Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Kınadığın her ne olursa, olduğun insan da, karşına çıkanlar da girdaba sokar seni. Tövbe edene dek, helalleşip affetme erdemine erişene dek peşinden koşar. O halde bugün affedelim. Biraz empatiyle atacağımız adımın şefkati kendimize duyduğumuz saygıdan doğsun. Kendimizi affetmekle başlayalım. Affediyorum seni
Ben olan seni
2 notes
·
View notes
Text
Yazının gücü adına
Biraz önce ruh eşime bir mektup yazdım. Kendisini tanımıyorum. Nerede, ne yapıyor bilmiyorum. Onu realist hayalperest dünyama davet ediyorum.
Farkındalığını henüz 22 yaşında kazanmış bir genç kızın kadınsal duygulara kapı araladığı, türlü yollarla medite ettiği ruhuna ikinci bir şansı bahşetiş hikayesi... İkinci bir şans vermenin başlangıcıdır koşulsuz inanmak. İnanarak yazmak, konuşmak ve dua etmek. Sana çekildiğim bu yolda tüm seslenişim, tamamlanmamış nefsimedir.
0 notes
Text
Kadın Olmak
Kadın olmak, sığ zihinlerin yetiştirdiği dört duvarı yaratan hormonal rekabetin kurbanı olmaktı. Kadın olmak, üstten bakan kas kütlelerinin altında güçsüz, işe yaramaz, pasif rollerin sahiplendirildiği insan olmaktı. Kadın olmak, cilvesiyle namussuz, tribiyle dayaklık olmaktı. Kadın olmak, yeşillendirdiği dünyada masum bir kız çocuğuyken, doğanın ona bahşettiği anneliği karnını ayıplayan gözlerden sokak sokak saklamak zorunda olmaktı. Kadın olmak, beyinin emrettiğini yerine sualsiz getirmekten mükellef olmaktı. Kadın olmak, kuvvetliyken boynu bükük, çocukları karşısında ölüyorken diri durmaktı. Kadın olmak, tehlikeleri karşısında dünyanın, daima arkasına bakarak yürümek zorunda olmaktı. Kadın olmak, acıyı ve sancıyı her ay, her doğumda, her dayakta sırtlanmış olmaktı. Kadın olmak, kadın olmanın verdiği acziyetle yaşaması mübah olmaktı.
0 notes
Conversation
Seni aynı dakikada sevebilmek
Yabancı Adam: Bir orman yanar, toprak simsiyah olur. Sonra her şey bitti, daha bu topraktan filiz çıkmaz dersin. Sonra bir yağmur yağar, o yanmış topraktan yemyeşil bir filiz çıkar. Ateşe inat, yangına inat bitti denilen her şeye inat... Aşk tam olarak budur. Yanmış bir kalpte çıkan bir filiz hayatını yeniden başlatır insana. Yeter ki o filizi doğru kişi eksin, yeter ki o aşk yağmuru boşuna yağmasın. Yani evlilikten korkmanın temelinde üzülmek var. Yanlış insan tanımazsan üzülmezsin.
Kadın: O doğru insan nerede inanın bilemiyorum. Belki her şeyin zamanı vardır. Bir arkadaşım bana "Sen bunları yaşıyor tecrübe ediniyorsun. Bu tecrübeler seni hem hayata hem de karşına çıkacak gerçek aşka hazırlıyor" derdi. Ama bazen yeter diyorum. İstediğim sadece aşk. Merhametli, dürüst ve Allah korkusu olan biri. İsteseydim belki de çoktan bulmuştum birini ancak herhangi biri olmasının önemi yok ki. Yalnızca benim sevdiğim, yalnızca karşımdaki insanın sevdiği bir ilişki var olamaz ki. O yüzden çok mucizevi gelir bana iki insanın birbirini aynı anda sevmesi.
Yabancı Adam: Bir ilişkideki en temel özelliktir merhamet. Aşık insan sevdiğinin kılına dokunamaz, canı yandı mı acaba yoruluyor mu bunları hep düşünür. Zaten aşıksan bunları görev edinirsin ama sadece "amaan gezeyim, tozayım" dersen her yerde örnekleri var. Önemli olan eşine her baktığında "Allahım sana şükürler olsun, ben sana ne kadar büyük bir iyilik yaptım da yanıma meleğini gönderdin" demeli insan.
Kadın: Bu yüzden düşünüyorum zaten hak etmiyor muyum diye. Bir şeyi yanlış mı yapıyorum diye. Hatta düşünüyorum da bazen, acaba bana dışardan bakanlar bu kız bana bakmaz mı tarzı düşüncelere kapılıyor mu diye. Çirkin miyim, pek değil. Güzel miyim, eh ortalama. Bir şeyler eksik olmalı. Aşka başlangıçlara çok yabancıyım.
Yabancı Adam: Aşkı tanımlama şeklin yanlış olabilir. Aşk aslından birbirini tanıyıp seven iki kişi arasında olan etkileşimdir. Hiç kimseyi ileri seviyede tanıdın mı? Malesef ben gördüğüm zararlardan ötürü çok çabuk insan tanırım.
Kadın: İnsan sarrafı değilim ama olma yolunda ilerliyorum. Aşk nedir elbette bilemiyorum zira tecrübem yok. Ancak aşk bence zamanla dost olabilmektir. Çünkü kimyasal bir şey neticesinde değil mi?
0 notes
Text
Elma Turtası: Yetiş-emeyen-kin
Koşulsuz inandıklarım listesinde başı çeken kendimi, fabrikasyon bedenimi, kemikleri geliştikçe gerileyen zihnimi, gençliğimin tüm hayallerini bir köşede terk ettim bugün. Çoğumuzun dışlanmaktan, kalıba sokulup üstten bakılmaktan, emri vaki ünlem dolu cümlelerden kaçtığı ergen asırdan 20′lerinde bedeni güçlü, ruhu çürük bir ben yarattım. Uzak kalmak mıydı yaşadığımız ütopyanın pencerelerinden örterek perdeleri, yoksa şımartılarak büyüdüğümüz aile sıcaklığından mıydı bilinmez, farklı arayışlar bulmak üzere yola çıktım. Eylül ayına doğru denilenin aksine pek de hızlı geçmeyen zamanın taşlarını dizerek 22′yi doldurmak üzere bindiğim hızlı trende durup soluklanmaya yetecek durağı inşaa etmeye başladım. Kağıt üzerinde anlamsız, niyeti bir ancak bir elma turtası kadar da anlık serotonin.. Erişmeye erişme çabamı ilk birkaç adımla taçlandırmışken mutlu eden tek şey buydu artık beni. Karton poşetin derinliklerinde parıldayan, unla kaplı bir tutam elma turtası... Çok da büyük değil. Zira 20′lerinden önceki çocuk benliğimin zevkleri, hobileri, alınganlıkları ve hatta alışkanlıkları dahi tozlu kitapların unutulmuş karakterlerini anımsatırken, bugün kendime yabancılaştığım dünyada bir tutam elma turtası ve bunu bana uzatan bir çift elin sahibi sayesinde şekillenecek muhtaç olduğum melatonin, adrenalin ve oksitosin...
Elmalı turtaya bakarken gördüklerim, sana bakarken gördüklerim...
Anlayışla karşıla beni. Bu asırda yeniyim.
0 notes
Quote
İşte bu hayatıma girme nedenin... Beni karşılayan gözlerin "Sana yardım etmeye geldim," dedi. "Geldim ve çok yakında ait olduğum yere geri döneceğim."
Son Mektup
1 note
·
View note
Text
Balkon dekorasyonuyla ilgilenirken buğulu camlara yansıyan loş fenerlerden bir sığınak yapma niyetindeydim. Saklandığımdan değil, karanlığın içinde çarpışan otomatik düşüncelerle bulma isteğimdendi zihnimi. Yeryüzüne kavuşan kristal tanelerinin birbirine değmeden kitaplarıma serpilişi, belki bir fincan kahve ve dokunabildiğim ‘sesin’ eşliğinde ihtiyacın olan tek şeyi sana verme arzusu...
İhtiyacımız olan tek bir kelime... Satın alamayacağımız sözcükler...
Kalbine dokunmasını bekleyen, içselleştirdiğim düşünceler...
Tek bir kelime... İhtiyacımız olan tek bir kelime... Sana verebileceğim tek şey.
1 note
·
View note
Text
첫눈: İLK KAR
Ütopyamın dörtte birini oluşturan rekabet ve onun sayesinde tuttuğum nefesle eriştiğim olgunluk, ikna aşamasında olduğum sularda alacağım mükafatın kulaçlarla geleceği müjdesi...
D-13
“Yenilgi” kelimesi sizler konuşulan isim olmadıkça başarısızlık olarak nitelendiriliyor. Gölgesinde kaldığınızı düşünüyor, bir zamanlar kendimde gördüğüm yolun sizlerde de sonlandığı düşüncesi bir an olsun aklınızdan çıkmıyor. Karanlık, dar bir sokağın bisikletinizin pedallarını çevirmeye değmeyeceğini mi düşünüyorsunuz? Girdiğiniz sokağın çıkacağınız sokağı değiştireceğine inanıyor; dolanarak, kaybolarak döktüğünüz terin aradığınız kalıcılığı gölgeleyeceğine mi inanıyorsunuz? Gölgenin kaybolmasını beklemeksizin kendi gölgelerinizden sıyrılmayı hiç denediniz mi?
Benim seyrettiğim gölge, tırmandığım dağın gölgesi, MÜZİK.Ve müzik benim için kendimi şekillendireceğim bir ortam haline geldi şimdi. Sonu olmayan notalarda ise tamamlanacağına inanması insanoğlunun, büyük bencillik.
Benim bencilliğim, kendim dışında herkese seslenmek istiyor olmak. Benim bencilliğim, farkında olmadığım duyguları diğer insanlar tarafından görünür kılmak. Benim bencilliğim, ait olmadığım bir aşkta, söylediğim her şarkıda aşkı yaşamak.
Burada bitirelim. Kim demiş her son başlangıçların ardından gelir diye? Aksi gösteriyor ki, başlangıçları getiren bitiş noktasıdır. Yorulduğunu düşündüğün an kaderinin değişeceği andır. Bu yüzden pes eder, en kritik anda bizlere yön verecek yola sırtımızı çeviririz. Neden? Karanlık ve gölgeli yolların bizi kendi sonsuzluğumuza gömeyeceği endişesiyle; zaten olacağı yok, burada bitirmeliyim düşünceleriyle.
Bitmedi, başlamadı da.
13 gün sonra hayalini dahi kuramadığım, gelen telefon çağrılarıyla bana söylenen ve hatta gözlerimle gördüğüm sonucun bende hala ikna edici etkisi yaratmadığı bir dünyaya 10 saatlik uçuşumu gerçekleştireceğim. Uzaklaşmak bile değil bu inanılmayan sürece sürükleyen şey. Çıkacağım sahne, sözlerimin aksine geleceğim kış mevsimiyle tamamen biriken kar kütlelerinin altında ezecek seni. Bahar da gelse orada kalacak, bana kattıklarınla kendi gölgende kaybolmaya devam edeceksin.
I WILL GO TO YOU LIKE THE FIRST SNOW
Belki bir gün.
1 note
·
View note
Audio
2 notes
·
View notes
Text
Love Myself
Meğer uğraşmaya değer amaçlar, sen bendeyken inen göz perdelerimi aralamaya yetecek güçteymiş. Doğru sokağa saptığımı anladığım an tecrübelerin gülümseten, zamanın gereksiz gerçeği ışıldasa bile, “belki de o zamanlar bunları yaşamam gerekti” dedirten bir yığın trafik işaretiyle kapalı gözlerim yerini işlevlerine bıraktı. Duyu organlarımı kaybetme noktasına gelmiş, sussam da konuşsam da sırtından öte göremeyeceğim bir insana en büyük sabrı ve fedakarlığı sergilemişim. Mişler, mışlar birbirini kovalarken sığındığım yerin kendim olması da beni gülümsetmeye yetmiş. “Kendimden başkasına ihtiyacım yok”,”kendim doğru kararları verebilirim”,”kendi içimdeki sesi dinlemeliyim”,”kendi doğrularımla gitmeliyim.”
Gittim, gördüm, geldim.
Sevsem hala severim, ancak bu benim eserim. Seni büyüten de, seni sulayıp besleyen de benim.
0 notes
Text
Eroti(k)imya: BÖLÜM 1 (Gergin Oyun)
8 Temmuz Sabahı Kadın, kız arkadaşı ve onun erkek arkadaşıyla birlikte gittiği Kadıköy Tosbağa’da kahve içip sohbet etmektedir. Kısmen erkek gözünden aradığı çıkış yoluna ulaşabileceğine inanan kadın, geçen 2 yılı dillere destan üslubu ve biriken kırgınlıkları eşliğinde aktarır. “Böyle biriydi, şöyle biriydi”,“bunları yaşadık, şunları yaşadık”,”aslında böyle de olamadık, şöyle de olamadık.” Bu cümlelerin ardı arkası kesilmeden kadının içinde büyüyen arzu kıyılarından bihaber erkeğimiz anlatılan olaylar karşısında düşüncelerini paylaşır. Her şeye hakim olan, bir olayı bin kez dinlemiş kadının kız arkadaşı ise bin beş yüzüncü dinleyişi karşısında kahvesini yudumlar. Neler varmış dedirten ağırlığıyla oturdukları mekandan kalkan bu üç genç kendilerini kapının eşiğini aştıkları gibi Bahariye Caddesi’nde bulur. Sessiz birkaç adım onları takip ederken yüzünde gülücükler saçan kadın bir anda boşluğa yuvarlanır (mecazen). Donuk bakışlar, ağır adımlar gördüğü manzara karşısında onu daha önce alışkanlığa sürükleyen gözyaşlarını bir kez daha hatırlatır ve bir kez daha sarsılır, kadın. Göz göze gelmekten korku duyan kadının gözleri ona hayretle bakan adamın gözlerinin üzerindedir. “Demek böyle bir duygu” diye iç geçirir, yanında alışık olmadığı varlığıyla sevdiği adam gözlerini okşayınca. Neredeyse sürtecek olan kollarını nemli ellerinden parmaklarıyla tutar adam, kollarından tutar kadının. Arkadaşları hemen önde gelmesini bekledikleri kadının geride kaldığı hissiyle yüzlerini döner, durumu anlamaya çalışır. Adam, kadının omuzlarına gelen başına doğru eğilerek tereddütle fısıldar. “Sanırım konuşman gereken konular vardı bir süre önce.”
Evet vardı. Bir değil, epey bir süre önce. Kollarımda hissettiğim parmakları elektriksel bir akım gibi vücuduma dağılarak beni titretmeye yeterli enerjiyi oluşturmuştu. Sanki ikinci kez fiziksel olarak hissetmiştim ona duyduğum bu yoğun duyguyu. O da sorgulamıştı zaten, hiç ona yormadığı duygularımı o da kavramaya çalışmıştı, bir süre önce veyahut epey bir süre önce. “Vardı, yani artık yok.” “Bunca zamandır davranışlarında olan gizemi açıklamak ister misin?” “Şu an mı? Ne önemi var ki?” “Dinlemek istiyorum.” Zaten her daim kendi isteği ve kendi doğruları doğrultusunda hareket eden narsist bir adamdı kendisi. Onun isteğiyle dünya döner, genci yaşlısı kim varsa pervane olurdu peşinde. Elleri nemli, balık etli serserinin tekiydi sadece. Görülen bu gerçeklerin yanı sıra içimde kopan fırtına, ona duyduğum sevginin desibeli peşinden gelmemi söylediği her saniye biraz daha yükselmişti Yanında olan arkadaşlarıyla gizlice gerçekleştirdiği konuşmanın ardından onları gönderdi ve aynı hareketi benden bekleyen bir tavırla beklemeye devam etti. Gerçekten peşindeyim sanırım, nereye gidiyor olmalıyız? “Beni nereye sürüklediğinle ilgili hiçbir fikrim yok, lakin bundan pek de hoşlanmadım. Açıklama bekliyorum, siz şeref duyarsanız majesteleri.” “Anlamadım? Gidince görececeksin. Merak etmek iyidir, daha geniş görmeni sağlar.”
Yazmayı seven adamın hali bir başka olmalı. Kıpır kıpır da olsa içim, henüz tatmadığım bir tedirginlik bana huzursuzluk hissiyle dönüyor gibiydi. Ve geldik! Bura da neresi?
“Evin mi yoksa burası?”
“Aynen öyle.”
“İnsan gibi oturup çay, kahve eşliğinde de sohbet edebilirdik.”
“Yine insan gibi oturup aynı eylemi gerçekleştireceğiz, sen rahat ol.” Kıyaslandığı zaman onunla epey alçakta olduğunu hissettiğim boyum sürüklenirken, bu adamın evini görecek olmak ve bunun şaşırtıcı bir zamanda oldukça hızlı işliyor oluşu tarif edilemez duygulardan bir tanesiydi. Önce bir şeyler ikram etti, ardından bardak poşet çayıyla “çayımız sallama ama olsun, bak sohbet ediyoruz” atmosferi yaşatma niyeti güttüğü okunuyordu yüzündeki çizgilerden. Sanıyorum hiç bu denli dikkatli bakmamıştım yüzüne, bu denli incelememiştim. Hala utangaçlığım ve tedirginliğim üzerimde olmasına rağmen yavaş da olsa ilerleyen, ortama alışma ve rahatlama duygusuyla gelen sıcaklık, yaz mevsimini nemiyle hissettiren İstanbul’da içimdeki dereceyi daha çok yükseltti. Oldukça kısa geçen ve sessizliği parkeleri saran salon sessizliği onun atağıyla canlanıverdi. “Odamı görmek ister misin?” “Konuşmayacak mıydık?” “Konuşacağız, istediğin gibi olacak.” Kasten korkutmaya çalıştığı ihtimaliyle düşüncelerle dolu başımı bir o yana, bir bu yana çeviriyordum oturduğu eve incelemek için. Derken minik bir oda karşıladı beni. Girişin hemen sol tarafında bir çalışma masası, girer girmez gözüme ilişen yorganıyla dağınık tatlı bir yatak, karşıda dalganan tülden perdesiyle görünen minyatür bir pencere.. Bu odada neler yaptığını merak ederken sanki onu biraz daha tanımış, ona biraz daha yaklaşmış gibi hissediyordum. Bu benim için büyük bir adımdı, bu kendisini değersiz hissettiren, hiçliğe karışan bir kadın için büyükten öte kocaman, devasa bir adımdı. Ben yatağın kenarına yine aynı çekingenlikle iliştim, o ise çalışma masasının sandalyesine oturup bana uzunca baktı. “Seninle hiçbir sorunum yok. Huzursuz olduğun konu nedir bunu bana anlatmadıkça bilemem ama ben aptal değilim, sen de bunu bilmelisin.”
(iç ses) Allah Allah, neden söyledi ki bunu şimdi? Emin adımlarla kalktığı sandalyeden penceresini kapatıp tüllerini örtmüş ve görevini tamamlamış adımlarla geri döndü. Ancak bu sefer oturduğu yer o sandalye olmadı ve hatta oturmadı da. Ayakta ve tam karşımda, fazlasıyla azalan boy farkının mesafesine aldırmaksızın aşağıda kalan gözlerime dimdik baktı. Her şeyin farkındayım der gibi baktı, bugün her şeyi çözelim der gibi baktı. Heyecandan kalbim fırlayacak, bu dört duvara birden çarparak ona isabet edecek gibi hissediyordum. Eğildi, öyle güzel eğildi ki, kendimi kaybedeceğim noktaya geldiğimi anladım. Fısıldadı, işte kaybettiğim an! “O zaman bugün bir oyun oynayalım.” Vücuduma işleyen elektrik akımı bu defa ağzımda titreyen dudaklarımla çıkıverdi. “Nasıl bir oyun?” “Birbirimize her şeyi anlatacağımız bir oyun, duygularımızı açığa çıkaracağımız bir oyun, seninle bir kadın ve erkeğin eğlenerek yapacağı türden bir oyun.” Ölesiye titriyor ve o bunu fark edecek diye ölesiye korkuyordum. Evet, onu arzuladığım günler son 6 ayda yakamı bırakmamıştı, lakin her şey çok hızlıydı ve ben gerçekten korkuyordum.
1 note
·
View note
Text
Nasıl mı haziran? Uzun metrajlı bir filmden gözyaşlarıyla, sevgilisine duyduğu özlem dolu acılarla ayrılan narsist adam, benden oldukça farklı fragmanlarda gördüğü ananas kokulu bir kadına -bariz varlığından rahatsız olmaksızın- aşık oldu. Ben ise halen dahil olamadım hayatına. Ölsün haziran, bitsin şimdiden yaz mevsimi.
1 note
·
View note