Tumgik
#evlat sevgisi
alidoqan · 2 years
Text
Ete pazarlık olur ciğere pazarlık olmaz
4 notes · View notes
muhibbi · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
denk geldiğim duanın güzelliği.. "Allahım, gözümün nuru eşimi sana emanet ediyorum. beni ona hoşça muamele eden, ona iyilikte bulunan hayırlı bir eş kıl. Allahım, eşimin arzuladığı her şeyde kalbine sevinç ver. onu benim için koru. zira ancak o mutlu olursa ben mutlu olurum.
Rabbim, onu üzen, acı veren bir şey varsa ona yardım et ve derdini hafiflet. mutlu ve huzurlu hissettiğinde bu mutluluğunu ve huzurunu daha da arttır. kötü olmamızı arzulayan herkesi evimizden uzak tut.
Rabbim, onun ibadetlerini bollaştır, seni zikre alıştır, nimetlerine şükrettir. kendi işleriyle meşgul et. evlat terbiyesini güzelce vermesini sağla. tüm bunları onun amel defterine yaz. onun kalbini daima hoş yap.
benim sevgimi onun kalbinde daim kıl. bana sevgisi hep daim olsun. evimizi hayır ve sevgi ile dolan bir yuva kıl. saygı ve istikrar eksik olmasın. "
amin 🤍
83 notes · View notes
nerosable · 9 months
Text
Evlat iç organmış meğerse. Kalpmiş, ciğermiş, böbrekmiş. Sevgisi insanın her bir hücresine, akan kanının her zerresine, saçının her bir teline işlermiş.
92 notes · View notes
seyyahe-iavare · 15 days
Text
Mus'ab, içimin gülen yüzü..
Ne kadar zaman oldu sana seslenmeyeli değil mi? İsmine dair içimdeki isteği kırdılar belki de bu nedenle bu adla seslenemiyorum artık.. Mus'ab... Zorlukların üstesinden gelebilen demek. Fakat benim için Mus'ab b. Umeyr, hani Efendimiz'e en çok benzeyen, hani Mekke'nin en yakışıklı ve zengin genci, hani tüm bunları Allah için tek kalemde silip atabilen yiğit. Hani ilk muallim olan... Mus'ab dersek hayatı zorluklarla geçer diye endişe ediyoruz dediler. Haklı olabilirler. Muaz dedim olur dedi. İzzet ve azamet sahibi, değerli demek. Muaz b. Cebel bir diğer muallim... Hayırla nasip ol da isim meselesi hallolur...
Canımın şenliği .. 10 Ocak'ta yazılmış ve yarım bırakılmış bu yazı 9 Eylül tarihinde saat sabahın 4 buçuğuna ilerlerken anneni bir uykusuzluk çepeçevre sarmışken tamamlanmaya niyet edildi. Senin bana imtihan olacağını hissediyor gibiydim biliyor musun? Evlenmeden önceden içime doğdu sanki... Ya da kendini gerçekleştiren bir kehanete döndü bilmiyorum. Velhasılı iman eden insan için vakti var, bir hikmeti var düşüncesi bir ferahlık, bir teselli kapısı oluyor hamd olsun Mus'ab. Sen kalbimin Mus'ab'ısın. Nasip olur musun bilmem, ne zaman olursun onu da bilmem fakat kalbimin Mus'ab'ı olduğunu bilirim.. Hayırla beni daha fazla evlat kokusu, sevgisi, tadı, nimeti, bereketinden mahrum bırakmadan hayırlı en kısa vakitte nasip olman niyazıyla....
9 Eylül 04.28/ Yozgat
24 notes · View notes
mirzablogg · 7 months
Text
Tumblr media
SORDULAR :İmam ı Ali'yi bu kadar sevmenizin nedeni nedir ?
Söyleyeyim :
Peygamberimiz buyurdu :
1. ( Kıyamette müminlerin amel defterinin ilk cümlesi ALİ sevgisidir )
2. ( Aliden başka yiğit , zülfikardan başka kılıç yoktur.)
3. ( Dünya ve ahirette bayrağımı taşıyan Ali'dir)
4. ( Rabbim bana emretti ; Alinin kapısı dışında bütün kapıları kapat)
5. ( Hakiki doğrular üç kişidir : Yâsin ailesinin mümini, Firavun ailesinin mümini , ve Ali. Ali bunların en üstün olanıdır.)
6. ( Benim gibi yaşayıp benim gibi ölmek isteyenler ,benden sonra Ali'ye bağlansın.)
7. ( Cebrail kıyamet günü nida edecek : ya Muhammed baban İbrahim ne güzel baba, kardeşin Ali ne güzel bir kardeştir.)
8. ( Bütün peygamberlerin bir vasisi vardır. Benim vasim ise Ali’dir.)
9. ( Allahım Alinin yüzünü son kez görmeden canımı alma.)
10. ( Ben ve Ali aynı ağaçtan yaratıldık)
11. ( Benden sonra ümmetin en alimi Ali’dir.)
12. ( Meclislerinizi Alinin zikri ile süsleyin.)
13. ( Ümmetimin en iyi hüküm vereni Ali’dir.)
14. ( Ateşten kurtulmanın mühürü Ali’dedir.)
15. ( Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.)
16. ( Allah eğer Ali’yi yaratmasaydı , fatimaya denk bir eş bulınmazdı)
17. Bana iman edip beni kabul edenlere vasiyetim Ali’ye bağlanmalarıdır.)
18. ( Kıyamet günü yanıma ilk gelecek olan , bana ilk iman eden Alidir)
19. ( Sırat köprüsünden geçiş , ancak Ali’den berat mührü ile gerçekleşir)
20. ( Ezelden ebede en taş kalpli insan , Alinin katilidir.)
21. ( Ben uyarıcıyım. Benden sonra hidayet eden Ali’dir)
22. ( En büyük sıddık ( Doğru sözlü ) Alidir)
23. ( Hak ile bâtılı birbirinden ayıran faruk ,Alidir.)
24. ( Benim elim ve Ali’nin eli , adalette eşittir)
25. ( Ali dünya ve ahirette kardeşimdir)
26. ( Ali insanların en hayırlısıdır, bunu inkar eden dinden çıkar)
27. ( Ali kurtuluş kapısıdır, her kim o kağıdan girerse mümindir)
28. ( Ali iyilerin imamıdır, fâcirlerin katilidir, ona yardım edene yardım edilir ,onu yalnız bırakan yalnız kalır)
29. ( Ali takvalıların imamıdır,müminlerin emiridir,alnı nurlu olanların imamıdır.)
30. ( Ali benim yanımda tıpkı Musanın yanındaki Harun gibidir,yalnız benden sonra peygamber yoktur)
31. ( Alinin bu ümmet üzerindeki hakkı , babanın evlat üzerindeki hakkı gibidir)
32. ( Ali Kur’an iledir, Kur’an da Ali ile )
33. ( Ali ve şiileri kurtulanlardır )
34. ( Ali ilmimin kapısıdır , ümmetime benim mesajımı açıklayandır,)
35. ( Alinin sevgisi iman , ona buğz etmek ise küfürdür)
36. ( Ali cennet ile cehennemi bölendir)
37 . ( Alinin bu ümmet içindeki yeri Kuranda ihlas suresi gibidir)
38. ( Ali iki halil arasındaki habiptir. Ben ve İbrahim arasında)
39. ( Aliden ayrılan benden ayrılır , benden ayrılan Allah’tan ayrılmıştır )
40. ( Ali benden ben de Ali’denim , o benden sonra bütün müminlerin velisidir)
41. ( Allah ve resulünün en çok sevdiği şahıs Ali’dir)
42. ( Aliyi sevmek sevaptır , günahlar ona zarar veremez.)
43. ( Aliyi zikretmek ibadettir. Onun yüzüne bakmak ibadettir)
44. ( Ali Kâbe gibidir)
45. ( Ali benim yanımda bedenimdeki başım gibidir)
46. ( Ben ilmin şehriyim Ali de onun kapısıdır )
Allahın selamı sana olsun ey müminlerin emiri ey yetimler babası.
37 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 14 days
Text
Tumblr media
Birçok sözlerini işitiyorum, en çok şunları söylüyorsun:
- “Kimi sevsem aramız açılıyor.
Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor.
Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum.”
Ey Allah’ın sevgili kulu, Allah Gayyur’dur. Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez!.
Sevgilisine bakılmaya bile razı olmaz.
Kendi sevdiği kulu başkasına vermez.
Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun!.
Şu Ayet-i Kerimeleri işitmedin mi?:
- “Allah onları, onlar da Allah’ı sever.”
- “İnsanlar ve cin tayfasını bana ibadet ederler diye yarattım.”
Bazı müfessirler ibadeti, sevgi olarak açıklamışlardır.
Rasulullah (SAV) Efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu:
- “Bir kul, Allah tarafından sevilince, iptilaya uğrar; buna sabrederse iktina gelir başına.”
- “İktina nedir?” Diyen bir Sahabî’ye (RA):
- “Çoluğunu çocuğunu, malını, mülkünü alır.”
Buyurdu!.
Çünkü mal ve evlat, Allah sevgisine perdedir. Hakk’ın sevgisi bölünmez. İki sevginin arasına giren yanar!..
Mala ve evlada sevgi çoğalınca, Hakk sevgisi azalır. İnsan bu sevgisinden ceza görür!.
Çünkü Allah’a bir nevi şirk koşmuştur.
Halbuki Allah zatına ve sıfatına şirk koşanları sevmez. Gayyur ve her şeyden üstündür.
Kendine karşı duran her şeyi yok eder!.
Ta ki, sevdiği kulun kalbi yalnız zatına dönsün.
İşte o zaman:
- “Allah onları, onlar da Allah’ı sever.”
"" Abdülkadir GEYLANİ (Hz.) ""
Futuhul Gayb. ...
10 notes · View notes
keemlenyekun · 2 months
Text
ŞİŞMANIZ DİYE Mİ? EVET.
Sevgili defterciğim, hastaneden merhabalar. Acilde önümde 70 kişi sıra var ve tekim. Yani canım sıkıldı.
Kalbim ağrıyor oğlum. Bildiğin nefes alırken bıçaklar giriyor nefes aldırmıyor. Geçen ay nispeten genç olan amcam da kalp spazmı geçirince bir korku kaldı hanıma. Sizin ailede var diyor. Ailesi mi kaldı yavrum şişmanım ben damarlarımda öbek öbek yağ geziyor. Ay kendimden tiksindim. :))
Omü hastaneyi çok iyi tanırız. Kaç cenaze aldık buradan. Öyle tanıdık bir hastane.
Tabi ki kalple ilgili bir durum yok. İki doktorla görüştüm kas muhtemelen dedi ama yeşil alanda da bi görünüver dedi diye 70 kişi sıra bekliyorum. Kas gevşeticimizi alıp gideriz artık. 6 saattir derin nefes alamıyorum yahu acıdan.
Ölüm falan uzak mı? Valla hayır. Evlat sevgisi aile sevgisi geçim derdi dört bir yanımda dünyaya beni katmış durumda. Ama ölüm de şurada. Yaşıyoruz işte. Az önce kastamonudan bir kadın getirdiler, ölmüştü sanırım zira burada arkadan gelen arabalardan inenlerin tepkisi ölüm tepkisiydi. Tanıyoruz biliyoruz yakınımızda hissediyoruz allahım.
Dindar değilim ben 7 senedir. Silivriden çıktıktan sonraki 1 yıl da dindardım sonra değilim. Ama şahit yazmayalım seni sevgili defterciğim. Bir umreyle falan çözeriz sanırım. ://
Canımız geçim derdine takılmış durumda ama şükür halindeyiz. Temudan hanımla birlikte kendimize çakma ürünler aldık. Hanım bi ara yüz bandı falan aldı sanırım. Ben anahtarlık aldım misal. Aaaa bak lamy aldım 2 tanesi 50 tl hadi vergisiyle 80 tl de. Çakma makma yazıyor şimdilik. Pilot kalemden ucuz. Puhahahahwh. Şu dünya sevgime baksana sayın defterciğim. Oğlumla gündüzleri takılıyoruz. Yemek yapıyoruz. Araba oynuyoruz. Sinirleniyoruz ikimiz de. Karadenizli kanımız var.
Bak şimdi yazarken yanımdaki andaval yüksek sesle reels izliyor. Çıldırmak üzereyim. Acil kapısında şu hayvanlığı neden yaparsın ki? Gece gece kavga etmemek için kendimi zor tutuyorum. Kalbimiz ağrıyor. Sinirden mi?
Allahım sabır ver.
Hakkını helal et sayın defter. Bir ufaktan tartışalım bakalım.
Vesselam.
Tumblr media
10 notes · View notes
sahtekkarressam · 3 months
Text
Ölümsüz aşklar varmış hadi ordan ölümsüz olan tek şey evlat sevgisi
11 notes · View notes
naftalin2027 · 3 months
Text
eşine bu duayı yap
Allah'ım gözümün nuru eşimi sana emanet ediyorum Beni, ona hoşça muamele eden ona iyilikte bulunan hayırlı bir eş kıl. Allah'ım arzuladığı her şeyde kalbine sevinç ver Onu benim için koru. Zira ancak o mutlu olursa ben mutlu olurum… Rabbim! Onu üzen, ona acı veren bir şey varsa ona yardım et ve derdini hafiflet. Mutlu ve huzurlu hissettiğinde bu mutluluğu ve huzuru daha da arttır. Kötü olmamızı arzulayan herkesi evimizden uzak tut. Rabbim! Onu ibadetlerini bollaştir, seni zikre alıştır, Nimetlerine şükrettir. Kendi işleriyle meşgul et. Evlat terbiyesini güzelce vermesini sağla. Tüm bunları onun amel defterine Yaz Onun kalbini daima hoş yap. Benim sevgimi onun kalbinde daim kıl. Bana sevgisi hep daim olsun. Evimizi, hayır ve sevgiyle dolan bir yuva kıl. Saygı ve istikrar eksik olmasın
6 notes · View notes
mdnbsrn · 7 months
Text
Bu annelerin erkek evlat sevgisi beni öldürüyor 😖 kızlar da evlat kızlarda.. Bir gün kız annesi olmak nasip olursa inşallah asla sizin gibi yapmayacağım anne asla 😔
4 notes · View notes
billkill · 1 year
Text
Alilerin koleje geldikleri ilk hafta...
"O varoşları göndereceksin bu okuldan baba!"
"Ha'di ama," dedi Kenan. "Sanki kırk yıldır burslu yok okulumuzda..."
"Ama onlar farklı! Anlamıyor musun baba ya, görmüyor musun, Vefa için gelmişler bu okula! Ve bu okul bitene kadar da bize rahat vermeyecekler!"
"Zaten şur'da mezun olmanıza iki sene kaldı!" dedi babası. "Şımarıklık yapma Berk, iki sene sık dişini, mezun ol, git!"
"Ben şımarığım öyle mi, bunların hiçbiri senin suçun değil!"
"Bir düşün," diye oğlunun ellerini elleri arasına aldı Kenan. "Çocuklar bu sınava girmişler, haklarıyla kazanmışlar. Tıpkı benim gibi... ben buralara, senin aksine, baba parasına konarak gelmedim. Dişimle, tırnağımla kazıdım. O yüzden, o çocukların tek şansını ellerinden alamam...!"
"İyi ki de ölmüş o çocuk!"
Kenan, kaldırmak üzere olduğu elini yumruk yapıp kendini oğluna tokat atmaktan alıkoydu. Bu zamana kadar bir fiske dâhi vurmamıştı. "Bunları kızgın olduğun için söylüyorsun," diye dişlerini sıktı. "Seni anlıyorum... Bak Berk, burası bizim okulumuz... Sen kendi eğitiminle ilgileneceksin. İstesem seni yatılı okula da verebilirdim. Ama burada kal istiyorum, çocukluk arkadaşların seni adam etsin istiyorum. Ner'de! Belki yıllardır, onların yapamadığını; bu çocuklar yapar ha? Belki bu çocuklarla arkadaş olursun, ha?"
"İki sene!" diye anlamsız bir şey söyledi Berk. Sadece babasına itiraz etmek istiyordu. Ondan sonra da çekip kapıyı çıktı zaten. Kenan, Berk'i böyle olduğu için suçlayamazdı. Bir annesi yoktu ki çocuğun. "Nereye gidiyorsun?" diye bir mesaj attı oğluna. Bu yöntemi, Çağrı'nın babası Önder hoca önermişti:
"Gençlerin dilinden anlamasaydım bu koleje beden eğitimi hocası olmazdım; sen de biraz gelenekçi eğitim anlayışını bi' kenara bırak da, Z jenerasyonuna uyum sağla..."
"Oğlum yaşında oğlun olmasa, sen de biraz zor anlardın dillerinden Önder Bey," diye cevap vermişti Kenan.
"Evlat sahibi olmak meselesi değil Kenan, bu... çocuk sevgisi meselesi."
Kem-küm etmişti Kenan. Önder hep kendisini tuşe ediyordu çünkü. Kenan, kimseye itiraf edemese de, Çağrı'nın kendininkinden daha iyi bir evlat olduğunu kabullenmek de zorundaydı. Bir onun tek başına yetiştirdiği çocuk, Çağrı'ya bakın!... bir de kendisinin tek başına yetiştirdiği çocuk, Berk'e bakın!... Kenan, bir şansı daha olsa, daha iyi bir çocuk yetiştirmek için çabalar mıydı, kim bilir...
Yağızoğlu Koleji'nin züppeler ve burslular ikilemini, Ali fark etmişti. Fark edilmeyecek gibi değildi ki, her özel okulda olan, doğal şeylerdi bunlar. Berk gibi zengin çocukları için beş yıldızlı bir otele benziyordu lise; kendisi gibi burslular içinse, bir taşraya. Bu kolejin manzarasını gören, üstüne tırmandığı bu ağaçtan bile nefret etme noktasına gelmişti; çünkü Vefa'yı kaybetmişti ve okulunda olmasının gerektiği bu saatlerde, Arap'la Zeyno'nun mesajlarını umursamıyordu, hatta bu mesajlar kendisini daha çok sinirlendirerek havaya taşlar fırlatmasına neden oluyordu. Eğitim için bu okulda değildi ve bir haftadır, kendisine soruları verenden ses-seda çıkmadığı için geriliyordu. Fırlattığı taşlar, yeşil zemine düşüyor, Doğa sanki Vefa hiç ölmemiş gibi kaldığı yerden devam ediyordu. Bütün bu doğal ortam bir Cehennem gibi görünüyordu Ali'ye, sanki Vefa öldü diye bütün Doğa akışını durdurmalıydı, Güneş Batı'dan doğmaya karar vermeliydi.
"Şimdi kim bilir gittiğin nasıl bir Cennet'tir Vefa'm," diye konuştu. Ondan sonra dilini ısırarak ağaçtan inmeye başladı. "Burada kafayı yiyeceğime gidip o ah'rın hayvanlarını kontrol ederim daha iyi." Okula giderken, peşi-sıra uzanan sahile kafası dönük yürüyordu, alnını elinin tersiyle sildi. Aslında hava o kadar sıcak değildi ama, yeni okulunun yolu gerçekten bir Cehennem gibi geliyordu Ali'ye, gitmek istemiyordu, ama gitmek mecburiyetinde olmak tam bir işkenceydi. O okula giderken çevrilecek her bir pedal bile ziyandı, o yüzden o gün bisikletini getirmemişti. Yürüdüğü için nefretle dolduğunu itiraf etmek zorundaydı. Gerçi o okula kendisini bir helikopter bile atsa, bu nefreti geçmezdi. Oysa eski okulu ne güzeldi... Eski sınıf arkadaşlarını hatırladı. Her sabah okulda, Gentha müzikleri dinleyerek güne başlarlardı. Arap tarzındaki bir sürü çocukla, her gün Beşiktaş'ı konuşurlardı. Heyhat, Vefa'yla birlikte, bütün eski hayatını kaybetmiş gibi hissediyordu. Okula yakın yerlerde park edilen lüks arabaları görünce daha bir keyfi kaçtı. "Lüks arabaların sürücüsü ahır hayvanları..." diye dişlerini gıcırdattı. "Gerçi hepsi hayvan değil, ama birçoğu yine de hayvan, nefret ediyorum hepsinden."
"Geç kâğıdını müdürden alacaksın evladım," dedi güvenlik de küfürlerini tahmin ederek.
"Selamını da söyleyeyim mi Veysel Efendi?"
"Geç bakayım hergele!" dedi adam. "Kenan müdürün yanında da böyle zevzeklik yapabilecek misin bakalım!"
"Tamam, bugünlük iznini benden alsın," diye lafa karıştı biri.
"Aaaaa, Önder hoca, yani müdür yardımcımız!"
"Benim ilk dersim boştu... ben de biraz tembellik yaptım. Bu nedenle geç kâğıdı almana gerek yok. Sınıfına git, hangi öğretmenin dersiyse, ona anlat benden vize çıktığını. Ama bir kereye mahsus bir şey, anlaştık mı?"
"Evet, hocam, emin olun bu iyi niyetinizi bir daha suiistimal etmem," diye homurdandı Ali. Teşekkürü bile bir küfür gibiydi. Çünkü kimsenin dikkatini çekmemek için bu kadar geç kalmıştı, yine de Önder hocaya enselenmişti. Müdür yardımcısını atlattıktan sonra koridorlarda biraz aylaklık etmeye karar verdi, o sınıfa öldürseler girip, o öğretmene Önder hocanın kendisine torpil geçtiğini söylemeyecekti. Dolaşırken, panolarda fotoğraflar gördü. Ve bu fotoğraflardaki müdür,
"Haydi, kaytarma, sınıfına," dedi Ali'ye, sanki Önder'le arasında geçen konuşmadan jet hızıyla haberi olmuş gibi. Bu okulda posta güvercinleri mi vardı ne? Anında Kenan'a haberi uçuruyorlardı sanki. Ama bundan da ilginci, bugün karşılaştığı her yetişkinin tavırlarındaki yumuşaklıktı. Hepsi de, Ali'nin işini zora koşmamak için anlaşmış gibilerdi.
"Ben de başka bir yere gitmeyi düşünmüyordum hocam," diye bilmiş bilmiş cevap verdi Ali.
Ali, sınıftan içeri girdiğinde, neler olduğunu anladı. Sınıfın en gözde üç öğrencisi de firardı şimdi. Önder'le Kenan, kendi oğullarının yularını tutamamış olmalıydı ki, eşitsizlik olmasın diye geç kalan burslu öğrencilere nazik nazik davranmıştılar. Ali, "Geç kaldığım için özür dilerim hocam," dedi. Pes etmişti. "Gerçekten geçerli bir sebebim vardı... Önder hocanın bilgisi dâhilinde..."
Öğretmen daha fazla üstelemedi. "Peki, yerine geç bakayım çocuğum..." dedi.
Beş dakika geçmemişti ki, kapı filan tıklatılmadan, paldır-küldür Berkler girdi. "Hocam pardon," dedi Berk. "Bizim bindiğimiz otobüsün tekeri patladı da..."
"Ya, öyle mi..." dedi hoca. "Hangi tekeriydi peki?"
"Hangi tekeriydi ya?" diyen Berk, arkadaşlarına döndü. "Sol ön tekerdi galiba..."
"Yok, sağ arka tekerdi ya..." diye güldü Ege.
"Yok, yok, sağ ön tekerdi..." dedi Çağrı.
"Geçin yerinize be cıvık herifler, çocuk yok karşınızda kandıracağınız!"
Öğretmen kızmıştı ama, Berkleri herhangi bir konuda tehdit edemiyordu, çünkü o, meslektaşları gibi "atanmış" değildi. Evet, maalesef, kendileri devlet kadrolarında şu anda ense yapmaktayken, kendisi böyle bir özel kolejde zengin piçlerinin envaiçeşit nazını, niyazını, şımarıklığını çekmek zorundaydı; üstüne üstlük, sözünü geçiremeyince de kendisini sınıf yönetimi konusundaki beceriksizliğiyle suçlamaya hazır ve nazır bir ordu veli vardı.
Dersin bitmesine çok az zaman kalmış olduğundan, öğretmen son anlattıklarını, dinlemeyeceğini bildiği yeni gelenler için son bir kez özet geçti, ve zil çalar çalmaz, sınıftan çıkan ilk kişi oldu. Sınıfta sadece, üç zengin züppe, Hazal ve de Tozluyakalılar kalmıştı. Berk önce, bir Ege'nin, bir de Çağrı'nın kulağına bir şeyler fısıldayarak gülüştü. Ondan sonra sesinin biraz daha işitilmesine müsaade ederek, "Neydi lan bu çocuğun adı?" diye sordu.
"Hangi herifin ismi?" diye güldü Ege.
"Canım, şur'daki esmer, kavruk olan var ya..."
"Ben de hatırlamıyorum valla', bir hafta geçmiş, ama bir haftada sineğin bile adı öğrenilirdi, demek ki bunun sinek kadar önemi yok!" diye bir kahkaha patlattı Çağrı. Ege, beşlik çakması için elini uzatırken, Berk, "İş başa düştü," diye mırıldanarak, öğretmen kürsüsüne gitti. Sanki ilk kez tanışıyorlarmış gibi, "Demek adın Ali..." dedi. "Benden özür dilersen bu ismi unutur ve sen bana bir yanlış yapmadığın sürece yine hatırlamam Ali."
"Neden özür diliyormuşum anlamadım," dedi Ali. Arap, zaten gergin olduğunu hissettiği arkadaşının omzundan tutarak, olası bir kavgaya karşı önlem almaya çalıştı.
"Bu zamana kadar yaptıkların için," dedi Berk. "Bundan bir yıl kadar önce benim mekânımda bana posta koydun, bundan bir altı ay kadar önce de senin mekânında bana posta koydun. Bi' dak'ka ya, ikincisi pek de özürlük bi' davranış değilmiş ama, yine de özür istiyorum. Haksız mıyım Ege?"
"Hayır, haklısın bro."
"Haksız mıyım Çağrı?"
"Hayır, haklısın bro," dedi Çağrı da papağan gibi.
"Bana bak..." diye ayağa kalktı Ali, artık Arap'ın bile durduramayacağı bir vaziyette; ama bir "ses" onları durdurdu...
"Bırak onu Berk."
"Cemre, sen buna karışma," dedi Berk, tedavisi nedeniyle yine geç kalan sevgilisine.
"Bırak, dedim. Ne istiyorsun ya? Bu okulun yeni gelenleriyle derdin bitmedi mi? Ne istiyo'sun, daha fazla intihar eden öğrenci falan mı?"
Cemre'nin sözleri, herkeste soğuk duş etkisi yaratmıştı. Berk, "Sen Cemre'ye dua et..." diye geri çekilmek zorunda kaldı.
"Ben kimseye dua etmem, istediğin kavga olsun, her zaman hesaplaşabiliriz," diye cevap verdi Ali. Berk, kapıya doğru giderken, parmağını sallamaya devam ediyordu.
"Senin adın Ali, değil mi?" diye sordu Cemre.
"Sen ve senin tayfanın hafıza problemleri varsa, kafanıza Yangın Ali diye de yazabilirsiniz..." diye çıkıştı Arap. "Böyle hatırlaması daha kolay olur."
"Arap, kıza sataşma..." dedi Ali. "Bizi savundu, asıl hafıza sorunları olan sen olmayasın?"
"Nihayet yaptıklarımı takdir eden biri çıktı ya, ölsem de gam yemem artık..."
"Ner'de o günler..." diye homurdandı Zeyno ve Arap'ın çimdiğiyle, küçük bir çığlık ortaya koydu.
"Kimmiş senin yaptıklarını takdir etmeyen?" diye sordu Ali.
"Sence de belli olmuyor mu..." diye ofladı Cemre.
"Berk..." diye ellerini iki yana açtı Arap.
"Yani sevgilin..." diye düzeltti Zeyno.
"Eski sevgili adayım."
"Ne?!"
Hazal güldü. Cemre'nin Berk'ten ayrılma niyeti, sessizliğini bozmuştu. Bunun detaylarını öğrenmek için, seyirciliği bir kenara bırakıp, sınıftaki bu sabah şenliğinin ortasına attı kendini. "Haydi, gel Cemre. Seninle kız-kıza laflayalım biraz..."
"Evet, biz hiiiiiç tutmayalım sizi, size bol dedikodular!" diye bağıran Zeyno, bir taşla iki kuş vurduğu için, yani aynı anda iki yılışık şıllıktan birden kurtulduğu için mutluydu.
*****
15 EKİM 2022
"Ali'ye...
Bu yazdıklarımı, asla yüzüne bakarak söyleyemezdim...
Ben, Cemre Yılmaz; Vefa Akın'ın katiliyim. Kenan amca ve Vedat abinin hiçbir suçu yoktu...
O'nu, çatıdan atmak suretiyle ben öldürdüm. Çünkü onu seviyordum ve, kıskandım. Çatıdan itmeden önce de, daha evvel ona hediye etmiş olduğum anahtarlığı zorla almıştım geri. Ve onu Kenan Yağızoğlu'nun evine ben bırakmıştım...
Bütün bu yaptıklarım için senden bağışlanma dilemeyeceğim. Ama sana olan aşkımın gerçek olduğunu bil.
Buna inansan yeter...
Gerisi, bu mektubu Ali'den sonra okuyan kişilere...
Biliyorum, beni anlamıyorsunuz, ama herhangi birinizde, sevdiği kişiyi öldürecek cesaret var mı ki?
Bende vardı. Eğer evimi araştırsanız, bir sürü kırılmış oyuncak bulurdunuz... hepsini ben kırmıştım küçükken. Çünkü bize misafirliğe gelen çocukların, onlarla oynamamasının tek yolu buydu... onları kırıyor ve, onların kıymetini sadece ben biliyordum. Başka hangi çocuk, kırılmış bir oyuncağı sevebilir ki?
Ben seviyordum. Çünkü Beth March gibi, onları tamir eden de bizzat bendim...
Benim bir tek sağlam kalan oyuncağım, o devasa tavşan. Yeri gelmişken, bir şeyden daha bahsetmek istiyorum. Annem küçükken çok güzel kekler yapardı ve beni yardım etmem için mutfağa çağırırdı. Bile bile yumurta kabuğu düşürürdüm o bulamacın içine, kimse yemesin diye. Sonra da, kabuklu keki bir tek ben yerdim, eee, gülü seven dikenine katlanmaz mıydı...?
Sadece kek de değil... Annemin yaptığı bütün güzel yemeklere burun kıvırırdım. Çünkü onları översem bilirdim ki, başkalarına da ikram edecekti. Başkaları da onları sevecek ve, benim elimden alacaktı.
Hiçbiriniz, aranızda bir kişi bile, bu kadar kıskanmanın, bu kadar paylaşamamanın nasıl bir duygu olduğunu bilemez.
Çok klişe olacak ama... sizler bu mektubu ele geçirdiğinizde, ben çok uzaklarda olacağım.
Ali'ye çok âşığım, ve hep de öyle kalacağım,
Cemre..."
Ali, elindeki bu mektubu ucundan tutuşturarak yakmaya başladı. Bir yandan da, "Cemre Vefa'yı seviyormuş, Cemre Vefa'yı seviyormuş..." diye kendi kendine mırıldanıyordu. Kıskançlık mıydı bu belli değildi, kıskançlık olsa bile, zaten halen kendini iğrenç hissediyordu... bulunduğu mekân, yakma-yıkma işlerine de uygundu zaten. Etraf, lastik yakan TOFAŞ'çılardan geçilmiyordu, bu kadar "keko" arabasının yanında, Ali'ninki çok lüks kalıyordu. *
Aslında bunu Kenan Yağızoğlu'nun garajından kaçırdığının kimse farkında değildi. Kenan Bey bilse, asla izin vermezdi oğlunun ehliyetsiz araba kullanmasına, bir de yarışlara katılmasına... Ali, başı ağrıyarak direksiyona geçti. Herkes, kazanacağını düşünerek ona bahis oynamıştı, böyle ortamlarda sürücünün yaşına çok dikkat edilmiyordu, Ali'nin 16-17 yaşlarında olduğunu tahmin edememişlerdi, en önemlisi de, Ali her zamanki gibi Kenan Yağızoğlu'nun adını verebilirdi.
Fakat son anda, Ali'nin sağında lüks bir araç belirdi. TOFAŞ'çılardan biri, "Senin yarışacağın araç değişti, sorun olur mu?" diye sordu.
Omuz silkti Ali. "Benimkinin dişine göre bir rakip... açıkçası zoru severim."
Fakat rakip aracın şoförünün başında, tıpkı rallicilerinki gibi bir kask vardı, tanınmasına engeldi bu. "Emin misin," diye sordu adam. "Kaybedersen... kaptırırsın arabanı ha..."
"Bana ne," diye yeniden omuz silkti ve gözleri, iki aracın arasındaki kumral saçlı kızı kesti. Onun işaretiyle, arabanın gazına öyle bir bastı ki, adam neredeyse cama takılıp gidecekti onunla.
Rakip, kendisi kadar sert bir çıkış yapmamıştı ama, kendisine yetişmesi saniyelerini aldı. Ali, arada bir bu rakibe bir bakış atıyordu ama, aralarında bir burundan fazla bir fark oluşmuyordu. Yarış berabere sonuçlanacak gibiydi, ta ki Ali baş ağrısına yenilene kadar. Ali, bu yenilgiyi, rakibine karşı bir yenilgi olarak görmemişti, kendine karşı bir yenilgi olarak görmüştü, kaybedeceği arabayı da önemsemiyordu. Zaten para, Kenan Yağızoğlu'nun cebinden çıkıyordu.
"Kaybeden olmaya bi' türlü doyamadın..." diyen tanıdık bir ses, kaskın altından sahibini gösterdi. Ali, Çağrı'nın durumunda olsa, bunun bir halüsinasyon olduğundan şüphelenirdi ama, Berk'e, "Bur'da da mı?" diye sordu. "Bur'da da mı beni buldun?"
"Bizim garajdan araba çalıyorsun ve, özellikle benim 11111 plakalı aracın torpidosundan çıkan kasetlerden sonra, sahip olduğumuz her araca takip cihazı koydurduğumu hesaplayamıyor musun?"
"İyi de, buna ne gerek var? Bu dava kapanmadı mı? Vefa'nın katili..." Son zamanlarda, Cemre konusunu açmaya çalışan Berk'ti ama; ilk defa Ali'nin dilinin ucuna gelmişti. Berk,
"Şimdi de 'Hızlı ve Öfkeli'ye mi özendin?" dedi. "Sırada ne var? Kafes dövüşlerine mi katılacaksın?"
Ondan sonra beklenmedik bir şey oldu. Ali, gülmeye başladı. Sarhoş gibi kahkaha atıyordu. Fakat alkollü olmadığına emindi Berk. Bugün, bir önceki günün antitezi gibi bir şeydi... dün ağlayan, bugün gülüyordu. Beş dakika, on dakika... bir türlü bitmeyen bu kahkahalar, artık Berk'in sinirine dokunmaya başlamıştı.
"Ali, oğlum..." dedi. "Aramızda bir akıllı sen kalmıştın, sen de aklını yitirirsen n'aparız biz?"
"Tok-Tok..." hecesinden başka bir şey çıkmıyordu Ali'nin ağzından. Berk, anlamak için kulak kabartmaktan daha fazlasını yapması gerektiğini anladı. Gerilip gerilip, beşkardeşi aşk ettirdi Ali'nin yüzüne. Afallayan Ali, artık ödeştiklerini düşünemeyecek vaziyetteydi, ama gülmesi sona ermişti nihayet. "Tokyo Drift gibi ha..." diye mırıldandı. "Bu çok komikti."
"Espri olsun diye söylememiştim."
"Adrenalin..." diye konuştu Ali. "Sadece adrenalin unutturuyor bana Cemre'yi... Ege'yi her geçen gün daha iyi anlıyorum..."
Ali, her baktığı yerde Cemre'yi görüyordu. Yarışa "start" veren kızı bile O'na benzetmişti. Ve şimdi de, sembolik olarak arabalarını yarıştırmışlardı Berk'le, Cemre için. Ve Berk kazanmıştı... ama ortada Berk'e bırakılacak ne bir araba vardı, ne de Cemre.
İkisi de ona aitti zaten.
"Söylemeden geçemeyeceğim..." dedi Berk. "En azından dinlediğin müzik kalitelileşmiş. WWE giriş müziği gibi şarkı çalmaya başlamışsın lan, aferin, yakında kekoluğun tarihe karışacak...!"
"Hey, bana baksana sen!" diye bir ses gürledi. "Sana söylüyorum, on altı yaşındaymışsın sen! Ehliyetin de yokmuş!"
"Bu şimdi mi sorun olmaya başladı?" diye kardeşini savundu Berk. "Canın levye çekiyor galiba..."
"Sen niye rakibini savunuyorsun lan? Yoksa birbirinizi tanıyor musunuz...! Bu, yarışma kurallarına aykırı biliyorsun değil mi sarı oğlan?..."
"Benden iyi bilen olmaz..."
"Bu durumda, araba kasanın olur... yani bizim... hiçbir hileci bizden çalamaz!"
"Birader sen Süleyman Çakır'a özendin galiba..." diyen Berk, arabasının anahtarını uzattı. "Al benim arabayı, Ali'ninkinden daha lükstür ha."
"Lan, ne haliniz varsa görün!" diyen Süleyman Çakır kılıklı, yine de anahtarı almayı ihmal etmedi...
"Yaptığını beğendin mi?" diye sordu Berk, Ali'ye. "Senin yüzünden bir araba kaybettik!"
Fakat Ali yerine, "Bakın buraya ikizler!" diyen birinden ses geldi...
"Biz ikiz değiliz," diye cevap verdi falcı kadına Berk.
"Değilsiniz, ama kardeşsiniz. Doğru bildim mi?"
"Evet... benzemesek de öyleyiz," dedi Ali.
"Bilirim ben... başka şeyler de bilirim. Ver elini bakayım kara oğlan."
Ali, kadının hitabına ister istemez gülerek elini uzattı. Kadın, izin istemeden Berk'in de elini kaptı. "Okurum ben, her şeyi okurum..." dedi. "Sizin kaderinizde var, aynı anda ölmek."
"Ne saçmalıyo'sun sen ya," diyen Berk, hızlıca elini çekti. "Para kazanmamak için ekstra çaba gösteren falcıyı da ilk kez görüyorum!"
"Parası önemsiz, bu söylediğimi iyi yazın aklınıza..." diye arkasından seslendi falcı. "Siz ikiniz de aynı anda öleceksiniz, hem de iki kere!"
Berk, Ali'yi uzaklaştırmayı başarmıştı ki, "Bu böyle olmayacak..." dedi, damdan düşer gibi. "Cemre'yi polise teslim etmeye karar verdim."
"Ne?"
"Zaman kazanmaya çalıştığımızın farkındayım. Sen de ben de... Ama emin misin? Son kararın mı, sormak zorundayım. Cemre'yi satma işini bana bırakıyor musun? Bu hikâyedeki kötü çocuk rolünü, Berk Yağızoğlu'na bırakıyor musun...?"
"Berk..." dedi Ali. "Bunu neden yapıyorsun?"
"Çünkü Cemre seni çok seviyor. Ve o aramızda paylaşabileceğimiz bir araba değil... O'nun kimi seçtiği önemli..."
"Berk..." Ali dudağını ısırdı, sanki kelimeleri o zikretmiyor da, daha çok, kelimeler kendilerini zorla atıyorlardı ağzından dışarı... "Cemre'yi polise teslim et. Bunu, ben vazgeçmeden yap!"
"Tamam, ama yarın yapacağım..."
"Berk bir de..." dedi Ali. "Mail kutunu açık tut."
*****
Kader, kapısında kuş taklidi yapan birinin sesiyle yatağından sıçradı. Pencereden, Bilal'in ağacın tepesine kadar tırmanmış olduğunu gördü. "Şimdi de Kibar Feyzoluğa mı özendin Bilal, Allah canını almasın!"
"Madem sen gelmiyorsun, Ben geleyim, dedim..."
"İn lan aşağı, tamam geleceğim, Zeyno uyanacak, in ha'di!"
Bilal, Kader'in dediğine uyarken, Kader de üzerine geceliğini alarak, Zeyno'nun odasını kontrol etti. Zeyno ne uyanmıştı, ne de ağır uykusundan uyanacağa benziyordu. Kader, bir de kapı önünü yoklayarak Bilal'e, "Kardeşin evde mi?" diye sordu.
"Hayır, gizli bir şeyler çeviriyor ama... ben anlarım onun oyununu. Biz kendi oyunumuza bakalım."
"Baban içer'de, sen halen oyun mu düşünüyorsun ulan hayvan?!"
"Yas da bir yere kadar, matem de... ben seni özledim kızım, ha'di düş önüme..."
Bilal, Kader'i önüne kattıktan sonra, Ali sarhoş bir biçimde Zeynoların evinin önüne geldi. Berk'le "Tokyo Drift" macerasından sonra içmeye başlamıştı, ve şimdi zil-zurna haldeydi. Şimdi de, Peter Pan gibi Zeyno'nun penceresinden içeri girdiğinin farkında bile değildi. Tozluyaka çok güvenli bir mahalle olduğu için, Zeyno penceresini açık bırakarak uyumuştu...
"Zeyno..." diye seslendi öncelikle. "Sana bi' itirafta bulunacağım... Şimdi uyuyo'sun, o yüzden söyleyebiliyorum böyle kolaylıkla... Vefa'nın katilini biliyorum. Ama O'nu ele veremem... Çünkü O, sevdiğim biri... bunu Berk yapacak. Yine de... birine söylemek istedim... Arap'a ya da sana... Şimdi Midas'ın eşekkulaklarını ispiyonlayan kuyuyu o kadar iyi anlıyorum ki... Ama çok geç kaldım. O yüzden, bu saatten sonra ne senin yüzüne bakabilirim, ne de Arap'ın... Osman amcanın, Bilal abinin, annemin... hatta bütün mahallenin yüzüne bakamam asla..."
Ali kendinden nefret ediyordu.
16 EKİM 2022
"Neden ya?" diye dişlerini gıcırdatıyordu Mavi. "Neden bu Cemre halen içer'de değil?"
Mavi'nin istediği, Cemre'nin cezasını çekmesi, Vefa için adaletin sağlanması değildi, o bu ihbarı yapmıyordu çünkü, Cemre'nin ölümü Ali'yle Berk'in elinden olsun istiyordu... aynı anda. Gönderdiği mailin Ali'ye ulaşıp ulaşmadığını teyit etmeliydi. Soluğu onun evinin yakınlarında aldı, ama Ali'nin çoktan çıkmış olduğunu gördü. Belki de polise gidiyordu şimdi... Üzerindeki kot ceket, beyaz tişört ve siyah ayakkabıyı ona çok yakıştırmıştı Mavi. "Benim gibi mavicisin ha..." dedi kendine. "Sen de hiç fena değilsin Ali... bunu yeni mi fark ettim?" Ve,
"Bak Ali, ne yaptım," diye sol kolunu sıyırdı. "Güzel mi?"
Ali, sol kolunda boylu boyunca uzanan, "It's a mad, mad world that we're living in..." sözlerini okudu. "Bana ne bu dövmeden?" diye sordu.
"Seni akıllı biri sanırdım..." dedi Mavi de cevaben, Ali'ye. "Blue Jasmine rumuzunu çoktan çözeceğini düşündüm..."
"Çok fazla sabretmek sana göre değil sanıyorum..." dedi Ali.
"Haddinden fazla sabrettim zaten..." dedi Mavi de.
"Sana çok teşekkür ederim Mavi. Olmasaydın, elimizdeki tek kanıt da gitmişti... o kanıt olmadan, Cemre en fazla Vedat abi kadar suçlanabilirdi..."
"Bu teşekkür yeter mi sence?"
"Ne istiyorsun?"
"Çok bir şey değil canım... sadece bir 'selfie'cik," diyen Mavi, telefonunun kamerasını açtı. Ali, her olaya magazin muamelesi yapan ve canlı yayın açan Duru'yu aklına getirerek, "Saatçi Niko senin neyin oluyor?" diye sordu Mavi'ye.
"Dedem. Anne tarafından Musevi'yim ben. Bilirsin, Musevilikte anne kutsaldır... Baba tarafından da Müslüman'ım, e İslam da babayı kutsayınca... arada kaldım. Ama dedemi çok severim, hayattaki tek varlığımdır o. Saatçilik yapar, geçinir gideriz... bir de Serdar abi vardır, mahalleden, bilirsin, zaten tanışmışsın kendisiyle... benim bu hikâyeden bu şekilde haberim oldu işte... Ama senin bunları şimdi öğrenmen ne garip öyle değil mi? Aylardır aynı sınıftayız ve, sen beni bayağı uzun bir süredir unutmuştun..."
"Bunun için özür dilerim..."
"Cemre'yi ne zaman ihbar etmeyi düşünüyorsun?"
"Acelem yok. Bak, yardımların için gerçekten çok teşekkür ederim, ama bu mesele artık Berk'in meselesi. Cemre'yi ihbar etmek, onun kararı olmalı..."
"Yani Berk'in onayı olmadan, adalet yerine gelemez öyle mi...?"
Mavi, yanlış kişiye geldiğini anladı.
Ali'nin akıllı olduğunu düşünerek gerçekten hata yapmıştı.
*****
Cemre, öylece yürüyordu sahilde. Burası, birlikte simit yedikleri yerdi... ama Ali'yi bulamadı bu sabah burada. O da, elindeki simitleri martılara fırlatmaya başladı. "Ne kadar garip öyle değil mi..." diye bir ses geldi. "Sen bir insanın canına kıy, ama hayvanları bu kadar umursa..."
"Kapa çeneni Mavi," dedi Cemre. "Sana daha önce de söylemiştim. Kimse Cemre olamaz...!"
"Ya ben sadece, senin fikrini merak etmiştim..." diye telefonunu açtı Mavi. "Sosyal medyaya yüklemek için, sence Ali'yle bu fotoğrafımız mı güzel, yoksa bu mavi filtreli olan mı... bence ikincisi güzel, ne de olsa mavi benim rengim..."
Cemre, gördüğü bu fotoğrafa sinirlenmedi. Ali'yi de hiç kıskanmadı. Mavi'ye sakince, "Şimdi de Ali'ye mi sardın..." dedi. "Ama sen alışkınsındır benim eskilerimi giymeye...!"
Mavi, öfkeden barut gibi olmuştu. Kızın arkasından yumruğunu sıkarak, "Bunu ödeyeceksin Cemre..." dedi. "Bunu kesinlikle ödeteceğim sana...!"
*****
Leyla, okulun tiyatro salonuna gelmişti. Hafta sonu kurslarına katılıyordu, çünkü kliniğe yatırılmamasının bedellerinden biri de buydu. Kendine bir hobi edinmek... ama tiyatro ekibinin T'si yoktu ortalıkta. "Bu maç işini fazla abarttılar..." diye çıkmaya hazırlandı, fakat kapıda bazı tıkırtılar vardı. Leyla, "Nihayet gelebildiniz..." dedi.
"Selam Leyloşçum, başkasını mı bekliyordun?" diye soruyordu Mavi.
"Mavi... senin ne işin var burada? Sen de mi tiyatroya merak saldın?"
"Valla' şu ara Ali'den başka hiçbir şeye sarmadım..." dedi Mavi. "Sarsa mıydım başka birine? Senden benim için bir şey yapmanı isteyeceğim."
"Ne?"
"Vur bana."
"Ne, ne saçmalıyorsun sen?"
"Sen değil miydin, 'Ben senden tarafım Mavi, benim Cemre gibi kaybedenlerle işim olmaz,' diyen? Göster bana sadakatini. Ha'di, şöyle bi' saçımı—başımı yol... yüzümü falan morart... boynumu filan sık... göster gücünü."
Leyla, Mavi'nin Cemre'ye iftira atacağını anladı. "Olmaz, Mavi, ben..." dedi. "Bu kadarını yapamam."
"Ne oldu o çılgın kıza, ha?" diye sordu Mavi. "Ne oldu o özgür kıza? Çağrılarla uyuşturucu partileri veren o, cesur kıza? Cesaretini mi kaybettin, ha Leyla? Sen yapamazsan, ben yaparım!" diye kızın elini kaptığı gibi, uzun tırnaklarıyla kendi boynu üzerinde uzun bir çizgi yarattı. Leyla, gözleri fal taşı gibi açılarak, kızın ince boynu üzerinde beliren pespembe, yer yer kırmızı kanın aktığı ize baktı... "Bana saldırdın."
"Ne? Ama bunun doğru olmadığını biliyorsun Mavi!"
"Sence sana mı inanırlar, bana mı? Senin geçmişin kirli değil mi Leyla...? Benimse geçmişimde hiçbir vukuat yok... Seçim senin. Ya bana saldırdığını kabul edersin, ya da bunu Cemrecik yapmış olur... veya şöyle söyleyeyim... ya sen kliniğe gidersin, ya da Cemre disipline defolur gider..."
"Tamam, ne istersen yapacağım," dedi Leyla. "Yeter ki bana klinikten falan bahsetme!"
*****
Berk de, arabasıyla Cemre ile son kez baş başa kaldıkları sahile gidiyordu. Öğle vakitleri olduğu için, Ali'den de hiç ses—seda çıkmadığına göre, Ali'nin her şeyi zamana bıraktığını anladı... Ali, Cemre ve kendisi arasında adı konulamayan bir bağ oluşmaya başladığını düşünmekteyken, Berk yolun kenarında dikilip ağlayan Mavi'yi gördü.
"Mavi!... ne oldu sana?" diye sorarak arabasından indi.
"Hepsi o unutamadığın eski sevgilinin işleri!" diye bağırdı Mavi. Boynunu gösteriyordu. "Bana yaptığına baksana!"
"Bunu sana Cemre mi yaptı?"
"Başka kim olacak! Bak, benim Ali'yle bir 'selfie'm vardı tamam mı, bunu görüp kıskanmış! 'Ali benim arkadaşım,' dediysem de inanmadı, beni kasıtlı ve planlayarak öldürmeye çalıştı!"
"Bak, saçmalama tamam mı... Bu hiç de Cemrelik bir davranış değil..."
"Ya, öyle mi? Neymiş Cemrelik olan davranış?"
Berk, Cemre'nin düşmanlarına asla fiziksel saldırıda bulunmayacağını biliyordu. Onun felsefesi, "Aşk için öldürmeli aşk o zaman aşk"tı. Yani Cemre, âşık olduğu Vefa'yı öldürmüştü, şimdi de Ali'ye saldırsa mantıklı olurdu, ama Mavi... Berk cevap vermese de genç kız, onu istediği kıvama getirdiğini görebiliyordu.
Delikanlı da, Cemre'nin durumunun gerçekten de kötüleştiğini görebiliyordu...
Arabasına dönerken, Ali'nin telefonunu çevirmeye başladı...
*****
Esmer delikanlı, boş stadyumda kendi kendine şutlar çekerek, oyalanıyordu. Stat, bomboştu çünkü hiçbir zaman büyük bir stadyum olmamıştı, o kadar ki, güvenlik kamerası bile noksandı burada.
O nedenle Ali'nin ensesine yediği uçsuz baltanın bir şahidi olmadı.
Cemre, Ali'nin başında bekliyordu. Gözleri, ensesinden akan kanlar üzerinde; baltayı bir süre daha elinde tuttu. Bu, öldürücü darbe değildi, Ali'ye ikinci bir kez daha vurması gerekiyordu. O ölene kadar, son sözlerini söyledi: "Bunu bana nasıl yaparsın... ha? Bunu bize nasıl yaparsın!"
Cemre, baltayı tekrar havaya kaldırdığında, "Yapma..." diye zayıf bir ses geldi. Cemre, yalnız olduğundan emindi ama; korkarak gözlerini ileriye dikti. On üç—on dört yaşlarında, sarışın bir çocuktu...
"Sen de kimsin?" diye sordu.
"Benim kim olduğumu biliyorsun bence..."
Bu oydu, Cemre'nin minik kardeşi Emre'ydi... Yeşil gözleriyle masum masum bakıyordu. "Ama Ali beni aldattı..." diye cevap verdi kardeşine. "Mavi'yle aldattı!"
"Bunun doğru olmadığını biliyorsun abla..."
"Aldatmadıysa da aldatacak! Bu zamana kadar yanlış kişiden şüphelendim, hayatımdaki bütün erkeklere ağzının salyasını akıtanın Hazal olduğunu zannettim ve korkunç bir cinayet işledim! Ama asıl düşman Mavi imiş... şimdi Ali'yi öldüreceğim, ve Ali de Vefa gibi, sonsuza kadar benim olacak... eğer yaşarsa Mavi'nin olur... buna izin veremem..."
"Ama Ali yaşamak isterdi... ben de yaşamak isterdim... Vefa gibi... bizim için artık çok geç... ama Ali'nin hayatını bağışlayabilirsin..."
"Artık çok geç, evet..." diyen Cemre, bir beysbol topuna vuracakmış gibi baltaya eskisinden de sıkı sarıldı. "Ali için de... Kan, kanı çağırıyor... sen, Emre; senden sonra Vefa; Vefa'dan sonra Ali'yle bu üç olacak..."
"Ama sen pişman olduğunu söylemedin mi Ali abiye...?"
"Evet, ama pişmanlık başka, kıskançlık başka!"
"Cemre!" diye bağırdı Emre. Hayır, bu kez Emre değildi; o kendisine Cemre demezdi ki... Cemre, az evvel Emre'nin durduğu yerde Berk'i görebiliyordu...
"Berk yaklaşma!" diye bağırdı Cemre de.
"Cemre sana yardım etmek istiyorum!" Yükselen sesler de tansiyon da Ali'yi ayıltmaya yetmemişti...
"Bana kimse yardım edemez... Ali'yi öldüreceğim. Cebimdeki bıçak da benim için..."
"Cemre saçmalıyorsun şu anda!" Berk, bir adım atmaya çalıştı. "Bunu ona yapamazsın. O'na bir hayat borçlusun..."
"Burası ilk öpüştüğümüz yerdi biliyor musun... burası, aynı zamanda mezarımız olacak..."
"Bir saat vardı..." diyen Berk, son kozunu oynadı. "Vefa'nın akıllı saati... siz o çatıdayken, seslerinizi kaydetmiş... saf kanıt olduğunu bilmeden takıyormuş Ali onu... sonra Ege'ye, 'Katil o saatin içinde,' diye Ali'ye not göndertmişler... Ali, o saati tamir ettirmeye çalışıyordu... Or'dan öğrendi senle Vefa'yı..."
"Yalan söylüyorsun," dedi Cemre. "Madem öyle bir kanıt var ortada, hani, ner'de o saat?"
"Ben yok ettim onu... parçalara ayırdım... seni ben kurtardım Cemre... Ali'nin aklından bile geçmedi böyle bir şey yapmak..."
"Ya kayıtların yedekleri?" Cemre, her zamanki gibi zekice sorular soruyordu.
"Bilemiyorum... var olabilirler de, olmayabilirler de... bak Cemre, ilgilenmen gereken şu ki... Ali'ye asla tam anlamıyla güvenemezsin. Ege'ye de öyle. Aslında hiç kimseye... Ben hariç, herkes senin düşmanın... onların mı yaşamasına izin vereceksin ha? Bırak elindekini ha'di güzelim benim, hepsinden birlikte intikam alalım... bir düşünsene, Ali'yle sen öldükten sonra n'olacak? Diğer herkes sağ kalacak... Ama eğer sen sağ kalırsan, Ali'den de, Ege'den de, Mavi'den de, herkesten de intikamını alırsın..."
"Sen yapacak mısın..." dedi Cemre. "Benim için, Ali'den intikam alacak mısın?"
"Zaten yaptığım o değil miydi?" diye cevap verdi Berk. "Seni ona tercih ettiğimi, o saati parçaladığımda gösterdim ben... Ya, Ali kim ya? Ali Öztürk, Vefa için bana saldıran o aşağı mahallenin delikanlısından başka bir şey değil benim için... Bir anda hayatıma yıldırım gibi düştü. Dediler ki, 'Bu kardeşindir.' N'apacağım, Ali için ölecek miyim? Kardeşimmiş, peh, peki ben kardeşimin bekçisi miyim?!... sense benim çocukluk aşkımsın Cemre... yine de Ali ölsün istemem... yaşasın, ve sürünsünler... Ali, Ege, Mavi, Çağrı, Hazal, Arap, Zeyno... masum geçinen herkes. Gerçek olmayan herkes... bizim gibi olmayan, sahte olan herkes. Çünkü biz gerçeğiz. Kötüyüz, ve kötü olduğumuzu da kabul ediyoruz... Senle ben... 440 hertz bir çiftiz... Doğa'ya aykırı bir çift... Ben öldürmek istemediğin tek erkeğim... aynı zamanda seni aldatmış bir erkek olarak, sana daha evvel de söylediğim gibi, sen halen benim en sevdiklerimin listesinin ikinci sırasında yazılısın... annem, sen ve Hato... Ali'ye yer yok ilk üçte. Sen her daim benim önceliğim oldun, ve öyle kalacaksın... Şimdi sana yalvarıyorum, bırak o sopayı."
Cemre'nin, beysbol sopası tutar gibi tuttuğu baltayı kavrayan, parmakları gevşedi. "Ha'di, 112'yi ara," dedi.
"Biliyordum..." dedi Berk de. "Sen bana geleceksin, dediğimde ciddiye almamıştın, ama bir gün beni seçeceğini biliyordum Cemre..."
*****
Ali'nin damarlarında akan kan da Yağızoğlu fıtratıydı. Ali, kolay kolay ölmezdi. Ambulansın gelişinden bile evvel kendine geldi, kendisine saldıran kişinin kim olduğunu hiçbir zaman anlayamadı. Cemre ise, ilaçlarını toparlıyordu. Berk'in hediye ettiği elbiseyi giymiş, Berceste Hanım'ın saç bandanasını takmıştı. "Berk, beni kurtaracak..." diyordu. "Ali, Mavi'yi seçmiş. Berk, beni kaçıracak, kurtaracak bu hayattan..."
Annesi, zaten Kenan'la Derya'nın eski ilişkilerinin ayyuka çıktığını öğrendiklerinden beri Kenan'ın evinden çıkmıyordu sayılır. Duygu durumunu anlamak mümkün değildi. Kenan'a kızıyordu ama, kanser olduğu için üzülüyordu da... Cemre bavulunu sürükleyerek evden çıktığında, Berk çoktan onu bekliyordu...
"Bu elbise sana, annemin bandanası da saçlarına çok yakışmış Cemre..." dedi hayranlıkla.
"Berk, ikimiz de on sekiz yaşının altındayız..." dedi Cemre. "En fazla ne kadar uzaklaşabileceğiz ki?"
"Ben her şeyi ayarladım. Sahte pasaportlar hazır. Buradan Yunan adalarına akıyoruz. Ondan sonra da, ver elini Avrupa... orada kimse bizi bulamayacak, herkesi ve her şeyi geride bırakacağız... kanser olan babamı bile... atla ha'di."
Cemre, dediğini yaparken, "Arabanın üstünü neden kapatmıyorsun Berk?" diye sordu.
"Sen böyle daha çok seviyorsun da ondan... unutmadım Cemre," dedi Berk.
"Ama kaçmıyor muyuz? Görülmememiz lazım... neyse, açık kalsın madem."
Berk gaza bastı.
Araba bir süre ilerledikten sonra, radyoda güzel bir müzik çalmaya başladı. Cemre, "Kim söylüyor bu şarkıyı?" diye sordu Berk'e.
"Air diye birileri..."
Cemre, kolunu açık camdan uzatarak, havada parmaklarıyla müziğe hayali bir ritim tuttururken, "Bir itirafta bulunayım mı..." dedi.
"Dinliyorum?"
"Ali'yle son bir kez yüzleşemeyeceğim ya... içimde ukde kaldı..."
"Benim de merak ettiğim bir soru var..." dedi Berk. "Şimdi sen bu Vefa'yı seviyordun... öldürdün... Ali'yi de seviyorsun... onu öldürür müydün gerçekten?"
"Evet," dedi Cemre, "Bu senin anlayamayacağın bir his. 'Herkes öldürür sevdiğini,' şimdilerde moda bir alıntı, ama herkes benim kadar ciddi anlamlar yüklemiyor bu cümleye..."
"Öyleyse benim işim kolay..." dedi Berk. "Beni aşkla sevmediğine göre, öldürmeyi düşünmezsin, diye düşünüyorum..."
"'Doğru düşünüyorsun,' diyorum..."
"Peki, ya intikam? Veya kıskançlık. Bu iki duygu, seni birine zarar vermeye itebilir mi Cemre?"
Cemre cevap vermeden, başındaki bandanayı çözerek, biraz da onu sallandırdı rüzgârda. Berk'in kendisini karakola getirdiğini de fark edememişti. Karakol Berk'in tarafında kalıyordu. Hem bu, Ali'nin artık pijama ve terliklerle bile girebildiği kadar yüzlerinin aşina olduğu karakoldan farklıydı, Cemre'nin bunu fark etmesi riskini alamazdı Berk.
Genç kız, kendisini bekleyen kadın polis memurlarını görünce, Berk'in yüzüne döndürdü gözlerini ama, Berk kendisine henüz en büyük ihanetini etmemişti. Bileğindeki akıllı saati çözdü, ona bakarak, "Birincisini ben parçalamıştım..." dedi. "İkincisinde kaydı almak da, bana düşerdi."
"Hani bana asla zarar vermezdin?" dedi Cemre.
"Ben iyi biri olmaya çalışıyorum Cemre..."
"Hayır, sen... sadece muhtaç haldeki kızlara yardım etmeye çalışıyorsun. Ondan sonra da onları yarı—yolda bırakıyorsun böyle..."
Cemre'nin görüş açısına biri daha girmişti. Gözleri Ali'yle çarpışınca, fazla direnmedi. Kendisi uzattı bileklerini ve, kelepçeler ona takılırken, Berceste'nin bandanası kayarak düştü ellerinden.
Polisler, Cemre'yi karakolun kapısına götürürken, Ali de yaklaşıp bandanayı aldı. "Bir dakika..." diye seslendi memurlara, "Müsaade edebilir misiniz bize?"
Kadın polis memurları, bir süre çıktılar Cemre'nin kollarından. Ali önce Cemre'nin bir kâkülünü kulağından arkaya attı, sonra bandanayı düzgünce yerleştirdi saçlarına. "Bir suçlunun, kalplerde tamamen affedilmesi için, gereken üç şey vardır," dedi Cemre'ye. "Birincisi, pişman olması... Senin bunu yeterince yaptığını düşünmüyorum. İkincisi, teslim olması, ki bunu da Berk'in zoruyla yapıyorsun. Ve üçüncüsü, cezasını çekmesi... Cezanı artık kabullenmelisin Cemre, kabullenmelisin ki; biz de seni aramıza kabul edebilmek için hazırlayalım kendimizi..."
Cemre'nin, Ali'ye Mavi konusunda ufacık bir şüphesi vardıysa da geçmişti artık.
Kadın polis memurlarına tek tek bakarak, kollarına girmelerini işaret etti gözleriyle.
Cemre'nin ardından, Berk Ali'ye yaklaştı. "Nasılsın?"
"Biraz başım ağrıyor..."
"Benim de..."
"Öyle değil, kafamın burası ağrıyor..." diye ensesini gösterdi Ali. "Sanırım bulaştığım serseriler, beni stadyumda buldu ve enseme yedirdi sopayı..."
"Evet, her'alde o serserilerdir..." dedi Berk ve, elini Ali'nin ensesine atarak orayı biraz okşadı. "Başka düşmanın yok ki?"
"Evet, yok."
Berk, böylece Ali'ye sarıldı. Bu kez herhangi bir ihanet olmadan, herhangi bir blöf olmadan, hesapsız, kitapsız...
"Bitti kardeşim..." dedi Berk. "Her şey geçti..."
19. BÖLÜMÜN SONU
Biyere kaçmayın, gece yarısı Adanmışı konuşucazzzz
2 notes · View notes
edebiyatiturk · 21 hours
Text
babayla ilgili şiir
Babayla İlgili Şiirler Baba, hayatımızın en önemli figürlerinden biridir. Sevgisi, fedakarlığı ve güçlü duruşu, birçok insanın yaşamında derin izler bırakır. Bu yazıda, babayla ilgili şiirlerin duygusal derinliğini, baba-evlat ilişkisini ve bu özel bağın önemini inceleyeceğiz. Özellikle babaların hayatımızdaki yerini, onlara olan sevgimizi ifade etmenin yollarını ve şiirlerin bu anlamda nasıl bir…
0 notes
nolurbuseslersussun · 2 months
Text
Babacım özür dilerim
Ergenliğim ve sonrasında seninle çok zıt düştük benim yaşam anlayışım ve senin beni koruma isteğin sürekli çatıştı. Hala benim için çizdiğin yolda zorlanıyorum sana kızıyorum ama sana kızdığım için çok üzülüyorum. Küçüklüğümden beri beni her zaman seven sen oldun geçmişte hatırladığım ailemden gelen tek sevgi senin bana olan sevgindi ama ben bunu çoğu zaman görmezden geldim. Farklı bi yapın var çocukların ve eşin seni çözemiyor belki de çoğu zaman sevgini hissetmiyorlar hepimiz kendi duygularımıza hayatımıza o kadar kaptırdık ki kendimizi senin de bi çocuk olduğunu zorluklarla büyüdüğünü hep göz ardı ettik. Ben şuan 22 yaşımdayım ve ailemden ayrı olduğum için çok üzülüyorum sen 10lu yaşlarında çıktın aile evinden neler yaşadın hiç bilmiyorum mesela o kadar küçükken tek başına ayakta kalmak nasıl bi şeydi bunları hiç düşünmedim ayrı kaldığım için ağlayıp üzüldüğümde burada yaşayıp çalışmak istemediğimde kızıyorsun bana diğer çocuklar nasıl yapıyor diye belki de bahsettiğin diğer çocuk sensin baba. Anneni kaybettiğinde daha 30 yaşındaydın ne kadar küçükmüşsün aslında kimse dönüp nasıl hissettin diye sormamıştır mesela. Hepimiz annemize benzemek istediğimizi söylediğimizde annemize olan sevgimizi gösterdiğimizde hiç üzüldün mü acaba? Biz her yaşadığımıza bi bahane bulup seni suçlarken neden senin yaşadıklarını düşünmedik hiçbir zaman? Özür dilerim baba çok özür dilerim. Bir ailen yokken bize babalık yapmaya çalıştığın için çok teşekkür ederim dilin sivri de olsa yaptıkların bizi kırsa bile içinde bizim için çabalamak olduğu için çok teşekkür ederim. Seni çok seviyorum kavga da etsek anlaşamasak da şuan katlanamadığım şeylere önayak olsan da seni seviyorum. Daha iyi bir baba olabilirdin ama biz de bi o kadar iyi bir evlat olabilirdik. Çok karmaşık şeyler hissediyorum sana karşı yaşadıklarına canım çıkana kadar ağlamak istiyorum bi yandan da kızmak istiyorum bir gün eğer bu yazdıklarımı okuyup anneme yazdıklarımdan onu daha çok sevdiğimi ya da daha çok değer verdiğimi düşünebilirsin ama ben hala 15 yaşımda annem ablalarıma battaniye örtüp beni es geçtiğinde sonradan gelip bana battaniye örtmenin sevgisi ile yaşıyorum seninle büyümemi hatırlıyorum bi noktada koptuk biliyorum senin kadar ben de suçluyum evet ama ne yaşarsak yaşayalım küçük bana o kadar sevdirmişsin ki kendini ne kadar kavga edersek edelim ben her gece yastığa başımı koyduğumda seni ne kadar sevdiğimi hatırlıyorum kalbime çok güzel işlemişsin kendini. Seni seviyorum baba seni çok seviyorum iyi ki benim babamsın
0 notes
pazaryerigundem · 4 months
Text
Malatya'da şehitleri anma programı
https://pazaryerigundem.com/haber/171392/malatyada-sehitleri-anma-programi/
Malatya'da şehitleri anma programı
Tumblr media
Malatya Kent Konseyi Kadın Meclisi tarafından her yıl geleneksel hale getirilen ‘Şehitleri Anma Hatim ve Dua’ programı yapıldı.
MALATYA (İGFA) – Malatya Büyükşehir Belediyesi Sanat Merkezi Konferans Salonu’nda gerçekleşen ‘Şehitleri Anma Hatim ve Dua’ programına Malatya Valisi Ersin Yazıcı’nın eşi Hanife Yazıcı, Malatya Büyükşehir Belediyesi Sami Er’in eşi Sevgi Er, Garnizon Komutanı Tümg. Tuncay Altuğ’un eşi Ayşe Altuğ, İl Jandarma Komutanı Albay Ercan Altın’ın eşi Mukaddes Altın, İl Emniyet Müdürü Arif Çankal’ın eşi Feray Çankal, Orman İşletme Müdürü Osman Kayalar’ın eşi Filiz Kayalar, Malatya Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı Saliha Bulut, Kent Konseyi Kadın Meclisi üyeleri, Sivil Toplum Kuruluşlarının  kadın temsilcileri katıldı.  
Programda Malatya İl Müftülüğünde görevli Vaize Gülsüm Dilek, Ümmügülsüm Bayraktar konuşmacı olarak katılırken, Malatya Kent Konseyi Şairler ve Yazarlar Grubu Temsilcisi Şair Nilüfer Zontul Aktaş ve Şair Tuğba Tülin Durdu ise şehitlik üzerine şiirler okudu.
Programın açılış konuşmasını gerçekleştiren Malatya Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı Saliha Bulut, “Bugüne kadar yapmış olduğumuz çalışmaların haklı olarak gururunu yaşıyoruz. Yapmış olduğumuz çalışmalarda devamlılığa önem veriyoruz” ifadelerine yer verdi.
Tumblr media
TÜM ŞEHİTLERİMİZE RAHMET DİLİYORUZ
Bulut “Her yıl Şehitlerimizi Anma Hatim ve Dua programı gerçekleştiriyoruz. Bizler vatan topraklarını beklerken şehit düşen can veren ismini bilmediğimiz bir mezarı bile olmayan isimli isimsiz kahramanlarımıza, depremde can veren deprem şehitlerimize, Filistin’de zulüm altında 7 aydır insanlık dışı muameleye maruz kalıp şehit düşenlere, Doğu Türkistan, Arakan ve dünyanın neresinde olursa olsun tüm şehitlerimize rahmet diliyoruz” dedi.  
ŞEHİTLERİMİZİN FEDAKÂRLIKLARI BİZLERE İLHAM KAYNAĞI OLMAKTADIR
Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Sami Er’in eşi Sevgi Er, “Vatanımızın bekası için canlarını feda eden kahraman şehitlerimiz anmak için buradayız. Tarih boyunca milletler üzerinde yaşadıkları vatan toprağı uğruna kanlarını dökerek kahramanlık destanları yazmışlardır. Milletimizde bu şanlı geleceğin bir parçası olarak bu toprakları bizlere yurt yapmak ve yurdunu korumak için canlarını feda eden çok sayıda evlat yetiştirmişlerdir. Şair Mithat Cemal Kuntay’ın hepimizin hafızalarımıza kazılan şu dizeleri vatan sevgisini ve şehitlerimizin fedakârlıklarını en güzel şekilde anlatmaktadır; “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer üstünde olan varsa vatandır” Vatan toprağı sadece üzerinde yaşadığımız bir coğrafi alan değildir aynı zamanda ecdadımızın miras bıraktığı değerlerin kültürün ve milli kimliğin beşiğidir. Vatan toprağı uğruna can veren şehitlerimiz bu değerleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak için canlarını feda etmişlerdir. Şehitlerimizin fedakârlıkları bizlere ilham kaynağı olmaktadır. ‘Vatan sevgisi imandandır’ Hadisi Şerif-i vatan sevgisinin sadece bir duygu değil aynı zamanda imanın bir göstergesi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü topraklar özgürlüğümüzün bağımsızlığımızın ve kimliğimizin simgesidir. Anadolu’yu vatan yapan zaferler, kurtuluş savaşına kadar ecdadımızın her alanda verdiği mücadele bu topraklar uğruna gösterdiği fedakârlıkların en somut göstergesidir. Bugünse milletimizin huzurunu bozmak isteyen terör saldırılarına karşı gösterilen kararlı mücadele ve 15 Temmuz gecesi hain darbeye karşı verilen destansı direniş bu sevginin asla sönmeyeceğini ve her zaman diri kalacağını bir kez daha hepimize göstermiştir. Şehitlerimiz bu vatan sevgisinin en yüce örneğini gösteren kahramanlardır. Onlar canlarını hiçe sayarak vatanımızın bağımsızlığı ve bekası için canlarını feda etmişlerdir. Anadolu’nun bağrında filizlenen vatan sevgisi bu topraklarda yaşayan her bir bireyin kalbinde bir güneş gibi parıldamaktadır. Bu güneşin ışığıyla aydınlanan milletimiz her alanda mücadeleye devam ederek vatanın ve bayrağın sonsuza dek korumayı başaracaktır. Filistinli kardeşlerimizde vatanlarını korumak için yıllardır mücadele etmekte ve İsrail’in zulmü ve işgali karşısında asla pes etmemişler ve mücadeleye devam ederek vatanlarını korumuşlardır. Rabbimden şehitlerimize rahmet, gazilerimize şifa ve esenlik milletimize de birlik dirlik ve beraberlik niyaz ediyorum. Vatanları uğruna on yıllarca direnen Filistinli kardeşlerimizin de bir an önce topraklarında huzur ve güven içinde yaşamları için dua ediyorum. Tüm şühedaların ruhları şad olsun” dedi. 
Konuşmaların ardında şehitler için hatim ve dualar edildi. Malatya Kent Konseyi Şairler ve Yazarlar Çalışma Grubu Temsilcisi Şair Nilüfer Aktaş Zontul ve Şair Tuğba Tülin Durdu’nun okumuş olduğu şiirler ile program son buldu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
ateshboceyi · 9 months
Text
Sahi aile ne demekti?!.. Aile kendini iyi hissettiğin yer değil miydi?! Aile her ne olursa olsun sığındığın insanlar değil miydi?! Gerçekten, ben bunları bilmiyorum mesela, aile neydi ki?? Aile her koşulda seni koruyup kollayan insanlar değil miydi?! Her ne olursa olsun korktuğun değil, güvendiğin sığındığın yerdi aile.. Oysa ben en çok ailemden korktum hep.. Mesela anne sevgisi, baba sevgisi neydi?! Ağladığında başını okşayan eller değil miydi?! Yoksa sana nefret dolu gözlerle bakan insanlar mıydı?! Anneye sarılmak ne demekti? Başı sıkıştığında insan "aileme anlatırsam onlar çözer, onlar yardım eder" demez miydi?! Yoksa korkup kendine çekilmek miydi?! Her zaman, herşeyi kendi başına çözmek miydi?! Gitgide yalnızlaşmak mıydı?! Sonra her gün daha da iyiliğini istercesine evladının hayatını mahvetmek miydi? Evlat olmak...Sahi neydi evlat olmak?! Evlat sevilmez miydi?! Evlat olmasa bile bir insanın hayatı mahvedilir miydi?! Sahi... Aile ne demekti?!..
1 note · View note
shininglikeskies · 10 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Rüyamda kedimle konuştum. Beni ne kadar sevdiğini söyledi. Onu ihmal ediyorlarken (gerçekten böyle bir şey yaşanmadı) "Sema nerede?" diye düşünmüş. Ona su verdim. Tüyleri çok kurumuştu susuzluktan. Kafasını suyun içine daldırarak içti hatta. Onu çok seviyorum. İlk çocuğum bu dünyadaki. Hiçbir şeyi o kadar sevdiğimi sanmıyorum o zamana kadar. Sevgiler birbirine benzemez zaten ama evlat sevgisi gibi bir şeydi işte.
0 notes