Tumgik
#Dünya Ve Ay Testleri
pazaryerigundem · 3 months
Text
Türksat 6A'dan ilk sinyal alındı... Türksat 6A uzayda!
https://pazaryerigundem.com/haber/182040/turksat-6adan-ilk-sinyal-alindi-turksat-6a-uzayda/
Türksat 6A'dan ilk sinyal alındı... Türksat 6A uzayda!
Tumblr media
Türkiye’nin yerli ve milli haberleşme uydusu Türksat 6A, ABD’nin Florida eyaletindeki Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri İstasyonu’ndan SpaceX’e ait Falcon 9 roketiyle uzaya fırlatıldı. Başarılı geçen fırlatmanın 67. dakikasında uydudan ilk sinyal alındı.
ANKARA (İGFA) – Türksat 6A’nın fırlatılması nedeniyle Florida’daki Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri İstasyonu’nda düzenlenen törene, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün, Türksat Genel Müdürü Hasan Hüseyin Ertok, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ) Genel Müdürü Mehmet Demiroğlu, ASELSAN Genel Müdürü Ahmet Akyol, CTECH Genel Müdürü Cüneyd Fırat ve diğer yetkililer katıldı.
Türk mühendisleri tarafından geliştirilen ilk yerli ve milli uydu Türksat 6A, Türkiye saatiyle 02.30’da Space X firmasına ait Falcon 9 roketiyle Fırlatma Kompleksi 40’tan uzaya gönderildi.
Olumsuz hava koşulları nedeniyle birkaç kez ertelenen fırlatma operasyonu gecikmeli yapıldı. 
#Canlı | TÜRKSAT 6A Fırlatma Töreni | SpaceX Fırlatma Merkezi / Cape Canaveral Uzay Üssü / Florida / ABD https://t.co/FyzkmauSgg
— T.C. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı (@UABakanligi) July 8, 2024
Uydunun roketten ayrılmasının ardından 67.  dakikada ilk sinyalin alındı. 
Ve uydumuzdan ilk sinyali planlanan şekilde 6️⃣7️⃣. dakikada başarıyla aldık!📶
Hayırlı olsun…#UzaydaTürkizi 🇹🇷
— Abdulkadir URALOĞLU (@a_uraloglu) July 9, 2024
Bu yolculuğun tamamlanmasıyla yörünge testleri aşamasına geçilecek ve Türksat 6A, en az 1 ay sürecek testlerin ardından Türksat tarafından teslim alınarak faaliyete geçecek.
Dünyadan 35 bin 786 kilometre uzaklıkta konumlanacak Türksat 6A, 20 adet Ku Band aktarıcısıyla hizmet verecek. 8,4 kilovat güce sahip, 4 bin 229 kilogram ağırlığındaki Türksat 6A ile Türksat’ın hizmet verdiği kapsama alanı Hindistan, Tayland, Malezya ve Endonezya’yı içerecek şekilde genişleyecek.
Uydunun faaliyete geçmesiyle Türkiye, kendi haberleşme uydularıyla dünya nüfusunun yüzde 65’inden fazlasına ulaşabilir hale gelecek. Türkiye’nin uydularının ulaştığı nüfus da 3,5 milyardan 5 milyarın üzerine çıkacak.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, yerli haberleşme uydumuz Türksat 6A’nın uzaydaki yolculuğunda ilk sinyalinin alınması ardından sosyal medya hesabından paylaşımda bulunarak, uydunun özelliklerini infografikle tanıttı.
Tumblr media Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
obeziteyeson · 4 years
Text
Corona virüsü salgını tüm dünyada alışılagelmiş düzeni alt üst etti. Herkesin aklındaki soru şu: “Ne zaman normale döneceğiz? Ya da dönebilecek miyiz?” Begüm Dönmez Ersöz, dünya için asıl tehlikenin solunum yoluyla bulaşan virüsler olduğu yönündeki önceki uyarısı sebebiyle "salgını öngören adam" olarak bilinen pandemi uzmanı Dr. Dennis Carroll'la konuştu. Dr. Carroll, “Yeni normal artık bu." diyor. Ona göre salgını durduracak formül belli: “Sihirli formül ne aşı ne de ilaç. Her şey bizde bitiyor. Salgını durdurma sorumluluğu da gücü de bizde."
Salgını Öngören Pandemi Uzmanı: 'Virüsler Yayılmaz İnsanlar Yayar'
Dr. Dennis Carroll, uzun yıllar ABD’de Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) bünyesinde kıdemli pandemi danışmanı olarak görev yaptı. Geçtiğimiz yıla kadar, ABD Uluslararası Kalkınma Dairesi'nin (USAID) Pandemi ve Yeni Ortaya Çıkan Tehditler birimini yönetti. Sıtma ve kuş gribi alanındaki çalışmaları sebebiyle 2006 yılında, CDC ve USAID'in Bilim ve Teknoloji Ödülü'ne layık görüldü.
USAID bünyesinde oluşturulan ve dünya çapında salgına yol açması muhtemel virüsleri araştıran “Predict” (Tahmin) adlı programın kurucusuydu. Programa sağlanan kaynak geçen yıl kesilince emekliye ayrılan Dr. Carroll, şu anda Global Virome Project adlı projenin başında. Amacı ise hala aynı: Virüs bizi bulmadan virüsü bulmak.
"Salgını öngören virüs avcısı"
Yaptığı önceki çalışmalarda dünyanın bir virüs salgınıyla karşı karşıya kalacağı uyarısında bulunması sebebiyle, ABD basınında çıkan haberler Dr. Carroll için "Salgını öngören adam" diyor. Netflix'te şu sıralar bir hayli popüler olan "Pandemi" belgeselinde de yer alıyor.
'Aşı Bulunana Kadar Normale Dönüş Olmayacak'
Global Virome Project, gelecekte dünyanın karşı karşıya kalabileceği olası salgınları anlayabilmek, bu salgınlara yol açabilecek virüsleri önceden tespit etmek ve daha da önemlisi bu virüs ya da virüs gruplarına karşı aşıyı önceden geliştirebilmek için bir “virüs atlası” oluşturmayı amaçlıyor. Projeyi ekibiyle birlikte yöneten Dr. Carroll'ın bir diğer adı da "virüs avcısı".
Son 15 yıl içinde dünyada kuş gribi, domuz gribi ve ebola gibi virüslerin yol açtığı salgınların yaşanmasına rağmen, “geçmişte yaşananlardan ders almıyoruz” diyen Dr. Carroll’ın en büyük kaygısı uluslararası toplumu oluşturan ülkeler arasında yeterli düzeyde işbirliği ve eşgüdüm olmaması.
“Çare arıyor, mucize bekliyoruz”
Corona virüsüne karşı, aralarında tütün ve ilaç firmalarının da olduğu 40’tan fazla kuruluş aşı geliştirmeye çalışıyor. Her biri farklı aşamada. Çoğu uzman, aşı geliştirilmesinin en az 12-18 ay alacağını ifade ediyor. Dr. Carroll da bir istisna değil. Aşı çalışmaları devam ederken, “önümüzde salgını yavaşlatmakla geçecek en az 1 yıllık bir dönem var.” uyarısında bulunuyor.
“Ne aşı ne de ilaç, sihirli formül biziz”
Dr. Carroll, ortada henüz etkisi kapsamlı bilimsel araştırmalarla kesin olarak kanıtlanmamış olmasına rağmen kullanımı teşvik edilen hidroksiklorokin gibi ilaçlar konusunda karamsar bir tablo çiziyor: “Çaresiziz. Tedavisini henüz bulamadığımız ama yana yakıla çaresini aradığımız bir virüs bu. Bir mucize umuyoruz. Piyasada olan, güvenli bir şekilde kullanmayı bildiğimiz bir ilacın bu yeni virüsün enfekte ettiği hastaların hayatını kurtarabilecek ilaç olmasını umuyoruz. Gerçek şu ki bu ilaçlara ilişkin raporların hiçbiri bilimsel açıdan güvenilir değil. Etkisi kanıtlanmamış ilacın kullanılmasını teşvik etmek yanlış. Üstelik işe yaradığını bildiğimiz kurallara insanların uymasını sağlamakta zorlanıyorken.”
Bu yüzden de şu mesajı veriyor: “Virüs kendi kendine yayılmaz. Virüsü insan yayar. Virüsü yaymayı bırakırsak, salgın da biter. Ne aşı ne ilaç. Sihirli formül biziz.”
VOA Türkçe’den Begüm Dönmez Ersöz’ün Dr. Dennis Carroll ile yaptığı röportajın tamamı:
Corona virüsü salgını bir laboratuvar kazası olabilir mi?
VOA Türkçe: Virüsün laboratuvar ortamında üretildiğine ilişkin komplo teorisi bilimsel araştırmayla çürütüldü. Ancak 1 hafta önce Washington Post’ta David Ignatius imzalı bir bilim insanından da görüş alınarak yapılan haberde, “Çin’de virüsle ilgili araştırma yapılırken laboratuvarda bir araştırmacının yeterli düzeyde önlem almayıp kazara virüsü kendisine bulaştırmış olabileceği” teorisi gündeme geldi. Böyle bir şey mümkün mü?
Dr. Carroll: Yeni bir virüs keşfeden bir bilim insanının yapacağı ilk şey bu veriyi derhal yayımlamaktır. Virüsün Çinli bilim insanları tarafından tespit edilip, laboratuvara inceleme için getirilmiş olması ihtimali, bilimsel araştırma kültürünün keşfe ve bilimsel makale yayınına dayalı olması sebebiyle çok mantıklı gelmiyor. Virüsün kazara laboratuvar ortamından çıkabilme ihtimali var. Tehlikeli patojenlerle yapılan araştırmalar arttıkça, bu ihtimalin hafife alınmaması gerektiği haklı bir nokta. Ama Covid-19 gibi daha önce bilinmeyen bu virüsün, henüz dünya bundan haberdar olmadan laboratuvarda araştırmaya konu olmuş olması ve orada kazara birilerinin enfekte olmuş olması bana çok çok düşük bir ihtimal gibi geliyor.
Virüs yarasadan insana nasıl bulaştı?
VOA Türkçe: Virüsün ilk konağının yarasalar olduğu biliniyor. Oradan pangoline geçti, sonra da insana deniliyor. Hayvandan insana bulaşma süreci nasıl oluyor? Ne yaşanmış olabilir sizce?
Dr. Carroll: Virüsün Çin’deki yarasalardan başka yere nasıl geçtiğini kesin olarak bilmiyoruz. Şu ihtimalden söz edildi: Çin’de yemeklerde kullanılan pangolin hayvan pazarına getirildi. Pangoline muhtemelen yarasa dışkısı/idrarından virüs bulaştı ve virüs hayvan pazarından yayıldı. Şöyle bir ihtimal de var: Bir çiftçi doğrudan yarasanın sıvısıyla temas etmiş olabilir. Yarasa virüsü, tükürüğü ya da dışkısı/idrarı aracılığıyla insanlara bulaştırır. Örneğin yarasa ağaçtaki bir meyveyi ısırmıştır. O meyve yere düşer. Meyvede artık virüs vardır. Yarasanın tükürüğü ile temas enfeksiyona yol açmış olabilir.
Virüsle ilgili bilmediğimiz daha ne var?
VOA Türkçe: Virüsün ortaya çıkması bilim insanları açısından sürpriz değil belki. Ama hala virüsle ilgili bilinmeyen şeyler var. Neyi hala bilmiyoruz?
Dr. Carroll: Virüsün enfekte ettiği insanların kaçının asemptomatik (belirti göstermeyen) olduğunu bilmiyoruz. Sağlıklı görünen kişilerin kaçının taşıyıcı olduğunu bilmiyoruz. Grip virüsünde en savunmasız yaş grubuyken, bu virüste çocukların neden en az etkilenen grup olduğunu bilmiyoruz. Enfekte olduktan sonra iyileştiniz. Virüse karşı doğal bağışıklık kazanmış olduğunuzu varsayıyoruz. Ama henüz belgelemiş değiliz. Belgelesek bile bağışıklığın ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Birkaç hafta, birkaç yıl ya da ömür boyu sürebilir.
Antikor testleri neden önemli?
VOA Türkçe: ABD’de kısıtlı da olsa işe dönme süreci başlamalı tartışması var. Ama acele edilmemesi gerektiği konusunda uyarılar çok. Ne yapılmalı?
Dr. Carroll: Zorunlu personel işe dönecekse yapılması gereken şey antikor testi. Kişinin kanından örnek alıp virüse karşı bağışıklığının olup olmadığını göreceksiniz. Varsa kişi virüse maruz kalmış demektir. Bu da bu kişinin gelecekte olası bir enfeksiyon kaynağı olmayacağı anlamına gelir. Asemptomatik vakaların olduğu düşünülürse, işe dönecek kişinin virüse yakalanıp yakalanmamış olduğunun tespit edilmesi daha önemli hale gelir. Antikor testi zorunlu iş gücünün işe dönmesi için ön koşul olmalı. Yoksa enfeksiyon kaynağı olabilecek kişileri yeniden sokağa döndürmüş olursunuz.
“Normal” düzene dönüş mümkün mü?
VOA Türkçe: Herkes “Ne zaman normale döneceğiz?” diye soruyor. Normale dönmek gibi bir şey mümkün mü?
Dr. Carroll: Bir tahminde bulunmak imkansız. Ama hijyen önlemlerinin ve sosyal mesafe kurallarının yakın zamanda gevşetilmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu virüsün havalar ısındığında ortadan kalkması olasılığı son derece düşük. Sonbaharda grip mevsimiyle birlikte tırmanışa geçmesi olasılığı ise bir o kadar yüksek. Bu virüs dolaşımdayken ve virüse karşı bağışıklık geliştirilmemişken normal düzene yeniden dönülmesini düşünemiyorum. Aşı bulunana kadar normale dönüş olmayacak. Dünya nüfusunu aşılayacak miktarda aşı üretilmesi de ancak 1-2 seneye mümkün olabilecek. O yüzden yeni normal artık bu.
Aşı ne zaman gelecek?
VOA Türkçe: Tütün şirketleri dahil pek çok firma aşı geliştirmeye çalışıyor. Ama hepsi farklı aşamalarda. Mikroiğne bant yöntemiyle aşı farelere enjekte edildi ve farelerde bağışıklık sistemini tetiklediği görüldü. Aşı konusunda umutlu musunuz?
Dr. Carroll: Aşıda 3 önemli aşama var. Bir aşı adayının önce güvenli olduğunu göstermek zorundasınız. Kritik bir yan etkisinin olmadığını klinik olarak kanıtlamanız lazım. İkinci olarak etkili olduğunu göstermeniz gerek. Birkaç gün değil, en azından bir mevsimi hastalanmadan atlatmanızı sağlayacak sürdürülebilir bir bağışıklık sağladığını kanıtlamanız lazım. Üçüncü aşama üretim. Milyarlarca doza ihtiyaç olacak. Dünya nüfusu 8 milyar. Bu miktarda üretim kapasitesi geliştirmek olağanüstü zor. En iyimser tahminle, henüz kayda değer miktarda üretime geçmeden, 12-18 aylık bir süreçten söz ediyoruz. Bu da, önümüzde virüsü yavaşlatmakla geçireceğimiz bir yıl daha var demek. Bu demek değil ki, mesafe kurallarını bir yıl daha bu düzeyde uygulayacağız. Ama 50-60 bin kişilik futbol stadyumlarına bu süre içinde gitmeyeceğimiz kesin.
Aşının dağıtımı nasıl yapılacak?
VOA Türkçe: Bir de aşının dağıtımı aşaması var. Nasıl olacak? Kimler önce alacak? Aynı anda dağıtım olası mı?
Dr. Carroll: Virüse karşı küresel düzeyde müdahale etmeye hazır olmadığını göstermiş bir dünyada, geliştirilecek aşıya herkesin eşit derecede erişimi olmayacağından çok endişeliyim. Zengin ülkelerin ilk partiyi satın alıp, yoksul ülkelerin sona kalması olası. Böyle bir durum küresel toplumun parçalanmasının reçetesi. Tam bir felaket. Şimdiden bunun planlamasını yapmalı ve en savunmasız olanların aşıya önce erişmesini sağlamalıyız. Herkesin uyacağı, aşıya satın alma gücüne göre değil ihtiyaç ve aciliyete göre erişimi sağlayacak bir sistem olmalı.
Hastalarda kullanılan ilaçlar virüse karşı gerçekten etkili mi?
VOA Türkçe: Hidroksiklorokin gibi bazı ilaçların kullanımı teşvik ediliyor. Başkan Trump sık sık ilacı gündeme getirmişti. Bilim insanları sıtma hastalığı için kullanılan bu ilacın Corona virüsüne karşı etkili olduğunun kesin olarak kanıtlanmadığını söylüyor. Bu ilaç konusunda sizin yaklaşımınız nedir?
Dr. Carroll: Şurası çok açık. Çaresiziz. Tedavisini henüz bulamadığımız ama yana yakıla çaresini aradığımız bir virüs. Bir mucize umuyoruz. Hali hazırda piyasada olan, güvenli bir şekilde kullanmayı bildiğimiz bir ilacın bu yeni virüsün enfekte ettiği hastaların hayatını kurtarabilecek ilaç olmasını umuyoruz. Ama gerçek şu ki, bu ilaçlara ilişkin raporların hiçbiri bilimsel açıdan güvenilir değil. Tedavi denemelerinin hiçbiri, sonucun ilacın etkisi mi yoksa başka bir faktörün etkisi mi bunu gösterecek şekilde yapılmadı. Etkisi kanıtlanmamış ilaçların tedavide kullanılması son derece yanlış. Başkan Trump diyor ki “Deneyelim ne kaybederiz?” Şunu kaybedersiniz. Böyle yaparak, şu aşamada büyük önem taşıyan sosyal mesafe, kişisel hijyen ve en başta enfekte olmaktan kaçınma çabasından dikkatleri başka yöne çekmiş olursunuz. Enfekte olursam en azından tedavisi var diye düşünmek ve olmadığını görmek çok tehlikeli. Etkisi kanıtlanmamış ilacın kullanılmasını teşvik etmek yanlış. Üstelik işe yaradığını bildiğimiz kurallara insanların uymasını sağlamakta zorlanıyorken. Etkisi teyit edilmiş tedavi yöntemlerine yatırıma odaklanmak gerek.
“Virüs atlası” ne demek, ne işe yarar?
VOA Türkçe: Siz çalışmalarınızda bir virüs atlası oluşturmayı amaçlıyorsunuz. Virüs atlası tam olarak nedir?
Dr. Carroll: Karşımıza her virüs çıktığında şaşırmazsak daha hazırlıklı oluruz. Madem vahşi yaşamda çok sayıda virüs var. O zaman bu virüslerin genetik profillerini çıkaralım. Bu bilgiyi de geliştirilecek aşılarda kullanalım. Yani virüs karşımıza çıkmadan, insana bulaşmadan onu tanıyalım ki, aşısını sonradan değil önceden geliştirelim. O zaman sadece bir virüse karşı değil, belki de bir virüs ailesine karşı etkili olabilecek aşı ya da tedavi geliştirebiliriz. Virüslerin hangi bölgelerde, hangi hayvanlarda aktif olduğunu anlarsak, riskin fazla olduğu bölgeleri tespit edebilir, nokta atışı yaparak bazı virüslerin gelecekte hayvandan insana bulaşmasını engelleyebiliriz. Tepki gösterme noktasından ön almaya geçmemiz lazım.
Vahşi yaşamda kaç virüs var?
VOA Türkçe: Kaç farklı virüs var? Hepsi hayvandan insana bulaşabiliyor mu?
Dr. Carroll: Vahşi yaşamda 1.6 milyon farklı virüs var. Bunların 600 bini insanı enfekte etme potansiyeline sahip. Bunların da küçük bir kısmı salgına yol açabilir. Vahşi yaşamda bulunan “viral karanlık madde”ye ışık tuttuğunuzda, virüslerin sayısını ve yerlerini bilirsiniz. En riskli yerler memeliler ve su kuşlarının olduğu coğrafi bölgeler. Gelecekte salgınların bu bölgelerden çıkması muhtemel. 10 yıl içinde bunun kapsamlı bir veri tabanını oluşturabiliriz. Böylece Covid 20-21 gibi başka virüsleri önleyebiliriz.
Salgını kontrol altına alacak sihirli formül var mı?
VOA Türkçe: Sizi bu salgınla ilgili olarak en çok çok kaygılandıran şey ne? Geceleri ne uykunuzu kaçırıyor?
Dr. Carroll: Hiçbir ülke ya da kurum daha kırılgan sağlık sistemine sahip ülkelere destek için öne çıkmış değil. Benim en büyük endişem virüsün bu ülkeler üzerindeki etkisi. Son iyimser mesajım şu: Virüsler kendi kendine yayılmaz. Virüsü insan yayar. Bu salgının ne kadar süreceği bize bağlı. Virüsü yaymayı bırakırsak salgın da biter. Ne aşı, ne ilaç. Sihirli değnek biziz. Bu salgını durdurma sorumluluğuna ve gücüne sahibiz. Ama bu kişisel hijyen ve sosyal mesafe kurallarına tam bir taahhüt gerektiriyor. Enfekte olduğunuz varsayımıyla hareket ederek virüsü başkalarına yaymaktan kaçınmalısınız.
Kaynak: VOA.
Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
yusufserkan · 6 years
Text
“Bu yıl içinde denizaltı gemilerimizi ülkemizde yapmayı başardık… Hava Kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük milletimizin yakın ve bilinçli ilgisiyle şimdiden başarılmış sayılabilir. Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve savaş sanayimizin bu temele göre geliştirilmesi gerekir.” (Atatürk, 1 Kasım 1937)
sinan-meydanTOMTAŞ Kayseri Uçak Fabrikası (1926)
Malumunuz, yeni bir havalimanı yapılıyor. Atatürk Havalimanı yıkılacak. Yeni havalimanına, “Abdülhamit Han” adının verileceği söyleniyor. Belli ki birileri, Türkiye'nin en büyük havalimanında Atatürk'ün adını görmek istemiyor. O birileri utanmasalar, Türkiye'de havacılık sanayini Atatürk'ün değil, Abdülhamit'in kurduğunu söyleyecekler.
İşte bu yazımda, 2018'de saman ithal edenlere, 1926'da uçak üretenlerin gerçek öyküsünü anlatacağım. Kim bilir belki yeni havalimanına neden “Atatürk” adının verilmesi gerektiğini anlarlar!
KIRIK KANATLAR MUCİZESİ
Sakarya Savaşı'nda Yunan ordusundaki 18 uçağa karşılık Türk ordusunda sadece 2 uçak vardı. Bu iki uçaklık Türk hava gücünün üssü, Polatlı-Ankara demiryolu üzerinde Malıköy'dü.
Nafız adlı uçağı Erzurumlu Nafiz Bey İtalya'dan satın alıp orduya armağan etmişti. Nafiz Bey, orduya daha sonra üç uçak daha hediye edecekti. Fakat Nafız bozuktu. Sürekli tamir gerektiriyordu. Pilot Behçet Bey yanında kibrit taşıyordu: Düşman eline geçmesin diye gerekirse uçağı yakacaktı. Nafız, bir gün havada ateş alıp yanarak düştü.
Diğer uçağın adı İsmet'ti. Yanlışlıkla Kuşadası'na inen İngiliz yapımı çift kanatlı bir Yunan uçağıydı. Uçak, parçalara bölünüp Muğla'ya taşınmış, bu sırada çok hasar görmüştü. Muğla'da Pilot Vecihi (Hürkuş) ve birkaç arkadaşınca onarılmıştı. Uçaktaki Yunan bayrağı kazınıp arka kuyruğa yağlı boyayla büyük bir ay yıldız yapılmıştı. Vecihi Bey uçağa “İsmet” adını vermişti. Nazar değmesin diye de kanat tellerine kocaman bir mavi boncuk bağlamıştı.
Atatürk, Büyük Taarruz öncesinde Fransızlardan 10 adet Bregue ve İtalyanlardan 21 adet Spat XIII uçağı aldı. Büyük Taarruz'da bu hava gücü çok işe yaradı.
Vecihi (Hürkuş) anılarında şöyle diyor: “O kutsal davada nasıl derme çatma uçaklarla düşmanla boğuşmuştuk. Yerde çürüyen ve havada yırtılan kanat bezlerini, paça jelatini ve nişasta karışımından yapılan madde ile gererek uçuruyorduk…”
Bu nedenledir ki Cumhuriyetin ilk yıllarında 30 Ağustos, “Zafer ve Tayyare Bayramı” olarak kutlanıyordu.
ATATÜRK VE GÖKTEKİ GENÇLİK
Tarih 10 Eylül 1910
Yer: Paris
Kurmay Yüzbaşı Atatürk, birkaç arkadaşıyla birlikte Picardie Manevralarını seyretti. Gelecekte savaşların en etkili araçlarının uçaklar olacağını o gün anladı. Daha sonra 1911'de Trablusgarp Savaşı'nda İtalyanların, 1912'de Balkan Savaşları'nda Bulgarların Osmanlı'ya karşı uçak kullandığını gördü. 1918'de Suriye-Filistin cephesindeki “Türk bozgununun” temelinde İngiliz Hava Kuvvetleri'nin (RAF) olduğunu gözlemledi. Önce Çanakkale'de, sonra Milli Mücadele'de elimizdeki birkaç kırık dökük uçakla yapılan büyük hizmetlere tanık oldu.
Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra havacılık çalışmalarını başlattı.
1 Kasım 1924'te Meclis açış konuşmasında yurt savunmasından söz ederken “Hava Kuvvetlerine Yüce Meclis'in özellikle ilgisini ve dikkatini çekmek isterim” dedi.
3 Mayıs 1935'te Türk Hava Kurumu'nda yaptığı konuşmada da şöyle dedi: “Türk çocuğu, her işte olduğu gibi havacılıkta da en yüksek düzeyde, gökte, seni bekleyen yerini az zamanla dolduracaksın…”
Atatürk, Türkiye'de havacılığı geliştirmek için çok uğraştı: Yurt dışından uçak aldırarak hava kuvvetlerini güçlendirdi. Havacılık eğitimi için yurt dışına öğrenciler gönderdi. Havacılık sanayinin temellerini atmak için 16 Şubat 1925'te Türk Tayyare Cemiyeti'ni (Türk Hava Kurumu'nu) kurdu. 10.000 lira bağış yanında, Nutuk'un telif gelirini de bu kuruma bıraktı. Herkesi bu kuruma yardıma çağırdı. Yapılan yardımlarla THK, birçok uçak aldı. 1933'te Devlet Hava Yolları'nı, 1935'te Türk Kuşu'nu kurdu. Manevi kızlarından Sabiha Gökçen'in pilot olmasını sağladı.
Uçak fabrikalarının kurulmasını istedi.
TAYYARE MOTOR TÜRK ANONİM ŞİRKETİ (TOMTAŞ) VE KAYSERİ TAYYARE FABRİKASI
Atatürk, “Uçağımızı, paraşütümüzü, yedek parçalarımızı kendimiz yapacağız…” diyordu. (Sabiha Gökçen, Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, s. 192-193).
7 Eylül 1925'te Bakanlar Kurulu kararıyla 3.5 milyon TL sermayeli TOMTAŞ kuruldu. Hisselerin %51'i Türk Milli Savunma Bakanlığı'nın % 49'u Alman Jankers Uçak Fabrikası'nındı. THK da 125.000 TL sermaye ile TOMTAŞ'a katıldı. TOMTAŞ, Kayseri'de ve Eskişehir'de birer uçak fabrikası kuracaktı. Kayseri'de üretim, Eskişehir'de tamir, onarım yapılacaktı.
Kayseri Uçak Fabrikası için gereken malzeme Almanya'dan getirildi. 6 Ekim 1926'da devlet töreniyle açılan fabrika, 6 hangarda 50 Türk, 120 Alman işçiyle üretime başladı. Türk personel Almanya'da eğitim aldı. Fabrika, kurulduğunda dünyanın büyük uçak fabrikalarından biriydi.
Fakat Alman Jankers'in bazı sözlerini yerine getirememesi, yönetim sorunları, Türk ve Alman personel arasındaki anlaşmazlıklar vb. nedenlerle TOMTAŞ 1928 yazında çalışmalarını durdurdu. 21 Ekim 1928'de Jankers, hisselerini 520.000 TL karşılığında THK'ya devretti.
Kayseri Uçak Fabrikası 1930'da tekrar açıldı. 1931'de Milli Savunma Bakanlığı'na devredildi. 1931'de Amerikan Curtis Uçak ve Motor Campany İnc ile 1936'da Alman Gother Waggonfabrik AG ve Polanyalı Panstwowe Zaklady Lotnicze ile birer sözleşme imzalandı. 1940'ta da İngiliz Philips and Powis Aircraft Ltd ile bir lisans antlaşması yapıldı.
Kayseri Uçak Fabrikası'nda 1926-1942 arasında 7 ayrı modelde toplam 212 uçak üretildi.
Burada üretilen ilk Fledgling marka uçak, Atatürk'ün emriyle 1932'de İran'a hediye edildi.
1932'de de Eskişehir Tayyare (Tamir) Fabrikası kuruldu. Bu fabrikada 1933'te Selahattin Reşit Alan, Milli Müdafaa Vekâleti-1 (MMV-1) kodlu bir eğitim ve keşif uçağı yaptı. Selahattin Alan, çift kanatlı, iki kişilik, tek motorlu bu uçağa amblem olarak bir kağnı figürü koydu. Dün, kağnıyla kamyonu yenenlerin bugün uçak yapacak hale geldiklerini herkese göstermek istiyordu.
Demem o ki, 1923'te üç beyaza; una, beze, şekere muhtaç olan Türkiye Cumhuriyeti, 1926'dan itibaren uçak üretmeye başladı.
THK ETİMESGUT UÇAK FABRİKASI
THK Etimesgut Cumhuriyet, 4 Mayıs 1935 Uçak Fabrikası (1942)THK Etimesgut Uçak Fabrikası (1942)
Atatürk, 1 Kasım 1937'deki Meclis açış konuşmasında şöyle dedi: “Hava Kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük milletimizin yakın ve bilinçli ilgisiyle şimdiden başarılmış sayılabilir. Bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve savaş sanayimizin bu temele göre geliştirilmesi gerekir…”
1941'de Ankara'da THK Etimesgut Uçak Fabrikası kuruldu. Burada daha önce kurulmuş atölyeler genişletilerek fabrikaya dönüştürüldü. Fabrika, 1942'de 113 mühendis, 221 teknisyen ve işçiyle üretime başladı. Fabrikada Türklerin yanında 35 Polonyalı mühendis ve teknisyen de görev aldı. Fabrikanın, yerli ve yabancı toplam personel sayısı 878'di. 1948'den sonra yabancılar ülkelerine dönecek ve fabrika tamamen Türk personelden oluşacaktı.
THK Uçak Fabrikası'nda yurt dışından alınan patentli uçakların üretimi ve montajı dışında tamamen yerli tasarım uçaklar da geliştirildi. Bu iş için 21 kişilik bir birim oluşturuldu. Bu birim 1942-1952 arasında 16 farklı tip uçak tasarladı. Fabrikada 1942-1952 arasında 126 adet Türk tasarım uçak üretildi.
Bu projeler arasında özellikle öncü teknolojiye ve tasarıma sahip “THK-13” kodlu “Uçan Kanat” adlı deneysel planör ve ambulans uçağı olarak tasarlanan “THK-5A” adlı uçak çok dikkat çekiciydi. 1951'de 1 adet THK-5A uçağı Danimarka'ya satıldı… Danimarka, 1953'te 26 uçak siparişi daha verdi. Ayrıca Avrupa'dan 30 adet sipariş daha alındı. Ancak bu siparişler –değişik nedenlerle- teslim edilemedi. THK-13 ve THK-5A tasarımları Paris Havacılık Fuarı'nda sergilendi ve büyük ilgi gördü. (Osman Yalçın, Türk Hava Harp Sanayi Tarihi, s. 149-151) Bu fabrikada 1949'dan itibaren THK-15 “Uğur” adlı eğitim uçağı seri üretilmeye başlandı. Bu uçaklardan toplam 84 adet üretildi.
THK, Etimesgut Uçak Fabrikası 1952'de Makine ve Kimya Endüstri Kurumu'na (MKEK) devredildi.
THK GAZİ UÇAK MOTORU FABRİKASI
Atatürk, 1 Kasım 1937'deki Meclis konuşmasında sadece “uçaklarımızın” değil, “motorlarının” da ülkemizde yapılmasını istemişti. Bu doğrultuda, 1945'te Gazi Orman Çiftliği'nde THK Gazi Uçak Motoru Fabrikası kuruldu. Fabrika, 30 Ekim 1948'de açılıp üretime başladı. İlk açılışta fabrikada toplam 141 personel görev aldı. Fabrika, bina, makine ve tüm teçhizatlarıyla birlikte 9 milyon liraya mal oldu. Makineler İngiltere, Amerika ve İsviçre'den alındı. Fabrika “Gipsy Major-10” uçak motoru üretti. 1948-1949'da bu fabrikada Yüksek Mühendis Şükrü Er ve ekibince ilk yerli Türk motoru yapıldı. Fabrika, 1952'de Makine ve Kimya Endüstri Kurumu'na devredildi.
Atatürk Cumhuriyeti'nde sadece devlet değil, özel teşebbüs de uçak fabrikaları kurdu. Vecihi Hürkuş'un kurduğu “Vecihi Faham Tayyare İnşa Fabrikası (1930-1942)” ve Nuri Demirağ'ın kurduğu “Nuri Demirağ Tayyare Fabrikası (1936-1943)” çok sayıda özgün tasarım uçak üretti.
THK Etimesgut Cumhuriyet, 4 Mayıs 1935Cumhuriyet, 4 Mayıs 1935
ANKARA RÜZGAR TÜNELİ
THK Etimesgut Uçak Fabrikası'nda yapılan uçakların aerodinamik testleri için 1947-1949 arasında Ankara Rüzgâr Tüneli (ART) kuruldu. Dönemine göre dünya ölçeğinde bir teknolojiye sahip olan Ankara Rüzgâr Tüneli 1950'de kullanıma hazırdı. Ancak 1950'lerde uçak fabrikaları kapatılınca rüzgâr tüneli de uzun yıllar işlevsiz kaldı
UÇAK SANAYİ NASIL YOK EDİLDİ?
Türkiye, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, 1947'de Truman Doktrini, 1948'de Marshall Planı ile ABD etkisine girdi. ABD, II. Dünya Savaşı sonrasında elinde kalmış savaş araç ve gerecini uygun fiyatla Türkiye'ye satmaya ve hibe etmeye başladı. 1946-1952 arasında 1905 adet Amerikan uçağı Türk Hava Kuvvetleri envanterine girdi. (İsmail Yavuz, Mustafa Kemal'in Uçakları, s. 191, 193). Bu süreçte ABD, Türkiye'yi ağır sanayiden ve uçak üretiminden vazgeçirmek için elinden geleni yaptı. Örneğin, ABD Dışişleri Bakanlığı Petrol Danışmanı M. W. Thornborg'un 1949'da hazırladığı raporda bu yönde telkinler vardı. THK Motor Fabrikası'nda çalışan Şükrü Er'in aktardığına göre dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı, “Amerikan yardımından bedava uçak almak dururken uçak fabrikanıza parayla sipariş verirsem, yarın bu millet beni asar” dedi.
Bir takım güç odakları, Türkiye'nin kendi uçağını kendisinin üretmesine karşı ittifak yaparak harekete geçmişti.
Türk uçak sanayinin yok edilmesinde, dünyada jet motorların yaygınlaşmasıyla Türkiye'deki pistonlu uçak motor sanayinin önemini yitirmesinin de etkili olduğu söylenir. Fakat 1948 tarihli bir raporda belirtildiği gibi buna önlem alınabilir ve fabrikalar kapatılmayabilirdi.
Özetle, Hava Kuvvetleri'nin, 1946-1947'den itibaren yerli uçak fabrikalarından uçak almak yerine Amerikan uçaklarına yönelmesiyle yerli uçak fabrikaları kapanma sürecine girdi. Kayseri Uçak Fabrikası 1950'de Hava İkmal Merkezi'ne dönüştürüldü. THK Uçak ve Uçak Motoru Fabrikaları ise 1954'te traktör fabrikasına dönüştürülüp kapatıldı. (Yalçın, s. 158, 166, 257, Yavuz, s.130).
Devletin uçak fabrikalarının yaşamadığı bir ortamda, özel teşebbüsün uçak fabrikalarının yaşaması pek mümkün değildi: Vecihi Hürkuş'un bürokratik engellerle karşılaşması, Nuri Demirağ'ın ise ürettiği uçakların devletçe satın alınmaması, onların da kendi uçak fabrikalarını kapatmalarına neden oldu.
Atatürk'ün isteğiyle Genç Cumhuriyet, 1926-1949 arasında biri onarım olmak üzere üç uçak fabrikası, bir uçak motoru fabrikası ve bir de rüzgâr tüneli kurdu. Ancak bu fabrikalar, II. Dünya Savaşı sonrasında ABD etkisiyle tamamen kapandı. Böylece aslında cumhuriyetin kanatları kırıldı.
Demem o ki, Türkiye'de havacılık ve uçak sanayi, Atatürk'ün teşvik, yönlendirme ve destekleriyle gelişti. Türkiye'nin en büyük havalimanına, donanmayı Haliç'te çürüten Abdülhamit'in değil, Kayseri'de uçak üreten Atatürk'ün adı yakışır.
7 notes · View notes
bilgeyizblog · 2 years
Text
Uzaydaki Kadınların İlham Verici Hikayeleri
Tumblr media
Milli Uzay Programı çerçevesinde Ay’a gerçekleştirilecek insanlı ve insansız uçuşlarımızın ön ve arka planında ne kadar kadın çalışacak? Ay’a gidecek ilk Türk kadın astronot kim olacak? Uluslararası Uzay İstasyonu’na gidecek ilk kadın astronot kim olacak? Sen mi? O zaman hemen teknik ve fiziki gereklilikleri öğrenip ve daha önce bu kişiler nasıl seçilmiş, neler yaşamış bunları öğrenip onların hayatlarından dersler alarak işe koyulman gerekiyor. Dünya Uzay Haftasını kutladığımız 4-10 Ekim 2021’de, tema olarak seçilmiş “Uzayda Kadınlar”, kadınların uzaydaki rolüne büyük farkındalık getirmiştir. Bu yazımızda da bu konuyla ilgili ilham verici hikayeler paylaşmak istedik. İlk önce uzay yarışının nasıl başladığına bakalım. 1950’lerin başlarında havacılık ve uzay alanlarının gelişimiyle yavaştan devletlerarası yarış başlıyor ve 1957 senesinde Sovyetler Birliği’nin ilk kez Sputnik uydusunu uzaya fırlatması ve bir ay sonrasında da Sputnik ile bir de “Layka” olarak tanıdığımız bir köpeği fırlatmasıyla Amerika da bunlara bir nevi tepki olarak NASA’yı kuruyor. Layka’nın uzaya gönderilmesi ise demek oluyor ki Sovyetler Birliği yaşam destek ünitesi yapabiliyor ve muhtemelen insan göndermeye yaklaşmışlar. NASA’nın asıl kuruluş amacı ise uzaya gidecek ilk insanı göndermek ve bu kişinin Amerikalı olmasıdır. Seçilecek kişi için koydukları şart da sadece beyaz erkeklerin alındığı bir okulda askeri test pilotu olmak. Ancak bu sırada sivil uçak uçuran birçok kadın olmasına karşın askeriyede pilot olan bir kadın bulunmuyor. Küçük kapsüllerle yapılacak seyahat için ise kadınların erkeklerden daha uygun olabileceği testleri yapan doktor tarafından düşünülüyordu. Daha küçük, daha az yemek ihtiyacı ve daha uzun süre aynı işi sıkılmadan yapabilme kabiliyetleri, boyunun 180 cm’den kısa olması (kapsüle sığması için) gibi avantajlar kadınların uzayda kapsül içinde vakit geçirmeye daha uygun oldukları doktorlar tarafından onaylanıyordu. Testlere 20-40 yaş aralığındaki kadınlar çağırılıyordu. Nisan 1961’e geldiğimizde Sovyetler Birliğinden Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk insan olur ve bu insan da bir Sovyet olur. Amerika’nın ilk insan ve Amerikalı gönderme hayali gerçekleşmez. 1963 senesinde ise Sovyetler’den ilk kadın uzaya çıkar. Uzaya çıkan ikinci kadın da yine Sovyetler’dendir. Uzaya Çıkan İlk Kadın: Valentina Tereşkova (d. 1937) Uzaya çıkan ilk kadın olmasının yanı sıra solo uzaya çıkan ilk kadın unvanını da almıştır. Paraşütçü ve tekstil işçisidir. Uzayda üç gün geçirmiştir (1963) ve şu anda da kendisi Mars’a gitmek istiyor. Uzaya Çıkan İlk Amerikalı Kadın: Sally Ride (1951-2012) 1964 senesinde kadınlar için başlatılan uzay programı ABD’de durduruluyor. Bu yüzden 1983 senesine kadar da Amerika’dan kadın gönderilmiyor ve 1983’de Sally Ride bu döngüyü kırarak uzaya çıkan ilk Amerikalı kadın unvanını alıyor. Peki, uzaya kadın astronot gönderilirken sizce yanında neler gönderilmeli? Sally Ride, bir haftalık uzay yolculuğu için 50 adet tampon ve makyaj malzemeleri ile uzaya gönderilmiştir. Astronot Olmak İçin Yapılan Testleri Geçen İlk Kadın: JerrIe Cobb (1931-2019) Kendisi 20 yaşındayken hafif uçakla en yüksek hıza çıkan kadın olmuştur. İkinci Dünya Savaşında da hava kuvvetlerinin uçaklarını uçurmuştur. 82 Yaşında Hayalini Gerçekleştiren Uzaydaki Kadın: Wolly Funk (d.1939) Wolly Funk, Ulusal Ulaştırma Güvenliği Kurulu için ilk kadın hava güvenliği denetçisi ve ilk kadın kaza araştırmaları inceleme müfettişidir. Amerikalı kadınları astronot olarak eğiten program olan Mercury 13’ün en genç üyesidir. 22 yaşındayken bu programa girer. 1964 senesinde kadınlar için program ABD’de durdurulur ve Mercury 13 üyesinden kimse uzaya çıkamaz. Funk 20 Temmuz 2021 tarihinde Blue Origin kurucusu Jeff Bezos ile uzaya çıkarak hayalini gerçekleştirmiştir. 22 yaşında uzaya çıkma hayalleri ile girdiği programda çıkamamasının ardından 82 yaşında bu hayalini gerçekleştirmiş olması her şeyin mümkün olduğunu; istek, arzu ve emekle hayallerinizi günün birinde, ne kadar geç olursa olsun, gerçekleştirebileceğinizin örneğidir. Kendisi aynı zamanda uzaya giden en yaşlı kadın olmuştur. Kendi Ülkesinin İlk Astronotu Olan Kadınlar İran: Anousheh Ansari Birleşik Krallık: Helen Sharman Güney Kore: Yi So-yeon Türkiye’nin İlk Kadın Gökbilimcisi ve İlk Kadın Dekanı: Nüzhet Gökdoğan (1910-2003) NASA’daki İlk Türk Bilim Kadını: Dilhan Eryurt (1926-2012) Apollo 11 görevinde uzayda maruz kalınacak modeli çizerek, Güneş’i modelliyor ve Apollo Achievement Award ödülünü alıyor Eryurt. 1973’te Türkiye’ye dönerek ODTÜ’de Astrofizik Anabilim Dalını kurarak başkanlığını yapıyor. Bir sürü öğrenci yetiştiriyor. Siz de bu alanda okumak isterseniz yüksek lisans ve doktora için buraya başvuruda bulunabilirsiniz. Dünya’da ve ülkemizde hem bilimde hem hayatın her alanında her insanın kattığı değer birbirinden değerlidir. Cinsel kimliklerimiz ne olursa olsun yapmak istediğimiz işlere odaklanıp hayallerimizi gerçekleştirme hakkına sahibiz. Önümüze taşlar da konulsa birer birer bunları aşıp yolumuza devam etmeli ve inancımızı hiç yitirmemeliyiz. Önemli olan başka insanlar ne yapıyor değil, ben ne yapıyorumdur. Her gün kendinle yarışabiliyorsan, kendi sınırlarını zorluyorsan bu durum gelişim için kafidir ve birinin sizi bir pozisyona, bir unvana layık görüp görmemesinin hiçbir önemi yoktur. Yelda Gündeğer Read the full article
0 notes
havahaber · 3 years
Text
AN-124 Avrupa'nın en büyük teleskobu için Erzurum'da
Tumblr media
Rusya'nın başkenti Moskova'dan havalanan kargo uçağı, özel önemler ve ekip eşliğinde güvenli bir şekilde Erzurum Havalimanı'na indi. Bugün tıra yüklenecek DAG aynası, saatte 10 kilometre hızla yaklaşık 5 saatlik hassas yolculuğun ardından gözlemevinin bulunduğu Konaklı Dağı bölgesine ulaştırılacak. Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ömer Çomaklı, aynayı taşıyan uçak önünde gazetecilere yaptığı açıklamada, 2023 vizyon projesinin zor şartlara rağmen başarılı bir şekilde yürütüldüğünü söyledi. Aynanın götürüleceği kara yolunda çalışma yapıldı Gözlemevinin daha önce teleskobunun geldiğini anımsatan Çomaklı, şöyle konuştu: "Doğu Anadolu Gözlemevi'nin en önemli parçası Moskova'dan geldi. DAG'ın kurulum süreci, pandemi koşulları başta olmak üzere coğrafik ve atmosferik çalışma şartlarına rağmen, Astrofizik Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından başarıyla yürütülüyor. Rusya’da bulunan teleskobun 4 metre çaplı aynasının optik testleri DAG teknik ekibinin katılımıyla Moskova’da yapıldı ve testlerden başarıyla geçti. 3 ay gibi kısa bir sürede DAG yerleşkemizin yolunu ıslah ettik ve Erzurum’a uçakla gelen aynamız inşallah yarın kara yoluyla DAG yerleşkesine taşıyacağız." Çomaklı Türkiye’nin en büyük teleskop aynasını kara yoluyla taşımak için yollardaki hazırlıkları tamamladıklarını belirterek, Türkiye'nin iddiasını ortaya koyduğu her alana katkı sağlayabilecek böylesine önemli bir projenin sonuna doğru ilerliyor olmaktan büyük bir heyecan duyduklarını dile getirdi. Hem yerli hem de yabancı teknik ekip ve işçilerin özverili çalışmalarıyla DAG teleskop kurulumunun yaklaşık yüzde 90’nın tamamlandığını aktaran Çomaklı, "Bu sürecin sorunsuz ilerlemesinde pandeminin yayılımını önlemek amacıyla DAG yerleşkesinde alınan özel önlemler sayesinde koronavirüs vakasının hiç yaşanmaması da etkili oldu. Yerleşkenin yapımı, Erzurum’daki hava şartlarına rağmen hala devam ediyor. Kurulum sürecinin her aşamasında olduğu gibi tamamlandığında da mekanik, elektrik-elektronik, titreşim, optik ve yazılım testleri yapılacak olup 2022 yılı sonunda belki inşallah üçüncü çeyreğinde ışığın alınmasını hedefliyoruz." diye konuştu. "Dua edelim sabaha kadar bir şey olmasın" Uçağın geldiği sırada duygulu anlar yaşadığını anlatan Çomaklı, şunları kaydetti: "Duygulanmamak elde değil. Bir Erzurumlu olarak önemli bir projenin Erzurum’da gerçekleşmesi bizi mutlu etti. Ülkemizin 2023 vizyon projelerinden en önemlisinin üniversitemizce yürütülmesi benim de rektörlük dönemime denk gelmesi ayrıca mutlu etti. Cahit hocayla 8 yıldır buna çok emek verdik. Ayna bunun aslında son halkasıydı ve en hassas parça. Onun başına bir şey gelse bizi 4-5 yıl geri atacak. Sağ salim getirdik çok zorluklar çektik. Havaalanına indi bu bizi mutlu etti. Bu projenin şu an ki maliyeti 1 milyar 100 milyon Türk Lirası. Bu Türkiye’nin büyük ve güçlü bir ülke olduğunu gösteriyor. Dua edelim sabaha kadar bir şey olmasın." Üniversitenin Astrofizik Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATASAM) Müdürü ve DAG Proje Yürütücüsü Prof. Dr. Cahit Yeşilyaprak da aynanın teknik özellikleri hakkında bilgi vererek, şunları anlattı: "4 metre çapında özellikle kırmızı ötesi gözlemlere duyarlı şekilde kaplanmak üzere Rusya’ya göndirilmişti. Hassas bir durum ve üzerine 1 mikronluk kalınlıkta bir kaplama yapıldı. O yüzden hassasiyeti oradan geliyor. Yaklaşık 4,7 ton ağırlığında. Esnetilebilir bir özelliğe sahip çünkü aynayı bir şekilde atmosferik koşullara göre ayna yüzeyinde belli deformasyonları bilerek atmosferdeki türbülans etkisini yok edecek şekilde bazı özelliklere sahip. O yüzden dünya üzerinde en hassas, en ince ve en gelişmiş kaplamaya sahip aynadır." "Kırmızı ötesi bölgede gözlem yapacak" Yeşilyaprak, DAG teleskopunun kendi sınıfında en teknolojik teleskopu olduğunu belirterek, bu cihazın, 3 optik özelliği bir arada barındıran 4 metre sınıfındaki tek teleskop olduğunu söyledi. Bu özellikleri nedeniyle DAG teleskopunun önemli olduğunu vurgulayan Yeşilyaprak, "Erzurum’un atmosferindeki nem onarının düşük olması, yani soğuk olması bize zaten kırmızı ötesi bölgede gözlem yapacak o koşulları sağlayacak temel özellikti. Erzurum’un seçilme sebebi de buydu. Kara yolunda 30 kilometre hızla gidebilecek. Sonrasında dağ yoluna geçtikten sonra saatte 10 kilometre hızında olacak. Tamamen hava koşullarına bağlı ama biz 4-5 saatte bu işi bitirmeyi düşünüyoruz." diye konuştu. Yeşilyaprak, bu süreçte kendilerine destek olanlara teşekkür etti. Read the full article
0 notes
mehmetkali · 3 years
Text
Zürih Üniversitesi ve Airbus, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda minyatür insan dokusu üretiyor https://ift.tt/3t04gCX
Zürih Üniversitesi ve Airbus, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda minyatür insan dokusu üretiyor
Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) yapılacak bir sonraki ikmal uçuşu ile Zürih Üniversitesi’nin Uzay Merkezi ve Airbus Defence and Space, sıfır yerçekimi koşullarında insan dokusunun endüstriyel üretimini daha da ilerletmeyi amaçlayan bir deneyi uzaya taşıyor. Bu adımla uzay, araştırma ve tıpta yeryüzü kullanımı için minyatür insan dokusu üretmede bir atölye haline geliyor. 18 ay önce ISS’de ilk hazırlık testleri başarıyla tamamlandı.
‘3D Organoids in Space’ ortak projesi, yerçekiminin insan hücrelerini nasıl etkilediğine dair araştırmalara öncülük eden Zürihli bilim adamları Oliver Ullrich ve Cora Thiel ile başladı ve ardından projeyi olgunlaştırma süreci Airbus ile birlikte yürütüldü. Proje yöneticisi Julian Raatschen liderliğindeki Airbus Innovations ekibi, donanımı geliştiriyor ve ISS’ye erişim sağlıyor. Fikrin doğuşundan uzaydaki ilk üretim testine kadar, proje ortaklarının çeşitli test aşamalarını ve son derece iddialı iç seçim prosedürlerini tamamlamaları üç yıl sürdü. Oliver Ullrich, “Uzayda üretim yapmanın teoride değil, pratikte uygulanabilir olduğunu gösteren ilk kişiler, biziz” diyor.
İlaç geliştirmenin iyileştirilmesi ve hayvanlar üzerindeki testlerinin azaltılması
Zürih Üniversitesi anatomi profesörü Oliver Ullrich, biyolog Cora Thiel ve Airbus, yetişkin insan kök hücrelerinden organoid olarak adlandırılan üç boyutlu organ benzeri dokuları büyütmek için uzayda mikrogravite kullanıyor. Thiel, “Dünya’da, yerçekimi nedeniyle iskeletlerle desteklemeden üç boyutlu organoidler üretilemez” diye açıklıyor.
Bu tür 3D organoidlerin, ilaç şirketleri için çekiciliği yüksektir: Bu sayede toksikolojik çalışmalar, hayvan modellerine ihtiyaç duymadan doğrudan insan dokusu üzerinde gerçekleştirilebilir. Hastaların kök hücrelerinden yetiştirilen organoidler, gelecekte hasarlı organlar için doku yenileme veya hasta organların yenilenme tedavisi için yapı taşları olarak da kullanılabilir. Bunun nedeni, bağışlanan organ sayısının dünya çapında binlerce donör organa olan talebi karşılamada çok yetersiz olmasıdır.
Uzayda yetişen 3D organoidler
Mart 2020’de, insan kök hücrelerini içeren 250 test tüpü ile ISS’de bir ay süresince yapılan araştırma başarıyla tamamlandı: 400 kilometre yükseklikte organ benzeri karaciğer, kemik ve kıkırdak yapıları, doku kök hücrelerinden mikrogravite içinde gelişti. Buna karşılık, normal yerçekimi koşulları altında Dünya’da yaratılan kültürler, hücre farklılaşmasını göstermedi ya da sadece minimal gösterdi. 
Sağlamlık ve canlılık
Şu anki çalışmada, iki kadından ve farklı yaştaki iki erkekten alınan kök hücre dokuları uzaya gönderiliyor. Bunu yaparken, araştırmacılar kullandıkları metodun dayanıklılığını değişik biyolojik hücreler kullanarak test ediyorlar. Bilim adamları, migrogravitede üretimin dünyaya kıyasla daha kolay ve daha güvenilir olmasını bekliyorlar. Ullrich, “Şu anda odak noktamız, üretim mühendisliği ve kalite kontrol konularıdır. Öngörülen ticarileştirme ile ilgili olarak, şimdi Dünya’ya döndükten sonra uzayda yetişen organoidleri, kültürde ne kadar süre ve hangi kalitede tutabileceğimizi bulmak zorundayız” diyor.
Airbus Proje Yöneticisi Raatschen, “Başarılı olursa, teknoloji daha da geliştirilebilir ve operasyonel olgunluğa getirilebilir. Airbus ve Zürih Üniversitesi Uzay Merkezi, böylece uzay tabanlı çözümlerle Dünya’daki yaşam kalitesinin iyileştirilmesine daha fazla katkı sağlayabilir” diyor.
Örnek materyal, Ekim ayı başında Dünya’ya geri dönecek. İlk sonuçların Kasım ayından itibaren alınması bekleniyor.
‘3D Organoids in Space’ projesi hakkında
Ortak proje, 2018 yılında başladı. Zürih Üniversitesi Uzay Merkezi ve Airbus Defence and Space ekipleri, temel finansman elde etmek ve ilk araştırma çalışmalarına başlamak için önerilerini bir Airbus iç inovasyon ve fikir yarışmasında sundu ve diğer 500 fikrin arasından kazandı.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/38pfozD via IFTTT
0 notes
aksaminsefasi · 3 years
Text
28 Temmuz “Dünya Hepatit Günü” Farkında Ol, Hepatit Olma
Yunanca karaciğer anlamına gelen “hepar” dan türeyen “hepat” köküne, iltihaplanma anlamına gelen “itis” son ekinin ulanması ile oluşan “hepatit” karaciğer hücrelerinin iltihaplanması ile oluşan bir hastalıktır. Dünya genelinde ve ülkemizde en fazla hepatit virüsleri denilen bir grup virüs hastalığa neden olur, bunun yanında alkol birçok ilaç, ülkemizde özellikle aktarlarda satılan ya da komşu tavsiyesi ile kullanılan “şifali bitkiler!” hepatit virüsleri dışındaki bazı virüs ve bakteriler, mantar enfeksiyonları ve otoimmün hastalıklar nedeniyle de meydana gelebilir.
Hepatit yanlış olarak halk arasında ve hatta bazen tıbbi otoriteler tarafından “sarılık” ya da “bulaşıcı sarılık” ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Hepatit bir hastalık iken sarılık birçok karaciğer ve safra yolu hastalığı ve bazen de kan hastalıklarında görülebilen bir bulgu (semptom) dur. Hepatit hastalarının önemli bir kısmında hastalık herhangi bir belirti vermeden ve sarılık görülmeden geçirilir. Bu nedenle sarılık ve hapatiti eş anlamlı olarak kullanmak doğru değildir. Sarılıkla seyreden “akut hepatit” dışında hepatitli hastaların çoğunda herhangi bir şikayet olmaz; tanı çoğu kez başka bir nedenle yapılan kan tetkikleri ile yada kan bağışında bulunanlarda yapılan tarama amaçlı hepatit virüs araştırması ile konulur.
Hepatit virusları içinde alfabetik sıraya göre bugüne kadar tanımlanmış, yaptıkları hastalık tablosu, virüsların yapıları ve tanı testleri ortaya konmuş Hepatit A (HAV), B (HBV), C (HCV), D (Delta- HDV))ve E (HEV) virusları vardır. Virusun bulaşması ile birlikte hastalık belirtileri ortaya çıkıp birkaç hafta devam eden klinik tablo “akut viral hepatit” olarak adlandırılırken, hastalığın altı aydan daha fazla devam edip karaciğerde fibrozis dediğimiz nedbe dokusu gelişmesine yol açan tablo “kronik viral hepatit” olarak adlandırılır. Kronik viral hepatitli hastaların bir kısmında zamanla karaciğer sirozu ve karaciğer kanseri gelişir ve karaciğer nakli yapılamaz ise ölümle sonuçlanır.
Hepatit A ve E virüsü fekal-oral dediğimiz ağız-dışkı yolu ile bulaşır ve kronikleşmez iken; hepatit B, C ve D kan yoluyla geçer, kronikleşir, karaciğer sirozu ve karaciğer kanserine yol açar.
Ciddi klinik sonuçlara ve ölüme yol açan ve tüm dünyada karaciğer hastalıklarının en sık nedeni olan hepatit B ve C viruslarıdır. Bu makalede daha çok bu iki virusun yol açtığı hepatitlerden korunma ve farkındalık oluşturma stratejileri üzerinde durulacaktır.
Kısa bir tarihçeye göz atacak olursak ilk kez 1965 yılında Avusturalya’da Blumberg tarafından hepatit B virusunun yüzeyindeki hastalık yapıcı belirteç (antijen) Avusturalya antijeni olarak tanımlanmış, sonrasında ve günümüzde İngilizce “Hepatitis B Surface Antigen” kelimelerinin ilk harfleri alınarak kısaca “HBsAg”olarak kullanılmaya başlanmıştır. Delta virüsü 1977 yılında İtalya’ da Rizetto tarafından hepatit B li hastalarda saptanmış, noksan virüs olması nedeniyle hastalık yapabilmesi için HBV ihtiyaç duyduğu gösterilmiştir. 1989 yılına kadar kan yoluyla bulaştığı ancak etkeni HAV veya HBV olmayan bir grup virusun yol açtığı hepatitli hastalar olduğu görülerek “ne A ne B hepatiti” anlamına gelen “Non A Non B Hepatit”olarak adlandırılmış, virusların genetik yapılarını deşifre eden teknolojik gelişmeler sayesinde bu hepatitin etkeni de 1989 yılında saptanarak HCV olarak adlandırılmıştır.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre toplam dünya nüfusunun %3 ü, yani yaklaşık olarak 120-130 milyon kişi HCV ile enfektedir ve her yıl yaklaşık 3-4 milyon yeni vaka beklenmektedir. Dünyada her üç kişiden birinin HBV ile karşılaştığı ve yaklaşık 250 milyondan fazla kişide HBV enfeksiyonu olduğu bilinmektedir. Dünyada her yıl 1 milyondan fazla kişinin viral hepatitlere bağlı siroz ve karaciğer kanseri gibi komplikasyonlar nedeniyle yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir. Ancak ne yazık ki tüm dünyada viral hepatiti olan 325 milyon insandan neredeyse 300 milyonu hepatit B veya hepatit C olduğunun farkında değildir. Ülkemizde de çoğu henüz tanı almamış 3,5 milyon hepatit B hastası, 750 bin hepatit C hastası olduğu tahmin edilmektedir. Günümüz şartlarında HBV enfeksiyonunun aşı ile önlenmesi, hepatit B ve C nin etkin tedavileri mümkündür. Tedavi ve toplumsal koruma için, viral hepatitli hastaların saptanması gerekir. Bunun için geliştirilecek küresel ve ulusal farkındalık programlarına ihtiyaç vardır. Bu amaçla DSÖ 2016 yılında 194 ülkenin katılımıyla 2016-2021 yılları arasında uygulanacak olan bir “toplumdan hastalığı yok etme” (eliminasyon) programı başlatmıştır. Bu programın hedefi 2030 yılına kadar viral hepatitlere bağlı ölümlerin %65, yeni vaka sayısının ise %90 azaltılmasıdır. Bu hedefe ulaşmak için DSÖ tarafından öncelenen konular; yeni doğan bebeklerde HBV aşılaması, HBV taşıyıcısı annelerden bebeklere geçişin engellenmesi, güvenli kan ve kan ürünleri nakli, güvenli enjeksiyonlar, damar içi ilaç kullanıcılarında enjektör paylaşımının engellenmesi, kronik HBV ve HCV hastalarının tanı ve tedaviye ulaşımının sağlanması olarak seçilmiştir. Belirlenen hedeflere ulaşmak için öncelikle hem sağlık çalışanları hem de toplumda viral hepatitlerle ilgili farkındalığın arttırılması ve risk gruplarının belirlenerek bu kişilerde tarama çalışmalarının yapılması, tesbit edilen hastaların tedavi edilmesi özellikle önem taşımaktadır.
Küresel ölçekte farkındalığı artırmak için DSÖ tarafından 28 Temmuz “Dünya Hepatit Günü” olarak belirlenmiştir. Bugün aracılığı ile viral hepatitler konusunda toplumun eğitimine daha fazla yer verilmesi, ulusal taramaların artırılması ve toplumun bu taramalara katılımının sağlanması amaçlanmaktadır. DSÖ’nün viral hepatit eliminasyon hedeflerine ulaşabilmek için ülkemizde de Sağlık Bakanlığı tarafından 2018 yılında, 2018-2023 yılları arasını hedefleyen “TÜRKİYE VİRAL HEPATİT ÖNLEME VE KONTROL PROGRAMI” yayınlanmıştır. Bu program çerçevesinde; toplumun viral hepatitlerin bulaş yolları ve korunma konularında bilgilendirilmesi, yüksek riskli grupların tanımlanması ve bu kişilerde viral hepatit taramalarının gerçekleştirilmesi, ülkemizdeki gerçek hasta sayısının belirlenmesi için taramanın etkin şekilde yapılması, hastaların tespiti sonrası tedavi için doğru yönlendirilmelerinin sağlanması amaçlanmaktadır. Tüm bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için konu ile ilgili tüm sağlık birimlerinin koordine çalışması büyük önem taşımaktadır.
2019 yılı Aralık ayından itibaren tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi nedeniyle özellikle pandeminin başlangıcındaki birkaç ay “Viral Hepatitlerin Önlenme ve Kontrol Programları” tüm dünyada ve ülkemizde kesintiye uğramıştır. Aşılama ile kontrol altına alınmaya çalışılan COVID-19 pandemisi ile mücadele devam ederken; tüm dünyada milyonlarca insanın siroz ve karaciğer kanseri gibi ölümcül hastalıklara maruz kalmasına yol açan HBV ve HCV önleme ve kontrol programları etkin bir şekilde uygulanmalıdır.
Bugün 28 Temmuz 2021 “Dünya Hepatit Günü” nedeniyle sağlık otoriteleri tarafından yazılı ve görsel basın aracılığı ile toplumda viral hepatit farkındalığını artırmak için bilgilendirme toplantıları, afişler, kamu spotları yayınlanmalıdır. Tüm sağlık çalışanları, özellikle aile hekimlerinin konu ile ilgili farkındalıkları artırılmalı, hastanelerde yapılacak her türlü girişimsel işlem ve ameliyat öncesi, kemoterapi veya bağışıklık sistemini etkileyecek ilaçlarla tedavi olacak tüm hastalarda hepatit B ve C için çok basit testler olan HBsAg, anti HBc, anti, HBs ve anti HCV bakılmalı, pozitif çıkan vakalar için laboratuvarlarda uyarı sistemi olmalı ve hastalar bilgilendirilerek tedavi için ilgili branş doktorlarına yönlendirilmelidir. Sağlık Bakanlığı Viral Hepatiti Önleme ve Kontrol Programında ayrıntısı ile bahsedilen hepatit B ve C için risk grupları taranmalı ve gerekenlerde hepatit B aşısı yapılmalı, tesbit edilen hastalar tedavi edilmelidir. Günümüzde hepatit C için ağızdan alınan ilaçlarla üç aylık bir tedavi ile % 95 ten fazla tam iyileşme mümkündür. Hepatit B için ağız yolu ile alınan ilaçlarla tedavi imkanı vardır, ancak şimdilik virüs parçacıkları tümüyle karaciğerden temizlenemediği için tedavi süresi belli değildir, ömür boyu tedavi önerilmektedir. Ancak hücresel düzeyde yapılan ileri çalışmalar ile virüs parçacıklarını karaciğer hücresinden temizleyecek ilaçların geliştirilmesi ile daha etkin tedavi imkanı sağlanacaktır.
Tüm dünyada ve ülkemizde başarı ile yürütülen hepatit B aşılama programına kesintiye uğramaksızın devam edilmelidir.
Sağlık otoriteleri başta olmak üzere küresel ve ulusal ölçekte viral hepatitlerin farkında olunmalı, önleme ve tedavi programlarına gereken uyum gösterilmelidir.
Kaynaklar
1. WHO releases first-ever global guidance for country validation of viral hepatitis B and C elimination WHO Departmental news 25 June 2021
2. Kronik viral hepatitler önlenebilir ve tedavi edilebilir hastalıklardır. pandemide viral hepatitleri unutmayalım! KLİMİK Derneği Viral Hepatit Çalışma Grubu 28 Temmuz 2020
3. TÜRKİYE VİRAL HEPATİT ÖNLEME ve KONTROL PROGRAMI PROGRAMI TC Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Bulaşıcı Hastalıklar Dairesi Başkanlığı ve Aşı İle Önlenebilir Hastalıklar Dairesi Başkanlığı 2018-2023. Ankara 2018
4. AKUT VİRAL HEPATİTİN TARİHÇESİ Prof Dr Süleyman YALÇiN KLIMİK Derg 1(1): 4-5 (1988)
5. Morozov VA, Lagaye S. Hepatitis C virus: Morphogenesis, infection and therapy. World J Hepatol 2018; 10(2): 186-212 [PMID: 29527256 DOI: 10.4254/wjh.v10.i2.186]
6. Hepatits D. World Health Organisation 27 July 2020
0 notes
uzaydancom · 4 years
Photo
Tumblr media
10 yılı aşkın süredir uzay istasyonu ISS'e entegre edilmek için fırlatılması planlanan Rus bilim modülü Nauka, Nisan 2021'de bir aksilik olmaz ise fırlatılacak. Şu anda Nauka, fabrika kontrol testleri için hazırlıkların devam ettiği Baykonur Uzay Üssü'nde... 🚀 Nauka modülünün geçmişinin 20 yıldan daha eski olduğunu hatırlatalım... Çünkü temeli, Zarya modülünün yedeği olmaya dayanıyor. ISS'e yerleştikten sonra, Nauka; altı kişi için oksijen üretecek ve ayrıca idrardan suyu yeniden üretecektir. Modül, dış ve iç mekanlarda 30'dan fazla evrensel çalışma alanı sağlayacak... 🚀 Gecikmeler Rus laboratuvarını yıllarca yerde tuttu. Rusya'nın insanlı uzay uçuşu programının ana yüklenicisi olan Energia'daki mühendisler, 2013 yılında modülün tahrik sisteminde kusurlar buldular. Modül, Nauka'nın fırlatılmasını birkaç yıl daha geciktiren uzun onarımlar için üreticisi olan Khrunichev'e iade edilmişti. 🚀 Rusça'da "bilim" anlamına gelen Nauka, 2000 yılında Zvezda hizmet modülünün piyasaya sürülmesinden bu yana Uluslararası Uzay İstasyonu'na katılan en büyük Rus unsuru olacak. Bilimsel deneyleri desteklemek için tasarlanan modül, yaklaşık 13 metrelik uzunluğa sahip... 🚀 #uzay #nauka #astronomi #uzayaracı #keşif #Dünya #astronot #NASA #gezegen #bilim #Samanyolu #Roscosmos #Güneş #galaksi #teknoloji #evren #yörünge #kozmos #Ay #gökyüzü #yıldız #Uzayİstasyonu #atmosfer #Rusya #uydu #Mars #roket #gözlemevi #teleskop #uluslararasıuzayistasyonu https://www.instagram.com/p/CFKr2WoAKeQ/?igshid=1j03jnsymvb0y
0 notes
onebenet · 4 years
Text
Hepatit nedir ? Hepatit türleri ve belirtileri nelerdir ?
Tumblr media
Dünyada 400 milyon, Türkiye’de ise 3 milyon kişi Hepatit B C virüsü taşıyor. Tedavi uygulanmadığı takdirde siroz ve karaciğer kanseri gelişme riski bulunuyor. Bu durumda karaciğer nakli gündeme gelebiliyor. A, B, C, D ve E olmak üzere 5 ayrı alanda var ve bu 5 ayrı mikrop karaciğerde iltihap yapıyor. Virüsler iltihap yaptığı zaman 'viral hepatit' diyoruz ve bunlardan genellikle A ve E virüsleri akut hastalık yapıp, büyük oranda da iyileşmeyle sonuçlandığı için önemli olmalarına rağmen Hepatit B ve C'nin yanında daha önemsiz gibi gözüküyor. Hepatit B ve C ise kronik hastalık yapıyor. En önemli özelliği bunların sessiz geçirilen bir akut enfeksiyondan sonra vücutta kalarak, kronikleşmesidir. Kronik Hepatit C'li insan var ve yıllık bu iki kronik hepatitin yol açtığı hastalıklardan, özellikle siroz veya karaciğer kanseri, yaklaşık 1,4 milyon kişi hayatını kaybediyor. Hepatit Nedir? Viral hepatit, Hepatit A, B, C, D ve E virüslerinin sebep olduğu, karaciğerde hasara neden olan bir enfeksiyon hastalığıdır. Sağlık konusunda dikkat edilmesi gereken en önelisi spor'dur. Spor en iyi yaşam tarzıdır.
Hepatit A
resim 5Hepatit A hastalığı, Hepatit A virüsünün bulaşması sonucu ortaya çıkan bir karaciğer enfeksiyonudur. Hepatit A Virüsü Nasıl Bulaşır? Hastalık çoğunlukla dışkı ile kirlenmiş, hastalık etkeni içeren su ve gıda tüketiminden kaynaklanır. Yemek hazırlayan ve gıda sektöründe çalışan kişilerin temizlik önlemlerine dikkat etmemesi, kanalizasyon suları ile kirlenmiş besinlerin çiğ ya da az pişmiş olarak yenilmesi en sık bulaşma yollarıdır. Bunun dışında yanında bir diğer bulaş yolu da eşcinsel/biseksüel cinsel ilişkidir. Hijyenik şartların kötü olduğu ülkelerde sıktır. Hepatit A Hastalığının Belirtileri Nelerdir? Hepatit A virüs enfeksiyonları erişkinlerde çoğunlukla belirti verirken, 6 yaşından küçük çocuklarda genellikle hafif seyreder. İleri yaşlarda hastalığın ciddiyeti giderek artar. Genellikle bulgular virüsle temas ettikten sonra 15-50 gün (ortalama 28 gün) sonra ortaya çıkar. Belirtiler: Halsizlik, yorgunluk İştah kaybı Bulantı-kusma, mide rahatsızlığı İshal Karın ağrısı Kilo kaybı Ateş Gözlerde ve ciltte sararma Koyu renkli (çay rengi) idrar Çamur gibi veya beyazımsı dışkı  
Hepatit B
Hepatit B hastalığı, Hepatit B virüsünün neden olduğu karaciğerin ciddi bir enfeksiyon hastalığıdır.(Hastalığın bulaşmasından sorumlu madde (HBsAg) kan ve vücut sıvılarında belirtilerin başlamasından 2 ay öncesinden belirtilerin çıkışının sonrasına kadar olan dönemde mevcuttur). Kan yolu ile (kan transfüzyonu, manikür, dövme, piercing, diş tedavisi gibi işlemler esnasında) cinsel yolla ve aile içi yakın temasla hastalık bulaşır. Dünya Sağlık Örgütü Hepatit B virüsünü sigaradan sonra kansere sebep olan en önemli kazanılmış etken olarak kabul eder.
Hepatit B Hastalığının Belirtileri Nelerdir?
Hastalık belirti ve bulguları, erişkinlerde bebekler veya çocuklardan daha sık meydana gelir. Yetişkinlerin yaklaşık % 50’sinde hastalık etkeni olan virüsle temas ettikten 45-160 gün (ortalama, 120 gün) sonra belirtiler görülebilir. İyileşme döneminde,sarılık, iştahsızlık ve diğer belirtiler kaybolur ise de halsizlik ve yorgunluk, haftalar ya da aylarca sürebilir. Halsizlik, yorgunluk İştahsızlık Bulantı, kusma Karın ağrısı Ateş Baş ağrısı Kas ve eklem ağrıları, artrit Deri döküntüleri Koyu renkli idrar Gözlerde ve ciltte sararma  
Hepatit C
Hepatit C hastalığı, Hepatit C virüsünün neden olduğu, karaciğeri etkileyen ciddi bir enfeksiyon hastalığıdır. Hastalık genellikle belirtisiz ya da halsizlik, yorgunluk gibi çok hafif belirtilerle seyreder. Sarılık ile seyreden formu düşük sıklıktadır. Kan ile bulaşan hepatitlerin %80 ’i Hepatit C’ e bağlıdır. Cinsel ilişki yolu ile geçişi sık görülmemektedir. Hepatit C virüsü bulaş sonrası hastaların %70 ’inde kronik hepatit C’ ye sebep olur, yani kalıcı enfeksiyon oluşur. Hepatit C tanısı için Anti-HCV testi yapılmalıdır. Hastalıktan şüphelenilen durumlarda bazen Anti-HCV testi ile birlikte PCR HCV RNA testlerinin yapılması da gerekebilir. Hepatit C karaciğer sirozunun en önemli sebeplerinden biridir. Bu sebeple Anti-HCV pozitif bireyler mutlaka doktor kontrolü altında olmalı ve karaciğer fonksiyon testleri (AST, ALT) ve PCR HCV RNA gibi testler ile sürekli takip edilmelidirler. Kronik hepatit C tedavi edilmez ise siroza ve karaciğer kanserine neden olabilir. Kronik hepatit C hastalığının günümüzde artık tedavisi mevcuttur. Tedavide interferon ve ribavirin ilaç tedavileri kullanılmaktadır. Hepatit C için henüz bir aşı mevcut değildir. Aşı çalışmaları devam etmektedir. Belirtileri Nelerdir? Kuluçka dönemi ortalama 2 hafta ile 6 ay arasındadır. Hastalığın büyük çoğunluğu belirtisiz seyreder. Belirtiler; iştahsızlık, bulantı, kusma, karın ağrısı nadir olarak da sarılıktır. Hastaların çoğunda, siroza ve/veya karaciğer kanserine neden olabilecek uzun süreli kronik  
Hepatit D
resim 3Delta hepatiti olarak da bilinen Hepatit D’nin etkeni ise defektif bir virus olan Hepatit Delta Virüsü (HDV)’dür. HDV’nin çoğalabilmesi için HBV’ye gereksinimi vardır. Hepatit D’nin belirtileri nelerdir? Halsizlik, bitkinlik, sarılık , eklem ağrısı görülmektedir. Hepatit D nasıl bulaşır? Perkütan yolla (iv ilaç bağımlılarında) ve kan ve faktör transfüzyonu ile bulaşmaktadır. Homo ve biseksüel yolla (rektal travma) ve maternal –neonatal bulaş riski ise düşüktür.  
Hepatit E
resim 1Hepatit E virüsünün neden olduğu karaciğer hücresinin hasarına ve tahribine yol açan iltihabi karaciğer hastalığıdır. Hastalığın etkeni Hepatit E virüsüdür. Nasıl Bulaşır? Hepatit E virüsü dışkının bulaştığı yiyecek, içecekler ve kirli ellerle virüsün ağızdan alınması ile bulaşır. Genellikle kirli sularla yayılır, ancak, pişmemiş veya az pişmiş hayvansal ürünlerin yenilmesiyle de (domuz, yaban domuzu, geyik gibi enfekte hayvanların ürünleriyle, çiğ veya az pişmiş deniz ürünleriyle) bulaşabilir. Salgınlar, suya kanalizasyon karışması sonucu ya da uygun temizlik ve arıtma koşulları sağlanamayan yerleşim yerlerinde kirlenmiş su ile gerçekleşir. Hijyenik şartların kötü olduğu ülkelerde Hepatit E taşıyıcılık oranı yüksektir. Nadiren kan nakli yoluyla da bulaşma tanımlanmıştır. Belirtileri Nelerdir? Hastalığın kuluçka süresi 40 gün civarında olup, ortalama 3 ile 8 hafta arasında değişir. Bulaştırıcılık dönemi bilinmemektedir. Belirtiler; ateş, halsizlik, iştah kaybı, bulantı kusma, ishal, karın ağrısı, koyu renkli idrar, kilo kaybı, deri ve gözlerde sarılıktır. Hastalığın kronik bir aşaması bulunmamaktadır. Genellikle genç yetişkinlerde (15-49 yaş) görülür. Özellikle çocuklarda ve erişkinlerde hastalık belirtisiz de seyredebilir. Gebe kadınlarda görülen Hepatit E enfeksiyonu daha risklidir. Gebelerde son 3 aylık dönemde düşük, erken doğum, ciddi karaciğer yetmezliği ile ölüm riskinin artmasına sebep olabilir. Read the full article
0 notes
yaziyorsonhavadis · 3 years
Text
Milli Eğitim Bakanı Özer'den yüz yüze eğitim açıklaması
Tumblr media
Özer, AA muhabirine 2021-2022 eğitim-öğretim döneminde yüz yüze eğitimin tam zamanlı ve tüm kademelerde başlatılmasına ilişkin açıklamalarda bulundu.Son 1,5 yılda tüm dünya genelinde Kovid-19 salgını sürecinin sıkıntılar doğurduğuna işaret eden Özer, Milli Eğitim Bakanlığı olarak bu süreçte zaman zaman okulları açık tutarak zaman zaman uzaktan eğitimle özellikle EBA dijital platformu ve TRT EBA kanalları ile öğrencilerin yanında olmaya çalıştıklarını anlattı. Özer, "2021-2022 eğitim ve öğretim yılını, tüm kademe ve tüm sınıf seviyelerinde 6 Eylül Pazartesi günü gerekli tedbirler alınarak haftada 5 gün yüz yüze eğitim ile başlatıyoruz." diye konuştu.1-3 Eylül'de okul öncesi ve ilkokul 1. sınıf öğrencileri için okullarda uyum haftası düzenleyeceklerini bildiren Özer, "Öğrencilerimiz okullara belirli saatlerde gelecekler, okula alışmaya başlayacaklar, öğretmenleri ile diyaloglarını geliştirecekler. İnşallah bir sıkıntı olmadan tüm velilerimizin tüm öğretmenlerimizin tüm öğrencilerimizin beklentilerini yerine getirerek okullarımızı tam zamanlı olarak açacağız." ifadelerini kullandı.Okulların Kovid-19 salgınına karşı alınması gereken tüm önlemleri Sağlık Bakanlığı ile birlikte belirlediklerini belirten Özer, "Servislerdeki ve okullardaki hijyen tedbirleri, maske kullanımı, havalandırma gibi tüm ayrıntıları Sağlık Bakanlığı ile birlikte çalışarak alınması gereken önlemleri tüm valiliklere, tüm illerimize, tüm ilçelerimize bildirdik." dedi.ÖĞRETMENLERE KOVİD-19 TEDBİRLERİ SEMİNERLERİ VERİLECEKBakan Özer, öğretmenlere yönelik yeni öğretim yılı mesleki çalışma dönemi faaliyetlerinin de 31 Ağustos-3 Eylül tarihleri arasında yapılacağını hatırlatarak bu yılki programda bazı değişiklikler yaptıklarını bildirdi. Bu seneki seminer haftasının içeriğini değiştirdiklerini belirten Özer, "Öğretmenlerimize yönelik bu yıl tamamen Kovid-19 salgınında okullarda alınması gereken tedbirler, öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin korunması ve süreçlerin çok dikkatli şekilde yürütülmesiyle ilgili Sağlık Bakanlığının önerileri doğrultusunda çok kapsamlı eğitim seminerleri hazırladık. Okul öncesi ve birinci sınıflar 1-3 Eylül'de okula başlayacağı için bu kademedeki öğretmenlerimize yönelik seminerleri 31 Ağustos'ta düzenleyeceğiz, 6 Eylül'de başlayacak diğer tüm kademelerdeki öğretmenlerimizin mesleki çalışma dönemi ise 1-3 Eylül'de gerçekleştirilecek." diye konuştu."EĞİTİM ÖĞRETİMİ SÜRDÜREBİLMEMİZ İÇİN ÖĞRENCİLERİMİZİ KORUMAMIZ GEREKİYOR"Yüz yüze eğitim döneminin başlamasıyla Kovid-19 tedbirleri kapsamında öğrencilerle bir araya gelmesi zorunlu olan öğretmen ve okul çalışanlarının aşı olmamaları durumunda haftada iki kez PCR testi ile taranmalarının isteneceğinin hatırlatılarak öğrencilere yönelik böyle bir uygulamanın olup olmayacağına ilişkin bir soru üzerine Özer, şöyle konuştu:"Kamuoyunda bu konuda dezenformasyon söz konusu. Öncelikle net olarak ifade etmek isteriz ki öğrencilerimize yönelik aşı ve PCR testi zorunluluğu bulunmuyor. Burada kılavuzda da yer aldığı şekliyle sadece öğretmenlerimiz değil servis şoförlerinden, servislerde görevli yardımcı personel, okullardaki idari personel, kantin ve yemekhane çalışanlarına kadar eğitim-öğretim ortamına dahil olan tüm çalışanlarımız aşı olmak istiyorlarsa aşı olacaklar. Aşı zorunlu değil, süreç gönüllülük esasına göre işliyor. Öğrencilerimiz ile bir araya gelmesi zorunlu olan öğretmen ve okul çalışanlarımızın aşı olmayacaklarsa haftada 2 defa PCR testi yaptırma zorunluluğu var."Dünyadaki veriler, çocuklardan yetişkinlere bulaş oranının, yetişkinlerden çocuklara bulaş oranına göre çok daha düşük olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla eğitim öğretimi sürdürebilmemiz için öğrencilerimizi korumamız gerekiyor. Öğrencilerimizin sağlıklı bir şekilde eğitim öğretime devam etmeleri için her türlü önlemi almak zorundayız."AŞI OLMAYAN KÖY OKULU ÖĞRETMENİ VE ÇALIŞANLARININ PCR TESTİ DURUMUSağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın yüz yüze eğitim kapsamında istenecek zorunlu PCR testlerinin devlet hastanelerinde ücretsiz yapılacağı yönündeki açıklamasını anımsatan Özer, "Ulaşım imkanı zor olan köy okullarımız gibi yerlerde görev yapan ve aşı olmayan okul çalışanlarımız ve öğretmenlerimizin PCR testleri ile ilgili de Sağlık Bakanlığımız ile çalışmalarımız devam ediyor. Sağlık Bakanlığı ekipleri ile oralarda (köy okulları) aşı olmayan öğretmenlerimizin ve çalışanlarımızın PCR testi yaptırmalarını sağlamak için çalışıyoruz." bilgisini verdi.TÜM OKULLARIN KOVİD-19 DURUMU TAKİP EDİLECEKBakanlık tarafından Kovid-19 salgını sürecinde eğitim-öğretim ortamının sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla vaka ve temaslara yönelik süreçlerin takip edilebildiği elektronik takip sisteminin geliştirildiğini bildiren Özer, şunları söyledi:"Velilerimiz rahat olsunlar. Okul bazlı ortaya koymuş olduğumuz Kovid-19 önlemleri için elektronik takip sistemimiz hazır. Okullarımız bu verileri kendileri kullanabildiği gibi ilçe milli eğitim müdürlüklerimiz ilçedeki tüm okulları bu sistem üzerinden takip edebilecekler. İl milli eğitim müdürlükleri, kendi ilçelerindeki süreçleri, aynı zamanda Bakanlık olarak ilgili genel müdürlüklerimiz, kendilerine bağlı tüm okullardaki süreçleri kontrol edebilecekler. Çoklu kontrolle, sistemin sağlıklı çalışabilmesi ile ilgili tüm önlemlerimizi almış bulunmaktayız."Bakan Özer, okul başlangıcında velilere olası hastalık durumunda bilgi paylaşabilmeleri için bilgilendirme formu verileceğini belirterek "Şunu net olarak ortaya koymamız lazım, burada bir taahhüt yok, bu konuyla ilgili zaman zaman kamuoyuna yansımalar var. Herhangi bir vaka durumunda okulun bilgilendirilmesiyle ilgili bir taahhütname şeklinde bir metin değil o, bu metin sadece okullar tarafından Kovid-19 süreçleri ile ilgili bilgilendirildiklerine dair metindir." değerlendirmesinde bulundu."ÖĞRETMENLERİMİZİN HER TÜRLÜ İHTİYACINI KARŞILAYACAĞIZ"Okullardaki tıbbi maske kullanımına ilişkin önlemlere değinen Özer, yeni eğitim-öğretim döneminde tüm öğretmenlerin, personelin ve öğrencilerin okullara maske takarak geleceğini belirtti. Öğrenci, öğretmen ve personelin okullarda bulunduğu süre içerisinde yeniden maskeye ihtiyaç duymaları durumunda ücretsiz maske desteği verileceğini dile getiren Özer, şunları kaydetti:"Şu anda 81 ildeki bütün okullarımıza maske teminiyle ilgili her türlü ödenekleri gönderdik. Okullarımız maske, dezenfektan, hijyen koşullarıyla ilgili her türlü yatırımlarını, stoklarını yaptılar. Özellikle belirtmek isterim ki okullarımızda kullanılacak tüm maske ve dezenfektanlar, mesleki teknik eğitim okullarımız ve kurumlarımızda, aynı zamanda halk eğitim merkezlerinde, özel eğitim meslek okullarında üretiliyor. Maskelerimizi ve dezenfektanlarımızı dışarıdan değil, kendi ihtiyacımızı karşılayacak şekilde 81 ilde yeniden yapılandırdık. Bu süreç içerisinde okullarımızda maskeyle ve diğer ihtiyaçla ilgili bir sıkıntı yaşanmayacak. Diğer taraftan öğretmenlerimiz için maske ve dezenfektandan oluşan bir hijyen kitini her ay ücretsiz olarak öğretmenlerimize vereceğiz. Öğretmenlerimizin bu alandaki her türlü ihtiyacını karşılayacağız."Özer, hayatın normalleştirilmesi için eğitimin normalleştirilmesi gerektiğini, Kovid-19 vaka sayısının şu an için sıfırlanmasının mümkün olmadığını vurgulayarak şöyle konuştu:"Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milli Eğitim Bakanlığı olarak birinci önceliğimiz, tüm sağlık önlemlerini alarak okulları açık tutmaktır. Bununla ilgili tüm önlemlerimizi de aldık. Bu önlemlerin takipçisi olacağız. Velilerimiz çok rahat olsunlar. Sonuçta bu konu çok paydaşlı bir konu. Sadece bizim öğretmen camiamızla ilişkili bir konu değil, aynı zamanda velilerimizi, çalışanlarımızı, servis şoförlerimizi, kantin ve yemekhane çalışanlarımızı ilgilendiren bir konu. Şu konuda hiçbir tereddüt yok: Tüm velilerimiz istiyor ki tüm sağlık önlemleri alınarak çocuklarımız okula girebilsin. O zaman hep iş birliği yapacağız. İstirhamım tüm velilerimizin, öğretmenlerimizin, çalışanlarımızın, Sağlık Bakanlığıyla birlikte hazırladığımız Kovid-19 Salgınında Okullarda Alınması Gereken Önlemler Rehberi'nde belirtilen tüm kuralları harfiyen yerine getirmeleri. Eğer biz bu kurallara uyarsak bu süreçleri çok rahat şekilde yönetebiliriz. Sıkıntılar olabilecek ama süreç içerisinde bunların hepsini çözebilecek durumdayız."VELİ, ÖĞRETMEN VE EĞİTİM ÇALIŞANLARINA AŞI ÇAĞRISIVelilerin PCR test sonuçlarının kontrol edilmeyeceğini dile getiren Özer, "Tabii velilerden istirhamımız aşılarını olmaları." dedi. Velilerle ilgili bir izleme, takibin kesinlikle olmayacağının altını çizen Bakan Özer, tüm veli, öğretmen ve eğitim çalışanlarına aşı olmaları çağrısında bulundu."OKULLARA ZİYARETÇİ KISITI GETİRİLECEK"Okulları mümkün olduğu kadar izole tutmayı istediklerini vurgulayan Özer, "Dışarıdan okula giriş çıkışları kontrol altına almak istiyoruz. Bunun için okul müdürlüklerimiz, il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerimiz okullara ziyaretçi kısıtı getirecekler." diye konuştu."ÇOCUKLARIMIZIN EĞİTİMİ, ÜLKEMİZİN GELECEĞİ”Özer, veli de olsa okula her giren vatandaşın HES kodunun kontrol edileceğini aktararak şunları kaydetti:"HES kodunda herhangi bir olumsuzluk olmadığı zaman mutlaka maske takarak okul ortamına girecekler. Hepimiz hassas bir şekilde davranacağız. Çünkü çocuklarımızın eğitimi, ülkemizin geleceği. Artık bunun kesintiye uğramaması lazım. Şunu özellikle belirtmek isterim. Önlemleri aldığımız müddetçe eğitim öğretimi yüz yüze devam ettirebilme imkanımız var. Tüm velilerimize, öğretmenlerimize, servis ve kantin çalışanlarımıza seslenmek istiyorum. Öncelikle kendi sağlıkları sonra da öğrencilerimiz ve eğitimin yüz yüze devam edebilmesi için kurallarımıza uyalım. Her türlü sağlık önlemini alalım."Canlı Borsa - Altın Fiyatları - Döviz Kurları için Bigpara Read the full article
0 notes
mehmetkali · 4 years
Text
SMS – Diyelim Salgın Bitti! Hazır mıyız? Yazı:55 https://ift.tt/2Oqg94X
Tüm dünya normalleşme veya kapanma tartışmaları yapıyorken birçok ülkede covid vakaları artmaya devam etmekte. Bunun yanı sıra bazı bilim adamları, mayıs-haziran sonrası normal sürece geçileceğini söylüyorlar. Bu arada Dünyada havacılık sektöründe her ne kadar işlerin devam ettiği söylenilse de aslında duraklamaya geçildi. Ancak uçakların büyük kısmı havalimanlarında uzun süreli bekletildi ve buna bağlı olarak ekipmanlar kullanılmadı. Gerek Landside gerek Airside taraflarındaki hizmet sağlayan personelin bekletilme sebebiyle salgın hastalık bitimi sonrası neler olabilir? Sonrasında ne tür tehlike ve risklerle karşı karşıya kalacağız? Gerçi ara ara gerek personel gerek ekipman faaliyete başlamış olsa da, normal sürece geçildiğinde operasyona hazır mıyız? Tüm prosesler tam randımanlı olacak mı?
  Dünyada birçok hava şirketleri ekipmanlarını ve tesislerini elden geçirmeye hazırlanıyorlar bir kısmı da test halindeler. Peki çalışanlar için ne düşünülüyor? Yeni baştan eğitimler mi verilecek? Yoksa bizim personelimiz hazır mı diyecekler? Aslında süreçlere ara vermenin maddi ve manevi zararlarını gördük. İşin pozitif yönüne bakacak olursak, bu salgın sırasında havalimanında hava(pist, manevra, apron) ve kara taraflarının gerek tadilat gerekse emniyet ve güvenliğini artırma fırsatı olabilirdi. Bunun yanı sıra uçakların eskiye oranla yerde daha çok kalması sebebiyle diğer hareket halindeki uçaklar arasındaki fiziksel mesafelerinden dolayı çarpışma riskinin azalmasına neden oldu. Sadece emniyet ve güvenlik dışında çevresel etkisine de bakılabilir. Örneğin Uçaklara APU hizmeti yerine bugün Dünya Uçak Yer Enerji Sistemleri AGES, havalimanlarını bu tür alt yapı/ekipmana yatırım yapmak için bir iş senaryosu geliştirmek için destekleyen hem çevresel hem de ekonomik faydaları olacaktır.
Havaalanlarında park ettirilmiş olan uçaklar emniyet ve güvenlik konusunda nasıl bir etki oluşturacak? Uçakların uzun süreli park edilmesi sonucu nasıl bir altyapı ve emniyet risklerine yol açabilir? Şöyle bir bakalım;
*Havaalanı operasyonları, salgın sırasında devamlı park halindeki uçakların kullanmadığı konumların tüm yüzeylerin görsel kontrolü tamamlanmalı. Uçakların hareket sonrası hava sahasının fotoğrafları çekilmelidir. Hatta havaalanı operasyon ekipleri normal operasyona dönünce yaklaşık bir ay sonra bu alanlarda gözlem yapmalı,
*Uçuşların yetersiz uçuşlarından dolayı konum üzerinde bazı periyodik kontroller yapılamadığından tehlike arz edebilir,
*Sahada çöküntüler, tümsekler veya dalgalanmalar veya sıvı sızıntı olabilir,
*Uzun park etme neticesinde havaalanın birçok yerinde FOD meydana gelmiş olabilir,
*Covid-19 salgını sırasında altyapı, erişim, inceleme bakım prosedürleri değiştirilmiş olabileceğinden Havalimanı işletmecileri mutlaka ilgili tüm prosedürleri tekrar gözden geçirmeli. Operasyonlar salgın öncesi haline dönmesi için planlama, tüm paydaşlarla gelişmiş bir koordinasyon gerektirir. Şöyle ki tüm eylemlerinin emniyet risk değerlendirme üzerinden sağlamalı ve
*Tüm acil durum müdahale prosedürleri gözden geçirilmeli. Yangın tatbikatların hızlanma ve hız testleri yapılmalıdır.
Geldik gene hava-kuruluş çalışanlarına! Yeniden eğitim mi yoksa tazeleme bir eğitim mi almalılar? Şirketlerde mutlaka ‘İnsan Faktörleri’ ile ilgili eğitim ve seminerler veriliyordur. Bununla beraber yöneticiler analiz ederken ‘Fiziksel İnsan, Bilişsel İnsan ve Organizasyonel İnsan Faktörleri’ üzerinde değerlendirilmeler yapmış veya yapıyorlardır. Değil mi?
Kısa veya daha uzun süreler için ayrılmış olan personel önceki niteliklerine rağmen işe döndüğünde becerileri hususunda hatırlamada zorlanabilir ya da unutabilir? Örneğin 1-2 yıl tecrübesi olan bir çalışanın 1 yıl sonra döndüğünde, randımanlı olabilecek mi?  Hayır olmaz..
Bence işten uzak kalan personelin yeniden eğitilmesinin veya yeniden sertifika hususunda değerlendirilmesi gerekir! Peki eğitimler nasıl olmalı? Eğitim sürecinin ilk aşamalarında sanal sınıfların kullanımı mümkün olduğunca yer verilmeli. Daha sonra sınıflara geçilmeli ve vasıflı olan yöneticilerimiz tarafından bir süre iş eğitimine (On the job training) yer verilmeli. Özellikle sahada yöneticiler tarafından kontrol mekanizması çok iyi çalışması gerekir. Burada en önemli husus şudur; eğitim verilmiş denmesi için eğitim verilmemeli! Özellikle havalimanı kritik bölgelerinde çalışan personele eğitim ve beraberinde yöneticiler tarafından çok iyi denetim-gözetim yapılmalı.
Havalimanları işletmecileri ve diğer hava şirketleri, sivil havacılık otoriteleriyle bazı konularda polemiğe girecek kadar olması durumunda, konulara hafifletici koşulları sağlayarak işe koyulabilirler. Bunları diğer hava şirketlerini de dahil edebiliriz. Yalnız bunların sonra getirisine ve götürüsüne bakmak lazım! çünkü geçmiş yıllarda bu otoritelerin iyi niyetlerini suistimal ederek çeşitli olay ve kazalar sonucunda yaralanma ve ölümler meydan gelmiştir. Özellikle konu ile ilgili otoriteler öncelikle apronda yüksek riskli ve tehlike yaratacak proses ve ekipmanları tekrar gözden geçirmeli ve tabii ki hava araçları!
                      Unutmayalım, ‘First Safety on the Ground then Flight Safety’.
Öncelikle zaman dilimleri içerisinde ilgili kurumların Emniyet Risk Değerlendirilmesinin sonuçları ile başlamalı! İnsan performansının mevcut durum değerlendirilmesi ve gerekli aksiyonları alarak, süreç emniyet ve güvenliğini korumaya gidilir. Burada şirketlerin salgın sırasında ve sonrası İnsan Faktörlerine ne kadar önem verdiğini göreceğiz! Burada yöneticilere çok iş düşüyor; salgın bitimi sonrası zihinsel uygunluk ve zihinsel dikkat dağıtıcı unsurların yani davranışları emniyet konusunda nasıl etkilenebileceği ve ne tür riskler yaratabileceği konusunda farkındalık yaratan bir azaltmaya gitmeliler.
Havalimanlarındaki operasyonlar önemli ölçüde azaldı ve hatta bazı havalimanlarında nerdeyse hiç uçak gelmedi. Bu havalimanlarında ve çevresinde yabani hayatının varlığının artmasına ve yaban hayatı ile ilgili olayların riskinin artmasına neden olmuş olabilir. Çünkü yerel koşullarına yani coğrafya, ilkim, yerel türlerinin varlığına göre değişebilir.
Salgın döneminin maske mesafe ve hijyen kuralları bittikten sonra belki devam edeceğiz. Bunun yanı sıra hemen bitti deyip operasyon vardiya ekipleri karıştırılmamalı. Belki çalışma ve dinlenme odaları farklı bir dizayn olabilecek. Bu konuda yurt dışında çalışmalar var.
Salgın bittiği an itibarıyla her şey unutulacak! Bu rekabet ortamında öncelikle şirketler bir araya gelip, bazı süreçleri beraber kademeli olarak başlatmalı. Başlangıçta personele bile bazı özel haklar tanınmalı. Örneğin, belli bir süre havalimanlarında çalışan personele çok düşük ücretle otoparklar sağlanabilir.
Sanırım hijyen kuralları kalkmamacasına devam edilmeli. Fakat öncelikle;
*Pistleri, apronları, tesisleri ve ekipmanları yeniden değerlendirilmeli,
*Havaalanı işletmecileri yeniden hizmetin normale yönelik planlamalar yaparken hava taşıyıcı ve hizmet sağlayıcılar birlikte planlamalı,
*Tüm kurumlar buna otoritelerde dahil eğitim ve sertifika gereksinim planlaması ve
*Kurtarma ve yangınla mücadele hizmetler ile ilgili yeniden planlama yapılması gerekir.
Belki de bundan sonra artık maske-mesafe kullanarak seyahat edeceğiz hatta yaşantımızın parçası olabilir! Peki Hijyen? Biz var olduğumuz sürece o olacak!
                 Kendi ve sevdiklerinizin sağlığı için kurallara uymaya devam edelim.
Mehmet Ali Ataman
12.Mart.2021
The post SMS - Diyelim Salgın Bitti! Hazır mıyız? Yazı:55 first appeared on Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/38P3v6T via IFTTT
0 notes
binbirsoft-blog · 4 years
Text
Dikiş ve Nakış Makineleri Elektronik Kart Tamiri
Dikiş ve Nakış Makineleri Elektronik Kart Tamiri
Tekstil, dokuma ve kumaş sektörü ülkemiz ekonomisine can veren sektörler arasında yer alıyor. Tekstil sektöründe yer alan dikiş ve nakış makinelerinde yer alan ve arıza yaptıklarında makinenin kulanım dışı olmasına neden olan ve aynı zamanda makinenin beyni olarak bilinen elektronik kartlar oldukça pahalı olan parçalardır. Bu nedenle arıza yaptıklarında tamir ettirilmesi ve onarılarak kullanılması daha ekonomik olmaktadır. Tekstil sektöründe faaliyet gösteren firmalar için çok önemli olan dikiş nakış makineleri elektronik kart tamiri konusunda size hizmet veren Kaplantek Teknik Elektronik firması kartların tamiri, onarımı, önleyici bakımı ve yedek parça değişiminin yanı sıra yeni kart ve devre tasarımı yapmaktadır. Sektörün öncü firmalarından biri olan Kaplantek Teknik Elektronik firması kurumsal ve profesyonel tamir hizmetleri sunan, hızlı ve ekonomik hizmetler ile tasarruf yapmanızı sağlayan bir elektronik firmasıdır.
Dikiş ve nakış makineleri elektronik kart tamiri hizmetine ihtiyacınız olduğunda bizimle iletişime geçmeniz yeterli olacaktır. İletişime geçtikten sonra hiçbir şey yapmayıp profesyonel ve tecrübeli ekibimizin size ulaşmasını ve arızayı onarmasını bekleyeceksiniz. İşletmenizde yer alan;
l Baskı makinelerinde bulunan kart arızaları,
l Boyama makinelerinin robotik elektronik kart arızalarında,
l Dikiş ve nakış makineleri kart tamiri işlemlerinde,
l Dokuma makinelerinde kart tamiri,
l İplik makineleri, kesim makineleri, yıkama ve kurutma makineleri elektronik kart arızalarında,
l Trikotaj, tekstil imalat makinelerinin tamamında bulunan elektronik kart arızalarında sizlere hizmet veriyoruz. Marka bağımsız olarak vermiş olduğumuz hizmetler ile makinelerinizin çalışmasını ve işletmenizin maddi olarak zarar etmesini önlemiş oluyorsunuz.
Modern veya eski dikiş, nakış makineleri konusunda tecrübeli olan personellerimiz ile tüm markaların elektronik kartlarının tamiriniz yapıyoruz. Dikiş ve nakış makineleri elektronik kart tamiri hizmetini çok ekonomik fiyatlara alırken aynı zamanda zamandan da tasarruf etmenizi sağlıyoruz. I500, Quantum, Brilance, Starlet, Pfaff 1222, Pfaff Smarter, Pfaff Creative, Zetine Vertical, Zetine elektronik, Janome, Privileg, Elna markalarının dikiş ve nakış makinelerinde yer alan elektronik kartların tamirini yapıyoruz. İşletmenizde veya atölyenizde yer alan makinelerinizdeki elektronik kartlar arıza yaptığında bize ulaşmalısınız. Bizle iletişim kurduğunuzda süreç şu şekilde ilerliyor.
1 ) Vereceğiniz adrese gelen profesyonel ekiplerimiz elektronik kartın bulunduğu makineyi, elektronik kartı inceliyorlar.
2 ) Sistemi yeniden çalıştırarak arızanın neden olacağı etkenler belirleniyor. Eğer yerinde tamir, onarım hizmeti verilebilecek bir arıza ise ekiplerimiz yerinde onarım hizmeti veriyorlar. Eğer arıza, yerinde onarılacak bir arıza değilse elektronik kartlar demonte hale getirilerek merkez laboratuvarımıza getiriliyor.
3 ) Merkez laboratuvarımızda yapılan teknik inceleme sonrasında Dikiş ve nakış makineleri elektronik kart ile ilgili arıza kaynağı, arıza türü ve sebepleri tespit ediliyor. Yapılan tespitler sonrasında size bilgi veriliyor. Arıza tespiti yaparken verilen emek, harcanan zaman için herhangi bir ücret talep edilmediği için ücret ödemeniz gerekmiyor.
4 ) Arıza tespiti sonrasında arızanın giderilmesi için size izlenecek süreç adım adım anlatılıyor. Arızanın onarılması için gereken süre, ödemeniz gereken fiyat, gereken malzeme ve parçalar gibi konularda sizlere bilgi veriliyor ve teklif sunuluyor. Teklifi onaylamanız durumunda onarım işlemlerine başlanıyor.
Kaplantek Teknik Elektronik firması olarak sizlere verdiğimiz elektronik kart tamir hizmetleri kapsamında elektronik kart üzerinde yer alan devre elemanlarının sağlam olup olmadıkları tespit ediliyor. Karınızın aşırı ısınmaya bağlı olarak zarar görüp görmediği tespit ediliyor ve zarar tespitleri sonrasında onarılacak kısımlar onarılıyor, soğuk lehimler ile kaynaklar sağlamlaştırılıyor, değiştirilmesi gereken devre elemanları orijinalleri ile garantili olarak değiştiriliyor. Yapılan yedek parça değişimlerinde firma tarafından size 6 aylık garanti süresi de veriliyor. Bu süre içinde değişimi yapılan parçalardan herhangi biri nedeni ile arıza tekrarlanırsa tüm sorumluluk elektronik firmasında oluyor.
Dikiş ve nakış makineleri elektronik kart tamir hizmeti kapsamında size verilen hizmetler tamamen kurumsal olarak veriliyor. Onarım işlemleri için size verilen süre içerisinde onarımı tamamlanan kart test işlemlerine tabi tutuluyor. Kart üzerindeki her bir devre elemanı için gerilim ve sinyal işleme testleri yapılıyor. Kart üzerinde zarar gören kısımlar onarılıyor, sinyal alma kısımları onarılarak sinyal işleme testi uygulanıyor. Tamamen laboratuvar ortamında gerçekleşen bu işlemler için alanlarından profesyonel olan ve uzun yıllardır sektörde yer almış teknik personeller çalışıyor. Test işlemlerinden sonra arızası giderilmiş ve onarılmış kart iş yerinize getirilerek makinenize monte ediliyor. Sizlerin yanında çalıştırılan makine test çalışması sonrasında sizlere teslim ediliyor.
Profesyonel Kart Tamiri
Kaplantek Teknik Elektronik firması olarak müşteri memnuniyeti odaklı olarak elektronik kart tamir hizmetleri veriyoruz. Çözüm odaklı olarak çalışan bir elektronik firması olarak ülkemizin herhangi bir bölgesinde yer alan tüm markaların dikiş ve nakış makineleri elektronik kart arıza tamir hizmeti veriyoruz. İşletmenizde yer alan dikiş ve nakış makinelerinin arıza yapması üretimin durması anlamına gelecektir. Üretimin durmuş olması sizin için hem zaman kaybı, hem maddi kayıp hem de iş gücünün durması demektir. Her açıdan zarar olan elektronik kart arızalarında çözüm odaklı olarak hizmet veren kurumsal bir firma olarak yerinde onarım hizmetleri ile birlikte demonte onarım hizmeti veriyoruz. Vermiş olduğumuz hizmetler ile arızalı elektronik kartın yazılım ihtiyacı olup olmadığını kontrol ediyoruz. Acil olarak müdahale edilmesi gereken elektronik kartların arıza onarımları çok hızlı bir şekilde yapılıyor ve çok kısa süre de makineleriniz çalışır hale getiriliyor.
PLC, servo motor, inverter gibi parçalar içinde yer alan elektronik kartların yanı sıra dikiş ve nakış makineleri elektronik kart arızaları olması durumunda tamir, onarım ve bakım hizmeti veriyoruz. Garantili arıza onarımı ile parça değişimi olması halinde 6 ay, bakım ve onarım işlemlerinde kullanıcı hatası dışında 12 ay garanti veriyoruz. SMD, DIP, BGA pin yapısında tek katmanlı ve çok katmanlı elektronik kart arızaları oluşması durumunda devre şeması, projesi veya evrakları olmadan sizlere elektronik kart arıza onarım hizmeti veriyoruz. Yılların vermiş olduğu tecrübe ile dökümanlara ihtiyaç duyulmadan dikiş ve nakış elektronik kart tamir hizmeti alabiliyor, ekonomik ve hızlı bir şekilde hizmet alarak makinelerinizin uzun süre atıl durumda kalmasını önlüyorsunuz.
Elektronik modüllerde oluşan arızalar, devre elemanları kaynaklı arızalar, aşırı ısınma nedeni ile oluşan arızalar için sizlere profesyonel olarak hizmet veren Kaplantek Teknik elektronik firması enerji kullanmadan arıza tespiti yaparak arızanın artmasına veya boyutunun büyümesine izin vermeden arızanın tespitini yapmaktadır. Bu durum kartın zarar gören kısımlarının daha fazla olmasını önlerken aynı zamanda onarım ve tamirat süresinin daha da uzamasını önleyecektir. Yedek parça ihtiyacı oluşması durumunda sahip olduğu zaman profesyonel stok sistemi sayesinde ihtiyaç duyulan yedek parça için uzun süreler beklemek zorunda kalmıyorsunuz.
Kurumsal bir firma olan ve profesyonel bir şekilde sizlere hizmet veren Kaplantek Teknik elektronik firması, elektronik kart tamiri konusunda dünya genelinde kullanılan markalara ait kartların onarımını yapıyor. Ekonomik ve hızlı bir şekilde onarım hizmeti alabildiğiniz elektronik firması aynı zamanda sahip olduğu tecrübesi ile sizlere dikiş ve nakış makineler elektronik kart tamiri, dijital ve analog elektronik kart tamiri hizmeti veriyor.
0 notes
aksaminsefasi · 3 years
Text
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ : SORUNLAR VE ÇÖZÜMLERI
Tıp doktoru ve akademisyen olduğum için eğitim ile ilgili okur-yazarlı��ım genelde tıp eğitimi konusunda oldu. Akademik Akıl’ın bu ay belirlediği konu başlığı “İyi bir eğitim sistemi nasıl olmalı” olunca genel eğitim ile ilgili bir makale yazmayı planladım. Bu konuda kuşkusuz genel bir bilgi birikimi vardı, ama akademik anlamda fazla bir okuma yapmamıştım. Konu ile ilgili makale yazmaya karar vermenin, genel eğitim konusunda akademik anlamda bilgilenme fırsatı vereceğini düşünerek internetten bu konuda yazılmış makaleleri okumaya başladım. Bu vesile ile Milli Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı (EARGED) tarafından “MEB 21. YÜZYIL ÖĞRENCİ PROFİLİ” başlığı altında yapılan ama genel olarak Türk Eğitim Sistemi üzerine sorgulama, sorunlar ve çözüm önerilerini içeren kapsamlı bir yayını inceleme fırsatı buldum. Akademik anlamda kişisel olarak bilgi dağarcağıma eğitim konusunda çok büyük katkı yapan bu çalışmanın sonuçlarına ve çözüm önerilerine makalede geniş vereceğim. Ama çok üzüldüğümü belirtmem gereken konu 2011 yılında 356 sayfalık bir kitap şeklinde hazırlanan bu kadar kapsamlı bir çalışmanın sonuçlarının pratik yaşamda uygulama alanı bulamayışıdır. Zira eğer 2011 de bu raporda vurgulanan eksikler dikkate alınıp yapılan öneriler gerçekleştirilse idi belki bugün” Nasıl Bir Eğitim Sistemi” konusunda bir makale yazmaya gerek kalmayacaktı. Anladığımız kadarı ile bu çalışma da pekçok benzeri gibi tozlu kitap raflarında ya da internet ortamında yayınlanmakla kalmış, uygulamaya geçilmemişti. Ülkemizde birçok konuda yapılan yasal düzenlemelere benzer şekilde bu çalışmada bir önceki ayın konusunda yazdığım “ Yeni Bir Anayasa Gerekli mi” başlıklı makalemde belirttiğim gibi uygulamada eksiklikler olan raporlar, öneriler ve kanunlar kervanına katılmıştı.
Tüm toplumlar için geçerli olan “Güzel bir gelecek iyi bir eğitim ile sağlanır” aforizması güncelleiğini her zaman korumaktadır. İyi bir eğitim sistemi mantık üzerine kurulmalı, ezberi dayatmak yerine kişinin istediği konuda bilgiye nasıl ulaşıp o konuda yetkin hale geleceğini gösteren bir sistem olmalıdır. Kuşkusuz iyi bir eğitim sistemi salt bilgiye ulaşma yollarını değil ahlaki eğitimi içine alan değerler sistemini de öğretmelidir. İyi bir eğitim sistemi aynı zamanda belli bir anlayış ve eğitim felsefesine göre yapılmalıdır. Eğitim sisteminde ana bileşenler eğiten ve eğitilen olunca eğitim felsefesi doğal olarak insan felsefesine göre yapılır. Esasında eğitim ve öğretim doğumdan mezara kadar devam eden ve etmesi gerken bir süreçtir. Toplumun tüm bireyleri almak zorunda olduğu formal eğitimler dışında yaşam boyu yeni teknolojiler, çevresel değişimler, sosyal değişimler, mesleki gelişmelere paralel olarak sürekli öğrenme ve eğitilme eylemi içinde olursa ancak, hızla gelişmekte olan 21. yüzyıla ayak uydurulabilir. Ancak bunu yaparken yine eğitimle elde edilecek olan doğal yaşam, çevre, kültürel ve etik değerleri koruma ediniminin de ihmal eilmemesi gerekir.
Bilindiği gibi bir toplum ne kadar gelişmiş ve modernleşmiş olursa olsun çocuklar okuldan önce bir ailenin içine doğarlar. Bu ailenin sahip olduğu sosyal, ekonomik, etnik, dinsel ve kültürel özellikler, çocuğun okul öncesi dönemde sahip olduğu özellikleri ve tüm okul yaşamı boyunca sahip olacağı özellikleri etkiler. Eğitim sosyolojisi alanında yapılan çalışmalar, ailenin; sosyal, ekonomik, kültürel, dinsel ve demografik özelliklerinin çocukların hem okul öncesi döneminin hem de okul ve eğitim dönemindeki sosyal, psikolojik ve akademik özelliklerini etkilediklerini göstermektedir. İleride bahsedeceğimiz gibi MEB’ nın çalışmasından elde edilen sonuçlar bu bulguları desteklemektedir.
Her toplumun, her ülkenin kendi insan yapısı, doğası, sosyolojik, kültürel, coğrafi konum, tarihi geçmiş, gelenek ve görenekler, değerleri farklı olacağından doğaldır ki tüm ülkelerin uygulayabileceği tek bir eğitim sisteminden bahsetmek yanlış olur. Bu nedenle oluşturulacak eğitim sisteminin her ülkenin yukarıda bahsedilen özelliklerine göre şekillenmesi gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yıllarında toplum çok fakir, savaştan yeni çıkmış, genç erkek nüfus büyük oranda İstiklal Savaşı’nda şehit olmuş halde idi. Okur yazar oranı çok düşük, eğitim sisteminden bahsetmek mümkün değildi. İşte bu şartlarda Mustafa Kemal Atatürk “En mühim ve feyizli vazifelerimiz millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin hakikî kurtuluşu ancak bu suretle olur. Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı ve yüce bir toplum halinde yaşatır ya da onu köleliğe ve yoksulluğa iter” söylemi ile yurt genelinde eğitim seferberliği başlatmış, askerde okuma yazma öğrenenler bile öğretmen olarak toplumun okur-yazarlık oranını artırmaya katkı sağlamışlardır. Sonraki yıllarda Atatürk’ün dehası ile hepimizin bildiği devrimler hızla gerçekleştirilmiş ve Cumhuriyetin 10. yılında anayurt demir ağlarla örülebilmiştir.
İkinci dünya savaşı sonrası ülkemizi savaşa girmekten koruyabilen ileri görüşlü ve yetenekli yöneticiler sayesinde eğitim sistemine daha fazla önem verilmiş, tüm Dünya’da ses getiren ve birçok ülkenin beğenisini kazanan, büyük oranda köylü olan Türk Toplumu’nun sosyolojik ve kültürel yapısına uygun olan “Köy Enstitüleri” eğitim sistemine entegre edilmiş, köylü çocuklarından yazarlar, sanatçılar, mühendisler, doktorlar yetişebilmiştir. Esas olarak çağdaş bir eğitim yanında üretim, sanat, kültür, tarım, hayvancılık gibi pek çok alanda teorik ve pratik eğitim alan “Köy Enstitülüler” ülkenin dört bir yanını ayıdınlıkları ile aydınlatmışlardır. 1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmış, 750.000 yeni fidan dikilmiş, 1.200 dönüm bağ oluşturulmuştur. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol Köy Enstitülüler tarafından yapılmıştır. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu öğrenciler tarafından getirilmiştir. Tam da Türk toplumunun yapısına uygun olan bu mükemmel eğitim sistemi ne yazık ki çıkar gruplarının hoşuna gitmemiş, çeşitli yalanlar ve karamalarla yıpratılmaya çalışılmıştır. Köy Enstitüleri’nin fikir babası vekurucusu Hasan Âli Yücel'in 1946'da Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayrılmasından sonra Milli Eğitim Bakanı Olan Reşat Şemsettin Sirer zamanında Köy Enstitüleri, Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüş, bu okullar da öğretmen yetiştirilmeye devam edilmiş ve kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmiştir. Ancak yönetsel ve toplumsal yıpratılmaya daha fazla dayanamayan sistem 27 Ocak 1954'te kapatılmıştır. Köy Enstütüleri’nin, elli yılı aşkın süredir hem Dünya’da hem Türkiye’de ne kadar mükemmel bir eğitim sistemi olduğu konuşulmaya devam etmektedir. Belki de hiç yeni bir iyi eğitim sistemi aramaya gerek yoktur. Köy Enstitüleri’ni çağın gereklerine uyarlayıp sisteme sokmak en doğru yol olacaktır.
Tıpkı Köy Enstitüleri’nin tüm Dünya’da örnek gösterilen bir eğitim sistemi olması gibi yakın tarihte Finlandiya’nın gerçekleştirdiği ve ülkenin dünya üzerindeki gelişmişlik düzeyine büyük katkı sağlayan “Finlandiya Eğitim Sistemi” dünya’da çok konuşulan ve örnek gösterilen bir sistem olmuştur. Bu sistem Pası Shalberg tarafından kaleme alınan ve tüm Dünya’da ses getiren ‘Finlandiya Eğitim Sistemi” başlıklı kitap sayesinde adını duyurmuştur. Pası Sahlberg Finlandiya eğitim sisteminin özünü şu cümlelerle özetlemektedir:“Finlandiyalı çocukların okul yaşamı, Finlandiya’nın bizzat uygulamakta olduğu gençlik ve eğitim politikalarının sonucudur; PISA testlerinin değil. Fin eğitim sisteminde okuma becerileri, bilim ve matematik okur yazarlığı kadar sosyal bilimler, görsel sanatlar, spor ve pratik becerilerin geliştirilmesi de önemli. Finli çocuklar anaokul ve ilkokul hayatları boyunca oyun oynar ve zevk alarak öğrenirler. Finli öğretmenler de, ebeveynler de matematik ve ya fen derslerindeki soyut kavramları öğretmenin en iyi yolunun müzik, drama ya da spor uygulamaları olduğunu düşünür. Akademik ve akademik olmayan öğrenme biçimleri arasında kurulan bu denge çocukların okuldaki mutluluğunu sağlamanın büyülü formülüdür. PISA testleri, okul yaşamının çok önemli olan bazı kıstaslarını değerlendirme dışında bırakıyor”. Fin eğitim sistemi incelendiğinde, düşük maliyetler ve kısa okul saatleri, ile yüksek akademik başarıyı; bireyselliğe, bağımsızlığa önem veren, öğrencilerine kendi eğitim programını kendi düzenleme sorumluğunu yükleyen eğitim anlayışıyla bol boş zamanı ve eğlenerek öğrenmeyi sağlamaktadır. Zorunlu okula başlama yaşı yedi olan Finlandiya’da çocuklara daha küçük yaşlarda sorumluluk ve özgüven veren uygulamalar vardır. Yaşları ne olursa olsun, çocuklar okula kendileri yürüyerek ya da bisikletle giderler, çocukların bağımsız yetişmesini önemseyen Fin kültüründe çocukların okula getirip götüren, ders çalıştıran ebeveynler yoktur. Eğitim müfredatı basit ve genel bir çerçeve tanımlamaktan ibaret olup öğrenciler, kendi ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda kendi eğitim-öğretim programlarını şekillendirme haklarına sahipler. Öğretmenler de öyle. Finli öğrencilere eğitim hayatlarının ilk altı yılında hiçbir şekilde not verilmez. Sekizinci sınıfın sonuna kadar not verme zorunluluğu yoktur ve öğrenciler standardize edilmiş bir sınav sistemine tabi tutulmazlar. Öğretmenler gün boyu sınıfta ortalama dört saat ders verirler, haftada iki saati ise mesleki gelişimleri için eğitimlere katılmak üzere ayırırlar. İlk okulda öğrencilerin ders dışı/teneffüs olarak geçirdikleri zaman toplam yetmiş beş dakikadır ve Türkiye’dekinin 1.5 kartı kadardır. Buda çocuğun sınıftan çıkıp, ihtiyaçlarını giderip, kısa da olsa arkadaşları ile oynayarak rahatlamış olarak diğer derse girmesini sağlayan yeterli bir süredir. Tüm öğretmenlerin en az lisans üstü eğitimi vardır ve üniversite giriş başarıları en yüksek %10’luk dilim içindedir. Öğretmenlik toplum gözünde statüsü en yüksek mesleklerden biridir. Finlandiya halkı öğretmenleri başarılı-başarısız olarak yargılamayan bir kültüre sahiptir. Eksikleri bulunan öğretmenlerin, yeni eğitim-öğretim programlarıyla kendilerini geliştirmesine fırsat tanınır. Hiçbir öğretmenin verimsizlik nedeniyle işten atılma korkusu yoktur.
Öğrencilere ödev verilmez, çünkü öğrenmenin yeri okuldur. Her çocuğa bir birey olarak değer verilir. Çocuklardan biri yeterince iyi öğrenemiyorsa öğretmenleri bunu fark eder ve çocuğun öğrenme programını onun bireysel ihtiyaçlarına göre düzenler. Aynı şey, okula uyum göstermeyen, sıkılan ya da öğrenim durumu programın ilerisinde olan çocuklar için de geçerlidir. Öğretmenlerin yüksek eğitim düzeyi, çocukların her türlü gelişimini gözlemleyebilmelerini ve esnek çözümler yaratabilmelerine olanak sağlar.
Okullarda spora önem ve çokça yer verilir. Ama okulların spor karşılaşmaları yapacak takımlar yoktur. Bunun nedeni de rekabet ve üstünlük elde etmeye Fin kültüründe değer verilmeyişidir. Finlandiya’da özel okul yoktur, eğitim harcamalarının tümü devlet tarafından desteklenir, okullar birbirleriyle rekabet etmez, tersine dayanışma içindedirler. Okulların hemen hemen tümünün başarı düzeyi aynıdır. Bu yüzden okulun birinin diğerine göre ayrıcalığı yoktur. Eşitlik kavramına olağanüstü değer verilen Finlandiya’da eğitim herkes için eşit imkanlar sağlamak demektir. Tüm çocuklar zeka ve becerileri ne olursa olsun aynı sınıflarda okurlar. Eğitim bütçesinin önemli bir kısmı sınıf ortamı ve öğrenciler için harcanırken; öğretmenler de, yöneticiler de hemen hemen aynı maaşı alırlar. Bu yüzden Finlandiya’da eğitim maliyetleri düşüktür. Buna rağmen öğretmenliğin prestijli bir meslek olması nedeniyle kıdemli bir öğretmen ortalama bir üniversite mezunundan daha iyi maaş alır. Görüldüğü gibi Finlandiya eğitim sistemi son derece basite indirgenmiş, eşitlikçi, öğrenci temelli, uygulaması kolay ve ucuz bir sistemdir. Örnek alınıp ülke şartlarına göre düzenlenerek uygulanabilir. Finlandiya’da Eğitimde hakkaniyet de çok önemlidir. Bir toplum ne kadar eşitlikçi olursa olsun, eğer bu toplumdaki çocuklar farklılaştırılmış okul ve müfredat türlerine tabi kılınıyorlarsa, bu toplumdaki gençler farklı sosyal, kültürel, psikolojik ve akademik özelliklere sahip olacaklardır. Ülkemizde bu durumun yarattığı dezavantaj MEB çalışma sonuçlarına da yansıdığı gibi “Genel Lise, Özel Lise, Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, İmam hatip Lisesi, Meslek Lisesi gibi altı ayrı kategoride verilen eğitim Üniversiteye girişte önemli oranda hakkaniyetsizliğe neden olmaktadır.
Finlandiya Eğitim Sistemin’nden kısaca bahsettikten sonra makalenin bundan sonraki kısmında MEB raporunun bulgularından bahsedilecek ve zaman zaman bunlara atıf yapılarak kendi düşüncelerimize yer verilecektir. Ülkemiz açısından İyi bir eğitim sisteminde eğitimin saç ayakları olan “öğrenci” öğretmen” “aile”ve “yöneticiler” in yerel ve evrensel vatandaşlık bilinci,, yaşam ve kariyer konusunda bilinç ve becerilerle, kültürel farklılıkları ve yeterlilikleri kapsayacak şekilde kişisel ve sosyal sorumluluk bilincine sahip olmaları gerekir. Öğrenciler eğitimin “eğitilen” tarafını;”aile”öğretmen” ve yöneticiler de eğitici tarafını oluştururlar. Ancak akılda tutulması gereken, iyi ve yetkin eğiticilerin, formal bir eğitim sistemi içinde olunmasa bile yaşam boyu eğitilmeyi benimsemeleri, eğitim almayı ve öğrenmeyi bir yaşam tarzı haline getirmeleri gereklidir.
MEB tarafından yapılan çalışmanın sonuçlarının verildiği rapor bulgularına göz atarsak mevcut eğitim sistemi sorunlarını öğrenci, öğretmen, aile, yönetici açısından ortaya koyabiliriz. Çalışma 2010 mart tarihinde anket uygulaması ile öğrenci, öğretmen, ebeveyn olarak (çocuk üzerinde etkili ve okul ile ilişkisi daha çok olması nedeniyle) anne, okul yöneticileri olmak üzere dört ayrı grupta yapılmıştır. Çalışmanın ayrıntıları okuyucular tarafından kaynaklar bölümünde 1. Kaynak olarak verilen adresten temin edilip okunabilir. Benim yapacağım özette; okullar arasında bakıldığında fen lisesi öğrencilerinin daha çok çalışkanlık ve başarıya önem verdikleri, genel lise ve meslek lisesi öğrencilerinin para, şöhret sahibi olma, ve toplumsal değerleri (özellikle dini değerleri) önemsedikleri görülmektedir. Tüm öğrencilerde ortak görüş orta eğitim sisteminin uluslararası standartlardan uzak, öğrenciye yeterli değeri vermeyen, yurtdışında meslek edinmeye veya herhangi bir sanat dalını öğrenmeye olanak vermeyen, Özel ve Anadolu liseleri hariç yabancı dili yeterli öğretmeyen, özel okullar hariç öğrenci ile iletişim ve öğrenci özgürlüğüne yeterli önem vermeyen öğretmen ve yöneticilerin olduğu bir sistem olduğu şeklindedir. Anneler de benzer konulardan yakınırken annelere okuma yazma bilmeyenden doktora eğitimi alana kadar olan yelpazede bakıldığında eğitim seviyesi yükseldikçe eğitim sisteminden bekledikleri değerlerin öğrencilerin okudukları okul düzeyi ile parelellik gösterdiği görülmektedir. Öğretmenler de ise durum tüm kurumlarda benzer olarak eğitimin kalitesi, öğrencilerin beklentileri, yöneticilerin tutumu açısından olumsuz görünmektedir. Yöneticilerden elde edilen verilere göre mevcut sistemde rehabilite edilmesi gereken konular olmakla birlikte genel olarak sistemden memnun oldukları görülmektedir. Benim oldukça dikkatimi çeken iki konuyu da burada değinmeden geçemeyeceğim. Eğitimden beklentiler konusunda öğrenci ve anne cevaplarında iyi ve saygın bir iş sahibi ve kişi olmak ön planda; şöhret sahibi ve para kazanmak son sıralarda yer alırken; özellikle yöneticilerin para kazanmak ve şöhret sahibi olmayı öğrencilerin eğitimden bekledikleri öncelikler olarak belirlemeleri; diğeri ise eğitim sistemi içinde öğrenciye değer verilmesini öğrenci ve anneler yetersiz bulurken okul yöneticileri oldukça yüksek oranda öğrencilere eğitim sistemi içinde değer verildiğini belirtmeleridir. Bu sonuçlar bazı cevaplarda objektif olmak yerine duygusal ve taraflı cevaplar verdiğini göstermektedir. Ama genel bakış açısı ile değerlendirirsek mevcut eğitim sisteminin uluslararası standartlardan yoksun olduğu görülmektedir. Bu eksikliklerin düzeltilmesi için eğitimin tüm paydaşlarına görev düşmektedir. Makalenin bundan sonraki kısmında eğitim sisteminin bileşenleri olan öğrenci, öğretmen, okul ve yöneticilerde “İyi bir eğitim sistemi için aranan özellikler” MEB raporunda belirtilen bazı düşünceler, bu konuda eğitimciler tarafından yazılan makalelerden edinilen izlenimler ve kendi bakış açımızla anlatılmaya çalışılacaktır.
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Öğrenci Profili”:
Öğrencinin iletişim becerisi olmalı, etkili iletişim kurabilmelidir. Grup halinde çalışma, işbirliği yapma, problem çözme, sorunlarının üstesinden gelme, araştırma yapabilme, bilimsel ve akılcı düşünme becerilerine sahip, araştıran ve sorgulayan olmalıdır. Bilgiye ulaşabilmeli, bilgiyi yönetebilme becerisine sahip olabilmelidir. Teknolojiyi etkili ve verimli kullanabilmeli, teknoloji kullanımında seçici olmalı, kendini yenileyebilmelidir. İnsanlığın ortak değerlerine sahip olmalı ve onlara değer vermelidir. Öğrenciler, felsefe eğitimi dahil tüm alanlarda bilgiyi alanında yetişmiş öğretmenlerden almalıdırlar. Demokratik tutuma sahip olmalı, insani ve ahlaki değerlere önem vermeli, öğrenmenin yaşam boyu devam etmesi gerektiğinin bilincinde olarak bu süreci yaşam boyu sürdürmelidir. Analitik düşünebilmeli ve öğrendiklerini sentezlemeyi ve yaşamda uygulaması gerektiğini bilmelidir. Türkçe’yi gramer kuralları dahil doğru öğrenmeli ve kullanabilmelidir. Yapılan araştırmalar kendi dilini iyi bilen kişilerin yabancı dili daha kolay öğrendiğini göstermektedir. Sadece ders odaklı değil, çok yönlü olabilmeli ve en az bir sanat dalında kendini yetiştirmelidir. Hoşgörülü olmalı; farklı din, cins, milliyet, kültür gibi farklılıkları zenginlik olarak görmelidir. Öğrenme yol ve yöntemlerini, bilgiye nasıl ulaşacağını, kütüphaneyi nasıl kullanacağını bilmeli, doğruluğundan emin olmadığı bilgiyi sorgulamadan kabul etmemelidir. Sınıf ve okul yönetimi ile ilgili kararlara katılabilmelidir
Kendisi ile barışık, yurttaşlık bilincine sahip ve her türlü fanatizmden uzak olmalı, kendine güvenmelidir. Öz disiplini olmalı, kendi davranışlarının sorumluluğunu üstlenebilmelidir. Öğrenmeye açık olmalı, olaylara farklı açılardan bakabilmeli, çok yönlü düşünebilmelidir. Yaratıcı düşünme becerilerine sahip olabilmeli ve bu özelliği ile fark yaratabilmelidir. Dünya ve ülke sorunlarına duyarlı ve barışçıl düşünceleri olan, ortak aklı içselleştirmiş dünya vatandaşı olabilmelidir. Zamanı iyi kullanmayı, verimli ve etkin çalışmayı, öğrenme yol ve yöntemlerini bilmeli, bilimsel okur-yazar olmalıdır. Kuşkusuz hiçbir öğrenci bu profili doğuştan gelen yetileri ile sağlayamaz. Bunun için yetkin eğiticilere ve eğitim alacakları sağlıklı ortamlara ihtiyaçları vardır.
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Öğretmen Profili”:
MEB raporunda yetkşn bir öğretmen şöyle tanımlanmaktadır“İyi bir öğretmen mesleğini benimsemeli, öğrencilerin yetkin bir öğrenenler topluluğu olduğuna inanmalidir. Öğretmen; “hadi size şunu anlatayım”dan çok,“hadi şunu birlikte bulalım” söyleminden şaşmamalidir. Öğretmen, geleceğin, sorgulayici öğrenme yöntemleri üzerine kurulacaği gerçeğini kabullenmelidir. Aşiri bilgi yüklemekten çok, neyin nerede bulunacağini bilmenin daha yararli olacağini unutmamalidir. Öğretmen, başta öğrencileri olmak üzere herkese karşi saygili ve demokratik bir kişiliğe sahip; toleransli, sabirli, yaratici, arkadaşça ve esnek olmalidir. Çağin öğretmeni, şeffaf, açik kafali, evrensel kültür, ekonomi, enerji ve çevre sorunlarina duyarli olmalidir. İletişimi güçlü olmali, iyi bir konuşmaci olduğu kadar, iyi bir de dinleyici olmalidir. Entelektüel etkinliklere açik, ancak rutinci ve çok tekrarlayici olmaktan da kaçinmalidir. Öğretmen her öğrencinin ayri bir kişilik olduğunu kabul etmeli, onlari heveslendirmekte ve hayal güçlerini zenginleştirebilmekte usta olmalidir. Öğretmen, öğrencilerini soru sormaya teşvik etmeli, her sorunun bir işik olduğunu bilmeli ve her sorunun bir meşale olduğu gerçeğini aklindan çikarmamalidir. Öğretmen, çocuğu seven, ona saygi duyan bir yaklaşim içinde olmali, çocukta korku duygusu yaratacak hiç bir davraniş içinde olmamalidir. Yüz yilimizin öğretmeni, öğrenciyi, Eğitim-Öğretim etkinliğinin tam merkezine yerleştirmeli, ezber ve aktarma hegemonyasindan kesinlikle kaçinmalidir. Öğretmen, ulusal dil ve kültürü, kiskançlik derecesinde korumali, ulusal tarih ve değerlerin bilincinde olmali, bunlardan olumlu çikarmalarda bulunabilmelidir. Öğretmen, sicak bir öğrenme iklimini, soğuk bir öğrenme iklimine dönüştürmemek için öğrencilerinin, hayal gücü, düşünce, mizah oyun ve hobilerini asla küçümsememelidir”. Ancak tüm bu özellikleri kendinde toplaması gerektiğini düşündüğümüz öğretmenlerin liyakatın esas alındığı, adam kayırmacılığının olmadığı, ideoloji, cinsiyet, kimlik farklılıklarından azade, mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir çalışma ortamına, kendilerinin ve ailelerinin yaşam gereksinimlerini karşılayacakları ek iş aramalarını gerektirmeyecek bir ücrete, htiyaçları olduğunu unutmamak gerekir.
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Etkili Okul Profili”:
Öğrenci, öğretmen ve yöneticinin verimli çalışabileceği Etkili okul, öğrencilerin bilişsel, duyusal, psikomotor, sosyal ve estetik gelişimlerinin en uygun biçimde desteklendiği, üst düzeyde bir öğrenme çevresinin yaratıldığı okul olarak tanımlanabilir. Her öğrencinin eşit oranda eğitim ve öğretim hakkına sahip olması düşüncesinden hareketle okulunda “etkili okul” olması amaçlanır ve yapılmalıdır. Etkili okul olmak daha fazla kaynağa sahip olma anlamına gelmez, mevcut kaynaklarla daha iyi sonuçlara ulaşmayı ifade eder. Etkili okul sişstemini Edmonds’ın (1979) geliştirdiği ve genel olarak "etkili okul formülü" ya da "beş etken formülü" diye adlandırılan yaklaşım belirlemiştir. Bu yaklaşıma göre, öğrenci başarı düzeyindeki farklılıklar beş temel etken ile ilişkilidir:
“1. Disiplin sorunlarından arındırılmış ve öğrenmeye uygun bir okul iklimi.
2. Okul yöneticisinin güçlü bir öğretimsel liderlik özelliğine sahip olması, amaçları belirlemesi, disiplini sağlaması, sık sık sınıf gözlemi yapması ve öğrenme için özendirici koşullar oluşturması.
3. Temel beceri dallarına, özellikle ; matematik ve okumaya ağırlık verilmesi.
4. Öğretmenlerin, tüm öğrencilerin başarabileceği beklentisine sahip olması.
5. Öğrenci başarı düzeyinin sık aralıklarla değerlendirilmesi ve bunun için de öğretim amaçlarının açık olarak tanımlanması”
Edmonds’ın önerdiği bu beş ögeye aşagıdaki ögeleri de eklemek mümkündür ve kanımızca sağlıklıdır:
6. Öğrenciyi okul ortamından uzaklaştırıp soğumasına ve öğrendikleri pekişmeden unutmasına yol açan bizdeki gibi iki uzun dönem ve uzun yaz tatili yerine üç dönem ve kısa tatiller olmalı, okula gidilen iş günü sayısı artırılmalı
7. Okul öncesi eğitime sistemde mutlaka yer verilmeli, ana okulundan itibaren kişilik gelişimi, kendine güven duyma, topluma ve çevreye karşı sorumlu olma konusunda yaşına uygun değerler eğitimi verilmeli
8. İlkokulda Türkçe’ye ağırlık verilmeli, kendi dilini yeterli ve kaliteli öğrendikten sonra yabancı dil eğitimi başlamalı
9. Aşırı merkeziyetçi sistemden vazgeçilip yerel özellikleri bilmesi bakımından eğitim sisteminde paydaş olarak yerel yönetimlere inisiyatif verilmeli
10. Okul çocuk için sokaktan ve aileden daha cazip hale getirilmeli
11. Dersler heyecanlı, uygulamalı, canlı, zevkli ve eğlenceli olmalı
12. Öğretilenlerin niçin öğrenildiğinin sorgulanabileceği bir ortam yaratılmalıdır
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Etkili ve Güçlü Yönetici Profili”:
Etkili okulu oluşturmada atılacak en önemli adımlardan birisi okul yöneticisinin liderlik özelliğidir. Etkili okulu oluşturma, yönetme ve sürdürmede, okul yöneticisinin bir lider olarak önemli bir yeri olduğu, birçok araştırmacının üzerinde birleştiği bir konudur. Okul yöneticisinin, öğrenci ve öğretmenlerle kurduğu iyi ilişkiler öğretmen ve öğrencinin verimini artırmaktadır. Etkili bir yönetici başarıyı vurgular, öğretim stratejileri oluşturur, düzgün bir okul atmosferi hazırlar, sıklıkla öğrenci gelişmelerini izler ve değerlendirir, eğitim ve öğretimi koordine eder ve öğretmenleri destekler. Mükemmel liderlik özelliklerine sahip, okulu ile ilgili görüşlerini açıkça ortaya koyan, okulda değerler sistemi oluşturan, okulun kültürünü şekillendiren, stratejik plan yapabilen, kaliteyi ve başarı konusundaki beklentileri yükseltmeyi özendiren, etkili dinlemeyi bilen, öğretmen ve öğrencilerin düşüncelerine önem veren ve onlara her konuda yardımcı olan, çalışanlarını motive eden, her zaman coşkulu ve iyimser olan, her türlü başarıyı destekleyen ve ödüllendiren, çalışanlarına güvenen, personelini olumsuz dış etkenlerden koruyan, personeli tarafından desteklenen, sorumluluk sahibi, davranışlarıyla örnek oluşturan, okuldaki her türlü olayla ilgilenen, öğretmenlerini gelecek gelişmelere hazırlayan, öğrencilerle birebir iletişim kuran, okul içinde her yerde sıkça görünen bir etkili yöneticinin yönettiği okulda iyi bir eğitim ve öğretim çok daha etkin, verimli ve kolay sağlanır. MEB’nın çalışmasında öğrencilerin yöneticilerde en istemedikleri davranış biçiminin katı kurallar ve disiplin uygulamaları olduğunu ve iletişim kurulamaması olarak görülmektedir ve öğrenci başarısını azaltan önemli faktörlerden biridir. Bundan dolayı eğitim sistemimizin başarılı olması için öğrenci ve öğretmenleri ile korkutmadan iletiş kurabilen ama düzen ve disiplinden de taviz vermeyen etkin yöneticilere ihtiyaç vardır.
İyi bir eğitim sisteminde olması gereken “Etkili Aile Profili”:
Eğitim sistemimizde “Etkin Aile profilinde” en büyük eksiklik MEB anket çalışması sonuçlarında görüleceği gibi aile içi iletişimsizlik ve ailenin çocuğu yeterince tanıyamamasıdır. Türkiye gerçeğinde hepimizin bildiği gibi aileler çocuklarını tanımak için çaba göstereceğine, çocuğun geleceğini etkileyecek en önemli etken olan iyi ve uygun eğitimi kendi deneyimlerine göre planlamakta, ailerin çocuklardan beklentileri çoğu kez çocuğun kapasite ve eğilimi ile örtüşmemektedir. Bu nedenle uygun okula gönderilmeyen çocuğun başarısı düşmektedir. Ailelerde çocuğu mutlu ve severek yapacağı bir iş ortamına hazırlayacak uygun eğitimi almasından ziyade onu belirli okullara gönderme isteği vardır, ve çocuklarını toplumda saygın bir pozisyon ve gelir elde edebilecek “geleceğe yatırım” olarak görmektedirler. Oysaki ailenin okula katılımı, yapacağı gönüllü etkinlikler ile içi iletişimi sağlamak, çocuğa karşı aşırı korumacı yada ilgisiz olmadan yüklenebileceği sorumluluklar vermek, öğrencinin verimini artıracak; aile okul işbirliği, ailenin evde çocukla doğru iletişimi ve ilgisi iyi bir eğitim sistemine önemli katkı yapacaktır.
Sonuç
Sonuç olarak ülkemizde uygulanan güncel eğitim sistemi, 21. Yüzyıl uluslararası eğitim standartlarına ulaşma konusunda kısmi iyileştirmeler olmakla birlikte, esasen ezberci akademik eğitimi esas alarak sınav ve test ağırlıklı olması, edinilen bilginin gerçek yaşamda nasıl kullanılacağının öğretilememesi nedeniyle çok yönlü ve kalıcı bilgi edinmeyi sekteye uğratmaktadır. Bu durumda eğitim sistemimizin; yaratıcı ve yenilikçi düşünme ve bunlara açık olma, eleştirel düşünebilme ve problem çözme, karar verme, öğrenme yol ve yöntemlerini öğrenme, öğrendiklerini gerçek yaşamda kullanabilme, bilgi okur-yazarlığı, bilgi ve iletişim teknolojileri okur-yazarlığı, iyi iletişim becerileri, Türkçe’yi iyi öğrenip doğru kullanma, bir yabancı dili temel düzeyde öğrenme, takım çalışmasına yatkınlık ve en az bir sanat dalı ile ilgilenmeye olanak sağlayacak iyileştirmelere ihtiyacı vardır.
Kaynaklar
1.Millî Eğitim Bakanliği Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı (EARGED) MEB 21. yüzyil öğrenci profile
2. Özgür Bolat Eğitim sistemi nasıl olmalı? https://www.hurriyet.com.tr › 14 Tem 2018
3.Pası Sahlberg, Eğitimde Finlandiya Modeli, 2018
4.https://www.egitimpedia.com Dünyanın En Şaşırtıcı Eğitim Sistemi: Finlandiya
5. Özgür Bolat Finlandiya’dan eğitim adına ne öğrenebiliriz? Hürriyet com tr
6.Serdarhan Musa Taşkaya. Nitelikli bir öğretmende bulunmasi gereken özelliklerin öğretmen adaylarinin görüşlerine göre incelenmesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 33 Yıl:2012/2 (283-298 s.)
7. M. Akif Helvacı Etkili Okul ve Etkili Okul Müdürüne İlişkin Öğretmen Görüşleri Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (2011) 4/2, 41-608.
8. Emin KARİP Kemal Koksal. Etkili Eğitim Sistemlerinin Geliştirilmesi Dergipark, 6, 1996
1 note · View note
baknedio · 4 years
Text
Mart ayının basketbol devleri belirlendi İSTANBUL, (DHA)15.04.2020 12:33
15 Nisan 2020, Çarşamba 14:15
İstanbul
Tumblr media
Medya Takip Merkezi (MTM), Türkiye Spor Yazarları Derneği için hazırladığı raporda Mart ayında basketbol camiasının zirvesindeki isimleri belirledi. Raporda geçtiğimiz ayın en popüler basketbol takımları, en çok konuşulan oyuncuları ve koçları yer aldı.
  Dünyayı etkisi altına alan koronavirüs, bir çok spor branşını etkilediği gibi basketbolu da olumsuz etkiledi. Uluslararası Basketbol Federasyonu’ndan (FIBA) yaptığı açıklama ile Koronavirüs salgını nedeniyle mevcut durumun değerlendirilerek, oyuncuların, antrenörlerin, yetkililerin, taraftarların sağlığı ve güvenliğini korumak adına tüm FIBA müsabakalarını 13 Mart tarihinden itibaren erteledi. Ayrıca salgın Anadolu Efes ve Fenerbahçe Beko’nun mücadele ettiği THY Avrupa Ligi ile TOFAŞ’ın da devam ettiği ULEB Avrupa Kupası’nın programını da sekteye uğrattı. Ertelenen Ligler ile birlikte tüm spor branşlarında olduğu gibi basketbol haber sayılarında da büyük bir düşüş yaşandı.
28 BİN 427 HABERE KONU OLDU
Dünya genelinde koronavirüs salgınına birçok sporcu yakalanırken, Fenerbahçe Beko Erkek Basketbol Takımı’nda da Covid-19 alarmı verildi. Fenerbahçe cephesinde yapılan açıklama ile bazı takım oyuncuları, teknik kadro ve idari çalışanlarda Covid-19 belirtilerine rastlandığı ve daha detaylı tarama testleri için hastaneye sevklerinin gerçekleştirildiği belirtildi. Basketbol Takımı’nda bir sporcu, bir teknik heyet ve iki idari çalışanın yeni tip Koronavirüs testlerinin pozitif çıktığı ve sonuçları pozitif olan sporcuların ve çalışanların ise isimleri kendileri tarafından kamuoyu bilgilendirilmediği sürece hasta hakları yönetmeliğince açıklanmayacağı da bildirildi. Bu açıklama üzerine spor camiasından Fenerbahçe Beko’ya geçmiş olsun mesajları yağdı. Koronavirüs alarmına geçen Fenerbahçe Beko Erkek Basketbol takımı ay boyunca medyada toplam 28 bin 427 haberde konuşuldu. Fenerbahçe’yi sırası ile 5 bin 951 haber ile Anadolu Efes ve 3 bin 647 haber ile Trabzonspor Basketbol Takımı takip etti.
NBA YILDIZIMIZDAN KAMPANYAYA DESTEK
Amerikan Basketbol Ligi’nde (NBA) forma giyen basketbol yıldızımız Cedi Osman yeni tip koronavirüs ile mücadele tedbirleri kapsamında evde kalınması yönünde çağrıda bulundu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun sosyal medya üzerinde yürütülen dayanışma davetine de destek veren Cedi Osman, evden fotoğrafını paylaşan ilk 5 kişiye imzalı milli takım formasını hediye edeceğini de belirterek, basketbolcu Semih Erden, Kenan Sipahi, Furkan Korkmaz, Doğuş Balbay ve Birkan Batuk’u da kampanyaya katılmaya davet etti. Ay boyunca bin 237 habere yansıyan Cedi Osman Mart ayının en popüler basketbol oyuncusu olurken, onu sırası ile 910 haber ile Shane Larkin ve 731 haber ile Bobby Dixon takip etti.
Basketbol Lig maçlarının ertelenmesi üzerine yaptığı açıklamalarla gündeme gelen Anadolu Efes Baketbol takımının koçu Ergin Ataman; “İnsan sağlığının dünya üzerindeki tüm yarışmalardan, kazanılabilecek tüm başarılardan daha değerli olduğuna inanıyoruz” açıklamasında bulunarak alınacak bütün kararları desteklediğini belirtti. Ay boyunca medyada bin 601 habere yansıyan Ergin Ataman, Mart ayının en çok konuşulan basketbol koçu olmayı başardı. Ataman’ı sırası ile takip eden isimler ise bin 414 haber ile Zelimir Zeljko Obradovic ve 648 haber ile Ufuk Sarıca oldu.
Kaynak: DHA
Bu Yazı Mart ayının basketbol devleri belirlendi İSTANBUL, (DHA)15.04.2020 12:33 adresinde ilk olarak yayınlanmıştır. BakNeDio.Com.
source https://baknedio.com/mart-ayinin-basketbol-devleri-belirlendi-istanbul-dha15-04-2020-1233/
0 notes
webdijital · 5 years
Text
İçerik hazırlama araçları listesi
Tumblr media
İçerik hazırlama araçları listesi
İçeriğin önemini artık sağır sultan duydu. Her marka bloglarında kendi içeriğini üretmek için kolları sıvadı. Bloggerlar kendilerine has üsluplarıyla kitlelerine içerik üretiyorlar. Her geçen gün içerik üretmek, yeni fikirler bulmak ortaya çıkan içerikleri yönetmek için işlevsel araçlar ortaya çıkıyor. Blog yazarlarının ve içerik üreten herkesin faydalanacağı içerik hazırlama ve fikir yönetimi araçları listesini sizlerle paylaşıyoruz. Feedly: Takip etmek istediğiniz tüm içerik kaynaklarını, blogları, websitelerini tek bir kaynaktan okumak istiyorsanız feedly tam size göre. Takip ettiğiniz mecraları kategorilere göre gruplandırarak ilgilendiğiniz kategoride yeni yazılanları rahatça okuyabilirsiniz. Etiketleme yaparak aradığınızı rahatlıkla bulabilirsiniz. İçeriği okumaya vaktiniz yoksa sonra oku olarak işaretleyip daha sonra gözatabilirsiniz. Tüm cihazlar için uygulamaları bulunmaktadır. Ücretsiz ve ücretli hizmetleri bulunmaktadır. Evernote: Aslında evernote için internetin notdefteri desek yanlış olmaz sanırım. Kategorilere göre notdefteri tutabilir, proje yönetebilir, listeler oluşturabilirsiniz. Hatırlatma ekleyebilir, sonra incelemek istediğiniz içerikleri kaydedebilirsiniz. Tüm dünyada en çok kullanılan not alma, düzenleme, arşivleme uygulamasıdır. Tüm cihazlara uyumludur. Ücretsiz ve ücretli hizmetleri bulunmaktadır. Asena: Dünya'da pek çok şirketin kullandığı proje yönetim ve ekip içi mesajlaşma yazılımıdır. Küçük projeler ve kişisel hesaplar için çok kullanışlı değildir. Camtasia: Video içerik üretmek, ekran görüntüsü kaydetmek ve düzenlemek için internetteki en kullanışlı, basit programlardan biri. Pocket: En çok kullanılan "sonra oku" araçlarından biridir. Bir çok tarayıcı, mobil uygulama ve websitesi için eklentisi olduğundan popülerdir. Daha sonra okumak/incelemek istediğiniz herşeyi pocket ile arşivleyebilirsiniz. Ücretsiz ve ücretli hizmetleri bulunmaktadır. Delicious: İçerik linklerini arşivleyip paylaşabileceğiniz en iyi sitelerden biri. Stumbleupon: İlgilendiğiniz içerik kategorilerini seçip popüler olanları, listeleyebileceğiniz yeni bloglar, ilginç içerikler keşfedebileceğiniz bir websitesi. Playbuzz: En iyi test içerik hazırlama sitelerinden biridir. Hazırladığınız testleri sitenize ücretsiz embed edebilirsiniz. Pinwords: En çok dönüş alabileceğiniz sosyal medya sitelerinden biri olan pinterest'te pinlerin üzerine kolayca metin ekleyebileceğiniz kullanışlı bir araç. Visual.ly: İnfografik konusunda alanında en iyi servislerden biridir. Trello: Pano ve liste şeklinde proje yönetebileceğiniz, to-do list oluşturabileceğiniz çok işlevsel bir proje yönetim aracıdır. Dünya çapında popüler bir servistir. Mobil ve desktop için sürümleri bulunmaktadır. Ücretsiz ve ücretli hizmetleri bulunmaktadır. Basecamp: Basecamp başarılı bir proje yönetim yazılımıdır. Yürüttüğünüz projeyi çalışanlarınızla paylaşıp üzerinde çalışabileceğiniz ücretli bir proje yönetim aracıdır. Eğitim içeriğine ulaşmak için tıklayınız. List.ly: İçeriklerinizi farklı tasarımlarda listeler halinde yayınlamanızı sağlayan başarılı bir girişim. Wordpress için eklentisi de mevcut. Ubersuggest: İçerik hazırlarken anahtar kelime analizi yapmanızı sağlar. Keywordtool.io: Hazırladığınız içerikle ilgili önerileri bulmanızı sağlar. Google'ın tamamlayıcı özelliği gibi düşünebilirsiniz. Google AdWords: Google Adwords Keyword Planner içeriğinizle ilgili detaylı kelime analizi yapabileceğiniz en iyi araçlardan biridir. KWFinder: Anahtar kelime analizi yapmanızı sağlayan bir başka araçtır. Slideshare: Kaliteli, profesyonel slidelar hazırlayıp içeriklerinizi zenginleştirebilir paylaşarak daha fazla okunmasını sağlayabilirsiniz. Pinterest: Aradığınız içerikle ilgili görsel öneri ve ilham almak istiyorsanız en iyi sosyal medya kaynaklarından biri pinterest'tir. NerdyData: Veri analizi ve kaynak kodu araması yapmanızı sağlayan bir arama motorudur. Recite: Online metinlerinizi görseller üzerine yazıp resimli sözler hazırlayabileceğiniz kullanışlı bir araç. Quantcast: Web siteleriyle ilgili detaylı analiz yapıp istatistiki bilgiler sunan bir araç. Consumer Barometer: Google'ın da desteklediği kullanıcı alışkanlıklarını ülke bazlı ücretsiz bir şekilde sunan araç. Contently: Güzel servisleri olan bir içerik platformu. Google Public Data Explorer: Halka açık bilgilerin yer aldığı, ülke kırılımı bulunan ve grafik datası sunan bir araç. Zeef, Quaro: İnternette popüler ve güncel en iyi fikirlere, beyin fırtınalarına ulabileceğiniz servisler. Hype My Hangout: Google+ Hangout videoları oluşturup içeriğinizi google plusda tanıtabilirsiniz. BuzzSumo: İnternette kelime bazlı saat, gün, hafta, ay, yıl filtrelemesi yaparak en çok tıklanan ve paylaşılan içeriklere ulaşmanızı sağlayan faydalı bir servis. Özellikle buzzfeed, onedio tarzında viral ve popüler içerik/haber yayını yapanların çok kullandığı bir sitedir. Pressbooks: Profesyonel bir şekilde kitaplarınızı e-kitap haline getirebileceğiniz kullanışlı bir araç. Survey Monkey: Hazırladığınız içeriklerle ilgili anket oluşturup geri bildirim almanızı sağlayan popüler anket servisidir. Devinart, Dribbble ve Behance: Dünyanın en iyi ve en ünlü tasarımcılarına, ilham veren eserlerine ulaşabileceğiniz değerli kaynaklar. Social-searcher: Ücretsiz sosyal medya arama motoru. İstediğiniz kelimelerde sosyal medyada araştırma yapıp popüler sonuçları listeleyebileceğiniz faydalı bir servis. Hazırladığınız içeriklerin pazarlamasını yapmak ve daha fazla kişinin okumasını sağlamak istiyorsanız marketingland.com'un hazırladığı en iyi 80 içerik pazarlama aracı yazısına veya türkçe içerik olarak içerkbulutunun hazırladığı en iyi içerik pazarlama araçları listesine mutlaka göz atmanızı öneriyorum. İçerik yönetimi ile ilgili fikirdeşebileceğimiz araçları bir araya toplamaya çalıştım. Listede bunlarda olmalı dediğiniz ne varsa yorum kısmında dört gözle bekliyorum.   Read the full article
0 notes
uzaydancom · 4 years
Photo
Tumblr media
Çin uzayda bir öncü olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Şuanki hedefi ise uzayda kalıcı bir üs kurmak. Tiangong projeleri adı altında yapılan bu istasyon, Çin’e büyük bir üstünlük sağlayacak gibi duruyor… 🚀 Uluslararası Uzay İstasyonu projesinin dışında kalan Çin Hükümeti’nin yıllardır süregelen testleri ve araştırmaları sonucunda tamamıyla Çin Hükümeti’ne ait olacak olan bu üs, toplam 3 adet modülden oluşacak. 🚀 Laboratuvar Modülleri; Yoğun olarak tıp, fizik ve biyoloji alanlarında yapılması planlanan testler ve deneyler için uygun ortam sağlayan bu laboratuvar modülleri, toplam 40 tonu aşan bir ağırlığa sahip (2 adettirler ve her biri 20 tonu aşkındır). Bu modüller Çekirdek Modülü’nün üst kısmındaki 2 adet porta bağlanarak “T” şeklini oluşturur. 🚀 Daha fazla detay için ilgili storyde yer alan bağlantıya tıklayabilir veya uzaydan.com'da arama bölümüne 'tiangong' yazarak araştırma yazımıza ulaşabilirsiniz. 🚀 #uzay #space #astronomi #uzayaracı #keşif #Dünya #apollo #NASA #gezegen #bilim #Samanyolu #SpaceX #Güneş #galaksi #teknoloji #evren #yörünge #kozmos #Ay #gökyüzü #yıldız #hubble #elonmusk #tiangong #CNSA #Mars #takımyıldız #uzayistasyonu #teleskop #uydu https://www.instagram.com/p/CBwBmEFgPvv/?igshid=1wak3rjdnctyf
0 notes