Tumgik
#Türk kalacak
alkimoberon · 4 months
Text
İlk Türk astronot Alper Gezeravcı ailesiyle buluştu
Aralarında ilk Türk astronot Alper Gezeravcı’nın da bulunduğu Axiom-3 ekibi geçtiğimiz günlerde Houston’a geldi. Gezeravcı ve beraberindeki diğer 3 astronot da yaklaşık bir hafta burada karantinada kalacak. Dönüş yolculuğu yaklaşık 48 saat süren Gezeravcı’nın ailesiyle buluşması böyle görüntülendi.
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
onderkaracay · 2 months
Text
Tumblr media
🎯 Anayasa Değişikliği Uyarıları 🎯
Türk ulusunun iradesi dışında Anayasa değişikliği yapmaya kalkan niyeti değerli komutanım Naim Babüroğlu'un tespitlerine bakarak çözebilirsiniz.
Bunun taşları Cumhuriyet Halk Partisi kullanılarak meclis aritmetiği oluşturularak döşendi.
CHP'nin tarihi ihanetini herkes anlamak zorunda kalacak.
İyi parti, gelecek, deva ve diğerlerine birde ırkçı terör destekli partiyi eklerseniz hepsi birlikte iktidar ile bir araya getirilmek istenecek.
Çünkü emperyalizmin projesi böyle talep ediyor.
İşte Türk ulusu bu projeyi ve tüm taşeronlarını tarihin çöplüğüne atacak.
Atmazsa kendisini tarihin çöplüğünde bulacak.
Bu kadar net.
Osmanlı hayranlığı bunun içindi.
Kamulaştırma yaparak üretim ve hizmet araçlarının Türk ulusu yararına devlete geçmesi dururken Anayasa dayatmaya kalkmayı izah edemeyiz.
Yine emperyalizmin projesinin bir parçası olan demografik yapı değişikliğini amaçlayan mülteci ve mürteci sorunu dururken, etrafımız savaşlar ile yangın yerine dönmüş iken saçını taramak olur.
Erken seçim talep edemeyen CHP hala bu projenin bir parçası olmaya devam ediyor.
Çünkü kendisinin katkısı ile sunulan meclis bu gücü kötüye kullanmak isteyenlere iştah kabartıyor.
Cumhuriyet çınarının kökünü kestirmek isteyen buna destek vermiş olur.
Cumhuriyet bitmiştir diyen İngiliz uşaklığı kazanır.
İngiliz uşağı olarak hizmete devam etmek isteyenler devlet yönetmeye sürdürülebilir sömürge adına oyuncu değişikliği yaparak devam ederler.
Hazırlıkları deşifre ettim.
Sermaye kazanır Türk ulusu bir daha geri dönmesi çok zor bir yola girer.
Tüm yetkiyi bir kişiye teslim ederken kendi iradesini ayaklar altına alarak us ve duyunc tutulması yaşayan toplum o gün gösteremediği basireti bugün göstermek zorundadır.
Aksi takdirde padişahı önceden hazır edilmiş yaratanın yeryüzünde hakim kılacağı mesih veya mehdi projesine de evet demiş olur kendi sonuna imza atarak. Halife bu kılıkla geri gelmiş olur. Mesih veya Mehdi Anadolu'dan çıkacak diye neden kendini yırtıyor cemaat ve tarikat amigoları.
Bu projeyi çöpe çoktan attık. Siz onu yeniden çöpten çıkarmaya mı destek olacaksınız?
Önder Karaçay
12 notes · View notes
maho0326 · 7 months
Text
Tumblr media
❤️♾
ATATÜRK’Ü DUYMAK
Ulu rüzgâr esmedikçe
Yaşamak uyumak gibi,
Kişi ne zaman dinç;
Dalgalanırsa bayrak bayrak gibi.
Ne var şu dünyada ekmekten daha aziz?
Sürdüğün tarlalara sevginle serpildik.
Ekmek olmak için önce
Buğday olmak gibi.
Silinir sözcüklerden sen hatıra geldikçe
Cılız sözler: Uzanmak, yorulmak, durmak gibi.
Kuvvettir yaptıkların her yeni yetişene
Her ışık kaynak gibi.
En yakınlar zamanla yüzyıllarca uzak gibi,
Bir sen varsın kalacak, bir sen ölümsüz,
Daha da yakınsın, daha da sıcak
Bıraktığın toprak gibi.
Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz,
Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi,
Ancak senin havanda sağlıklar esenlikler:
Olmaya devlet cihanda Atatürk’ü duymak gibi.
BEHÇET NECATİGİL
20 notes · View notes
okuryazarlar · 6 months
Text
Tumblr media
Türk futbolunda dün akşam utanç verici bir gece yaşandı.
Ankaragücü BaşkanıFaruk Koca, takımının Çaykur Rizespor ile oynadığı maçın bitiş düdüğünün ardından sahaya girerek müsabakanın hakemi Halil Umut Meler’e yumruk attı.
Saldırının ardından yere düşen Meler’in bir gözünün şiştiği görüldü, Koca'nın beraberindeki bazı kişiler yerdeki Meler'e tekme atarak saldırmaya devam etti.
Ülkede her şeyin çivisi çıktığı gibi sporda da tüm dünyaya rezil olduk dün gece.
"Eskiden öyle miydi? Artık rahat rahat doktor dövebiliyoruz.“ dan şimdi rahat rahat hakem dövebiliyoruza kadar geldi toplumsal şuursuzluk.
Korkarız ki adalet tesis edilmedikçe, nüfusu güçlünün kazandığı mağdurun mağduriyeti ile kaldığı bir ülkede bunlar yaşanmaya devam edecek.
Öğretmeni dövdüler, sessiz kalındı. Doktorları dövdüler, sessiz kalındı. Polisi dövdüler, sessiz kalındı şimdi de hakemi dövdüler. Yine sessiz mi kalınacak? Birkaç kınama mesajı ile geçiştirilecek mi? Göreceğiz.
Kurye Yunus Emre Göçer'e çarpan üçüncü sınıf Somali diktatörünün oğlunu elinden kaçıranlar, adaletsizlikle ülke vatandaşlarının hakkını savunamayanlar toplumun harcına nifak tohumu edenler şiddeti kendinden olunca göz ardı edenler, kadınlara şiddeti meşrulaştıranlar, hayvanları katledenlere ses çıkarmayanlar, doğayı talan edilmesine izin verenler nedeniyle ülkenin çivisi her alanda çıkmaya devam ediyor. Çünkü düzen bozuldu.
Dün gece siyasi nüfuslu bir kulüp başkanı kendinde o gücü bularak spor müsabakasında sahaya dalıyor ve hakeme şiddet uygulayabiliyor. Yandaş ve şakşakçıları destek oluyor, tribünler alkışlıyor. Şiddet sarmalı normalleşerek ülkeyi sarmaya devam ediyor.
Dolandırıcılar, fenomenler, rüşvetçiler, yolsuzlukla yolunu bulanlar, hırsızlar, halkı soyanlar, mafyatik çeteler, dini kullanarak halkı aldatanlar, holdingleşen tarikatler, doktor, polis, öğretmen dövenler, hayvanları ve doğayı talan edenler, ülkeyi mülteci deposuna çevirenler ve şimdi hakeme yumruk atan yöneticiler.
Olayların failleri hak ettikleri cezaları almadıkça, kamu vicdanı rahatlamadıkça, şiddet vandalizmi daha büyük şiddeti doğurmaya maalesef devam edecek ve ülkede adalet kavramı tabelada yazan bir kelime olarak kalacak.
Önde rDeniz Çavuşlar yazdı.
10 notes · View notes
judasizm1 · 15 hours
Text
Türkiye Cumhuriyeti laiktir, öyle kalacak.
#diamondtemayalnızdeğildir
Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti laiktir ve öyle kalacak. Bütün nüfusumuzu düşününce sayıları beyinsiz müritleriyle birlikte 500 bin dahi olamayan, "müslüman" dahi olmayan tarikatlar ve bop eşbaşkanı Atatürk ve laik Türkiye Cumhuriyeti ile savaşamak yerine son dualarını okusunlar. Bu kez bir amerikan eyaletine kaçamacaksınız, sizi bağımsız "Türk Adaleti" yargılayacak.. İhanetinizin bedelini ödeyeceksiniz...
Atatürk ve kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti düşmanı kim varsa benim düşmanımdır..
#Korkmuyoruz
#Buradayız
#VatanHainlerineİzinVermeyiz
#Yeter
#İhaneteDurDe
#DindarızDiyeGeldilerMüslümanDahiDeğilllermiş
2 notes · View notes
nefretim-kazand · 8 months
Text
Yüce Türk Milletinin Cumhuriyet bayramını en içten dileklerimle kutluyorum
Türkiye Cumhuriyeti nin kurucu lideri ilk Cumhurbaşkanımız ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere vatanı ve milleti için canlarını feda eden aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyor minnet ve şükranla anıyorum
BURADAYIM ŞİMDİ
Künyesi sinemde yazan Türk'üm ben
Kıssadan hisseyse Burdayım şimdi
Belki Altay larda başta börküm ben
Belki Ulubat la surdayım şimdi
Estergon kalesi Vardar ovası
Tuna ve Sakarya aşkların hası
Bu kılıç tutanın selam davası
Cepheden cepheye vurdayım şimdi
Yürek Tanrıdağı imanım Hira
Yiğitliği mertliği gel bende ara
Mazluma merhemim zalime yara
Koçak yüreğimle kardayım şimdi
Ne imiş Avrupa Birliği gardaş
Turan Birliğini kur otur bağdaş
Benim soydaşlarım benimle kandaş
Kürşad larla aynı yerdeyim şimdi
Bu şiiri sakın ha küçümseme
Türk süz beyinleri hiç benimseme
Hoşgörü sundum diye gülümseme
Eğer anlamazsan dardayım şimdi
Kalemin erbabı doğruyu yazar
Gafillere derin kuyular kazar
Kazdığı kuyular olur ya mezar
Edebi bozamam zordayım şimdi
Emperyal güçlü lanetli itler
Sınırlarımıza çekilsin çitler
Deler sineleri şanlı şehitler
Dilde dualarla BİR deyim şimdi
Bu kadim milleti herkes bilecek
Aziz Türk Milleti ebed kalacak
Gülnihâl böylece huzur bulacak
İstiklal marşında ordayım şimdi
VARLIĞIMIZ TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE
M.Kemal ATATÜRK
Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir Bunu elde etmek için kan döktük Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık İcabında müesseselerimizi müdafaa için lazım olanı yapmağa hazırız 1923....
19 notes · View notes
tferyal · 2 months
Text
Tumblr media
BÜYÜK TÜRK DESTAN KAHRAMANI URAL BATUR'UN ÖLMEDEN ÖNCE ÇOCUKLARINA ÖĞÜDÜ:
Çocuklarım dinleyin!
Size söylüyorum.
Dinle ülkem sana söylüyorum:
Er-aslan olsan da,
Batır (güçlü) bilekli doğsan da.
Ülke yürüyüp, ülke görmeyen,
Topuğuna kadar kana batmayan
(Ülkesi için savaşmayan, çalışıp yorulmayan)
Yürek batır (güçlü, bilge, cesur, yiğit, savaşçı) olamaz.
Namerde yoldaş olamayınız,
Keneşsiz (Meclissiz, kurultaysız, danışmadan, istişare etmeden) iş yapmayınız.
Oğullarım, kızlarım size söylüyorum:
Benim temizlediğim (size yurt kıldığım yerlerde)
İnsanlara mutluluk bulunuz;
Savaş olursa, baş olup İnsanlara ülke kurunuz;
Şanlı batır olunuz.
Büyükleri büyük ediniz,
Öğüt alıp yürüyünüz;
Küçüğü küçük ediniz,
Öğüt verip yürüyünüz.
Dünyada ebediyyen kalacak iş.
Dünyaya güzellik veren.
Bahçeyi ebediyen bezeyen tek şey ancak iyiliktir.
Göğe de uçar iyilik.
Suda batmaz iyilik.
Ateşte yanmaz iyilik.
TÜRK BİLGELİĞİ
Alıntı: FatihMehmetYiğit/Türkolog
2 notes · View notes
aynodndr · 3 months
Text
Tumblr media
Şair Deniz İnan’ın " Karşı evin annesi "
isimli şiiri 2019 yılında Avrupa ’da en iyi
Türk Şiiri ödülünü almıştır.
KARŞI EVİN ANNESİ
Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle
Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi
İmrenirdim
Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber
Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına
Bilmezdim anne
Karşı evin babasında bitermiş iş
Bunu görmezdim
Hep başın ağrırdı
Başın, hep ağrırdı
Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar
Seni sevmezdim
Küçüktüm anne
Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş
Çeşmeden akmayan suya
İsyan etmezdim
Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken
Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi
Özenirdim
Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız
Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime
Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan
Ömrümü tararmış titreyen parmakların
Bilmezdim anne
Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma
Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim
Küçüktüm anne
Yoksa
Gün aşırı patlayan sarı ampulü
Mumla yamayacak yüce gönlünü
Ezecek kadar ezilmezdim
Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını
Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi
Ayağında yüksek topuklu bir isyan
Düşündüm de şimdi
Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan
Senin çatlamış ayakların vardı anne
Hacı şakir kokardın en beyazından
İncecik bir yemeniyle gizlerdin
Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını
Çok yeni anladım anne
Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı
Çocuktum anne
Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi
Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş
Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi
Bilmezdim anne
Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi
Üstümüze cuk otururken
Ruhuna azap olur akarmış
Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram
arifesi
Vitrinlere bakarmış
Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken
Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi
Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde
Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı
Yık deseler
Ne şu eski divan kalacak
Ne çiçekli perdeler
Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana
Desem
O tertemiz günlerim
Hani şimdi neredeler
Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye
Hesaplar yaparken bir gün
Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri
Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi
Çok geç anlıyor insan anne
İlle de kendi annesi
İlle de kendi annesi
DENİZ İNAN
4 notes · View notes
per-asperaa-ad-astra · 6 months
Text
Tumblr media
Türk müzik tarihinin en iyi albümü. Hep de öyle kalacak.
3 notes · View notes
titreyendizlerim · 2 years
Text
Sevgili aliye,
Size on gündür mektup yazmadım. Makineden ha bugün, ha yarın para alacağız, parayı gönderir ve yazarım diye oyalandım. Hâlâ alamadık. Önümüzdeki hafta belki bir miktar almak mümkün olacak. Hayatımda hiç bugünkü kadar sıkılmamış ve imkânsızlıklar içinde çırpınmamıştım. Sizi düşündükçe geceleri gözüme uyku girmiyor. Güç hâl ile uyusam bile bir kaç saat sonra uyanıyor ve patlayacak hâle geliyorum. Sabahtan akşama kadar dört tarafa koştuğum hâlde bir netice elde edilemiyor. Kendi paramızı kurtarmak için bu kadar kepaze olacağım aklıma gelmezdi. Herhalde bu kadar sıkıntıdan bir hayrılı sonuç olacak. Siz beni merak ediyormuşsunuz. Emin Türk, kitapçı Remziye söylemiş, merak edilecek bir şey yok, Nihal Atsız davası tekrar görüldü, yetmiş elli gün cezanın altında birini indirecekler. Kırk gün kalacak, bu sefer yattığım on iki günü çıkarınca, bu ceza temyizde tasdik edilse bile, yirmi sekiz gün kadar yatacağım demektir. Diğer işlerimi bir yoluna koysam, böyle bir aylık ceza aldırmam, nihâyet temizlenmiş olurum. Bir daha mahkemelik işlere burnumu sokmak niyetinde değilim. Hülasa beni düşünmeyin, ben sizi düşünmekten deli olacağım. Filiz yaşında veyâhut ona yakın bir çocuk görünce, elimde olmadan gözlerim yaşarıyor. Gezdiğim, dolaştığım yerde aklım hep size ve sizin vaziyetinizde. Başka ne yazayım? Yazacak müspet bir şey olmadıktan sonra...
Gelecek hafta içinde, yani ay başına kadar herhalde bir şey yapacağım. Bana âhvaliniz hakkında mektup yazın. Her ikinizin gözlerinden, yanaklarından öperim.
25 notes · View notes
h-angst-er · 9 months
Text
Berk, arabasını sahile getirdi. Her şeyin tam da Kenan'ın istediği gibi gittiğini bilmiyordu... Cemre'ye dedi ki: "Bana, 'İnsanlar öyle değil midir,' dedin ya... Hakikaten de, bi' iyiler var, bi' de kötüler. Ben de kötüyüm. Ama bizim beraberliğimiz, iki kötünün birlikteliği değil sadece... biz birbirimizin kaderiyiz, anlamıyor musun bunu? Babasına bile iftira atmış olan benim alnımda senin adın yazıyor, seninkinde benim... sen bunu, denize düşenin yılana sarılması olarak değerlendirebilirsin. Senin gibi bir denizkızının bile, benim gibi bir yılandan medet umacağı anlar olabilir... ama emin ol, senin saçının teline zarar gelmesine izin vermeyeceğim." Berk, kızın kâküllerindeki buklelerden birini düzeltti. "Bugünün geleceğini biliyordum. Dönüp dolaşıp yine bana geleceğini biliyordum... çünkü bütün dünyaya karşı biziz Cemre. Dünyadan, Cemre ve Berk gibi bir çift daha geçmedi... çünkü ben, bütün arızalarına rağmen seviyorum seni..."
"Berk..." dedi Cemre. "Hani bana, 'Bu sen değilsin,' demiştin ya sen de... ya gerçekten de benim içimde iki tane Cemre varsa? Ben hangisi olduğuma, nasıl karar vereceğim?"
"Kötü olanın galip gelmesine müsaade etmeyeceksin, Cemre..." dedi Berk. "İzin vermeyeceğim ben de, sana yardım edeceğim... bak... ilk kez buluştuğumuz yerdeyiz... bu sahil kenarında... Denizkızım benim..." diye gülümsedi. "Deniz seni nasıl da çekiyor..."
"Burası artık, Ali'nin beni üçüncü kez öptüğü yer."
"Cemre..." dedi Berk. "Beni hiç mi sevmedin?"
"Sen benim en iyi dostumsun..." dedi Cemre de. "Öyle de kalacak. Ama hep, Ali olacak..."
"Peki, onun yüzüne nasıl bakacaksın? Gözlerinin içine...? Sence en iyi dostunu kimin öldürdüğünü bilmeyi hak etmiyor mu?" Berk fısıldamıştı. Sahilde bazı insanlar vardı...
"Ona söylemeyi düşünüyorum..." dedi Cemre, "Bir gün..."
"Ne zaman?"
"Çok ileride... biz biraz yaşlanınca..."
"Sence bu adil olur mu? Ali'nin, bunu zamanında öğrenmeye hakkı yok mu? Bu konuyu zaman aşımına uğratmaya ne hakkın var senin?"
"Berk, sana bir daha soruyorum," dedi Cemre. "Lütfen dürüst ol, beni ihbar etmeyi mi düşünüyorsun? Çünkü eğer bunu yapmaya niyetin varsa, bunu önceden bilsem iyi olur da... sırttan hançerlenmeyi sevmem."
"Hayır..." dedi Berk de. "Bu sır, benimle mezara gidecek... Ayrıca, ben sana bir kere ihanet ettim zaten. Onun da cezasını halen çekiyorum... aynı hatayı bir daha yapmaya niyetim yok."
Cemre, Berk'e sarıldı.
*****
Arap, altın zinciriyle oynuyordu; Ali de ona sarılmış, gözleri ekrana dikiliydi şimdi. Aslında, baktığı televizyon dizisini izlemiyordu ama, Arap'ın keyfini biraz yerine getirebilmek için, "Şu çocuğa baksana," dedi. "Sana ne kadar da benziyor..."
Arap, mavi gözlerini televizyona kaldırdığında, "Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz" adlı dizinin tekrarlarını gördü. "Çakır'ın oğlundan mı bahsediyorsun?"
"Evet."
"Valla ben ondan yakışıklıyım ama, onun babasının da benimkinden iyi olduğu kesin..."
Ali, baltayı taşa vurduğunu fark ederek, suspus oldu. Neyse ki çalan zil kendini kurtarmıştı...
"Abindir her'alde, ben gidip bakayım..." dedi Ali, ama gelen Bilal değil, hiç ummayacakları bir isimdi...
"Hazal?!"
"Beni kapıda bekletmeyi düşünmüyorsun öyle değil mi Ali?"
Ali, kenara çekildi. Hazal, kendi eviymiş gibi rahat bir tavırla koridordan geçerek, Arap'ı buldu. "Ay hello..."
Arap, gözyaşlarını hemen sildi. "Hoş geldin Hazal!"
Hazal, bu durumda bile güçlü görünmeye çalıştığını düşünerek, içini çekti. "Ne hoş kolye..." diye iltifatta bulundu.
"Vefa'nın yadigârı."
"Tahmin etmeliydim..." Hazal, konuşmasa daha iyiydi. O da, Ali gibi pot kırdığını düşünerek, bir süre sessizce oturdu. Ali, konuyu değiştirmek adına, "Şey..." dedi. "Artık Türk dizisi izlemememiz lazım. Al bu 'EDHO'yu... ilk sezonları güzeldi ama, üç saatlik dizi mi olur? Son sezonların tadı kaçtı... ben 'The Office'i izlemeye başladım, gerçekten tavsiye ederim."
Kapı bir kez daha çaldı. Zeyno'ydu bu kez. Önüne küçük bir çocuk katmıştı...
"Zeyzey..." dedi Ali. "Yoksa bu...?"
"Evet, Reco!" diye bağırdı Zeyno. "Yani Recep. Ben Zeyno olduğuma göre, o da Reco olabilir..."
Recep, çok tatlı bir çocuktu. Tombuldu ve de kızıl saçlarıyla mavi gözleri vardı. "Yok, artık daha neler..." dedi Ali. "Bu Arap'ı kesin klonlamışlar. Televizyondaki çocuktan sonra, bu çocuk da 'Hık' demiş Arap'ın burnundan düşmüş!"
"Getirin bakayım bebeyi buraya," diye seslendi içeriden Arap. Reco'yla karşılaştığında, Ali, "Senin başka bir evrende de Zeyno'yla kardeş olduğunuz kanıtlanmış oluyor!" diye bağırdı. Fakat Zeyno, kendilerinden daha çok şaşırmıştı: "Bunun ne işi var burada?"
"Çok ayıp Zeynocum," dedi Ali. "Misafire hiç öyle denir mi? Kızcağız, Vedat abi meselesini öğrenmiş, geçmiş olsun dilemeye gelmiş..."
"Ay, haspam birinci sezon Yasak Elma'nın paragöz Yıldız'ıydı; şimdi altıncı sezon 'arınmış' Yıldız oldu..."
Bu arada Arap, Reco'yla ilgilenmişti. İnsanın, hiçbir kan bağı bulunmasa da, kanının çok çabuk kaynayacağı bir çocuktu. Hatta Ali'den, Zeyno'dan, Hazal'dan, hepsinden daha çok unutturmuştu kızıl delikanlıya babasının meselesini... "EDHO" dizisine reklam girince, Ali sıkılmamak için bir müzik açtı.
"Ha'di Zeyno, dansa!" diye bağırdı.
"Aşkiton görüp de kıskanmasın sonra!"
"Cemre mi?!"
"Başka aşkiton mu var...?"
"Hayır, Cemre benim ilk ve son aşkım..." dedi Ali. Ondan sonra, Zeyno'yu zorla dansa kaldırdı. "Ha'di, şu ikisinin partiden videolarını izledim, onlardan daha iyi dansçılar olduğumuzu göstermemiz lazım!"
Zeyno, böyle anlarda çok heyecanlanıyordu. Ali'yle bu kadar yakınlaşmak, gün geçtikçe daha çok zor bir hale geliyordu... Ali, Zeyno'nun tuttuğu elindeki bilekliği kavrayınca, kendi saatinin eksikliğini daha çok hissetti. Ne zaman tamir olacaktı şu lanet olası saat?! Ne zaman, Kenan'dan Vedat'a aktarılmış olan yüzde birlik "katil olmama" şüphesi silinecekti tamamen? Ali, kendi kendini meşgul etmek için Arap'a,
"Sen Reco'dan daha şişkoydun ha," dedi.
"Yok, daha neler!"
"Valla' öyle... biliyor musun Hazal, bu, içimizde bisiklet sürmeyi en geç öğrenen çocuktu... o kadar şişmandı ki..." Ali altdudağını ısırdı. Bu kez de konuyu, istemsizce Arap'ın annesine getirmişti.
"Annemin hapse girdiği gündü..." dedi Arap, burnunu çekerek. "Hiçbir şey söylemedim. Götürülürken, Alilere bile bakmadım. Sadece bisikletime binmek istedim. Uzaklaşmak... henüz çıkarmıştı Vefa üçüncü tekeri, bisikletimden. 'Artık iki tekerle sürmen lazım,' demişti... ama acemiydim halen iki tekerlekle sürmek için, öyle düşünüyordum. Umursamadım acemiliğimi. Pedalları çevirdim, kilometrelerce sürdüm... ya da ben abartıyorum, beş yaşında bir çocuktum o zamanlar, nasıl hatırlayacağım ki...? Sonra sürdüm, sürdüm... kilolarım, o bisiklete fazla gelene kadar devam ettim yoluma. Sonra, yerde buldum kendimi. Nihayet, o zaman ağlamıştım ilk kez o gün, canım yandığı için değil ha... annem gittiği için..."
"Sonra n'oldu?" diye sordu Zeyno, Ali'yle dansı çoktan bitirmiş, yerine oturmuştu...
"Ağlamaya devam ettim, ta ki bir kız gelene kadar..."
"Şu ilk aşkın di mi?" diye sordu Ali. "Hani sapsarı saçları örülüymüş böyle iki yanından..."
"Evet. Bana yardım etti. 'Ağlama, üzülme,' dedi. Bir koşu da eve gidip, bir yara bandı getirdi... dizim kanıyormuş, fark etmemişim. O tedavi etti."
"Sahi, adı neydi o kızın?" diye sordu Zeyno.
"Hazar'dı," dedi Arap, "Bir daha görmedim onu bizim mahallede. Ertesi gün evlerine gittiğimde bomboştu... tam da taşınacakları günü bulmuşum evlerinin önünde düşecek..."
"Yanlış hatırlıyorsun..." dedi Hazal. "O kızın adı Hazar değildi. Hazal'dı."
Hepsi, şaşkınlıktan şok geçirerek Hazal'a baktılar. "Ama, sen..." dedi Arap.
"Evet, ben eskiden Tozluyakalıydım... biliyor musunuz, Berk'in bana en son bir notla söylediği şey, 'Eğer bir gün kim olduğunu kabul edip, bunu dürüstçe itiraf etmeye karar verirsen, seni kucaklayacak kayıp bir dostun olduğunu daima bil...' idi... ben de hazırım artık itiraf etmeye: Ben Hazal, eski Tozluyakalı Hazal Küçük..."
"Ama..." diyordu Arap halen. "O kızın yüzünde böyle beş kilo makyaj yoktu ki!"
"Yoktu herhalde!" dedi Hazal. "Beş yaşındaydım o zamanlar... Arap, ne makyajı?"
Arap, Hazal'ın gözlerinin içine baktı. "Evet, gözlerin aynı kalmış zaten... mavi gözlerin..."
"Bi' gülümsesene," dedi Hazal.
"Niye?"
"Gülümse işte!"
Arap, dediğini yaptı.
"Senin de gamzelerin... aynı kalmış."
*****
8 EKİM 2022
Berk, Cemre'yi okula getirirken, biraz farklı konular açmaya çalışıyordu. "Bil bakalım babam yine kime âşık olmuş..." dedi.
"Anneme aşkı bitmese iyi olur..."
"Derya teyzeye!"
Berk, Cemre'yi nihayet güldürmeyi başarmıştı. "Biraz daha gülsene..." dedi. "Gülünce çok güzel oluyorsun."
"Komik değildi, sinirimden güldüm."
"Bence de sinir edici bir durum. Derya teyzeyi severim, ama babamla evlenirse, o Cin Ali'yi evimde istemiyorum!"
"Niye, sen bayılmıyor musun Ali'ye?"
"Evime alacağım kadar değil. Yürü, sınıfa gidiyoruz. İlaçlarını aldığını gözlerimle gördüğümden emin olmam lazım."
"Merak etme Berk, ilaçlar konusunda ben de dikkat ediyorum artık... sırf uykuculuğumu aşacağım diye az daha bir çuval inciri berbat edecektim..."
Cemre'yle Berk, boş sınıftan içeri girdiler. Herkesten erkenciler idi. "Millet ner'de?" diye sordu Berk'e.
"Bu Önder hoca..." diye sıkıntıyla konuştu Berk. "Sanki her şey güllük-gülistanlıkmış gibi bir maç ayarlamaya karar vermiş... soyunma odasındadırlar... yahu herif, okulda değil, Çağrı'nın canıyla uğraşıyor, yine de okulu ihmal etmiyor ha... babam gibi hapse düşse içer'den müdür yardımcılığı yapacaktı demek ki. Ben söyleyeyim, bu Önder hocanın babamın koltuğunda gözü var... ki bu konuda kendisini desteklerim, çünkü Önder'den daha iyi bir müdür olur bize..."
Cemre, bir kez daha gülmüştü ama, bir önceki kadar uzun süreli olmadı. Okulun piyanosu çalmaya başladı, "Mad, Mad World" çalıyordu.
Berk, tedirginleşen Cemre'nin koluna girerek, onu yürüttü koridor boyunca. Müziğin sesi yükseldikçe, ve piyanoyu çevreleyen kalabalığı görünce, Cemre Berk'in kolunu uzaklaştırdı. Müzik de, şiddetli bir piyano sesiyle son bulunca, Cemre piyanisti görmek için kalabalığı yardı.
"Mavi...?"
Mavi, Cemre'yi hiç muhatap almadan, piyanonunbaşından kalkarak, ağzındaki sakızı çıkardı, piyanonun kapağına yapıştırdı. Ve Berk'e yaklaştı. "Bu senin içindi."
"Ne?"
"Evet, ortak çok noktamız var... sen de piyanistsin, ben de. Sen bunu bilmiyordun, çünkü ben, kendimle ilgili pek çok konuda ketumumdur... ama sakladığım şeyler, sadece emin olmadıklarımdır. Mesela, piyanoda bu kadar iyi değilken, piyano çaldığımı bilmenizi istemedim... tıpkı seni sevdiğimden emin değilken, Cemre'ye sende gözüm olmadığını söylediğim gibi."
Cemre'nin gözleri doldu.
"Evet, seni çok seviyorum Berk. Nasılsa sen de sevgiye açsın... şimdi bütün bu okulun önünde, kız arkadaşın olma teklifimi kabul eder misin?"
"Yok-öyle bir dünya," dedi Berk, net bir şekilde. "Duydu mu herkes? Değil Mavi, dünyadaki hiçbir kadının öyle bir şansı yok... çünkü Cemre benim ilk ve son aşkım..."
"Duydun mu Ali?" diye döndü Mavi. "Gözlerinin önünde sevgiline asılıyor, buna ne diyeceksin bakalım?"
"Biz o konuları aştık," diye omuz silkti Berk. "Sana gelince Mavi..." Kızdan, işitmeyi o çok sevdiği sözcükleri, yani "seni"yi, "çok"u ve "seviyorum"u duyduğu halde, içini titretmemişti garip bir his... Çünkü biliyordu, seven insanın gözünde olurdu bir parıltı... Hazal'da bir zamanlar var olan kadarına bile sahip değildi Mavi'nin gözleri. "Senin beni sevdiğin falan yok. Öyle olsa, piyano çalmaktan ne kadar utandığımı, ve bunu bütün okulun öğrenmesini asla istemediğimi bilirdin... senin amacın, Cemre'ye savaş açmak. Bu cesareti ner'den alıyorsun bilmiyorum, ama hodri meydan! Sadece Mavi değil, siz hepiniz, biz Cemre'yle tek! Elinizden geleni ardınıza koymayın, çünkü ben Cemre'yi, hiçbirinize yedirmeyeceğim. Ve çünkü ben onun... en iyi dostuyum."
Cemre, Berk'in bu söylediklerine alkış tuttu. "Gerçekten etkileyici bir performanstı Berk," dedi. "Ama bırak da, öldürücü darbeyi ben vurayım."
Mavi'ye yaklaştı. Kızın her zaman saçlarının sağ tarafında olan, mavi renge boyalı perçemi kaldırarak, "Unutma Mavi... kimse benim yerimi dolduramaz... senin Cemre olmaya, çapın yetmez!" dedi...
Berk, tekrar Cemre'nin koluna girerek onu uzaklaştırdı.
Bu kez Cemre'nin, kolunu uzaklaştırmayacağını biliyordu.
*****
Klinikte; Ege, elindeki davetiyelerden birini zarfa koyduktan sonra, zarfın kapağını yalayarak yapıştırdı. "Bu parti ne için?" diye sordu Çağrı.
"Arap'a moral partisi..."
"Aman Ege, dikkatli ol..."
"Niye..." diye sırıttı Ege. "Benim için mi endişelendin?"
Çağrı, boğazını temizledi. "Partilerde hep uğursuz şeyler olduğunu biliyorsun... bir konser, bir çatı, bir öğrenci, falan, filan..."
"İyi, öyleyse risk taşıyan bir partide değil de, burada güvende olacağına sevindim," diye gülümsedi Ege.
"Sen gittikten sonra burası çok boğucu oluyor... karanlık bastırınca, toksinlerin içimde dolaştığını hissedebiliyorum... keşke hiç gitmesen, sen de kalsan bur'da benimle."
"'Ne yazık ki,' mi diyeyim, 'Neyse ki,' mi diyeyim, benim herhangi bir uyuşturucu veya 'mental' sağlık problemim yok..." Ege zarfın üzerine bir flamingo çizdi. Ve ardından bir isimle soyadı yazdı...
"O davetiye... Mavi'ye mi?!" diye sordu Çağrı.
"Evet."
"İyi de, ne alaka...?"
"Mavi, partinin özel konuğu olacak Çağrı'm," diye sırıttı Ege. Bu, son davetiye olduğundan, zarfları masanın üstünde bırakarak gidip Çağrı'nın başucunda dikildi. Çağrı, artık ona yer açmaya alışmıştı. Şimdi, kendini Ege'nin kollarının huzuruna bıraktı. Ege, "Biraz da senden bahsedelim," dedi. "Sen nasılsın, n'apıyorsun şu aralar?"
"Burada zaman nasıl geçebilir Allah aşkına Ege! Dün bir kâbus gördüm..."
"Ne oluyordu?"
"Kenan amca... annemle evleniyordu, ondan sonra benim üvey babam oluyordu..."
Ege, içinde bulundukları romantik durumu bozarak bir kahkaha patlattı ve hastane yatağında doğruldu. "Ya, 'Anlat,' dedin, ben de anlattım işte, ne dalga geçiyorsun! Kâbus bu, sanki ne olacağına ben karar veriyorum da!"
Sarışın delikanlı, ona gülmüyordu aslında. Nesrin Hanım'ın, gerçekten de evleneceğine gülüyordu. Hem de Çağrı'nın asla tahmin edemeyeceği biriyle. "Ben ona gülmüyorum..." diye blöf yaptı. "Beni görüyor musun rüyalarında hiç?"
"Bir kere görmüştüm."
"Ne yapıyordum?"
"Beni sinemaya götürmüşsün."
"O 'kadarcık' mı?" Ege, Çağrı'nın bu rüyayı gerçekten mi gördüğünü, yoksa gelecekte gerçekleştirmelerini istediği bir "date" mi olduğunu anlayamadı.
"Evet, o 'kadarcık'. Burada, saçma olan gerçeklik. Gündüz görülen halüsinasyonlar... Asıl mantık, gece başlıyor... Normal yapılabilecek aktivitelerin hepsi, geceleyin oluyor, uykumun içinde. Normal yaşamayı şimdiden ne kadar özlediğimi tahmin edemezsin..."
"Anlaşıldı..." dedi Ege.
Çağrı o rüyayı hakikaten görmüştü ama, önemli olan o rüyayı gerçek kılmak istemesiydi, ve bu konuda da iş Ege'ye düşüyordu.
"Ah!"
"Ne oldu?"
"Bileğim... bileğime birden kramp girdi de!"
"Doktor Ege'nin özel ilgisini istiyorum, demiyorsun da..." diyen Ege, onun itiraz etmesine izin vermeksizin, elini avuçları arasına aldı ve biraz masaj yapmaya başladı. Kısa sürede, Çağrı'nın bileğindeki ağrı geçse de, bunu Ege'yle paylaşmadı.
"Ege..." dedi. "Sana itiraf etmem gereken bir şey var..."
"Yapma," dedi Ege, masajı bırakarak.
"Neden?"
"Çünkü buradan çıktığında, söylediklerinden pişman olmanı istemiyorum... bu, beni yıkardı."
"Senin yıkılmanın bir yolu mu vardı Ege?"
"Evet, ve o yol senden geçiyor... bur'dan çıktıktan sonra, ne söylersen söyle... işte o zaman her şeye hazır olurum."
"Tamam..." diyen Çağrı, gözlerini huzurlu bir uykuya kapattı.
*****
Erkekler, spor salonunda antrenman yaparken, futbolla işi olmayan Berk, "N'aber Leyla?" diye sordu.
"Sen... ve benim halimi—hatırımı sormak..." dedi Leyla. "Ne alaka?"
"Çünkü birinin sorması gerekiyordu..."
"Bunun, beni ifşa edip Ege'nin götünü kollayan kişiden gelmesi şaşırttı da..."
"Kızım, o kadar uyuşturucu meselelerini aştın, bunları da artık aş ya... biraz medeniyet, biraz uygarlık... lütfen ya..." diyen Berk, Leyla'ya yaklaştı. "Ben senden bir şey istiyorum. Bunu yaparsan, okuldaki eski itibarını kazanacaksın."
"Neymiş o?"
"Bizimle ol," dedi Berk. "Cemre ve benim tarafımızı tut yani... her şeyin sayı demek olmadığını ben de biliyorum, ama iki rakip grup söz konusuyken; çekimser oyları da tarafımıza çekmek lazım..."
"Anlaştık," diyen Leyla, elini uzattı. O eli sıktı Berk. Önder hocayı görmüştü. "Ha'di, git Cemre'ye destek ol biraz. Ben de kendisine verdiği tatilde bile rahat durmayan, tilki gibi dönüp dolaşıp okula gelen şu Önder'le biraz alakadar olayım..."
Önder, başını futbol oynayanlardan Berk'e çevirdi. "Hayırdır, sen niye giyinik değilsin?" diye sordu delikanlıya.
"Ben futbol oynamayacağım. O maça çıkmayacağım ben..."
"Saçmalama Berk, okulumuzu temsil edeceğiz... Ali bile rakibinin eski okulu olduğunu bilerek giyiyor o formayı..."
"Ali, Ali, Ali!" diye bağırdı Berk. Spor salonu, zaten gürültülü olduğu için, Önder'den başka duyan olmamıştı Berk'in bu çıkışını. "Adam gibi adam, Kavruk Ali; Doğrucu Davut, Ali Öztürk; yanlışsız, Cin Ali!"
"N'oluyor size yahu?" diye sordu Önder. "Daha düne kadar aranızdan su sızmıyordu, kim bu aranıza giren kara kedi?"
Tam o anda, Berk'e mavi renkli bir zarf uzandı. "Bu ne Duru?" diye sordu delikanlı. Üzerinde adı yazıyordu.
"Ege... havuz partisi veriyormuş."
"Üzerindeki flamingolardan anlamalıydım..."
"Yetişkinler de davetli mi?" diye sordu Önder. Nihayet biraz yumuşamıştı.
"Hayır," diye sırıttı Duru.
*****
Leyla, Cemre'yi kızlar tuvaletinde buldu. "Öğle dozunu mu içiyorsun..." dedi.
"Evet."
"Biliyor musun..." dedi Leyla. "Biz senle birbirimize çok benziyoruz. Ben de ilaç kullanıyorum bir süredir... ama kliniğe yatırılacak kadar kötü değil durumum. Halen arada bir kafamda, 'Leyla... Leyla!' diyen bir ses işitiyorum ama, o kadar."
Cemre, gülümsedi: "Ne istiyorsun Leyla?"
"Sadece, yanında olduğumu bilmeni..." Leyla, Cemre'ye sarıldı. "Ve ben daima, kazananın yanındayımdır."
Cemre, Leyla'ya sırıttı: "İyi niyetin için sağ ol, ama bana açıktan açığa destek vermemeni tercih ederim..."
"Neden?"
"Benim köstebeğim olman daha çok işime yarar Leyla," dedi Cemre. "Mavi'ye yaklaş, bu samimiyeti, ona da göster. Ner'de, n'apıyor, her adımını bilmek istiyorum."
"Kraliçemin söyleyeceği her bir söz, benim için emirdir," diye göz kırptı Leyla.
*****
10 EKİM 2022
Partiye, Berk hariç herkes katıldı. Berk, Önder'in zoruyla futbol antrenmanına kalmıştı. Diğerlerinden daha çok idmana ihtiyacı vardı, çünkü futbolda sıfırdı. Ama içi rahattı, Leyla'nın, seçmek için doğru kız olduğunu biliyordu. Cemre'yi, ona emanet etmekle kalmamış, ilk ve son aşkının ne kadar zeki bir kız olduğunu da görmüştü. Leyla'yı hemen, bir köstebek olarak kullanmak, Vefa'yı öldürdükten sonra aylarca kendilerini ayakta uyutan Cemre'den başka kimsenin aklına gelmezdi.
Leyla'yı, Cemre'ye göz-kulak olmaya göndermeden önce, "O partide sakın uyuşturucu skandalı yaratma," diye uyarmayı da başarmıştı.
Ali'yse, ilk defa bir partiye Cemre ile sevgili olarak katılacağı için heyecanlıydı. Bizzat Cemre'nin evinde verilen partiyi kaçırma kabalığını telafi etme şansı buluyordu. "Ali," dedi Cemre, "O kızdan uzak dur."
"Hangi kızdan?"
"Mavi'den bahsediyorum tabii ki, başka kimden olacak!"
"Saçmalama Cemre, benden bahsediyoruz... ben, sen varken, başkasına bakar mıyım ya!"
"Sen, kızlar arasında olan, 'deliler gibi kıskanma' durumuna pek empati yapamayabilirsin... Mavi, benim olan her şeye gözünü dikiyor. Önce Berk'i almaya çalıştı, şimdiyse her an rotasını sana çevirebilir..."
"Ben iki dakikaya geliyorum."
Ali'nin, Mavi filan umurunda değildi, Hazal'ın geldiğini görünce, onu bir kenara çekti. "Selam Hazar... ah, pardon... Hazal'dı di mi. Arap, beş yaşında yanlış duyduğu ismi yanlış anlattı bize yıllarca..."
"Ne var Ali?"
"Bana bak, sen... halen hoşlanıyor musun Arap'tan?"
"Ne münasebet!" diyen Hazal utandı. "Beş yaşındaydık, beş...! Ben sadece... Tozluyakalı olduğumu itiraf etmek istedim, Kenan amca daha fazla sıkıştırmasın diye."
"Ba... yani Kenan amca, seni tehdit mi ediyordu?"
"Hapse girmeden önceydi... adama hapis iyi gelmiş, arınmış resmen... ayrıca... benim, Arap gibi bir varoşla işim olmaz. Çünkü ben de bir varoşum... sen hiç gördün mü, varoşla varoşun aşkını, dün izlediğiniz o dizi gibilerinde...? Ya zengin oğlanla varoş kızın aşkı anlatılır, ya da varoş oğlanla zengin kızınınki, senle Cemre gibi yani..."
"Şakanın sırası değil... bak Hazal, ben ciddiyim. Seni de ciddiyete davet ederim. Senin Arap'tan uzak durmanı istiyorum, çünkü... Vefa seni seviyordu."
Hazal yutkundu. "Vefa ne alaka şimdi...?"
"Vefa'nın seni sevdiğini, grubumuz içinde bilen bir ben vardım... diğerleri bir kızı sevdiğini bilirlerdi, ama adını bilmezlerdi. Ve bilmeyecekler de. Çünkü Arap'tan uzak duracaksın. Bunun da sebebi, Arap'ın, Vefa'nın sevmiş olduğu bir kıza asla bakmayacak olması... üstelik de, Vefa'nın katili babasıyken."
"Tamam, tamam, ben Tozluyaka'yı çoktan aştım zaten, meraklı değilim sizin Varoşova'nıza!" diye sesi titreyen Hazal, partide kalıcı olmadı bile. Geldiği gibi çekip gitti.
*****
"Önce koşuyoruz! Ha'di bakalım, yeni spor salonumuzun hakkını verelim!" diyen Önder, elini çırptı. "Islığımı duyana kadar durmak yok!"
Berk, gerçekten de Önder hoca düdüğü çalana kadar, yorulmak, dinlenmek nedir bilmedi. Aslında futbola yatkın olduğunu düşündü Önder... Ama düdüğü duyar duymaz da, suyunu içmeye koşturdu Berk. "Spor salonunu da sen toplayacaksın, unutma," dedi Önder.
"Yok, artık daha neler, bir okulumun hizmetlisi olmadığım kalmıştı, o da oldu!"
"Kabul et, futboldan sen de hoşlandın. Önyargı duyduğun bu spor, sonunda senin de kalbinin kapılarını aralamaya başladı..."
"Önder hocam, bi' şey soracağım," diye konuyu değiştirdi Berk. "Sizin Kerem Tunçeri imzalı topunuz n'oldu?"
"Yenisini imzalatacağım, nasıl olsa Kerem benim yakın dostumdur. Hidayet'e de imzalatırım bu kez, Mehmet'e de... toplu imzalı topum olur." Önder sırıttı.
Berk, bu kadar basketbolcuyu şahsen tanımasına imrendi. "Futbol halen iğrenç bir şey, ama büyük yıldızlarla tanışacaksam, ve benim de toplu imzalı bir formam olacaksa, şansımı denemeye değer!"
"Sadece o da değil..." dedi Önder. "Yarınki maça, Avrupa'dan bir heyet de gelecek. Yetenek avlayacaklar... yalnızca sen değil, bütün takım bu işi ciddiye alsa iyi olur. Ve bunun da yolu neyden geçer, biliyor musun...? Takım olmaktan. Ama gerçek bir takım. Bu yüzden, seni Ali'yle buzları eritmeye davet ediyorum Berk. Aranızda ne geçti bilmiyorum, ama halledilmeyecek bir şey değildir. Bilirsin, babanla ben de böyleydik... kedi-köpek gibi... her zaman ben ilk adımı atardım biliyor musun? Haklı olup olmamamdan bağımsız... Çünkü gerçek büyüklük budur. Bak hem... sana şu anda Ali'yi methetmek ne kadar akıllıca bilmiyorum ama, Ali öyle iyi bir çocuktur ki... sen ona bir adım atsan, o inan sana on adım koşacaktır..."
"Ne kadar da..." dedi Berk, "Ediz Hun'a benziyorsunuz."
"Anlamadım?"
"Babama sorun," dedi Berk. "Anlayacaksınız."
*****
Zeyno, önceki partide giydiği siyah elbiseden farklı olarak, kırmızı giyiniyordu bugün. "Zeyno..." diye aynı girişi yaptı Ege. "Bu sen misin gerçekten, demeyeceğim, çünkü bu partiye, bir öncekinin karmasını yaşatmak istemiyorum."
"Çağrı iyi mi?" diye sordu Ege'ye...
"Neden Çağrı'yı merak etmek yerine, diğerleri gibi havuza girmiyorsun? Defileye gelmiş gibi giyinmişsin bir de... Allah bilir mayolarını falan bile getirmemişsindir."
"Bana karşı neden böyle cinssin?" diye sordu Zeyno da. "Çağrı'nın iyi olup olmadığını merak etmek de mi kabahat oldu?"
"Hiç uğraşma..." dedi Ege. "Çağrı'yla bi' şansın yok."
"Olmasını isteyen de yok zaten, ben Ali'ye âşığım!"
Zeyno'nun bağırtısı, partinin müziği sayesinde bastırılmıştı. Zeyno, endişeyle çevresine baksa da, Ege'nin duyması bile yeterliydi aslında...
"Ege..." dedi. "Bunu bilen bir tek sen varsın... Arap dışında tabi'..."
"Peki," dedi Ege, "Bunu işitmek güzel oldu. Umarım sevdiğine kavuşursun Zeyno..."
Zeyno'nun aklına, Vefa'yla dilek feneri uçurdukları gün gelerek, içi cız etti. Tıpkı Ali tarafından, benzer bir konuşmaya tabi tutulan Hazal gibi...
Zeyno, öylece yürüdü havuza. Kıyafetleriyle atıverdi kendini, üstünde şaşkın bakışlarla...
Partinin müzisyeniyse, partinin zehrolduğu Hazal ve Zeyno gibi konuklardan tamamen kopuk, "Hop, eli kaldır, hop, delikanlı, kopmaya geldik, kopmaya geldik, kopmaya geldik..." diye rap'ine devam etti, Titanik batsa bile çalmaya devam eden müzisyenler misali...
*****
11 EKİM 2022
Önder, Berk'ten bir mucize yaratmıştı. Dün, bugünkü maçın yedekleri arasında olmaya hazırdı en azından. Maçtan önce, herkes soyunma odasında hazırlanırken, Berk de Önder'in dediklerini düşünüyordu. "Her zaman ben ilk adımı atardım biliyor musun?" demişti. "Haklı olup olmamamdan bağımsız... Çünkü gerçek büyüklük budur. Bak hem... sana şu anda Ali'yi methetmek ne kadar akıllıca bilmiyorum ama, Ali öyle iyi bir çocuktur ki... sen ona bir adım atsan, o inan sana on adım koşacaktır..."
"Ha'di millet, biraz acele!" diye bağırdı Ali kabinlere. "Daha sırada takımınızın kaptanı var!"
"Tozluyaka Spor Kulübü'nün kaptanı, Yağızoğlu Spor Kulübü'nün kaptanı... sen neymişsin be Ali!" diye içeriden seslendi Arap. Neşesi yerine gelmişti.
"Sen bu Arap'ı, pazara kadar değil mezara kadar beklersin..." diyen Berk, Ali'yi şaşırtmıştı. Ona dönünce, Berk, "İstersen, üstünü bur'da değiştir. Ben gözlerimi kaparım," diye ekledi.
Ali, o tokat için hiç özür dilemediğini, çünkü Berk'le bir sonraki konuşmasının, ona kardeş olduklarını açıklamasıyla gerçekleşeceğini hayal ettiğini düşündü. "Berk..." dedi. "Adadım."
"Ne?"
"Eğer bu maçı kazanırsak..." Ali boğazını temizledi. "Göreceksin."
Ondan sonra, tekrar arkasını dönerek üstündeki gömleğin düğmelerini çözmeye başladı. Altından, siyah bir atlet çıkmıştı. Ali önce, kırmızı kolyesini düzeltti. Bu, annesinin verdiği totemdi... Ali, gayriihtiyarî atletini de düzeltti, formasını giymeden önce. Berk, birazcık sıyrılan atletin altından, üç vertikal nokta şeklinde siyah renkli ben gördü.
Tıpkı kendisinde olan gibi...
Tıpkı babasında olana benzer bir doğum lekesi...
Berk'in aklına bir sürü cümle üşüşmeye başladı. Derya'nın sesi, "Ben de gençken... yani Ali'nin babasıyla evlenmeden önce, bir adamla beraberdim," diyordu... "Aynı böyle bir ceza odasına koyardı adam beni..."
"Ama yine de Ali'nin zekâsını takdir ediyorum..." diyordu Kenan. "Ona hediye olarak, yeni odayı mı takdim etsem acaba?"
"Başkası olsaydı kızardım, ama sana kızamıyorum..." diyordu Ali...
Ve Kenan yine, "Evet, ben, benim Kabil oğlum," diyordu...
Ve de Ali son olarak, "Benim Arap ve Zeyno'dan başka kardeşim yokmuş," diyordu...
Ali şimdi, Berk'e, "Berk, neden bakıyorsun kardeşim öyle?" diye sordu.
Berk, "Çekil git önümden," diye onu itip, soyunma odasından fırlayarak çıktığında, Ali şaşkınlıkla, "N'oldu şimdi ya!" diye bağırıyordu. Önder de, Berk'in spor salonundan da rüzgâr gibi çıkmakta olduğunu gördü. "Berk, oğlum nereye?" diye sordu.
"Sana söylemiştim, hoca!" dedi Berk. "'Ben, o maça çıkmayacağım,' demiştim!"
*****
Arap da yedekler arasındaydı. Normalde yıldız oyunculardan biriydi ama, dünkü partinin de etkisi geçmiş, aklı yine babasının da annesi gibi içeriye düştüğü düşüncelerine dalmıştı... artık yüzlerine iyice aşina olan polislerden tek öğrenebildiği, Vedat'ın Vefa'nın cesedinin muhtemelen organları için çalındığı konusuyla hiçbir ilgisinin olmadığıydı.
"Merhaba Sinan," diye bir ses geldi.
"Hazar..." dedi Arap. "Senin tribünlerde olman gerekmiyor muydu? Elinde ponpon kızlarının o şeylerinden falanla...?"
"Neden bana Hazar dedin?" diye sordu Hazal.
"Sen neden bana Sinan dedin...?"
"Çünkü sana bir itirafım var. Lise arkadaşım olan Arap'a değil, çocukluk aşkım olan Sinan'a bir itirafım var..."
Arap, kızarmasına engel olmaya çalıştı. "Dinliyorum?"
Genç kız, birazdan söyleyeceklerinin, Arap'ı maça çıkmaktan tamamen alıkoyacağını bilmiyordu.
"Vefa öldüğü gün..." dedi Hazal. "Bana ilanıaşk etmişti. Ama ben onu reddettim. Bunun, onun o çatıya çıkıp kendini atmasına sebep olduğunu düşünüyordum, ta ki onun... katledildiğini öğrenene kadar... Ama katilin kim olduğu benim umurumda değil. Ben Kenan veya babanla ilgilenmiyorum... ben Vefa'nın kendisini öldürdüğünü 'düşünürken' bile bir gün dâhi vicdan azabı çekmedim. Yani ben sana layık bir insan değilim. Senin tanıdığın Hazar çok değişti Sinan..."
Arap, gitmek üzere olan Hazal'ı elinden tutarak durdurdu. "Belki zamanla...?"
"Olmaz..." dedi Hazal da. "Zaman bizim için durdu Arap. Sen Sinan'ken, ben de Hazar'ken durdu..."
*****
Önder, Berk'in peşinden gitmek ve maçı başlatmak arasında bocalamıştı. Sanırım en mantıklı olan, maça start vermekti. Zaten yedek kulübesinde oturacak bir öğrencinin şımarıklığını çekmesi için, kırk beş dakika sonra ara verecekti maç...
Fakat bu maçın düdüğünden evvel, bir anons duyulmuştu. "Ses bir iki, ses bir iki, deneme, sesim geliyor mu...! Beyler bayanlar, lütfen sizi bahçeye alabilir miyim, maç keyfinizi biraz erteleyeceğimiz için özür dileriz...!"
"Şimdi eşek şakasının sırası hiç değil," diye dişlerini gıcırdatan Önder en başta olmak üzere, salonu dolduran bütün seyirci, bahçeye çıkmaya başlamıştı. Yağızoğlu Koleji'nin futbolcuları, Ali'nin eski okulunun futbolcuları, bütün öğrenciler, velileri, Avrupa'dan gelen yetenek avcıları, hepsi... Anonsun sahibini, başlarını kaldırdıklarında görebileceklerdi...
"Ben Berk Yağızoğlu," diyordu. "Bu kolejin sahibinin oğluyum."
"Berk, n'apıyorsun oğlum or'da, in aşağı, beni rezil edeceksin!"
"Görüyor musunuz, ne kadar da anlayışlı bir müdürümüz var..." dedi Berk. "Beni öyle düşünür ki, şu anda yükseklik korkum olduğunu gözetmez, rezil olmakla ilgilenir...! Ama onu suçlayamam, çünkü kendisi bir kanser hastası! Evet, yanlış duymadınız, babamın altı ay ila bir yıllık ömrü kaldığınızı huzurlarınızda açıklıyorum, çünkü ikimizin bu küçük sırrı da dâhil hiçbirimizin sırrı kalmasın istiyorum!"
Ali baktığındaysa, bir değil üç kişiyi görebiliyordu. Berk'in sağında Vefa, öldüğü günkü kıyafetleri içinde, solundaysa Cemre, çatıya çıkıp, "Yeter!" diye bağırdığı günkü gibi birer halüsinasyona dönüşmüştü... "Ölümde buluşacağız Kenan Kaptan! Yo, hayır, bu benim şovum, or'jinal olmalıyım... Benim için üzülmeyin millet!" diye devam etti Berk. "Buraya çıkınca, yükseklik korkusundan kurtuluyor insan. Evet! Benim için şu anda, gerçekleri açıklamak, buradan düşüp ölmekten daha önemli. Sırf bu gerçekler öğrenilsin diye yaşıyorum ben, intikam için. Çünkü intikam, hayatta tutan bir olgudur. Benim de uzuuun bir süre bu boktan hayattan gitmeye niyetim yok, yani bi' altmış sene daha canınızı sıkmayı düşünüyorum...!"
"Berk, şovu kes!" diye bağırdı Önder.
"Şimdi size bir hikâye anlatacağım!" dedi Berk, onu hiç dinlemeden. "Bir varmış, bir yokmuş... evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Kenan ve Berceste adında bir çift varmış... bunlar birbirlerini çok severlermiş. Ta ki Derya adında bir kadın araya girene kadar. Ama Derya teyzeyi kötülemeyeceğim, çünkü o da çok güzel annecilik oynadı...!"
"Berk yeter!" diye bağırdı Ege, kalabalıktaki vicdanın sesi gibi.
"Şu gördüğünüz Ali ÖZTÜRK..." diye soyadına vurgu yaptı Berk, "Bu Kenancıkla Deryacığın oğluymuş... Evet, benimle kan bağı varmış. Ama ben bir Karamürsel sepeti olduğum için, ne Deryacık, ne Alicik, ne de Kenancık, bana hiçbir şeyi söylememiş...! Şimdi, ben Berk Yağızoğlu, hepinizin huzurunda haykırıyorum ki: Benim Ege ve Çağrı'dan başka kardeşim yok!"
Ali'nin gözleri, Berk'e zum yaptı sanki. Berk'in, kendisine selam verir gibi, başını hafifçe yana yatırdığını görebiliyordu.
Berk, "Ha'di şimdi defolun da maçınıza geri gönün," dedi.
1 note · View note
onderkaracay · 2 months
Text
Tumblr media
🎯 Türk Çağı 🎯
Kam tini Türklerde bedenlendi/bedenleniyor.
Zamanın sahibi bir soyun farkı gökyüzü gücü adeta yeryüzüne yıldız yağdırıyor.
İstikbal ve istiklal göklerden geliyor.
2023 sonrası Türk çağı başlıyor.
Bilinç devrimi geliyor.
Anadolu'dan büyük bir yıldız yeniden parlıyor.
Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğuyor.
Ve
Dünya da gücüne güvenen sömürgenin hiçbir sistemi çalışamaz, savaşamaz hale geliyor.
Robotların muhatabı robotlar ile iletişim kuramıyor.
Anadolu'da dayanışma bir başka sabaha uyanıyor.
Şaşkın herkes bir rüyadan uyanmış, şeytani bir büyünün kabusundan kurtulmuş gibi seviniyor.
Vahiy yayar gibi dijital peygamberlerin gelecekten verdikleri haberlerin hepsi alt üst oluyor.
Kam erenleri Horasan'dan yetişip geliyorlar zamanın ham yolcularına destek vermek için Anadolu'nun her yerine yerleşiyorlar.
Her biri bir sütun gibi Anadolu'nun bir köşesini dik tutuyor.
Yazarken bile tüylerim diken diken oluyor iken yaşarken kendimi ve kimsenin ne halde olacağını düşünemiyorum.
Örtüler tek tek kalkıyor.
Dünyanın insanlık kapısı Türkler tarafından önceki zulüm hapishanenin kapısı kapatılarak açılıyor.
Yeni açılan kapıyı aralık bırakmıyoruz ardına kadar açılmasın her isteyen o kapıdan içeri girmesin diye!
Yeryüzünde ki en büyük yıldız Atatürk'ün bize tembihidir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün eseri Cumhuriyet Halk Partisi şerre açtı o kapıyı ve içeri girmeyen kalmadı o kapıdan. Şimdi negatif şeytani niyetin toplum gözünde kitle imha silahı medya ile sömürge sürdürülebilir olması için halkın gözdesi CHP yapılıyor!
Şer odağı bütün siyasi parti ve ideolojilerin ömrü bitmiştir.
Türk ulusu aracı olmadan kendi iradesini yönetime taşıyacak.
Kimse kimseyi kullanamayacak toplumu aldatma devri bitecek.
Yarış atına benzeyen seçimler medyanın halka şu ata oynayın aldatmacası tarih çöplüğüne atacak.
Hakkını isteyen hak alacak, hak haklıya hak verecek.
Zalim kim? Zulüm ne? Her Türk ve insanlığını kaybetmemiş her insan tarafından bilinecek.
Önceki hapishaneye dönüştürülen yaşamınızda göz yumduklarımız yine bize göz açtırmazlar çünkü.
Türk çağını yaşatmak için ham değiliz kamız artık biz.
Piştik, pişireceğiz!
Uzun süren sancılı bir doğumdur bu doğum.
Türk insanlık devriminin yarım kalan doğumu çoktan başladı.
Anlayan çoktan anladı. Şeytan çoktan boşuna harekete geçti. Türkler her zaman olduğu gibi yavaş yavaş kendilerine geliyorlar.
Geç uyanır, güç durduruluruz biz.
Bir ömür harcadı bir Türk muhafız bu sırra!
İnsanlığın adına Türkler ile yeniden gelen devrim Anadolu'dan dünyaya yeniden yayılacak.
Yarım kalan Türk devrimi zulmün kartondan kulelerini yıka yıka kapitalizmi dünyada Anadolu'dan yasa ile korunan tefeciliği bitirerek son bulacak.
Türk kılığına girerek aldatanlara kanmayacak kadar bir bilinç ile donatıldık.
İnsanlık enerjisi bütün dünyayı kapladığı gün zulüm Türklerin karşısında donup kalacak.
Türk çağı öyle bir çağ olacak ki daha düne kadar Türk düşmanlığı yapanlar çaresiz bunun en büyük savunucusu durumuna düşecekler.
Dünya'da Türk Birliği kurulacak.
Türk dünyayı yeniden insanlığın huzurunu korumak için yönetecek.
Gelecekten haber vererek insan aldatmak devri bitecek.
Önder Karaçay
3 notes · View notes
maho0326 · 2 years
Text
ATATÜRK’Ü DUYMAK
Ulu rüzgâr esmedikçe
Yaşamak uyumak gibi,
Kişi ne zaman dinç;
Dalgalanırsa bayrak bayrak gibi.
Ne var şu dünyada ekmekten daha aziz?
Sürdüğün tarlalara sevginle serpildik.
Ekmek olmak için önce
Buğday olmak gibi.
Silinir sözcüklerden sen hatıra geldikçe
Cılız sözler: Uzanmak, yorulmak, durmak gibi.
Kuvvettir yaptıkların her yeni yetişene
Her ışık kaynak gibi.
En yakınlar zamanla yüzyıllarca uzak gibi,
Bir sen varsın kalacak, bir sen ölümsüz,
Daha da yakınsın, daha da sıcak
Bıraktığın toprak gibi.
Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz,
Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi,
Ancak senin havanda sağlıklar esenlikler:
Olmaya devlet cihanda Atatürk’ü duymak gibi.
BEHÇET NECATİGİL
14 notes · View notes
yazdimdaneoldu · 1 year
Text
karanfil ve sen
Karanfilin değerinin yeteri kadar anlaşıldığını düşünmüyorum. Karanfilin hangi kategoriye girdiğini bile bilmiyorum; baharat mı acaba? İşte tam olarak bu kadar değeri bilinmeyen bir şey karanfil. Çayına katarsın, tat verir; ağzına atarsın, tat verir; babaannen kurabiyesine katar; tat verir. Hoş, ben babaannemi hiç tanımadım. Karanfilli kurabiyenin ne yüce bir nimet olduğunu da ev arkadaşımın annesi yollayınca anladım. Arkadaşıma kurabiyeye bayıldığımı söyledim bir kere ve her fırsatta annesi karanfilli kurabiye yolladı benim için. O arkadaşımla konuşmuyoruz artık ama annesini özledim, annesinin tatlılığını ve annesinin tatlılarını; karanfilli kurabiyesini özledim. Bu özlemimin bir kısmını kendi emeğimle gidermeye çalışırım belki bir öğlen vakti.
Siz hiç lokantada hesabınızı ödedikten sonra kasada sunulan karanfili attınız mı ağzınıza? Ben hatırlıyorum, epey küçüktüm; çok da küçük değildim sanırım. Babamla üniversite için kalacak yurt ayarlama amacıyla İzmir’e gelirken Çanakkale üzerinde bir esnaf lokantasında attım. O şeyin karanfil olduğunu biliyordum, yemekten sonra ağıza konulduğunu da biliyordum fakat amacını o zamanlar pek çözememiştim. Ağız kokusunu temizlemek içinse; bunun için naneli şeker sunulamaz mıydı? Karanfil sunuluyordu. Ağzıma attım. Biraz acı gibi ama bir o kadar da tatlı bir tat yayıldı içime.
Ben karanfili bir insana benzetiyorum. Uzaktan pek bir işlevsiz görünen ancak girdiği yerleri tatlandıran; eğlendiren bir insana benzetiyorum. Bu insana ihtiyaç duymazsın, ta ki onu tanıyana dek. İhtiyacın yoktu ama artık onsuz olmak da istemiyorsun. Yok, böyle olmadı. Aslında hiç ihtiyacın yok ama seçenek sunulsa onu seçersin. Onu istersin. Benim için de bu sendin sanırım. Sana ihtiyacım yoktu, hala yok ama seni istemeden de duramıyorum. Seninle girdiğim her yer, her oda, içtiğim her su, içime çektiğim her sigara dumanı daha bir tatlı oluyordu. İnsanın buna pek ihtiyacı olmaz ama istememesi için bir neden de sunulmaz.
Karanfille benzer yanlarınız olduğu kadar benzemeyen yanlarınız da vardı tabii. Ağzıma attığım karanfili çıkarmanın zamanı geldiğinde bunu bilirdim, çıkarırdım. Ancak seninle böyle bir şey pek olmuyordu. Seninle hayatın doyum noktasına ulaşsam da bunun devamının geleceğini hissediyordum. Seninle hayat, sonsuz bir yolculuktu. Her saniyesi farklı ve çok da tatlı bir yolculuktu. Sona ermemeliydi. Sonu gelmemeliydi. Sonu geldi.
Belki de karanfilin ağızdan çıkması gereken vakti ben değil, sen fark ettin. Belki de senin karanfilin bendim. Belki de ben senin karanfilin hiç olmadım. Olsam, sonum gelir miydi?
Son demişken bahsetmek istediğim bir şey var ki; bazı öpüşlerin son tüketim tarihi varmış. Tükeniyormuş öpüşler, öpüşlerin öncesinde gidişler… Daha yeni fark ettim bu tüketim tarihinden sonra öpüşleri unutuyormuşsun. O sırada midende hissettiğin kelebekler, çarpar gibi atan kalbin, karıncalanan dudakların; bunları unutuyormuşsun. Ben unuttum seninle öpüşmelerimizi. Bana nasıl hissettirdiğini, beni nereden vurduğunu, nereden iyileştirdiğini, nasıl iyileştirdiğini, iyileştirdikten sonraki bakışlarını, bakışlarındaki duyguları… unuttum. Bunları hala hatırlıyormuşum sıraladığıma bakma, bunlar hep oradan buradan duyduklarım, ben seninle öpüşlerimi unuttum. Unutmak ister miydin diye bana bir sorsan; istemezdim derim. Ben hala seni unutmamak için çabalıyorum. Belki bir gün gelir de çözersin diye gazete alıp bulmaca sayfalarını saklıyorum. Siparişlerimle birlikte gelen balonlu poşetleri saklıyorum. Sen gelirsin de benden yapmamı rica edersin diye türk kahvesi alıyorum, ben pek içmem. Sadece seni beklerken arada bir içesim geliyor, sonra bitiyor. Ben pek sevmem ama yine de sen gelirsin diye bitince almaya devam ediyorum. Sen gelir de oturur ayaklarını uzatırsın diye tekli koltuklarımı camın önüne karşı karşıya koyuyorum. Çünkü hatırlıyorum; bulmaca sayfalarını eline alıp koltuğa oturduğunu, kaşlarını çatıp kalemin arkasını dişlerinin arasında kemirdiğini, bir sütunu doldurduğunda yanağında gururla beliren minicik bir gamzenin 2 odalı güneş almayan evimde çiçek gibi açmasını hatırlıyorum. Çocuk hevesiyle halıya oturup balonlu poşeti patlatırken dudaklarının neşeyle kıvrılmasını ve gökyüzünü görmeyen evimde sen farkında olmadan sadece neşenle beni bulutların üstündeymişim gibi hissettirmeni hatırlıyorum. Hatırlıyorum, unutmamak için savaşıyorum.
Hala pilav yaparken bir şeyleri eksik yaptığımı düşünüyorum, sana sormak istiyorum çünkü pilav yapmayı bana sen öğrettin. Asla senin gibi yapamıyorum. Senin yaptığın pilavın bir başka tadı vardı. İçine sevgini katarken bir tutam da şefkat ekliyordun sanırım, bu benim pek alışık olduğum bir tat değildi. Domates sevmediğini biliyorum ve hala domates gördüğümde içim bir garip oluyor. Karınca lafı seni kaşındırıyor, hatırlıyorum; çünkü hala sen duyarsın diye söylemeye çekiniyorum, oysa artık duymayacağının da farkındayım. Annenin verdiği çaydanlıkta çay yapıyorum, içine bir tane karanfil atıyorum, seni unutmamak için sana ve hayata karşı savaşıyorum.
Biliyorum, gelmeyeceksin. Biliyorum, içimdeki bu umut ve unutmaya karşı açtığım savaş boşuna. Gelmeyeceksin, çok acı bir şekilde farkındayım; ama seni beklemekten ve kalan gücümle seni ve senden kalan hatıraları sevmekten başka bildiğim bir şey yok ki benim…
Buraya yeni bir tekel açıldı, sen bilmezsin, senden yıllar geçti çünkü. Ayfer Abla ve kocası Şükrü Abi var, arada büyük çocukları Murat Abi geliyor. Aslında tekel onun sanırım ama o gündüzleri başka bir yerde çalıştığı için haftanın 6 günü Ayfer Abla ile Şükrü Abi var; hafta sonu bir gün onlar tatil yaparken Murat Abi bakıyor tekele. Murat Abiyi de pek severim. Benim bir abim var, olmasaydı Murat Abinin kardeşi olmak isterdim. Pek tanımadığım insanları mümkün olmayacak bir şekilde seviyorum. Sana bu aileden neden bahsediyorum biliyor musun? Onları tanıdığım ilk zamanlar bana bir tabure çektiler, “Otur Meleğim” dediler. Onların Meleği olacak kadar beni tanıdıklarını düşünmüyordum. Oturdum ve bana bir fincan çay ikram ettiler. Çayda pek tanıdık ama bir yerden çıkartamadığım bir tat vardı. Muhabbet sırasında fırsat bulduğum bir arada, ki bu zor çünkü Ayfer Abla bir kere konuşmaya başladığında konu konuyu açar ve susmazdı, çayda karanfil olup olmadığını sordum. O an; anladım değil, fark ettim ya da hatırladım da değil ama pek oturtamadığım bir kelimede karanfilin çaylarda da kullanıldığını gördüm. O gün onların yanından ayrıldıktan sonra bir aktara gidip birazcık karanfil aldım. O gün bu gündür o çaydanlıkta yaptığım her çaya bir adet karanfil atıyorum. Karanfil bana seni hatırlatıyor; sen beni unutmuşken, ben seni unutmamak için sana ve hayata karşı savaşırken. Olur da bu savaşı kaybeder ve seni unutursam diye; seni hatırlamak için hala ve sadece sana dair yazıyorum.
3 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
TÜRK İNKILÂBI NEDİR?
Bu soru, üstüne çeşitli cevaplar verdiğim, fakat verdiğim cevaplardan nedendir memnun kalmadığım bir sorudur. Türk inkılâbının bendeki karşılığına paralel bir tanımlamasını yapmak, zihnimi hep meşgul etmiştir.Mustafa Kemal, ''Türk İnkılâbı nedir?'' sorusuna bir tarif getirmiş ve demiş ki; ''Bu inkılâp, kelimenin vehleten (ilk anda) imâ ettiği ihtilâl manasından başka; ondan daha vâsi (yani daha geniş) bir tahavvülü (yâni dönüşümü) ifade etmektedir.”Mustafa Kemal'in zihninde ki ihtilâl, öyle geniş ve derin boyutlu bir harekettir ki; İhtilâl kelimesinin karşılık bulduğu anlam, kelimenin cürmünden daha kapsayıcı bir değişikliği vücuda getiriyor!
Bu anlayış, resmen ihtilâl kelimesinin etimolojisi üzerinde bir çeşit zeka kavgasına tutuşmaktır. Devrimi, böylesine kökten ele alan, kavrayan ve ona kendi prensiplerini ödev eden kaç devrimci geldi dünyaya? 30 Ağustos 1924 söylev ve demecinin bir bölümde demiştir ki;Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin mefkuresi, bütün cihanda tam manasiyle medeni bir hey'et-i içtimaiye olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin mevcudiyeti, kıymeti, hakk-ı hürriyet ve istiklali, malik olduğu ve yapacağı medeni eserlerle mütenasiptir...Medeniyet yolunda muvaffakiyet teceddüde vabestedir. İçtimai hayatta, iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegane tekalüm ve terakki yolu budur.''Burada bir tespit, onun devrim anlayışını anlamamız kapısını aralamak ile kalmıyor, sonuna kadar açıyor.O tespit; ''Medeniyet yolunda muvaffakiyet teceddüde vâbestedir.'' Yani, başarı yenilik ile mümkündür! Atatürk devrimciliği sürekli ve değişken bir devrimcilik tutumudur.Bir milleti köhneleşmek ten kurtaracak işaret fişeği tam olarak budur.Çağdaş uygarlık düzeyi ile amaçladığı menzil, o düzeyi ilerletmenin aracı olan bilimin gelişmesi yönüyle de sürekli ilerler. Aslolan gayeye, bu ilerlemenin içinde kalabilmek ile ulaşabiliriz.Fırka kurmak, elbette bu anlayışın en zaruri eylemi olacaktı. Çünkü organize edilmemiş bir inkılâp söylemi, teori olarak kalacak ve asla pratiğe geçmeyecektir. Bu bağlamda şu sözleri çok kıymetlidir; Şunu arz edeyim ki memâlik-i sâirede fırkalar, behemahal iktisâdi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir; çünkü memleketlerde muhtelif (sosyal) sınıflar vardır; bir sınıfın menfaatini muhafaza için teşekkül eden fırkaya mukâbil, diğer bir sınıfın menfaatini muhafaza maksadıyla bir fırka teşekkül eder, bu pek tabiidir!'' Bu sözleri anlamaya gayret etmem eyleminden damıttığım sonuç; Gazi, sınıf kavramının belirgin olmadığı bir toplumda bir halk cephesi örgütlemeye çalışıyor. Bu sonuca, konuşmanın devamı olan şu sözlerden varıyorum; Bizim halkımız menfaatleri yekdiğerinden ayrılır sunûf halinde değil, bilâkis mevcûdiyetleri ve muhassala-i mesâisi yekdiğerine lâzım olan sınıflardan ibârettir' Yani halkımızın tek bir menfaati vardır.Bu menfaat kendiliğin ve bireyciliğin değil, herkesin birbirinin menfaatini kolladığı bir menfaat anlayışıdır.Burada duraksayıp bir soru sormak, vatandaşlığımızın gereğidir. Atatürk devrim ithal etmemiş. Toplumun öz kültüründen bir anlayış geliştirmiş. Bu anlayışı da bize vasiyet etmiş. Peki hangi aydınımız bugün bu vasiyeti halkımıza anlatıyor?Bir toplumun karşılaşabileceği en dehşet verici manzaralardan biri, kılavuzluğu beklenen aydınının kültürüne yabancılaşmasıdır.Acaba içinde çırpındığımız vaziyet, aydın geçinenlerimizin marifeti olabilir mi?Halkı bir devrim çevresinde örgütlemenin, birkaç senede mümkün olamayacağı ve emsallerinin bu yolda ki seyirlerinin nasıl devam ettiğini şu sözler ile vurgulamış;Efendiler, biz gerçek bir inkılâp yaptık ve inkılâbımızda devam ediyoruz; biliyorsunuz ki memleketimizin birçok yeri, bilerek veya bilmeyerek (buna karşı) ayaklandı. Âsileri yola getirmek zorunda kaldık.Şimdiye kadar yaptıklarımız, ancak ondan sonra kurulabilmiştir ve biliyorsunuz ki (buraya dikkat!) Fransız İnkılâbı yüz yıl devam etmiştir; üç yılda esaslı bir inkılâbın son bulacağını kabul etmek yanlış olur;belki zaman zaman, şöyle veya böyle şeyler olacaktır; kanaatimizi, değişmez; başarı ümitlerimizi hâkim kılmak sayesinde, zafer bizimdir…”Bize bırakılan düşünce ve kavrayış mirasını anlamak, bu miras yolunda potansiyel kuvvet olabilmek dileğiyle...
Tumblr media
10 notes · View notes
nefretim-kazand · 10 months
Text
Tumblr media
KERKÜK TÜRK'TÜR TÜRK KALACAK...
6 notes · View notes