Tumgik
#ayvakti.net
hasanakbal19 · 9 months
Text
AY VAKTİ DERGİSİ YAZILARINIZI BEKLİYOR...
Düşünce+Kültür ve Edebiyat Dergisi Yazılarınızı ([email protected]) e posta adresine gönderebilirsiniz.(Ay Vakti Edebiyat Dergisi) *************************************************************************
View On WordPress
0 notes
kunyekultursanat · 9 months
Text
AY VAKTİ DERGİSİ YAZILARINIZI BEKLİYOR...
Düşünce+Kültür ve Edebiyat Dergisi Yazılarınızı ([email protected]) e posta adresine gönderebilirsiniz.(Ay Vakti Edebiyat Dergisi) *************************************************************************
View On WordPress
0 notes
dunyadanbirisi · 4 years
Text
şiraze’den şiraze’ye saklı mektuplar
Bir gün çözülür mü düğüm..
Bazen ufak bir ihmâl hayatı mahveder, bazen uzak bir ihtimâl değiştirir rengini mevsimlerin ve bazen Şirâze, aldığımız kararlar değildir en doğru seçimler,söylenmesi gerekenler fazlaca ertelenir bazen, belki de en acı sözler yok yere erken söylenir ve bazen hiçbir söz yerini tutamaz ufak bir sessizliğin,
vardır Şirâze en az bir sebebi tüm yaşananların, vardır her işaretin bilinenden başka bir anlamı ve vardır inan her kapının bir anahtarı,
geç kalmak keskin virajlar aldırır;
bazen erken atmak bir adımı yolları aniden ayırır, bazen acırsın çaresizlikten sonsuz, ne yaparsan yap Şirâze neresi bilemezsin ve hiçbir bulmacayı eksiksiz çözemezsin,
her cümlenin şerhe muhtâc olması gibi her sırrın vardır mutlak bir şâhidi, sırlar tutulmak için, acılar yoğrulmak için, anılar her an hatırlamak için varsa da Şirâze hiçbir sır tek başına taşınacak kadar hafif değil,
hiçbir acı hafife alınacak kadar boş değil ve hiçbir anı es geçilecek kadar önemsiz değil,
her sır Şirâze, kabını zorlar da bir yol bulup sızar dışarı, her acı yumuşatır bakışlara yerleşen her sertliği ve her anı öğretir her gün insana nerede durması gerektiğini, gözler görüneni, yürek hep gizlide bekleyeni izler,
ikisi de inkâr edilemeyecek kadar gerçektir, insan çoğu zaman kendi hapsinde kendi sorgusundadır karanlık odalarında zamanın ve bilir Şirâze insan kendi desenini ve kendi rengini ve kendi suç çizelgesini, kimse giyotini seçmese de alenen, her gün azar azar karartır günlerini
üçüncü şıkkın tüm ihtişamına rağmen yeniden yazmaktan ben vazgeçsem..
her gün taşları tek tek dizersin sabırla, her gün yeni baştan kurarsın cümleleri ağırlığını ölçerek ve her gün Şirâze yeniden oynarsın her sahnesini yazılanların bıkmadan, yorulmadan, sızlanmadan;
bir an gelir bir esintiyle devrilir taşlar, savrulur cümleler ve yerle bir olur sahne karşı duramazsın ölüme, itiraz edemezsin senin için seçilene; yazılmışları değiştirmek de, yanlışın yerini belirlemek de, eğriyi düzeltmeyi denemek de Şirâze boyunu kat kat aşar;
insan olmak aczini o an anlarsın ve duruma noktayı koyan vurgu bir tokat gibi iner yüzüne,
uzun öykülerde yorulursun, yüksek binalarda düşüşün resmini görürsün, durulmak için durursun, dal dediğin ne varsa tutunursun;
ve her gün Şirâze yeniden başlarsın saymaya:
bir, iki, üç…
kurşunî zamanların bitiminde biri çıkar karşına her şeyi boşverdirecek; bilinçsiz, sanki iradesiz ve akıldan yoksunmuş gibi kilitlenir, odaklanırsın;
oysa bilmez misin Şirâze geçici olan ne varsa kendini adamaya değmez camlar kırılır, nehirler çekilir, her gün onlarca tür dünya üzerinden silinir, eskiyenler tabîatın içinde kendi hâline öylece bırakılır;
kimi kapılar hızla kapanırken yüzüne, hiç beklemediğin bir açıda kimi kapılar açılır ve sen Şirâze çaresizlikten belki, zayıflıktan belki, cehaletten belki olanları seyretmekten öteye gidemezsin.
Şimdi dur biraz, soluklan; düşün ki biri var ya da bir şey sana an be an yaklaşan
Şam’dan gelirdi gümüşler, 
ince işlemeli zamanın boyandığı tutku turkuaz, 
turkuaza hakkedilen zarafetti sefalet, 
gizlendiği mekânda siyah, 
saray bu siyahtan yine habersizdi, 
sen aşkı sevdin, aşk seni sevdi, 
kimse seni görmedi Şirâze,
her günü toparla bir tek gün için.
2 notes · View notes
dunyadanbirisi · 5 years
Text
Saklı Mektuplar 99
benim bildiğim Ankara
sarı ve kuraktı
üstelik karasaldı
bozkır düşmüş arka sokaklarına,
kimseler de uğramazdı
aç köpekler, terkedilmiş cılız kediler
ve benim gibilerden başka,
hiç bayramlığı olmamış bir çocuktu
sanki o
kuvvetle muhtemel çokça saçmaladığım ve nadiren karşılık aldığım,buna rağmen, okul defterimden koparılmış sayfaları ardı ardına postalamaktan caymadığım,içeriğini çok da hatırlamadığım uzun mektuplar yazmışlığım vardır benim Şirâze.
İrene’ye, Ezize’ye, Ayda ve Jenya’ya, Börte’ye, Madam Bovary’ye, Jane Eyre’ehükümlü hükümsüzlere, öte aleme göçmüşlere, soyu tükenmişlere, Pembe Panter’e,
sevmeyi öğrenememişlere, sanat dergilerine, ölçüsüzlere, kim vurduya gidenlere,
tutunmuş da olamamışlara, kayıtsızlara, kaygısızlara, kavgasızlara, Oblomov’a, Goriot Baba’ya,
Handan’a, adını kaydetmediğim bir sürü düşünce suçlusuna, Berlin Duvarı’nave daha kimlere kimlere adayıp da rüzgâra emanet ettiğim hacimli mektuplarım oldu benim.
ilki, “sevgili baba” diye başlıyordu
yaşım ondu
benim için “Libya” atlasta var, ama asılda yoktu
leylek, en sevdiğim masalsı kuştu
aklım kıvrak Hint müzikleriyle doluydu
ve henüz öğrenmemiştim insanı eskitenin sevgisizlik olduğunu
şeyleri biraz eksik ya da biraz abartılı yaşadığımız güneş girmeyen evimizde,
hayâllerin tozunun bulaştığı satırlardı onlar sanırım.
portakal çiçeklerinin açtığını, evi farelerin bastığını, bisikletten düşüp yaralandığımı,
ara sıra depremle sarsılıp geceleri dışarıda kaldığımızı,
annemin çokça ağlayıp bana bütün gelmişimizi ve geçmişimizi yeniden ve yeniden aktardığını
yaramazlıklarımı saklama beceriksizliğimden yediğim dayakları,
bademciklerim yüzünden ateşlenip günlerce yatağa kilitlendiğimi anlatmışımdır.
bir de dönüşte bana, Akakus’tan bir tutam “çöl” getirmesini istemişimdir.
varlık nedenim, yokluk sebebimdi sanırım
görmüyorlardı ruhumdaki ağrının kalbime verdiği zararı, vücut kimyamı yoldan çıkardığını47
o kadar silik, soluk ve sönüktüm, belki de renksiz, saydam;
fazla sessizdim belki, belki de alabildiğine sıradan
dinlemezlerdi söylemeyi denesem, sussam hiç fark etmezdi zaten
alelade bir kız çocuğuydum hayatla kendince dans eden, hem de bol bol gülerken
duvara karşı sert konuşmalar yapardım sıkça, ‘var mıyım’ diye sorardım bir de o yüzden,
ya da ‘Sofia del Sorrento’ olsaydı adım mesela, ‘Azelda la Siena, Violet, Ella;’ ne değişirdi
çıkar mıydı yüreğindeki şiire adımı bir yakıştıran
bir mektup da bana yazan, ‘canım’ diye başlayan
“neyse” diyorum, yine “neyse”; enerjim, ışığım, sevincim Şirâze’m; iyi ki varsın
“buraya kadar getiren, gerisini de getirir,” diyorum; getirmezse de canı sağ olsun
“emeği yok saymaz”, “acıtmaz, incitmez, çevirmez,” diyorum
“merhametin kendisi O, kıyamaz” diyorum
hep diyorum; önce “O”, sonra “sen”; “biz” dediğim yerde ise epeyce duruyorum
“ben” çıkmıyor ağzımdan; inan
sabah ezanı açık pencereden odama doluyor
“kalk” diyorum, “Şirâze kalk da zikirle bereketlensin günün”
belki bu secdede çözülür kör düğüm
dedemin minaresi ve yeşil takkesi, kuruttuğu bitkiler, demlediği çay ve raflar dolusu ilaçlar
dayandığı yıllanmış asa, yıpranmış hasır seccade, Halep’ten alınmış cilt cilt kitaplar;
pası korkulukların, kırıkları damın, kokusu çamların
gece vakti kondurulmuşluğu mavi evin, demir çerçeveleri pencerelerin
üzerime bulaşan, tenime işleyen kültürel lekeleri bu era’nın
doğduğum mekân, yıl; soy ağacım, genlerime gömülü özelliklerim
kazınmışsa da lobe’larına beynimin;
huzursuzum ve tedirgin,
sanki bir yanlışlık var bu işte Şirâze, varlığını hissetmiyorum köklerimin
zamanla, içi başka dışı başka, uzun mektuplardan vazgeçip
Aziz Luka sevecenliğini, Orontes’in asiliğini huy edinip
doğu-batı arası binlerce millik adreslerde göçebelerden farksız konakladım
her şey değişti Şirâze’m, sen de bilirsin
tek değişmeyen bendeki yerin
sorma
ne yaptığımı bugün
sor ya da
ne gizleyeceğim!
seni düşündüm
http://ayvakti.net/?author=127
2 notes · View notes
dunyadanbirisi · 5 years
Text
Şiraze hızlı bu aralar, yine de özletiyor..
BB King’in gitarıyla titremiş zemin Memphis‘te
Sonny Boy mızıkasını ağlatmış o gece Arkansas‘ta
yıl 1973
bu iki fenomenden habersiz topraklarda
birine Payas’ta aylardan Şubat 
diğerine Polatlı’da Temmuz düşmüş
bu gece Ankara parçalı bulutluymuş         
Chicago’da bıçak gibi kesiyormuş değdiği yeri rüzgâr      
Columbia ise bahardan çalınmış bir hava eşliğinde sabahlamaya niyetlenmiş   
biri kuzey’de, biri güney’de, biri de çok doğu’daymış bu şehirlerin
gel zaman git zaman, bütün şehirler içiçe geçmiş  
çünkü Allah aşkları mümkün kılmayı severmiş
bazılarına az gelir hayat, bazılarına çok
bazıları hayatın kıyısından geçer gider, bazıları dibine vura vura
kimi bir pencereden bakar hayata, kimi içine bata çıka tadar onu istese de istemese de
kimi de tuttuğu gibi kaldırıp yere çalar
bazen hayat ağır çeker ıslak bir kum çuvalı omuzlarına yüklenmiş gibi,
bazen bir kuş tüyü hafifliğinde kayar gider ellerinden
bütün pişmanlıklara rağmen ve bütün kayıplara inat yürümeye devam eder bazen insan,
ve birgün bir tebessümle durup kıyısında en sevdiği mekânın, ‘her şeye rağmen umut varmış’ der
hayatın tanımı insan sayısıncadır o yüzden, birbirine hiç benzemeyen
şu bir saat bitse de gitsem diye bekliyorum bir bekleme salonunda
setini zorlayan bir baraj gibi vuruyorum duvarlarıma
üzerime yığılan sınırlandırmalardan kurtulmayı hedeflemişken
şu an kimin, nerede, neler yapıyor olduğu üzerine
kayda geçilmemesi gereken zihinsel çalışmalar gerçekleştiriyorum
standard durumdayım
ve yok bir şikâyetim diye bu standartlıktan, normalmişim gibi geliyor bana
‘normal iyidir’ dedin diye Şirâze,
‘normal miyim ve ne kadar normalim’ gibi sorulara takılmış buluyorum kendimi
‘iyiyim’ diyorum sıklıkla kendime, ki şükredenlerden olayım
            farkında olmadan nankörler grubuna dâhil olmanın
hiç de zor olmadığını iyi biliyorum
hepimiz çalışıyoruz da, ben bu aralar kafadan izin verdim kendime
tek hamlede çıktım işten ve hedefine kilitlenmiş göçmen kuş havasındayım,
bir Moğol atasözünü tutup duruma yakıştırıyorum bir de
‘korkuyorsan başlama, başladıysan korkma’
kimseye değil sözlerim, ne diyorsam hepsindeki hedef benim
alınmayın o yüzden yerli yersiz ve gerekli gereksiz, ben kendime eziyet edenlerdenim
zamanım çarçur, hayat bir hırgür, gün gelir bunlar da bilirim tek tek sorulur
lâkin insan olmak bütün bunların tümüdür
neye karşıyım söylemeye bile gerek duymuyorum artık
kime ve neye aykırıyım bir ben biliyorum, bir de O
bazen acımasızlığım tutuyor günün belli vakitlerinde
çizikler atıyorum iç organlarıma, satırlar dolduruyorum sansürden geçirmeden fikirlerimi
Salı, Cuma veya Pazar olması da durumu hiç değiştirmiyor
her günün bir konuya adanmasından yana değilim
ama sanata var bir düşkünlüğüm, kabul etmeliyim
yine de müzelerden sanatçıya yol olur mu, tam olarak emin değilim
ne kırılın, ne darılın
bu Şirâze’yi de her zaman olduğu gibi
kıymetini benim bile ölçmeyi bir türlü beceremediğim
ve nasıl sevsem tam sevmiş olurum hiç bilemediğim Şirâzem’e adıyorum
iyi geceler diliyorum Şirâze’m
aksiyonu ivmelendirilip gerçeküstü senaryolarla donatılmış nazlı rüyâlar…
ne olmuşsa ve olmuş olacaklar da hayırdır sonuçtaŞirâze 
1 note · View note
dunyadanbirisi · 5 years
Text
gitme, kaybolursun
bisikletini alır,
yüzünden tebessümü çalarlar
bir ömür nasıl heder edilir bekleyerek, nasıl katili olunur hayâllerin
ve nasıl ayarlanır saati ecel vaktinin
bir can nasıl gömülür klişelere diri diri, nasıl kesilir şah damarı aşkın
ve nasıl söndürülür gözbebeklerinin nuru
sen söyle Şirâze’m, nasıl ödenir bir suçun diyeti,
nasıl oluk oluk akıtılır kanı vicdanların
ve nasıl dürülür defteri masumların 
ne öznesiyim hayatın, ne de nesnesi
                                               elimde aşkın iğnesi
söküklerini dikiyorum anıların
söyle Şirâze’m, bir asrı kirletenlerin sûretine nasıl tükürülür,
nasıl bükülür bileği cahillerin
ve nasıl pusuya düşürülür sabaha nöbet duranlar
bir yürek nasıl taşlaştırılır vura vura, nasıl kazılır mezarı en güzel çağında sevdanın
ve asitle nasıl yakılır kokusu sevgilinin
sen söyle, bir işaretle nasıl değiştirilir merminin yönü, nasıl alınır ahı mazlumların
ve nasıl girilir günahına toprağa karışmışların
                                               harcıâlem ilişkiler yumağında soluksuz
muhteris yalnızlığın sokaklarına yağıyorum
                                               ve ıslak silüetimi yağmurun duvarlarına asıyorum
söyle Şirâze’m, bir vuruşla kökü nasıl kazınır iyi niyetin,
nasıl yalan yere yemin verilir avaz avaz kutsallık üzerine
ve nasıl parsellenir doğmamış çocuğun hakkı
bir derdin başlığı nasıl yazılır manşetlere, nasıl atılır imzası ölüm fermanının
ve nasıl tersyüz edilir yolu yordamı garibanların
sen söyle, bir hamlede nasıl devrilir arzın direkleri,
nasıl çekilir yerküre uzayın kara deliklerine usul usul
ve nasıl koparılır alemin kıyameti
                                               sürekli hareket hâlinde zemin
                                               sabit kalmak olası değil bu durumda
                                               zamanın dışına çıkıp 90’lara doğru adımlıyorum
                                               sen yolumu kes Tandoğan’da                                                         
söyle Şirâze’m, bir delinin nasıl aklı olunur, nasıl ölçülür dengesi kararsızlığın
ve nasıl yakılır ağıdı ruhunu genç teslim edenlerin
bir minarenin nasıl susturulur çağrısı, nasıl kılınır zalimin cenaze namazı
ve nasıl dilenir son vahiy gökten cümle adalet için
sen söyle, iki rekatı nasıl edâ eder kıblesi şaşmış olan,
nasıl bulur hedefini yarından umudu kırılan
ve nasıl doğrultur belini bir ayağı çukura saplanan
                                               aşk’ı anlatacak literatür yok, ondandır başıboşluğumuz
                                               sevmelerimiz de içimizde derin bir uğultu
                                               ne kadar kaçarsak o kadar yakalanıyoruz girdabına
ben de hasretimi sarıp koynuma
bulunduğun menzile dönüyorum yüzümü
                                               ve duâ olsun hâlim:
                                               üzerimize sen ferahlık indir Rabbim!
söyle Şirâze’m, bir öyküyü nasıl resmeder öfkesi şahlandığında ressam,
nasıl bir fırtınaya dönüşür tek bakışla bir insan
ve nasıl bir kaşık suda boğulur geleceği memleketlerin
bir sevgiliye nasıl olunur zemheride yâr, nasıl tutulur evvelde verilmiş sözler
ve nasıl yutulur her kelimesi haddini bilmezlerin
sen söyle, nasıl ısıtılır ayaza çaldığında annelerin şefkati,
nasıl bir gecede satılır koskoca bir milletin kaderi
ve nasıl acıları katık yapılır kovulmaktan beter edilenlerin
sen söyle Şirâze’m,
ben içinden çıkamadım
ve vazgeçtim ademoğlundan sanırım
2 notes · View notes
dunyadanbirisi · 5 years
Text
sen denetimsiz ve usturupsuz, asi ve özgür; sevilmeyi tevâzû ile bekledin Şirâze gözlerinden dökülen yakarışın değerini biçemeyenlere olsun ahlar üç adımlık kafeste yaşadın hep, birinden çıkarıp diğerine yerleştirdiler seni kanatlarını kesip tatmin olan zavallılara yazılsın bütün günahlar şimdi yakıp yıkınca duvarları umursamayıp, kırınca kilitli kapıları nâfile geç bir zamanda yok ki o sevgili sana sığınak olacak, üzerine yağarken ölümcül bombalar süründün benden sebep, süründüm ben de senden sebep; şükür çıktın ferâha, mekân Ankara benimse göçebe yaşantımda karşılaştığım sürgit bir karmaşa ve yıllanmış mezarlar sonsuzluk ile sınırsızlık arasındaki fark Şirâze, tatlı suyu tuzludan ayıran çizgi kadar mucizevî sonsuz sen ve sınırsız ben, birbirini ancak ötelerde mi tamamlar yüzümü adınla yıkıyorum her sabah ve adına yakışsın istiyorum naz adım kızma bana aşk, ara ara kanasa da sende açtığım yaralar deli taylar gibi koşuyor yüreğim, ‘sus’ de susayım, ‘dur’ de durayım varsın yıkılsın hükmü cümle geçmişin, eğer sana varacaksa bütün yollar terkettiğim günden beri ruhum firarda, de ki ‘zayıflıktan,’ ben diyeyim ‘aptallıktan’ Potomac sınırında duadayım, çekilsin diye artık üzerimdeki kara bulutlar ben bir yüküm, hep birilerinin mülküyüm, ateşinden arta kalan külüm dört yana savrulurum, topla hepsini aşk, can olsun nefesin ve tamamlansın bendeki noksanlar
bırakmam bırakamam al şu beni kendine yâr et Şirâze
yoksun madem dedim olmasın kimsem al aklımı sen koru Şirâze
narçiçeğim seni kendimden öte bildim al şu beni rengine boya Şirâze
saçlarını dolayıp boynuma, gezeceğim ışıl ışıl minik elin hep elimde, dünyanın her kıtasında adımlayacağız sen ve ben ağlarken hüznümsün bil, gülerken en mutluluğum tüm sancılarını, ağrı ve sızılarını ben yükleneceğim, olmasın kederin sana çocukluğumdan ninniler fısıldarken dalacaksın uykulara büyü diye hayata karışmak için sana söz, incitmeyeceğim tek bir saç telini söz olsun, olmayacağım acılarının nedeni
bilirim iyisindir tasasız geçer vaktin üstelik vardır bir sevdiğin can bildiğin ‘dost’ dediğin bilirim, eminsindir bil, bende de güvendesin Şirâze’m iki hecem yemin olsun, olmayacağım derdin
4 notes · View notes
dunyadanbirisi · 6 years
Text
(çok şükür aylar sonra bir mektup geldi, bekle bekle gözlerimiz yollarda kalmıştı)
Şirâze’den Şirâze’ye saklı mektuplar
çocuk oldum bugün yaşımın rakamsal değerini hafızamdan silip dünyanın tadına baktım ucundan, tırtıklar gibi toz pembe pamuk şekerini bulutlar arasından kırpınca güneş gözlerini, utanıp saklandım bir çınar ağacının babacan gövdesindeki derin ve karanlık kovuğuna                      bestelenmemiş şarkılarımı mırıldandım yine gereğinden fazla kırılgan yalnızdım ve hâlâ yoktu dilimden anlayan
kendimi buldum bugün bir sokak ortasında ‘elim sende’ oynarken Fes’in bir kenar mahallesinde toza toprağa bulanmışım yüzümde geniş bir gülümseme, mutfaktan aşırdığım sıcak pideyi gizlice yerken ben ve Rina, gölgelerin de gözü olduğunu öğrenmeye birkaç yıl yaklaşmışım                     yüreğinde kendimi aradığım nice insan kayarken önemsiz hayatımdan hoyratmışım ve bilmekten epey uzakmışım daha, hayatın direklerinin ayrıntılar olduğundan
ben bir dağ kızı, alabildiğine özgür bırakmışım rüzgâra kendimi hırçın ve deli yıllar gitmiş, bir dağdan diğerine atlamışım aklım duraksız masalsı öyküler peşinde yetmemiş de Şirâze, dağlardan vadilere inmiş, Kaf’a dayanırım ümidiyle ovalara açılmışım çöl kumunda yanmış tabanlarım Adre’ye varmak için sonsuz bir hayâle zincirli                      yürümeye devam etsem de kör topal geçtim nihayetinde tutunma telaşından ağırlaştım ve selam göndermiyorum artık kimseye çanların çaldığı bu topraklardan
‘kırın kelepçeleri’ diyorum kadınlara, hain kötülüklerin ekilmeye devam ettiği her yerde hükmü sadece size geçebilen zavallıların zulmüne kaldırın başlarınızı sen bilirsin Şirâze, içimdeki isyanın ateşini yaktıklarında ya beşti yaşım, ya altı olgun bir edayla varlığımı isimsizleştirmeye adanmışlıklarına gülsem de acıyla, tükendi bir ömür                     oldu hayli vakit vazgeçeli, hayatı ciddiye almaktan kararlıyım ve özlemsiz, plansız geleni yaşıyorum, benden çalınanları ve kayıplarımı hatırlamadan
onarılamazlar vardır Şirâze, bir de izi silinemezler ve çaresinin nerede gizli olduğunu bilemediğin dermansız sandığın illetler herkesin inandığı kendi doğruları bazen yanlışa çıkar bazen de yanlış görünende gizlidir doğrular olma keskin, olma zâlim; bazen üzerinde sapasağlam durduğun zemin çöker
5 notes · View notes
dunyadanbirisi · 6 years
Text
ne dediğim değil
ne demediğim önemli
başlamak istersin yeniden üzerini çizip yaşanmışların, unutmak pek mümkünmüş gibi
sorgulamaktan kendini alamazsın, ‘nerede hata yaptım’ aranışıyla yürürsün yabancı yollarda
bu sorunun cevabını bulamayacağın âşikâr olsa da, umut işte seni oradan oraya sürükler
dönüp baktığında geriye, tüm gördüğün boşa geçirilmiş bir ömrün acısıdır
o yerlerde ne izin kalmıştır artık, ne adını hatırlayan, ne de bir bilen seni
duvarlara bakıp oturduğunla kalırsın Şirâze!
sen al kendini gezdir şimdi diyar diyar,
olmasın yanında yâr, yüreğinde bir karar ve har
kaçır kendini Sergelen’den Chedi’ye
vur Afrika’nın göbeğine
ve bırak sıkıca tuttuklarını onlar seni bırakmadan
ya da ayağına bir zincir vurmadan;
sözlerini ve yüreğini açarak köleleştirme kendini,
an gelir
vururlar seni bir avcı köpeği yakalasın diye
daha sen ne olduğunu anlamadan.
her yangını başlatan kıvılcım başkadır,
hiçbir kavganın nedeni de aynı değildir üstelik
ve hiçbir yanlış hiçbir doğruyu gerçekte götüremez!
olsaydı Gazzâlî medrese hocam,
Franz Passow düşün dilim,
Steve Hanks realistik yanım
yavaşlatabilirdim belki akıl-his arasındaki
limiti yüksek gel-git’leri
doludizgin bohemliğimi farkettiğimden beri
krallar ülkesinde sürgünüm bil
biraz bana,
biraz sana.
diyorum ey! aşk
kimse taşıyamaz kanatlanmayı öğrenmiş bir ruhun güzelliğini
Malta’da bir zindan kulesiyim o yüzden
yokluğuna alışamadığımdan beri
sen tanımazsın,
akıl günlüğümde kayıtlı Abaakuwa’nın çadır hayatı
kumullar arasında dolanan bir kervana yüklenmiş
ne az gitmiş, ne de uz gitmiş Şirâze,
seni, beni çok kere teğet geçtiğinden beri
Şirâze’m
ah! bir söyleyebilsem
kimsin sen
1 note · View note
dunyadanbirisi · 6 years
Text
sana gözlerim ol diyorum, bir seninle göreyim, olmuyorsun
sana sözlerim ol diyorum, buram buram sen döküleyim, dilime sus çekiyorsun
sana yüreğim ol diyorum, her soluğumda seni can bileyim, her gün canımdan can alıyorsun
sana her şeyim ol diyorum, her şeyim!
evimin anahtarı,
odamın ışığı,
yastığımdaki koku,
gözümdeki uyku,
heyhat! yanaşmıyorsun
ben de diyorum, ‘var git yoluna Şirâze’m, iki hecem!’, seni sana bırakıyorum.
‘aşka aşkın’ kitabını yazalı kaç yıl oldu
ve kaç gün tek tek saydım da bırak onunla avunsun ruhum.
bir Ege gecesi, kenar mahallesinde oturmuşuz itiraflarımın, ben ve Lahor
yine yalnızlık demindeyiz
‘seni sensiz sevmeyi en iyi ben biliyorum’
gitme! ‘gitme’ diyorum sana ısrarla, gitme! yorulursun
kolay gelir önce, güle oynaya uzaklaşırsın ev, şehir, yurt, yâr, ne varsa seni sen yapan
sanırsın gitmekle silinir hafızan
sanırsın yeni bir yer doğmaktır, başka bahara bir basamaktır, inkişâftır, inkılâbtır
oysa tüm sanışların Şirâze, seni kaosla donatır;
gün gün eline-ayağına, diline-gözüne, saçının her teline dolanır
ve bir başladın mı Şirâze, bu gitmeler olur zindân
sonra, işte sonra Tibet kokulum, bir yıldırım düşer tenine
başlar yanmaya usul usul her bir hücren
yangın önü kesilmez bir serseridir artık
dokunduğunu küle çevirip siyaha boyar
‘gitme’ diyorum sana, gitme kal
daha vakit varken, yola çıkılmamışken ve pusulası hepten şaşmamışken aklın
biliyorum da ‘gitme’ diyorum ondan
gitme ey! ‘aşk’ nedir yok sayan hoyrat duruşlu nazan, dercan, hoşendam
gitme, gel vazgeç alnına yazmaya çalıştığın o hain kurgudan
zaman zulmün muallimi geçer dolu dizgin soluksuz bırakarak
kazıyarak kökünü yüreğine sevda ile nakşettiklerini
ve unutursun sonunda Şirâze sen emellerini, hayâllerini, neden gittiğini
nedenlerini sürüklenişinin kuzey, güney
sonra bir bakarsın yitmişsin birden fazla yorgun öyküde sonu hüsrân
gitme diyorum işte, gitme; gittiğin gibi dönemezsin
geri getirdiğin arta kalandır gidenden
artık ne gideni hatırlarsın, ne de geri geleni tanırsın
bilmeden değişmişsindir, bilmeden dönüşmüşsündür, bilmeden eğilip bükülmüşsündür
o an, kendine küser, kendinden de gitmeye yeltenirsin
yoktur ki bunun bir yolu dîlbestem, bestem, peyvestem
kendi bedenine hapsedilmişliğin çarpar yüzüne de
çaresizliğine ağıt dizersin
bu ruhun sancısı cehennem ateşi dokunmadan dinmez
bu ruh bu kafesten kurtulmadan rahata eremez
gitme! diyorum sana yine ve yine, gitme!
kendine edersin
yüreğimi ben dikerim
iğne iplik her gece iki kırgınlık arasında
aç bak, ondandır yamalı bohçaya benzeyişi kalbimin
sonra kendimi uyuturum boş bir evin ürperten soğuğunda
pencereler buz, içim huzursuz, her an bir kıyâmet kıyısında uğursuz
sen söyle, kime nazlansın
bu naz’ın
sen ki yüreğime düşen dem
fî tarihte yolumun senle kesileceğine dair not düşülen
şu hâlimin dili yok çözülsün, çözülsün beş haneli bilmecem
dönme sırtını bana
ölürüm
say-dök, kır-devir, istersen ez geç iki hecem
yeter ki bana sırtını dönme
dökülürüm
gözlerini çevir gözlerimden dilersen,
dilersen as bir zeytin dalına hükme varıp
ve kanat yaralarımı, atsın dikişleri kalbimin dayanamayıp
yeter ki sen bana sırtını dönme
diri diri hayata gömülürüm
anlatmadım hiç Payas’ın tozlu yollarını, çocuk yanlarımı
ve nasıl eski zamana takılıkaldığımı,
hiç sormadın.
bilir misin, insan sevdiğini merak eder
sen Şirâze, etmedin.
demek ki, her zerresine vurulduğum,
demek ki hiç sevmedin
olsun ey! rotası bilinmeze kilitlenmiş yolculuğuma dost seçtiğim
kokusuna tutulduğum,
sebebi dibe vurmuşluğumun;
diyorum bak yine, ben kör bir kurşunum
gün gelir vurulduğum yerden acımasızca vururum
yapma, hırpalama, acıtma; adı naz Şirâze’m bu kadar acımasız olma
kır şu prangayı diye geldim sana
sende ben özgürüm
sensin benim özgürlüğüm
1 note · View note
dunyadanbirisi · 4 years
Text
Naz
şiirleri harp meydanı
şairlerin
kandili aşk
benim de sensin
bazen yavaşlar hayatsollayıp geçersin, bazen sen yavaşlarsın da hayatın seni sollamasını izlersin
arkasından el sallayanlara rastlamışlığın vardır üstelik
küstahlık değildir bu, olsa olsa bir çeşit çaresizlik 
yorulmuşsundur belki, belki de hedefin vurulmuştur bir öngörülemez tarafından
ya da sadece vazgeçmişsindir gayenin önemsizliğini fark edip
o an en tehlikelisi boşluğa kendini bırakmandır
boşluk Şirâze, aldığın kararların netliğiniölçüp biçmeden bir bütün olarak seni yutar
yine de onun bile vardır zaafları; açık verir, anlık insafa gelir, nedensiz genleşir
ama bil ki bu, nadirattandır
bugün de mi olmadı, Siraze?
olmadı, ama bu
hiçolmayacağı anlamına gelmez
vura vura r’lere söylenirim ben ağır Rus aksanım varmış gibi, kimden bilmem işte öyle öğrenmişim
köşelidir kelimelerim, hacimlidirsatırlara sığmayan kocaman despot ve obez cümlelerim
ben bile taşıyamam onları da bir kuytuyakimse görmeden terk ederim
nasıl olsa zavallıların ağıdınıduyar bir yardımsever mi derim
yoksa kelime vurguncularıyla cümle avcıları bulsun da kıymetlensinler mi onlarla isterim
ne bileyim Şirâze, öyle kıt ki aklım zaman zaman
bırakırım başkası dert etsin
mırıl mırıl söylenirim ben r’lere vura vura; bazen h’lerle, bazen de n’lerle küs gezinirim
bir çocuk görsem saklanır, harabe diplerinde kedilerle zıtlaşırım
çocuklardan kaçar, hayalperestlerdenhayal araklarım
ben bir gezginim ve yalnızlığı sevmek Şirâze’m, değil benim kabahatim
kabahat bana onu sevdirenlerin  
kızma ama hâlâ kendimle kavgalıyım
aramızı bul diye gece uykularımdabundandır sana kaçmalarım
vura vura r’lere severim bir de, ne kadar sertse vurgu o kadar iyi
ne kadar sertse vurgu o kadar iyi
kuşlar göçmeden önce vedalaşmaz
kimse de onlarabundan dolayı gönül koymaz
dönüp geldiklerinde de Şirâze, kimse onları kovmaz
tut kelimelerimi gitarının tellerine dola akşama doğru dalgalanırsa yüreğin
koy başını adalara, uzansın ayakların Marmara’nın açıklarına, gezindiği yerde gemilerin
bir kılıç balığı sürüsüne rastlarsa akıntı boyunca tuzlu suyuna karışan hayallerin
emin ol, yüklenip getirirler saklı koylarıma, yakalanmadan ağlarına yolkesenlerin
çünkü bilirler kimdir o yaşarken dillendirmeye bile kıyamadığınnaz sevdiğin
alır beni
yıldız yıldız gezdirirsin 
meteoritler gerdanıma dizilmek için yarışır belki.
(sayfadan direk kopyaladım, biraz imla üzerinde düzeltme lazımdı üşendim açıkcası, mobilden zor oluyor)
3 notes · View notes
dunyadanbirisi · 7 years
Text
Uzun uzun zamandır yoksun.
Bahar gelince daha bir yokluğun dört yanda şiraze. Ağaçların dallarında sen, toprağın renginde sen, rüzgarın dokunuşunda sen; su, hava, ateş sen şiraze.
Dünya dönüyor, ben dönüyorum sana.
Dünya dönüyor, ben dönüyorum bana.
Biryerlerde noktaya takılıp düşecek, noktanın büyüdükçe büyüyen cüssesinde kendimden geçeceğim.
Yokluğun çökertti her şeyimi.
Varlığını bilip de o varlığa dokunamamanın yakan, acıtan, bitiren demindeyim yine.
Bak şiraze. Canlanan hayata bak.
Yeniden doğanlara, şahlanıp savrulanlara bak.
Her umudu besleyebilecek yer bulanlara bak.
Bir de dön o güzel yüzünü, bana bak.
Bak şiraze. Otur karşıma asırlarını asırlarıma ekle, hep suskunluğuma sebep cümleleri yakala da birbirine düğümle.
Şiraze bak bana.
Gerilerde bulacaklarından endişesiz, karşılaşacağın karmaşadan ürkmeden, her şeye hazır ve her olabileceğe dimdik durarak bak bana.
Ne kadar acz içinde oluşuma tanık olacaksın.
Yapamadıklarıma sürekli ah’lanışıma belki bir an sekte koyacaksın.
Olamayışıma.
Olduramayışıma.
Hep eksik yanıma.
Bana, benle olanlara, benle olmayı arzulayanlara, yoklarıma, varlarıma, var olmasını dileyip de tutamadıklarıma… dur da bir bak.
Ben bile bihaber bendekinden, ben bile bigâne bendekine, ben bile garîp, acîp…
Şaşma şiraze.
Kendimi bilmeye çabalamaktan yorgun düşen dimağımda bir karmaşa, bir tökezleyip yere serilme, bir umudun yiten aydınlığında kayıp gitme… Enginlerine al beni şiraze. Ver elini, ver sen’i şiraze.
Eyyamında bu zamanımın titrek yaşıyorum. Sözlerin epeydir oldu dibe vuruşu.
Gözlerinde kaybolsam sessiz, gözlerin bitirse beni. Olsam bir okyanus, masmavi; olsam bir sahra, sarı; olsam bir asuman; laciverd…sere serpe, uçsuz bucaksız bakan yitse rengimde, dalan çıkamasın hep derinlerde hep derinlerde ve düşen yansın, yansın, yansın da kül olup savrulsun ötelere.
Şiraze…
Karşısına geçip durmaya yok mecalim.
O denli esfelim o denli esfel.
Ne baharı görür gözüm bu hal bende, ne bahar beni görür bu hal bende, ne bahar bilir beni bu hal bende, ne ben baharı bilirim bu hal bende.
Şiraze ben baharı yüreğime uyandıramayışımın kaçıncı durağındayım. Üçe beş eklemeye, beşten on çıkarmaya, onla bini çarpıp milyona bölmeye çabalayışım beni içe çekiyor.
İçte bir batak.
İçte bir batak şiraze.
Çektikçe çekiyor.
Çektikçe çekiyor şiraze.
Geceleri bir mum karşısında oturup salınışına bakıyorum alevinin. Öyle narin kıpırdanışı var ki şiraze, dinginliğine doyamıyorum.
Azar azar yanıp, yandıkça azar azar erimek ve nihayetinde kaybolup gitmek… şiraze ben yandıkça haykırıyorum.
Şiraze ben eridikçe korkuya kapılıyorum.
Şiraze ben ebede kayışımı tedirgin izliyorum.
Benden bir ben, benden daha bir ben doğuyor sabaha; diyorum “kimsin?”
“Aslınım” diyor.
Aslıma bakıp kendimi onda bulmaya çalışıyorum; diyorum “ne kadar güzelsin.”
“Güzelsin” diyor. “Bahar açmış saçlarında bak.”
Bakıyorum. Göremiyorum şiraze.
Ş İ R A Z E
1 note · View note