Tumgik
#Cumhur Metal
sakaryamilat · 2 years
Text
SAMEM ve Cumhur Metal afet bölgelerine gönderilmek üzere soba üretiyor
Sakarya Mesleki Eğitim Merkezi ve Cumhur Metal işbirliğiyle afet bölgelerine gönderilmek üzere soba üretiliyor. SAMEM gönüllü öğretmenleri ve Cumhur Metal bünyesinde gerçekleştirilen üretim süreci kapsamında sektör paydaşlarının da katkılarıyla hızlı bir üretim ile afet bölgesine yardımlar hazırlanıyor. Soba üretimi ile ilgili konuşan Cumhur Metal işletme sahibi Akif Adnan Dizer, afet bölgesinde…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
baybaykus · 6 years
Text
Tumblr media
ZİLLET DEDİKÇE ERİYORLAR !
Siyaset giderek ısınıyor... Anketlerden Millet İttifakı çıktıkça Erdoğan ve Bahçeli gerginliği tırmandırıyor...
Geçmiş seçim dönemlerinde olduğu gibi bu seçim öncesinde de "dış güçler" ve "ABD tehditleri" gündeme gelecektir...
Hatta ABD'nin seçim öncesinde bir düşmanlık gösterisini izleyebiliriz... B
unu belirtirken ABD'nin dostumuz olduğunu iddia etmiyorum. Cumhur İttifakı'nın söylediğinin aksine, gösterdiğinin tersine ABD ve İsrail politikaları ile gayet uyumlu bir bölge politikası izlediğini düşünüyorum.
İzlediğimiz "dış güçler" zeminli tartışma ve atışmaların kayıkçı kavgası olduğunu daha önceki deneyimlerimizden öğrendik...Peki geriye ne kalıyor? İçerde oyları konsolide etmek....
Cumhur İttifakı içerde zillet diyerek, hakaret ederek, suçlayarak, ötekileştirerek kendisine oy vermeyecek kesimleri zaten kaybetmiş olmanın bilinci ile kendi tabanını "motive" etmek istiyor...Ancak görünen o ki tüm çabalar "metal yorgunluğu"' içindeki AKP seçmenini harekete geçiremiyor.
Can yakıcı yoksulluk sorunu yukardaki AKP elitleri ve seçkinleri dışındaki her partiden geniş halk kesimlerini etkiliyor...Toplum gerginlikten o kadar bunaldı ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın CHP ve İYİ Parti ile ilgili "yakıştırmalarını" artık duymuyor...
Yandaş ve besleme medya her gün yalan ve iftira kusuyor...
Türkiye'nin her alanda kaybettiği değerlerine karşılık bir sözü olmayanlar sözde milliyetçilik yaparak; açlığın, işsizliğin, üretimsizliğin, kötü yönetimin, yolsuzlukların, adaletsizliğin, hukuksuzluğun, gençlerin üzerine kabus gibi çöken umutsuzluğun üzerini örtmeye çalışıyor.
Ama yalan ve iftira örtüsü gerçeklerin üzerini kapatmaya yetmiyor...
"O kulak çekilecek"
İYİ Parti Lideri Meral Akşener söyledi...
"Ankara'da Mansur Yavaş, İstanbul'da Ekrem İmamoğlu... Bursa, Balıkesir, Antalya... hepsi gidiyor...
"Demirel'in "tencere her iktidarı sallar" sözünü hatırlatıyor...
Akşener, Erdoğan'ın yerelde kaybetmesi durumunda Türk Milleti'nin her ferdinin velinimet olacağını, emekliye zammın, esnafa teşviklerin, EYT mağdurlarına haklarının ancak kulak çekildiği zaman yerine getirileceğini söyledi Balıkesir ziyaretinde...Seçmene hemen geçen bir anlatım... Millet İttifakı'nın sahada "kulaç çekilmesi" meselesini Akşener gibi anlatması, ikna olmayan seçmenin düşünmesine yol açacaktır.
Tuncay MOLLAVEİSOĞLU
4 notes · View notes
haberin-varmi · 5 years
Text
“Fikirlerin tartışılacağı yerler mahkemeler değildir”
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun yaptığı bir konuşma nedeniyle Sapanca Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davanın ilk duruşması görüldü.
  DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Sapanca İlçe Örgütünün 05 Haziran 2016 tarihinde, Sapanca’da düzenlediği, “Türkiye Nereye Gidiyor” konulu panelde yaptığı konuşmanın TCK 216/1. Maddesine göre halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçunu oluşturduğu iddiasıyla, bir yıl ile üç yıl arasında hapisle cezalandırılması istemiyle ceza davası açılmıştı. Davanın ilk duruşması bugün görüldü.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun duruşmasına DİSK Yönetim Kurulu üyesi Kanber Saygılı, Sine-Sen Genel Başkanı Zafer Ayden, DİSK Kocaeli Bölge Temsilcisi Vedat Küçük, Birleşik Metal İş, Genel-İş, Emekli-Sen, Limter-İş şube başkanları, yöneticileri ve üyelerinin yanısıra KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, TTB Merkez Konsey Başkanı Sinan Adıyaman, Halkevleri Eş Genel Başkanı Nuri Günay, İstanbul Milletvekili Oya Ersoy, CHP Kocaeli ve Sakarya İl Örgütü ile Sapanca İlçe örgütü de katıldı. Uluslararası sendikal hareketin temsilcileri de dayanışma için duruşmayı takip ettiler. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu ITUC avukatlarından Zuzanna Muskat-Gorska, Avrupa Kamu Hizmetleri Federasyonu EPSU Genel Sekreter Vekili Penny Clark, İngiltere Unite Sendikası Yönetim Kurulu üyesi Tommy Murphy de Çerkezoğlu’nun duruşmasını takip ettiler.
Savunmasına “Fikirlerin tartışılacağı yerler mahkemeler değildir.” diyerek başlayan Çerkezoğlu, Türkiye’de yaşanan rejim değişikliği ile beraber fikirlerin, özellikle de iktidarı eleştiren fikirlerin mahkemelerde sorgulandığı bir ülke haline geldiğini belirtti.
Çerkezoğlu’nun savunmasının tam metni şöyle:
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, neredeyse üç yıl önce yapmış olduğum bir konuşmanın tartışılması gereken yer burası, yani mahkeme salonları değildir.
Demokratik ülkelerde fikirler mahkeme salonlarında tartışılmaz. Demokratik ülkelerde fikirler ve hatta en rahatsız edici fikirler, ifade özgürlüğünün bir parçasıdır ve bu fikirlerin açıklanması ya da yayılması için çeşitli mekanizmalar vardır. Ama ifade özgürlüğü asla mahkemelerin konusu değildir. Mahkemeler ifade özgürlüğünü yargılamak için değil olsa olsa ifade özgürlüğünü korumak için var olmalıdır. Ancak ülkemiz maalesef yaşanan rejim değişikliği ile beraber, fikirlerin, özellikle de ülkeyi yönetenlerin beğenmediği fikirlerin mahkemelerde sorgulandığı ve cezalandırıldığı bir ülke haline gelmiştir.
Sistemin veya rejimin, siz nasıl tanımlarsanız tanımlayın, değiştirildiği bir ülkede, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, başkanlık sistemi adı altında ülkemizde yeni bir rejimin inşa edildiği bir süreçte, sistemin ve rejimin değişmesi gerektiğini söylediğim bir konuşma nedeniyle buradayım. Bahse konu konuşmamı yaptığım dönem anayasal düzlemde ülkemizdeki yönetim sisteminin değiştirilme tartışmalarının yaşandığı ve devamında değiştirildiği bir tarihsel andır.
Şunun altını çizmek isterim ki, sistemin ve rejimin değişmesi gerektiğini söylemek suç değildir, bir fikirdir. Bu değişikliğin asıl olarak, sokakta da verilecek demokratik bir mücadeleyle gerçekleşebileceğini söylemek de suç değildir. Bu bir fikirdir. İfade özgürlüğü hatta rahatsız edici fikirlerin özgürlüğü Türkiye’nin tarafı olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve AİHM kararları ile güvence altına alınmıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, grev hakkı, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kavramıyla “etkili eylem hakkı”, aynı ifade hakkı gibi, seçme ve seçilme hakkı gibi evrensel-demokratik bir haktır.
Bu fikirlerin, bu talep ve önerilerin muhatabı mahkemeler değildir, muhatap ülkeyi yönetenlerdir. Düşüncelerimin muhatabı ülkemizde rejimi değiştirerek, bu toprakların eksiğiyle gediğiyle de olsa var olan 150 yıllık demokrasi birikimini yok etmeye çalışanlardır. Yani ağır aksak da olsa işletmeye çalıştığımız parlamenter sistemin, güçler ayrılığı ilkesinin, hukukun üstünlüğünün tümüyle ortadan kaldırıldığı yeni bir rejimin inşası sürecinde bugün bunları konuşuyoruz. Ancak bu ülkede çok sayıda gazeteci, akademisyen, siyasetçi, sendika/meslek odası/demokratik kitle örgütü yöneticisi ve hatta kahvede konuşan yurttaş, twit atan genç, iktidarın beğenmediği fikirleri ifade ettiklerinde karşılarında polisi, savcıyı ve hakimi görmektedir. Aslında bu bile eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Fikrin karşısına kolluk gücü, iddianame ve hapishane çıkarılan bir rejim, çok sayıda sıfatla anılabilir ancak “demokrasi” kavramı ile anılamaz. Bu antidemokratik rejimin demokratik yollarla değişmesini istemek ve bunun nasıl gerçekleşebileceğine dair fikirlerimi ifade etmek de, benim açımdan sadece bir yurttaşlık görevi değil aynı zamanda Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu yöneticisi olarak görevimdir.
Suç isnat edilen tarihte genel sekreteri olduğum, bugün de genel başkanlığını yürüttüğüm Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun tüzüğünün 3. maddesi DİSK’in amaçlarını sıralarken şu ifadelere yer verir:
“İşçi sınıfının hak ve çıkarlarının toplumcu, çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü temellere dayalı gerçek demokrasi ortamında kazanılıp geliştirilebileceğinin bilinci içinde, işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik her türlü sömürü ve baskının ortadan kaldırılması” DİSK’in temel amacıdır.
Yine “Evrensel temel hak ve özgürlüklere sahip çıkmak, sınıfının onursal görevi olarak, faşizme, cuntacılığa, oligarşiye, baskıya, zulme ve işkenceci tüm rejim ve dikta yönetimlerine karşı mücadele etmek” DİSK’in tüzüğünde yer alan amaçları arasında yer almaktadır.
DİSK’in tüzüğünün üçüncü maddesinde konfederasyonumuzun ilkeleri arasında “demokrasinin ve demokratik hukuk düzeninin her alanda egemen kılınması” temel ilke olarak ifade edilmektedir.
Tüzükte açıkça yer alan bu temel amaç ve ilkelere uygun davranmak, DİSK Genel Kurulu’nda şekillenen işçi iradesinin bizlere verdiği görevdir.
Bugün ülkemiz demokrasiden hızla uzaklaşırken, yeni bir rejim ile en temel demokratik haklar ve kazanımlar yok edilirken, işçi sınıfının neler kaybettiği ortadadır. İşsizliğin Cumhuriyet tarihinin rekorlarına koştuğu, milyonlarca işsiz varken işsizlik fonunun bankaları ve patronları kurtarmak için kullanıldığı, işçi sınıfının güvencesizliğe, açlığa ve ölümüne çalışmaya mahkum edildiği bir dönemde Türkiye’de sendikal hak ve özgürlükler açısından kara bir tablo mevcuttur. Uluslararası Çalışma Örgütünün tespitleri ve Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun raporları Türkiye’yi sendikal hak ve özgürlükler açısından dünyanın en kötü ülkeleri arasında göstermektedir. Tüm demokratik kazanımların ve Türkiye’nin demokratik birikiminin yok edilmesine dayalı yeni rejimin çalışma hayatında yarattığı acı sonuç budur.
Ülkeyi yönetenlerin yasal ve anayasal bir hak olan grev hakkını gasp etmekle övündükleri, sendikaya üye olmanın işten atılma gerekçesi haline geldiği, sokaklarda-meydanlarda hak aramanın baskılarla/şiddet ile engellendiği, mahkemelere başvurarak hak aramanın samanlıkta iğne aramaya dönüştüğü bir ülkede nüfusun ücret geliriyle yaşayan dörtte üçü için mücadele yol ve yöntemleri üretmek bizim görevimizdir. Çünkü DİSK sadece üyelerinin değil, tüm işçi sınıfının hak ve çıkarlarını savunmayı temel ilke olarak belirlemiş bir örgüttür.
Bu noktada demokrasinin işyerlerinde, sokakta, meydanlarda savunulması, hakların meydanlarda dile getirilmesi demokrasinin alamet-i farikalarından biridir. Sokakları, meydanları yurttaşlara kapatmak, sokaklarda ve meydanlarda mücadeleyi verenleri suçlu ilan etmek demokratik değil otoriter rejimlerin işidir.
Burada “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” ile suçlanıyorum. “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek” değil, işçi sınıfının ve halkın ekonomik-demokratik ve siyasal taleplerini işyerlerinde, sokaklarda, meydanlarda ifade etme ve tepkilerini dile getirmesine dair tespitler söz konusudur. TBMM’yi bile devre dışı bırakan, tek kişinin kararnamelerle ülkeyi yönetmesine olanak sağlayan bu anlayışa karşı emekçilerin nasıl bir yönetim şekline ve işleyişe ihtiyacı olduğuna ve bu ihtiyaç için yapılması gerekenlere dair tespitler vardır. Bu eleştiri ve tespitleri zaten bu eleştirilerin muhatabı olan ve farklı düşüncelere sahip olduğumuz iktidar temsilcileri beğenmeyebilir. Ama bu durum, bizi doğrularımızı sonuna kadar savunmaktan, dile getirmekten ve gereğini yapmaktan alıkoymaz.
Maalesef eldeki iddianame Türkiye’de kurulmak istenen rejimin ruhuna uygun bir iddianamedir. Belki de öyle olmak zorundadır. İktidarı eleştirmeyi, rejimin/sistemin değiştirilmesi gerektiğini söylemeyi ve bunun için birliğin ve sokaklarda hak aramanın şart olduğunu suçlu gösteren bir iddianame bu rejime uyabilir ancak insanlığın ve bu toprakların yüzlerce yıllık evrensel-demokratik kazanımlarına uymaz. İddianame ifade özgürlüğünü suç olarak görmektedir. İfade özgürlüğü anayasal ve evrensel bir haktır.
Bizler bildiklerimizi söylemekten vazgeçmeyeceğiz: Ülkemizde kurulmak istenen yeni rejim, Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan ve ücretiyle yaşamaya çalışan işçi sınıfı için, yani “Cumhur”un çok büyük bir çoğunluğunun hakları için ciddi tehlikeler, tehditler içermektedir. Kalıcılaştırılmak istenen yeni rejimin nasıl bir rejim olduğuna, bu rejimin hangi sınıfların çıkarına, hangi sınıfların zararına olduğuna bizler tanığız. Bu rejim demokrasinin tüm kırıntılarını ortadan kaldırırken, işçi sınıfının haklarını savunmasını ve geliştirmesini engelleyen bir rejimdir.
İddianamede tarafıma isnat edilen suç, on yıllardır bayrağını onurla taşıdığım ve bugün de genel başkanlığını yürüttüğüm DİSK’in bana verdiği bir görevdir. Gereğini yapmaktan ancak onur duyarım. İşçi sınıfının bizlere verdiği görevin ışığında, tarih önünde hesabını vereceğim bir şey varsa, o da bu rejime karşı mücadelenin gerekliliğini ifade etmem değil, bu ifadelerin gereğini yeterince yerine getirip getirmediğimizdir.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun düşüncelerini ifade ettiği için yargılandığı davanın bir sonraki duruşması 9 Temmuz 2019’da.
https://ift.tt/2uHaZnH
0 notes
haberihbarhatti · 6 years
Text
AKP’nin kongreyi öne çekmesi erken seçim anlamına geliyor mu?
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/akpnin-kongreyi-one-cekmesi-erken-secim-anlamina-geliyor-mu/4430/
AKP’nin kongreyi öne çekmesi erken seçim anlamına geliyor mu?
Telif hakkı AFP
AKP’nin 12 Eylül 2018’de yapmayı planladığı Olağan Büyük Kongreyi, Haziran ayı sonuna çekme kararı, Ankara’da “erken seçim” senaryolarını yeniden gündemin ön sıralarına taşıdı.İktidar partisi kulislerinde uzun süredir, il kongrelerinin Mayıs ayının başında tamamlanıp, büyük kongreye gidilmesi seçeneği konuşuluyordu. Ancak Mayıs ayının ortasında başlayan Ramazan ayında kongre yapmanın güçlüğü dikkate alınarak, kongre takviminin Ramazan Bayramı sonrasına denk gelen Haziran sonunda yapılması kararlaştırıldı. İktidar partisinin olağan kongre takvimini 2 ay öne çekmesinin ardından şimdi siyasi kulislerde “seçim takvimi de öne çekilecek mi” sorusuna yanıt aranıyor.Erken seçim senaryoları daha çok muhalefet tarafından seslendiriliyor. Örneğin İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin kuruluş sürecini bile “erken seçim” olasılığı nedeniyle hızlandırdı. Akşener’e göre erken seçim, darbe girişiminin yıldönümü olan 15 Temmuz’da olabilir. Ancak Erdoğan, gerek konuşmalarında, gerekse partisinin basına kapalı toplantılarında seçimlerin “zamanında” yapılacağını her fırsatta dile getiriyor.”Anketler belirler”Ana muhalefet partisi CHP’de ise yaygın görüş, “anket sonuçları”nın seçim tarihini belirleyeceği yönünde. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın anket sonuçlarında “yüzde 51″i görmesi halinde, cumhurbaşkanlığı ve birlikte yapılacak milletvekilliği genel seçimlerini öne alacağı görüşünde.
Telif hakkı Getty Images
Kılıçdaroğlu, AKP-MHP-BBP’den oluşan “cumhur ittifakı” bloğunun, kendi yaptırdıkları anketlerde bile yüzde 50’yi bulamadığını savunurken, Afrin operasyonunun etkisinin de oylara yansımasının “minimum” düzeyde olduğunu ifade ediyor. Muhalefet sözcüleri, Erdoğan’ın “50+1’i” gördüğü anda, 15 Temmuz ya da en geç sonbaharda cumhurbaşkanlığı seçimine dönük “düğmeye basacağını” düşünüyor.İttifak yasası gösterge mi?Erken seçim olasılığını savunanların en önemli gerekçelerinden birini de, siyasi partilerin genel seçimlerde “ittifak” yapmalarının yolunu açan seçim yasası değişikliğinin hızla parlamentodan geçirilmesi oluşturuyor. Genel seçimlere 2 yıla yakın süre varken, “ittifak” düzenlemesinin hızla Meclis’ten geçirilmesi de olası bir “erken seçime hazırlık” olarak yorumlanıyor. Örneğin HDP Milletvekili Mithat Sancar, AKP ve MHP’nin şimdiden “cumhur ittifakı”nı ilan etmesini, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin erkene alınacağının açık işareti olarak değerlendiriyor.
Sancar’a göre, seçimlerin 2019’a sarkması “ittifakı yıpratabilir.” Ancak, sadece ittifak değil, başta cumhurbaşkanlığı seçim mevzuatı olmak üzere devlet sisteminin sil baştan düzenlenmesini içeren Anayasa uyum paketi üzerinde çalışan AKP’nin, erken seçime gitmek için bu düzenlemeleri Meclis’ten geçirmesi gerekiyor.Metropoller kaygısıNormal seçim takvimine göre Mart 2019’da yerel, yani belediye başkanlığı seçimleri yapılacak. Ancak yerel seçimler AKP’nin “yumuşak karnını” oluşturuyor. Genel olarak her zaman yerel seçimlerdeki oyu milletvekili seçimlerinden düşük olan AKP’nin kaygılarını, 16 Nisan referandumunda, belediye başkanlığını elinde bulundurduğu İstanbul ve Ankara gibi metropollerden, başkanlık sistemini içeren Anayasa değişikliğine “hayır” çıkması artırıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “metal yorgunluğu” diyerek, bu iki kentin belediye başkanlarının da aralarında bulunduğu partili belediye başkanlarına yönelik operasyonun altında da referandumdan çıkan olumsuz sonuçların etkili olduğu biliniyor. AKP’nin yerel seçimlerde özellikle İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesi halinde, bunun Kasım ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimine de olumsuz yansıyabileceği gerekçesiyle, milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin öne çekilebileceği belirtiliyor.Revizyon ayarı mı?AKP kaynakları ise kongre takviminin iki ay öne çekilmesi konusunda daha çok “zaman kazanma”ya vurgu yapıyor.
Telif hakkı AFP
AKP Genel Başkanı da olan Erdoğan’ın partiyi 3 önemli seçime taşıyacak dinamik bir kadro oluşturmak için parti yönetiminde köklü değişikliğe gideceği, daha sonra bu değişim sürecinin kabine revizyonuna da uzanacağı ifade ediliyor. Erdoğan’ın, hem parti yönetiminde yapılacak değişiklikler, hem de Bakanlar Kurulu revizyonu sonrası yaşanacak olası kırgınlık/küskünlüklere karşı da zaman kazanmış olacağına dikkat çeken kaynaklar, bu kırgınlıkların aşılması için de zaman kazanılmış olacağı değerlendirmesini yapıyorlar.
kaynak: AKP’nin kongreyi öne çekmesi erken seçim anlamına geliyor mu?
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/akpnin-kongreyi-one-cekmesi-erken-secim-anlamina-geliyor-mu/4430/
0 notes
haberin-varmi · 7 years
Text
OHAL GREV YASAKLAMA BAHANESİ HALİNE GELMİŞTİR, KALDIRILMALIDIR!
DİSK Yönetim Kurulu adına DİSK Genel Başkanı Kani Beko, grev yasaklarıyla ilgili bir basın açıklaması yaptı.
Açıklamanın tam metni şöyle:
GREV TEHDİT DEĞİL HAKTIR!
OHAL GREV YASAKLAMA BAHANESİ HALİNE GELMİŞTİR, KALDIRILMALIDIR!
Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nin (YASED) 12 Temmuz 2017 tarihinde düzenlediği toplantıda konuşan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan “Grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade ile anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki hayır, burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz” [alkışlar] demiştir. Yerli ve yabancı sermaye temsilcilerine seslenen Erdoğan “Olağanüstü hali biz iş dünyamız daha iyi çalışsın diye yapıyoruz” sözleriyle OHAL’in kimlere hizmet ettiğini açıkça ve samimiyetle ifade etmiştir.
Her şeyden önce şunu ifade etmek isteriz ki bu açıklamalar malumun ilanıdır ve bir dizi itirafı barındırmaktadır.
GREV ERTELEMELERİNİN (YASAKLAMALARININ) GEREKÇELERİNİN UYDURMA OLDUĞU İTİRAF EDİLMİŞTİR
AKP iktidarı döneminde 13, OHAL döneminde 5 grev “milli güvenliği “, “genel sağlığı” veya “finansal istikrarı bozucu” olduğu gibi gerekçelerle ertelenmiş aslında yasaklanmıştır. Erdoğan’ın son açıklamaları, grev yasaklarının asıl gerekçesinin sağlık veya güvenlik değil işverenlerin çıkarlarının korunması olduğunu devletin en tepesinden teyit edilmesidir. DİSK’in 2017 Ocak ayında metal iş kolundaki grevlerin ertelenmesinin ardından yaptığı “Grev yasaklarının gerekçesi milli güvenlik değildir. Gerçek amaç, işçinin evine götüreceği ekmeği işverenin insafına bırakmaktır” tespitinin haklılığı, Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmiştir.
GREVİN BİR HAK DEĞİL TEHDİT OLARAK GÖRÜLDÜĞÜ İTİRAF EDİLMİŞTİR 
Cumhurbaşkanı tarafından “tehdit” olarak tanımlanan grev 1961 Anayasasından beri bir hak olarak Anayasa’da yerini almaktadır. Günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 54’üncü maddesi grev hakkını güvence altına almaktadır. Anayasal bir hak ne zaman “tehdit” kapsamına alınmıştır? Anayasa ne zaman değiştirilmiştir?
ANAYASA AÇIKÇA YOK SAYILMIŞTIR
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 104’üncü maddesine göre “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır” ve bu sıfatla “Anayasa’nın uygulanmasını” gözetir. Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini tanımlayan bu ifadeler son referandumda da korunmuştur. Yani Cumhurbaşkanı’nın görevi anayasal bir hakkı tehdit olarak ilan etmek değil uygulanmasını gözetmektir. Bir partinin genel başkanı kimliğiyle yabancı sermaye temsilcilerinin desteğini alma arzusu, Cumhurbaşkanı kimliğinin yüklediği anayasal görev ve yetkilerin yok sayılması hakkını vermez.
Anayasanın 120. maddesine göre OHAL “şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması sebepleriyle” ilan edilebilir. Anayasanın 121. maddesine göre ise OHAL ile ilgili Kanun Hükmünde Kararnameler olağanüstü halin gerekli gördüğü konularda çıkarılabilir. Hükümet OHAL döneminde de bu anayasal kurallarla bağlıdır. Öte yandan Olağanüstü Hal Kanunu da hükümete grev erteleme/yasaklama yetkisi vermemektedir. 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’de açıkça belirtildiği gibi OHAL’in amacı “darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde alınması zaruri olan tedbirler ile bunlara ilişkin usul ve esasları belirlemektir.” Grev hakkının bu kapsamda değerlendirilmesi hukuka ve anayasaya açıkça aykırıdır. Dahası grev ertelemeleri OHAL mevzuatı ile değil 6356 sayılı yasaya göre yapılmaktadır. Ancak 6356 sayılı yasanın bir kılıf olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.
“OHAL’İN MİLLETE KARŞI İLAN EDİLMEDİĞİ” İDDİASININ DOĞRU OLMADIĞI ORTAYA ÇIKMIŞTIR
Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere ülkeyi yönetenler “OHAL’in millete karşı ilan edilmediğini” defalarca iddia etmişlerdir. Bugün ülke yurttaşlarının en az üçte ikisi ücret gelirleriyle yaşarken, ücretlilerin en önemli ve anayasal hak arama aracı olan grev hakkı yok sayılmakta ve “tehdit” olarak tanımlanmaktadır. Yurttaşların üçte ikisinin temel bir hakkı “tehdit” olarak görülüp engellenirken, “OHAL’in millete karşı ilan edilmediği” iddiası çürütülmektedir. Eğer nüfusumuzun üçte ikisi “millet” olarak görülmüyorsa “millet” kimdir? “Grev tehdidine izin vermedik” sözlerini coşkuyla alkışlayan yabancı sermaye temsilcileri mi?
Tıpkı darbeyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan on binlerce emekçinin kamu görevinden ihraç edilmesi ve binlerce belediye işçisinin iş sözleşmelerinin askıya alınması örneklerinde olduğu gibi, grev hakkına ilişkin bu son değerlendirmeler de bir kez daha OHAL’in devlete değil emekçilere karşı kullanıldığını ortaya koymaktadır.
ULUSLARARASI SENDİKAL HAREKETİN TESPİTLERİNİN HAKLILIĞI TEYİT EDİLMİŞTİR
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) her yıl düzenli olarak yayınladığı İnsan ve Sendikal Haklar Raporu’na göre Türkiye 2016’da Kamboçya, Hindistan, Katar ve İran gibi ülkelerle birlikte çalışanlar için en kötü on ülke sıralamasında yer almıştır. Grevi “tehdit” olarak tanımlayan anayasal bir hakkı engellemekle övünen sözler, 141 ülke içinde en kötü 10 ülke arasında yer aldığımız tespitinin haklılığını ortaya koymuştur.
REFERANDUMDA “HAYIR” DEMEMİZİN HAKLILIĞI ORTAYA ÇIKMIŞTIR
DİSK “başkanlık” referandumdan önce işçi sınıfını bilgilendirmiş, başta grev hakkı olmak üzere sendikal hakların tek kişinin kararıyla gasp edilmesine karşı “HAYIR” demeye çağırmıştır.  Referandumdan sonra yaşanan gelişmeler ve grev hakkını tehdit olarak gören son açıklamalar DİSK’in bu tespitinin haklılığını gözler önüne sermektedir.
İŞÇİLERİN ADALET TALEBİNİN HAKLILIĞI ORTAYA ÇIKMIŞTIR
“Adalet halkın ekmeği, işçilerin geleceğidir” sloganıyla adalet mücadelesine destek veren DİSK’in haklılığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Adaletin olmadığı yerde işçinin Anayasal bir hakkı, işverenlerin alkışları arasında hukuk dışı biçimde yok edildiği itiraf edilmekte, bu adaletsizliği önleyecek hiçbir kurum ortada kalmamaktadır. Adaletin olmadığı yerde, ülkeyi yönetenler küçük bir azınlığın desteği için “milletin” çoğunluğunun grev hakkının karşısına OHAL ile çıkmaktadır. Adaletin olmadığı yerde hak yoktur, hukuk yoktur, ekmek yoktur, gelecek yoktur.
Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında “Cumhur”un büyük bir çoğunluğunun, yani işçi sınıfının anayasal bir hakkını tehdit olarak görmek, gasp etmek ve bunu övünç olarak ifade etmek açıktır ki Cumhuriyetten daha da fazla uzaklaşmaktır. Yaşananlar bir kez daha göstermiştir ki bu ülkede adaleti ve cumhuriyeti yeniden inşa etmek, işçi sınıfının ekmeği ve geleceği için bir zorunluluktur.
http://ift.tt/2tLCb5g
0 notes