Tumgik
#Sırp
cagdasyatirim · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Bakın şu sıralar ortalıkta gezen bu poster aslında İnönü ve Mustafa Kemal Türkiye’sinin altını oymaya çalışan KÖTÜ insanların yalanı!
Bu posterin altında ise fotoğrafın aslı ve nerede çekildiği var;
Aslında bu fotoğraf 1. dünya savaşında Avusturya-Macaristan askerleri tarafından infaz edilen sırp gerillalarına ait. Basit bir internet araştırması ile fotoğraf hemen çıkıyor.
3 notes · View notes
bunedycom · 2 years
Text
Balkanlar'da kriz büyük: Sırbistan, Kosova'ya girmek için KFOR'a başvurdu
Balkanlar’da kriz büyük: Sırbistan, Kosova’ya girmek için KFOR’a başvurdu
Sırbistan Radyo ve Televizyonu (RTS), NATO’nun Kosova Gücü’ne (KFOR) 1,000 kadar Sırp ordu ve polis mensubunun gönderilmesi için başvuru yapıldığını duyurdu.  Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, kararın gerginliği azaltacağına inandığını ifade ederek, “Kosovalı Sırpların korunması ve sınır geçişlerindeki kontrolün sağlanması adına önemli olduğu kanaatindeyim” dedi.  Kosova Cumhurbaşkanı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
selcandy · 12 days
Text
*geyik muhabbeti*
Bu deyimin nereden türediği bilinmemekle birlikte her biri akla yatan çok tatlı hikayeleri var. Örneğin;
- Avcılığın yaygın olduğu dönemlerde avcılar “ben şu kadar geyik avladım,” “oo sen o kadarcık mı, ben de şu kadar geyik avladım” gibi abartılı ve gerçeği yansıtmayan muhabbetler döndürürmüş kendi aralarında. Bu nedenden ötürü o günlerden bugüne boş muhabbete geyik muhabbeti denirmiş.
- Ren geyikleri kışın çok üşüdüklerinde birbirlerine sokulmak ve ısınmak isterlermiş ama boynuzları buna engel olurmuş. Isınamadıkları için birbirlerine yakın mesafede dursalar da çeneleri titrermiş. Uzaktan bakılınca konuşuyorlarmış gibi göründükleri ama aslında ortada kayda değer bir muhabbet olmadığı için geyik muhabbeti buradan türemiş.
- Geyiklerin çiftleşme dönemi gelince erkek geyikler kendi dişilerini korumak için diğer erkek geyiklere böğürürlermiş. Çoğu zaman iki erkek geyiğin karşı karşıya gelip gün boyunca sergiledikleri bu boş boş bağırma olayı, insanlar arasındaki boş konuşmalara da geyik muhabbeti denmeye başlamasına yol açmış.
- 1909’da Bulgar ve Sırp çetelerinin isyanlarını bastıran Resneli Niyazi’ye kutsanmış dişi bir geyik hediye edilmiş. Sonra Resneli’yi ve geyiği görme şansına erişen vatandaşlar, henüz görememiş olanlara bu olayı anlatırken üstüne binbir türlü hikayeler eklemiş, abartmışlar. Geyiği doğaüstü bir varlık gibi betimlemişler. Bu da zamanla altı dolu olmayan muhabbetlere geyik muhabbeti denmesine neden olmuş.
Böyle böyle bir sürü hikayesi var, çeşitli kaynaklarda en çok ağırlık verilenleri bunlar. Sizce hangincisidir, bence ilkincisidir 😅
27 notes · View notes
ertan2618 · 1 year
Text
Tumblr media
◾Dünyadaki en yüksek fahişelik oranları:
1-Tayland (Budizm)
2-Danimarka (Hıristiyanlık)
3-İtalyan (Hıristiyan)
4-Alman (Hıristiyan)
5-Fransız (Hıristiyanlık)
6-Norveç (Hıristiyan)
7-Belçika (Hıristiyan)
8-İspanya (Hıristiyanlık)
9-İngiltere (Hıristiyanlık)
10-Finlandiya (Hıristiyan)
◾Dünyadaki en yüksek hırsızlık oranı:
1-Danimarka ve Finlandiya (Hıristiyan)
2-Zimbabwe (Hıristiyan)
3-Avustralya (Hıristiyan)
4-Kanada (Hıristiyan)
5-Yeni Zelanda (Hristiyan)
6-Hindistan (Hinduizm)
7-İngiltere ve Galler (Hıristiyan)
8-ABD (Hıristiyan)
9-İsveç (Hıristiyan)
10-Güney Afrika (Hıristiyanlık)
◾Dünyanın en yüksek alkol bağımlılığı:
1) Moldovya (Hıristiyan)
2) Belarus (Hıristiyan)
3) Litvanya (Hıristiyan)
4) Rusya (Hıristiyan)
5) Çek Cumhuriyeti (Hıristiyan)
6) Ukrayna (Hıristiyan)
7) Andorra (Hıristiyan)
😎 Romanya (Hıristiyan)
9) Sırp (Hıristiyan)
10) Avustralya (Hıristiyan)
◾Dünyadaki en yüksek cinayet oranı:
1-Honduras (Hristiyan)
2-Venezuela (Hıristiyan)
3-Belize (Hıristiyan)
4-El Savador (Hıristiyan)
5-Guatemala (Hıristiyan)
6-Güney Afrika (Hıristiyanlık)
7-Saint Kitts ve Nevis (Hristiyan)
8-Bahamalar (Hıristiyan)
9-Lesotho (Hıristiyan)
10-Jamaika (Hıristiyan)
◾Dünyanın en tehlikeli çeteleri:
1. Yakuza (din yok)
2-Agberus (Hıristiyan)
3-Wah Singh (Hıristiyan)
4-Jamaika Patronu (Hıristiyan)
5-Primero (Hıristiyan)
6. Aryan Kardeşliği (Hıristiyan)
◾Dünyanın en büyük uyuşturucu çeteleri:
1-Pablo Escobar - Kolombiya (Hıristiyan)
2-Amado Carrillo - Kolombiya (Hıristiyan)
3-Carlos Leider Germain (Christian)
4-Griselda Blanco - Kolombiya (Hıristiyan)
5-Joaquin Guzman - Meksika (Hristiyan)
6-Rafael Caro - Meksika (Hristiyan)
👉Sonra #İslam dünyadaki şiddet ve terörün sebebidir deniliyor ve inanmamızı istiyorlar.
Birinci Dünya Savaşı ' nı kim başlattı?
Müslümanlar değil..
İkinci Dünya Savaşı'nı kim başlattı?
Müslümanlar değil..
20 milyon yerli Avustralyalıyı kim öldürdü?
Müslümanlar değil..
Japonya 'da Nagasaki ve Horshima' ya kim nükleer bomba attı?
Müslümanlar değil..
Güney Amerika ' da yaklaşık 100 milyon kızılderili'yi kim öldürdü?
Müslümanlar değil..
Kuzey Amerika ' da yaklaşık 50 milyon kızılderili'yi kim öldürdü?
Müslümanlar değil..
Kim 180 milyondan fazla Afrikalıyı Afrika kölesi olarak kaçırdı, % 88 ' si öldü ve okyanuslara atıldı?
Müslümanlar değil..
Terörün veya terörün başlangıcı gayrimüslimler tarafından tanımlanmalıdır.
Müslüman olmayan bir terörist eylemi yapıyorsa suçtur ama müslüman tarafından işleniyorsa terörizmdir..
Çifte standart bırakılmalı.
O zaman sözlerimin hedefine ulaşabilirsin.. İslamımla gurur duyuyorum.
Müslüman olduğum için gurur duyuyorum.
İslam dinini terörizmle bağdaştırmak, kendi terörünü saklamaktır.!
ALINTI..
111 notes · View notes
duralp-99 · 2 months
Text
👏ES-SELÂM👏 🇹🇷 EY ŞANLI TÜRK OĞLU 🇹🇷
Tumblr media
🗣️Kadıköy Moda Sahilinde balon mu patlatıyon, bu ne rahatlık demiş birisi.
▪️Bir diğeri ekmek almaya giderken olimpiyata uğrayan Türk demiş. Yabancı yorumculardan biri Türkiye Olimpiyatlara hitman yani suikastçı, tetikçi gönderdi demiş😁
◾️Evet, o bir Türk, o bir Asker, o bir Jandarma.
•••✍️Sırp rakibi bulanıklığı önlemek için ilave lens, daha fazla hassasiyet için ana lens, ortam gürültüsünü susturmak için kulak koruyucuları takarken O bunlara gerek duymadı. Geldi, vurdu ve madalyayı aldı. Gurur duyduk, onur duyduk teşekkür ederiz komutanım. 🇹🇷
Yusuf Dikeç
Tumblr media
AŞKLA, GÜVENLE, DUAYLA.. 🌹💙🍀🌹💙🍀🌹💙🍀🌹
30 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 3 months
Text
‘Soyadı özgürlüğü’ mü ‘soysuzlaştırma projesi’ mi?
“Herkesin ailece anılmasına yarayan öz adından sonraki adı, aile adı, aile ismi, soy ismi.”
TDK,  “soyadı”nı böyle tarif ediyor.
Soyadını tarihte ilk kez, bundan beş bin yıl önce “Çinliler” kullandı.
Avrupa’da ise “Romalılar” aile isimlerine göre soyadını belirliyordu.
Soylular, mensubu oldukları hânedânın, hâkim oldukları bölgenin, hatta oturdukları şatonun ismiyle anılırken…
Diğer insanlar yaptıkları hizmet veya meslekleriyle tanınıyordu.
Bugünkü şekliyle soyadı kullanımının Avrupa’daki öncüsü İngilizler oldu.
Sırp, Hırvat, Leh, Çek gibi Slav toplulukları ile Yunan, Romen, Boşnak gibi Balkan halkları da soyadlarında “oğlu”, “çocuğu” manasına gelen veya “meslek” bildiren ekler kullandı.
Araplar ise soyadı kullanmak yerine;
“oğlu, babası, mesleği, kabilesi ve memleketiyle anılmayı” tercih ediyorlardı.
 “Yiğit lâkabı ile anılır” atasözünden de anlaşılacağı üzere, Türkler;
“babalarının verdiği isim, kazandıkları lakap, mevki ve memleketleriyle” bilinirdi.
Mesela!
Fatih Sultan Mehmed’in unvanı “Sultanü’l-barrayn ve hakamül’l-bahrayn…”
Yani;
“Anadolu, Rumeli ile Karadeniz-Akdeniz’in Sultanı” idi.
*
Dünyada ilk “soyadı kanunu” 1787 yılında, Yahudileri asimile etmek için Avusturya’da çıkarıldı.
Kanun, Yahudilerin “Almanca” isimler ve soy isimleri almasını zorunlu kılıyordu.
Hali vakti yerinde olanlar rüşvet karşılığında “çiçek” ve “kıymetli taş” anlamına gelen güzel soyadları alırken…
Fakir Yahudilere “eşek kafası”, “yankesici” gibi soyadları layık görülüyordu.
Avusturya’nın ardından dünyada “soyadı kullanmanın kanunla dayatıldığı” ikinci ülke Türkiye oldu.
“İmparatorluk”tan “ulus devlet”e geçmekle “yeni bir millet yarattıkları” vehmine kapılan CHP’liler, halkın geçmişiyle bağını koparmak için “Harf Devrimi” ve “Kılık-Kıyafet Devrimleri”nin yetmeyeceğini düşünmüş olmalılar ki, 1934’te “Soyadı Kanunu” yürürlüğe soktular.
Kanuna göre; her Türk vatandaşı bir “soyadı” almaya mecbur tutuluyordu fakat
“aile ve memleket isimleri, hoca, hafız gibi unvanlar” ve “Osmanlıca kelimelerin” kullanılması yasaktı.
Böylece, geçmişe dair bütün kültürel, dinî, ideolojik bağlar koparılmış oluyordu.
Soyadı Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle aristokrat geçinen kalburüstü kesim, kendi aile isimlerini tescil ettirirken…
Tıpkı Avusturya’nın Yahudilere yaptığı gibi, CHP tek parti diktası da ayak takımına;
“Ördek, Kör, Camuz, Ahmak, Çakal, Armut, Davul, Yosma” gibi, onları aşağılayan soyadlarını verdi.
“Milletin Efendisidir” dedikleri köylülere ise;
“Karakoyun, Danabaş, Malak, Rençber, Semerci, Küfeci” gibi soyadları layık görüldü.
Örneğin…
Trakya gezisine çıkan Mustafa Kemal, bir iki kez sözüne karıştığı gerekçesiyle kızdığı Salih ismindeki köylüyü; “Sus bire Şirret adam” diye fırçaladığı için, “Köylü Salih”e “Şirret” soyadı verildi.
Bu arada ne kadar hamaset meraklısı ve asimile edilmek istenen etnik köken varsa onlara da içerisinde “Türk” ibaresi bulunan soyadları dayatıldı.
Atatürk’ün gönderdiği topçu birliklerince evi bombalanan DEM Partili Ahmet Türk’ün dedesi “Oduncu Hacı Sinan”a, ceza alarak bizzat Mustafa Kemal tarafından “Türk�� soyadı verildi.
Tabii bir de Atatürk’ün elinden soyadı almak için kıyasıya mücadele eden seçkinci bir zümre vardı.
İsmet Paşa’ya “İnönü..”
Türkiye'nin ilk dünya güzeli Keriman Halis’e, “Ece..”
Emekli banka müdürü Berç Keresteciyan Efendi'ye, ‘‘Türker…’’
Günümüzde kullandığımız alfabeyi hazırlayan Ermeni dil bilgini Agop Martayan'a, “Dilaçar” soyadı bizzat o sıralar elinde sözlükle dolaşan Mustafa Kemal tarafından verildi.
Babası haham olan “Moiz Kohen” adlı Yahudi de bu kanundan faydalanarak “Munis Tekinalp” adını ve soyadını aldı.
*
Görüldüğü üzere, insanların “soylarını” ve “köklerini” belirtmesi gereken “soyadları” tam bir asırdır “Türkiye’de geçmişinden kopuk yeni bir nesil vücuda getirmek” için kullanıldı.
Bunun gerçekleştiğini görenler, şimdi kirli planın ikinci safhasına, yani “aileyi parçalama aşamasına” geçti.
CHP ve avaneleri ile feminist oluşumların baskısıyla, evlenen kadına kocasının soyadını almasını zorunlu kılan “Medeni Kanun’un 187. Maddesi” AYM tarafından iptal edildi.
28 Ocak 2024’e yürürlüğe giren iptal kararıyla, bu tarihten sonra evlenen kadınların diledikleri soyadını kullanmalarının önü açıldı.
“Kuşaktan kuşağa geçen ad” olan ve “aile adı” olarak kullanılan soyadı zorunluluğunun ortadan kalkmasıyla ailenin en önemli bağı koparılırken…
Çocuklar da anne-baba soyadı arasında tercih yapma riskiyle karşı karşıya kaldı.
Tabii bu uygulama ile eşler arasında “çocuğun hangi soyadını kullanacağı tartışmasının” da önü açıldı.
Soy bağının tehlikeye düştüğünü gören AK Parti, Meclis’e gelmesi beklenen “9. Yargı Paketi” ile AYM’nin yaptığı bu tarihi hatayı düzletmek için önemli bir adım attı.
Seçilmesi halinde ilk icraat olarak 24 saat içeresinde aileyi dinamitleyen “İstanbul Sözleşmesi”ni geri getirme vaadinde bulunan CHP ve avaneleri, sanki ortada bir zulüm varmış gibi, “Koca soyadı geri geliyor” diyerek, ortalığı ayağa kaldırdı.
Koca soyadını kullanmamayı “Kimlik mücadelemiz, var olma mücadelemizdir" diye nitelendiren CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, önceki gün “Bu hukuksuzluğu kabul etmiyoruz” diyerek teklife karşı çıktı…
“Bu zihniyet kadını bir birey olarak görmüyor. Kadını sadece aile kavramı içine hapsetmek istiyor” şeklinde ifadelerle AK Parti’yi hedef aldı.
“Koca” ile “evlatları” içinde barındıran “aile kavramı” niye “anne”ye hapis oluyor, izah etme gereği bile duymadı.
Çünkü niyetleri belli…
Önce “soyadı kanunu” ile bizi geçmişimizden kopardılar. İnsanlar artık en fazla dedesinin ismini sayabiliyor.
Şimdi de;
Belli bir ailenin bireylerini diğer ailelerin bireylerinden ayırmaya yarayan ve soy bağının doğru bir şekilde tespit edilmesini ve kaydedilmesini sağlayan “soyadı birlikteliğini” yerle yeksan etmek istiyorlar.
Güya “özgürlük” kisvesiyle, “aile” ve “sülale” aidiyeti olmayan nesiller yetiştirmeyi amaçlıyorlar.  
Uzmanlar bunun bir “soysuzlaştırma” projesi olduğunu söylüyor.
Üç-dört kuşak sonra neler olabileceğini düşündüğünüzde, bu söz kulağa hiç de mantıksız gelmiyor.
Dolayısıyla, 11 Temmuz’da Meclis’e gelmesi beklenen “9. Yargı Paketi” oldukça önem arz ediyor.
*
Bu arada…
Yaklaşan tehlikeyi 1400 yıl önce fark eden Peygamber Efendimiz (sas) bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyuruyor:
“Akrabalık ilişkilerinizi sürdürebilmeniz için neseplerinizi (sülâlenizi) tanıyın. Çünkü akrabalık bağlarının canlı tutulması ailede sevgiyi güçlendirir.”
Haber 7 Yazarı : Zekeriya SAY 08.07.2024 08:38
25 notes · View notes
dominadespina · 8 months
Text
BEST OF BOTH WORLDS
Tumblr media
Depiction of Despina Hatun on one of the stained glass windows in placed on the north facade of St. George Cathedral in Novi Sad.
Created in 1902 by Hungarian artist Imre Zseller ( 1878-1959).
The stained glass depicts Despina Hatun holding a cross; showing her devotion to her faith. Something interesting and catching about her attire is that adding to her simple Serbian clothing she also has a golden turban adorned on her head; depicting her liaison to both the Lazarevic and Osman Dynasty.
( Source: Osmanlı Sarayı’nda Bir Sırp Prenses: Mileva Olivera Lazarevic by Mustafa Çağhan Keskin )
7 notes · View notes
birguzelllincirkini · 23 days
Text
"evleri,binaları biz inşa ederiz Türklerde yıkar"
Sırp Atasözü
4 notes · View notes
savasbitti · 27 days
Note
merhaba,
ismet özel'in şiirlerini ziyadesiyle seven fakat kişiliğinden hoşnut olmayan, fazla kibirli bulan, özellikle türklük gibi konulardaki görüşlerine hiç katılmayan bir kesim var. entelektüel birikiminizden cesaret bularak sormak istediğim bir soru, sizin ismet özel hakkındaki düşünceleriniz nelerdir acaba?
merhaba, ismet özel ziyadesiyle iyi bir şair, bu tartışmaya kapalı bir konu gerçekten. hatta birçok kişi tarafından "yaşayan en büyük türk şairi" diye geçiyor. geçmişten beridir sert bir dile de sahip. bu müslüman olmasından öncesine ve sonrasına da yansıyor. kendisi dönemin gerekleri neyse onu savunduğunu söylüyor. düşünceleri hakkında katıldığım noktalar da var katılmadığım noktalar da. türklük konusundaki bakış açısı daha çok avrupa'nın türklere nasıl baktığıyla ilgili diye düşünüyorum. bosna savaşı bunun en önemli örneklerinden birisi. katledilen halk boşnak olmasına rağmen sırp kasabı diye anılan ratko mladić "türklerden öcümüzü aldık" diye bir cümle kuruyor. aslında burada kastettiği müslümanlar. avrupa'nın daha çok türk=müslüman gibi bir bakışı var ama ismet özel'in türk tarihini, islamiyet'in kabulünden sonra başlatmasına katılmıyorum.
3 notes · View notes
bunedycom · 2 years
Text
Kosova-Sırbistan arasındaki barikat sorunu 3 gündür devam ediyor
Kosova-Sırbistan arasındaki barikat sorunu 3 gündür devam ediyor
Sırp kökenli eski polis memuru Dejan Pantic’in gözaltına alınmasına tepki göstermek amacıyla 10 Aralık’ta Kosova’nın kuzeyindeki Jarinje ve Bernjak sınır kapılarına giden yollara barikat kuran Kosovalı Sırplar, bölgedeki nöbetlerini bugün de sürdürdü. Araçlarla yolu kapatan barikatlara ilişkin açıklama yapan Kosova polisi, kuzeyde durumun aynı olduğunu, sınır kapılarının kapalı kalmaya devam…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yalnzardc · 2 months
Text
SULTAN I. MURAD
Doğum tarihi kaynaklarda 1326, ölüm tarihi 1389 olarak geçmektedir.
Babası Orhan Gazi, annesi Nilüfer Hatun'dur.
I. Murad'ın 1360-1389 yılları saltanat müddetidir.
Bursa çevresinde sancak beyliğine tayin edilip tecrübe kazandı.
1362 Mart ayında 35-36 yaşlarında Osmanlı padişahı olarak tahta çıktı.
Sultan I. Murad Han, teşkilatlanma çalışmalarına hızverdi. Fütuhatın gelişmesi sebebiyle şer'i işlere bakmak ve hükümdarlarla seferlerde bulunmak ve aynı zamanda ilmiye sınıfının en yüksek derecesi olmak üzere, kadı askerlik (kazaskerlik) makamını ihdas etti.
Karaman oğulları konya önünde Osmanlı ordusuna karşı mağlup oldu. Alauddi bey konya kalesine sığınmış ve muhasara sonucu zevcesi olan sultan 1.Muradın kızını aracı göndererek sulh istemiş ve affedilmiştir.
Oradan Beyşehir üzerine giden 1.Murad orayı da alıp buraya döndü.
Osmanlıya karşı ilk haçlı savaşı Papa V. Urban'ın tertip ve teşvikiyle Avrupa'nın en büyük devletlerinden biri olan Macaristan Krallığı etrafında, Sırbistan Krallığı, Bosna Krallığı, Eflak Romanya Prensliği gibi Balkan devletleri toplandığı nokta, bu haçlı ordusunun başkumandanı da Macaristan Kralı V. Layoş oldu.
Bu haçlı ordusunun sayı olarak Barak kuvveti bazı tarih yazarlarının verdikleri bilgiye göre 60.000 bazılarına göre de 100.000 kadardı.
Haçlılar, Osmanlıların elinde bulunan Filibe'yi geri almışlar. Osmanlı topraklarına girmişler sonra Sırp dağı adı verilen çirmen menkiinde ordugah kurmuşlardı.
O sırada 1.Murad Han biga Kalesini kuşatmıştı.
On bin kadar kuvveti ile Hacı İlbey keşif için memur edildi. Hacı ilbeyn gece baskını ile zaten sarhoş durumda olan haçlı ordusunu bertaraf etti.
"I. Murad döneminde Lala Şahin Paşa, Paşa Köstendil, Evrenos Bey ile Gümülcine, Borla, İskeçe ve Marolya kasabaları alındı."
"Vezir Kara Halil, Hayreddin Paşa ile de Kavala, Draman, Zihne, Makedonya ve Sırp Krallığının mühim şehirlerinden olan Serez ve Karaferye'yi fethetti."
Kara Timurtaş paşa samavok dan başlayarak manastır vr pirlepetyi almıştı. 1386 da sirbitana girerek niş'i fethetti
Sırp prensleri ve mahalli prensler harekete geçerek 1388'de Morova kıyısındaki Ploçnik'te Timurtaş Paşa'yı mağlup ettiler. Bu Türklere karşı kazanılan ilk Hristiyan zaferiydi.
Balkan milletlerinin ittifakı sonucunda, Sultan I. Murad Han'ın emrindeki Osmanı ordusu ile Sırbistan Kralı Lazar'ın kumandanı bulunduğu müttefik haçlı orduları arasında Sırbistan, Kosova mevkiinde 20 Haziran 1389 tarihinde yaptıkları bu büyük savaşa, Osmanlı tarihinde I. Kosova Meydan Muharebesi denilmektedir.
5 saatlik bir savaştan sonra Kosova artık Osmanlı toprağı idi. Savaştan sonra 1.Murad han savaş meydanında dolaşırken şehid edildi ve Bursa'da Çekirge semtinde Murad Hüdavendigar Camii karşısına defnedildi.
27 yılda 37 muharebede bulunup hiçbirinde yenilmeyen namağlup unvanını almıştır.
1.Muradın Kişiliği, Şahsiyeti ;
Tarihi kaynaklara göre Sultan II. Murad Han; orta boylu, yuvarlak yüzlü, ince burunlu, boynu uzun, parmakları iri ve enli, sakalı sık değil, cesur, disiplinli, babasından daha sert, hiddetli, hareketlerinde süratli bir hükümdar idi.
Babasından devraldığı 95 bin km² Toprakları 500 bin km²'ye çıkardı. O din farkı gözetmeden tebaasına karşı şefkatli ve merhametli idi."
5 notes · View notes
mehmeteygul · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Felekten Bir Tatil ve Onun Kısa Hikayesi
Aldığım plansız ve ani kararlar büyük sürprizlerle dolu olabiliyor; Bosna'ya gidişte bunlardan birisi. Hayatımızda daha önceden hayal edip daha sonradan gerçekleştirdiğimiz planların geç de olsa gerçekleşmesinin verdiği haz ise tarif edilemez.
Daha uçaktan iner inmez mükemmel bir hava ve alabildiğine yeşil ortam hem gözümü hem de İstanbul'da karbonmonoksit dolmuş olan ciğerlerimi ferahlattı. Şehir merkezine giderken ara yollardan yazlık diye tabir edebileceğimiz evlerin yanından geçerek troleybüse bindik. Takribi 15 dakikalık bir yolculuktan sonra konaklayacağımız eve vardık. Tahminimce 100 senelik olduğunu düşündüğüm apartmanın döner merdivenlerinden 2. kata çıktık. Giriş kapısı demir korkuluklu ve onun ardında bir tahta kapıdan geçerek daireye giriş yaptık. Dairenin içi yüksek tavanlı klasik Sovyet mimarisinde yapılmış bir yerdi. Bavulları bırakıp "aç ayı oynamaz" felsefesiyle çıktık Saraybosna'nın sokaklarına. Başçarşı'nın sokaklarında yürürken bir dükkandan nefis kokular geldi; burun direkt olarak beyne "burası değilse neresi" mesajını iletti ve girdik içeri. Tezgahtar ablamıza "Ćao, kako ste? Možemo li dobiti dvije lepinje?" (Merhaba, nasılsınız? İki tane lepinja alabilir miyiz?) dedik. Sıcacık yuvarlak ekmek içinde kuru et ve yanında lezzeti damağımda kalan kaymak geldi. Bir güzel karnımızı doyurduktan sonra tekrar çıktık sokaklara. Binalar çok eski ve mimari yönünden mükemmeldi. Bazı binaların üzerinde hala savaş zamanından kalan mermi izlerini görmek mümkündü. Neden onarılmıyor diye sorduğumda, savaşın verdiği zararı unutmamak ve tarihi hafızayı canlı tutmak amacıyla olduğu cevabını aldım. Favori yerlerimden birisi ise "Pekara" denen fırınlar oldu; satılan ürünlerin iç malzemeleri o kadar doluydu ki ısırdığım kruvasanın çikolatasını üstüme döktüm. Miljacka Nehri'nin kenarından yürüyerek Latin Köprüsü'ne ulaştık. Meşhur 1. Dünya Savaşı'nın başladığı, Franz Ferdinand'ın Sırp milliyetçisi tarafından suikastla öldürüldüğü köprü. Köprü üzerinde bir dakika durup o anı canlandırdım kafamda. Tekrar devam ettik yürümeye; köprülerin demir korkuluklarına takılmış, üzerinde isim ve tarih yazılı asma kilitler dikkatimi çekti. Merakımı yenemeyip sordum: bu kilitler neden var? Neden insanlar buraya kilit takıyor? Cevap olarak bunun bir ritüel olduğunu, aşkların ölümsüzlüğünü ve sonsuzluğunu, kişilerin birbirine bağlılığını temsil ettiğini aldım. Asma kilidi takıp anahtarı nehre atıyorlarmış. Yine devam ettik nehir boyunca yürümeye, karşımıza mimari yapısına hayran kaldığım sanat fakültesi çıktı. Bir iki fotoğraf çekilip yine yola devam ettik. Dikkatimi çeken bir diğer şey, AVM girişlerinde ya da diğer yerlerde güvenlik görevlisi olmamasıydı. Zaten karşılaştığım polis sayısı da bir hayli azdı. Bunu hem güvenli bir yer olmasına hem de nüfus bakımından küçük bir yer olmasına bağladım. Toplam nüfusu 3,5 milyon olan bir ülke ki sadece İstanbul'un nüfusu bunun 6 katı. Gün sonunda saat 23:45 sıralarında ayaklarımıza kara sular inmiş, zaman mekan kavramını kaybetmiş şekilde attık kendimizi eve.
Sabah olduğunda kiraladığımız araç ile düştük Jajce yoluna. Yaklaşık 3 saat süren yolun her bir kilometresi ayrı güzellikler taşıyordu. Yol boyunca bize eşlik eden nehir, dağların yamaçlarına tutunmuş çam ağaçları, irili ufaklı çiftlikler ve onların küçük bahçeleri, bahçelerin içinde çeşitli ağaçlar. Pliva Şelalesi'nin kenarına geldiğimizde içimizi bir ferahlık kapladı. Şelaleden akan su gibi dert ve tasalarımız bir bir akıp gitti.
Sular o kadar soğuk ve temizdi ki bulduğum her akarsu ya da çeşmeden şifa niyetine su içtim. İrili ufaklı birçok gölet ve buralarda yüzen yeşil başlı gövel ördekleri de unutmamak lazım. Tabii ki, yerel yemekleri denemekten geri durmadım. Dönüş yolunda, Travnik isimli küçük bir şehre uğradık. Cami ve kiliselerin karşılıklı yapılmış olması ve camilerin minarelerinde Osmanlı sancaklarının asılı olması dikkatimi çeken başka bir durum oldu. Şehir o kadar sessiz ve sakindi ki, akşam saatlerinde merkezdeki ana caddeler araç trafiğine kapanıyor, yollar insanların yürüyüş yolu oluyordu.
Sonrasında, 1851 yılında yapılan tarihi bir kahveci olan Lutvina Kahva'ya uğradık. Zamanında yerel halkın buluşma mekanı olan bu kahveci, hala gözde yerlerden biri. Ayrıca kahve sunumları ve tatlıları da çok hoştu. Hava karardığında Saraybosna’ya dönüşe geçtik. Gidişteki o tat, o güzellik; havanın kararmasıyla etrafı izleyemeyişimiz ve bastıran yağmurla beraber pek tat vermedi. Başkentte geçirdiğimiz bir günün ardından dönüş vakti diyerek havalimanının yolunu tuttuk.
Bir başka ülkede, yeni deneyimlere diyerek ve buraya bir şarkı bırakarak bu postu sonlandırıyorum.
dinlemek için Tık🎶
Sağlıcakla kalın…
2 notes · View notes
palermoo7 · 6 months
Text
Dün ne öğrendim;
Metin cihan'ın memleketimden olduğunu , jack london'ın sular gibi akan sürükleyici dilini çok özlediğimi, aşık olduğunda durgun, duygusuz ve kaskatı kesildiğini. Bir güvenlikcinin insanlara yardım etmesi işyerinde rüşvet aldığı iddialarına ve dedikodularına neden olması ve sonrasında müdür tarafından böyle birşey varmış gibi uyarıldığını , dil öğrenme isteğinin icimde bitmeyen fırtınasını, turkiyede önemli mesleklerin memurluk sığlığı içinde pasifize edildiğini daha çok farkettiğimi, birey olmanın zihinde ve hayal dünyasında uçsuz bucaksız bir özgürlük alanı olmasını, bireyin istediği müddetçe değiştirme gücünün benzersizligini , milli baskının aslında bir pazar sorunu olduğunu , netanyahunun dedesinin bir sırp olduğunu daha o zamanlar israile yerleştiğini, burnundan fitil fitil getirmek deyiminin evliya çelebinin bahsettiği bir işkence yöntemi olduğunu öğrendim.
4 notes · View notes
kelamhanee · 1 year
Text
#Srebrenica 'ya ithafen...
SUS SUZAN
/Zaman ki facia satan bir bezirgân
Onun bir küfesinde hüzün
Bir küfesinde ölüm satılır Suzan/
Barış kokulu bir coğrafyada doğmuştun Suzan
Gül yetişmezdi belki bahçende ama
Doğuda biten güllerin kokusu
Güneşle birlikte gelirdi Neretva’nın kıyılarına
Yeşilin her tonu barış kokar
Sen kardeşlik kokardın Suzan
Katolik evlerde kahvaltılar yapılır
Köşede birbirine komşu cami ile kilisenin
ortasındaki sokakta yapılırdı minyatür kale maçlar
Komşu Nega ablanın yaptığı minik sandviçleri yerken
Sana hep peynirli olanları verilirdi
diğerlerinde domuz eti var diye
Öyle ya Suzan
O zamanlar Mostar’ın aşağısındaki
hristiyan kasap amca bile
Aynı dolaba koymazdı
haram olanla helal olan etleri
Bir zaman geldi ki
Taş taşa yapmadı
insanın insana yaptığını
Kuzgun kuzgunluğundan utandı
Lahitinde Voyvoda,
Kalesinde İzabella utandı yapılanlardan
Zaman ki facia satan bir bezirgân
Onun bir küfesinde hüzün
Bir küfesinde ölüm satılır Suzan
Alçaklığın örtüsü örterken yalnızlığı
kalın bir gece gibi
Çaresizlik uçurumuna yuvarlandı kuşlar
ululuğun doruğundan
Muhammedi ezgilerle meyve veren
ağaçlar da yok artık
Önce rüzgâr kırdı dallarını
Sonra top sesleri döktü yapraklarını
Batıdan doğan batıl bir kin
Getirip silkti siyah bulutlarını başının üstüne
Sırtından bıçaklandın sen Suzan
Asırlardır birlikte yaşadığın
sırp denen vicdansızdan
Ah! Göz değdi inan dostluğun ormanlarına
Kan damladı Suzan
Neretva’nın soğuk sularına
Toprağa saçıldı gözlerinden
Elem bulutlarının getirdiği damlalar
Sonsuzlukları yardı rüzgârda çığlıkların Suzan
Anneni sürükleyerek götürürlerken ayaklarından
Yıktılar hayallerini bir anda
kızıl süngülerini takıp da minicik bedenine
Yaprak yaprak oldu ümitlerin Suzan
Istırap rüzgârının tarumar ettiği Dinar dağlarında
Ve küçük çocukları da
büyük kurşunlarla vurdular Srebrenica’da Suzan
Evladı can verirken kucağında
babalar da vuruldu alınlarından
Şimdi tecavüzlerle kirlenmiş
kaç anne tanır evladını parmaklarından
Gökyüzü yürekli kaç kadın teşhis eder efendisini sakalından, saçından
Sus Suzan ağlama daha sus!
Onca şehit anlatamamışsa müphem ölüm sebeplerini
Onca masum çocuk, onca tecavüz edilmiş kadın
Onca kayıp teşhis edilememişse hâlâ toplu mezarlarda
Ve onca evsiz terk ederken vatanını anlatamamışsa yaşadıklarını
Sen de anlatma ve ağlama, sus!
Yürekli, utanan, senin yaşadıklarını yaşamaktan korkmayan
Bir tek Kâhtan kalmadıysa yeryüzünde İbrahim soyundan
Anla artık Suzan bekle ve sus…
Herkes zamana bırakırken öfkesini
Zaman kendine bırakılanı kusuyor
Kayan yıldızlar değil, şehirlerse
Yıkılan düşmanlık değil köprülerse
Sus Suzan ağlama artık
Benim ağlamama izin ver ve sus!
| Şener İşleyen
14 notes · View notes
oguzatayinruhu · 8 months
Text
Tumblr media
Saltburn (2023)
Bu haftaki filmimiz yeni izlediğim bir film ve bu filmi herkes beğenmeyebilir. Bir sırp filmi izlemiş biri olarak ben beğendim.
Filmde harika fotoğraflar var. Oyuncuları, ışığı ve mekanı çok iyi kullanılmış bir film.
Sosyopatça ve psikopatça öğeleri bol bir film. Toplumda "yanlış" görülecek pek çok konu filmin tiksinti öğesi olarak, filmde yer alıyor.
Zafere giden yolda çekilen çile kutsal mıdır? İyi ve kötü nedir? Varlıklı ve fakirin sınıfsal farkını kim belirliyor? Şeytanlar melek, melekler şeytan olabilir mi? Etik ikilemleri bolca filmde 3 4 tane rahatsız edici sahne var.
İzleyen gelsin konuşalım 🍀
6 notes · View notes
dominadespina · 8 months
Text
DESPINA HATUN IN FICTION II
Tumblr media
“Olivera; this blonde beauty of the Slavic race had a body as beautiful as Venus and coquetry as a Cleopatra (…) She was a woman with blond hair, blue eyes, a slim waist, and a nice figure. With this beauty of hers, she could have captured anyone she encountered. "Here was a great ruler who dominated the world, this woman's slave, the toy of her desires." Enver Benhan Sapolyo describes Bayezid's love for Olivera with these sentences. ---> Osmanlı Sarayı’nda Bir Sırp Prenses: Mileva Olivera Lazarevic by Mustafa Caghan Keskin.
Tumblr media
The novel that was release to the public in 1944 follows the usual hatred and scapegoating by Ottoman/Turkish historians to Despina Hatun. As always it starts with compliments towards her beauty and charms and ends with distain towards her person.
By comparing her to Cleopatra, Şapolyo draws attention to the false idea that like Cleopatra, Olivera used her beauty and flirtations to make a devoted slave out of Bayezid/Yildirim.
Cleopatra wasn't a seductress and neither was Despina Hatun. Both women were highly educated and had leading personalities that played in their favor during their times.
Cleopatra wasn't as beautiful as many believe, she was a scholar, a woman with a wise tongue, that's how she attracted. And though by the statements of many Turkish sources who often describe the beauty of Despina Hatun as ethereal. I do not believe that in a harem full of beautiful concubines, beauty is what kept Despina Hatun in high status in the eyes of Sultan Bayezid, even if she was the most beautiful and alluring during Bayezid's reign.
It ( her beauty ) might have attracted him to her, but beauty does only that. It attracts, it does not keep and maintain one's devotion to another, especially for 12 years.
------------------------------------------------------------------------------
Arriving at the end of the novel he ( Şapolyo ) finish his novel by making Despina Hatun turn into a seductress no longer interested in Bayezid. no no no, his version of Despina Hatun has her eyes set on a bigger target; Timur. Yes, the same man who could have possibly made her serve him half naked at a banquet during her captivity.
The heartbroken Bayezid spits in the direction of Despina's face (as one does) then calls her a b!tch (because why not just add that in) and then take his own life by drinking poison.
This novel like many Turkish beliefs about Despina Hatun scapegoat her for Bayezid's own demise. It ignores the trauma she suffered by not only her own humiliation but also her husband.
Overall the whole novel is yet again a scapegoat projects of Turkish writers. I woudn't read it, neither will I even think of spending money on it.
I'll give it a 1.5/10. 1 for decent scapegoating. 0.5 for imagination and creativity, it would have been a whole 1, but the plot has been done before.
2 notes · View notes