Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
toplanın
hadi toplanın
şimdi kimin nerede olduğunu
nerede kalıp geri döndüklerini
hesaplama vakti
ne kadar geçti üstünden
artık veya bundan sonrası kalmadı bu işin
tamam abi geliyorum beş on dakikaya
tedirgin yogunluklar bizi buraya getirdi
Yerden taşlardan ve seslerden bir yapı kurdum
temellerini ben sarstım ben salladım dallarını budaklarını
tutup çektiğim, kırdığım her şeyi son kez öptüm.
hepsini öperken dudağımda bir uçuk çıktı. toplanın
tenim hala sıcakken toplanın, ellerimi açtım dudaklarımdaki yara yüzünden iyi konuşamam
0 notes
Text
dilemma
uzaktan normal ama içi bambaşka olan bir adam vardı derler bazen sabahları dışarı çıkar yürüyüş yapar komşularıyla sohbet eder, arada bir şarap içer bazı zamanlar ise uzun süre evinin bodrumundan çıkmazmış. -sebebini kimse bilmez, bilen de saçma bir sebep olduğundan kimseye bahsetmez.- komşularının anlattığına göre şaraba olan sevgisi çok başkaymış eskilerde şairdi diyen asker emekli biriyle bile karşılaştım.dediğine göre bı kıza çok aşık olmuş. işin tuhafı kız bizim komşuyla her fırsatta konuşmaya çalışıyor onu kendine bağlamaya çalışıyormuş adam kıza o kadar aşıkmış ki geceleri yıldızlara bakmazmış, ondan daha güzel bir şeyle karşılaşırsam onu üzerim diye. çok içtiğinde isimler sayıklamaya başlar gülce.....özlem....ceren...en sonunda susar evine gitmek istermiş. bu adam ne istiyor bilinmez kadın bir keresinde dayanamayıp karşısına geçmiş içini dışını fikrini zikrini her şeyini dökmüş ve adam hiçbir şey demeden yüzüne bile bakmadan çekip gitmiş. bazen 20 bazen 15 bazen de 5 yıl der o kadar özlemiş ki takvimlere bakmamış bakarsam kağıtlara yazık olur daha dün seni gördüm dermiş. işte tam bunu dediğinde kendini evinin bodrum katına kapatır dart oynar kitap okur plaklarını karıştırır uzun süredir dinlemediklerini inleye inleye dinlermiş, derler.
bir seferinde uzun süre çıkmamış bir hafta iki hafta...4ay...6ay uyumuş derler, bazıları o kadar sarhoş olduki uyanamadı bazıları da delirdiğini söylerdi. uyandığında adamın dizleri ona ağırlık, sırtı kambur, kalbi yorgunmuş. zar zor adım atıyor ve hemen yoruluyormuş elleri sanki uzamış tırnakları sertleşmiş kimileri ellerini yumruk bile yapamıyomuş. dışarı çıkmak için zorladığı kapı her zamankinden biraz daha zor açılmış.
kafasını çıkardığında merdivenle karşılaşması gerekirken kapı dışarı dışarı açılmış adam şok olmuş hayal gördüğünü sanıp gözlerini uzunca kapatmış açtığında yine karşısında uzun uzadıya bir çöl varmış mahallesi ortadan kaybolmuş toz bulutları dolaşıyormuş etrafta hayal olmadığını anlamış, sarhoşluktan olmadığını anlamış, karşısındaki şey sadece gerçek olanmış ve gerçekten bu sefer kaçamamış.
o kadar korkmuş ki bodruma dönüp kendisini öldürmeye çalışmış derler. uzaklardan nereden geldiği anlaşılmayan bir ses duymuş “dilemma” kimileri bir kız çocuğunun sesi der kimileri de genç bir kadın sesi. o an ayağa kalkmış, kalkmış çünkü yalnız olmadığını anlamış göremese de birilerinin onu izlediğini en azından gördüğünü anlamış. yola çıkmış. onu bulmak için biraz olsun uzaklaşmak için. belki de sadece ölmek için
yolda hiçbir şey görmemiş her yer çöle dönmüş etrafta sadece kum ve kum ve kum varmış bazıları bir tünel kazdığını bazıları da bir şeyler aradığını söylerler tam yine bıkmışken yine bir ses duymuş “dilemma” tekrar kalkmış, devam etmiş her yorulduğunda veya bırakmak istediğinde hep aynı sesi duymuş.
kendisi kocaman bir boşlukta olduğunu anlayamadı aslında boşluğun büyüklüğü veya küçüklüğü önemli değil kendisini bir “hiç” sandığı yer onun boşluğuna dönüştü. kasaba, bodrum katı, çöl, dünya hepsi bir süre sonra boşluk haline geldi boyutlar birleşti ve hiçbir şey eski haline dönmedi uzun zamandan beri “dilemma” bile.
-
0 notes
Text
hastane koridorunda bulunmuş not
hatırlıyorum da, eskiden etrafımda uçuşan kelebekler vardı. her sabah, uyandığımda onları görmek bazen sinir bozucu olabiliyordu ama bana huzur veriyorlardı. Ama şimdi onları çok özlüyorum saçlarım eskisi kadar bakımlı ve düz değil sanki parmak uçlarımdan sızan hisler eskisi kadar renkli ve neşeli değiller. bunu hiç bir kelime ile anlatamıyorum sadece içimdeki hisler bana bir şeyler fısıldıyor ve ben onlara hiçbir cevap vermiyorum, versem bile kelebeklerin tekrar gideceğini adım gibi biliyorum.
bir gün gerçekten kelebekler beni terk etti. sebebi ya da ben bu konuda önemsiz şeyleriz. hiçbir sebep beni onlardan ayıracak kadar güçlü olamaz sanıyordum ama gittiler. tamamen, ben yüzüstü bırakıp gittiler. terk edilen olmak problem değil. Zaten buna aldırış ettiğimi söylemem.
kelebeklerden hemen sonra burnuma bir sinek kondu yalan söyleyemem onu bir anlığına sevmiştim. ama bir saat kadar sonra beni delirtecek hale geldi. tüm bunlar domino taşları gibi üstüste geldi. sanki ringdeyim ve dünya şampiyonu bir boksörle kavga ediyorum kolumu her sallayışımda biraz daha yoruluyor ve karşılık verdiğime hırslanıp bana daha sert yumruklar atıyor. düşmek istiyorum ama düşemiyorum acizliğim gerçekten çok acınası.
bir hafta boyunca her sabah sinekler geldi bazıları göğüs kafesimdeki boşluktan içeri giriyor ve kalbime sonra da vızıldayarak beynim etrafında zafer naraları atıp arkadaşlarını yanına çağırıyor.
üç ay sonra hiçbir sivri sinek kalmadı ne bana fısıldamaları ne de düşüncelerimdeki berraklık kaldı elimde kalan tek şey düşüncelerimdi ve ben düşüncelerimle bir kelebek yarattım. o kadar beyazdı ki güneş üzerine vurduğunda bir elmas gibi parıldıyor ve her kanat çırpması bana hissetmediğim ve hissetmeyeceğimi düşündüğüm şeyler veriyor ve beynime dolan sineklerle ba��a çıkmama yardım ediyordu fark etmem çok geç oldu ama sinekler kaybolmamıştı. hepsi vücüdümda bir yer bulmuş ve kanımı keyifle emiyorlarmış, bana ufak hediyeler veren kelebeğimi fark ettikleri an her şey yok oldu. kelebeğim, ölmüştü sebebi ya da ben bu konuda önemsizdik. o da beni terk etmek zorunda kaldı.
bir gün o sinekler teker teker mahvolmuş vucudumu terk etti. sadece biri terk edemedi, o da bana çok benzeyendi.
1 note
·
View note
Text
amatörce kısa filmsi bir şey
-ana karakter, boyu normalden braz uzan ama fark edilmeyecek derecede. dik ama gözleri biraz buhulu-kadın, tercihen
1.
merdivenlerden çıkar. ışık soluk beyaz. merdivenler görünür sadece ayak sesleri gelir. on..yirmi..otuz saniye korkuluklardan parmaklar görünür.kollar,omuz ve boyun görünür. kameranın karşısındaki merdivenlerden aynı hızda çıkar. bir an apartman boşluğuna açılan karanlık pencerede yansımasını görür. kafası birz dikleşir ve yansımaya yaklaşır. yukarıdan ayak sesleri gelir. irkilir. kameranın önünden geçer aynı ritimde sahne biter
2
oda. tek renk duvarda bir tablo ve dağınık bir yatak
ac/dc-thunderstruck yavaş yükselir. pencerenin önünde durmaktadır. kamera yavaş yavaş yaklaşır birkaç saniye karanlık açı değişir müzik biter burnu yavaşça perdeye değer.kameraçısı birkaç saniye siyahlıktan sonra değişir. arkaya geçer. bir sigara yakar otuz saniye sigara biter. zaman biraz hızlı perdeden anlaşılıyor sigarayı atmak için pencereyi açar. çocuk seslerinin önüne geçen motor sesleri gelir. sigaranın düştüğü kaldırımda sahne biter.
3
koridor, uzun tek renk tablo yok yerde zevksiz bir halı tavanda sade bir lamba
odadan çıkar, kafasını yandaki odaya uzatıp ben çıkıyorum der. baktığı yer yatak odası odada sadece bir yatak var örtünün altındaki görünmez.
“-ben çıkıyorum” der ve kapının önünde ayakkabılarını giyer, sade tek renk. bir ayakkabı. çantasını alıp kapıyı kapatır sahne biter
4
apartman koridoru, güneş pencereden çarpar. çöp kutusu düzenli ve tam kapının yanında karşı kapının önünde birkaç oyuncak
çıkarken ceplerini yoklar bir şeyin olmadığı fark eder.kamera çapraz pencere, kapı ve oyuncakların yarısını alacak şekilde durur. sahne boyunca açı değişmez kapıyı çalar sesler duyulmaz kapı açılır az önce uyandığı bariz belli olan kadına bir şey der. kapıyı açan kadının yüzünde hiçbir ifade yoktur. kapıyı kapatmadan gider ve on saniye içinde geri döner anahatarı alır göz göze gelmeden gider kadın arkadasından endişeyle bakar. kapı kapanmadan sahne biter.
5
şehir, bir ağacın yanı. otobus durağı
kamera yolun karşısındadır. ana karakter insanlar arasındadır.bir dakika boyunca etrafta olup bitene odaklanılır. hiçbir etki olmadan. son otuz saniyede zaman hızlanır. on saniyede en yüksek dereceye gelir. -kademe kademe değil. bir anda- otobus gelir. hemen girmez insanları bekler sondan birkaç kişi önce biner. sahne biter
6
otobus, kalabalık yolun kenarındaki ağaçların dalları güneşin önündedir kamera ana karakterin yüzüne yaklaşır otobus hareket eder yüzündeki gölgeler sürekli değişir. kadın gülümser -mutlu gibi değildir-
kamera kadının profilinde, uzak, ayaklarından kafasına kadar görünür. dışarıya odaklanmıştır. karanlık. kamera gözlerdedir. -yakın- her göz kırpmasında karanlık göz. üç defa
kamera profilden olan açısına döner. arkasından esmer 12-13 yaşlarında bir çocuk yaklaşır çantasının ön gözündeki anahtarı alır. bir sonraki duraklat iner. otobusdeki çoğu kişi görür ama kafalrını çevirir. ana karakter, gözlerini dışrdan ayırır. ön cama bakar açı değişmez. ön tarafa doğru yürür ve iner. sahne biter
7
kamera caddeye bir dukkan ya da pasajın içinden bakar. karanlık bir çerçeve gibi görünür ses yoktur. mekanın önünde sülietler ağızlarına inip çıkan kollar ve duman zaman hızlanır. sesler gelmeye başlar. zaman hızlanır sülietler kaybolur zaman hızlanır insanlar görünmez.
8
1.sahne tekrar oynatılır. kamera evinin kapısında, pencereinn gönünde gece.
çantasını karıştırır aradığı şeyi bulamaz kapıyı çalar ve önüne oturur. sonra kapıyı çalar kapının önüne oturu otuz saniye kadar bekler bu arada televiyon haber sesleri gelir kapı açılır
kadının yüzü sinirlidir kamera kadını arkasındadır ve ana karakter açık bir şekide görünür ana karakter yüzüne bakmaz ve içeri girer kameranın yanından geçer
sahne biter.
10
oda, sade ve özensiz yatak toplu
kamera odanın sağ köşesindedir. biraz yüksekte ana karakter sigara yakar saldayeye oturu ayaklarını da çeker çenesini dizlerine koyar. odanın kapısı çalınmadan kadın içeri girer. ana karakterin yüzüne bakar. ses kapanır. kadın bağırır
ana karakter cevap vermez kamera diğer köşeye geçer. yüksekte değil 2. sahnedeki gibi. karşı apartmandaki birkaç ışığı izler. sigarası yarıdayken aşağı atar sahne biter.
12
sokak karanlık yolun her iki tarafında da arabalar var
adım atan ayaklar ayakkabılar siyah ve boyalı. pantolon kahvrengi kamera uzaklaşır mesafesini koruyarak takip eder-iki metre kadar 20 saniye aşağı bakarak yürür. kamera öne gelir -ikimetre- adamın önün yanan sigara düşer. eğilir ve alır. kamera yüze yaklaşır adam sigaradan bir nafes alır burnundan çıkan dumanla kamera yine arkaya geçer. adam yokuşu inerken zaman hızlanır adam kaybolur.
tamamen biter
1 note
·
View note
Text
terbiyesizce alınmış kişisel notlar
her insan geçmişte yaptıklarıyla bir gün yüzleşir. çoğu zaman bu olaya göz yaşları, kemiklerdeki sızlamalar ve “keşke” kelimeleri eşlik eder. bu gayet normaldir. hayat düz bir çizgi değildir. tam aksine sürekli dallanıp budaklanan ve ilerledikçe de insana daha zor gelen paralel evrenler düğümüdür bu karşın bizler tek başımıza değiliz. istesek de olamayız. çünkü hayat arada bir önümüze rehberler çıkartır. tek düze bir yolda da sıkılırdı zaten insan.
yollar ya da paralel evrenler oluştururken hata yaparız. bazen bilerek çoğu zaman da kosmos’un bize yaşattığı halisulasyonlarla yanlış olanı seçeriz.
ama bazılarımızın yarattığı paralel evren düğümü tam bir fiyaskodur. neden olduğunu bilmeden “yanlış” kelimesinin anlamını yitiren insanlar, bizim hata onların ise pişmanlık dediği eylemler tam anlamıyla yanlış değildir. yanlış olsaydı ortalama bir insan basit bir mantıkla “doğru” olanı bulabilirdi. demek ki doğru her zaman “doğru” yanlış ise “yanlış” değildir. kosmos içinde her şey değişiyor. ve biz o değişimin içinde gözlerimizi kapatarak kararlar alıyor eğer şanslıysak yolumuzu uzatıyor değilsek de kesin çıkış yolu arıyor ve çoğu zaman yanlış olan yolu seçiyoruz.
çok saçma ama sürekli seçimler yapıyor bazen yanılıyor bazen de doğru kararı veriyoruz. yanılgılar bize temiz bir tokat atıyor ensemizden tutuyor ve “daha sıkı tutun yoksa seni bırakırım.” diyor. her iki durumda da seçimlerimizi yapıyor ve sonuçlarına katlanıyoruz doğruların bile.
peki 3. bir seçim olarak bunalıma dayanamayan ve kendi hayatına son verenlerin yanında 4. bir seçim yapmayanlar? onlar çok mu zeki, hayır hataların bile bize el uzattığı bu düğümde arkadaş ben bu düğümü daha önce gördüm çözememişler herhalde ben de çözemem demek yani denemeden pes etmek aptallıktır. uzaktan ne kadar zeki görünürlerse görünsünler onlar korkaktır ve kaybederler.
2 notes
·
View notes
Text
çember
yüzü köşeli çene hatları ve gözlerinin altında giderek sıklaşan çizgiler. beyaz ve siyah arasında belirsiz bir renge bürünmüş saçları. alnında ve yanakları üzerinde gülümsediğinde daha da derinleşen çizgiler. yavaş ve kavisli bi şekilde eğilen boynu. giderek eğrilen omurgası ve omzundan kollarına doğru giderek artan parmaklarındaki ağrı. boyunun kısaldığını söylüyordu. dizleri artık vücüdünü taşıyamayacak kadar yorulmuştu. hala gülümsüyordu. ama kendisi için değil. karşısındaki insanların ona acıyarak bakmasından nefret ettiği için. yalnız başına kaldığında oturur ve yavaş yavaş zayıflayan ve giderek boğumlanmaya başlayan ellerini izlerdi. sonra o eller bir anda bi çocuk eline ya da gençliğindeki aşklarının eline dönşüverirdi. eski kilisenin karşısındaki duvarı nasıl unutabilirdi ki? vaktin nasıl geçtiğini anlamaz uyuyakalırdı. son günleri ona ölüm kadar büyük acılar yaşatıyordu. çok...çok fazla ölüm görmüştü. annesinden sonra kimseye üzülmem demişti. sonra kardeşi öldü, en iyi arkadaşı sonra en büyük acıyı yaşadı. yüreğinin en derininde hala sıcak olan bi acı. ruhundaki yaralarından arınması imkansızdı. biliyordu ve artık sorun yapmıyordu bunu. gözlerinden yaşlar dökülüyordu mesela ama asla hıçkırmıyordu ya da ellerini yanaklarına götürüp silmiyordu o yavaş yavaş ruhunun derinliklerinde yollar açan yaşları izlemeyi tercih ediyordu. onun için tek önemli olan şey ölmekti acı çekmeden huzur içinde.
bir an arkasına döndü. göz göze geldik onu anladığımı hissetmişti yeşil parlayan gözleriyle bana bir şey dedi anlamadım. önüme dönüp garsondan rakı istedim karşıma geldi memnuniyetle kabul ettim. bardağı aldı yavaşça kaldırıp iki yudum aldı yutkundu ve bardağı masaya bıraktı. “sen beni dinledin. şimdi sıra sende, anlat” dedi. kullanmasam da uzattığı sigarayı yaktım ve “her saniyesinde eriyen bir ruha acımasızlık ediyorsun senin kadar çok zamanım yok dedi. dedi ve gitti.
0 notes
Text
dinleyiş
derin bir nefes aldım. gökyüzü kayboluyordu zamansız karanlığında renkler giderek koyulaşmış, sokaklara sinen o tuhaf kederln kokusu giderek artmış ve şehri sarmıştı, artık zamansız ölümlerin vakti gelmiş ve yaşamını gururla sonlandıran karıncalar ve kelebekler yeni açmış yapraklar altında son nefeslerini verdiler.
karanlıkla karışan devler günü daha da tatsızlaştırıyor ve daha koyu bir hale getiriyordu. asvalt karanlıkta ruhsuzca parlarken silüetler kayboluyor geride sadece ruhsuz gölgelere bırakıyordu. sesler renksizleşmeye başladığı anda, akşam kendini gecenin kucağına vermiş ve huzura kavuşmuştu.
hayatta kalan tek şey bendim. her şey kaybolup yeniden yaratılıyor. ben sadece seyrediyordum.
0 notes
Text
8 dakika kala.
her zamanki gibi sıradan bir gündü. tüm boş ve sıkıcı işlerimi bitirmiş, sonunda eve dönmeyi hak etmiştim. tuhaf bir istekle bir banka oturup gün boyunca yaşadığım anlamsız şeyleri unutmak için güneşin batışını izlemek istedim. güneş, o kudretli sahnesinden ayrılırken saçtığı o son kızıl ve ruhsuz ışık beni her zaman kendine hayran bırakmıştır.
etrafımda dönüp duran insanlar nedenini bilmediğim bir şekilde koşturuyorlardı. oysa gün batıyor ve yavaşlıyordu. gün yavaş yavaş erirken onlarında biraz olsun bu büyülü ana saygı duyup biraz yavaşlamaları gerekmez miydi?
yakınlardaki bir parka gittim. dar krem rengi taşların rehberliğinde güzel bir bank buldum. etrafta beni rahtsız edecek kimse yoktu. sadece başında tuhaf bir şapka olan ve saçları yavaş yavaş beyazlaşmaya başlayan bir bekçi vardı. yollarda dolaşıyor ve parkta oynayan çocuklara tuhaf bir nefretle bakıyordu. oturduğum bankın yanında ufak bir çam ağacı vardı. bakımsız ve susuz görünüyordu.
dakikalar ilerledikçe görmek istediğim ana bir adım daha yaklaşıyor ve etrafımdaki insanlar daha da hızlanıyordu. yavaş olan tek şey akşam meltemi ile yaprakları yavaş yavaş salınan çınar ağacıydı. etrafımdaki dönen dünyayı bir anda toza çeviren bir düşme sesi geldi. zaman da buna paralel hızlandı.
sesin geldiği yöne doğru döndüm yere düşen bir ayakkabıcının sandığıydı ve sandığın üzerinde uzun süre kullanılmış ama pek fazla yıpranmamış ufak bir tokası olan ve yanlarından hafifçe çatlama başlayan bir ayakkabı vardı.
elindeki siyah kutu ile çatlakları izleyen bir adam yere çökmüştü.göz çukurlarında endişe ve yüzünde dünün ve önceki takvim yapraklarının oluşturduğu bir is vardı.burnu suratına göre biraz biçimsizdi. saçları alnını kapatıyor ama günün yorgunluğunu örtemiyordu. diğer elinin parmakları arasındaki süngeri yavaşça kutuya daldırdı ve hiç israf etmeden çıkardı. ruhsuz ve yıpranmış ayakkabıyı yeniden yaratıyor ve her yeni boya darbesinde çatlaklar biraz daha kayboluyordu
zaman onun için artık karşısındaki ayakkabı ve ya her neyse onu tekrar güzelleştirmek için yaşadığı parçaydı.
kafamı hafifçe yukarı çevirdiğimde ayakkabını sahibini gördüm. düz ve özensiz saçları ortadan ayrılmış simsiyah kaşları ile göze hoş gelen bir uyum oluşturmuştu. keyifsizce telefonla konuşuyordu. arada bir boyacıya bakıyor ve pantolonun boyayıp boyamadığını kontrol ediyordu. etrafa boş boş bakarken boyacı hafif ve renksiz bir sesle “ağabey diğeri.”Dedi. ilk başta duymadı telefonda her kim varsa canın baya sıkılmış gibiydi. tekrarladı ama bu sefer sesi sıkılgandı “ağabeyciğim diğeri.” adam duydu ve gözlerini kaçırarak diğer ayağını uzattı.
yeniden en iyi yaptığı işe yoğunlaştı boyasıyla her defasında daha dikkatli bir şekilde sürüyordu. parmak uçları kapkara olmuş ve şapkası neredeyse kafasından düşürecek kadar eğilmişti
donuk bakışları uzun süre önce ışığını kaybetmişti. o donukluğun içinde bir yandan derin düşüncelere dalıyor bir yandan adamın kiminle konuştuğu tahmin tahmin etmeye çalışıyordu elleri coşkusunu kaybetmiş ve nasırlar arasın can çekiyordu. ayakları da aynı kaderi paylaşıyordu her şeye rağmen gülümseyen ince dudakları ve ona çok yakışan ekoseli bir gömleği vardı. gömleğin kıvrılan yakasından atleti görünüyor ama o bunu dert etmiyordu
aklından geçen her şey bir sonraki boya darbesi ile kaybolan soluk siyah gibi adım adım kayboluyordu. adam artık sıkılmıştı ama boyacı işini mükemmel yapıyordu adam biraz ileride çamura basıp yeniden ayakkabıyı berbat edebilirdi ama o zaman da birkaç dakikalığına bile olsa mükemmel boyanmış ayakkabıları olacaktı.
tüm bunlar olurken ben gün batımını kaçırmıştım. gökyüzü kül rengine bürünmüş ve ağaçların tepeleri kararmıştı. ama emeği ve mükemmeli gören ruhum daha da aydınlanmış ve içime kızıl bir gün doğumu yerleştirmişti.
sonunda işini bitirdi ve şapkasını düzeltti adam bittiğini fark etti ve ayağını sakince kutunun üzerinden çekti. “borcum ne kadar”dedi adam. boyacı yavaşça kalktı ve ne verirsen dedi. adam ceplerini karıştı ve tüm bozukluklarını avucuna saydı. boyacının tatmin olup olmadığını ölçmek için gözlerini dikkatlice süzdü ve “yeter mi” dedi. “yeter, çok bile.” cevabı ile tahminini tutturmuştu.
adam yoluna devam etti ve çamur birikintilerini özenle aştı. zaman normal ayarına girmişti. çabuk ellerle toplanmış ve sandığını sırtına asmıştı.
hızlı adımlarla çocukları sevecen gözlerle izleyerek yoluna devam etti.
gün o anda bitmişti her şey tekrar hızlandı ve rüzgarla birlikte eve dönme isteğim giderek arttı. kalktım ve kaldırım taşlarını umursamadan yürüdüm. sokak lambaları yanmaya başladı ve kediler çöpleri karıştırmak için yavaş yavaş çöp kutusuna doğru yürüdüler. yolumu unutmuş gibiydim.
her şey bir anda dönmeye başlamıştı. ama bu sefer parmak uçlarımda tuhaf bir sızı belirmişti.
0 notes
Text
13.09.1982
her gece yaptığı gibi küflü sandalyesine oturmuş loş ışığı ile geceyi yoğuran ay’ı seyrediyordu. saatler geçtikçe etraf daha da kararıyor, şişenin içinde her ne varsa giderek daha da azalıyordu. güneşten bir tarafı solmuş ama alaca karanlıkta tertemiz görünen masa örtüsünün altında sakladığı yaşlı masa ve yıllardan beri onu yalnız bırakmayan bir mektup. tüm serveti buydu.
her gece bu büyük ve rutubetli balkona gelir şehri esir alan karanlığı izlerdi. kim olduğunu ne işle uğratığını bilmiyorum hiç kimseyle konuşmazdı birkaç yıl öncesine kadar ona eşlik eden bir kadın vardı o zamanları masasından birden fazla şişe olurdu. kadın ona sürekli bağırır ama o hiç karşılık vermezdi.
buraya yeni taşındım. bazı geceler birinin hıçkırarak ağladığını duyuyorum. umarı o beyaz saçlı adam değildir. bildiğim tek şey o inlemeler arasında bir pişmanlık olduğu.
geçen gece ağlama sesleri daha yüksekti, bu sefer öksürmeler de eşlik etti ve ben dayanamayıp ertesi sabah erkenden kapısının önüne gittim korkuyla çalmaya çalıştım kapı yavaşça açıldı ve masmavi gözlerinin rengini matlaştıran kahverengi bir gözlük çerçevesi, sakalsız bir yüz incelikten neredeyse kaybolacak dudaklar ve neşeli bir sesle beni karşıladı karşısında annemin en değerli vazosunu kırdığımda ki gibi bir heyecan ve korku ile adamın karşısında kalakalmıştım. “ iyi misin arkadaş.” demesi ile kendime geldi tutuk birkaç kelimeden sonra normal bir şekilde konuşmayı başardım, yeni komşuları olduğumu her gece terasta gördüğümü anlattım. mavi gözlerini daha da koyulaştıran güneşle birlikte parlayan yüzü ile bana sevecen bir tavırla “içeri geçmez misin arkadaş, uzun zamandır misafirim olmuyor.” memnuniyetle kabul ettim. adımımı attığım koridor tüm odalara açılan bir yol gibiydi güneş evin en küçük karanlıklarına kadar sızmış evi adeta bir cennet bahçesine çevirmişti mor kadife kumaşlı koltuklar ve kocaman pencereler ile bezenmiş salonun köşesinde bir kitaplık ve yanında eski bir şamdan duruyordu beni üst kata davet etti merdivenler toz ve eski kitaplarla doluydu ahşaba tozun ne kadar yakıştığını o gün anladım ufak beyaz bir kapıdan o balkona çıktık sandalyesinin yanına bir tane daha koydu ve bana beklememi söyledi bu zamana kadar neredeyse hiç konuşmadık sonra her gece gördüğüm mektup ve eski anılarla bezenmiş şişeyi getirdi. gözlerime bakarak “üzüm sever misiniz? dedi çocukluğumdan beri sevmezdim ve bu candan adam yalan söylemek istemediğimden “pek sevmem aslında” dedim.yine hafifçe gülümsedi ve “bende hiç sevmem genç adam sana giderek ısınıyorum” dedi. sandalyesine keyifle oturdu ve “biraz erken ama” dedi ve yarıda kesildi şişeni mantarını kibarca açmayı denedim açıkçası sok sağlam kapatılmıştı kırmadan açabildi ve uzun parmakları arasındaki kadehi yarısına kadar doldurdum kendime biraz daha az doldurdum ve büyülü cümleyi ağzından bir anda çıkardı “anlat bakalım” birkaç saat önce tanışmama rağmen yıllardır tanıdığım bu adamın adı Ruşen imiş. kadehlere paralel şişeler boşalıyor şişelerle beraber de gece giderek koyulaşıyor ve renksizleşiyordu. babamın ölümünden sonra ilk defa babamla konuşuyormuş hissine kapıldım o da bana oğlu gibi anlattı sürekli bir tarihi tekraralayıp duruyordu gece bitti gün doğdu Ruşen amca masanın biraz ilerisindeki koltukta uyuyakaldı ve hala o tarihi sayıklıyorud ben sandalyede uyukladım yüzünde bir gülümseme vardı sanki içindeki pişmanlıkarı birine miras bırakmıştı ben ise uzun süredir konuşmadan yaşadığımı fark ettim. Ruşen amca uyanana dek evinden ayrılmak istemedim. öğleye doğru uyandı ikimzde baş ağrısından duramıyorduk. “annemin kahvesinden hazırlıyorum” dedi. kafa sallayıp bekliyorum dedim. kadife kumaşlı koltuğa oturdum biraz sonra ruşen amca geldi ve söze 1982 diye başladı ve geceden yarım kalanı tamamlamaya koyulduk.
1 note
·
View note
Text
kış güneşi
sisler arasında kaybolan bir sabahtı, ağaçlar sararan yapraklarını tek tek kaybederken ben gri asfaltın taşlı kenarından yürümeye devam ediyordum. sabah o kadar kasvetli ve hissizdi ki hiçbir şey düşünemüyordum. kuzgunlardan önce uyanıp dükkanını açan Salih Amcadan başka herkes rüyasız ve derin uykusuna devam ediyordu.ortalıkta bir ben bir salih amca bir de güneşsiz gökyüzü vardı.
adımlarımın hızlanması gerektiğini biliyordum. yetişmem gereken o kadar çok şey vardi ki bazen kendi yarattığım hayatımın hızına yetişemiyordum.o anda etrafımın bir kafesle çevrili olduğunu hissettim. bir bakıma ayaklarımın altında hala toprak üzerimde de gökyüzü vardı ama özgür değildim. etrafımda görmediğim ama hissettiğim bir duvar vardı.
yanımdan geçen arabanın mide bulandıran egzoz dumanı ile tüm düşüncelerim kayboldu. o anda gitmem gereken yere geldiğimi fark ettim rengini kaybetmiş, sakız paketleri ile süslenen kapıdan içeri girdim. içeride çocukluğumu hatırlatan bir deniz kokusu vardı. duvarda asılı 1950′lerden kalan duvar saati karşılıyordu. krem rengi duvar kağıdı ve kahverengi saat kusursuz bir uyum içindeydi. biraz yürüdükten sonra karşıma çıkan vitrinin içindeki o çok değerli kristal bardakları fark ettim. koca salondaki ışığın kaynağı gri bir abajurdu. eskimiş ve uzun süredir temizlenmemiş gibiydi. tam yanında beyaz bir koltuk ve önünde İtalyan mermerinin kucakladığı bir sehpa duruyordu. ve bu renklerin ahengini sağlayan güneş ışıkları perdelerin arasından yavaşça süzülüyordu. vitrinden özenli bir şekilde uzaklardı. çünkü karanlık ve onun kahverengisi bir bütün haline gelmişti
gülcenin boynuma atlaması ile bu muhteşem renk uyumuna hipnotize olan ruhum bir an irkildi. ama bunu ona fark ettirmemeyi başardım uzun kahverengi saçları eskisi gibi kokuyordu. bir anda bir sürü kelime döküldü ağzından çok azını anlayabildim. ceketimi çıkardı ve beni bir masaya oturttu. bir kahve uzattı ve yine konuşmaya başladı. neden nasıl bahsediyordu bilmiyordum ama parlayan gözleri ve masmavi sesi şimdi fark ediyordum, gülceyi bayağı özlemiştim. en çok da deniz kokan kahverengi saçlarını. gülümsüyor ve bana gerekli gereksiz bir sürü soru soruyordu kibarca ve memnun bir şekilde bu hevesli sorulara cevap veriyordum.
o gün boyunca aklından geçen tüm sorulara cevap aradık film izledik ve en sevdiğimiz replikleri saatlerce birbirimize anlattık yaşadık ve oynadık. bir günde yaşanabilecek tüm güzel şeyleri yaşadık ama en güzelini biz yaşamamıştık. çünkü hala tamamen kaybetmemiştik
1 note
·
View note
Text
akşam portresi
tek bir sokak lambasının aydınlatamadığı caddenin karanlığından bir adam fırladı adımları çok sertti adeta bir asker gibiydi her adımında uykuya dalmaya çalışan bir çocuğu uyandırıyordu. uzun kahverengi ceketinin ceplerine çok değeri ellerini saklıyordu. gözlerini yere dikmişti beni fark etmesi suratımı incelemesi ve başını geri eğmesi sadece birkaç saniye sürdü ve sora derin düşüncelerine geri döndü. nemli sonbahar akşamı onu rahatsız ediyor gibiydi ve düşünceleri sonsuza kadar süren bir yol buluncaya kadar son bulamazdı. yol kısaldıkça kısalıyor, düşünceleri düşündükçe derinleşiyordu. derinleşen düşünceleri ve kısalan yolu onu boğuyordu. nefes alamıyordu.
belkide onu buna sürükleyen uçurumun giderek dibine sürükleniyordu. birileri onu kurtarmalıydı. ya da en azından sorunların ortaya çıkışını sebebinin çözümler olduğunu çözümü olmayan sorunların insanı düşündürmediğini birleri hatırlatmalı idi. yoluna devam ederken hiç kimseyi görmemdi, hissetmedi, duymadı. hissizleşmişti. adımları seyrekleşiyordu. onu boğanlar daha da boğuyordu artık. peki kurtarıcısı o? nerede uyuyordu umarım yatağı rahattır. en sonunda kendimi yenemedim ve koşa koşa yanına gittim. meğersem adı Rüstem imiş. kedilerin koşuşturduğu sokaktan arabalar dahi geçmiyordu. koskoca yerde şehrin neredeyse ortasında bir ben bir Rüstem bir de cılız sokak lambası vardı. elektirik trafosunun önüne oturduk ayaklarını uzattı ve ne kadar yorgun olduğunu anımsadı. özenle sakladığı ellerinin arasından kibarca bir sigara uzattı ve dumanlar da bize eşlik etti. beni yıllardır tanıdığı bir arkadaşı gibi hissediyordu. yüzüme baktığı anda çok eskiden tanıştığımızı anlamıştım. o gün kol kola onu evine eşinin kollarına bıraktım yeniden geçtiğim o cadde hafiften aydınlanmaya başlamış. uyanan çocuklar rüyalara dalmış kaldırımlardaki lekeler daha da belirgin hale gelmişti.
o gün rüstem anlattı ben dinledim. ben anlattım rüstem dinledi. iyiki de dinledi. sanki içimde bir rüstem vardı. rüstem, tıpkı beim gibiydi hissediyor düşünüyor ve anlıyordu. benden çok uzaktı. belli ediyor ağlıyor ve gülümsüyordu. o gün anımsadı rüstem kayıp parçamdı.
tek kaybım rüstem değildi. sanki koca koca eller beni parçalamış başkasına saklamıştı. kalanlardan ben, yarım yamalak olan ben kalmışım.
0 notes
Text
galip ustanın günlükleri
soğuk bir sonbahar sabahı. saat 7.45. kış yüzünün hafifiten gösteriyor, rüzgarları ile bize haber gönderiyordu sıcak yataklarını özleyerek yollarına devam eden memurlar sessizce yürüyordu. ben her zamanki gibiydim. gökyüzü her zamankinden biraz daha kapalıydı kaldırım taşları her zamanki gibi ruhsuz ve renksizidiler. sırtlarında kocaman çantalarıyla çocuklar annelerinin ellerinden kurtulmak için sabırsızlanırken ben durağa gidiyordum. her zamanki gibi yerimi aldım. günün nasıl biteceğini sabahında biliyordum. bu canımı biraz olsun sıkıyordu .kafamdan yüzlerce şey geçirirken bir an dikkatimi bir çocuk çekti.on on iki yaşlarındaydı yanında orta yaşlı bir kadınla binmişti. başında siyah bir şapkası vardı, minibüste olmasına rağmen çıkarmaya yeltenmemişti. elindeki ufak çanta kucağında duruyordu, normal insanlardan daha fazla eğik duruyordu. en kötüsü de çocuk susuyordu susmayı bende severrim ama çocuk,. o kadar çok susyordu ki sessiz çığlıkları kulaklarımı tırmalıyordu yanındaki kadın onunla ilgilenmiyordu. onu bir fazlalık gibi görüyor olmalıydı. ama o bir hata yapmamıştı.yapmayacakti da onun tek amacı hata yapmamaktı. insanların ona dk bakış yöneltmemesi için elinden geleni yapıyor. nefes bile almaya çekiniyordu bir süre sonra motor sesleri arasında kadın çocuğa “yanıma otur oraya başka biri geçsin.” dedi. kendisine verilen emri sorgulamadan yerine getirdi. kadın hala onunla ilgilenmiyordu çocuk yokmuş gibi davranıyordu o da yoldan geçen insanları izliyordu çünkü dışarıdakiler ondan haberdar değildi. o içerideidi i ve dışarıdakıler ondan çok uzaktı bu ona rahatlık veriyordu. hayallere dalmıştı.hayalleri bile onun doğrulmasına izin vermıyordu. muhtemelen bir sağlık sorunu yoktu ama o haddinden fazla eğik duruyordu sanki biraz doğrulsa onu sorgulayacaklardı. sanki tebessüm etse birileri onu azarlayacak ve kes artık şu aptal sırıtmayı diyecekti. elleri hafifice uzundu. yüzünü fazla göremiyordum, hafif bir pembelik vardı. kış rüzgarları onun yüzüne güzel renkler katmıştı. üzerinde dikkat çekçi ne bir ayakkabı nede bir ceket vardı o tam anlamıyla “düz” idi tam onların istediği gibi susuyordu. onunla aynı durakta indik. evlerine giderken başını kaldırmıyor etrafı incelemiyordu. yavaş adımarla kadını takip etti. unuttuğu bir şey vardı. kulaklarımda çığlıkları duruyordu. geri istemedi ben de vermedim. saat 8.15 normal hayatıma devam ediyorum
0 notes
Text
sekiz dakika
güneş ışıkları karanlık sipere girdiğinde hiçbiri uyumuyordu. sabah onlar için bir anlam ifade etmiyordu artık. her şey sıradanlaşmıştı. bu büyük ihtimalle gördükleri son gün doğumu olacaktı. herkes bir köşeye çekilmiş ceplerinden çıkardıkları fotoğrafa bakıyordu gözlerindeki özlem görmeye değerdi. sevgilileri eşleri aileleri son bir kez görmek koklamak öpmek herhalde son dilekleri olabilirdi.
çavuşun gür ve ruhsuz sesi tüm bu sessizliği içine çekti on dakika sonra siperden dışarı fırlayacaklardı. belki çıkmadan öleceklerdi. ama bunun bir önemi yoktu en azından onlar ölürken yanlarında bir kaç da düşman götürtmek onların tek amacıydı.
çavuşun düdük sesi ile cesaretleri yerine gelmişti dışarı fırladığında toprak ona çok tuhaf gelmişti. kulakları çınlıyordu. sanki kan ve insan parçaları toprağın içine işemişti ve ona kızıl bir renk vermişti karşısında gördüğü adam bir düşmandı ve arkadaşını param parça ediyordu can çekişmesini olduğu yerde izliyordu. en sonunda üzerine koştu ve süngüsünü karnına sapladı öldüğünden emin olamadı ve tekrar sapladı tekrar ve tekrar kendisini durdurduğunda arkadaşı çoktan ölmüştü
bir kayanın arkasına gizlendi ve cebinden çıkarmaya kıyamadığı nişanlısının fotoğrafına son kez baktı uzun saçları güzel kirpikleri ve üzerinde en sevdiği elbisesi vardı. cepheye gelmeden önce ona çok güzel bir kolye almıştı ama ona veremeden buraya gelmişti. herhalde son pişmanlığı bu olacaktı.öfkeyle kalktı ve koşmaya başladı nereye olduğu önemli değildi dakikalarca koştu. bir kurşun sadece ufacık bir kurşun bütün acılarına son verdi üstelik canını bile yakmamıştı gökyüzünü son kez görüyordu güneş bulutların arasından çıkmış ama o fark edememişti. etrafta koşan ölen parçalanan insanlar vardı ama o kendisini sevgilisini kollarında hayal etti toprak hala nemli ve sıcaktı insanların çığlıklarına alışan kulakları bir an kırlangıç sesi duydu. hayat onunu için bitmişti son nefesini huzurla verdiği için kendisini şanslı hissediyordu.
0 notes
Text
not
biz zaman ve mekan arasında kalmış kum taneleriyiz. ve cadı kazanından çıkan buharda yok oluyoruz. gölgelerimiz bizi bırakıp gidiyor. hayallerimizin her zaman sırtı bize dönmüş. ve biz bu sefil kazanda kaynamaya ve kum taneleri gibi nereye düşeceğimizi bilmeden süzülüyoruz
zaman ve uzay kadar anlamlandıramadığımız yaşam içerisinde ufak yerlerde ufak düşünüp ufak şeyler başarıyor ve sonra zamanımız gelince kaynayıp bu gidiyoruz ve hiçbir izimiz kalmıyor. hala kapkara ve hala benim hatırladığım gibi duruyor.
zaman bizi bir köşede oturmuş izliyor ve her ne kadar hızlı yaşasak da ona yetişemeyeceğimizi biliyor ve bize acıyarak bakıyor.
0 notes
Text
güzel olan her şey bir sonu olduğu için güzeldir. sonu olmayan şeyler monotondur. bir süre sonra boğar. sonra biçok zaman kötü gibi dursa da bağzen iyidir.
0 notes
Text
Vakit
Gözlerini açtığında boşluktaydı hayır bu ruhsal bir durum değildi tam anlamıyla boşluktaydı perdelerin tamamen kapalı olduğunu düşünüp ayağa kalkmak istedi ama ayağını atacağı ne bir zemin ne de yerçekimi vardı. Inanamıyordu hâlâ durumun tamamı ile çaresizlik olduğunu anlamamıştı. Kollarını sürekli etrafa suvuruyordu sanki hareket ediyordu ama anlayamıyordu çünki etraf zifiri karanlıktı. Gözleri sanki ona ihanet ediyordu. Onlara en çok ihtiyacı olduğu anda onu çaresiz bırakıyordu. geç de olsa çaresizliğinin farkına vardı. Saatlerce havada asılı kaldı. Tam o sırada bir şeyin olmadığını farketti. Her zaman ki şu an hariç onun yanında bulunurdu ama bu sefer etrafta yoktu. Sanki yokluğu ona tuhaf bir haz veriyordu ama tam olarak ne hissettiğini anlayamayacak bir durumdaydı. Bu yüzden Zamanın varlığı tamamen aklından uçup gitti. O artık yeryüzünden ayrılmıştı. Yalnız başına sürüklenmek ona iyi geliyor olmalıydı. saatin farkında olmasa da sekiz saattir sürükleniyordu. Ne düşündüğünü bilmiyorum. Herhalde bu sabah normal bir şekilde uyandığında neler yaşayacağını ya da yapmakta geciktiği şeyleri hatırlıyordu. Hiçbir şeyden pişmanlığı yoktu. Özellikle de hayatının hiçbir döneminde saat kullanmaması ona farklı bir gurur veriyordu. Gençken sabah güneşi gördüğü anda dışa çıkar ve batması ile beraber evine girerdi yani pek dakikliğe ihtiyacı olan bir işi yoktu. Yaşlılığında özellikle de çok sevdiği köpeği ölünce günün büyük bir kısmını uyuyarak geçiriyordu. Tüm bunları düşünen yaşlı adam bir an öldüğüne karar verdi. Ama hayal ettiği yer biraz daha aydınlıktı.
Yaşlı adam gözlerini açtığında ona endişe ile bakan çocukları ve eşini gördü bir gurup insan ondan izin almadan onu hareket eden bir yatakata bilmediği bir yere götürüyordu. Gözlerini açtığında suratına çarpan ışık onu biraz olsun rahatlattı. Başına beyaz önlüklü tuhaf bir gözlük takan adam geldi ve konuşmaya başladı. Ne dediğini anlamıyordu.
Nerden bilebilirdi ki her zamanki yürüyüş yolunda kalbinin onu yarı yolda bırakacağını ve bir an duracağını. Neyse ki kurtuldu yaşlı adam. Ama o boşluğu zamandan ve mekandan sıyrıldığı o anı her gün düşündü ve bir ay sonra evine döndüğünde bütün saatlerı çöpe attı kalan kısacık vaktinde asla saate bakmadı. Ve bir gün sabaha karşı güneş tam yüzüne vurduğu sırada hayata gözlerini yumdu ve o çok merak ettiği yere meraklı bir yolculuğa koyuldu
0 notes
Text
toz
uyandığımda güneş doğmamıştı. perdeyi hafifçe araladım. sokak neredeyse boştu. ruhsuzca yanan sokak lambası ve çöpleri karıştıran köpekler dışında. ne kadar süredir ayakta duruyorum bilmiyorum içimden geçeler başımı döndürüyordu. kafamdan sıyrılıp çıksalardı odam tamamen dolardı.
o sırada gökyüzü kızıllaştı bulutlar assolisti karşılıyor gibiydi. çöpçüler çöpleri toplamıştı. sokak laması 8.14 de sönmüştü. ben hala ayakta duruyordum. birkaç saat içinde doğa insanlar arabalar köpekler sanki yeniden canlanıyor gibiydiler. yatmadan önce biraz daha durmaya karar verdim. sırtlarındaki çantaları ile kaplumbağaya benzeyen çocuklar okullarına gidiyorlardı. arabasına apar topar binen adam da gömleğinin düğmelerinden birini atlamıştı. elinde poşetlerle çıkan yaşlı bir grup kadın vardı. herhalde mezarlığa gidiyorlardı. kocalarını görmek onları mutlu ederdi sanırım. en arkadaki kahverengi eşarplı kadını poşetindeki beze gözüm çarptı. özenle o beyaz ruhsuz mermerleri silecekti. sırf kocasının hatırı için. yolun sağındaki yeşil pencereli evden biri daha kafasını uzattı. hepsi aynı anda durdu birkaç dakika konuştular ve yollarına devam ettiler. penceredeki kadının kocası herhalde ona bayağı zarar vermişti mezarını görmek bile onu korkutuyordu. penceresini kapatmadan yaptığı el işareti ile her ne kadar onu özlese de ona yaptıklarını unutamıyordu. kadınlar giderek kayboldular ve çocuklar çoktan varmışlardı okullarına. hatta çantalarını yere bırakıp kovalamaca oynuyorlardı.
tam yatağıma dönecekken yeşil pencereli evde oturan kadın acele ile dışarı çıktığını gördüm. yapması gerekeni yapıyordu. kocasına gidiyordu. çünkü onu her ne olursa olsun seviyordu ve çokça da özlüyordu.
tam o sırada odama annem girmiş. duymamışım. kahve kokusu ile annemi fark edebildim. “günaydın” demesi ile o anların hepsi toz oldu.
0 notes