Tumgik
#birbirinizi takip edin
otuzsekizinciparalel · 3 months
Text
uyandınız mı
14 notes · View notes
falcibaba · 1 year
Text
1 Günde Bağlama Büyüsü Nasıl Yapılır?
Tumblr media
1 Günde Bağlama Büyüsü Nasıl Yapılır?
Tumblr media
1 Günde Bağlama Büyüsü Nasıl Yapılır? 1 Günde Bağlama Büyüsü Nasıl Yapılır? Başarılı bir aşk hayatına sahip olmak, birçok insanın hayalidir. Ancak, bazen istedikleri kişi onları sevmeyebilir veya başka biriyle birlikte olabilir. Bu nedenle, bazı insanlar aşk büyüleri yaparak, istedikleri kişiyi kendilerine bağlamayı umarlar. Bu yazımızda, size 1 günde bağlama büyüsü nasıl yapılır adım adım anlatacağız. Malzemeler: - 2 adet mum - Bir avuç karanfil - Bir adet kırmızı kurdele - Yarım litre su - Eritilmiş balmumu Adım 1: İlk olarak, iki mumu birbirine yapıştırın ve eritilmiş balmumunu kullanarak, üzerine karanfilleri dizin. Adım 2: Daha sonra, kırmızı kurdeleyi mumun çevresine sarın ve düğümleyin. Adım 3: Yarım litre suyu bir tencereye koyun ve kaynatın. Kaynayan suyu ocaktan alın ve doğruca büyünüzü yapacağınız odaya götürün. Adım 4: Mumun yanına oturun ve kaynayan suyu üstüne dökün. Suyun mumu sarmalayarak akan bir halka şeklinde olmasına dikkat edin. Adım 5: Mumları yakın ve büyüyü tamamlamak için 20 dakika boyunca sessizce oturun. Bu sırada, hedefinize yönelik güçlü bir bağlama niyeti tutun. Adım 6: 20 dakika sonra, mumları söndürün ve büyüyü tamamladığınızdan emin olun. Ardından, büyü malzemelerini suya atarak (tabii ki karanfilleri çıkarın) dökün. Kurdeleyi saklayın. Bu adımları takip ederek kolayca 1 günde bağlama büyüsü yapabilirsiniz. Ancak unutmayın, bu tür büyüler yaparken dikkatli olun ve hedefinize yönelik olumlu niyetlerle hareket edin.
1 Günde Bağlama Büyüsü Nedir?
Bağlama büyüsü, bir kişinin diğerine bağlanması için yapılan bir tür aşk büyüsüdür. Yapılış amacı, bir kişinin isteği dışında başka bir kişiye aşık olmasını sağlamaktır. Bu büyü, aşk hayatında problemler yaşayan, sevdiği kişi tarafından terk edilen veya hoşlandığı kişinin ilgisini çekemeyen insanlar tarafından tercih edilmektedir. Bağlama büyüsünün yapılması oldukça kolaydır. Gereken malzemeler arasında mum, tuz, birkaç kişinin fotoğrafı ve bir kağıt parçası yer almaktadır. Büyü yapılmadan önce, büyü yapılacak kişinin tam olarak ne istediğine ve niyetlerinin ne olduğuna karar vermesi gerekmektedir. Büyü yapımına başlamadan önce de kişinin kendine ve diğer kişiye karşı iyi niyetli olması şarttır. - Büyü yapımı için ilk adım, mumun üzerine tuzun serpilmesidir. - Yaşanan sorunun çözülmesini isteyen kişinin fotoğrafı, büyü yapılacak kişinin fotoğrafının üzerine yerleştirilir. - Ardından, iki fotoğraf kağıdının arasına konulacak bir kağıt parçasına, bağlama büyüsünün yapılmasını isteyen kişinin isteği yazılır. Bu kağıt, buzdolabının arkasına veya başka bir saklı bir yerde saklanacak şekilde bırakılır.
1 Günde Bağlama Büyüsü Faydaları
Bağlama büyüsü, sevdiğiniz kişinin size bağlanması için yapılan bir tür büyüdür. Bu büyüyü yapmaya karar vermeden önce, iyi düşünmeniz ve sonuçlarına hazır olmanız önemlidir. Bağlama büyüsü, doğru kullanıldığında birçok fayda sağlayabilir. Bu yazımızda 1 günde bağlama büyüsü faydaları hakkında detaylı bilgi edinebilirsiniz. Birçok durumda bağlama büyüsü yapmak, sevdiğiniz kişinin sizden uzaklaşmış veya ilgisi kaybolmuş olabileceği zamanlarda yapılır. Bu büyüyle, sevdiğiniz kişi size bağlanacak ve aşkınızı tekrar hissederek size geri dönecek. Ayrıca, bağlama büyüsü, evlilik hayatınızda da etkili olabilir ve eşinizin size daha bağlı ve sadık olmasını sağlayabilir. - Bağlama büyüsü yapmaya karar vermeden önce, sonuçlarının kalıcı olacağını unutmayın. - Bağlama büyüsü, sadece aşk hayatınızda değil, diğer hayatınızın alanlarında da size yardımcı olabilir. - Bağlama büyüsü yaparken malzemelerin doğru kullanımına özen gösterin ve büyüyü saygı çerçevesinde yapın. Bağlama büyüsü yapmak, elbette ki etkili bir yöntemdir. Ancak, bu büyünün yanı sıra doğal yollarla da sevdiğiniz kişinin size bağlanmasını sağlayabilirsiniz. İletişim kurmak, birbirinizi anlamaya çalışmak, destek olmak gibi yöntemlerde bulunarak ilişkinizi güçlendirebilirsiniz. Bağlama büyüsü, sadece son çare olarak düşünülmelidir. Bağlama Büyüsü Faydaları Sevdiğiniz kişinin size daha bağlı ve sadık olması İlişkinizi güçlendirmesi Sevdiğiniz kişinin size geri dönmesini sağlaması Eşinizin size daha bağlı ve sadık olması  
1 Günde Bağlama Büyüsü Yaptıranlar
Bağlama büyüsü yaptırmak isteyenler öncelikle bu konuda uzman kişilerle iletişime geçmelidir. Çünkü bağlama büyüsü yapmak kolay bir iş değildir ve uzmanlar dışındaki kişilerin yapmaya çalışması son derece risklidir. Bağlama büyüsü yaptırmak isteyen kişiler, bu büyünün ardındaki amaçları, büyüyü hangi kişi/kimselere yapacaklarını net bir şekilde belirlemelidirler. Bu amaçlar ve kişiler doğru belirlendikten sonra, uzman bir medyumla görüşülerek bağlama büyüsü için gereken malzemeler temin edilmelidir. - Bir adet kırmızı mum - Beyaz bir kağıt - İğne - Kırmızı renkte iplik - Tuz - Kibrit Bağlama büyüsü yaptırmak isteyen kişi, bu malzemeleri temin ettikten sonra medyumla iletişime geçmelidir. Medyum, hangi gün ve saatte bu büyünün yapılacağını belirleyecektir. Büyü yapıldıktan sonra, bağlama büyüsü yaptıran kişi sonuçların ne zaman görüleceğini merak edebilir. Bu durum tamamen yapılan bağlama büyüsüne bağlı olup, kişiler arasındaki bağın gücüne ve hangi amaçla yapıldığına göre değişkenlik gösterebilir. Bağlama Büyüsü Yaptıranlar İçin Önemli Notlar: Bağlama büyüsü, kişi/kimseler arasında kalıcı bir bağ oluşturmak için yapılır. Bu nedenle, büyü sonucunda oluşan bağ, kopması zor ve çok güçlü bir bağdır. Bağlama büyüsü yaptıran kişi, bu büyüyü yapabilmek için uzman bir medyuma başvurmalıdır. Aksi takdirde, yanlış yapılan bir bağlama büyüsü sonucunda kişiler arasındaki ilişkiler tamamen bozulabilir. Bağlama büyüsü sonucunda oluşan bağ, olumlu veya olumsuz amaçlarla yapılmış olsa da, etkisi uzun süreli bir şekilde görülür. Bu nedenle, yapılacak bağlama büyüsü kararını verirken dikkatli olunmalıdır.  
Hangi Malzemeler Gerekli?
Bağlama büyüsü yapabilmek için bazı malzemelere ihtiyacınız olacaktır. Bu malzemeler birçok kişi tarafından kolayca bulunabilecek türden olduğu için büyü yapmak için özel bir çaba sarf etmeniz gerekmez. İşte bağlama büyüsü için gerekli malzemeler: - Bir fotoğraf: Büyüyü yapacağınız kişinin fotoğrafını kullanmanız gerekiyor. Yüzün net bir şekilde göründüğü bir fotoğraf seçerseniz etkinliği daha fazla olacaktır. - Kırmızı iplik: Kırmızı iplik, bağlama büyüsünde sıkça kullanılan bir malzemedir. Büyüyü yaparken kullanacağınız iplik mümkünse saf ipek ya da pamuk olmalıdır. - Beyaz tütsü: Büyü yapacağınız ortamı temizlemek ve pozitif enerji yaratmak için beyaz tütsü kullanabilirsiniz. - Bir adet mum: Büyü sırasında kullanacağınız mum saf balmumu içermelidir. Ayrıca mumun rengi de önemlidir. En etkili renkler kırmızı, pembe ve beyazdır. Bu malzemeleri hazırladıktan sonra bağlama büyüsü yapmaya hazırsınız demektir. Ancak büyülerin ciddi sonuçları olabileceğini unutmayın. Eğer bir büyü yapmanız gerektiğine karar verdiyseniz, doğru şekilde yapmak ve sonuçları hakkında iyice düşünmek önemlidir. Ayrıca başkalarına zarar vermek amacıyla büyü yapmak kesinlikle yanlıştır ve ahlaki açıdan kabul edilemez.
Bağlama Büyüsü Hangi Durumlarda Yapılır?
Bağlama büyüsü adından da anlaşılabileceği gibi insanları birbirine bağlamak için yapılan bir tür büyüdür. Bu büyü genellikle sevdiğini ve evlenmek istediğini düşünen insanlar tarafından tercih edilir. Ancak bağlama büyüsü sadece bu amaçla kullanılmaz. Farklı nedenlerle de bu büyü yapılabilmektedir. - Bir kişi çevresindeki insanların kendisine daha olumlu yaklaşmasını istiyorsa, - İş hayatında yükselmek ve başarılı olmak için yardım istiyorsa, - Ayrılmak istediği bir insan varsa, - Düşmanlarına karşı korunmak istiyorsa, Gibi farklı durumlarda da bağlama büyüsü tercih edilebilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta bu büyünün yapılmasının ahlaki olmamasıdır. Bu sebeple bağlama büyüsü yapmaya karar vermeden önce iyi düşünmek ve mantıklı kararlar vermek çok önemlidir. Hangi durumlarda bağlama büyüsü tercih edilmemeli? Hangi durumlar için uygun? - Ahlaki olmayan nedenlerle, - Başka insanların hayatına müdahale etmek isteyenler, - İlişkileri zorlamak isteyenler, - Olumlu bir etki yaratacak ve başka insanların hayatına müdahale etmeyen durumlar, - Daha uyumlu ve sevgi dolu bir ilişki isteyenler, - Hayatlarında olumlu değişiklikler yapmak isteyenler. Bağlama büyüsü yapmak için belirli malzemelere ihtiyaç vardır. Bunlar tılsımlı bir bez, mum, iğne, kırmızı bir kurdeledir. Ancak bu malzemelerin kullanımı esnasında da dikkatli olmak ve açıkta bırakmamak gereklidir. Aksi takdirde büyü yapan kişinin kendisi de olumsuz etkilenerek zarar görebilir. Yapılacak büyünün hedefindeki kişinin de buna rızası olması en önemli noktalardan biridir. Bağlama Büyüsü Etkileri Nelerdir? Bağlama büyüsü, insanlar arasındaki ilişkileri güçlendirmek amacıyla yapılan bir tür büyüdür. Adından da anlaşılacağı gibi, bu büyü çoğunlukla sevgiliyi kendine bağlamak veya eşleri arasındaki bağı güçlendirmek için yapılır. Ancak, bağlama büyüsü sadece bunlarla sınırlı değildir; evlilik dışı ilişkileri sonlandırmak, arkadaşları bir araya getirmek, düşmanlıkları sona erdirmek ve hatta iş arkadaşlıklarını güçlendirmek için bile kullanılabilir. Bu büyü, birçok farklı malzeme kullanılarak yapılabilir. Bazıları için, saç teli veya kan gibi kişisel öğeler gereklidir. Diğerleri için ise mumlar, tütsüler veya özel dualar kullanılabilir. - Çok güçlü bir sevgi hissi yaratır - İnsanların birbirine bağlanmasına yardımcı olur - Kıskançlık hissi uyandırabilir - Karşı tarafı kontrol etmek için kullanılabilir - İlişkilerdeki anlaşmazlıkları çözmede yardımcı olabilir Bağlama büyüsü yaptırmak isteyenler genellikle bir büyücü veya medyum ile iletişime geçerler. Bu kişiler, büyünün yapılmasında uzmanlaşmıştır ve doğru malzemeleri kullanarak etkili sonuçlar elde edebilirler. Ancak, yapılan tüm büyülerin garantili sonuçları yoktur ve bazıları tamamen işe yaramaz. Bu nedenle, bağlama büyüsü yaptırmadan önce mutlaka araştırma yapmak ve bir uzmana danışmak önemlidir. Bağlama Büyüleri ile ilgili yazılarımızı da inceleyebilirsiniz. Read the full article
0 notes
afterlifeglc · 4 years
Photo
Tumblr media
Takip edin. @afterlifeglc 💫 Those who wait are not followed. 💫 Beklemeyin herkes birbirine destek olsun. 🙈 Follow me. / Follow each other. 🙈 Beni takip edin. / Birbirinizi takip edin. 👥 Like Pictures quickly. / Everyone likes the posts 👥 Resimleri hızlıca Beğenin. / Birbirinizi Beğenin. 💬 Comment on Pictures / Comment to Each Other. 💬 Resimlere Yorum atın / Birbirinize Yorum yapın. ☑️ Save Posts / Save your posts. ☑️ Göderileri Kaydedin / Birbirinizin Gönderilerini kaydedin. 🌹 Let everyone follow each other. / Approve Incoming Requests. 🌹 Herkes birbirini takip etsin. / Gelen Talepleri Onaylayın. ❤🎀Girls🐾Luxury💎♦️Cars💲 . Please feel free to state your thoughts. You can press the like button for pictures you like. I would be very happy if you follow. 💜 Lütfen düşüncelerinizi ifade etmekten çekinmeyin. Beğendiğiniz resimler için beğen düğmesine basabilirsiniz. Takip ederseniz çok mutlu olurum. . . . . . . . . . . #autolike #geritakipvar #takipedenitakipederim #gtyapılırpp #takipet #lingerie #sigodevolta #gainwithhamsohood #chuvadelikes #gainwithkenyanoxygen #stockings #rtb #gainwithmchina #legs #sdv #geritakipyapiyorum #aztagram #gainparty #aktiftakipci #gainwiththeepluto #aktivlər #aktiv #gainwithlarrymemes #seguidores #chuvadeseguidores #chuvadelikes30k #chuvadeseguidores200k #gains #mizah #sdv❤️ https://www.instagram.com/p/CFkXGuuHo52/?igshid=a4vqqbksuz1s
7 notes · View notes
Note
Bir insanla evleneceğini nasıl anlarsın? Ya da kimlerle evlenilmez mesela bize tecrübeni aktarır mısın ? Hesabın çok güzel kitapları tek tek alıp karantinada okuyorum :)
"Adam arkadaşına sormuş:
—Evlenmiyor musun?
—Şartlarımı tutarsa olur.
—Ne istiyorsun ki?
—Güzel olsun, akıllı olsun, dindar olsun, zengin olsun, kültürlü olsun, şefkatli olsun, ciddi olsun, itaatli olsun, bir de esprili olsun.
—Ama abi, demiş öteki, birden fazla evlilik yasak artık!"
Yani diyeceğim o abartmayın. Ben eşimi görünce anladım, 'anlayacaksın, bekle, vakti var' derlerdi inanmazdım.
Onu görünce anladım, onunla konuştum, evlilik görüşmesi yaptım. Aile kültürel yapımız benzerdi, eğitim ve maddi düzeyimiz, manevi beklentilerimiz, geçmiş yaşantılarımız, kimlerle görüştüğümüz, dinlediğimiz hocalar, siyasi, politik görüşlerimiz, mizaçlarımız benzerdi. Elbette bu kadar benzerlik bekle demiyorum. Ama benim benziyordu. Belki senin daha çok şeyin benzeyecek. Belki bir aşk tesadüfleri sever filmine dönecek ve beraber 'olamaz mıı, olabiliiir' diyeceksiniz. Bu kısım latife gibi bir şeydi, çok aldırma.
Ama benim isteklerime, konuşma tarzıma, jest ve mimiklerime çok saygılıydı. Üstelik nefsimede hitap ediyordu. Onu görünce kafamda neşet ertas 'tatlı dillim, güler yüzlüm, ceylan gözlüm' triadı tamamlandı.
Şimdi sen belki benim kadar rasyonel bir insan değilsin olmak zorunda da değilsin. Bana her gün şiir okusun, Kuran okusun, şunu şiar edinsin, şu soydan olsun vs vs diyebilirsin, ama annem bunlar içinde adam mı bırakılır!!?? Ben bırakırım diyorsan şuna dikkat et; aslında bu biraz göze batma olayı... Bazı insanların yaptıkları gözümüze batar, bazen çok sevsekte ayrı dünyaların insanıydır ve bu olur, batar bize bizde ona batarız; ama bu olmadı. Diyeceksin ki ya kör kütük aşık olur gözüm hicbir şeyi görmezse, batmazsa bana.. O devreye akıl ve istişare giriyor işte. Aklını kullan, bu insan cok kaba ama bana batmıyor, zora hiç gelemiyor ama bana batmıyor vs vs. Acaba aşk gözümü kör mu etti, de ve gerçekleri tüm yalınlığıyla birine anlat, mesela bana; şu aralar filyasyondayım ve tus çalışıyorum cevaplar biraz geç gelebilir ama gelir yani illa ki Gsjsksksk. Tabi ki latife, güvendiğin akıllı birkaç arkadaşına anlat işte. Allaha dua et. Allah zaten bu işte yamukluk varsa ve sen temiz bir kalple istiyorsan o içine şüphe düşürür zaten, bir sorgulatır sana. Yani istihare yaptın böylece değil mi??!! Tabi Allah insani böyle bir iç muhaasebeyle imtihan etmesin. Çok zor. Iki tarafıda yıpratır. Çokça ya sabr...
İlk görüşte voltaj alındı ama merhametli, fedakar ve nazik bir insan mıydı, sinirlenince nasıl bir insana dönüyordu, fevri miydi, sevdiğini gururu için hiç eder miydi??!! Zıt fikirlerde illa kendi fikrini mi dayatıyor, ortak bir nokta mı arıyordu!!?? Kriz anlarını yöneteniliyor muydu!!?? Her ne olursa olsun benim yanında oluyor muydu!!?? Bunları tartmam gerekiyordu. Herkesin nazarında merhamet, nelere fedakarlık yapması gerektiği değişir elbet. O yüzden nelerde fedakarlik yapıp yapmadığını anlatmayacağım. Çünkü zaten herkesin bir sınırı vardır. Birbirinize tahammülünüz nedir, sabrınız nedir, tez canli mıdır!!?? Mesela ben tez canlı ve sabirsızım. Bunlar olabilir bir raddeye kadar. Ifrat ve tefride kaçmayacak ölçülerde birbirinizi kabul edin, değiştirmeyin, o zaten seviyorsa yada sen.. zaten bir yolda buluşursunuz.
Veee en önemlisi içimde şüphe var mıydı!!?? Çünkü bu islam usulünde de vardır. İçinde şüphe olan işi yapma.
Ve üç adım böylece tamamlandı.
Son olarak her şeyden eminsen aile rızası al. Anne baban olaya sırf nefsani olarak yaklaşan insanlar değilse anne babanın fikrini ve onların içine doğana biraz güven.
Bir de sana bir öneri, aslında herkese bu sözüm, şu aptal düğün organizasyonları için kendinizi yıpratmayın. 'Ama param yok, para paraa, felsefe yapma abla' diyenlere sözüm bizim maddi durumumuz yoktu, ailemizinde yoktu. Benim düğünüm olmadı. Kutu kutu, sandık sandık çeyizimde... Hiç koymuyor, bana herkes 'nasıl koymaz kızsın sen' diyor. Ama belli bir zeka, eğitim ve gelişmişlik seviyesine gelen insan bunlara zaten bakmıyor, bakmamalı, biz bakmadık. He birde millet ne der anlayışını bir bırakın kardeşim ya. Herkesin konuşmasına izin vermeyiiin!!!
Ve ve ve çok uzatmayın. Haram temeller üzerine evlilik inşa etmeyin. Size tanımayın demiyorum. Siz benim ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsunuz. Zaten çok muhabbet tez ayrılık getirir.
Ve mutlu son; gökten üç elma düşmüş. Biri sana, biri eşine, biri bankaya düşmüş. Herkes ermis muradına biz çıkalım kerevetine demeyeceğim, çünkü asıl imtihan evlilikten sonrası. O yüzden ille evlencem diye çokta şeyapmayın. 18inde de kusura bakma ama otur ilim irfan yap. 'Ama ben evlenincede yaparım ' yahut 'Ben evlendim yapıyorum' diyenlere sözüm. Yok öyle bir şey kardeşim. Evlilik gül bahçesi degil kardeşlerim, bu yol feci dikenli. Zaten bir insan tıbben ve ilmen ancak ve ancak 25 yasinda doğru karar verebilir; frontal kortex olayı, beni takip edenler bilir, uzun uzun anlattım. Benim okul bitti, işimde kidemlendim, hayatımı oturttum, yaş geldi, kader karşılaştırdı; zaten aramadık birbirimizi, ama bulduk ne hikmetse. Şey gibi 'aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır.'
Daha çok şey denir. Acaip derin bir konu bu. Ben çok derinlere dalmadım. Allah sanki yürü ya kulum dedi yürüdüm fshsjskak.
Rabbim daim etsin, yar ve yardımcımız olsun inşallah.
23 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 84. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 84: Buyou Ormanının Toprağından, İnsan Yüzü Salgını Patlak Veriyor
Uzun ve iri yarı bir adamdı, delirmiş gibi koşuyor ve sokaktaki pek çok kişi o çarpıp geçerken yere düşüyordu. Yüksek sesle şikayet ettiler. “Ne oluyor!”
“Bu kadar sıcak bir günde ne diye heyecanla koşuyor…”
“Vay be, ilk defa yüzünü almadan sokağa çıkan birini görüyorum!” *ÇN: Hem yüzsüz anlamında, hem de yüzünü sakladığı için.
Pek çokları yorum yaparken gülmeye başladı, zaten sahiden sinirlenmemişlerdi. Ama o adam tüm yolu koşmuş ve büyük, lüks bir at arabasına çarpmıştı ve yerler kanla ıslandı!
Bir yığın halinde sırt üstü yere düşmüştü ve şakalaşmakta olan yoldan geçenlerin hepsi çığlık attı. At arabasının sahibi de şok olmuştu, sormak için kafasını uzattı. “O kimdi? Kim bana çarptı?”
Her şey çok ani gelişmişti, Xie Lian oğlan meselesini şimdilik bir kenara bıraktı ve oraya koştu. “Neler oluyor?”
Başını sert, katı arabaya çarpan adam bayılmış gibi görünüyordu, dağılmış saçları yüzünü örtmüştü ve etrafında dikkatli ve izleyen pek çok insan vardı. Daha Xie Lian yaklaşamadan, adam aniden ayaklandı ve haykırdı. “ARTIK DAYAANAAMIYORUUUM! LÜTFEN! LÜTFEN BENİ ÖLDÜRÜN! HEMEN, BİRİSİ BENİ ÖLDÜRSÜN!!! LÜTFEN!”
Yoldan geçmekte olan birkaç iri yarı adam daha dayanamadı ve yorum yaptılar. “Bu ruh hastası hangi evden salınmış? Birisi alsın artık…” Normalde adamı zorla götürmeyi planlamışlardı, ama onlar yaklaşırken delinin yüzünü yakından görebildiler, onlar da çığlık attılar ve aceleyle geri çekildiler. “BU YARATIK NE BÖYLE!!!”
Ruh hastası adam ise, peşlerinden koşmaya başladı, deli gibi ağlıyordu. “BENİ ÖLÜMÜNE DÖVÜN!!!”
Adamlar dehşete düşmüşlerdi ve tam Xie Lian yaklaştığında, Ekselansları Veliaht Prensi gördüler ve sanki o ilahi bir kurtuluşmuş gibi aceleyle arkasına saklandılar. Xie Lian gözünü bile kırpmadan bacağını kaldırdı ve tekmeledi, deli adamı yere yıkmıştı. Adam birkaç kez takla attı, çamura bulaşmış bir köpek gibiydi. Bazıları onu işaret etti. “Ekselansları! Bu adam… bu adam.. onun… ONUN!!!”
İşaret etmelerine gerek yoktu, Xie Lian da görmüştü – bu adamın iki tane yüzü vardı!
Teknik olarak, bir yüz ve ondan büyüyen ikinci bir taneydi. İkinci yüz deli adamın bir yanağına sıkışmış, bir avuç büyüklüğündeydi ve her ne kadar adam genç olsa da, küçük yüz buruşmuş yaşlı bir adamdı, iliklerine dek çirkindi!
Xie Lian da iliklerine dek sarsılmıştı, zihni sadece tek bir cümleyle doluydu: Bu yaratık neydi?!
Anında belindeki kılıcını kavradı ve kınından çekti. Kılıç ona Savaş Tanrısı Semavi İmparator tarafından hediye edilen büyülü bir kılıçtı – Kırmızı Ayna, Hong Jing. Beyaz giysili varlıkla karşılaştığından beri gerekli olursa diye bu kılıcı hep üzerinde taşımıştı ve belki yaratığın gerçek haline bir gün görebilir diye. Bu şartlar altında, kılıç sahiden faydalıydı ve kınından sıyrıldığında ışıltısı kardan daha beyazdı. Ancak baktığı zaman, kılıçtan yansıyan hiçbir şeyi değiştirmemişti. Sadece o adam vardı ve dehşete düşmüş iki yüz. Bunun anlamı deli adam bir tür canavar veya iblis olmadığıydı, sahiden bir insandı!
Ancak böyle bir şey büyüten bir insan bu dünyada olabilir miydi? Eğer bu şekilde doğduysa, o zaman nasıl yıllardır kraliyet kentinde duyulmamıştı? Xie Lian hem şaşırmış hem şüphelenmişti ve aniden, yanındaki birisi titreyen bir sesle konuştu. “Nasıl… nasıl bu hale gelmiş?”
Onu duyunca Xie Lian hemen Hong Jing’i kınına soktu ve başını çevirdi. “Onu tanıyor musun? Önceden böyle değil miydi?”
Birkaç kişi yanıtladı. “Onu tanıyoruz! Önceden onunla çalışırdım. Elbette böyle değildi. Önceden, yüzü… nasıl böyle bir şeyi olur!!!”
Kalabalığın neredeyse bütün ana caddeyi kapatacak kadar büyüdüğünü görünce, ciddi bir yüz ifadesiyle Xie Lian bir nefes aldı ve yüksek, net bir şekilde bağırdı. “KİMSE YAKLAŞMASIN! BİR ŞEY YOK, AYRILIN!” Sargılı çocuk kalabalığı uzaklaştırmasına yardım ediyordu ama Xie Lian fark etmedi. İletişim rününden Feng Xin ve Mu Qing’e seslenmekle meşguldü. “Çabuk kraliyet kentindeki İlahi Savaş Caddesine gelin!”
Elini indirdikten sonra, yanında kararsız görünen ve bocalayan birisini gördü, son derece tereddütlüydü, bu nedenle Xie Lian ona doğru bir adım attı. “Söylemek istediğin bir şey mi var?”
Veliaht Prensin sorgulamasıyla, adam cesaret bulmuş gibi göründü ve konuştu. “Ekselansları, söylesem mi emin olamadığım bir şey var…”
Xie Lian’ın onun lafı uzatmasını dinleyecek vakti yoktu, doğrudan sözünü kesti. “Sadede gel!”
“Birkaç gün önce, göğsümde birkaç yumru çıktı; üç büyük ve iki küçük, hiçbir şey hissetmedim, ne kaşındılar ne acıdılar ve hatta dürttüğümde oldukça iyi bile hissediyordum. Üzerinde çok fazla düşünmemiştim, ama buradaki adamı görünce, sanki… sanki bir şey için cezalandırılmışım gibi hissediyorum, bilirsiniz ya, haha.” Düz bir şekilde güldü ve cübbesini gevşeterek göğsünü gösterdi. “Benim bir sorunum yok… değil mi?”
Cübbesini açtığı anda herkes sessizleşti. Adamın göğsünün üzerinde sadece ‘birkaç yumru’ yoktu. Açıkça her beş duyusu da aktif bir kadının yüzü vardı!
Adam aşağıya bakınca o da şok oldu. “NASIL BÖYLE OLDU?! ORADA HİÇBİR ŞEY… ŞEY…” Yaşayan bir şey? Gerçekçi? Ne sıfat kullanılırsa kullanılsan hepsi korkunçtu!
Herkes dehşete düşmüştü ve adam her şeye rağmen Xie Lian’ın cübbesinin kenarına yapıştı ve ağladı. “EKSELANSLARI BENİ KURTARIN!”
Aynı anda Feng Xin ve Mu Qing çağrısını almış ve kulelerden koşuyorlardı. Önlerindeki sahneyi görünce her ikisinin de kaşları çatıldı ve Feng Xin bağırdı. “GERİ ÇEKİL! NE YAPIYORSUN SEN?”
Xie Lian’ın açıklayacak vakti yoktu. Adamın omzuna vurdu ve rahatlattı. “Merak etme. Sakin ol.” Ses tonu sıcak ve istikrarlıydı, ciddi ama nazik. Adam her şeyin Xie Lian’ın kontrolü altında olduğunu düşündü ve böylesine küçük bir meselenin Ekselansları Veliaht Prens için bir hiç olduğuna inandı, ve rahatladı. Ancak Xie Lian’ın zihni karmakarışıktı.
O ‘İnsan Yüzü’ sonradan büyüyen bir şeydi! Ve bu semptom – şimdilik ‘semptom’ diyecekti – sadece tek bir kişide yoktu. O zaman, başka insanlarda da olduğunu varsaymaya cüret edebilir miydi?
Anında Feng Xin ve Mu Qing’e kabaca anlattı ve emretti. “Bunu saraya bildirim, emrimi iletin: Tüm şehir aransın ve benzer hastalığa sahip olanlara bakılsın. Bir tanesini bile kaçırmayın!”
Mesele bu kadar şok edici olduğu için, kral haberleri aldığı anda öncelik koydu, büyük bir kuvveti aramak ve incelemek için gönderdi, çalışma oldukça etkin ve tesirli oldu. Geceye kadar doğrulanmıştı: Tüm kraliyet kentinde, bedeninde görülebilen yüzler büyüyen beş kişi vardı. Bu beşi ya görmüş ve umursamamış, ya da ‘yüzlerin’ büyüdükleri yerler kolay saptanan yerler değildi. Ayrıca ‘yüzler’ ne kaşınıyor ne acıtıyordu, bu yüzden fark etmemişlerdi. Dahası, ondan fazla kişinin bedeninde de olgunlaşmamış ‘yüzler’ olduğu su götürmez sığ yumrular vardı.
Bu yirmi kadar kişilik grubun içerisinde kadınlar ve gençler vardı, birbiri ardına Xie Lian’ın karşısına geçmeleri için öne sürülürlerken, tedirginlikle doluydular, bir yandan birbirlerini selamlıyor ve rahatlatıyorlardı. Başlangıçta Xie Lian bir mesele hakkında yanındaki birisiyle konuşuyordu, ama onları fark ettiğinde, bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti. Sordu. “Birbirinizi tanıyor musunuz?”
Bütün gece çalışmış olan görevliler hızla raporlarına göz gezdirdi ve yanıtladılar. “Ekselansları, pek çoğu kraliyet kentinin varoşlarında yaşıyorlar, evleri oldukça yakın, bu yüzden belki komşu olarak tanışıyorlardır.”
Hepsi aynı yerde mi yaşıyorlardı? Mu Qing donakaldı. “Yakın yerde yaşayan insanlarda mı insan yüzleri çıktı? Bu şey bulaşıcı mı???”
Xie Lian ondan hızlı düşünmüştü, sadece bu kadar hızlı konuşamamıştı. Anında emretti. “İzole edin! Etkilenmemiş olanlar dağılsın, kimsenin buraya yaklaşmasına izin vermeyin. Buradaki herkesi karantinaya alacak bir yer bulun!”
“Bulaşıcı tuhaf bir hastalık.” Sözler dışarıya sızdığı anda, her ayrılın komutundan ve güçlü birlikten daha etkili olmuştu. Sadece izlemekte olan halk dağılmakla kalmamış, sokaktaki evlerin yarısından fazlası da boşaltılmıştı. Xie Lian görevlilere ve askerlere korunmak için giyinmelerini emretti ve kraliyet kentinin varoşlarında yaşamakta olan o yirmi kadar insanı, içlerinden bazılarının yaşadığı bir yere götürdü.
Varoşlardaki en yakın yerleşim bölgesi Buyou Ormanı denilen geniş bir ormandı. Devlet görevlileri oraya geçici olarak ‘hastaları’ izole etmek için bir bina kurmak niyetindeydiler. Ancak, ağaçlığa girdiklerinde, diğerleri kamp kurmakla meşgulken, Xie Lian yürüdükçe daha da tedirgin hissediyordu. Feng Xin ve Mu Qing de fark etmişlerdi. İlk konuşan Feng Xin’di. “Ekselansları, burası Lang Ying’in…”
Xie Lian’ın elleri yere düştü, kaşları derince çatıldı. “Evet. Öyle.”
Buyou Ormanı, Lang Ying’in çıplak elleriyle kazıp, oğlunun ölü bedenini gömdüğü yerdi!
Bunu fark edince üçü bakıştılar. Her ne kadar söyleyemeseler de, belli belirsiz bir düşünce zihinlerinde beliriyor, Lang Ying’in o gün cesedi gömdüğü yeri arayıp bulmaları için onlara ısrar ediyordu. Ancak, aylar geçmişti ve Buyou Ormanında çok fazla ağaç vardı, çocuğun hangi ağacın altına gömüldüğünü nasıl tam olarak hatırlayabilirlerdi?
Tam bu sırada, tarifsiz derecede pis bir koku havadan süzüldü.
İğrenç koku çürümüş bir cesetten geliyor gibiydi, ama daha bile boğucuydu. Tek bir nefes çekmek insanı bayıltabilirdi. Diğerleri de fark ettiler ve gerilemeye başladılar, burunlarını kapıyor ve elleriyle yelliyorlardı. “Orada ne var?”
“Neler oluyor! On senelik turşu kavanozundan beter!”
Xie Lian öne çıktı ve korkunç kokuyu takip etti, sahiden tanıdık görünen eğri bir ağaca rastlamıştı. Ağacın altındaki toprak hafifçe yükselmiş, yumuşak bir yığın oluşturmuştu. Askerler kılıçlarını kaldırdı ve Xie Lian’ı korumak için toplandılar, ama o elini kaldırarak onları durdurdu. Ciddi bir yüzle. “Dikkatli olun. Normal insanlar yaklaşmamalı.”
Normal bir insan olmayan Feng Xin düşünmeden bir kürek kaptı ve yaklaştı. Birkaç kez kazıktan sonra çamur tepe bir hendek olmuş, pis koku yoğunlaşmıştı ve Feng Xin daha dikkatli bir şekilde kazmaya devam etti. Birkaç kürek sonrasında, küçük siyah bir şey çıkmıştı ve kıvranıyor gibi görünüyordu.
Feng Xin’in hareketleri yavaşladı ve askerler korkunç bir düşmanla yüz yüze gelmiş gibi görünmeye başladılar. Aniden toprak yukarı doğru eğrildi ve sığ, şiş devasa bir beden topraktan çıkarak kendisini meşale taşıyan kalabalığa gösterdi.
Çürümüşlüğün pis kokusu anında kabardı ve pek çokları kustu. Xie Lian’ın gözbebekleri kasıldı.
O şey artık bir ‘insan’ olarak tanımlanamazdı. Her şey ondan daha insan kabul edilirdi. Kimse bu devasa cesedin önceden küçük, zayıf bir çocuk olduğunu kestiremezdi!
Kusma hissi boğazında düğümlendi ve Xie Lian başını çevirdi. Feng Xin ve Mu Qing de şaşkındı, düşünmeden konuştular. “BU NE?!” Bir lanet miydi yoksa sadece çürümüş bir ceset mi??
Bu şey ne olursa olsun Xie Lian ne yapmaları gerektiğini biliyordu. “Geri çekilin! Ne kadar geri giderseniz o kadar iyi! Ben bu şeyi yakacağım!”
Elini kaldırdı ve büyük bir alev bulutu püskürdü. Tam ateş tutuşur ve duman kalınlaşırken, kraliyet kentinin uzak ucundan keskin bir savaş borusu öttü, yüksek ve tiz ses herkesi çağırıyordu.
Üçü aynı anda başlarını kaldırdılar; bu düşman saldırısı demekti. Feng Xin küfretti. “Sikeyim, onca zaman varken şimdi saldırmak zorundaydılar!”
Mu Qing’in yüzü karanlıktı, meşale ışığında bile kasvetli görünüyordu. “Belki, kastidir?”
Xie Lian seslendi. “Mu Qing, burada kal ve bu meseleyle ilgilen. Feng Xin, sen benimle geliyorsun. Önce geri püskürteceğiz. Unutmayın, zayıflık göstermek yok!”
O gece ikisi aceleyle şehir kalesine koştular ve hemen savaşa girdiler.
Her ne kadar savaş ani çıkmış olsa da, yine de kazanmışlardı. Ancak her ne kadar kazanmış olsalar da, hiçbir Xian Le askeri, Xie Lian dahil, galibiyetin sevincini hissetmemişti.
Aniden ortaya çıkan ‘tuhaf hastalık’ insanlar tarafından ‘İnsan Yüzü Salgını’ olarak anılmaya başlamıştı. Sözler kraliyet kentinde yıldırım hızıyla yayılmıştı, karmaşa ve müthiş bir tedirginlik çökmüştü.
Kral haberlerin önünü kesmeyi düşünmüştü, ama ilk kurban sokaklarda delirmişti; sayısız görgü tanığı vardı bu yüzden en başından beri gizlenemezdi. Ayrıca İnsan Yüzü Salgını hızla yayılıyordu, sadece altı gün içerisinde elliden fazla insan, vücudunda benzer şeylerin oluştuğunu fark etmişti.
Aynı zamanda Yong An’ın kuşatması güçleniyordu. Her iki taraftan saldırıya uğrayan Xie Lian, Yong An’a gidip yağmur yağdırmaya zar zor fırsat buluyordu. Tüm ruhani güçleri ve enerjisi varoşları karantina altında tutmaya ayrılmıştı.
Dondurucu Buyou Ormanında, çadırlar ve kulübeler önerilen geniş alanlara inşa edilmişti. Xie Lian hastalarla dolu büyük alandan geçti. Karantina yirmi kadar insanla başlamıştı, ama kısa bir süre sonra yüzlere çıkmıştı ve daha da büyüyordu. Her gün Xie Lian eğer fırsat bulursa gelip etkilenen kişilerin korkunç semptomlarını rahatlatmak için güçlerini kullanıyordu. Ancak hala esas nedeni iyileştirememişti ve insanlar onları tamamen iyileştirmesini umuyorlardı.
Xie Lian yürürken, yerde yatmakta olan genç bir adam aniden elini kaldırdı ve cübbesinin ucuna tutundu. “Ekselansları, ölmeyeceğim değil mi?”
Xie Lian tam cevap vermek üzereydi ki, adamın tanıdık göründüğünü fark etti. Daha yakından bakınca Xian Le su sıkıntısı çekerken yağmurlu günde ona şemsiye veren adam olduğunu fark etti.
O günü hatırlayınca, yağmuru, şemsiyeyi, Xie Lian’ın kalbini bir sıcaklık sardı ve diz çöktü, nazikçe genç adamın kolunu okşadı ve ciddi bir sesle konuştu. “Elimden geleni yapacağım.”
Adam hayatta kalma umudu bulmuş gibiydi; gözleri neşeyle kımıldadı, sürekli ‘güzel, güzel’ diyerek tekrar yere uzandı. O coşkulu gözlere bakınca Xie Lian sahiden yapabileceğine inandıklarını görebiliyordu. Bu nedenle ne zaman o gözlerle karşılaşsa, kendini suçlama hissi kalbinin derinliklerine kök salıyordu ve daha da çaresiz bir halde şifa bulmaya çalışıyordu.
Karantinada bir tur attıktan sonra Xie Lian oturabilecek bir yer buldu. Mu Qing kamp ateşi yakmaya başladı ve Xie Lian oturdu, düşüncelere dalmıştı. Biraz uzaklardan, birkaç ayakçı çocuk sedye taşıyarak geldiler, kendi kendilerine fısıldaşıyorlardı, ama sözlerinden bazıları Xie Lian’ın kulaklarına ulaştı:
“Şimdi kaçıncı oldu?”
“Dördüncü veya beşinci galiba.”
Sedyenin üzerinde Buyou Ormanında ölen bir hasta vardı. Aslında İnsan Yüzü hastalığından ölmek zordu. Ancak bu daha da korkutucuydu. Ölüm yoksa bunun anlamı mağdurların ömürlerinin sonuna dek, o şeyleri vücutlarında taşıyacaklarıydı. Sadece düşüncesi bile insanın yaşama iradesini kaybetmesine yeterdi. Özellikle de genç kadınlar için, yüzleri onlar için çok önemliydi, bu yüzden eğer böyle bir şey yüz kadar önemli bir yerde büyürse, hayatlarına son vermeyi seçiyorlardı.
Bir diğer iç çekti. “Oof! Bu ne zaman bitecek!”
Bir diğeri. “Yanımızda Ekselansları Veliaht Prens var, kaybetmeyeceğiz. Sakinleş.”
Şikayet eden tekrar konuştu. “Savaş kaybetmekten korkmuyorum. Ama böyle bir durumda, savaş kaybetmemenin ne anlamı var ki? Biz halk için böyle yaşaması hiç kolay değil, offf… boş ver, boş ver. Şikayetçi değilim. Hiçbir şey söylemedim say. Hiçbir şey demedim.”
Eğer Feng Xin orada olsaydı anında onlara küfretmek için koşardı. Mu Qing ise sadece Xie Lian’a bir bakış attı ve ateşi körüklemeye devam etti, hiçbir şey söylemedi. Sadece şikayet eden ikili uzaklaştığı zaman düz bir şekilde konuştu. “Cahil halk sadece başkalarını ve cenneti suçlamayı bilir. Bir savaş tanrısının her şeyi kontrol edebileceğini mi düşünüyorlar?”
Xie Lian başını iki yana salladı. O adamlar kendi mantık çerçevelerinde konuşmuşlardı. O bir savaş tanrısıydı; bir orduyla birleştiğinde kazanamayacağı savaş yoktu. Ancak böyle durumlarda, savaş kazanmanın ne anlamı vardı? Ordu oluşturulmasının nedeni sivilleri korumaktı, ancak siviller bir salgının pençesinde kıvranıyorlardı, o zaman bütün avantajları boşa gitmiyor muydu?
Bu sırada kamp ateşleri sallandı ve Xie Lian’ın yanına birisi daha oturdu. Feng Xin geri dönmüştü. Xie Lian hemen sordu. “Nasıldı?”
Feng Xin başını iki yana salladı. “Tam olarak senin araştırdığın zamanki gibi. BeiZi Tepesinde Lang Ying’den hiçbir iz yok ve beyaz giysiliden de. Nerede saklanıyorlar kim bilir, bunun arkasında onların olup olmadığını doğrulamanın hiçbir yolu yok. Ayrıca, şüphelendiğimiz gibi Yong An insanlarının hepsi sağlıklı, İnsan Yüzü Hastalığından tek bir iz bile yok.”
Mu Qing ateşi dürttü. “Kraliyet kenti ve BeiZi Tepesi çok yakın, kimsenin etkilenmemesine imkan yok. Bu işin arkasında onların olduğunu fark etmek çok kolay.”
Pek çokları gizlice buna inanıyor ve böylesinin mantıklı olduğunu düşünüyordu. Ancak Lang Ying’i gizliden veya açık açık suçlasalar bile, adam iyice gizlenmişti ve hiç kanıtları yoktu, bu yüzden hiçbir şey yapamazlardı.
İnsan Yüzü Hastalığının bir lanet olarak başladığından şüpheleniyorlardı ve lanetin kaynağı Lang Ying’in oğlunun cesediydi. Ancak eğer bir lanetse, o zaman iyi bir tanesiydi. İnceleyebilecekleri hiçbir iz bırakmamıştı, bu yüzden şüphelerini doğrulayacak hiçbir kanıtları yoktu. Ve kim bilir, belki de bu İnsan Yüzü Hastalığı yeni, doğal olarak oluşmuş bir salgındı? Xie Lian’ın şüpheliyi ele geçirmeden hastalığın gerçekte ne olduğu hakkında bir yargıya varmasına imkan yoktu.
Cennete varsayımları hakkında kabaca bir rapor da sunmuştu. Ancak Xie Lian ihlalle ölümlü diyara gelmişti, artık eskisi gibi rapor vermek istediği zaman İmparatorun Salonuna dalıp Jun Wu’nun kulaklarına bağıramazdı, şimdi kitabına uygun şekilde davranmalıydı. ‘Kitabına uygun’dan kasıtta: eğer şanslıysa, çok miktarda merit fırlatır ve sözleri cennet mensuplarından geçerdi; eğer şanssızsa, sonsuz gecikmelere hapsolarak karmakarışık bir bürokrasiden geçmek zorunda kalabilirdi. Sonrasında bazı cennet mensupları gönderilirdi. Xie Lian’ın kendisi bir cennet mensubuydu ve Jun Wu dışında, güç konusunda onunla kıyaslanabilecek kişilerin sayısı çok azdı, bu yüzden gönderilen cennet mensuplarının faydası olmayabilirdi. Jun Wu ağır bir yük taşıyordu, ölümlü kelimeleriyle bir ‘makine’ydi, bu yüzden Xie Lian’a yardım etmek için şahsen gelmesi mümkün değildi. Bu nedenle raporu sadece öylesine iletmişti ve Xie Lian kimsenin gelmesini beklemiyordu.
Dahası, Xie Lian’ın bunların hiçbirini düşünmüyordu, başka bir problemi vardı. Konuştu. “Eğer Yong An’ın kraliyet kentini yenmek uğruna bir lanet kullandığını varsayarsak, o zaman en etkili saldırı orduya yapılmalıydı. Ordu düşmesi, kapıları açmakla aynı şey değil midir?”
Orduda olup İnsan Yüzü Hastalığından etkilenenler yok değildi, ama nispeten sayıları azdı, sadece üç dört kişiydiler. Ve onlar karantinaya gönderildikten sonra durum anında kontrol altına alınmış ve hiçbir şey yayılmamıştı. Feng Xin’in aklına bir şey gelmiş gibiydi. “Belki de orduyu yenseler bile, yanlarında sen olduğun için yine de kaybedeceklerini düşünmüşlerdir, bu yüzden ordudan vazgeçip, doğrudan sivillere saldırmışlardır?”
Bunu duyunca Mu Qing kuru bir şekilde güldü. Feng Xin hemen tepki verdi. “Sen neden gülüyorsun?”
“Hiç. Her zaman güzel noktalara değinmeyi başarıyorsun. Benimse söyleyecek hiçbir şeyim yok.” Mu Qing cevapladı.
Feng Xin en çok başkalarına saldırmak niyeti taşıdıkları halde hala kibarmış rolü yapan insanlara gıcık olurdu, bu yüzden onu tamamen duymazdan geldi. “Eğer onlar yaptıysa, bu namertlik. Eğer cesaretleri varsa savaş meydanında dürüst bir şekilde dövüşürler, masum sivillere zarar vermek için karanlık numaralar kullanmazlar!”
Xie Lian tüm kalbiyle katılıyordu ve iç çekti. “Geçtiğimiz günler boyunca neyin bu enfeksiyona yol açtığını düşündüm. Hastalığı kontrol etmeden önce nedenini öğrenmemiz gerek.”
“Bariz değil mi?” Feng Xin. “Enfeksiyon yakınlaşmakla yayılıyor, dokunmayla, aynı suyu içmekle, beraber yemek yemekle, beraber uyumakla vesaire.”
Xie Lian alnını ovaladı. “Yüzeyde hiçbir problem yok. Ama orduyu ele alalım örneğin, ordudaki askerlerin hepsi beraber içiyor, yiyor ve aynı yerde yatıyor, ve kışlalar tüm meskenlerden daha sıkışık, neden daha etkilenen daha çok asker olmadı?”
Mu Qing kaşlarını çattı. “Yani demek istediğin, aynı şartlar altında olsalar bile, farklı beden tiplerinin bazıları etkileniyor ve bazıları etkilenmiyor. Kimlerin İnsan Yüzü Hastalığına karşı bağışıklığı olduğunu öğrenmek istiyorsun, değil mi?”
Xie Lian elini kaldırdı. “Mu Qing, beni anlıyorsun. Demek istediğim tam olarak bu. Eğer bulabilirsek, İnsan Yüzü Salgınının yayılmasını önleyecek bir yol da bulabiliriz.”
Mu Qing başını salladı. “Güzel. O zaman şöyle düşünelim: hangi insanlar daha çok etkilendi? Buyou Ormanında daha çok hangi insan tipi var?”
Xie Lian birkaç gün boyunda durmadan kampı dolaşmıştı ve uykuda bile cevabı verebilirdi. Hemen konuştu. “Kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar ve ufak tefek genç adamlar.”
Feng Xin meraklandı. “O zaman zayıflar mı etkileniyor? Kral kraliyet kentindeki herkese çalışmasını ve vücutlarını güçlendirmesini mi emretmeli?”
“…”
“…”
Xie Lian ve Mu Qing ona bir bakış attılar, cevap vermek istemiyorlardı. Duraksadıktan sonra, Feng Xin’in kendisi ekledi. “Durun, bu doğru değil.”
 ·         MXTX, Yazar Notu:
Lang Ying’in oğlunun cesedi şişmiş bir kadavra gibi… ama iğrenç olduğu için detaylı bir şekilde betimlemiyorum… hayal edin.
 Çevirmen: Nynaeve
117 notes · View notes
siirselutopya · 6 years
Note
Bişi diyim mi sevgilimle aramızda mesafe var kimse bize gerçek ilişki Gözüyle bakmıyordu ama ben sevgiyi, aşkı, saygıyı yemin ederim hücrelerim ile sevgiyi onda buldum ve senin mesafeli ilişkiye bu kadar güzel tanım vermen o kadar güzel oldu ki.Rastgele gezinirken gözüme SANAL yazan şeyler her daim beni üzmüştü.Ama sen beni gerçekten çok Mutlu ettin.Allah da seni mutlu etsin.En sevdiğim blog sensin önceden de takip ediyordum.İyi ki varsın.
eyvallah gülüm de benim o sözü yazmama sebep olan insan tarafından bir piç gibi bırakıldım ben :D ama neyse yani hadi neyse inancınız tam olsun herkesi siktir edin sevin birbirinizi.
7 notes · View notes
gezgornet · 3 years
Text
Konya Gezisi İçin 3 Temel Konu
Tumblr media
Mevlana Şehri Konya, tarih kokan bir kenttir ve kültür turizmi açısından da oldukça zengin bir ilimizdir. Selçuklu, Osmanlı gibi büyük imparatorlukların izlerini taşımaktadır. Elbette ki tarihe meraklı, kültüründen kopmayan ve kültürü tam anlamıyla merkez noktasında anlık olarak yaşamak isteyenler için biçilmiş kaftandır. Konya gezisi için ilk olarak konumundan bahsederek rota oluşturalım. İstanbul ile arasında 710 kilometrelik bir mesafe var. Ankara ile 262 kilometre olan mesafe, İzmir için 560 kilometreye çıkıyor. En büyük avantaj ise karayolu dışında demiryolu ve havayolu ile ulaşım imkânı olmasıdır. Özellikle İstanbul ve İzmir ile civar illerden ulaşmak isteyenler için yaklaşık 1.30 saatlik yolculukla havayolu tercih sebebine dönüşüyor. Karayolu ile ulaşım ise Ankara’dan son derece kolay. İstanbul ve İzmir için ortalama 5-8 saat arası bir yolculuk söz konusu olabiliyor. Burada demiryolu ise farklı bir alternatife dönüşüyor. Yüksek hızlı tren seferleri sayesinde İstanbul Pendik ile Konya arası 4, dört buçuk saat civarında sürüyor.
Konya Gezisi Sırasında Görülmesi Gereken Yerler
Konya gezisi sırasında görülmesi gereken yerler arasında çoğunlukla tarihi dokular var ama göller, tepeler, parklar gibi birçok doğal alan da bulunuyor. 1-Alaaddin Tepesi Konya’nın olabildiğince düz bir vadi olduğunu sürekli duymuşuzdur. Burada merkezde bulunan tek tepe olma özelliğini taşıyan Alaaddin tepesidir. Ayrıca doğal bir tepe olmayıp sonrasından yapay bir taşıma ile oluşturulmuştur, uzun uzadıya Konya manzarasını izlemek de son derece keyiflidir. 2-Tropikal Kelebek Bahçesi Birçok kişinin bilmediği, Avrupa baz alındığında bile örneğine az rastlanan bir kelebek bahçesine sahip. Ayrıca Türkiye’de başka bir alternatifi olmadığını da belirtelim. İlk defa göreceğiniz ve kanatlarıyla sizi büyüleyebilecek kadar fazla kelebeğin olduğu bu tropikal bahçeyi Konya gezisi programına dahil etmelisiniz. 3-Akyokuş Doğal olarak var olan Akyokuş ile tüm şehrin manzarasına hakim olabilirsiniz. 4-Çatalhöyük Dünya ve insan tarihinin belki de gelmiş geçmiş en köklü yerleşim yerlerinden birisi olan Çatalhöyük ziyaret edilmelidir. Burada yer alan kalıntılar, M.Ö. 7400’lü yıllara dayanır ve dünya genelinde de turistler buraya ziyaret gelir. 5-Kilistra Antik Kent Ortalama M.Ö. 3.yüzyıl dönemlerinden kalma bir kaya oymacılığı eseriyle karşı karşıya kalacaksınız. Bir örneğinin Kapadokya’da bulunduğunu ve taşların içerisinde oluşturulmuş bu şehir yapısını görmenizi tavsiye ederiz. 6-Meram Deresi Konya’da deniz yok. Ama Meram deresi ve dere kenarında oturup soluklanabileceğiniz tesisler var. Yemek yerken çayınızı yudumlamak ve akan derenin güzel görüntüsünde kaybolmak keyif veriyor. 7-Tuz Gölü Biraz uzak gibi olsa da Türkiye’nin en önemli göllerinden olan ve tuz ihtiyacımızın neredeyse yarısını karşılayan Tuz Gölü için bir ziyaret rotası oluşturun. 8-Beyşehir Gölü Özellikle Tuz gölüne nazaran daha fazla tercih edilen bir konumdur. Berrak suyu, ardında bulunan tepe manzarası ve olabildiğince zengin bir kuş familyasına ev sahipliği yapması onu özel kılıyor.Konya gezisi sırasında gün batımının en güzel manzaralarını sunan Beyşehir Gölü mutlaka ziyaret edilmelidir. 9-Konya Japon Parkı Kyoto Japon Parkı olarak anıldığına da şahit olabileceğiniz bu parkın içerisinde yemyeşil doğal bir güzellik var. Ayrıca Japon restoranıyla size farklı bir lezzet sunmayı amaçlıyor.
Konya Tarihi Yerler
Konya’nın tarihi mekânları arasında camiler ve medreseler fazlasıyla öne çıkıyor. Burada şehrin sembollerinden olan efsanelerle başlamak istiyoruz. 10-Nasreddin Hoca Türbesi Fıkralarıyla hepimizin aklında yer edinmiş olan Nasreddin Hoca Türbesi’ne Akşehir ilçesine giderek ulaşabilirsiniz. 11-Mevlana Müzesi Aslında Mevlana Türbesi demek çok yanlış bir tanım olmaz. Çünkü Mevlana Celaleddin Rum-i ile karşılaşma şansına burada sahipsiniz. Türbesi burada bulunduğu gibi müze ile pek çok farklı eseri yakından görme şansınız var. Ne olursan ol gel diyen Mevlana’nın türbesini Konya gezisi rotasına mutlaka eklemelisiniz. 12-Konya Arkeoloji Müzesi Mezopotamya söz konusu olduğunda farklı medeniyetler ve insanoğlunun tarihine rastlamak son derece kolaylaşıyor. Arkeoloji müzesi sayesinde 9.000 yıllık tarihe adeta dokunma şansı yakalıyorsunuz. Giriş ücretleri en son kişi başı cüzi bir miktardır. 65 yaş üzerine bedava olduğunu da söylemeden geçmeyelim. 13-Şemsi Tebrizi Camii Şemsi Tebrizi Camii aynı zamanda Mevlana’nın mental yolculuğunda önemli bir noktaya sahip. Yapı olarak Konya’nın en güzel camileri arasında bulunuyor. 15-Şerafettin Camii Yapımı 1336 yılına dayanan Şerafettin Camii son derece güzel bir mimariye sahip. Bazıları ilk defa gördüğünde Küçük Ayasofya tanımlamasını yapabilirler. 16-İplikçi Camii Özel olarak inşa edilmiş şadırvanıyla son derece müthiş bir akustiğin yakalandığını söylemeden geçemeyiz. Camii kadar ilgi gören bu şadırvanda mırıldanarak konuşsanız dahi karşınızdaki kişiyle birbirinizi duyabiliyorsunuz. Türk ve Osmanlı mimarisinin köklü geçmişini Konya gezisi sırasında buradaki müzede incelemek de çok keyifli olmaktadır. 17-Karatay Medresesi Yaz aylarında çatısı açılan, kış aylarında ise içeride ısınmak amacıyla kullanılan ateşin dumanını tahliyesi için kullanılan son derece kullanışlı bir yapıya sahip. Özellikle geçmiş dönemde böyle bir eserin kazandırılmış olması insanı büyülüyor. Alimlerin çıktığı bu medresede nefes almak bile Konya gezisi sırasında sizi bambaşka diyarlara sürükleyebilir. 18-Mevlana Kültür Merkezi Daha önce hiç sema gösterisi izlemediniz mi? O halde Konya,yani bunun ana vatanına gelmişken Mevlana kültür merkezine uğrayın. Konya Gezisi Sırasında Ne Yenir? Ne İçilir? Konya gezisi sırasında tatlarını öğrenebileceğiniz Konya mutfağı, denildiğinde akla ilk gelen etli ekmektir. Bunun haricinde de mükemmel tatlar yakalayabileceğiniz çok geniş bir yöresel mutfak mevcut. - Etli Ekmek - Tirit - Mevlana Böreği - Bamya Çorbası - Fırın Kebabı
Konya Gezisi Konaklama Rehberi
Konya gezisi konaklama rehberi içinde özellikle zincir otellerin bölgede aktif olmasıyla beraber lüks tatiller için sizleri bekliyor. Fakat bütçe olarak daha uygun bir tatil beklentiniz varsa bunu da karşılayabilen tesisler mevcut. Otel ve pansiyonlar açısından son derece zengin bir şehirdir. Hatta balayı için dahi gidilebilecek, kalınabilecek oteller mevcut. ama farklı bir balayı için Balayı Otelleri: En Muhteşem 5 Balayı Oteli! isimli yazımızı ziyaret edebilirsiniz. Şehrin düz olmasından ötürü, belirli bir kattan itibaren mükemmel bir şehir manzarası sizleri bekliyor. Net bir tatil sezonu bulunmayan şehirde yaz kış turist olabiliyor. İç Anadolu bölgesinde gezilecek ve gidilecek yerler için tıklayın. Bizi takip edin. Read the full article
0 notes
my-solara99 · 3 years
Text
Brifing 21
Rab diyor ki:
1. Öğrenciler, size İkinci Çağ'da öğrettiğim dua etme şeklini unuttunuz ve ben bunu size hatırlatmaya geldim.
2. Dua, sizin için, öğrendiğiniz kelimeleri ezbere tekrar etmekten daha büyük ve daha güçlü bir şey olmalıdır, eğer ruhsal yüceltme yoksa hiçbir şey elde edemezsiniz.
3. Sadece sözlerle dua etmeye alışmayın, Ruh ile dua edin. Ben de size şunu söylüyorum: Dua edin, kardeşlerinize ışık düşüncelerini gönderin, kendiniz için hiçbir şey istemeyin; Unutma: benimle ilgilenen her kimse beni her zaman onun üzerinde koruyacaktır.
4. Sevgiyle ektiğiniz tohumları pek çok şekilde geri alacaksınız.
5. Hastaları ziyaret edin ve “mesh” edin, tutsağı güçlendirin, ona ihtiyacı olanlara huzur verin ve korkmuş kalpleri rahatlatın.
6. İnsanlar, Ruh'un en yüksek hislerinden birini unutarak, gerçek aşk faaliyetini tüm eylemlerinde ortaya çıkan materyalizm ile karıştırdılar. Kardeşlerinize, fakirlere aşağılama ve hatta tiksinti ile bazı madeni paralar verdiğinizi gördüm ve bozuk para veriyorsunuz çünkü kalbinizde verecek hiçbir şeyiniz yok. En azından onlara sevgiyle veya yardım etme arzusuyla verirseniz; Ama onlara kibirle, övünerek verirsiniz ve böylece muhtaç olanları küçük düşürürsünüz. Eğer onu kibir veya isteksizlik olmadan verirseniz, madeni paranız, suçlarını tamamen kefaret etmek üzere olan ruhların aşkına olan susuzluğunu kısmen hafifletecektir.
7. Hayırseverliği bu şekilde anlayan ve bu kusurlu eserlerle vicdanlarının sesini susturmaya çalışanlara ve beni en yüksek öğretilerimden birini yerine getirdiklerine inandırmak isteyenlere, diyorum ki: odanıza çekilin ve sizde birleşin. Benimle dua edin ki, şu anda kullanılmadığınız bu bağlamda, babaya karşı bir nezaket ve minnettarlık kıvılcımı hissedin ve hemcinslerinizin ıstırabını hissedin, onlar için dua edin, sadece bunu için yapsanız bile akrabalarınız maneviyata doğru bir adım olacak şeyi yapıyor.
8. Hala tüm insanlardan başkalarının yararına fedakarlık ve yardımseverlik ya da komşu için gerçek sevgiyi talep edemem; ama sizlerden, havarilerinden ve duygularınızı daha sevgi dolu kılan bu sesi günden güne duyan "küçük çocuklar" dan, kendime ve sizinkine layık işler bekliyorum.
9. Seviyorsanız, faydaların geri kalanı bunun üzerine size gelecektir.
10. Sevgi, bilimin engebeli yollarında başkalarının boşuna aradığı gerçeği anlama bilgeliğini size verecektir.
11. Üstadın tüm eylemlerde, sözlerde ve düşüncelerde size rehberlik etmesine izin verin. Kendinizi onun nazik ve sevgi dolu örneğine göre hazırlayın, o zaman ilahi sevgiyi ortaya çıkaracaksınız. Tanrı'ya yakın hissedeceksiniz çünkü O'nunla uyum içinde olacaksınız.
12. Eğer seversen, İsa gibi nazik olabilirsin.
13. Seviyorsanız, maddi kültlere veya ayinlere ihtiyacınız olmayacak çünkü iç tapınağınızı aydınlatan ışığa sahip olacaksınız, sizi kırbaçlayabilecek tüm fırtınaların dalgaları kırılacak ve insanlığın karanlığı yok olacak. niyet.
14. İlahi olana artık saygısızlık etmeyin, çünkü gerçekten, size söylüyorum, atalarınızdan devraldığınız ve içinde fanatik hale geldiğiniz bu dışsal kült eylemlerini gerçekleştirirken kendinizi Tanrı önünde gösterdiğiniz nankörlük büyüktür.
15. İnsanoğlu İsa'nın acı çektiğini gördü ve O'nun öğretisine ve tanıklığına sizin tarafınızdan inanıldı. Heykellerinizde neden O'nu çarmıha germeye devam ediyorsunuz? O'nu kötülüğünüzün kurbanı olarak göstermek için harcadığınız yüzyıllardan memnun değil misiniz?
16. Beni İsa'nın işkencesi ve ıstırabı içinde hatırlamak yerine - neden ışık ve görkemle dolu Dirilişimimi hatırlamıyorsun?
17. Çarmıhtaki İsa figüründe Beni temsil eden resimlerinize bakarken, bazen ruh olduğumu düşünmeden zayıf, korkak veya korkulu bir kişi olduğuna inananlar var. fedakarlık dediğiniz şeylere ve benim sevgi görevi dediğim şeye, tüm insanlık için bir model olarak acı çektim.
18. Babamla bir olduğumu düşündüğünüzde, beni boyun eğdirebilecek hiçbir silah, şiddet veya işkence olmadığını unutmayın; ama bir insan olarak acı çektiğimde, kanadığımda ve öldüğümde, bu size yüce alçakgönüllülük modelimi vermek için yapıldı.
19. İnsanlar bu dersin büyüklüğünü kavrayamadılar ve her yerde çarmıha gerilmiş kişinin imajını dikiyorlar ki bu insanlık için bir utançtır ki - sevdiklerini iddia ettikleri kişilere sevgi ve saygı duymadan - çarmıha geren ve devam eden Efendinin hayatını uğruna verdiği kardeşlerinin kalplerini inciten insanlar tarafından her gün yaralandı.
20. Ey her inançtan evlatlarım, ruhun en asil duygularını öldürmeyin ve dışsal âdetler ve mezheplerle de hesaplaşmaya kalkmayın. Bakın, bir annenin sevgili küçük çocuğuna sunacak hiçbir materyali olmadığında, onu kalbine bastırır, tüm sevgisiyle kutsar, onu öpücüklerle örter, sevgiyle bakar, gözyaşlarıyla yıkar ama asla denemez boş aşk jestleriyle hile yapmak.
21. Ben, İlahi Üstat olarak, ruhunuzu kandırmaya çalıştığınız her türlü manevi değerden, tüm hakikatten ve sevgiden yoksun olan kült eylemlerden memnun olduğunuzu onayladığımı nasıl anlarsınız? gerçekte gerçeklerden gitgide daha cahil olduğunda, insanları kendi kendini beslediğine inandırıyor mu?
22. Birbirinizi sevmeyi, birbirinizi kutsamayı, bağışlayıcı olmayı, nazik ve sevgi dolu, iyi ve asil olmayı öğrenin ve bunu yapmazsanız, Efendiniz Mesih'in işlerinin hayatınıza en az yansımayacağını anlayın. niyet.
23. Hepinizle konuşuyorum ve hepinizi, yüzyıllardır gelişiminizde sizi geride tutan hataları yok etmeye çağırıyorum.
24. Sevgiyi bir kalkan olarak alın ve gerçeği kılıç olarak alın, yakında yolu bulacaksınız. Sevgi ekici olmaktan korkmayın; çünkü Pilatus ve Kayafa, öğrencilerimi yargılamak için artık dünyada değiller. Yaşam yolunda küçük baldırlarla karşılaşacaksın, ama onlara katlanacaksın ve arkanda cesaret, huzur ve inanç izi bırakacaksın.
25. Mesih size örneğini verdi, çünkü O ruh ve hakikatte Ebedi Üstattır ve olmaya devam edecektir.
26. Gerçeğin ve tesellinin Ruhu, sevgi dolu İsa'da yaşayan, insanlar arasında yaşayan ve O'nun size öğrettiği gibi, sevmeyi bilirseniz sizde yaşayacak olan Tanrı'nın Ruhu'dur.
27. Yeni müritlerim olan sizler, şunu dinleyin: Sizi ayartmaya ve hataya düşmekten kurtarmak için, benimle ilgili ikinci seferde en büyük netlikle sizinle konuştum. Size "Baba ve ben biriz" dediğimde, size olan sevgimde, sözümde ve her işimde babanın huzuruna sahip olduğunuzu söylemek istedim. Bununla birlikte, daha sonra bu doktrin üzerine kurulan dinler, Mesih'in güç ve ruh olduğunu unutarak, İsa'nın figürünü temsil ettikleri ve ona tapındıkları figürler yaparak materyalizme yenik düşmüşlerdir.
28. Bana İsa biçiminde ibadet etmenizi isteseydim, size ibadet etmeniz için O'nun bedenini terk ederdim; ama görevini tamamladıktan sonra o bedenin yok olmasına izin verirsem - o zaman insanlar neden ona tapıyor? - Size krallığımın maddi olmadığını açıkladım; ama yine de insanlar beni yeryüzünde tutmak ve bana geçici ve sınırlı bir krallığın zenginliklerini ve gücünü sunmak istiyorlar.
29. İsa'da iki tabiat vardı: İnsanoğlu olarak adlandırdığım Meryem'in bakire rahminde benim irademle yaratılan bir materyal, insan, diğeri ise Tanrı'nın Oğlu olarak adlandırılan İlahi Ruh. Bunda (ilahi doğa), İsa'da konuşan Baba'nın İlahi Sözü idi; diğeri sadece maddi ve görünürdü.
30. Başkâhin Kayafa tarafından sorgulandığımda ve bana şöyle dedi: "Bana Tanrı'nın Oğlu Mesih, Mesih olup olmadığını söyleyeceğine yemin ederim", ona cevap verdim: "Bunu sen söyledin" .
31. Elçilerime, geldiğim Baba'ya döneceğimi duyurdum. İsa'nın kutsanmış bedeniyle sınırlı olan İlahi Ruh'tan söz ettim. Ama öğrencilerime İnsan Oğlunun teslim edilip çarmıha gerileceğine dair kehanette bulunduğumda, yalnızca maddi kısma değindim; Ruhun çarmıha gerilmesi veya öldürülmesi, ölümsüz olduğu ve her şeyden önce yaratılan şeyler olduğu için mümkün olmayacaktır.
32. Size yasamı kalbinizde şekillendireceğimi, onu ruhunuza işleyeceğimi ve size hükmedeceğimi söylediğimde, bilgeliğime, ebedi varlığıma başvurdum. Kalbinize girenin İsa olmadığını anlamalısınız, İsa peygamberin ağzından kurban kuzu olarak ilan edilen Ebedi Söz olan Mesih'tir.
33. Bir insan olarak, İsa sizin idealiniz ve mükemmelliğin gerçekleşmesiydi; Onun içinde takip etmeye değer bir örneğiniz olsun diye, onun Tanrısı gibi olmak için insanın ne olması gerektiğini size öğretmek istedim.
34. Tek bir Tanrı vardır ve Mesih O'nunla birdir çünkü O, tüm yaratılmış şeylerin Babasına gelebilmenizin tek yolu olan Tanrılığın Sözüdür.
35. Tohumum insanlığın her ruhuna ekildi ve Efendiniz gibi olana kadar yükselebileceğiniz gün gelecek.
36. Gerçeğin ruhu, gizemleri temizleyen ilahi bilgeliktir ve insanlığa verdiğim sözü yerine getirmek için insanlara gelmiştir. Ruhsal olarak onları almaya hazır olduğunuz için bu tezahürlerin gerçekleşmesi gereken dönemde yaşıyorsunuz.
37. Bugün insanlığı rahatsız eden kötülüklerin Benim Yasam'ın yerine getirilmemesinden kaynaklandığını ve insanların İlahi öğretilere ve vahiylere maddi bir yorum vermelerinden kaynaklandığını anlayın. Bu hatalarla - ruhsal doğalarının ve tüm insanlığı Yaratıcılarına bağlayan ilahi aşk bağının nasıl farkına varmalılar? Böylece bencilliğiniz, savaşlarınız ve maddi zevke olan tutkunuz gelir.
38. Tanrı'nın Ruhu, içinde dalların, dünyaların ve yaprakların varlıklar olduğu sonsuz büyüklükte bir ağaç gibidir. Gövdeden tüm dallara ve onlardan yapraklara akan tek ve aynı öz varsa - sizi hepinizi birbirine bağlayan ve sizi Yaradan ile birleştiren sonsuz ve kutsal bir şeyin olduğuna inanmıyor musunuz?
39. Dünyadaki yürüyüşünüz kısadır; fakat ahirette ruh için daha yüksek yurtlarda yaşamayı başarabilmeniz için bu hayatı terk etmeden önce görevinizi yerine getirmeniz gerekir.
40. Akıl ve madde iki farklı tabiattır; Varlığınız onlardan oluşuyor ve vicdan her ikisinin üzerinde duruyor. Birincisi ışığın kızı, ikincisi topraktan gelir ve maddedir; her ikisi de tek bir varlıkta birleşir ve Tanrı'nın huzuruna sahip olduğunuz vicdanın rehberliğinde birbirleriyle savaşırlar. Bu mücadele bugüne kadar aralıksız devam etti ama sonunda ruh ve madde, kanunumun her birine verdiği görevi uyum içinde yerine getirecek.
41. Ruhu bir bitki ve bedeni de toprakmış gibi hayal edebilirsiniz. Maddeye yerleştirilen zihin insan yaşamı boyunca aldığı imtihan ve öğretilerle büyür, düzelir, beslenir.
42. Size ruhunuzu iyice tanımayı öğretiyorum, çünkü insanlığa karşı yuvarlanan bu büyük materyalizm dalgası, ölçülemez manevi ihtiyaçlar yaratacaktır ve dünyanın neresinde olursa olsun bir ışık kaynağının bulunması gerekir. özlem duyanlar arzularını tatmin edebilir.
43. Geçmişte olanlardan çok daha korkunç olan insanlığı kaç ve korkunç savaş bekliyor; Doğanın serbest bırakılan güçlerinin öfkesinin silahlarınızın gürültüsüne karışacağı. Dünya, rahminde böylesine büyük bir yıkımı kaldıramayacak kadar küçük olacak. Bütün bunların bir sonucu olarak, insanlar acılarının ve çaresizliklerinin doruğuna ulaştıklarında, ilahi huzuru için - sevgi yoluna çıkmak istemedikleri - gerçek Tanrı'ya yalvararak döneceklerdir. . Sonra ben, Mesih, Söz, yüreklerde diriltileceğim, çünkü bu kez, size söz verdiğim gibi tapınağı inşa ederken kurtuluş sözümü tutacağım üçüncü gün olacağım.
44. İsa'nın mezarına oturan melek gibi, İlahi Ruhum da kalbinizi kapatan mezar levhasını kaldırmak için aşağı inecek, böylece ışığım insanın en iç kısmını aydınlatabilsin.
45. Bu, tanık olacağınız ruhani gün doğumudur; Ama Tohumum ve Müjde yayılacak; çünkü savaş zamanı yaklaşıyor ve çocuklarım hazırlıklı olmalı. Ama şimdi bilin ki bu savaşta tereddüt olmayacak, ışığın insanlığın karanlığına galip geleceği sona götürülecek.
46. ​​Müritler, dikkatle dinleyin ki, onlara pek çok sır verdiğim sizler, Bilgeliğim kitabını açmanız için size emanet ettiğim anahtarları kaybetmeyin. Çevrenizde somut hale getirebilmek için huzuru hissedin.
47. Sadece ruhunuzun sakin ve saf yüceltilmesi yoluyla bir maneviyat ekici olmayı başaracaksınız.
48. Dünyevi yaşamınızın tüm değişimlerinin ortasında, ruhunuzda Sevgimin size verdiği huzur armağanına gerçekten sahip olduğunuzda birçok mucize gerçekleştirebileceksiniz; ancak, içinde o yoksa, bana layık çok az iş yapabileceksin.
49. Sakin bir şekilde, huzur içinde talimatımı alın; Bana algılarınızın duyarlılığıyla bakın ve küçük çocuklar sevgi dolu annelerini hissederken beni şefkatle hissedin. Talimatlarımdan çıkan ışık seli ancak bu şekilde alabilir ve kullanabilirsiniz.
50. Benimle bulunduğunuz anların size getirdiği en iç huzur alanına girmeyi öğrenin ve acılarınızı ve sorunlarınızı unutun ki, sevgimle kendinizi güçlendirebilesiniz.
51. Zorluklara dayanabilmeniz için güçlü olun ve sizin gibi tedirgin ve acı çeken insanlık için dua edin; ama gerçekten, size söylüyorum, huzurumun geldiğini hissettiğinizde, bu barışın herkesin üzerine geldiğini fark edeceksiniz.
52. Bana neden birçok durumda - Benden bir lütuf almak için - önceden bir yargılama altında gözyaşı dökmeniz gerektiğini soruyorsunuz. Ama size şunu söyleyeyim: Her biriniz bir ağaç gibi olduğunuz için, bazen o kadar hasta ya da solmuş dallarınız olur ki, iyi meyveler olması için budama gerekir ve bu kesikler size acı verir.
53. Bazen bu kesik, zihninize bulaşan kötülükleri yok etmek için köklere kadar gider.
54. Ağladığınız an için umutsuzluğa kapılmayın, çünkü gerçek sağlık acıdan sonra gelir.
55. Eğer sizi kötü yoldan çıkarırsam, o an için benim mükemmel öğütlerimi anlamasanız bile, bunu büyük bir merhamet ve sevgiyle yaparım. İçinizdeki hastalıkları fethediyorum ve onu sağlık ve neşeye dönüştürüyorum; Böylelikle, iyinin yolundan sapmış, maddileşmiş, kafası karışmış olanları doğru yola yavaşça getiriyorum.
56. İsa'yı çarmıha gerdiklerinde, cellatları sevgiyle bağışladı ve babasından kurtuluşlarını dileyerek onlara hayat verdi; Sözleriyle ve ayrıca sessizliğiyle onları bağışladı ve insanlığa sonsuz sevginin bu kanıtı, insanların en asil bağışlama ve sevgi eylemlerinden ilham alacakları tükenmez kaynaklar oldu ve sonsuza kadar kalacaktır.
57. Dün olduğu gibi bugün de bu hakikat ve yaşam kaynağından, kendinizi düşmelerinizden yukarı kaldırmanız ve yolunuzu aydınlatmanız için içmenizi veriyorum, böylece bu dünyadaki yürüyüşünüzde testlere katlanıyorsunuz ve bu, bir adım olarak hizmet ediyor. en yüksek huzuru tanıyacağınız yuvaya yükselmek.
58. Yaratıcınızdan hiçbir şeyden korkmayın; Öte yandan, ruhunuz kanunumla belirlenmiş yolda değilse, kendinizle ilgili daha çok şey.
59. Tutkunuzu geri çevirebilmeniz için İsa'nın size gösterdiği yolu arayın. Eğer kaybolursanız veya barış krallığına gelişinizi gönüllü olarak geciktirirseniz, bu sizin bu şekilde istediğiniz için gelecek, ama bu benim isteğim olduğu için değil.
60. Size rehberlik etmeme izin verin ki, desteğimle, "Yaşam Kitabı" nın size sunduğu öğretileri yorumlayın ve insanlığı bekleyen geleceğin bir şeyi anlayın.
61. Krallardan ya da lordlardan ya da herhangi bir unvanı ya da gücü elinde tutan hiç kimseden korkmayın, çünkü hiçbir şey Baba tarafından emredilene karşı çıkamayacaktır.
62. Işığımı tanıttım, çok azınızın duyduğu ve yazılarla ve tanıklıklarla herkesin öğreneceği bir kelimeye dönüştürdüm.
63. Size kılıcı dövüşmek niyetiyle gelen büyük dövüşçünün ben olduğumu söylemiştim; her zaman sahip olduğunuz gibi erkekler arasında savaşlara neden olmadığımı anlayın; Benim savaşım, hakikatin, sevginin, aklın, adaletin ve gerçek bilgeliğin parladığı fikirlerin, inançların savaşıdır.
64. Ama mücadele şiddetli olduğunda ve insan bu mesajların ilahi ilhamlar olduğunu anlamaya başladığında, yalnızca insanlar arasında barış arayan Tanrı'nın sevgisinin kıvılcımları, o zaman bunları uygulamak için dürtüler hissedecektir. Onları tanımayan herkese öğretmek ve sonra itaatsizliğinizin size yol açtığı kötülüğü ortadan kaldırmak için benim öğretimi alacaktır.
65. Yazılı kelimeden öğrendikleriniz ve araştırdıklarınız üzerine, kardeşlerinize verdiğiniz öğretiyi genişletmeniz için ilhamımı dökeceğim.
66. Suça kayıtsız kalanlar arasında, onları sevenleri seven ve onlara zarar verenleri bağışlayan, Allah'ı sevgiyle kutsayanlar, mükemmel öğretileriyle onları İsa gibi yaşayan örneklere dönüştüren insanlar arasında görünmeye başladıklarında, o zaman Mesih'in hükümdarlığının başlangıcında insanların kalbinde duracaksınız.
Huzurum seninle olsun!
0 notes
y-x-y-x-y-blog · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan Al Mustafa, tam oniki yıl boyunca Orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.
Ve onikinci yılda, hasat ayı olan Ielool'un yedinci gününde, şehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı ve gemisinin sisle beraber gelişini seyretti.
O anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı. Ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.
Tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde şöyle düşündü:
'Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim? Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim..
Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler, yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?
Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki, özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki, sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam..
Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil, kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum..
Geride bıraktığım bir düşünce değil, açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül...
Yine de daha fazla oyalanamam...
Herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor; yola çıkmalıyım...
Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken, donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek...
Buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?
Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz. Boşluğu yalnız başına aramalı...
Ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan Güneş'e uçmalı...'
Tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran gemisinin limana yanaştığını gördü.
Ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:
'Kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri... Ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız. Şimdi benim uyanışıma geldiniz, ki bu benim en derin rüyam olmalı...
Gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor.
Bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım, sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu...
Ve sonra aranızda yerimi alacağım, gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben...
Ve sen, engin deniz, uyuyan anne, nehrin, ırmağın özgürlüğü...
Bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak, bu arazide bir kere daha çağıldayacak... Ve ben sana geleceğim, sınırsız okyanusa sınırsız bir damla...'
Yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan, erkeklerin ve kadınların şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü. Birbirlerine geminin gelişinden bahsettiklerini ve kendi adını çağırdıklarını duydu.
Şöyle düşündü:
'Ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak? Benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi?
Sabanını tarlanın ortasında bırakana, üzüm cenderesinin çarkını durdurana ben ne verebilirim?
Kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de derleyip onlara sunabilsem..
İştiyakım bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem...
Bir yücenin elinin dokunmasını bekliyen bir harp mı, yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm?
Sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde başkalarına güvenle dağıtabileceğim nasıl bir hazine buldum?
Eğer bugün hasat günüyse, hangi tarlalara ve hangi anımsanmayan mevsimlerde tohumları ekmiş olabilirim?
Ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse, içinde yanan benim alevim olmayacak...
Kendimi bomboş ve karanlık hissederek fenerimi kaldıracağım...
Ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak; onu yakacak da...'
Bunlar kelimelere dökülenlerdi. Fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı. Çünkü en derin gizemini açıklayamazdı...
Ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi. Adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.
Ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler:
'Henüz gitme; bizi bırakma.
Bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun; ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi.
Sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin. Çok sevdiğimiz oğlumuzsun...
Gözlerimiz, senin yüzününü görememenin açlığını ve acısını yaşamasın.'
Ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:
'Denizin dalgalarının bizi ayırmasına, aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme.
Aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen, yüzümüze düşen bir ışık oldu.
Seni çok sevdik; ama sevgimiz sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı.
Ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor; sevgimiz önüne seriliyor.
Hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini, ayrılma anına kadar anlıyamıyor...'
Diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi. Sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar, göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.
Sonra, kalabalıkla birlikte tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler.
Ve mabetten Almitra adında bir kahin kadın çıktı.
Ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı; çünkü daha şehirdeki ilk gününde onu bulan ve inanan bu kadın olmuştu.
Ve kadın onu selamlıyarak konuşmaya başladı:
'Tanrının sevgili kulu, son noktayı keşfedebilmek için uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun.
Ve şimdi gemin burada, sen de gitmelisin.
Anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için duyduğun hasret çok derin. Ve ne sevgimiz seni bağlıyabilir, ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir.
Ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz.
Ve biz onu çocuklarımıza, onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar ve o hiç bir zaman yok olmayacak...
Yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını ve kahkahalarını dinledin.
Şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat.'
Ve o cevap verdi:
'Orphales halkı, tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte, size neden bahsedebilirim?'
*
Bunun üzerine Almitra, 'Bize sevgiden bahset...' dedi.
Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı. Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı.
Ve yüksek bir sesle konuşmaya basladı:
'Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin, Yolları sarp ve dik olsa da...
Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi, Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da...
Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın, Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi, Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de...
Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer. Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de...
En yükseklere uzanıp, Güneş'le titresen en hassas dallarınızı okşasa da, Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır, Toprağa tutunmaya çalıştıklarında...
Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler...
Bembeyaz olana kadar öğütür sizi; Esnekleşene kadar yoğurur; Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye, Sizi kendi kutsal ateşine savurur...
Sevgi bütün bunları, Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar, Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzünü yaratır...
Ancak korkunun kıskacında, Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız, O zaman örtün çıplaklığınızı, Ve sevginin harman yerine adım atın...
Adım atın, kahkahaların tümünün olmadığı, Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya, Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil...
Sevgi hiçbir şey sunmaz, sadece kendisini, Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri...
Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de; Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle...
Sevdiğinizde, 'Tanrı benim kalbimde, ' yerine, Söyle deyin, 'Ben kalbindeyim Tanrı'nın...'
Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına, Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, sizi değer bulduğunda...
Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka...
Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun...
Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali, Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip, Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak, Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla...
Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak, Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak...
Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...
Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua, Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla...'
* Sonra Almitra tekrar konustu: 'Peki ya beraberlik? ' Ve o cevap verdi:
Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız, Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız, Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız, Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun, Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda, Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın, Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin, Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın, Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın, Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır, Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın, Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan, Hep yanyana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın, Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır, Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.
Çocuklara Dair:
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil.
Onlar Hayat?ın kendine duyduğu hasretin oğulları ve kızları.
Onlar sizinle gelirler ama sizden değil.
Sizinle birlikte olsalar da size ait değil.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi değil,
Çünkü kendi düşünceleri var onların.
Onların bedenlerini barındırabilirsiniz ama ruhlarını değil,
Çünkü ruhları Sonsuzluk Evinde yaşar; düşlerinizde bile gidemezsiniz oraya.
Onlar gibi olmaya çabalayabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye çalışmayın.
Çünkü geri geri gitmez yaşam, dün ile oyalanmaz.
Sizler yaysınız ve çocuklarınız bu yaylardan fırlatılan canlı oklar.
Okçu sonsuzluk yolundaki hedefi görür ve okları tez gitsin, ırak gitsin diye var gücüyle gerer sizi O.
Okçunun elinde gerilmek size mutluluk versin
Çünkü O dengeli yayı da sever, uçan oku sevdiği kadar.
Çocuklar anne baba vasıtasıyla dünyaya gelirler ama onlara ait değildir. Anne baba çocuğuna sevgisini verebilir ama düşüncelerini veremez; bedenlerini barındırırlar ama ruhlarını değil; onlar gibi olabilir ama kendilerine benzetmeye çalışmamalıdırlar. Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur. Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. Okçunun önünde kıvançla eğilin Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
ÖZGÜRLÜK
Daha sonra bir konuşmacı söz aldı ve bize Özgürlük'ten söz et, dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: Kentin kapısı önünde ve ocaklarınızın başında özgürlüğünüze tapınmak üzere yere kapanmış olduğunuzu görmüşümdür. Bu tapınmalarınız sırasında, kölelerin, kendilerinizi ezip öldürmekte olan bir zalim buyrukçunun karşısında eğildikleri gibi öne kapanmıştınız. Hatta aramızda en özgür diye bilinenin bile, tapınağın korusunda ve burçların gölgesinde özgürlüğünü bir boyunduruk ve kelepçe gibi taşımakta olduğunu da görmüşümdür. Ve içim sıra yüreğim kanamıştır; çünkü, ne zaman ki özgürlüğün arama tutkusu dahi sizi rahatsız eder ve özgürlüğün bir erek ve tatmin olduğuna dair konuşmayı kesersiniz, işte ancak o zaman özgür kalabilirsiniz. Ne zaman ki günlerinizin ihtiyaçları düşünmeden ve geceleriniz de bir pişmanlık ve tutkuyla dolu olmadan geçer, işte o zaman gerçekten özgür olursunuz. Daha doğrusu bu gibi dertler yaşantınızı alt üst ettiği helde kendi bağımsızlığınız ve isteğinizle bunların üstesinden gelebildiğinizde özgür olursunuz. Ama idrakinizin sabahında, öğle saatlerinize vurduğunuz zincirleri kıramazsınız, gecelerinize ve gündüzlerinize nasıl üstün gelebilirsiniz? Oysa gerçekte, sizin özgürlük dediğiniz bu zincirlerin en sağlamıdır, ama her halkası güneşin ışınlarıyla parıldamakta ve gözlerinizi kamaştırmaktadır. Ve özgür olabilmeniz için, kendi benliğinizin görüntülerinden uzaklaşmanız gerekir, değil mi? Diyelim ki, bu görüntülerden biri adil olmayan bir kanun ama onun sizlerin alnına yazmış olan yine kendi ellerinizdir. Alnınıza yazmış olduğunuz bu kanunun, ne kanun kitaplarını ateşe atmakla, hatta ne de okyanusun bütün suyuyla yargıçlarınızın alınlarını yıkamakla silip-temizleyebilirsiniz. Ve, diyelim ki, kendisinden kurtulmak istediğiniz bir despot var, ilkin onun içinizde kurmuş olduğu saltanatı yıkmanız gerekir. Çünkü bir zalimin özgür ve başı dik insanlara hükmedebilmesi için, onların özgürlüklerine bir zulüm ve gururlarında bir utanç bulması gerekmez mi? Eğer kurtulmak istediğiniz bir dertse, bilin ki bu derdi bir başkası değil kendiniz kendi başınıza sarmışsınızdır. Ve eğer kurtulmak istediğiniz görüntü bir korkuysa, o korkunun yerleştiği yer kendisinden korkulanın eli değil, sizin yüreğinizdir. Gerçek şudur ki, varlığınızın içindeki her şey birbirleriyle sarmaş dolaş olarak devinmektedir. Arzulanan ile korkulan, nefret edilen ile kutlanan, kendisine yönelinen ve kaçılan birbirlerine girmiştir. Bütün bu nesneler, sizlerin içinde birbirleriyle kesişen gölgeler gibi çift çift gezinmektedir. Ve ne zaman ki bir gölge soluklaşıp silinir, gerideki ışıklardan biri öne çıkar ve bir başka gölgeye ışık olur. Bu nedenledir ki, özgürlüğünüz kendisine vurulmuş olan zincirlerinden kurtulduğunda, daha büyücek bir özgürlüğe zincir olur.
"Bize Dua'dan söz et! "
Bunun üzerine de şunları söyledi Tanrı-Elçisi:
"Sıkıntı ve ihtiyaç içinde olduğunuz zaman dua edersiniz; keşke, neşeyle dolup taştığınız zamanlar da dua edebilseniz! bolluk içinde yüzdüğünüz zamanlar da dua edebilseniz!
Çünkü sizin benliğinizin, sizin kendiliğinizin, yaşayan küllî varlıkta açılmasından, genişlemesinden başka nedir ki dua!
Ve daha huzurlu olmanız için, içinizdeki karanlıkları, içinizdeki katılıkları boşluğa boşaltmak duayse eğer, daha neşeli olmak için kalbinizin şafağını dışarı saçmak da duadır.
Ve içiniz sizi duaya çağırdığında, ağlamaktan başka bir şey yapamıyorsanız, sizi mahmuzlamaya devam etmeli içiniz, ağlaya ağlaya sonunda gülmeye varıncaya kadar. Dua ettiğiniz zaman, sizinle aynı anda dua eden, ve duadan başka hiçbir yerde, başka hiçbir halde bir araya gelemeyeceğiniz kimselerle buluşmak için yükselirsiniz, yükselirsiniz, bulunduğunuz yerden çok yukarılara.
Ve tapınağa sadece birşey istemek için girmişseniz, hiçbir şey elde edemezsiniz:
Oraya başkalarının iyiliğini için bile olsa, bir şey istemek için girmişseniz işitilmeyecektir sesiniz.
Çünkü tapınağa girmiş olmanız yeter, bununla, girmiş olabiliyorsanız eğer, aynı zamanda, sizin varlığınızda içkin görünmeyen o en büyük tapınağa.
Sözcükleri kullanarak nasıl dua edilir, bunu öğretmem ben size. sizin dudaklarınızla kendisi dile getirmedikçe onları, Tanrı dinlemez sözcüklerinizi.
Ve ben öğretemem denizleri, ormanların ve dağların dualarını size.
Fakat, siz ey, dağlardan, ormanlardan ve denizlerden doğup gelenler, sizler hissedebilirsiniz onların dualarını, dağların, ormanların, denizlerin içrek yakarışlarını kendi yüreğinizde.
Ve yalnızca gecenin sükûnetinde duyabilirsiniz onları, onların sessizce söylediklerini:
'Ey Tanrımız, ey bizim aşkın, kanatlı kendiliğimiz, Senin istemindir, ne istiyorsak, isteyen içimizde. 'Senin arzundur, ne arzuluyorsak arzulayan içimizde.
'Senin verdiğin güdüdür gecelerimizi gündüze çevirmek isteyen ve senin gecelerini, senin gündüzlerine...
'Senden hiçbir şey istemiyoruz, çünkü, daha onlar doğmadan içimizde sen biliyorsun ihtiyaçlarımızı da, özlemlerimizi de.
'Bizim ihtiyacımız sensin, özlediğimiz sen; ve kendini biraz daha vermekle bize, her şeyi vermiş oluyorsun hepimize"
EĞİTİM
Sonra bir öğretmen, "Bize eğitimden bahset." dedi. Ve o cevap verdi:
"Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz.
Takipçileri arasında mabedin gölgesinde yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil sadece inancını ve sevgisini verebilir.
Eğer gerçek bir bilgeyse, bilgeliğinin evine davet etmek yerine, sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir.
Bir astronomi bilgini, size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir ama anlayışını size veremez.
Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle bir şarkı söyleyebilir; ancak ne ritmi yakalayan kulağı, ne de onu ekolayan sesi size sunabilir.
Ve semboller ilminde usta biri, size simgesel alanlardan söz eder, ama sizi oralara taşıyamaz.
Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham, kanatlarını başka birine ödünç veremez.
Ve nasıl herbiriniz Tanrı'nın bilgisinde özgün bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı'yı kayrayışınız ve dünyayı anlayışınız tek başınıza ve size özel olacaktır."
KURALLAR
Sonra bir avukat, "bize kurallardan bahset..." dedi.
ve o cevap verdi:
"siz kurallar koymayı çok seversiniz, ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz.
tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi.
ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus kıyıya kum taşımaya devam eder.
ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler.
gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler. fakat yaşamı bir okyanus ve insanların koyduğu kuralları kumdan kuleler olarak görmeyen kişiler için ne diyebiliriz?
onlar için yasam bir kaya, ve kanun bu kayayı kendi isteklerine göre oyup şekillendirmek için kullanacakları bir keski gibidir.
dansçılardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz?
veya boyunduruğundan hoşnut olup, ormanındaki geyiği başıboş bir serseri olarak yargılayan bir öküz için?
peki, derisini dökemediği için, diğerlerini çıplak ve ahlaksız olarak niteleyen yaslı bir sürüngene ne demeli?
veya bir düğün şölenine erkenden gelen, iyice karnini doyurduktan ve yorulduktan sonra, yemekleri ve eğlenceyi kötüleyen biri için?
bunlar hakkında söyleyebileceğim tek şey, hepsinin güneş ışığı altında oldukları halde, güneş'e sırtlarını dönmüş olduklarıdır.
onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onların kanunları olur.
ve onlar için güneş, bir gölge yaratıcısından başka ne olabilir ki?
ve onlar için kurallara uymak, başlarını yere eğip, toprak üzerindeki gölgelerini izlemekten başka bir şey değildir.
ancak yüzünü güneş e çevirmiş olanlarınızı, toprak üzerine çizilmiş imajlar durdurabilir mi?
eğer rüzgarla yolculuk ediyorsanız, hangi rüzgar gülü yönünüzü çizebilir?
eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama başka birinin hücresinin kapısında değil, hangi kanun sizi sınırlayabilir?
ve eğer dans ederseniz, ama başka birinin zincirlerine takılıp sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir?
orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, bir lirin tellerini gevşetebilirsiniz,ama bir tarla kuşuna şarkı söylememesi için kim emir verebilir ki?"
KONUŞMA
Ve bir öğrenci, "Bize konuşmadan bahset" dedi. Ve o cevap verdi: "Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terkedersiniz; Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız. Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur. Ve konuşmalarınızın çoğunda, düşünce yarı yarıya katledilir; Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir; kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz. Aranızda bazıları, yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar; Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak kendilerini gözleri önüne serer, ki onlar bundan kaçarlar. Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı bir gerçeği ifşa edebilirler. Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır, ama onu kelimelerle dile getirmezler. Böylelerinin sinelerinde ruh, ritmik bir sessizlik içinde dinlenir. Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun dudaklarınıza doğru hareket etmesini ve dilinizi yönetmesini sağlayın. Sesinizin içindeki sesin, onun kulağının içindeki kulağa seslenmesine izin verin; Çünkü onun ruhu, sizin kalbinizin gerçeğini saklıyacaktır; Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile, şarabın tadının ağızda kalması gibi..."
KENDİNİ BİLİŞ
Ve bir adam şöyle dedi: "Bize kendini bilişden bahset." Ve o cevap verdi:
"Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir. Ancak kulaklarınız, kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur.
Düşüncelerinizde daima bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz. Rüyalarınızın çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz.
Ve böyle de olması gerekir.
Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli ve çağıldayarak denize doğru koşmalı; Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri gözlerinizin önüne serilecektir.
Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın; Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın.
Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir. 'Tek doğruyu buldum' değil, 'Bir doğruyu buldum' deyin.
'Ruha giden yolu buldum' değil, 'Kendi yolumda yürürken ruhu buldum' deyin.
Çünkü ruh, her yolda yürür. Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür; ne de bir kamış gibi dümdüz büyür. Ruh, sayısız taç yaprakları olan bir lotus çiçeği gibi açılır."
VERMEK
Sonra, varlıklı bir adam konuştu: 'Bize vermekten bahset.'
Ve o cevap verdi:
'Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz;
Gerçek veriş, kendinizden vermektir.
Çünkü sahip olduklarınız, yarin ihtiyacınız olabilir diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?
Ve yarin, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini, iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?
Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka bir şey değil midir?
Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?
Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar, ki bu da armağanlarını yararsız kılar.
Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler. Bunlar hayata ve hayatin definesine inananlardır, ve kasaları hiç bos kalmaz.
Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.
Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.
Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler, ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar;
Onlar, su vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler.
Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve onların gözlerinden Tanrı, dünyaya gülümser.
İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır.
Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç getirir.
Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?
Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.
Öyleyse simdi verin ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yasayın..
Çoğunlukla söyle dersiniz: 'Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.'
Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler.
Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yasayabilsin diye verirler.
Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.
Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan, sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir.
Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve güvenden daha büyük bir değer var midir?
Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?
Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görün.
Çünkü gerçekte her şeyi veren hayattır ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde, sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.
Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz, ne kendinize ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için, hiç bir minnet hissi taşımayın.
Bunun yerine, armağanları kanat yaparak, verenle beraber yükselin;
Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak, annesi özgür yürekli dünya, babası evren olan cömertlik olgusundan şüphe etmek demektir...'
ACI
Ve bir kadın, "Bize acıdan bahset" dedi. Ve o cevap verdi:
"Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.
Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi güneş'i görebilsin diye kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz.
Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini hayranlıkla izlemek üzere açarsanız, acınızın, neşenizden hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;
Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini kabul ettiğiniz gibi, aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylayacaksınız.
Ve kederinizin kışını da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.
Acılarınızın çoğu sizin tarafınızdan seçilmiştir.
Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı iyileştirmek için sunduğu "acı" ilaçtır.
Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için;
Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri, "Görülmeyen"in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir.
Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da, O'nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır."
HAZ
Sonra yılda bir kere şehre inen bir münzevi öne çıktı ve ” Bize Haz’dan söz et!” dedi.
“Haz bir özgürlük şarkısıdır, özgürlüğün kendisi değil.
Arzularınızın tomurcuklanmasıdır, onların meyvesi değil.
Sizi bir doruğa çağıran derinliktir; derin olan değil, yüksek olan değil.
Çırpınan kanattır haz, bir kafeste, gök değildir, gök değil, onunla kucaklanan.
Gerçekte bir özgürlük şarkısıdır, haz, Ve ben, kalplerinizin bütün neşesi ve çoşkusuyla söylemenizi isterdim onu; Ama yine de, onu söylerken harcayıp bitirmenizi istemezdim bir seferde, her biri özgürlük kadar değerli ve gerekli başka her şeyi ve her şeyle birlikte sevme yetinizi, kalbinizin ferini.
İçinizde kimi gençler, haz her şeymiş gibi düşerler peşine onun Ve onları yargılar, kınar, azarlar başkaları.
Ben ne yargılamak isterim, ne de kınamak, Ama anlamak isterdim onları. Çünkü araya araya hazzı bulurlar ama sadece onu değil:
Yedi tanedir hazzın kız kardeşleri Ve onların en güzeli daha güzeldir hazdan.
Ot kök aramak için toprağı kazıpta orada define bulan birini işitmediniz mi hiç?
Ve içinizden kimi yaşlılar sarhoşken işlenmiş hatalar gibi, pişmanlıkla anarlar kimi hazları.
Ama pişmanlık belleğin bulandırılmasıdır, cezalandırılması değil.
Hazlarını minnetle anmalıdır böyleleri, bir yaz hasadı kaldırmış gibi. Fakat yine de, pişmanlık rahatlatıyorsa onları bırakalım rahatlasınlar.
İçinizde, kendini ne haz arayacak kadar genç, ne de tattığı hazları hasretle anacak kadar yaşlı hissedenler vardır. Bunlar, ihmal etmemek yahut incitmemek için ruhu, hazzı arama ve anma korkusuyla ürkütüp kaçırırlar bütün hazları.
Fakat işte, bu işgüzarlıktadır, onların hazzı da. Ve titreyen elleriyle ot kök ararken bazen define de bulurlar orada.
Fakat söyleyin bana, kimdir, nedir ruhu taciz eden? Bülbülün ötüşü bozar mı, dersiniz, gecenin sükûnetini, yahut ateşböceği bozar mı, dersiniz, yıldızların parıltısını?
Aleviniz ya da dumanınız yük olur mu dersiniz, rüzgârın sırtına?
Yoksa siz, bir çomakla bulandırabileceğiniz durgun, dingin bir havuz olduğunu mu düşünüyorsunuz, ruhun?
Kendi hazlarınızı inkâr etmekle, arzuyu depolamaktan başka bir şey yapmış olmazsınız çok defa varlığınızın diplerinde, kuytuluklarında.
Bugün gözden uzaklaştırılmış gözüken şey, Kim bilir, yarını bekliyordur belki de, ortaya çıkmak için.
Bedeniniz bile mirastan kendisine düşen payı, haklı, yerinde arzuları, şehvetleri bilir ve aldanmaz.
Ve bedeniniz, ruhunuzun elindeki arptır. Artık size kalmış, ondan harika bir ezgi çıkarmak ya da kakofoni.
İçinizden soruyor olmalısınız, ‘Peki, haz konusunda iyi olanı iyi olmayandan nasıl ayıracağız?’
Ben derim ki, tarlanıza gidin, bahçenize gidin, orada, arının peşinde koştuğu hazzın çiçekteki balı toplamak olduğunu göreceksiniz.
Ve yine, balını arıya sunmanın da, çiçeğin hazzı olduğunu göreceksiniz.
Çünkü çiçek bir hayat kaynağıdır arı için; Çünkü arı bir aşk mesajıdır, aşk ilanıdır, çiçek için; Çünkü, haz vermek ve haz almak, arı ve çiçek, her ikisi içinde bir ihtiyaçtır, bir sarhoşluk ve erinç…
Ey Orphalese halkı, ben derim ki size, arınınki ve çiçeğinki gibi olsun sizin de hazlarınız.”
HAZ VE IZDIRAP
Sonra bir kadın konuştu: "Bize haz ve ıstıraptan bahset."
Ve o cevap verdi:
"Hazzınız, ıstırabınızın maskesiz halidir. Ve kahkahanızın yükseldiği aynı kuyu, sık sık gözyaşlarınızla dolar.
Başka türlü olabilmesi mümkün müdür ?
Istırabın içinize kazıdığı alan ne kadar derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir.
Ve şarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında yanan aynı kadeh değil midir?
Ve sesi ruhunuzu okşayan lavta, daha önce bıçaklarla oyulan tahtayla bir değil midir?
Kendinizi neşeli hissettiğinizde kalbinizin derinliklerine inin.
Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren, daha önce üzülmenize neden olmuştu.
Üzgün olduğunuzde, tekrar kalbinize dönün. Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan bir şey için ağlıyorsunuz.
Bazılarınız, "Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır" der ; diğerleri ise, "Hayır, ıstırap daha anlamlıdır".
Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum.
Onlar beraber gelirler. Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken, unutmayin ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.
Gerçekte siz, hazzınızla ıstırabınız arasında bir terazi konumundasınız. Sadece boş olduğunuzda, hareketsiz ve dengede kalabilirsiniz.
Bir hazine avcısı, altın ve gümüşünü tartmak için sizi kullandığında, haz ve ıstırap kefeleriniz, ister istemez, yükselip alçalacaktır..."
İYİLİK ve KÖTÜLÜK
Ve şehrin yaşlılarından biri, 'Bize iyilik ve kötülükten bahset.' dedi.
Ve o cevap verdi:
'Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil. Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde azap çeken iyilikten başka ne olabilir ki?
Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile yiyecek arar ve susadığında kirli, durgun sulardan bile içer.
Siz, kendinizle bir olduğunuzda iyisiniz; bununla birlikte, kendinizle bir olmadığınızda, kötü değilsiniz.
Çünkü parçalanmış bir aile eşkiyaların ini değildir; sadece parçalanmış bir ailedir.
Ve dümensiz bir gemi, tehlikeli adalar arasında amaçsızca dolaşır durur, ama dibe batmaz.
Siz, kendinizden bir şeyler vermeye çabaladığınızda iyisiniz; Kendiniz için bir kazanç sağlamaya çalıştığınızda ise, kötü değilsiniz.
Çünkü, bir şey kazanmak için uğraştığınızda, toprağa tutunan ve onun göğsünde beslenen bir kök gibisiniz.
Doğaldır ki, meyve köke 'Benim gibi, olgun, dolgun ve bol bol veren ol..' demez. Çünkü, almak nasıl kök için bir ihtiyaçsa, meyve için de vermek bir gereksinimdir.
Konuşurken tamamen uyanıksanız, iyisiniz. Ama, diliniz anlamsızca kekelerken uyukluyorsanız, kötü değilsiniz; Ve sürçen bir konuşma bile, zayıf bir dili güçlendirebilir.
Amacınıza doğru sağlam ve cesur adımlarla ilerlediğinizde iyisiniz; Fakat oraya topallıyarak gittiğinizde de, kötü değilsiniz. Çünkü topallayanlarınız bile geri gitmez.
Fakat güçlü ve hızlı olanlarınız, incelik gösterin ve topal birinin yanında asla topalllamayın.
Siz, sayısız konuda iyisiniz ve iyi olmadığınızda ise, kötü değilsiniz. Sadece oyalanıyor ve tembellik ediyorsunuz.
Ne yazık ki, geyikler kaplumbağalara çevikliği öğretemiyor.
İyiliğinizin, üstün beninize duyduğunuz özlemde saklı ve bu özlem herbirinizde mevcut.
Ancak bazılarınızda bu özlem, yamaçların gizemini ve ormanın ezgilerini taşıyarak, büyük bir güçle denize doğru akan bir sel gibidir.
Ve diğerlerinde ise, dönemeçlerle ve kavislerle yolunu kaybeden, kıyıya ulaşmadan önce oyalanıp duran durgun bir ırmağa benzer.
Yine de özlemi fazla olanın, az olana 'Neden bu kadar yavaşsın, neden duraklıyorsun? ' demesine izin vermeyin.
Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine, `Neden elbisen yok? ' diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine ne oldu? ' der.'
ZAMAN
Ve bir gök gözlemcisi, "Peki, Zaman için ne dersiniz?" diye sordu. Cevaben şunları söyledi, Tanrı-Elçisi: "Ölçüsüz ve ölçülemeyen zamanı ölçebileceksiniz. Davranışlarınızı ayarlayacak, ve hatta ruhunuzun rotasını, saatlere ve mevsimlere göre yönlendirebileceksiniz. Zamanı, kıyısında oturup, akışını izleyeceğiniz bir nehir haline döndüreceksiniz. İçinizde zamana bağlı olmadan varolan öz, yaşamın zamandan bağımsızlığının zaten farkındadır;
Ve bilir ki, dün bugünün anısı, yarın ise bugünün rüyasıdır.
Ve yine bilir ki, içinizde şarkı söyleyen veya düşünen özünüz, hala yıldızları uzaya dağıtan o ilk an'ın içinde devinmektedir.
Aranızda, özündeki sevme gücünün sınırsızlığını hissetmeyen var mıdır acaba? Yine de bu hudutsuzluğuyla aynı sevginin, bir sevgi düşüncesinden diğerine, bir sevgi davranışından bir başkasına, kendi varlığının tam orta yerinde sımsıkı ve hareket etmeden durduğunu kim hissetmez? Ve zaman da, tıpkı sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez değil midir? Yine de eğer düşüncenizde zamanı mevsimlerle ölçmek isterseniz, her mevsimin diğerlerini içermesine izin verin. Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla, geleceği ise özlemle kucaklasın."
GÜZEL
Sonra bir şair söz aldı, ve bize Güzel'den söz et, dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: Güzel'in kendisi yolunuza çıkmaz ve kılavuzunuz olmazsa güzeli nerede ve nasıl ararsınız? Sözlerinizi dokuyan o olmadıktan sonra, onun hakkında nasıl konuşabilirsiniz ki?
Üzüntülü ve incinmiş olan, "Güzel, merhametli ve koruyucudur. Kendi görkeminden yüzü hafifçe kızarmış genç bir anne gibi aramızda gezinir." der.
İhtiraslı olan da "Güzellik, kudret ve korku veren bir şeydir. Fırtına gibi altımızdaki yeryüzünü ve üstümüzdeki gökyüzünü sarsar." der. Yorgun ve bezgin ise, "Güzel, yumuşak bir fısıltıdır. Ruhumuz içinden konuşur, gölgeden korkarak titreyen cılız bir ışık gibi sesi, kendi sessizliklerimize karışır." der. Ama huzursuz biri ise, "Dağların arasından seslendiğini duyduk. Ve onun çığlıklarıyla birlikte toynak uğultuları, kanat çırpmaları ve arslan kükremeleri sardı ortalığı," der. Gece indiğinde kentin gözcüsü, "Tan ağarınca, güzel doğu'dan görünecek," der. Gün öğleye erdiğinde çalışanlar ve sokakları dolduranlar, "Güzel'i gördük, gurubun pencerelerine yaslanmış yeryüzüne bakıyordu." derler. Kışın, kar içinde yaşayanlar, "mevsim bahara ersin, Güzel, tepelerden aşıp gelecek," derler. Ve yazın sıcağında ekin biçenlerin, "Güzel'i gördük, güz yapraklarıyla dans ediyordu ve saçlarında bir tutam kar vardı," dediklerini duyarsınız.
Güzel'e dair söylediğimiz bunca söz, Gerçekte güzel için değil, doyurulmamış eksiklikler içindir. Oysa güzel, bir gereksinim değil, bir doygunluğun kıvancıdır. Ne susuz kalmış bir ağız, ne de açılmış boş bir eldir.
Bir yürektir tutuşmuş, bir can'dır büyülenmiş. Ne göze görünür bir tasarım, ne de kulaklarınızın duyacağı bir türküdür. Ne ağacın soyulan kabuğunun altından akan öz suyu, ne de bir pençeye takılmış kanattır. Sonsuza değin çiçekli kalacak bir bahçe, sonsuza değin gezinecek bir melekler birliğidir.
Ey Orphalese halkı, Güzel hayatın kendi kutsanmış çehresini örten peçeyi kaldırmasıyla görülen hayattır. Oysa hayat da, peçe de sizsiniz. Güzel, bir aynadan kendini seyreden sonsuzluktur. Oysa, sonsuzluk da, ayna da sizsiniz;
En uzun ömür ile en kısa ömür arasında pek bir fark olmadığını, sizi çevreleyen sonsuzluğu düşündüğünüzde anlayacaksınız.
* GEMİDE
Seçilmiş ve sevgili El Mustafa kendisi için özel günün öğle vakti, hatırlama ayı olan Teşrin'de, doğduğu adaya geri dönüyordu.
Ve gemisi limana yaklaşırken geminin baş tarafında durdu, denizcileri de etrafındaydı. Yüreğinde bir “eve dönen" vardı. Ve konuştu, sesinde deniz vardı, dedi ki: "işte doğduğum ada. Burada bile yeryüzü bizi gökyüzüne çıkaran bir şarkı ve yeryüzüne indiren bir bilmece; yer ve gök arasında bu şarkımızı getirip götüren, bilmecemizi çözen tutkumuzdan başka nedir ki?
"Deniz bir kez daha bizi kıyılara veriyor. Bizler onun dalgalarından bir diğeriyiz. Bizi oraya sesini duyurmak için götürüyor, ama biz nasıl duyuracağız sesimizi kalbimizin kaya ve kumlar üzerindeki dengesini bozmadan?
"Denizin ve denizcilerin kanunu şudur ki: Özgür olmak istiyorsan sise dönüşmelisin. Nasıl ki sayısız nebula güneşe ve aya dönüşecekse, biçimsiz olan da sonsuza dek biçim arayacaktır ve biz -sertleşmiş kalıplar- birçok şeyi arayıp bu adaya geri döndüysek bir kez daha sis olup başlangıcı öğrenmeliyiz. Tutkusu ve özgürlüğü mahvolandan başka yaşayan ve yükseklere çıkan ne var orada?
"Sonsuza dek şarkılar söyleyip sesimizi duyurduğumuz kıyıların arayışında olacağız. Ama ya kimsenin duymadığı kırılan dalga? O, derin üzüntümüzü besleyen içimizdeki duyulmayandır. Hatta aynı zamanda ruhumuzu biçim vermek için oyup, kaderimizi şekillendiren de o duyulmayandır."
Sonra denizcilerden biri öne çıktı ve dedi ki: "Efendim, siz bize bu limana gelmemizde kaptanlık ettiniz ve bakın geldik. Ancak siz üzüntülerden ve kırılan kalplerden söz ediyorsunuz hala."
Ve o yanıtladı: "Özgürlükten ve daha büyük özgürlüğümüz olan sisten bahsetmedim mi size? Doğduğum adaya hac ziyaretine geliyorum acı içinde, tıpkı katledilen birinin ruhunun katledenin önünde eğildiği gibi."
Ve diğer denizci konuştu: "Bakın, rıhtımda onlarca insan. Geleceğiniz günü hatta saati sessizlikleri içinde gaipten haber almışlar ve tarlalarından, bahçelerinden sevgi ihtiyacı içinde sizi beklemek için toplanmışlar."
El Mustafa uzağa, kalabalığa baktı, kalbi onların özleminin farkındaydı ve sessizleşti.
Ve insanlardan bir bağırış geldi, bu bir hatırlama ve yakarma çığlığıydı.
Ve o denizcilerine bakıp dedi ki: “Ve ben onlara ne getirdim? Ben uzaklarda bir avcıydım. Bana verdikleri altın okları hedef alarak ve güçle bitirdim. Ama avımı yere indiremedim. Okları takip edemedim. Belki şimdi güneşte, yere düşmeyen yaralı kartalların tüylerinin uçlarına takılmış yayılıyorlardır. Ve belki de ok başları ekmek ve şarap için onlara ihtiyacı olanların ellerine düşmüşlerdir.
Nereye uçtuklarını bilmiyorum ama bildiğim şu ki: onlar gökte kavis çizdiler.
"Böyle de olsa sevginin eli hâlâ üzerimde ve siz denizcilerim hâlâ benim görüşümde gidiyorsunuz ve ben dilsiz değilim. Mevsimlerin eli boğazıma yapıştığında haykırırım ve
dudaklarım alevlerle yandığında sözlerimi ezgiyle söylerim.
O bunları söylediği için denizcilerin yüreği burkulmuştu. İçlerinden biri dedi ki: "Efendim, bize her şeyi öğretin, kanınız damarlarımızda aktığından ve soluğumuz rayihanız olduğundan biz anlarız."
Sonra onlara yanıt verdi ve sesinde rüzgâr vardı: "Beni doğduğum adaya öğretmen olmam için mi getirdiniz? Henüz bilgeliğin kafesine girmedim. Kendimden başka bir şeyden söz etmek için, ki bu da derini sonsuza dek çağıran derinliktir, çok genç ve körpeyim henüz.
"İlme sahip olmak isteyen bırakın onu düğün çiçeklerinde ya da bir tutam kırmızı kilde arasın. Ben hâlâ şarkı söyleyenim. Hala toprağı söylerim, iki uyku arasındaki günü dolaşan kaybolmuş rüyalarınızı söylerim. Ancak denizi hayranlıkla seyrederim."
Ve gemi limana girdi, rıhtıma ulaştı ve o böylece doğduğu adaya geldi, bir kez daha kendi insanlarının arasında durdu. Ve bu insanların kalbinden, onun eve dönüş yalnızlığını içinde hissetmesi için, büyük bir haykırış yükseldi.
Sonra susup onun sözlerini beklediler, ancak yanıt gelmedi, çünkü üzerinde anılarının üzüntüsü vardı ve yüreğinde dedi ki:
"Şarkı söylerim mi dedim? Hayır, ağzımı açarım ki hayatın sesi çıksın ve rüzgâra zevk ve destek için ulaşsın."
Sonra Kerime, annesinin bahçesinde onunla oynayan kız çocuğu, konuştu ve dedi ki: "12 yıl yüzünüzü bizden sakladınız ve biz 12 yıldır sesinize aç ve susuz kaldık."
Ve o, kıza çoğalan bir sevecenlikle baktı, çünkü o kız annesini ölümün beyaz kanatları aldığında onun göz kapaklarını indiren kişiydi.
Ve onu yanıtladı: "12 yıl mı? 12 yıl mı dedin, Kerime? Özlemimi yıldızlı asa ile ölçmedim ne de onun derinliğini dile getirdim. Çünkü sevgi, vatan hasreti çektiğinde zaman ölçüsünü ve derinlik ölçüsünü yitilir.
"Çok uzun süren ayrılıkları taşıyan zamanlar vardır. Ancak ayrılmak aklın tükenmesinden başka bir şey değildir. Belki de biz hiç ayrılmadık."
Ve El Mustafa toplanan insanlara baktı ve hepsini gördü; genci, yaşlısı, güçlüsü, çelimsizi, rüzgâr ve güneşin dokunuşlarıyla pembeleşmiş olanları, solgun çehrelileri ve yüzlerinde özlem ve sorgulamanın ışığı.
Ve biri konuştu ve dedi ki: "Efendim, hayat umutlarımız ve özlemlerimizle amansızca başa çıktı. Kalplerimiz tedirgin ve anlamıyoruz. Dua ediyorum ki siz bizi rahatlatın ve bize üzüntülerimizin anlamlarını açıklasın."
El Mustafa'nın yüreği anlayışla kımıldadı ve dedi ki: "Hayat yaşayan her şeyden daha yaşlıdır; güzellik daha güzel biri doğmadan kanatlanmıştır ve hatta gerçek söylenmeden önce gerçektir.
"Hayat sessizliklerimizde şarkı söyler, uyuklarken rüya görür. Hatta biz yenik ve kendimizi düşük hissettiğimizde hayat tahta çıkmış ve yükselmiştir. Ve ağladığımızda, hayat güne gülümser ve biz zincirlerimizi sürüklerken o özgürdür.
"Çoğunlukla Hayat'a acımasız isimler veririz, ancak sadece kendimiz acılı ve karanlıkta olduğumuz zamandır bu. Ve biz onu boş ve faydasız addederiz, ama sadece ruhumuz viran yerlerde dolaşırken ve kalp kendini aşırı bilmekle sarhoşken. "Hayat, derin, yüksek ve uzaktadır ve sadece sizin geniş görüşünüz onun yalnızca ayaklarına uzanabilse de o aslında yakındır ve sadece soluğunuzun soluğu onun kalbine erişebilse de, onun yüzünden gölgenizin gölgesi geçebilir ve en derinden gelen çığlığınızın yankısı onun göğsünde ilkbahar ve sonbahar olur.
"Ve Hayat örtülü ve saklıdır tıpkı sizin yüksek benliğinizin örtülü ve saklı olduğu gibi. Ancak Hayat konuştuğunda tüm rüzgârlar sözcük olur ve tekrar konuştuğunda dudaklarınızdaki gülümsemeler ve gözlerinizdeki yaşlar da sözcüklere dönüşür. O şarkı söylediğinde sağırlar bile duyar ve alıkonulur ve yürüyerek geldiğinde göremeyenler bile onu seyreder ve hayrete düşerler, sonra onu hayret ve şaşkınlık içinde takip ederler."
Ve konuşmayı kesti, büyük bir sessizlik insanları sardı ve o sessizlikte duyulmayan bir şarkı vardı ve onlar yalnızlıklarında ve acılarında rahatlatıldılar.
Ve hemen onları terk edip Bahçesine giden yolu izledi; burası anne ve babasının bahçesiydi, orada onlar ve onların ataları uyumuşlardı.
Ve onu izleyenler vardı, bu bir eve dönüştü ve o yalnızdı çünkü onun insanlarının âdeti olan hoş geldin şölenini düzenleyecek hiçbir yakını kalmamıştı.
Ama gemisinin kaptanı onlara akıl verdi: "Bırakın kendi yoluna gitsin. Çünkü onun ekmeği yalnızlığın ekmeğidir ve çanağında yalnız içeceği hatırlamanın şarabı vardır."
Ve denizciler adımlarım durdurdu çünkü onlar da kaptanın dediğinin doğru olduğunu biliyorlardı. Ve rıhtımda toplanan herkes arzularının adımlarına gem vurdu.
Sadece Kerime bir süre onun peşinden gitti, onun yalnızlığına ve anılarına özlem duyarak. Ve konuşmadı, dönüp kendi evine gitti, bahçede badem ağacının altında ağladı ancak neye ağladığını bilmiyordu.
Ve El Mustafa geldi, anne ve babasının Bahçe'sini buldu, bahçeye girdi ve kimse gelemesin diye ardından kapıyı kapattı.
Ve kırk gün kırk gece o evde ve bahçede yaşadı, kapıya bile kimse gelmedi çünkü kapı kapalıydı ve herkes onun yalnız kalmak istediğini biliyordu.
Ve kırk gün kırk gecenin sonunda El Mustafa gelebilsinler diye kapıyı açtı.
Ve Bahçe'de onunla olmak için dokuz kişi geldi; çocukken birlikte oyun oynadığı arkadaşları olan üç denizci. Ve bunlar onun havarileriydiler.
Ve bir sabah havarileri onun etrafına oturdular ve onun gözlerinde uzaklar ve hatıralar vardı. Ve Hafız ismindeki havari dedi ki: “Efendim, bize Orphalese kentini ve o 12 yıl kaldığınız toprakları anlatın"
Ve El Mustafa sessizleşti, uzaklara tepelere doğru ve geniş göklere baktı ve sessizliğinde kavga vardı.
Sonra dedi ki: "Arkadaşlarım, yoldaşlarım, inançlarla dolu ama dini olmayan bir millete acıyın."
"Dokumadığı giysiyi giyen, hasadını yapmadığı ekmeği yiyen, kendi cenderesinden geçirmediği üzümün şarabını içen millete acıyın."
"Zorbayı kahraman diye kabul eden, şaşaalı fatihi cömert farz eden millete acıyın."
"Rüyasındaki bir tutkuyu aşağılayan, uyanırken ona teslim olan millete acıyın."
"Yalnızca bir cenaze töreninde yürürken sesini çıkartmayan, yalnızca boynu taşla kılıç arasında kaldığında övünmeyken bir millete acıyın."
"Devlet adamı tilki olan, felsefecisi hokkabaz olan ve sanatı ekleme ve taklitten oluşan millete acıyın."
"Yeni hükümdarını boru sesleriyle karşılayıp ve bir başka hükümdarı yine boru sesleriyle karşılamak için onu yuhalayarak gönderen millete acıyın"
"Bilgeleri yıllar içinde sağır ve dilsiz olmuş ve güçlü kişileri hâlâ beşikte olan bir millete acıyın"
"Parçalara bölünmüş ve her parçanın kendini millet sandığı bir millete acıyın"
Ve biri dedi ki: "Bize şu an kendi yüreğinizde kıpırdanan şeyden bahsedin."
Ve o konuşan kişiye dönüp baktı, sesi tıpkı şarkı söyleyen bir yıldızı andırıyordu ve dedi ki:
"Uyanıkken kurduğunuz düşlerde susmuş ve derin benliğinizi dinlerken, düşünceleriniz kar taneleri gibi düşer, çırpınır ve boşluklarınızın tüm seslerini beyaz bir sessizlik bozar."
"Ve bu düşler yüreğinizde gökyüzü ağacı gibi tomurcuklanıp çiçek açan bulutlar değil de nedir?
"Ve düşünceler yüreğinizin rüzgârlarının tepelere ve çayırlara uçurduğu çiçek yaprakları değil de nedir?
"Ve hatta siz içinizdeki biçimsiz biçimlenene kadar huzuru beklerken, Kutlu Parmaklar gri arzusunu kristal güneş, ay ve yıldızlara dönüştürene kadar bulutlar toplanacak ve sürüklenecektir.
Sonra yarı şüpheci Sarkis konuştu ve dedi ki: "Ama ilkbahar gelecek ve düşlerimizin ve düşüncelerimizin karları eritip, yok olacak."
Ve o cevap verdi: "ilkbahar pinekleyen ağaçlıklar ve üzüm bağlarının arasında aziz sevgilisini aramaya geldiğinde karlar gerçekten de eriyecek ve su olup vadideki ırmağa kavuşmak için, mersin ağaçlarına ve defne ağaçlarına saki olmak için akacak.
"Aynı şekilde sizin ilkbaharınız geldiğinde de yüreğinizin karları eriyecek ve böylece sırlarınız su olup vadideki hayat ırmağına kavuşmak için akacak. Ve ırmak sırlarınızı sarmalayıp, onu büyük okyanusa taşıyacak.
"Bahar geldiğinde her şey eriyip şarkılara dönüşecek. Yıldızlar, büyük çayırlara yavaşça düşen koca kar taneleri bile eriyecek ve şarkı söyleyen akıntılara dönüşecek. O'nun yüzünün güneşi geniş ufuklara doğduğunda hangi donmuş ahenk akan bir melodiye dönüşmez ki? Aranızdan kim mersin ağacına ve defne ağacına saki olmak istemez ki?
"Daha dün kıpırdayan denizle kıpırdıyordunuz, kıyısız ve benliksizdiniz. Sonra rüzgâr, yaşam soluğunuz sizi yüzünde bir ışık örtüsüyle dokudu; sonra eli sizi toplayıp şekil verdi ve dik başınızla siz yüksekleri aradınız. Ama deniz peşinizden geldi ve şarkısı hâlâ sizinle. Siz soyunuzu unutsanız da o sonsuza dek anneliğini sürdürecek ve sizi kendine çağıracak.
"Dağların ve çölün arasında dolaşırken onun serin yüreğinin derinliğini hep hatırlayacaksınız. Çoğunlukla neye özlem duyduğunuzu bilmeyeceksiniz ama onun geniş ve ritmik huzuruna özlem duyacaksınız.
"Başka nasıl olabilir ki? Ağaçlık ve çardaklarda yağmur tepelerde yapraklarda dans ettiğinde, bir sözleşme ve nimet olan kar düştüğünde; vadide sürülerinizi ırmağa götürdüğünüzde; çayırlarınızda dereler gümüş akıntılar gibi yeşil giysiyle buluştuğunda; bahçelerinizde erken çiy taneleri gökleri aksettirdiğinde; ovalarınızda akşam sisi yolunuzu yan örttüğünde; bütün bunlarda deniz sizinledir, mirasınızın şahidi, sevginizin talibidir.
"Denize akan içinizdeki kar tanesidir."
Ve bir sabah Bahçede yürürlerken kapıda bir kadın belirdi ve bu El Mustafa'nın çocukluğunda kardeşi gibi sevdiği Kerime'ydi. Ve Kerime orada hiçbir şey demeden, kapıyı çalmadan durdu, sadece Bahçe'ye özlem ve hüzünle bakıyordu.
Ve El Mustafa, onun göz kapaklarındaki tutkuyu gördü, hızlı adımlarla duvara ve kapıya geldi, ona kapıyı açtı ve onu içeriye buyur etti.
Kerime dedi ki: "Neden kendini hepimizden geri çektin, bizi çehrenin ışığından mahrum yaşamak zorunda bıraktın? Bu kadar yıl seni sevdik ve sağ salim dönüşünü arzuyla bekledik. Ve şimdi insanlar senin için ağlıyor ve seninle konuşmak istiyor ve ben elçi olarak sana yalvarmaya geldim, kendini bu insanlara göster, bilgini onlarla paylaş, kırık kalplerimizi rahatlat ve budalalığımızı eğit diye."
El Mustafa cevap verdi: "Tüm insanları bilge kabul etmiyorsan bana bilge deme. Ben hâlâ dalında asılı duran taze bir meyveyim ve daha sadece dün bir çiçektim.
"Ve kimseye budala deme çünkü gerçekte biz ne akıllıyız, ne de budala. Biz hayat ağacında yeşil yapraklarız ve hayat aklın ötesinde ve tabii ki budalalığın da ötesinde.
"Hakikaten kendimi sizlerden soyutladım mı? Bilmiyor musun ki ruhun düşlerde kapladığı yer dışında mesafe yoktur? Ve ruh o mesafeyi kapladığında, o ruhta bir ritim haline gelir.
Seninle, arkadaşlık etmediğin yakındaki komşunun arasındaki uzaklık, seninle yedi kara yedi deniz ötede yaşayan sevgilinin arasındaki uzaklıktan daha fazladır.
"Hatırlamada mesafeler yoktur; sadece farkında olmadan ne sesinin ne de gözlerinin daraltacağı bir uçurum vardır.
"Okyanusların kıyılarının ve yüksek dağların zirvelerinin arasında, toprağın çocuklarıyla bir olmadan önce gitmeniz gereken gizli bir yol vardır.
"Ve anlayışınızla bilginiz arasında da insanla yani kendinizle bir olmadan önce keşfetmeniz gereken gizli bir patika vardır.
"Veren sağ elinizle alan sol eliniz arasında büyük bir boşluk vardır. Ancak her ikisini de veren ve alan olarak farz ederseniz bu boşluk kapanır, çünkü boşluğun ancak alacak ya da verecek bir şeyiniz olmadığını bildiğiniz zaman üstesinden gelebilirsiniz.
"Gerçekte en büyük boşluk uyku halinizle uyanık olmanız arasındadır ve davranışınızla arzularınızın arasındadır.
"Ve gitmeniz gereken bir yol daha var Hayatla bir olmadan önce gideceğiniz, ama yolculuktan yorulmuşsunuz o yüzden şimdi o yoldan söz etmeyeceğim."
Sonra kadınla birlikte ilerledi, o ve diğer dokuz kişi, pazar yerine bile gittiler ve El Mustafa insanlarla, arkadaşlarıyla ve komşularıyla konuştu, yüreklerinde ve göz kapaklarında sevinç vardı.
Ve dedi ki: "Uykunuzda büyüyorsunuz ve hayatınızı tam manasıyla düşlerinizde yaşıyorsunuz. Çünkü günlerinizin tümü gecenin sakinliğinde elde ettiklerinize şükran duymakla geçiyor.
"Çoğunlukla geceyi dinlenme zamanı olarak düşünüp konuşuyorsunuz ancak gerçekte gece arama ve bulma zamanıdır.
"Gün size bilgi gücünü verir parmaklarınıza alma hünerini öğretir; ancak gece sizi Hayat'ın hazine evine götürür.
"Güneş büyüyen her şeye ışığa olan özlemi öğretir. Ama gece onları yıldızlara çıkarır.
"Aslında ormandaki ağaçlara ve bahçedeki çiçeklere duvak dokuyan gecenin sessizliğidir ve sonra zengin bir ziyafet verip gerdeği hazırlayan ve o kutsal sessizlikte yarın Zamanın rahminde gebe kalır.
"Sizin için de böyledir, arayışta et ve memnuniyet bulursunuz. Ve şafak vakti uyanışınız hafızanızı silse de, düşlerinizin sofrası sonsuza dek kuruludur ve gerdek beklemektedir."
Bir an o ve diğerleri sessiz kaldı ama yine onun konuşmasını bekliyorlardı. Sonra tekrar konuştu ve dedi ki:
"Bedenlerde hareket etseniz de sizler birer ruhsunuz ve karanlıkta yanan gaz yağı gibi lambalarda saklı olduğunuz halde birer alevsiniz.
"Bedenleriniz dışında bir hiç olsaydınız, benim sizin önünüzde durup sizinle konuşmam ölülerin ölülere seslenişi gibi bir hiç olurdu. Ama öyle değil. İçinizde ölümsüz olan her şey gündüzleri ve geceleri özgürdür ve ne engellenebilir ne de barındırılabilir, çünkü bu En Yüce'nin isteğidir. Ne yakalanabilen ne de kafeslenebilen rüzgâr gibi siz O'nun soluğusunuz. Ve ben de O'nun soluğunun soluğuyum."
Ve aralarından hızla yürüyerek geçip tekrar Bahçe'sine girdi. Ve yarı şüpheci Sarkis konuştu ve dedi ki: "Ya çirkinlik? Çirkinlikten hiç bahsetmediniz."
Ve El Mustafa yanıtladı, sözlerinde bir kamçı vardı ve dedi ki: "Arkadaşım, kim kapının önünden geçip kapını çalmadan sana konuk sevmez diyebilir?
Ve kim sana sağır ve düşüncesiz diyebilir eğer senin anlamadığın garip bir dilde konuşuyorsa?
Sizin, çirkinlik diye addettiğiniz ulaşmak için hiç çaba harcamadığınız, kalbine girmeyi hiç arzu etmediğiniz değil midir?
Çirkinlik bir dirhem de olsa bir şeyse, gözlerimizdeki kantardan ya da kulaklarımızı dolduran balmumundan başka nedir ki?
Hiçbir şeye çirkin demeyin, arkadaşım, kendi anılarının varlığında bir ruhun korkusu dışında."
Ve gündüz beyaz kavakların gölgesinde otururken biri dedi ki: "Efendim ben zamandan korkuyorum. Üzerimizden geçiyor, gençliğimizi çalıyor ve bize karşılığında ne veriyor?"
Ve o cevap verdi: "Bir avuç torak alın elinize. İçinde bir tohum ya da belki de bir solucan buluyor musunuz? Eğer eliniz geniş ve yeterince tahammüllü ise tohum orman olabilir solucan da bir melek sürüsü. Ve unutmayın ki tohumları ormana dönüştüren ve solucanları meleklere dönüştüren yıllar Şimdi'ye aittir, tüm yıllar, Şimdiye aittir.
Ve geçen yıllar değişen düşüncelerinizden başka nedir ki? İlkbahar sinenizde bir uyanıştır, yaz verimliliğinizin bilinmesidir. Sonbahar benliğinizdeki çocuğa ninni söyleyen eski çağ değil midir? Ve kış, size soranın diğer mevsimlerin düşleriyle uyunan büyük bir uykudan başka nedir?
Ve meraklı havari Mannus etrafına baktı ve çınar ağacına bağımlı çiçek açmış bitkiler gördü. Ve dedi ki: "Asalaklara bakın, Efendim. Onlara ne diyeceksiniz? Onlar güneşin kararlı çocuklarından yorgun göz kapakları ile ışığı çalan ve onların dallarında ve yapraklarında akan özsuyundan yararlananlardır.
Ve o yanıtladı: "Arkadaşım, hepimiz asalaklarız. Bizler çimenliğe hayat vermek için çalışanlar hayatı, çimenliğin ne olduğunu bilmeden, doğrudan çimenlikten alanlardan üstün değiliz.
Bir anne çocuğuna şöyle diyebilir mi: "Seni ulu annen olan ormana geri veriyorum çünkü sen benim yüreğimi ve ellerimi yoruyorsun.
Ya da bir şarkıcı kendi şarkısına kızıp şöyle diyebilir mi:
Şimdi yankıların mağarasına, geldiğin yere geri dön, çünkü sesin nefesimi tüketiyor.
Ya da çoban bir günlük hayvanına: "Seni götürecek otlağım yok o yüzden kesilmelisin ve bu sebeple kurban edilmelisin" diyebilir mi?
Hayır arkadaşım, bütün bunlar sorulmadan cevaplanmıştır ve düşleriniz gibi siz uyumadan önce gerçekleşmiştir.
Yasaya göre birbirimizin sırtında yaşıyoruz. Bırakın böyle sevecenlikle yaşayalım. Yalnızlığımızda birbirimizi arıyoruz, yanıbaşına oturacak ocağımız olmadığında yollarda yürüyoruz.
Arkadaşlarım, kardeşlerim, daha geniş yol hemcinslerinizdir.
Bu ağacın üzerinde yaşayan bitkiler gecenin sessizliğinde topraktan sütü çeker ve toprak sakin düşlerinde güneşin göğsünü emer.
Ve güneş, siz, ben ve var olan her şey gibi, kapısı açık ve sofrası hep kurulu olan Prensin davetinde eşdeğer bir onur ile oturur.
Mannus, arkadaşım, var olan her şey var olan her şeyin sırtında yaşar ve olan her şey inanç içinde ve kıyışız bir şekilde o En Yüce'nin bereketi üzerinde yaşıyor.
Ve bir sabah şafak vakti gökyüzü daha solgunken, hep birlikte Bahçe'de yürüdüler ve Doğuya doğru bakıp, doğan güneşin varlığıyla sessizleştiler.
Ve bir süre sonra El Mustafa eliyle işaret etti ve dedi ki: "Bir çiy tanesinin üzerindeki güneş resmi güneşten daha az bir şey değildir. Hayatın ruhunuza yansıması da hayattan daha az bir şey değildir.
"Çiy tanesi ışığı yansıtır çünkü o da bir ışıktır, siz de hayatı yansıtırsınız çünkü siz de hayatsınız.
"Karanlık üzerinize çöktüğünde şöyle dersiniz: "Bu karanlık daha doğmamış şafaktır ve gecenin doğum sancısı, tam üzerimde olsa da şafak üzerime tepelere doğar gibi doğar.
"Zambakların akşam karanlığında damlasını oluşturan çiy sizin Tanrının yüreğinde ruhunuzu toplamanıza benzer.
"Bir çiy tanesi diyecektir ki: 'Ben bin yılda bir çiy tanesiyim.'
Ve siz cevap verirsiniz: 'Tüm yıllar��n ışığının senin o yuvarlağında parladığını biliyor musun?'
Ve bir gece büyük bir fırtına çıktı ve El Mustafa ile havarileri, dokuz havari, içeri girdi ve ateşin etrafında sessizce oturdu.
Havarilerden biri dedi ki: "Ben yalnızım, Efendim. Ve saatlerin darbeleri göğsümde ağır bir şekilde duyuluyor."
Ve El Mustafa kalktı, aralarında durdu ve büyük bir rüzgâra seslenir gibi bir sesle dedi ki: "Yalnız! Ne olmuş yalnızsan? Yalnız geldiniz ve sise yalnız geçeceksiniz.
"O halde kadehinizdekini yalnız ve sessizce için. Sonbahar günleri başka dudaklara başka kadehler verdi ve onları acı ve tatlı şarapla doldurdu tıpkı sizin kadehlerinizi doldurduğu gibi. Kadehlerinizdekini, tadı sizin kanınız ve gözyaşlarınız olsa da yalnız başınıza için ve hayata size hediye ettiği susuzluk için teşekkür edin. Çünkü susuzluk olmasa yüreğiniz çıplak bir denizin kıyısı olur, gel git olmadan şarkısız.
"Kadehinizdekini yalnız başınıza ve neşeyle için.
"Başınızın üzerine kaldırın ve yalnız başına içenlerin şerefine için.
"Bir kez ben yanıma arkadaşlar aradım ve onlarla ziyafet sofralarında oturdum ve onlarla doyasıya içtim; ama onların şarabı benim başımın üzerine çıkmadı ne de sineme aktı. Sadece ayaklarıma indi. Aklım kumdu, kalbim kilitlenip, mühürlendi. Sadece ayaklarım onlarla onların sisi içindeydi.
"Ve bir daha arkadaş aramadım, ne de onların sofralarında onlarla içtim.
Ve bir gün, Yunanlı Phardus Bahçede yürürken ayağını bir taşa çarptı ve sinirlendi. Döndü, taşı eline aldı ve alçak sesle: "yoluma çıkan cansız şey!" deyip taşı uzağa fırlattı.
Seçilmiş ve sevgili El Mustafa dedi ki: "Niye 'cansız şey diyorsun? Bu bahçede bu kadar zaman kaldın ve burada cansız hiçbir şeyin olmadığını bilmiyor muydun?
"Her şey günün bilgisi ve gecenin görkemi dahilinde yaşar ve parlar. Sen ve taş birsiniz. Sadece kalp atışlarınız farklı. Senin kalbin biraz daha hızlı atıyor, değil mi arkadaşım? Evet, ama çok da sakin değil.
"Ritmi başka bir ritim olabilir, eğer ruhunun derinliklerim dinleyip, boşluğun yüksekliğini ölçsen sadece bir melodi duyarsın ve o melodide taş ve yıldız birlikte şarkı söyler, biri diğeriyle tam bir uyum içindedir.
"Eğer sözlerimi anlamıyorsan, bir sonraki şafağı bekle. Eğer bu taşa kendi körlüğün yüzünden çarptığın için lanet ettiysen, başın yıldıza gökte rastladı diye ona da mı lanet edeceksin? Ama taşları ve yıldızları bir çocuğun vadi zambaklarını topladığı gibi toplayacağın gün gelecek ve o zaman anlayacaksın ki her şey canlıdır ve güzel kokar.
Haftanın ilk gününde mabedin çanları kulaklarda duyulduğunda biri dedi ki: "Efendim, burada Tanrı ile ilgili çok konuşma duyuyoruz, siz onunla ilgili ne diyeceksiniz, gerçekte kimdir Tanrı?"
Ve o onların önünde genç bir ağaç gibi rüzgâr ya da fırtınadan korkmadan durup dedi ki: "Şimdi düşünün sevgili arkadaşlarım bir kalp düşünün ki hepinizin kalplerini içinde barındıran, bir sevgi düşünün hepinizin sevgisini sarmalayan, bir ruh düşünün tüm ruhlarınızı saran, bir ses düşünün hepinizin sesini kaplayan, tüm sessizliklerinizden daha sessiz ve zamansız.
"Tüm benliğinizle algılamaya çalışın, tüm güzelliklerden daha görkemli bir güzellik, deniz ve ormanın tüm şarkılarından daha büyük bir şarkı, bir majeste, elinde, içindeki yedi yıldızın çiy tanelerinin parıltısından başka bir şey olmayan asasıyla bir tahta oturmuş, ki onun için Orion sadece bir ayak taburesi olur.
"Şimdiye kadar hep yiyecek, barınak, giysi ve gereç aradınız; şimdi ne oklarınızın hedefi olan ne de sizi doğa şartlarından koruyacak taş bir mağara olan O'nu arayın.
"Sözcüklerim size taş ya da bilmece gibi geliyorsa, yine de arayın, kalpleriniz kırılmış olabilir ya da sorgulamanız sizi insanların Tanrı dediği o en Yüce'nin sevgisi ve aklına ulaştırabilir.
Ve hepsi sessizleşti, yürekleri karmakarışık olmuştu; El Mustafa sevecenlikle duygulandı, fakat onlara şefkatle baktı ve dedi ki: "daha ziyade tanrılardan, komşularınızdan, kardeşlerinizden ve evinizdeki, tarlalarınızdaki doğa olaylarından konuşalım.
"Bulutlara zevkle yükselir ve onu yükseklik addedersiniz; uçsuz bucaksız denizi geçer ve onun uzaklık olduğunu iddia edersiniz. Ama ben size derim ki toprağa bir tohum ekseniz, daha büyük bir yüksekliğe erişirsiniz ve sabahın güzelliğinde bir komşunuza selam verseniz daha büyük bir denizi geçersiniz.
"Sık sık Tanrının, sonsuzluğun, şarkısını söylersiniz ama gerçekte şarkıyı duymazsınız. Bu acaba ötücü kuşları, rüzgârda dallarını terk eden yaprakları dinlediğiniz için olabilir mi, ama unutmayın ki bunlar yalnız dalları terk ettiklerinde şarkı söylerler.
"Sizden rica ediyorum her şeyiniz olan Tanrıdan bu kadar özgürce bahsetmeyin, onun yerine birbirinizden konuşup birbirinizi anlamaya çalışın, komşu komşuya.
"Çünkü anne kuş gökyüzüne uçarsa, yavru kuşu kim besleyecek? Ya da hangi anemon çiçeği başka bir anemon çiçeğinden gelen arı tarafından idareli kullanılmazsa tam anlamıyla açabilir?
"Sadece küçük benliklerinizde kaybolduğunuz zaman Tanrı dediğiniz gökyüzünü arıyorsunuz. Bu kendi ulu benliklerinize giden yolları bulmanız olabilir mi ya da daha az aylak olup yollan aşındırmanız olabilir mi!
"Denizcilerim ve arkadaşlarım anlayamadığımız Tanrıdan daha az söz etmek ve anlayabildiğimiz birbirimizden daha çok söz etmek akıllıca olur. Yine de bilmenizi isterim ki Bizler Tanrının soluğu ve kokusuyuz. Biz yaprakta, çiçekte ve çoğunlukla meyvedeki Tanrıyız.
Ve bir sabah havarilerden biri, çocukluğunda onunla oyun oynayan o üç taneden biri ona doğru gelip dedi ki: “Efendim, üstüm başım eskidi ve başka da yok. Beni bırakın pazara gidelim olur ya belki kendime üst baş tedarik ederim"
El Mustafa genç adama baktı ve dedi ki: " Bana giysini ver"
Adam onun dediği gibi yaptı ve öğlen vakti çıplak kaldı.
El Mustafa genç bir atın yolda koşarken çıkardığı ses gibi bir sesle dedi ki: "Sadece çıplaklar güneşte yaşar, beceriksizler rüzgârı sürer ve bin kez yolunu kaybetmiş yalnız kişinin eve dönüş yaşaması gerekir.
"Melekler akıllılardan bıktı. Daha dün bana bir melek dedi ki:
“Biz cehennemi parlayanlar için yarattık. Parlayan bir yüzeyi ateşten başka ne silebilir ya da bir şeyi özüne kadar ne eritebilir?" '
"Ve ben dedim ki: 'Ama siz cehennemi yaratırken onu yönetsin diye şeytanları yarattınız'. Melek cevap verdi: 'Hayır, cehennemi ateşe boyun eğmeyenler yönetiyor'.
"Akıllı melek! İnsanın ve yarı-insanın neler yaptığını biliyor. O, ermişlere zekiler tarafından ayartıldıklarında hizmet için gelmiş meleklerden biri. Ve şüphem yok ki ermişler güldüğünde güldü, ağladığında ağladı.
"Arkadaşlarım ve denizcilerim, sadece çıplaklar güneşte yaşar. Sadece dümensizler büyük denizde gider. Sadece geceyle karanlık olanlar, şafakla uyanır, sadece kökleri kar altında uyuyanlar bahara erişir.
"Sizler de hatta kökler gibisiniz, kökler gibi basitsiniz, ancak siz topraktan akıl almışsınız. Ve siz sessizsiniz ancak doğmamış dallarınızda dört rüzgârın korosu var.
"Siz kırılgan ve şekilsizsiniz, ancak siz dev çınarların ve söğütlerin gökyüzüne doğru başlangıçlarısınız.
"Bir kez daha söylüyorum, sizler çimenle, hareket eden göklerin arasında birer kökten başka bir şey değilsiniz. Ve ben çoğunlukla sizi ışıkla dans etmek için yükselirken gördüm ama aynı zamanda utandığınızı da gördüm. Tüm kökler utangaçtır. Yüreklerini o kadar uzun süre gizlemişlerdir ki yürekleriyle ne yapacaklarını bilmezler.
"Ama Mayıs gelecek, Mayıs huzursuz bir bakiredir ve tepelere ve ovalara annelik yapar."
Ve mabette hizmet edenlerden biri yalvararak dedi ki: "Öğretin bize, Efendim ki bizim sözlerim sizinkiler gibi insanlara şarkı ve iltifat olsun."
Ve El Mustafa dedi ki: "Sözlerinizin ötesine yükseleceksiniz, ama yolunuz aynı kalacak, bir ritim ve bir koku; âşıklar için bir ritim ve tüm sevgililer için bir ritim ve hayatlarını bahçede yaşayanlar için bir koku.
"Ama siz sözlerinizin ötesine, yıldız tozlarının düştüğü bir zirveye yükseleceksiniz ve ellerinizi dolana kadar açacaksınız; sonra beyaz yuvada bir yavru kuş gibi yatıp uyuyacaksınız ve beyaz menekşelerin baharı düşlediği gibi yarınınızı düşleyeceksiniz.
"Evet ve sözlerinizden daha derine ineceksiniz, akarsuların kaybolmuş kaynak başlarını arayacaksınız ve hatta şimdi duymadığınız derinliklerin uzak seslerinin yankılandığı gizli bir mağara olacaksınız.
"Sözlerinizden daha derine gideceksiniz, evet tüm seslerden daha derine, toprağın kalbine ve orada aynı zamanda Samanyolu'nda da yürüyen O'nunla yalnız kalacaksınız."
Ve bir aradan sonra havarilerden biri sordu: "Efendim bize olmaktan bahsedin, olmak nedir?"
Ve El Mustafa ona uzun uzun baktı ve onu sevdi. Ve ayağa kalkıp onlardan uzaklaştı ve geri dönüp dedi ki. "Bu Bahçede annemle babam yatıyor, yaşayan eller tarafından gömülmüş ve bu Bahçede geçen yılın tohumları gömülü duruyor, buraya rüzgârın kanatları tarafından getirilmiş. Binlerce kez annem ve babam buraya gömülecek, binlerce kez rüzgâr tohumları gömecek ve binlerce yıl sonra siz, ben ve bu çiçekler şimdiki gibi bu Bahçede bir araya geleceğiz ve hayatı seviyor olacağız, boşluğu düşlüyor ve güneşe doğru yükseliyor olacağız.
"Ama bugün olmak, akıllı olmaktır, ancak aptala da yabancı olmamaktır; güçlü olmaktır ama zayıfı telafi etmek değildir; küçük çocuklarla bir baba gibi değil, onların oyunlarını öğrenen arkadaş gibi oynamaktır.
"Yaşlı erkek ve kadınlara dürüst ve basit olmak, onlarla yaşlı çınar ağaçlarının gölgesinde oturmak, hâlâ ömrünüzün Baharında olsanız da;
"Yedi nehir ötede olsa da bir şairi aramak ve onun varlığında huzur duymak, bir şey istemeden, bir şeyden kuşku duymadan ve dudaklarınızda bir som olmadan;
"Babalan Bağışlayan Kralımız olan azizle günahkârın ikiz kardeş olduğunu bilmek, birinin diğerinden bir dakika önce doğduğunu bilmek, bu yüzden onu Taçlı Prens olarak saymak.
"Sizi uçurumun kenarına götürse de Güzelliği takip etmek; o kanatlı siz kanatsız olsanız da o uçurumun kenarının ötesine gitse de onu takip edin çünkü Güzelliğin olmadığı yerde hiçbir şey yoktur;
"Bahçesiz bir duvar olmaktır, bekçisiz bir bağ ve yoldan geçenlere sonsuza dek açık olan bir hazine evi olmaktır;
"Soyulmak, aldatılmak, kandırılmak, evet yanlış yönlendirilmek, tuzağa düşürülmek, alay konusu olmak ve tine de büyük benliğinizin yüksekliğinden aşağı bakıp gülümsemek, bahçenize yapraklarınızla dans etmeye ilkbaharın geleceğini bilmek ve üzümlerinizi olgunlaştıracak sonbaharın geleceğini bilmek; pencerelerinizden biri Doğuya açıksa, hiç boş olmayacağınızı bilmek; bütün o yanlış yapanların, hırsızların, hilebazların ihtiyaç sahibi kardeşleriniz olduğunu bilmek; bu şehrin üzerindeki Görünmez Şehrin kutlu yaşayanlarının gözünde olur ya sizin de bunların hepsi olduğunuzu bilmek.
"Ve şimdi elleriyle günlerimizin ve gecelerimizin rahatı için gerekenleri bulup, şekillendiren sizlere..
"Olmak gören parmaklarla dokumacı olmaktır, ışığı ve yeri önemseyen bir inşaatçı olmaktır; bir çiftçi olmak ve ektiğiniz her tohumla bir hazine sakladığınızı hissetmektir; bir balıkçı ve avcı olup balık ve avınız için üzüntü duymaktır, ancak insanlığın açlığı ve ihtiyacı için daha çok üzülmektir.
"Her şeyin üzerinde şunu derim: hepinizi ve tüm eşleri her insanın amacına hizmet için isterim çünkü ancak böyle kendi güzel amacınıza ulaşırsınız.
"Arkadaşlarım ve sevdiklerim, cesur olun ve ezilmeyin; engin olun, hapsolmayın ve benim ve sizin son saatinize kadar yüce benliğiniz olun."
Ve konuşmayı kesti, dokuz kişinin üzerine hüzün çöktü kalpleri ondan uzaklaştı çünkü sözlerini anlamamışlardı.
Ve üç denizci denize açılmak için istek duydu, mabette hizmet edenler tapınağın tesellisi için özlem duydu ve onun oyun arkadaşları pazara gitmek istedi. Hepsi onun sözlerine kulaklarını tıkamışlardı ki onların sesi onun üzerine yorgun ve evsiz kuşların sığınak arayışı gibi geri döndü.
Ve El Mustafa Bahçede onlardan uzaklaştı, ne bir şey söyledi ne de onlara baktı.
Ve onlar aralarında gitmeye duydukları arzu için akıl yürütüp özür dilemenin yolunu aradılar.
Ve döndüler, herkes kendi yerine gitti ki seçilmiş ve sevgili El Mustafa yalnız kaldı.
Gecenin karanlığı bastığında o adımlarını annesinin mezarına doğru attı ve mezarın üzerine doğru büyüyen sedir ağacının altına oturdu. Ve gökyüzüne büyük bir ışığın gölgesi düştü ve Bahçe toprağın göğsünde bir mücevher gibi parladı.
Ve El Mustafa ruhunun yalnızlığında haykırdı:
"Ruhum kendi olgun meyveleriyle ağır yüklü. Gelip onlardan alıp mutlu olacak kim var orada? Oruç tutmuş, kalbi içten ve cömert, orucunu gelip benim güneşe ilk mahsullerimle açacak ve benim kendi bereketimin yükünü hafifletecek kimse yok mu?
"Ruhum asırların şarabıyla taşıyor. Gelip içecek susamış biri yok mu?
"Bakın, biri vardı, kavşakta dikilen, ellerini öne doğru gelip geçenlere uzatmış ve elleri mücevherlerle dolu. Ve gelen geçene seslendi: 'Bana merhamet gösterin ve benden alın. Tanrı adına, ellerimden alın ve beni teselli edin.'
"Ama gelen geçen ona baktı ve onun ellerinden hiçbir şey almadı.
"Hediyelerle dolu bir eli uzatıp bir şey alacak kimseyi bulamamaktansa, elini almak için uzatan bir dilenci olmayı tercih ederdi-evet soğuktan titreyen bir el ve göğsüne götürdüğünde boş bir el.
"Bakın bir de merhametli prens vardı, ipek çadırlarını dağlarla çöl arasına kuran ve hizmetkârlarına ateş yakmalarını söyleyen, yabancılara ve gezginlere işaret olsun diye; esirlerini yolu gözlemeye gönderen belki bir misafir alır getirirler diye. Ama çölün yolları ve patikaları yol vermezdi ve onlar kimseleri bulamadılar.
"O prens hiçbir yere ve zamana ait olmayan yiyecek ve barınak arayan bir adam olmayı yeğlerdi. Gereçleri dışında ve toprak kabı dışında hiçbir şeyi olmayan bir gezgin olmayı yeğlerdi. Çünkü o zaman gece olduğunda kendisi gibi kişilerle karşılaşırdı, hiçbir yer ve zamana ait olmayan şairlerle karşılaşırdı ve sefilliklerini, anılarını ve hayallerini paylaşırlardı.
"Ve bakın büyük kralın kızı uykusundan uyandı, ipek giysilerini giydi, İncilerini ve yakutlarını taktı, saçına misk serpti, ellerini ambere batırdı. Sonra kulesinden aşağıya, gecenin şebneminin onun altın sandaletleriyle buluştuğu bahçesine indi.
"Gecenin sessizliğinde bir çiftçinin kızı, bir tarlada koyunlarını gözetleyen ve akşam vakti kıvrılan yolların tozları ayaklarında ve bağların kokuları elbiselerinin kıvrımlarında babasının evine dönüyordu.
Gece olduğunda ve gece meleği dünyanın üzerine indiğinde adımlarını gizlice nehir vadisine, sevgilisinin beklediği yere çevirirdi.
"Manastırda kalbi tütsüyle yanan bir rahibe mi olsaydı, kalbi rüzgâra yükselip ruhunu yoran, bir mum mu olsaydı, daha büyük ışığa doğru yükselen bir ışık için, tapınan, seven
ve sevilen herkesle birlikte.
"Yaşlanmış bir kadın mı olsaydı, güneşte oturup, gençliğini paylaşanları hatırlayan."
Gece derine ilerledi, El Mustafa geceyle karardı ve ruhu bir bulut gibi hafifti. Ve yine haykırdı:
"Kendi olgun meyveleriyle ağır yüklü ruhum;
Kendi meyveleriyle ağır yüklü ruhum.
Kim gelip, yiyip mutlu olacak?
Ruhum kendi şarabıyla taşıyor.
Kim döküp, içecek ve çöl sıcağında serinleyecek?
"Çiçeksiz ve meyvesiz bir ağaç mı olsaydım,
Çünkü bolluk bereketin acısı çoraklığın acısından daha kötüdür.
Kimsenin ondan bir şey almadığı zenginin üzüntüsü
Kimsenin bir şey vermediği dilencinin üzüntüsünden daha büyüktür.
"Kurumuş, kavrulmuş bir kuyu mu olsaydım, insanların içime taş attığı.
Buna dayanması insanların yanından geçip içmediği akan suyun kaynağı olmaktan daha iyi ve kolay olurdu.
"Ayaklar altında çiğnenen saz mı olaydım,
Bu gümüş telli bir lir olmaktan daha mı iyi olurdu bu Sahibinin parmaklarının olmadığı Çocuklarının da sağır olduğu bir evde."
Yedi gün ve yedi gece geçmişti ve hiç kimse Bahçenin yakınına uğramamıştı. O acıları ve anılarıyla baş başaydı; hatta onun sözlerini sevgi ve sabırla dinleyenler bile diğer günleri kovalamak üzere dönüp gitmişlerdi.
Yalnız Kerime geldi, sessizlik yüzünde bir perde gibiydi; elinde tabak ve bardak, onun yalnızlığı ve açlığı için içecek ve et vardı. Elindekileri onun önüne koydu ve yürüyüp gitti.
Ve El Mustafa kapının iç tarafındaki akkavakların yanına geldi ve yola bakarak oturdu. Ve bir süre sonra yolun üzerinde bir toz bulutunun kendisine doğru geldiğini fark etti. Ve o bulutun içinden dokuz havari ve önlerinde onlara mihmandarlık eden Kerime çıktı.
Ve El Mustafa ilerledi, onları yolda karşıladı, onlar içeriye girdiler, hepsi sanki bir saat önce gitmiş gibi iyiydiler.
Onun sade sofrasında onunla birlikte yemek yediler, sonra Kerime sofraya ekmek ve balık koydu ve şarabın sonunu onların bardaklarına doldurdu. Ve şarabı koyarken efendisine yalvardı: "Bırakın beni şehre gidip şarap alıyım ve içkilerinizi tazeleyeyim bu bitti çünkü"
Ve o Kerime'ye baktı, gözlerinde yolculuk ve uzak diyarlar vardı ve dedi ki: "Hayır, bu saatte bu yeterli"
Ve yediler, içtiler, mutlu oldular. Bitirdiklerinde, El Mustafa büyük, derin ve ayın altındaki med cezir gibi dolu bir sesle konuştu ve dedi ki: "Arkadaşlarım ve yoldaşlarım, bugün ayrılmalıyız. Uzun zamandır en dik dağları tırmandık ve fırtınalarla boğuştuk. Açlığı tattık, düğün sofralarında oturduk. Çoğunlukla çıplaktık ama kral giysileri de giydik. Gerçekten çok uzun yollar gittik ama şimdi ayrılıyoruz. Siz birlikte yolunuza gitmelisiniz, ben de tek başıma kendi yoluma.
"Denizler ve geniş topraklar bizi atarsa da Kutsal Dağ'a olan yolculuğumuzda hâlâ arkadaş olacağız.
"Ancak kendi yollarımıza gitmeden önce size yüreğimin başaklarını vereceğim:
"Kendi yolunuza şarkı söyleyerek gidin, ama her şarkı kısa olsun çünkü dudaklarınızda erken sona eren şarkılar, yüreklerde yaşar.
"Güzel bir gerçeği az sözcükle ifade edin, ama kötü bir gerçeği asla telaffuz etmeyin. Güneşte saçları parlayan genç kıza sabahın kızı olduğunu söyleyin. Ama eğer bir görmeyken ile karşılaşırsanız ona geceyle aynı olduğunu söylemeyin.
"Flüt çalan birini sanki Nisan ayanı dinler gibi dinleyin, ama eleştiren birini ya da hata arayan birini konuşurken duyarsanız, kemikleriniz kadar sağır olun ve hayalleriniz kadar uzak olun.
"Sevgili arkadaşlarım, yolunuza çizmeli adamlar çıkabilir; kanatlarınızı onlara verin. Ve boynuzlu adamlar; onlara defne çelenkleri verin. Ve pençeli adamlar; onlara tırnak olsun diye çiçek yaprakları verin. Ve sivri dilli adamlar; onlara baldan sözler verin.
"Evet, bunlarla ve daha fazlasıyla karşılaşabilirsiniz; koltuk değnekleri satan sakatlarla karşılaşabilirsiniz ve ayna satan göremeyenlerle. Ve Tapınağın kapısında dilenen zengin adamlarla.
"Sakatlara çevikliğinizi, göremeyenlere görüşünüzü ve zengin dilencilere de kendinizden verin. Onlar en çok ihtiyacı olanlardır çünkü mal varlıkları olsa da elini sadaka için ancak gerçekten fakir olanlar uzatır.
Arkadaşlarım ve dostlarım, sizleri sevgimizle çölde birbirini kesen aslanların ve tavşanların, kurtlarla kuzuların yürüdüğü sayısız yolla görevlendiriyorum.
"Ve benden şunu hatırlayın: Size vermeyi değil almayı öğretiyorum; feragati değil, başarmayı öğretiyorum; baş eğmeyi değil, dudaklarınızda bile gülümseme ile anlamayı öğretiyorum.
"Size sessizliği değil, yüksek sesli olmayan bir ezgiyi öğretiyorum.
"Size içinde tüm insanları barındıran üstün benliğinizi öğretiyorum."
Ve sofradan kalkıp doğruca Bahçe'ye gitti ve gün solarken sedir ağaçlarının gölgesinde yürüdü. Ve onlar onu biraz geriden izlediler çünkü yürekleri ağırlaşmıştı, dilleri ağızlarının tavanına yapışmıştı.
Sadece Kerime elindekileri bıraktıktan sonra ona doğru yaklaştı ve dedi ki: "Efendim, bırakın size yarın için ve yol için yiyecek hazırlayayım"
Ve o ona bundan başka dünyaları da görmüş gözlerle baktı ve dedi ki: "Sevgili kardeşim, yemek hazır, zamanın başlangıcından beri hazır. Yiyecek ve içecek hazır, yarın için, dün için, bugün için.
"Gidiyorum ama eğer henüz söylenmemiş bir gerçekle gidersem, o gerçek beni arar ve bulur yeniden ve benim unsurlarım sonsuzluğun sessizliklerine dağılmış olsa da, yine sizin önünüze gelip, kalbimde o sınırsız sessizliklerden yeni doğmuş bir sesle size yeniden konuşurum.
"Ve eğer bir güzellikten size söz etmediysem, tekrar hem de kendi ismim olan El Mustafa diye çağrılırım ve size bir işaret veririm ki siz eksik kalanları konuşmak için geldiğimi anlarsınız; çünkü Tanrı insanlıktan saklanmaktan acı duyar, insanlığın kalbinin ekseninde sözlerinin örtük olmasından acı çeker.
"Ölümün ötesinde yaşayıp, kulaklarınıza şarkı söyleyeceğim Büyük deniz dalgaları beni denizin derinlerine geri getirdiğinde bile.
Sofranızda bedenim olmadan oturacağım
Ve sizinle görünmez bir ruh olarak tarlalarınıza geleceğim.
Ateşinizin kenarına görünmez bir misafir olarak geleceğim.
Ölüm sadece yüzümüzü kaplayan maskeleri değiştirir.
Oduncu yine oduncudur
Çiftçi, çiftçidir,
Rüzgâra şarkı söyleyen hareket eden gökkubbeye de söyleyecektir."
Ve havariler taş gibi hareketsizdi ve onun dediği yüzünden kalpleri mahzundu: "Gidiyorum".
Ama kimse onu durdurmaya çalışmadı ya da arkasından gitmedi.
Ve El Mustafa annesinin Bahçesinden çıktı, adımları çabuk ve sessizdi ve bir dakika içinde şiddetli rüzgârda savrulmuş bir yaprak gibi onlardan uzaklaştı ve onlar soluk bir ışığın göğe yükseldiğini gördüler.
Ve dokuz havari yoldan aşağıya yürüdüler. Ancak kadın yaklaşmakta olan gecenin içinde durdu ve gündüz ile alacakaranlığın birlikteliğini izledi ve yalnızlığını ve terk edilmişliğini onun sözleri ile avuttu: "Gidiyorum ama söylenmemiş bir gerçekle gidiyorum, o gerçek beni arayıp bulacak ve ben yeniden geleceğim."
Ve gece olmuştu.
O tepelere erişmişti. Adımları onu sisin içine götürmüştü, her şeyden gizli kayalıkların ve sedir ağaçlarının arasında duruyordu, konuştu ve dedi ki: "Sis, kız kardeşim, küflenmemiş beyaz soluk,
Sana döndüm, beyaz ve sessiz bir soluk Söylenmemiş bir söz.
"Sis, benim kanatlı kız kardeşim sis, şimdi beraberiz seninle,
Ve hayatın, senin üzerine çiy taneleri serpeceği
Bana bir kadının göğsündeki bebeği vereceği ikinci gününe dek seninle beraber olacağız. Ve hatırlayacağız.
"Sis, kız kardeşim, geri geldim, derinliklerini dinleyen bir kalp, Senin kalbin gibi,
Senin arzun gibi zonklayan ve amaçsız bir arzu Seninki gibi toplanmamış bir düşünce.
"Sis, kız kardeşim, annemin ilk çocuğu
Ellerimde hâlâ bana saçmamı söylediğin yeşil tohumlar,
Dudaklarım söylememi istediğin şarkıyla mühürlenmiş;
Sana meyve ya da yankı getirmedim.
Ellerim kör, dudaklarım kısır.
"Sis, kız kardeşim, dünyayı çok sevdim, o da beni çok sevdi, Tüm gülümsemelerim onun dudaklarındaydı, onun tüm gözyaşları da benim gözlerimdeydi.
Ama yine de bir sessizlik uçurumu vardı onun azaltamadığı.
Ve benim üstünden adayamadığım.
"Sis, kız kardeşim, benim ölümsüz kız kardeşim,
Eski şarkıları çocuklarıma söyledim,
Ve dinlediler, yüzlerinde bir şaşkınlıkla,
Ama belki de yarın şarkıyı unutacaklar,
Ve rüzgâr bilmem şarkıyı kime götürecek.
Benim olmadığı halde yine de kalbime geldi
Ve bir süre dudaklarımda kaldı.
"Sis, kız kardeşim, bunlar gelip geçse de,
Huzurluyum.
Çoktan doğmuş olanlara şarkı söylemek yeterliydi
Şarkı benim olmasa da,
Kalbimin en derin arzusuydu.
"Sis, kız kardeşim, kız kardeşim Sis,
Şimdi seninle birim.
Artık bir benlik değilim.
Duvarlar yıkıldı,
Ve zincirler kırıldı;
Sana yükseliyorum, sis,
Ve birlikte hayatın ikinci gününe dek denizin üzerinde asılı duracağız
Şafak üzerine bir bahçede çiy taneleri düşürünce Ve bana bir kadının göğsünde bir bebek verince"
💙Halil Cibran💙
*
💙🦋Aşhaş tarlaları arasından geçeceksin,
Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak
Yeni bir afyon bulacaksın kendine.
İşte o zaman beni unutma.
*
Şairini, onun şiir yazan ellerini,
İçine dizilen sıragölleri,
Kendi kendine konuştuğun seni,
Her şeyi, hiçbir şeyi unutma.
*
Zakkumların arasından bir şehre gireceksin,
Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek
Bir dinamit yapacaksın kendine.
Korkma, ateşle onu.
Öldürecek nice balıklar vardır sularında,
Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
İşte o zaman unutma beni.
*
Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
Kıyılarda bile boğulan seni,
Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini,
Çeliğinden kemik oyan gövdeni.
*
İçinde bir kaçakçı yaşar senin,
Kayıkla dolaşır göllerinde,
Beynine tabanca ve şiir satar,
O kaçakçının bakışını sakın unutma.
*
Nereden geliyorsun?
Sessizliğin başkentinden geliyorum;
Durgun göller ülkesinden,
Pınarın büyüsünden,
Hışırtısından geliyorum yaylanın,
Bir dağın bir ağaca söylediği şarkıdan,
Ovadaki tek çiçekten.
*
Bir yayın yelesinden geliyorum
Yeraltında koşuşan kökler arasından
Açılmamış bir kitaptan geliyorum
Yalın bir şiirin güzelliğinden
Güzellikten geliyorum, güzelliklerden
Yürekteki kuş tüyünden, balkondan
Camın buğusundan
Çarşafın ütüsünden
Tabağın beyazından.
*
Bir ihtiyarın gülümseyişinden geliyorum
Bir annenin dalgınlığından
Kedilerin gözlerinde okunan
Tarihinden geliyorum kuyumculuğun
Karın arkasındaki maviliğe
Gökyüzüne boydan boya kazınmış
Bir mühürden geliyorum.
Uzak bir yıldızdan geliyorum
Geceleri geliyorum, sabahları
Gündüzün ortasında, ikindinin içinde
Savrularak geliyorum, fırtınayla
Elinden tutup bir kasırganın, onu da getiriyorum.
*
Ölümdü adı onu ilk gördüğümde
Sonraları da hiç değişmedi;
Kalesinden gösterdiler bir şehrin onu,
Onu gördüm ve ormanı gördüm uzakta,
Ne yapsam değişmiyecekti adı.
*
Bir kılıç verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdular bana;
Bir kazma verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdum onlara;
Akşamları çiçeklerle uğraştım biraz,
Yaşlanır, çiçek olurdu bazı komşularım,
Akşamları yemek yerdim bazılarıyla;
Biz toplandıkça büyürdü ölüm, adı ölümdü.
*
Şehir büyüdükçe azar, çıkardı çarşılara.
Adı ölümdü çünkü onu yarattığımız zaman,
Her akşam kanardı dudaklarındaki kuş
Ölümdü adı, ona her gece taşındığımda
Alışkın olduğum bir darağacından,
Gülerken boğazının karanlık boşluğuna
*
Ölümdü, sokaklarında dolaşırdı şehrin,
Saat kulesini getirmişti uykularıma.
O kadar ölümdü ki, o kadar da çalışkan,
Kimseler kurtaramazdı beni ölümden başka,
Soğuk otların altından🦋Ülkü Tamer💙
1 note · View note
afterlifeglc · 4 years
Photo
Tumblr media
💫 Those who wait are not followed. 💫 Beklemeyin herkes birbirine destek olsun. 🙈 Follow me. / Follow each other. 🙈 Beni takip edin. / Birbirinizi takip edin. 👥 Like Pictures quickly. / Everyone likes the posts 👥 Resimleri hızlıca Beğenin. / Birbirinizi Beğenin. 💬 Comment on Pictures / Comment to Each Other. 💬 Resimlere Yorum atın / Birbirinize Yorum yapın. ☑️ Save Posts / Save your posts. ☑️ Göderileri Kaydedin / Birbirinizin Gönderilerini kaydedin. 🌹 Let everyone follow each other. / Approve Incoming Requests. 🌹 Herkes birbirini takip etsin. / Gelen Talepleri Onaylayın. ❤🎀Girls🐾Luxury💎♦️Cars💲 ❤🎀Girls🐾Luxury💎♦️Cars💲 Please feel free to state your thoughts. You can press the like button for pictures you like. I would be very happy if you follow. 💜 Lütfen düşüncelerinizi ifade etmekten çekinmeyin. Beğendiğiniz resimler için beğen düğmesine basabilirsiniz. Takip ederseniz çok mutlu olurum. . . . . . . . .xxxx . .xx #autolike #geritakipvar #takipedenitakipederim #gtyapılırpp #takipet #takipçikazan #sigodevolta #gainwithhamsohood #chuvadelikes #gainwithkenyanoxygen #gainpost #rtb #gainwithmchina #gaintrick #sdv #geritakipyapiyorum #aztagram #gainparty #aktiftakipci #gainwiththeepluto #aktivlər #aktiv #gainwithlarrymemes #seguidores #chuvadeseguidores #chuvadelikes30k #chuvadeseguidores200k #gains #mizah #sdv❤️ https://www.instagram.com/p/CE3A8slHBP5/?igshid=1c0dw5ey1s589
8 notes · View notes
Text
Chat Odalarında Aşkı Bulmak
Oradaki herkes aşkı bulmak istiyor. Muhtemelen bir kişiyle tanıştığınız geleneksel yolları denerdiniz, o zaman kesinlikle birbirinizi tanıyacak ve geceden çıkarken sayıları değiştireceksiniz. Hatta bazıları prenslerini büyüleyici bulmadan önce birkaç kurbağadan geçerler. Diğer insanlar, kör tarihlerden oluşan kitleler arasında hareket etmelerini sağlayan bir insanı bulmak için çok zor bulurlar. Bu, bölgede çeşitli bekar arkadaşlara sahip insanlar için kesin olabilir. İlişki sahnesinin içinde uzun süredir bulunduysanız, yaş grubunuzdaki her bedenle çıkmış olabilirsiniz.
 Online mahkeme burada devreye giriyor. Birçok insan şimdi uygun olanı karşılamak için on-line arkadaşlık sitelerine kayıt oluyor. Cinsiyet, yaş, çevre ve inançlar gibi olanaklarınızı zorlanmadan yükleyebilirsiniz ve web chat sayfası sizin için olası eşleşmeleri seçecektir. Daha sonra profillerini görebilir ve ne tür bireyler olduklarını görebilirsiniz.
 Çevrimiçi Arkadaş Profili
Çoğu insan profillerine nasıl başlanacağına dair hiçbir fikre sahip değildir. Genellikle profillerinde, maksimum bekarların profillerini görüntüledikten sonra iki kez kabul edemeyebileceğini karıştırırlar. Profiliniz çok hayati çünkü insanlar kim olduğunuzu görüp görüyorlar. İlk izlenimler aslında nihai ve bunlar profilinizin nasıl göründüğüne ilişkin sizi açıkça yargılayacak.
 Profilinizi oluştururken, tercih ettiğiniz kitap, son gece oyunu veya farklı alakasız şeyler gibi gereksiz şeyler hakkında konuşmamalısınız. Yeni biriyle tanıştığınızı hayal edin. İletişim kurduğunuz standart konular nelerdir? Peşinde ve ilgi alanlarınız neler? Kendinizi nesnel olarak tanımlamalısınız ve çoğu insanın dürüst, akıllı, anlayış vb.
 Takip ve inançlarınızı ifade eden bir web kurucu profili yazın. Ayrıca yaşam tarzınıza ihtiyacınız olan yetenek ilişkisini yaklaşık birkaç kelimeyle yükleyin. Kültür ve eğitim geçmişiniz hakkında iletişim kurabilirsiniz. Var olan hayallerinizden ve kendinize sahip olmayı hayal ettiğinizden bahsedin. Heyecanlı ve gülüşlü bir yazı tonu yazarak profilinizle ilgilenen insanları tutun. Yaklaşık saçma sapan şeyler söylemeye devam etmeyin ve açık ve öz tutun.
 Kendinizi oraya koymaya devam etmek neredeyse zor. Aslında çevrimiçi sitelerde yaşam tarzlarınızın sevgisini keşfedebileceğiniz garantisi yoktur. İyi yaşamak ve doğru bireyin sizin için mevcut olmasını umarak korumak istiyorsunuz.
0 notes
yolaciktv · 7 years
Photo
Tumblr media
🙋 Doğa Seni Çagırıyor 🙋 Günaydınlar 🙋 Doğa ve Kamp Hayatı güzel dünyamızın en güzel eşşiz manzarası, anlatılmaz yaşanır sözleri doğaya girişte başlat aslında, yaşanan en güzel anları bize hatırlatan geride bıraktığımız anılarda kalan hatıralar ve fotoğraflar. Fotoğrafların dili yokmu oysa; aslında herşey tam burda başlamakta, Bu fotoğrafa her baktığımda Saik Faik Abasıyanık'ın şu cümleleri geliyor aklıma; "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak herşey." bilmeyen yoktur bu cümleyi hatta; Zülfü Livaneli'nin Söz ve Müzik'i kendi seslendirdiği şiirde kullanılmış olup şöyle der; "Bir kıyıdan baktım dünyaya Elimde tuz, avucumda sedef Bir mavilik, Bir açıklık Özgürlük hasreti Yüregime vuruyor Nerede, nerede insanlar? Dünyayı güzellik kurtaracak Bir insanı sevmekle başlayacak her şey" der Şehrin renkli dünyasından çok uzaklarda olmaktır doğada yaşam, sısacık insanların aynı duyguyu özlemleyenlerin ortak noktasıdır doğada yaşamak. Önceki kamplarda yaşanmış anların tanıdık yüzlerini görünce en büyük sevinçtir. Doğada aynı havayı solumak yaşanan boyutsuz özlürlüğü beraber paylaşmaktır. Sabahın ilk işiklarından, cam kokularından, akşamın şafagına kadar beraber yaşamaktır doğayı ve kamp hayatını anlatılmaz yaşanır demek tam da burda geçerlidir oysa doğayı sevin birbirinizi kucaklayın. Ve o hamakta yerinizi almak için koşun çoçuklar Doğa bizi çagırıyor. Yeniden essiz anlar Ve heyecanlar yaşayabilme adına Yol, Açık, Yola çik 👍 ✌ 📍Arkadaşlarınızı Etiketleyebilirsiniz 👉 Bizi Takip Edin @yolaciktv Yazı 👉 @yolaciktv 📷 @ pixelpixelworld 🌌⛺ (Şahinler, Kızılcahamam)
1 note · View note
sosyaldoku · 7 years
Photo
Tumblr media
📌 YENİ MEKTUP 📌 "Mü’mine bacım! Asırlardır bu merhume ümmet, sizden bir Âsiye çıkmasını bekliyor"
-
SORU:
Selamünaleyküm saygıdeğer Hocam. Rabbime şükürler olsunki siz ve sizin gibi saygıdeğer hocalarımız bizleri aydınlatıyorsunuz.Hocam benim 3 evladım var. Almanya’da yaşıyoruz. Çocuklarımı elimden geldiğince İslam’a hayırlı evlatlar olarak yetiştirmeye çalışıyorum. Ama yanlışa düşmelerinden çok korkuyorum. Çok dua ediyor ve yalvarıyorum. Hocam 12 yasındaki kızıma namaz farz oldu ve namazlarını kılıyor elhamdülillah ama arada tartışmalarımız oluyor. Namaz vakti geldiğinde uyarıyorum. Fazla tekrarlayınca ortam geriliyor. Ne yapmam lazım? Son dakikaya bırakmasını istemiyorum. Yanlış mı yapıyorum? Okula giderken oruçlarını da tutuyor ama çevremden bana vicdansız anne diyorlar.Çok korkuyorum Hocam evlatlarıma iyi bir anne olamamaktan. Onları koruyamamaktan, hesap günü evlatlarımın ‘bana bunu niye söylemedin’ demesinden, onların yanlışa düşmesinden.. Oğlum 10 yaşında. Harama bulaşmasından korkuyorum. Çevremde Alman Rus sevgilisi olan çocukları gördükçe ağlıyorum. Sürekli çocuğumu koruyamamaktan korkuyorum. Bana nasihatte bulunun hocam. Nelere dikkat etmem lazım? Eşim ve ben sohbetlerinizi sürekli takip ediyoruz. Evimizi ‘sünnet evi’ yapmaya çalışıyoruz. Derdimiz Dünya değil hesap günü… Allah sizden razı olsun. Allah a emanet olun.
*
CEVAP:S
elamünaleyküm.Mü’mine bacım, Siz Almanya’dan seslendiniz bana, ben ise sizi karşımda gördüm. Ümmetimin yüreği yanık kadınlarından birini, dini ile dertlenmiş ciğerlerinden birini gördüm gözlerimin önünde. Sizi kendim zannettim. Sizi, Kâ’be’nin örtüsüne yapışıp ‘Ey Rabbim..!’ diye ağlayan kadınlardan biri zannettim. Sizi, yavrusuna su bulmak için çırpınırken ana yüreği ile kanatlanmış Hacer zannettim.Size dualar ettim. Size ve hasretinize umut bağladım. Ah sizin dualarınız kabul olsa da biz de rahmete ersek diye mırıldandım. Rabbim sizi umduğunuza erdirsin. Âlim çocukların annesi olasınız. Şehit yavrusunun şefaati ile dirilmek nasip olsun sana. Saliha kadın olup salih evlatlar yetiştirmenin yücelten ululuğunu göresiniz. Sizi tebrik ederim. Eşinizi hasseten tebrik ederim. ‘Sünnet Evi’ yapmaya çalıştığınız eviniz size kutlu olsun. Sabırla dimdik tuttuğunuz kaleniz gibi baki kalsın eviniz. Yeğenlerimi de gözlerinden öperim. Onlara, yavrularım için yaptığım dualarımdan dua ederim.Allah yardımcınız olsun, sizi bu dertle yaşatıp bu dertle ruhunuzu kabzetsin. Bu dert bile sizin için sevap kaynağı olacaktır. Bunu sakın unutmayın. Cihattasınız, Bedir’desizin, Uhut’tasınız kabul edin. Öyle kalın öyle yaşayın. Size satır başı diyebileceğim küçük tavsiyelerde bulunayım ama bunlar günü birlik kalmasın sakın, ilke edinin bunları: – Çocuklarınıza karşı bu endişeyi taşıyın ama vesveseye kaydırmayın işi. Eşinizle birbirinizi dengeleyin sürekli olarak. Bir o ileri gitsin bir siz gidin derken hayat sizi yıpratmadan sürsün. – Çocuklarınızın ibadet ehli olmasına ısrar edin ama yirmili yaşlarına kadar onların kaytarma denebilecek eksiklerini görmez gibi olun ara sıra. Onlara, yaşını başını almış adam rolü biçerseniz sizden kopabilirler. Zaman zaman bir gözlü gibi, bir kulaklı gibi olun. Her şeyi en iyi şekliyle isterseniz erken bitebilir piliniz. – Çocuklara yapabileceğiniz en iyi destek, onlara namazlı ve Kur’an’lı arkadaş bulabilmektir. – Hep tenkit eden, hep eksik bulan, hep azarlayan biri sakın olmayın. Dünya gibi olun. Kışı fırtınalı baharı çiçekli olun. – Çocukların ara sıra eğlenme ve gezip tozma ihtiyaçları vardır ve bu tabiidir. Bunu siz becerip karşılayamazsanız, onlar bunu razı olmayacağınız yöntemlerle bulurlar. Aman dikkat edin. – Çocuk yetiştirmek bütün zamanlarda cihattı. Bu zamanda en büyük cihat durumuna gelmiştir. İşin önemini kavrayın. Bu uğurda yapayalnız kalabileceğinizi bilin, buna hazır olun. – Duada kalsın elleriniz. Hiç indirmeyin ellerinizi. Allah’tan yardımını isteyin. Sabır dileyin, sebat dileyin. – Enerjinizi zamana yayın. Yüzlerce yıl çalışacak bir umut ve enerji ile yol alabilirsiniz. Melekleri yanı başınızda görmenin yolu budur. – Bilhassa gece namazına kalkıp dua edin; yavrularınıza, eşinize, kendinize ve bize dualar edin. Gayet iyi bilin ki siz veya Almanya gurbetindeki bir başka mü’min kadının gözyaşları, toprağımıza rahmet yağma sebebi olacak. Hele siz annesiniz, dua makinesi gibisiniz siz. Siz çekirdeksiniz. Asırlardır bu merhume ümmet sizden bir Âsiye çıkmasını bekliyor. Sizinle dirileceğimiz günü hasretle bekliyoruz. Dua edin bacım. Elleriniz karıncalanıncaya kadar dua edin. Namazlarınızdan sonra ve namazlarınızdan önce hep dua edin. Siz görmeseniz de size âminler diyen meleklerle doludur bu gökler. Kadınlar-analar; mobilyalara, gelinliklere, komşu lakırdılarına, ev temizliği putuna, ne derler heykellerine takılıp kaldıkları için gecikti göklerin yardımı. Açın ufkumuzu bacım açın. Açın ellerinizi de insin şu bulutlar göklerden. Hasretimiz bitsin. Gelsin hafız yavrularımız, Kur’an bülbüllerimiz. İslam’a âşık, yoluna sevdalı çocuklarla diriltin bu ümmeti.Açın ufkumuzu bacım açın Allah için.Selamünaleyküm. Nureddin YILDIZ Kaynak:📝» https://www.fetvameclisi.com/fetva-mumine-bacim-asirlardir-bu-merhume-ummet-sizden-bir-asiye-cikmasini-bekliyor-83635.html
5 notes · View notes
mustafaokutan · 5 years
Photo
Tumblr media
Kahin Vanga veya sonradan bilinen ismiyle "Baba Vanga" daha küçük yaşlarda kör taklidi yapan küçük Bulgar kız, 11 yaşında çıkan fırtınada toprak altında kalınca gözlerini tamamen kaybeder. 31 Ocak 1911 de Makedonya sınırları içerisinde kalan "Strumitsa" kasabasında beklenenden iki ay evvel doğduğunda "iyi haber getiren" anlamına gelen Vangelia adı konur. Çok genç yaşlarında daha gelecekle ilgili bilgiler veren kahini devlet bu yeteneğinden dolayı onu belediye hizmetine alır.... 2097 yılında kimse yaşlanmayacak, 3797 yılında dünyada canlı hayat tükenecek başka gezegene göç edilecek, 4599 da insanlar ölümsüz olacak ve 5079 da da dünyanın sonu gelecek gibi öngörüleri olan kahinin ölüm üzerine olan görüleri de dikkat çekici, yazmıyorum çünkü yazmakla bitmez belki okursunuz, ama şu kadarını yazayım "Ruhların nereye gittiğini bilseydiniz, bir gün fazla yaşamak istemeyecektiniz..." der kendisi.... Suriye'nin işgali, Yogoslavya'nın parçalanması, Obama'nın seçilmesi, 11 Eylül saldırısı, Hitler'in yenilmesi, Gandhi suikastini... bilen kahinin son sözleri "Ve de birbirinizden nefret etmeyin, birbirinizi sevin" olmuştur. Hitler'in ve KGB'nin peşinde koştuğu Vangelia Pandeva Gushterova 11 Ağustos 1996 da seksen beş yaşında kanserden ölmüştür. Bu kitabı okuma listenize ekleyin derim.. #kahinvanga #babavanga ⚽️Okumak beyin sporudur 🏀 ⚾️Bu karenin ve yorumun sahibi @yaseminbalci teşekkürler 🏐sağlıklı beyinler için takip etmelisiniz. 🏈Konu etiketimizi #kitapokufotografcek takip edin ve kullanın . 🏉İsminiz en başta yayınlansın. 🎾Fotoğraf ve hikayenizde bizi paylaş bizde kitaplarınızı paylaşalım. 🏸Facebook gebzevecevresifotograflari 🏓Tumblr ,🏒 Twitter ve 🏑Google + da biz varız🏏🎳 #fotografcekkitapoku#kitap#kitapkurdu#yazar#edebiyat#kitaplar#kitapkokusu#okumahalleri#kitapaşkı#kitaptavsiyesi#kitapsevgisi#kitaplik#kitaplariyivar#kitapsever#kitapyurdu#okuyorum#kitapoku#instakitap#okudumbitti#kitapokuyorum#kitapyorumu#kitapaskı#kitapönerisi#kitapağacı#kitapsözleri https://www.instagram.com/p/BsJpO2pFMJA/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1ajtvyypwtfz2
0 notes
popop0p0l98k-blog · 14 years
Text
10 öneriyle 10 kilo verin
Şimdi kilo verme vakti! Size 10 kilo vermenize yardımcı olacak 10 önerimiz var…
10 kilo vermek zor iş. Ama burada yazan 10 temel kuralı uygulamak bu sürecin daha hızlanmasına ve daha sağlıklı olmasına yardımcı olacak. Hiçbir şeyi gözünüzde büyütmeyin, bir an önce motive olun, kararlılığınızı koruyun ve bu yazıyı mutlaka okuyun!
Birbirinizi destekleyin
Motivasyon diyetin yüzde 70’idir. Gerekirse yakın bir arkadaşınızı seçin ve onu bu konuda ‘koçun’ yapın. Mesela ona diyetinizi nasıl uyguladığınızı anlatın. Böylece o sizi bir yandan kontrol ederken, bir yandan da motive etmiş olur. Veya sizin gibi kilo vermek isteyen arkadaşlarınızla birlikte bu diyeti grup diyetine dönüştürün ve birbirinizi sürekli takip edin ve destekleyin.
Süreci kabullenin
10 kilo bir haftada verilmez, öncelikle bunu kabullenelim. Bu nedenle bir anda aşırı bir diyet programına girmek ve bir anda bir sürü kilo verileceğine inanmak pek de doğru olmayacaktır. Öncelikle belli bir zamana yayılmış, dengeli bir beslenme programı oluşturulması konusunda anlaşalım. Burada diyetin etki sürecini kabullenmek önemli bir adım olacaktır. 
Diyetisyen kontrolü
10 kilo vermek kolay bir iş değil. Bu nedenle bunu mutlaka bir diyetisyen kontrolünde yapmanız çok daha güvenli ve sağlıklı olacaktır. “Ben 10 kilo vereceğim” kararını kesin olarak aldıktan sonra hemen bir diyetisyenden randevu almayı unutmayın. Emin olun, diyetisyende kat ettiğiniz yolları birebir görecek ve daha da motive olacaksınız. 
Şekerli ve yağlı yiyeceklerle vedalaşın
Kilo vermek isteyen herkesin bildiği bir şeydir ama biz yine de hatırlatmak istedik. Şekerli ve yağlı gıdaları hayatınızdan çıkarın derken demek istediğimi tüm yağlı yiyecekleri çıkarın değil! Salatanıza bir kaşık zeytinyağı gayet sağlıklı olacaktır.
Balığa ‘merhaba’
Diyetin en iyi arkadaşı balıktır. Az kalorili, bol Omega3’lü, sebzelerle daha da lezzetlenen, sağlık için ideal bir besin balık… Bu nedenle balık bu kararlı diyet sürecinde sizin en sık karşılaştığınız yiyecek olacak.
Hareket şart
Kilo vermenin sadece diyetlerle mümkün olmadığını, ekstradan spor yapmamızın şart olduğunu biliyoruz. Sporu yaşam tarzımızın bir parçası haline getirmemiz gereklidir. Haftada en az 4 gün yürüyüş, bisiklet gibi egzersizleri uygulamamız sağlıklı olacaktır. Ayrıca her zaman asansör yerine merdiven, kısa mesafelerde otobüs yerine yürümeyi tercih etmemiz yardımcı olacaktır.
Buzdolabını kontrol edin
İrade bazen yetisini kaybeder. Buzdolabınızı açtığınızda karşınızda duran ton balığı yerine eliniz bir koca bir dilim çikolatalı pastaya gidebilir. Bu gibi irademizi kaybetme anları yaşamamamız için biz ‘ne olur ne olmaz’ deyip, buzdolabımızı abur cubur tarzı yiyeceklerden arındırmalıyız. Böylece dolabı açtığımızda karşılaştığımız şeyler her zaman sağlıklı besinler olur.
Öğün atlamayın
“Ne kadar az yersem o kadar çok kilo veririm” kesinlikle yanlış bir inanıştır. Bunu düşünerek, öğle veya akşam fark etmez; herhangi bir öğün atlanırsa, bu diyet kilo verememekten ziyade çok sağlıksız bir beslenme sistemine dönüşür. Bu nedenle önemli olan diyet programınızın gün içerisinde öğünlere dağıtılmış olan şekliyle, önerilen porsiyonlarda yemenizdir.
Öğün piramidi
Öğün piramidini diyetinizin temeline yerleştirin. Kuralınız hep aynı olsun: kahvaltı ve öğle öğünlerinde iyi beslenmeli, akşam yemeklerinde bunu hafifletmeliyiz. Unutmayın sabah ve öğle yemeklerinde alınan gıdalar günlük enerjinizi sağlar. Akşam yenilen yemeğin hafif olması ise güzel bir uyku çekmenize yardımcı olur.
İçeceklere de dikkat edin
Öncelikle alkolün kesinlikle hayatınızdan çıkarılması gerekir. Tabi burada kısıtlanan bir kadeh şarap değil; bol şekerli alkollü içeceklerin aşırı tüketimidir. Ayrıca kola, gazoz gibi asitli içeceklerden de uzak durun. Bol su içmeye özen gösterin.
Meyve ve sebzelerden bol bol
Sebzeler sağlık ve diyet için ideal besinlerdir. Hem az kalori içerirler, hem de vitamin deposudurlar. Aynı şekilde meyveler de… Günde en az 2-3 kez tüketilmesi gerekir. Zaten diyetisyeniniz size hazırladığı beslenme programında meyve ve sebze ağırlıklarına ve dengelerine dikkat edecektir.
Bilinçli tüketin
Her zaman ambalajların arkasını okuyun. Alacağınız yiyeceklerin içeriğinde neler olduğunu bilmeyi, dolayısıyla daha bilinçli bir alışveriş yapmayı alışkanlık haline getirin. Bunu yapmadığınızda hiç ummadığınız sürprizlerle karşılaşacağınızı unutmayın!
Kaynak: pudra. com
0 notes
bilmisler · 5 years
Text
Her Çiftin Evlenmeden Önce Yapması Gerekenler
https://bilmisler.com/her-ciftin-evlenmeden-once-yapmasi-gerekenler/
Her Çiftin Evlenmeden Önce Yapması Gerekenler
Mutlu bir evlilik gerçekleştirmek hem kadının hem de erkeğin en büyük hayalleri arasında yer alsa da mutluluğun yakalanması her zaman mümkün olmuyor. Bu süreçte eş seçiminde dikkat edilmesi gereken hususlar olduğu gibi eş seçiminin ardından aradaki ilişkinin güçlendirilmesi adına gerçekleştirilmesi tavsiye edilenler de bulunmaktadır. İlişkinizin boyutunu görebilmek ve varsa zayıf bağların güçlendirilmesi adına bu yazımızda her çiftin evlenmeden önce yapması gerekenler detaylarından bahsedeceğiz.
İlişkideki problemleri aşmak noktasında yardımcı olacak ve bu sayede ilişkinizi güçlendirecek paylaşımlardan yazımız devamında tavsiyelerde bulunacağız. Sizlerin bahsettiklerimiz dışında tavsiyeleriniz olması durumunda ziyaretçilerimiz ile paylaşabilmek adına yorum bölümünü kullanarak bizlere görüşlerinizi iletebilirsiniz. Bu sayede çok daha kapsamlı bir liste oluşturmayı başaracağız.
Evlenmeden Önce Yapmanız Gereken Paylaşımlar
Birlikte Yaşamaya Başlayın
Her ne kadar geleneksel toplumumuz alışkanlıklarında sıra dışı bir fikir olsa da evlendiğinizde birlikte yaşayacağınız insanla anlaşıp anlaşmayacağınız noktasında fikir edinmek açısından evlenmeden önce bir süre de olsa aynı evi paylaşmayı deneyebilirsiniz. Kişi ile evlenmeden önce aynı evi paylaşıyor olmak evlilik sonrasında yaşayacaklarınızın, anlaşıp anlaşmayacağınızın bir fragmanı niteliğinde olacaktır.
Birlikte Seyahat Edin
Seyahat etmek evlilik öncesinde oturmayan birçok taşın yerine yerleşmesi noktasında yardımcı olacaktır. Fakat tek bir hafta sonu evden uzak kalmak için gerçekleştirilen bir seyahatten bahsetmiyoruz. İlişkinin sınırlarını zorlayacak ve faydasını göreceğiniz uzun bir tatil veya ülke sınırları dışında atılacağınız bir macera evlilik öncesinde yararlı olacaktır.
Eşinizin Görüşlerine Değer Verin
İş hayatında veya sosyal ilişkilerde de faydasını göreceğiniz bir tutumdur karşınızdaki bireyin görüşlerine değer verebiliyor olmak. Fakat evlilik hayali kurduğunuz bireyde din ve politika gibi değerlerini anlamaya özen göstermelisiniz. Bu gibi konulardan özellikle ilk buluşmalarda farklı anlaşılmamak adına kaçınmanız gerekse de ortak bir gelecek kurmayı planladığınız kişiyle farklı konularda konuşabilmek ve birbirinizi anlıyor olmak çok önemlidir.
Büyük Kavgaların Seyrini Takip Edin
İlişkilerde sıfır anlaşmazlık, kavga olmaması ütopik olacaktır. Bu noktada tartışmadan kaçınmak adına duyguların bastırılmaya çalışılması yanlış olacaktır. Büyük problemlerin sorunsuz bir şekilde atlatıl��yor olması kişilerin arasındaki bağı çok daha güçlendirecektir. Büyük kavgaların evlilik sonrasında saklanması, boşanma konusunun çok sık gündeme gelmesine neden olacaktır.
Maddi Konuları Konuşmaktan Çekinmeyin
Maddi konuları ilk buluşmalarda konuşuyor olmak itici gelmesinin yanında yanlış anlaşılmalara da sebep verecektir. Fakat yeni evli çiftlerin kavga sebepleri veya çiftlerin boşanma nedenleri arasında ilk sıralarda maddi konuların yer aldığı da göz ardı edilmemelidir. Eşler birbirlerinin maddi olanakları hakkında, geçmişten gelen borçları olup olmadığı konusunda fikirlerinin oluşabileceği paylaşımlar yapmalıdırlar.
Sınırlarınızı Belirtin
İlişkide sınırlar dediğimizde çok ucu açık bir konuyu ele alıyoruz. Bizim burada bahsettiğimiz kişilerin açık ilişki ve aldatma konusundaki sınırları olacaktır. Bu konudaki sınırların en baştan konuşulması yanlış iletişimin önüne geçecektir.
0 notes