ödüllendiriyor . Ben de onun talebesi olmaktan gurur duyuyorum ve bu gurur bana ömrümün sonuna kadar yeter de artar. Bu makale, Türkiyeli Karate-ka’lar tarafından bana, e-maillerde sıkça sorulan “Nasıl Goju Ryu Türkiye Temsilcisi oldunuz”a bir nevi yanıttır. Fatih İNCE (Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak göstermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır. AVRUPA’DA JAPON HOCADAN KARATE ÖĞRENMEK Read the full article
0 notes
Text
İçeride Ayrı, Dışarıda Ayrı, Apayrı Bir Dünya!
Klasik bir söz, "çok iyi mücadele ettik, hakemler hakkımızı yediler." Yaaa neden hakkınız yendi?" muhabbet modunda sorduğumda; "Bizim hakemimiz yok, yönetim etkili değil, antrenörler ilgilenmedi." Üç detayda aynı nakarat! "Mücadele sporlarını kurumlar ve kurumsal firmalar neden ciddiye, alınmıyor?" diye sorduk mu hiç? İçeride ayrı, dışarıda ayrı, apayrı bir dünya! Tartışmaları ve akademisyenlerin konuşmalarını ve söyleşilerini dikkatle dinlediğimizde, ortaya ilginç ve bir o kadar da değişik bilgiler, konular çıkıyor. Durup enpati yapınca daha iyi anlamaya çalışıyoruz... Aslında düşünürlerin kaleme aldığı konulara bakıldığında sıradan bir konu gibi, ancak onu günümüz dünyasına ve kendi ekseni ile etrafınıza kanalize ettiğinizde sorunuzun cevabı çıkıyor anında ortaya. Bugün ülkemiz yaşadığımız coğrafyanın daha ötesine geçiş sağlamış ve dünyada alınan kararları etkileyen ve bir takım kararlarda söz sahibi olan bir noktaya varmış bulunmaktadır. Spor organizasyonları noktasında da dünyada söz sahibi noktadayız, ancak spor federasyonu yönetimleri ve sportif başarıda tam tersi bir konu ve konumdayız, neden? 80 milyonluk bir ülke düşünün, federasyonlardan bir yetkili konuşmaya başladığı zaman 100.000 lisanslı sporcudan bahsederken alınan madalyalara baktığımızda, büyüklerde özelikle ve altın olarak 1-3-5’i geçmiyor. Federasyon yurt dışı şampiyonadan dönüyor, ’20-25 madalya 40 madalya kazandık’ diye açıklamalar yapıyor. Eyvallah, çok güzel tebrik ederiz, çocuklar ellerinden geleni en iyi şekilde yaptı ve kazandılar. Peki, olayı teknik açıdan analiz etmek gerektiğinde ortaya ne çıkıyor? Büyüklerde Altın bir veya iki, kaç sporcu gitti? 70 sporcu, 40 madalya, altın 1-2, büyüklerde neden bu hazin durum? Yada şöyle diyelim, giden sporcu 60, madalya 45, güzel! 17 bronz madalya daha maçlar başlamadan, eşlendirme yapılır iken garanti olmuş, sporcularınız ilk 4 de, sadece iki sporcu mücadele etmiş ve 2 gümüş, altın da yok. Gelenler neci derseniz, 5-7 tanesi tek sporcu, 10-12 tanesi iki sporcu karşılaşması sonucu ya bir, yada iki olmuş. Mesela bir Federasyonumuz ben bildim bileli 2000’li yıllardan bu yana Dünya şampiyonalarına katılıyor altın madalya alıyor. “Bu yıl ilk defa bir sporcu ön plana çıktı ve ilk defa altın alan sporcumuz oldu”, tebrik ederiz. Yazıları çok çok fazla yazıldı sosyal medyada ve davul zurnalarla karşılandı, ‘maşallah’ diyor, başarılarının devamını diliyorum. Peki, soralım; bu güne kadar alınalar ne idi, şayet bu ilk ise, insan merak etmez mi, araştırmaz mı? Kendimize izahı mümkün de kamuoyuna ne diyeceksiniz, bu noktada kendinizi ve kamu oyunu kandırmış olmuyor muyuz ve kandırmış olduğumuz kamu oyundan nasıl destek bekleriz? Tüm şampiyonalar sonrası klasik olan bir söz, “çok iyi mücadele ettik, hakemler hakkımızı yediler.” Yaaa neden hakkınız yendi? diye sorası geliyor insanın. Bazı zamanlar muhabbet modunda sorduğumda; “Bizim hakemimiz yok, yönetim etkili değil, antrenörler ilgilenmedi.” diye bu üç detayda herkes aynı nakaratı çalar, ancak ne hikmet ise yönetimlerden kimse bu konuda bir gayret göstermez, çözüm üretmez! 1. Hakemler ‘sen-ben-adamcılık’ nedeni ile götürülmez ise yada yerine bu defada “X kişi gitsin ne olacak!” diye hakem götürülür ise, 2. Dünya yönetimlerinde göreve gelip yılını doldurmadan görevden azledilir iseniz. Avrupa’da yönetime talip iken, ülke Federasyonu olarak pasif konuma düşer iseniz, “Bunlar hep yurt dışı yazılarda İngilizce yazılıyor ise, siz bi haber seniz, ülkenizde de kendine göre bir zümre yarattınız ise, istedikleri etiket ve millilikleri de aldılar mı, yurt dışındaki olan ve yazılanlar kimin umurunda ki, kim okur, kim yazar ki dimi yani.” İşte asıl mesele burası ve burada yazılanlardan bi haber olunca kurumlar ve kurumsal yönetimler haber dar, bunları biliyor görüyor camianın önemsemediğini onlarda önemsemiyor vesselam. Futbol da kulüpler kendi imkan ve şartları ile her faaliyeti yapıyor, kendi forması ile maçlara çıkıyor, federasyon yönetimine kendi yöneticisini veriyor, yurt dışına kendi adına ve forması ile çıkıyor değil mi ? Evet. Aynı yasa ile kurulan futbol kulübü ile mücadele spor dalı kulübü arasın da fark sadece faaliyet alanı, ancak onun yaptığını sen yapamıyorsun ne yöneticini seçe biliyor nede kendi yasal hakkın olan formanı giyebiliyorsun, yok efendim bizim sporun renk şartı var gibi bahane üretme, o mecburiyet renk değil, model için geçerli rengi federasyon sana dayatıyor. Kemal YOLCU Read the full article
0 notes