Tumgik
sonsuzutopya-blog · 7 years
Text
İlk Aşk
    Hayatım, aramak, bazen ne aradığını bile bilmemek ama sonuçta hiçbir şey bulamamaktan ibaretti. Yine, hep öyle oldu.     İlkokul zamanlarım çokta eğlenceli ve başarı dolu geçmemişti. Sürekli dayak yiyor, azar işitiyordum. Gel zaman git zaman ilkokul dördüncü sınıfa geçmiştim. -İnanın bana nasıl geçtiğimi ben de bilmiyorum.- Sınıftaki kişiler ile uzun zaman hiçbir ilişkim olmadı. Hani yeni bir sınıfa geçince ya da sınav zamanı en arka sıraya geçip köşeye oturan tipler vardır ya, hah! işte ben de öyleydim. Sol arka tarafta pencerenin hemen yanında ki arka sırada otururdum hep. Normalde şeytan gibi çocuğumdur. Yerimde durmam pek. Ama sınıfta öyle biri vardı ki... insan, aşık olunca ne kalbine ne de gönlüne söz geçirebilir. Şimdi diyeceksiniz ki, ulan daha dördüncü sınıftasın neyin aşkı bu? Bildiğiniz aşk işte. Önce saçlarına, o kıvırcık sarı saçlarına.. parmaklarımın saçlarının arasında dolaştığını hayal ederdim. Sonra mimikleri. Çok tatlı mimikleri vardı, küçücük dudağı ve harika bir teni vardı. Bütün bunları sadece ben kendim biliyor, kendi kendime düşünüyor ve kurguluyordum. Çünkü yanına gidip konuşacak gram cesaretim yoktu. İtiraf ediyorum: Çizgili defterimin çokça sayfasını onun ismiyle doldurmuştum hep. Sol yanım onunla dolup taşmış, çizgili defter ne ki ? Daha sonra ne olduysa -keşke olmasaydı- yakınlaşmaya, konuşmaya başladık birbirimizle. Benim gibi bir öğrenci o en arka, kuytu köşedeki sıradan kalk, en ön sıraya, kızın önüne otur. Hemde tek başıma. Lükse bak amınakoyim! Öğretmenler, yanıma kaç kişiyi oturttu da tenefüste tehtid edip ya da bazılarını dövüp geri kaldırdım yanımdan. Çünkü Hazal vardı arka tarafımda. Bir başkasının görmesine bile dayanamadığım o ilk aşkım... ben basketbolu seviyordum, Hazal'da. Ben müzik dinlemeyi ve söylemeyi seviyordum, Hazal'da. Boş derslerde tahtanın önüne geçip ''Sözlerimi geri alamam...'' şarkısını söylemesi hala kulaklarımda canlanıyor. Hele ki şarkıyı söylerken o küçük küçük dans hareketleri... Hazal ile bilmem nasıl oldu ama bayağı yakınlaşmaya başladık. O zeki bir kızdı hemde fazlasıyla. Bense tembel, avare bir çocuktum. Derslerde hocayı boş verip, arkama dönüp Hazal ile muhabbet ederdik. Hoca farkedince hemen suçluluk durumunu kendi üzerime alırdım ama Hazal hiç izin vermezdi. O da ortak olurdu ve birlikte işitirdik azarı. Ökkeş hoca vardı, Fenci. Benim fen bilimleri ile şu ana kadar hiç alakam olmadı. -Fizik hariç.- Beni kaldırıp soru sordu. Ben ayakta mal mal düşünüyor, etrafa bakıyordum. Sonra bir ses. Allah'ım! ne de güzel bir ses. Kısık da olsa, birilerine yakalanmamak için hafifte olsa Hazal'ın bana yardım etme sesi. Kulağımla duymayı bırakın, sol yanımla bile duyuyordum onun söylediklerini. Hazal sayesinde tüm sınavlarım iyi geçiyordu. Kopya çekmeyi bilmeyen o kız, bana tüm sınavlarda kopya veriyor ve iyi bir not almamı sağlıyordu. Bizim zamanımız da SBS vardı. Tabii, öyle böyle sınıf atlıyorduk ve sınav heyecanı sarıyordu herkesi. Ailem, bana sormadan beni dershaneye kayıt etmişler. Sınav yaklaşıyor, oğlum dershaneye gidip sınavına daha iyi hazırlansın, diye. Yahu sevgili ailem, bana niye sormadınız ? Dershaneye ödeyeceğiniz taksitlerin parasını bana verseydiniz ben şu an ODTÜ ya da Boğaziçin'de olurdum. -Olmadı.- Akşam annem verdi haberi. Elinde dershane çizelgesi ile. Sabah erkenden sınav varmış. Bu sınavda alınan puana göre öğrencileri en iyi sınıftan en kötü sınıfa yerleştirmek içinmiş. Ben tabii ki en kötü, en son sınıfa düştüm. 706. 701-702-703 en zekilerin olduğu sınıftı. 704 ortadan hallice. 705-706 ''Dipteyim, sondayım, depresyondayım...'' sınıfıydı ve ben de 706'daydım. Sınıfın en kolpa çocuğuydum. Hocalar benimle baş edemediğinden artık onlarda bana alıştı ve ''Beni böyle sev seveceksen'' sözüyle öyle sevdiler beni. Allah yukarıda, hiç kimseye bir saygısızlığım olmamıştır. Derste, hoca varken bile küfür ederdim ama asla kişisel olarak değil tabii. Hayatımda ilk defa dershanede iken çokça çevrem, arkadaşım olmuştu. Sınıfımda ki tüm kızlar bana hastaydı. Hasta derken öyle aşk anlamında değil. Sempatik, komik çocuğum şimdi, ondan mütevellit yani. Hafta sonu dershaneye sabahın köründe geldiğim vakitlerden biriydi yine. Allah'ım! Allah'ım gerçek mi bu? 2 derece miyopum acaba yanlış mı görüyorum ? Hayır, yanlış görmemiştim. Oydu işte. Her zerresine aşık olduğum ve her zerresini ezberlediğim ilk aşkım, Hazal. Dershaneden içeri girmişti. Ulan kaç ay oldu ben şimdi mi görüyorum bu kızı ? Bir yandan kendi kendime sitem ederken bir yandan da sevgili aileme teşekkür ediyordum; beni bu dershaneye kayıt ettirdikleri için. Meğersem Hazal'la aynı dershanedeyiz. O çok zeki olduğu için 701. sınıfta haliyle. E, ben de gerizekalı olduğum için en son sınıftayım ve onu görmemem çok normal. Ama yine de kendi kendime sormadan edemiyordum: Ulan, hiç mi görmedin sahi ? Koridorlarda, aşağıda, etüt odalarında ? Hayır, gerçekten de hiç görmemiştim. Arkasından koşarak ''HAZAAAALLLĞĞĞ'' diye bağırıyordum. Merdivenlerde yakaladım onu. Bu kız çok hızlıydı bir de. O zamanlar Hüseyin Bolt yoktu ama Hazal vardı işte... ''Aaa! sen de mi bu dershanedesin? Çok iyi, n'aber?'' Kaç aydır bu dershanedeyım hemde. Benim ayıbım Hazal. Benim ayıbım ilk aşkım. Seni görmemek, burada olduğunu bilmemek benim ayıbım, özür dilerim. Diyemedim tabii bunları. ''Evet, ailem yazdırmış beni. Çok işe yarayacağı yokta işte...'' Seni gördüğüme çok sevindim Hazal. Şu an midemde değil kelebekler; Nuh'un gemisi dolaşıyor Hazal... desene olm bunları, niye sessizce içinden konuşuyorsun ? Kendim söyledim, kendim duydum ve kendim biliyordum, hep olduğu gibi. ''Kaçıncı sınıftasın peki ? 706, değil mi?'' Kurban olduğum, nasılda biliyor beni. ''Evet. Sınıf iyi ya. Hocalar filan bayağı muhabbet kurduk birbirimizle.'' ''Bizim sınıfa geçmeye çalış. Bir sonraki sınıf atlama sınavında. Yanım boş. Hem basketbol konuşuruz hemde eğleniriz.'' Sen bana öl de, ölürüm ben be Hazal. Ama amınakoduğumun sınavında bir türlü yükselemiyordum. Eh be Hazal! ne var sanki bu kadar zeki olacak. Hayır, en son sınıfa düş demiyorum da bari ortalarda filan kavuşsaydık. Ne yaptıysam olmadı. Ulan bir insan tüm sınavlarda nasıl eksi net çekebilmeyi başarırdı, hayret. Allah'ım! bana bu kadar duygusallık, düşünce ve iyi niyet vereceğine biraz da zeka verseydin, ne olurdu ? Sınıf atlayamamıştım belki ama sürekli Hazal'ın yanındaydım. Konuşuyor, sohbet ediyorduk. O gülünce benim içim geçiyordu. En son çok ciddi bir şekilde ben bu kızın okuduğu sınıfa geçmeyi kafaya koymuştum. Gizem diye bir kız arkadaşım vardı. O da zekiydi. 702. sınıftaydı o. Bununla oturup konuştum. Sınavda birlikte oturup bana kopya verecekti. Kabul etti sağ olsun. Ama yine olmadı. Oldu da 701. sınıf değil 703. sınıf oldu. Gizem de 701. sınıfa yükseldi. Allah'ım! bu kadar mallık bana fazla, gerçekten. Ama dershane zamanlarımın ilk defa en yüksek sınav sonuçlarını alıyordum, Gizem sayesinde tabii. Ailem, inanmıyordu bana. Bunu benim oğlum yapmış olamaz, diyordu. Heheheyt! sevgili ailem, elimde kapı gibi sınav sonuç belgesi var, al, buyur bak. 703. sınıfa geçmem de bir şeydi. Çünkü Hazal ile aramda sadece tek bir sınıf vardı. Dershane saatlerimiz aynıydı. Yani bu demek oluyordu ki benim için; Hazal ile beraberim. O gün, cehennemin dibini boylamaya imza attığım gün geldi çattı sonra. Hazal, Fen Bilgisinden etüt almıştı ve benimde gelmemi istiyordu. Ben de kabul ettim ve ismimi yazdırdım. Fen Bilgisi filan hikaye arkadaşlar; sevdiğim kızın yanında olacaktım. Ben ona bakınca benim tüm hücrelerim, sistemlerim zaten tavan yapmış oluyordu. Hoca, gel ben sana pratik olarak kendi üzerimden Biyoloji anlatayım, o derece yani. Hazal'ın sınıfında arkadaşları olduğunu öğrendiğim Duygu ve Yasenya vardı. Etüt'de dördümüzdük. Etüt sonrası hep birlikte kantinde bir şeyler yedik içtik ve muhabbet ettik dolayısıyla artık ben de Duygu ile Yasenya'yı tanımış bulunuyordum. Keşke tanımasaydım amınakoyim. Daha sonralar Yasenya benimle daha bir içli dışlı olmaya başladı. Şimdi bende kıza ''siktir git amınakoyim. Ocağıma incir ağacı mı dikeceksin. Git. Benim işim seninle değil, Hazal'la, ne olursun git.'' diyemem, diyemedim de. Keşke deseydim ama. Bazen, sevdiğiniz için kaba da olmak gerekiyor. Kendinizden ödün vermeniz gerekiyor. ''Cahildim, dünyanın rengine kandım...'' Neşet Baba, rahmetle... Meğer bu Yasenya bana abayı yakmış. Duygu ve Hazal'a da bunu söylemiş. Duygu, sürekli yanıma gelip ağzımı yoklamaya çalışıyordu. Yer mi lan Anadolu çocuğu! ''Hazal'ı seviyorum ben. İlk aşkım o benim. Her zerresini ezberlediğim kadın o'' diyemiyordum bir türlü. Diyemediğim için de Yasenya kendini iyice aşıyordu tabii. Ama ilginçtir ki, Hazal bana bununla ilgili tek bir kelime etmiyordu. Kurban olduğum, üzülmüşmüdür acaba? Merak etme sevdiğim. Benim gözüm o sıralar senden başkasını görmüyor. Tenefüste Yasenya bana aşağıda biraz konuşabilir miyiz, diye sormuştu. Aha! yaşadın olm. Kafaya koymuştum, her şeyi söyleyecektim ve bu davranışlarının boşa kürek sallama olduğunu anlatacaktım ona. Kabul ettim hemen. Tenefüste, boş etüt odasında Yasenya ile birlikteydim. Nasıl kasılıyorum, nasıl anlatacağım, ne diyeceğim, bilmiyorum bir türlü. Yasenya, ''Sana bir şey söy...'' ''Söyleme bana bir şey Yasenya. Ben Hazal'ı seviyorum. Dördüncü sınıftan bu yana gözüm, gönlüm sadece onda. Güzel kızsın ama ben Hazal'ı seviyorum. O bilmiyor ama seviyorum. O görmüyor ama seviyorum. İlk aşkım o benim.'' Kafamı sikeyim! Kafamı sikeyim! ulan tamam, biliyoruz, seviyorsun, dolusun ama öyle hayvan gibi söylenir mi? Kafamı sikeyim! Yasenya, ayaklı Trt gibi bu söylediğim her şeyi tek tek Hazal'a söyledi tabii. Ben etüt odasında tek başıma kalakalmış, şimdi ne bok yiyeceğimi kara kara düşünürken Hazal pat diye odaya girdi. Ben daha Hazal bir dakika demeden, Hazal bana bir güzel tokat attı. Sonra bir tane daha. Allahsız! eli de ağırmış, acıyordu. Ama olsun, vur be, bir daha vur. Vurduğun yerde gül biter be senin... ''Sen nasıl böyle bir şey dersin ? Sen benim arkadaşımsın. Sana inanamıyorum.'' Ne dedim be Hazal ? Kötü bir şey mi dedim ? Sadece seni sevdiğimi, ilk aşkım olduğunu söyledim. Her zerrene aşık olduğumu söyledim. Sana bir şey olsa ilk benim canım acır duygularımı, hislerimi söyledim. Evet, arkadaşız. Ama sevdim Hazal seni, engel olamadım. Sen de bu kadar güzel olmasaydın amınakoyim, ne yapim ? Gönül bu, laf dinlemiyor ki. Adını çizgili defterlerime doldurdum. Seni kimseye anlatmadım, kıskanacağımı bildiğim için. Göğüs kafesimde sakladım seni. Sensiz yaşadım seni. Öyle temiz, öyle güzel. Yine diyemedim tabii bunları. Hiçbir şey diyememiştim de zaten. O iki tokatı atıp ardından o cümleleri söyledikten sonra ben buz kesmiştim. Ağzımdan tek bir cümle çıkmamıştı. Dudaklarım bile kıpırdamamıştı. En can alıcı cümleyi de en son söyledi. ''Bir daha benimle muhattap olmuyorsun, sakın!'' Kulağımda, zihnimde canlanmıştı bu cümle. ''Bir daha benimle muhattap olmuyorsun...'' ne demekti bu ? Gerçekten anlamamıştım o zaman. Ya da anlamak istememiştim. Görüşmeyeceğiz mi? Konuşmayacağız mı? E, zaten bunları yapmıyorken bile ben seni yaşıyordum be Hazal. N'olmuş yani?     Bir kadını gerçekten sevmişsen kalbinden başka hiçbir şeyin kalmamıştır; aslında bir yerden sonra kalbi de yüktür ama taşımaya değer tek yük bu olduğundan, sevgiliyi içinde taşımanın hatırına kendi kalbine tahammül eder insan.
1 note · View note
sonsuzutopya-blog · 7 years
Quote
Allah'ım! Allah'ım bana yeni kelimeler, bana bir parça uyku, bana bir parça cesaret, bir parça senin ruhundan. Allah'ım bana ruhundan üfle. Allah'ım bana da bir inşirah.
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Quote
Çok yakışıklı bir adam değildi; düzenli bir işi ve maaşı, sıradan bir hayatı vardı, dünya güzeli bir kadını sevdi, ona masallar anlattı, geniş bir hayal dünyası ve pek çok şeyi önceden hisseden temiz bir kalbi vardı, hiçbir karşılık beklemeden o güzel kadına kalbini verdi. Ve genç öldü.
Tarık Tufan
1 note · View note
sonsuzutopya-blog · 7 years
Text
"Seni seviyorum." Dünyanın en kısa ve güzel masalını fısıldadı derin bir mahcubiyet içinde. Karşılığında birazcık daha kısa fakat çok ama çok daha güzel bir masal duymayı bekliyordu: "Ben de seni." Olmadı. Söylemedi...
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Text
SEVMEK ÇOK GÜZEL ŞEY, ALDANMAK ACI. (DERBEDER İLE LÜKÜS)
'' Sevmek çok güzel şey aldanmak acı ''
 Her sabah olduğu gibi; yatağından kalkıp balkona sigarasını içmeye gitti. Karnı kaç saatten beri boş,aç Allah bilir. Elini yüzünü bile yıkamamıştı daha. Sigara paketinden dalı çıkarıp yaktı acı acı ve iyice içine çektikten sonra bıraktı dumanı. Ellerini balkon demirlerine koyup kafasını gökyüzüne kaldırdı. İçinden neler neler söylüyordu... sigarası bittikten sonra kendine gelmek için tuvalete, elini yüzünü yıkamaya gitti. Buz gibi suda bilmem kaç defa yüzünü yıkadı. Aynaya bakıp ''amına koyim senin'' dedi.
 Hayatında bir kez aşık olmuştu. Aşka ve sevmeye dair güzel olan ne varsa ilk kez yaşamıştı onunla. Çocukluğuna hasretti en çok. Sevdiği kadınla birlikteyken, çocuktu. İlk kez bir kadının elini tutmuştu. Yüreği sanki ağzında atıyordu ve ortalık da ona ritim tutuyordu sanki. Gülüş önemliydi onun için. Sevdiği kadın öyle güzel gülüyordu ki, saatlerce onu güldürmekle uğraşıyor ve kayboluyordu gülüşünde.
En çok gülüşünü sevmişti.
 Heyecandan içi kıpır kıpırdı. Hani küçücük bir çocuğa en çok istediği şeyi aldığınız vakit o suratında ki ve içinde ki heyecan çarpar ya gözler önüne, işte ondada aynı heyecan vardı. Hem nasıl olmasın ki? Kaç sene önce tuttuğu 'Aşk orucu'nu bozmaya başlıyordu. -Kendisi öyle düşünüyor, öyle yaşıyordu en azından.- Öğlen saat 13.00'da görüşeceklerdi. Tekrardan sevdiği kadın ona gece konuşurlarken ''Erken yat uyu. Uykusuz kalıp, yorgun olma sakın yarın.'' demişti. Bizimkinin umurunda değil tabii. Ama yine sevdiği kadını kırmamak için ''Tamam, merak etme sen'' demişti. Hayatında ilk defa gece erken girmişti yatağına. Uyuyacaktı. Çünkü sevdiği kadın öyle demişti ona. O da tamam demişti. Ne yapıp etse de olmamıştı ama. Vücudu alışmıştı bir kere sabah vakitlerinde uyumaya. Yatağından kalkıp balkona, sigara içmeye çıktı. Gökyüzüne bakıyordu sürekli. Yüzü gülüyordu. İçi sıcacıktı. Belkide uzun zamandan sonra gerçekten de gülüyordu, mutluydu. Bir an sigarasını kül tablasına bırakıp acele bir şekilde telefonunu almaya gitti odasına. Sevdiği kadına mesaj atmıştı. ''Özür dilerim. Uyumaya çalıştım ama olmadı. Merak etme, ben senin yanında yorgun olmam. '' Böyle bir mesajı ona attığı için mutluydu. Çünkü sevdiği kadına uyuyacağını söylemiş ama uyuyamamıştı. Sanki ona yalan söylemişçesine durumu izah etme gereği duyduğu için atmıştı o mesajı. İçi içine sığmıyordu. Bir an önce günün aydınlanmasını ve hazırlanıp sevdiği kadınla buluşmayı istiyordu. Saat 04.00 yatağına tekrar girip belki bundan önce defalarca baktığı telefonundan alarmı bir kez daha kontrol etti. Sabah saat 11.00'a kurmuştu alarmı. Planını, hareketlerini ona göre ayarlamıştı. 11.00'da kalkıp elini yüzünü yıkayacaktı. Duşu akşamından aldığı için tekrardan öyle bir derdi yoktu. Üzerini giyinip evinin hemen karşısındaki otobüse binip aktarma istasyonu olan metro durağına gidecekti. Metroya da binip 7 durak daha gidecekti ve sevdiği kadınla gör��şecekti. Planı aynı bu şekildeydi. Alarmın çalmasına daha 2-3 dakika varken uyanmıştı kendisi. Büyük başarıydı kendisi için bu durum. Hemen alarmı çalmadan kendi eliyle kapattı ve telefonundan Wi-fi'yi açtı. Sevdiği kadından mesaj gelmişti. ''Senin şu uyku problemini düzeltmemiz lazım, olmaz böyle. Ben uyandım. Kahvemi içiyorum şu anda. Bana daha yakın olduğu için görüşeceğimiz yer birazdan da hazırlanıp çıkacağım.'' ''Senin şu uyku problemini düzeltmemiz lazım.'' En çok, en çok bu mesajı beğenmişti okuduğuna. Sevdiği kadın onun bu olumsuz durumunu düzeltecekti. Hemen cevap yazdı ''Günaaaaydın! ben de şimdi uyandım. Az da olsa uyudum yine bak ve kendimi harika hissediyorum. Ben de şimdi üzerimi giyinip çıkacağım. Otobüse binip metro durağına gideceğim. Oradan da metroya binip geleceğim.'' telefonu yatağına atarak doğruca elini yüzünü yıkamaya gitti.Tuvaletteki aynada gülen yüzüne bakıp ''Hadi inşaAllah!'' dedi kendine. Odasına geldiğinde tekrardan bu yaşına kadar gelmiş olmasına rağmen kot pantolonu giymeyi pek sevmezdi. Hep eşofman altı ya da pijama altı giyinir öyle çıkardı dışarı, öyle giderdi okula. Bir an düşündü. Acaba yine eşofman altı giyinip öyle mi gitsem, diye. Ama giyinmedi. En son memleketten geri dönünce evine annesi yıkayıp ütülemişti bir güzel kot pantolonunu. Çünkü o giymediği için hep köşede kalıyordu. Giyinse bile hiç yıkamazdı. Sevmiyordu kot pantolon giyinmeyi işte. Üzerini çıkartıp geçirmişti ayaklarından yukarı kot pantolonunu. Kemerini en sondan bir önceki deliğe taktı. Sonra da kazağını giyindi. Aslında hava güneşliydi. Ama akşama doğru esen soğuk rüzgardan ötürü kazağını giyinip üzerine de mavi ceketini giyindi. Cüzdanını arka göt cebine koydu. Sigarasını ve kulaklığını da sol cebine. Telefonu eline alıp sevdiği kadına ''Ben hazırlandım. Çıkıyorum şimdi de.'' diye mesaj attı. ''Tamam, ben de hazırlandım çıkıyorum şimdi.''diye de mesaj geldi sevdiği kadından. Son bir kontrollerini yaptıktan sonra evdeki çöpleri alıp çıktı evden. Otobüse bindi ve aktarma durağı olan metro istasyonuna gelmişti. Telefonunu çıkarıp sevdiği kadına mesaj atacakken tam ''Ben geldim. Şansım varmış otobüs hemen geldi. Sen acele etme. Ben köşede büfede oturup çay ile sigaramı içer seni beklerim'' mesajını gördü. Kötü bir şey yoktu aslında bunda. Sadece sevdiği kadın ondan önce varmıştı. Nefesi kesilmişti. Sanki sokaktaki insanlar onun üzerine yürüyormuş gibi hissetti. Güç bela ''Ben.. özür dilerim. Seni bekletmek istememiştim. Metroya binip geleceğim hemen ben de. Çok özür dilerim!'' diye mesaj attı sevdiği kadına. Sonra telefonu cebine koydu ve sol cebinde ki sigara paketinden bir dal sigara çıkartıp yaktı. Kaldırıma çöküp sevdiği kadını bekletme durumunu sindiremiyordu kendisine. Telefonu çaldı. Sevdiği kadındı arayan. 2-3 kez çaldıktan sonra açabildi anca ve konuştu. ''Ya şapşal! niye özür diliyorsun? -sevdiği kadın gülüyordu bunu söylerken.- Sen geç kalmadın ki. Ben erken geldim sadece. Şimdide büfeye geçtim çayımı söyleyip sigaramı içeceğim. Sen de dikkatlice gel, tamam mı? Bekliyorum ben seni.''  demişti sevdiği kadın. Sevdiği kadının sesini duyunca az önceki modundan bir an çıkıp kendine gelmişti tekrar. Elinden sigarasını atıp doğru metroya yol aldı. -Gerçekten de böyle olmaz mı? Hayatımız bok yolunda giderken, kendimizi kapkaranlık bedenlerimizde hapsederken; sevdiğimiz, değer verdiğimiz kişi/kişilerin seslerini duyunca yahut bir mesajını okuyunca içten, geçmez mi her şey? Tam olmasa bile biraz?- Sevdiği kadın ile buluşmasına son 3 durak kalmıştı. O kalan 3 durak boyunca neler neler düşündü. Metro kapısının camından, kendi yansımasının önünden neler neler geçti gitti. Bir an sanki kendisini formatlanmış şekilde hissetti. Sevdiği kadınla buluşacaktı. Tamam, heyecan vardı elbette ama bu sefer ki heyecan çok başkaydı. Korku ile karışmıştı bu sefer... metrodan inip merdivenleri ağır ağır çıkıyordu. Sanki sırtına 10 kişi binmiş de öylesi ağır çıkıyordu basamakları. Sevdiği kadını aradı. ''Neredesin? Ben geldim. Şu an tam da metronun çıkışındayım.'' dedi. ''Ben de hemen onun yanında ki büf.... gördüm gördüm.'' Telefonu kulağından ayırmayıp kafasını çevirdiğinde sevdiği kadını görmüştü. Ona doğru gülerek adım atıyordu. Gülüşü çok güzeldi. Gülüşü bambaşkaydı. Allah'ım tam da şu an alsan canımı olur. Gördüm ben. Yaşamış da sayıyorum. Al canımı. Telefonunu kapatıp cebine koydu. Sevdiği kadın sadece bir adım mesafe uzağında, karşısında duruyordu. ''Merhabaa!'' diyebilmişti çaresizce. ''Hoş geldin!'' diye de karşılık aldı, sevdiği kadından. Sarılmayı düşünmüştü. Sarılmayı da çok severdi. Kirletilmiş onca güzel duygular arasından sarılmayı kendine hapsediyordu. Bari 'sarılmak' eylemini, duygusunu kirletmeyin diye çabalıyordu. Sarılamadı. Hem zaten daha ilk defa görüşüyorlardı. Neyin sarılmasıydı bu? Aralarında bir ilişkinin ya da benzeri bir durumun olmadığının da farkındaydı. Yine her zamanki gibi sadece kendisi yaşıyordu tüm duygu ve hisleri. Sevdiği kadınla yola koyuldular. Planlarını önceden yapmışlardı zaten: İlk olarak kahve içeceklerdi. Sonra da kitapçıya gidip ellerinde ki kitap listelerinden kitaplarını alacaklardı. Sonra da birlikte yemek yiyeceklerdi ve her ne kadar bitmesini istemese de ayrılacaklardı gün ışığının usul usul kaybolduğu vakit gelince. -Kusura bakma dostum. ''Ayrılmak'' kelimesini kullanmamalıydım. Ama.. kusura bakma işte.- Bir kafeye geçip oturdular. Kendilerini tanıttılar önce. Ama tam anlamıyla değil. Özetle bile değil. Üstünkörü. ''Gülüşün. Gülüşün çok güzel!'' bunu deyivermişti. ''Ne?'' diye sordu sevdiği kadın. ''Hiiiç. Ne oldu? Ben bir şey demedim ki. Tatlı da yer miyiz?'' ''-Gülüyordu sevdiği kadın- yemeyelim, kalkalım da kitaplara bakalım hadi.'' demişti. Kalkıp kitapçıya doğru yürüdüler. Epey yürüdüler hemde. Yürüdükleri yol boyunca sevdiği kadın hemen yanındaydı. Yan tarafında onunla birlikte yürüyordu. Rüzgar saçlarına vurup dağıttığı zaman bazen bilerek az arkasında kalıp hem saçlarının kokusunu hissetmek hemde sevdiği kadının kokusunu çekmek istiyordu içine. Sevdiği kadın bunun farkındaydı. Belki de değildi. Hep o konuşuyordu. Ve konuşurken de tek bir amacı vardı: Sevdiği kadını güldürmek. Gülüşünü görmek. Çok güzel gülüyordu çünkü. Ama içinden de sanki sevdiği kadını sıkıyormuş gibi hissediyordu. Sanki onu zorla konuşturuyormuş gibi hissediyordu. Ne kadar kötü bir şey ikilem arasında kalmak...Gelmişlerdi kitapçıya. İçeriye girer girmez bir anda sevdiği kadını unuttu. Doğruca en kolay ulaşılabilir kitapların yanına gidip sayfaları çevirerek kitap kokusunu çekti içine. Kitap kokusunu seviyordu çünkü. Sonra aklı başına gelip sevdiği kadının yanına gitti tekrar ve listelerindeki kitaplara bakmaya koyuldular. Sevdiği kadın eline alıp incelediği kitaplara bakıyordu. Uzaklaşmıştı sevdiği kadından. Elini çenesinin altına koyup sevdiği kadına bakıyordu. Bakmıyordu, hayır. İzliyordu onu. Kitapların sayfalarını çevirmesinden; elleriyle kitaplara dokunmasından ve yüzündeki mimiklere kadar her şey, her şeyiyle izliyordu sevdiği kadını. Bir an ona baktı ve gülümsedi. Sevdiği kadının ona bakarak gülümseyişini görünce ''Allah'ım tam da şu an ölebilirim, gerçekten'' dedi içinden. Ne kadar güzel bir gülüşü var Yarabbim! Sevdiği kadının yanına gidip iyice sokuldu ona. Kafasını saçlarına götürmüştü. Sevdiği kadının kokusunu olabildiğince içine çekti. Resmen huzurdu bu işte. Kitaplarını alıp çıkmışlardı kitapçıdan ve hemen yanında ki köfteciye oturdular yemek yemek için. İkisi de çok acıkmıştı. Sevdiği kadın ekmek yemiyordu. Zorla ekmek yedirdi. Yoğurt da yemiyordu. Onu da zorla yedirdi. Kendi tabağındakileri ve midesinin açlığını bırakıp sevdiği kadını karşısında yemek yerken izliyordu. Dudakları küçücüktü. Ağzında ki lokmayı yavaş yavaş çiğniyordu. Allah'ım ne kadar güzel! Tam şu an alabilirsin canımı, gerçekten. ''Ne bakıyorsun bana, yesene yemeğini -gülüyordu bunu söylerken sevdiği kadın-'' ''Yiyorum yiyorum. Bak.'' Evet, artık gün ışığı iyice azalmıştı. Ve hiç istemediği ayrılık vakti yaklaşıyordu. Bunun farkındaydı. İçten içe sinirleniyordu. Sevdiği kadınla yürürken onun üşüdüğünü farketti. Hemen ceketini çıkarıp sardı belinden sevdiği kadını. Yan yana yürüyorlardı yine. Sevdiği kadının elini tutmak istiyordu. Ama korkuyordu. Neyden korktuğunu da bilmiyordu ama korkuyordu işte. En sonunda ''Ellerim üşüdü, elini tutabilir miyim?'' dedi, sevdiği kadına. Hiçbir şey söylemeden verdi o güzel ellerini. Elleri birbirlerine kenetlenince sanki hep o kaybolan parçası gelip oturmuştu. Allah'ım şimdi ölebilirim, gerçekten! Otobüs durağına gelmişlerdi. Sevdiği kadın, bir sonraki otobüse binmeyi istedi. Mutlu oldu. Çünkü az da olsa yine yanında olacaktı sevdiği kadın. Ceketi çıkarıp vermişti. Yanağından öpüp ''Hoşça kal'' dedi, sevdiği kadın ve otobüse binip gitti. Yarım saat daha o otobüs durağında kalmıştı kendisi. Gidemedi bir türlü. Ya da gitmek istemedi. Rüzgar iyice sert esmeye başlamıştı. Üşüyordu. Ama ceketi giyinmedi. Çünkü sevdiği kadının kokusu sinmişti ona. Burnuna götürüp kokluyordu, içine çekiyordu. Allah'ım şimdi ölebilirim, gerçekten!
 Eve geleli bir saat olmuştu. Telefonundan tekrar Wi-fi'ye bağlandı. Sevdiği kadından mesaj gelmişti: ''Ayrılalım. Yapamam ben. Her şey için teşekkür ederim ama olmaz. Özür dilerim.''
3 notes · View notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Text
TUTAMAÇ
Tumblr media
Ne çok şey düşünüyordu. Sanki dünya hayatının tüm sorumlulukları omuzundaymış gibi hissediyordu.    Sigarasını yaktı. İçine çekti, acı acı. Düşüncelere daldı yine. En çokta ''neden mutlu değilim ben'' sorusuna takıldı kendi içinde. Kahkaha patlatıverdi birdenbire. Uzaktan-yakından biri görse, deli bu, derlerdi. ''Kendinle çok çelişiyorsun be!'' dedi, kendine. Evet, gerçekten öyleydi. Kendisine 'gerçekçi' bir insan diyordu hep ve öyle olması gerektiğini vurguluyordu. ''Neden mutlu değilim ben?'' sorusuna da hep bu karşılığı veriyordu; ''Kendinle çok çelişiyorsun be!'' Aşırı duygusal biri kendisi. Hani laf gelişi vardır ya ''Ota boka'' hah! işte kendisi de tamda öyle. Mutlu değilim ben, diyor kendi kendine. Mutlu olamıyorum. Ama sonrada kızıyor kendine. İnanır mısınız, haklı bir kızgınlık aslında. Bu hayatta 'en' çok değer verdiği ve 'en' çok sevdiği kişi, ANNE'si hayattaydı,onun yanındaydı. Abisi de öyle. Eğer şu an hâlâ yaşıyorsa, sebebi de budur aslında. Babası onun için yoktu. Hiçbir zaman da olmadı, olmayacakta. Nefret ediyor, ölmesi için dua bile ediyordu. Orospuçocuğunun tekiydi kısaca. Çevresine bakındığında ya da araştırdığında, annesi olmayan birçok kişi/kişiler vardı. Anne koynunun sıcaklığını hiç bilmeyen, yaşayamayan kişiler... Başını sokacak bir evi de var. Hatta kendine göre çok lüks bir ev yaşantısı sürdüğünü de biliyordu. Karnını öyle-böyle doyuruyordu şükür. Aç kalmıyordu hiçbir zaman. Marka ya da kaliteli olmasa bile, üstüne giyebileceği temiz kıyafetleri de vardı. Bir bilgisayarı ve telefonu da... olmayanlar peki ? Bunların hiçbirine sahip olamayanlar ? Çocuklar! onun en hassas noktası. Kendisi çocukluğunu yaşayamadığı için hep hasretlik çekmişti çocukluğuna ve çocuklara. Resmiyette yaşı ne olursa olsun; akıl yaşı hep üçtü. Çocuk gibiydi. Ama en çok mazlumluğu da ��ocukların çektiğini görüyor ve biliyordu. Ayaklarında ayakkabıları olmayan; karınları kaç gündür boş olan, anne/babasız olan ve belkide onun gibi çocukluğunu yaşayamayan çocuklar... aslında hiçbirinin çocuk olmadığını kendisi de onlarda biliyordu. Koşup oynayacakları zaman dilimlerinde, hayatı öğrenmişlerdi erkenden. Mücadele etmeyi öğrenmişlerdi. Bu hayatta her zaman 'yalnız' olacaklarını öğrenmişlerdi. Bir kahkaha daha patlattı ve yine kendi kendine ''Neden mutlu değilim ben?'' diye sordu. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı ve sonra hıçkırıklı ağlamaya bıraktı yerini. Kendisini böyle de kıyaslayıp, öz eleştiri yapıyordu ve her defasında da ağlıyordu. Evet, evet ama.. benim istediğim... yutkunamadı, sustu. Elleriyle gözyaşlarını sildi  güç bela ve yeniden sigara paketinden bir dal çıkarıp yaktı. İçine çekti acı acı.    ''Tutunacak bir dal benimkisi'' çıkıverdi ağzından...
1 note · View note
sonsuzutopya-blog · 7 years
Quote
Ben sandım ki sen de seveceksin beni. Tek taraflı değildi o yüzden hayallerim. Ana kahramanı hep sendin. Hatta ana özeti bile... Bizi izleyen ya da tanıyan biri olsa misal; beni boş verip tamamen senin üzerinden anlatırdı ilişkiyi, her şeyi... nefes almak bazen çok saçma geliyor. Hayır, hayır! biliyorum, aşk acısından daha önemli şeylerin de olduğunu, haklısınız. Kimileri 'yalnız' olmayı sever. Kimileri de 'yalnız' olmaktan sıkılır, şikayet eder. Ama öyleleri de var ki -ben gibi-  'yalnız' kalmayı sevip de tutunacak bir dal arayan. Yaralarımı gösterip, nasıl olduklarını anlatacağım biri mesela. Çocukluğa nasıl hasret olduğumu. Kendimi senin yanında nasıl çocukça serbest bırakabildiğimi. Çok mu saf ya da basit düşünüyorum? Sevgi neydi sahi? Bilmiyorum. Aslında ben, bu aralar hiçbir şey bilmiyorum.
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
Burada gökyüzü gri tonlarında ve yağmur çiselemesi de eksik olmuyor. Böyle havaları hep sevmişimdir. İnsanın evinden çıkası hiç gelmiyor. Kupa bardağına sınırsız çay, kahvesini yapıp yorganının altında kitap okuma yahut film/dizi izlemesi daha cazip geliyor. Hafta sonu herhangi bir etkinliğiniz yoksa bu kitabı okuyun derim. Saf sevgi, macera, anı ve komedinin bulunduğu eğlenceli bir kitap. Ben okuduğumda, diğer sayfalarda kahramanımın olumsuz sonuçlarını görmemek için yarıda bıraktığım çok oldu kitabı,düşünün. Kitabı okurken güzel bir ses, tını da duymak isterseniz;  https://www.youtube.com/watch?v=Mlol8TstUnI bunu da buraya bırakıyorum.. ''Ah Bu ben...''  
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Text
Kimsiniz siz? Eşinize, annenize sordunuz mu hiç? Ya da "söyle bakalım benim hayallerim ne?" deseniz, Ne derler sevdikleriniz? Ben desem ki mesela, Çocukken her fırsatta Kimse yokken etrafta Hayallerimle konuştuğumu,Bazen ajan, bazen astronot olduğumu.  Beni seven onca insandan Bilir mi sizce biri? Öyle seviyoruz işte biz bir birimizi..Sevmemiz gerekiyor gibi Tanımadan, anlamadan, bilmeden Böyle kırıyoruz işte birbirimizi"Neden kırıldı ki?" dediğimiz "tanımadığımız" ama sevdiklerimizi.
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
Hangi kadının gününü kutlayalım, mal gibi genel evlerde pazarlanan kadınların mı? Tacize uğrayan kadınların mı? Boşanmak istediği için öldürülüp yaralanan kadınların mı? Aile şiddetine maruz kalan kadınların mı? Tesettürlü olduğu için okul birincilik ödülünü alamayan ya da layık görülmeyen kadınların mı? Oğlunun yemin törenine katılamayan kadınların mı? Okul önlerinde yaka paça sürüklenen, peruk takmak zorunda kalan kadınların mı? DÜNYANIN HER TÜRLÜ YERİNDE TECAVÜZE UĞRAYAN KADINLARIN MI ? KAPİTALİST ŞEYTANIN ÇARKLARINI BİLEREK BİLMEYEREK SOYUNDURULARAK CİNSEL OBJE OLARAK KENDİNİ PAZARLAYAN KADINLARIN MI ? Acaba hangi kadının kadınlar gününü kutlasak? Her şeye rağmen, dünyayı kurtaracak olan birileri varsa o da kadınlardır!
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Quote
Gençtiler, henüz düşleri çok kirlenmemişti!..
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
Sahi, ne zaman?
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Quote
Acım, kumsaldaki kumdan çok.
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
Hayata aşkla anlam yükleyenler, yani bizler. Mal gibi yalnız olup depresif bir hayat sürüyoruz ya hani, çok sıkıcı lan bu. Salak salak "kitap okuyorum, böyle de mutluyum ben" tribiyle dolaşmıyor muyuz birde Allah’ım çıldıracam, cidden sevdiğine nasıl davranacağını bilmeyen, sevgiden bi haber insanların sevgilisi oluyor ya kafayı kıracak gibi oluyorum. Millet mutluluğun resmini paylaşıyor bize de beğen butonuna basmak kalıyor. Bunları listeden siliyorsun bozuluyorlar birde, evlenebilenleri geçtim daha sonra evlenemeyenler grubu oluşuyor, o grubun içinden de evlenen biri olunca daha gıcık oluyorum, resimlerine baktıkça sanki bize nanik yapıyormuş gibi hissediyorum, "Nıhaha bende evlendim olm, sizde öyle mal gibi kaldınız hıhahah" Tanıştırayım, karikatürdeki adam yani ben! Başka bir yazımda hönkürmek üzere küle küle.
-ÇO
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
‘’ Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur. ‘’ 
 Zülfü Livaneli’nin bir çok kitabını okudum. Bazılarında sıkıldıysam da sabredip bitirmeye gayret gösterdim ve ‘iyi ki’ okudum, dedim. Dün kitap ve dergi listemi almaya gittiğim vakit Livaneli’nin bu yeni kitabını gördüm. Basımı kalitesiz olsa da kitabın içeriği fazla iyi. Üslubu da fazla sade olduğu için bir solukta okunabilecek cinsten. Kitabı okurken şunu soracaksınız kendi kendinize ya da çevrenize: ‘’İnsanlığın bittiği yerler var malesef... Ortadoğu'unu hiç bitip tükenmeyen sıkıntıları...’’ 
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Quote
Hayat nasıl? -Yaşayan birine sor.
0 notes
sonsuzutopya-blog · 7 years
Quote
Onlar ümidin düşmanıdır,sevgilim. Akar suyun, meyve çağında ağacın. Serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Nazım Hikmet.
4 notes · View notes