Tumgik
#Kadın Sorunu
kozadusunce · 6 years
Link
0 notes
cafrandeorg · 7 years
Text
Tarihten Günümüze Erkek ve Kadın Eşitsizliği - Yuval Noah Harari
Tarihten Günümüze Erkek ve Kadın Eşitsizliği – Yuval Noah Harari
Tarihte farklı toplumlar farklı hayali hiyerarşiler benimsediler. Günümüzde Amerikalılar için çok önemli olan ırk, sözgelimi ortaçağdaki Müslümanlar için görece önemsizdi. Kast, ortaçağda Hindistan’da bir ölüm kalım meselesiyken, modern Avrupa’da söz konusu bile değildir. Neredeyse bilinen tüm insan toplumlarının hepsinde önemli bir yere sahip olan ise cinsiyet hiyerarşisidir. (more…)
View On WordPress
0 notes
nazlidoganozsoz-blog · 10 years
Text
Feminizm ve Feminist Eleştiri
Feminizm nedir? Ortaya çıkması hangi nedenlere ve koşullara dayanır?
  Feminizm, kadın hakları ve kadın-erkek arasındaki hak eşitliğini sağlayarak hiyerarşik yapıyı sonlandırmayı amaçlayan politik bir harekettir. Birçok bilimin öznesi erkekleşmiştir. İnsanoğlu kelimesi hayatın neredeyse tüm alanlarında kullanılmaktadır. Bu bir erkekçi yaklaşımdır. Örneğin tıp kitaplarında dahi insanoğlu diye tanımlanan kadın değil erkeğin bedenidir. Hastalıklar –kadına dair olanlar hariç tüm ortak olanlar- erkeğe göre tanımlanmıştır.
Cinsiyet ayrımcılığını yok etmeyi amaçlayan bu hareket kadını hayatın her alanında inceler. Evde, işte, sokakta yani her yerde görülen ötekileştirme durumu hayatımızın her yerine sinmiştir. Örneğin kadının evde ev işlerini yapması(herhangi bir işbölümünün olmaması), dayak yemesi kadının evdeki mağduriyetini bizlere gösteriyor. Kadın çalışıyorsa bile(ki bu bir şanstır) evin tüm sorumluluğunu yüklenmek durumundadır. İşte ise erkekle aynı emeği sarf etmesine rağmen erkekten daha düşük ücret ile çalıştırılması, cinsiyetçi işbölümü, yükselme şansının azlığı ve elbette taciz başlıklarıyla karşılaşıyoruz. Kadın iseniz günümüzde bir okulda hademelik işine girmek, öğretmenlikten müdürlüğe yükselmekten çok daha kolaydır.  Ve elbette tacize uğraması da daha kolaydır. Taciz başlığı evde, okulda, sokakta, işte yani yaşamın her alanında karşılaştığımız ve bahsedilmesi gereken bir durumdur. Zira günümüz Türkiye’sinde dekolte giyen bir kadına tecavüz müstehak sayılmaktadır. Sokakta ise yine tacize değinmemiz gerektiği gibi birçok toplumda evinde oturması gereken kadının sokakta oluşuna dair kötülemelere maruz kalınır. Bu uzun yıllardır söz edebileceğimiz bir durumdur. Kadının eve kapatılması sokaktaki tehdittendir.
Bahsettiğim başlıklarla ilk uygarlıklardan günümüze baktığımızda çok da farklı şeylerden söz edemeyeceğimi göstermeliyim bu yazıda:
İlk dönemlerden günümüze kadın
   Paleotik dönemde kadına dair bilgimiz henüz yazının icat olmamış olmasından dolayı yapılan incelemelerden varılan sonuçlar çok da detaylı değildir. Fakat bu döneme ait bildiğimiz kadına dair en önemli bilgi, kadının doğurgan olmasından dolayı kutsal hale getirilmiş olmasıdır. Toplayıcılığın yanı sıra avlara da katılmışlardır. Taş ve fildişinden yapılmış heykellerin neredeyse tamamının kadın özelliklerine ait tasvirlerden oluşur. Soyun devamının erkek olduğu bilinmediğinden kadın yüceltilmiştir. Neolitik döneme baktığımızda ise göçebelikten yerleşik hayata geçen toplumlarda avcılık azalıp toplayıcılık fazlalaşınca kadının önemi ilk başlarda artmıştır. Kadın yeni yöntemler geliştirmiş, çömlek ve değirmeni keşfetmiştir. Bu bilgileri de sonraki nesillere aktarmıştır. Yine bu dönemde önemli bulunan kadındır ve bu seferde kilden yaptığı heykellerde kadın tasvir edilmiştir.
Yerleşik düze kurulunca ilk uygarlıklarda kadının yeri erkekten daha önemsiz hale gelmeye başladı. Eski Mısır’a baktığımızda, bazı araştırmacılara göre hala göçebelik hayatının tam olarak bitmiş olmamasından dolayı, kadın belli başlı haklara sahipti. Bu haklar her ne kadar imtiyazlı sınıfa ait olsa da önemli haklardı. Örneğin mirasta hak iddia edebiliyorlar, toplum içinde bazı sorumluluklar alabiliyorlar ve mülk edinebiliyorlardı. Kökenciliğin çok önemsenmesinden dolayı krallığın saf kanının karışmaması isteniyordu bunun içinde aile içi evlilikler çok sık görülüyordu. Öyle ki kardeş kavramı günümüzdeki sevgili kavramına tekabül ediyordu.
Sümerliler’de kadının durumu daha talihsiz hale geliyor. Örneğin bir erkeğin karısını öldürme ve borçlarına karşılık olarak satma hakkı doğdu.
Eski Yunan ve Roma’da ise kadın aile içinde önemseniyordu fakat dışarıdaki yaşama katılamazdı. Okullara giremezler, etkinliklere katılamaz, miras hakkına sahip olamazdı. Ama yine de kadının bu yasakları çiğneyerek gündelik hayata katıldığı görülmüştür.
Eski Çin’de durum daha acımasızdır. Erkek ve kadın giysilerini aynı askıya asamaz, kocasıyla yıkanamaz, eğer kocası yoksa onun yastığını bir kutuya koyup bir yere kilitler, kurban ve cenaze törenleri haricinde kadın erkeğin elinden bir şey almaz, alması gerektiğinde ise erkek eşyayı bir bambu tepside ona verir, tepsi de yoksa yere koyar kadın da yerden alırdı. Kocası ya da babası izin vermedikçe kadın konuşamaz, konuşurken de gözlerini yerden kaldırmazdı. Bir dul tekrar evlenemez ve zina yapan kadın yakılırdı. Bunların büyük bir kısmını maalesef ki hala birçok toplumda görebiliyoruz. Çok uzağa gitmeden, kendi toplumumuzun feodal yapısına baktığımızda bu örneklerin belki aynılarıyla değil ama çok benzer halleri ile karşılaşıyoruz.
Dinler ve kadın
İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevîlik inançlarında kadın birbirinden farklılık gösterse de yine bir noktada birleşirler; kadının ötekileştirilmesi.
İslamiyette çok eşlilik, tesettür mecburiyeti, mahkemelerde bir erkeğin şahitliği yeterken iki kadının şahitliğinin kabul edilmesi gibi birçok nokta vardır. Fakat bunlara rağmen Ney Bendason İslamiyeti olumlamaktadır. Kuran’da kadınlara oldukça fazla yer ayrıldığını ve kadına önem verilmesi gerektiğini hatta insanların kurban edilmesini yasakladığını, doğar doğmaz öldürülen kız çocuklarının katliamının durmasına neden olduğunu söyler. Bu başlıklar olumlanabileceği gibi görmezden gelinmemesi gereken konular da vardır; kadının yok sayıldığı, önemsizleştirildiği, her yerinin örtüldüğü ve tek başına şahitlik edemediği bir durum göz ardı edilemez.
Hıristiyanlık da kadına iyi davranmamıştır. Özellikle Katoliklerde kadın neredeyse yok sayılarak ötelenmiştir. Kadınları ikiye ayıran bir inanç söz konusudur; Meryem gibi olan yani kutsal ve ulaşılamaz olan ve de erkeği günaha iten kadın figürü. Bu iki figür bu dinin kadına bakışını açıkça gösteriyor aslında. Bahsedilen ayrıma göre kadınların neredeyse hepsi elmayı yedirten, doymak bilmeyen ve çeldiricidir. Yani bir tehdit unsurudur ve dikkat edilmesi gerekir. Kısaca namussuz ve namuslu kadın olarak ikiye ayrılmaktadır.
Musevîlikte de yaratılan ilk kadın Havva değil Lilith’dir. Lilith de Âdem gibi topraktan yaratıldığı için eşit haklar istemiştir. Âdem de bunu kabul etmez ve Lilith şeytanlarla yaşamını sürdürürken tanrı onu ikna etmesi için bir melek gönderir. Onu da dinlemeyen Lilith’e karşılık, Âdem’e itaati sembolize eden Havva’yı gönderir. Fakat Havva topraktan yaratılmadığı için onunla eşit ilişki kuramaz ve irade yarıştıramaz. Havva da yasak elmayı Âdem’e yedirerek tüm insanlığın ölümsüzlüğünü elinden almış, kadınlara acılar içinde doğun cezası verdirmiştir. Musevî erkeklerin hala her sabah tanrıya kadın doğmadıkları için şükrettikleri bilinir.
Ortaçağ ve Yeniçağda kadın
Şu ana kadar açıklananlar ilk çağlarda kadının konumunu büyük oranda açıklıyor. İncelenen uygarlıklardaki kadın ile günümüzde devam eden kadın sorunları maalesef ki örtüşüyor. Ortaçağ ve Yeniçağa baktığımızda da zaman zaman sevindirecek ama çoğu zaman bizi kızdıracak şeylerle karşılaşıyoruz. 12. yy.dan 18.yy.a dek süren cadı(büyücü) katliamlarını biliyoruz. Üstelik bunun için sahiden büyü yapıyor olmalarına gerek yoktu. Menopoza giren bir kadını kanını içinde sakladığı için, birine doğum yaptıran bir kadını kritik bir durumda çocuğun ölümüne göz yumması durumunda doğurganlığa saldırdığı için öldürebiliyorlardı. Bunun yanı sıra dinsel baskının en yoğun olduğu her açıdan karanlık dönem olarak görülen ortaçağın başlarında kadınların ticarette aktif olduklarını görüyoruz. 13. yy.dan itibaren kadınların haklarının yeniden ellerinden alındığını ve sosyal yaşama dâhil olamadıklarını da görüyoruz. Evli bir kadının tüm eşyaları, kocası tarafından satılabilirdi hatta bazı ülke yasalarınca kocanın karısını dövmeye hakkı vardı. Bunun yanı sıra öldürmek dışında istediği şekilde cezalandırabiliyordu. Örneğin yumruklamak bir otorite simgesiydi ve yasaldı. Bu tip şiddetlerden birine şahit olan herhangi biri kadın ve adamı bir şekilde mahkemeye götürmesi durumunda ise adam ufak bir para cezası yahut bir daha yapmayacağına dair söz alındığı taktirde salıveriliyordu. Ortaçağ’ın 1500’lerde bittiği bilgisi bizde var ise sanırım korkmalıyız. Zira yıl 2011 ve hala kadınlar karakollardan ‘aile meselesine karışmamak maksadıyla’ geri çevriliyor ve kocalar öldürmediği ya da öldürmeye yakın bırakmadığı sürece ceza almıyorlar. Hatta resmi nikâhlı koca değilse kale bile alınmıyorlar.
Yeniçağ ile devam edersek; kadının konumunda bir iyileşme yoktur. Kocasına bağımlı bir hayat yaşayan kadın, küçüklüğünden itibaren ailesi tarafından ev işlerinde eğitiliyordu. Bir süre sonra kadınların bir araya toplanarak sohbet etmeleri dahi yasaklanarak bu yasağı uygulaması için eşler görevlendirildi. Bu da kadını evde tutarak, mekânının ev olması gereğini getiriyordu. Zaten bu dönemde burjuva da ev kadınını yüceltiyordu. Bu da kadını iyice eve kapatarak çalışmak zorunda olan kadınlar için ciddi sorunlar doğuruyordu. İş bulamıyorlar buldukları işlerde de erkekten çok daha az bir ücrete çalışıyorlardı. Bu da hizmetçilik kültürünü ilerletti. Fakat bu dönemdeki hizmetçilik anlayışında, evin erkeği hizmetçisi hakkındaki kararları veriyordu, özel hayatı da dahil olmak üzere. Yeniçağda soylu kadınlar bir erkek çocuk doğurunca bir sevgili ediniyordu bu ayıplanan ya da hor görülen bir durum değildi ama bir kadının kocasını öldürmesinin cezası da meydanda yakılmaktı.
Yeniçağdaki bu kötüleşme, kadının bu yapıya bu sisteme karşı durmasını doğurmuştur. Bir direniş biçimini alarak ‘Cinslerin Savaşı’ ismini almıştır.
                                                                  “Meselâ Montaigne’nin evlat edindiği Maria de Gournay’nın (1566-1645) kadın haklarını korumak için yazdığı iki eser vardır: Kadınlarla Erkeklerin Eşitliği ve Hanımların Şikâyeti; yine 17.yy.’ın ikinci yarısında aklın cinsiyeti tanımladığını savunan Poullain de Labare’ye rastlanır, onun Cinslerin Eşitliği Üzerine isimli kitabı ön feminist düşünceleri geliştirmiş bir yazar olarak kabul edilmesine yol açar. 1643’te 5.000 kadar halktan kadın avam kamarasının önünde toplanarak savaşa son verilmesi ve barışın sağlanması için bir gösteri yapar.”[1]
Tam da bu dönemde kadın eylemlerine rastlıyoruz. Haklarını arayan kadınlar bazı taleplerde bulunmuştur. Ayşe Sevim Feminizm adlı kitabında bu eylemleri şöyle açıklıyor: ‘…1647’de hizmetçiler parlamentoya çalıştıkları sürenin uzunluğundan şikâyet eden bir dilekçe verirler, 1651’de esnaf kadınlar borç yüzünden hapse atılmaya karşı çıkarlar; 17.yy.’da İngiltere’de Anglikan kilisesine bağlı olmayan kadınlar senyörlerin himayesine bırakılmış olmayı reddederek kendilerine eşitlikçi bir uygulamada bulunulmasını talep ederler vs.”[2]
Bu dönemde burjuvazi kadını eve kapatıyor. Üst sınıfın bir kültür haline getirdiği salon toplantılarını burjuvazi de yapacaktır fakat 18.yy.dan sonra. Bu toplantılarda entelektüel sohbetler yapılmakta ve kadınlara kendi yazdığı metinler burada okuma ve tartışma fırsatını doğurmaktaydı. Feminist tarihçiler bu toplantıları çok olumlu bulmuşlar ve feminist düşüncenin temellerinin bu toplantılarda atıldığını ileri sürmüşlerdir. Burjuva sınıfı ve üst sınıf bu tip entelektüel toplantılardayken alt sınıftaki kadınlar kilisenin yoğun baskısı ve geçim sıkıntısı altında eziliyordu.
19.yy.a baktığımız zaman da yine birçok kadın sömürüsüne, eşitsizliğe tanık olurken İngiltere’de 1825 yılında yazılan ilk kadın hakları manifestosu ile karşılaşıyoruz. Bu manifestoda kadının kocası ve babası tarafından korunması durumuna değiniliyor. Bu durumun böyle gösterilerek asla korunmadıklarını yazıyordu. Bu yüzyılda Amerika ve İngiltere kadının siyasal hakları için uğraşırken Almanya’da daha sosyal haklar için çalışılıyordu. Özellikle bu üç ülke ve Fransa’da feminist yayınlar basılmaya ve dağıtılmaya başlandı. Kadın dernekleri hızla artmış ve kadın hakları konusunda oldukça önemli ve büyük adımlar atılmıştır.
Uluslar arası Kadın Konseyi’nin Fransız şubesi yaptıkları çalışmalar ile bazı yasaları hayata geçirtmiştir. Örneğin 1907’de çalışan evli kadının kendi kazandığı parayı özgürce harcayabilme ve 1912’de çocuklarını kabul etmeyen erkekleri cezalandırmaya yönelik yasalar hayata geçirilmiştir. I.ve II. Dünya Savaşları sırasında da birçok yenilik, birçok örgüt ve değişimler olmuştur.
II. Kuşak feministler
Ayşe Sevim Feminizm adlı kitabında Andree Michel’den şöyle alıntı yapmıştır: “II. Kuşak feministler Andree Michel’in deyimiyle şöyle ortaya çıktı: ABD, İngiltere, Fransa ve pek çok başka Avrupa ülkesinde 1935-45 arasında doğan bir önceki kuşak gibi kendilerini antifaşist ve anti kolonyalist mücadelelerde tüketmiş annelerinden genelde daha iyi eğitim görmüş yeni bir kuşak devreye girdi. Pek çoğu karma okullarda okumuş, üniversite eğitimi görmüştü. Bu kadınların kulakları genç kızlıklarından beri dünyanın her yerinde en yürekli insanların faşizmi yenmek için adına dövüştüğü, ABD’de silahların ve başka yerlerde sömürge halklarının onurlarını kurtarmak için uğruna savaştığı halkların kendi kaderlerini tayin hakkı gibi ilkelerle doluydu. Bu genç ve okumuş kadınların kimya ve tıp tekniklerinde gerçekleştirilen yeni buluşların cinsellik ve doğurganlığı ayrıştırmaya yaptıkları katkıya kayıtsız kalmamaları; gündelik yaşamda cinsel bir nesne olarak algılanmayı; tecavüzün ağır cezayı gerektirmeyen bir suç olmasını; erkekler gibi meslek sahibiyken, ailede kendilerinden salt ev işi beklenmesini, kısaca kendilerini ikinci cinstenmiş gibi davranılmasını kabul etmediler.”[3]
1966 yılında NOW(National Organisation of Women) Beyyt Friedan tarafından kuruldu. Erkeklerle aynı derecede sorumluluk ve paylaşımları üstlenebileceklerini düşünerek harekete geçmişlerdir. Özellikle evli ve çocuklu kadınların sorunlarına yanıtlar aramaya çalışmışlardır.
Feministler, kadınları tutsaklaştıran her şeyin karşısında durmuşlardır. Geleneksel evlilik, kadının kitle iletişim araçlarındaki sunuluş biçimindeki cinsiyetçilik, cinsel baskı ve her türlü-psikolojik ve fizyolojik- şiddet özellikle bu madde için tecavüzün artık suç sayılması için çalışmalar yapılmıştır, kürtaj ve doğum kontrolün kadının elinde olması gereği, cinsel haz hakkı gibi…
Feminist eleştiri
Feminist eleştiriyi muhakkak ki tarihinden ayıramayız. Bir mücadele sonucunda feministler kadına bakmayı kazanmıştır. Kendi tarihleriyle beslenen kuramlarını yaratarak bir eleştiri biçimi geliştirmişlerdir. Zaten dünyaya böyle bakan insanların sanata değinmemesi büyük bir kayıp olabilirdi. Toplumsal olan ile grift bir yapıda olan feministler sanattaki kadını da es geçememişlerdir. Feminist anlayış, kadının kendini ifade ediş biçimiyle ilgilenmiştir. Bunun yanında eleştiride kadınları harekete geçiren şey şüphesiz ki erkeğin kadına bakışı olmuştur. Erkeğin hazzını tatmin eden-işitsel görsel ya da yazınsal- sanat geleneklerine karşı gelerek, bu durumun uzağında bir biçim oluşturmak istemişlerdir. Feminist eleştirinin estetik algısı; erkeğin tekdüze olduğunu ve olması gerekenin daha katmanlı ve de parçalı olduğunu savunur. Yani dümdüz giden bir çizgiyi hareketlendirmekten bahsederler. Bu hareketlilik geleneksel algıdan oldukça uzak, cinsel obje olarak görülen kadının olması gereken estetik algının içine sokulması gerektiğini savunur. Kadının sunulduğu tavrın karşısında durarak yeni bir biçim önermişlerdir. Bu da kadın üretimlerini destekleyen ve teşvik eden bir yapıdadır. Erkeğin görme biçiminin sorgulandığı bu eleştiri biçiminin günümüze de getirdiği yenilik, erkek bedenini de feminist algı içinde işlemek olmuştur.
Bu biçimde geriye dönüşler de olmuştur. Geçmişe yönelik sanat yapıtlarını da inceleyerek görmezden gelinmiş kadın sanatçıları ve onların yaptığı çalışmaları tekrar gündeme getirmiş ve incelemiştir. Bu da feminist eleştiriyi daha güçlü kılan, temelini gösteren bir hareket olmuştur. Kadının toplumsal yerini güçlendiren, irdeleyen, ön plana çıkartan ve kadın sorununu işaret eden bir eleştiri biçimidir.
“Feminist sanat pratiği ve eleştiri bağlamında tartışmamız sonucunda feminist eleştirinin içeriğini saptama ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Kadın ya da erkek bir eleştirmenin bir kadın sanatçı üzerine yazmasının kendisini feminist eleştirmen yapmayacağını söyleyen ve eleştiriyi feminist yapan şeyi ne olduğu ya da hangi spesifik eleştiri formunun feminist olarak adlandırılabileceği sorusuna yanıt ararken, Katy Deepwell şu düşünceleri ileri sürmektedir: ’Feminist sanat eleştirmeni kadın sanatçılar hakkında yazmayı etkinliklerinin merkezine yerleştirebilir. Kendi rolünü izler kitlesini bilgilendiren, hatta onları kadınların yapıtları ve feminist meseleler hakkında eğiten ya da aydınlatan bir rol olarak görebilir. Kadınların yapıtları hakkında ilgi yaratmayı yine etkinliklerinin merkezinde görebilir. Bunun etkisi ‘bilinç yükseltme’ ya da bazı kadın sanatçıları daha genç sanatçılar için rol modelleri olarak konumlandırma olabilir… Feminist eleştirmen, kadınların sanat hareketi süreci içinde kadınsı ve feminist pratikler arasına daha ince ayrım çizgisi çekmeye zaman harcayabilir.”[4]
  [1] Ayşe Sevim, Feminizm, İnsan Yayınları, 2005, İstanbul, s.29
[2] A.g.y., s.30
[3] A.g.y., s.50
[4] Zafer Özden, Resim Eleştirisinde Feminist Yaklaşım ve ‘Lale Temelkuran’ Resmi, Yedi Dergisi Sayı 5, s.67
3 notes · View notes
cafrandeorg · 7 years
Text
Karl Marx Neden Haklıydı? - Terry Eagleton
Karl Marx Neden Haklıydı? – Terry Eagleton
Son kırk yılda en ilgi çeken radikal hareketler Marksizmin dışından çıktı. Feminizm, çevrecilik, eşcinsel ve etnik siyaset, hayvan hakları, antiglobalizm, barış hareketi; bunlar şimdi sınıf mücadelesine demode bağlılığın yerini aldı ve Marksizmi çok gerilerde bırakan siyasi aktivizmin yeni biçimlerini temsil ediyorlar. Marksizmin bunlara ilham vermeyen katkısı marjinaldir. Gerçekten hala bir…
View On WordPress
0 notes
cafrandeorg · 8 years
Text
Suskunluk: Biz kadınlar çok uzun bir sessizlikten geliyoruz - Sheila Rowbotham
Suskunluk: Biz kadınlar çok uzun bir sessizlikten geliyoruz – Sheila Rowbotham
Dilin belli bir gücü vardır. Dil, egemenlik kurma araçlarından biri­sidir. Üst konumundaki kişilerce özenle korunur; çünkü dil, onların üs­tünlüklerini korumalarını sağlayan yollardan birisidir. Eski günlerde, kabahat yapanın dilini kesiverirlermiş; şimdi ise kullanmaması koşuluyla  ki­şinin kendisinde kalmasına izin veriyor… (more…)
View On WordPress
0 notes
cafrandeorg · 8 years
Text
Emma Goldman: Bedelini ödemeden, dibini görmeden hayatın doruklarına asla ulaşamasınız
Emma Goldman: Bedelini ödemeden, dibini görmeden hayatın doruklarına asla ulaşamasınız
Anılarımı yazmam konusunda çevremden gelen ısrarlar daha hayata henüz adım atmışken başlamış ve yıllarca sürmüştü. Ne var ki ben o zamanlar bu ısrarları hiç önemsemedim. Hayatımı dolu dizgin yaşarken yazmaya ne gerek vardı? Ayak diremenin bir başka nedeni de, fırtınanın orta yerindeyken yazmanın doğru olmayacağı düşüncesinde olmamdı. (more…)
View On WordPress
0 notes
cafrandeorg · 8 years
Text
Yazmak Eyleminin Kadınları - Temel Demirer
Yazmak Eyleminin Kadınları – Temel Demirer
Alexandre Dumas’nın tabiriyle, “Gecenin karanlığında güneşi pencerene çizebilmek,” [1] dik durabilen özgür insanlara özgü bir haslettir… Eğer bir özgür toplum yaratılacaksa, bu ancak dik durabilen özgür insanların ısrarıyla yani Paul Goodman’ın, “Özgür bir toplum, eski düzenin yerini ‘yeni düzen’in alması olamaz. Özgür bir toplum, özgür eylem alanlarının toplumsal yaşamın çoğunu oluşturuncaya dek…
View On WordPress
0 notes