sokaklarda dolaşıyor, bir sinemaya giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, bir kafeye giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, trenlere bakıyorsun; sokaklarda dolaşıyor, daha yeni izlediğin bir filme benzeyen başka bir filmi gördüğün bir sinemaya giriyorsun, dışarı çıkıyor; fazla ışıklandırılmış sokaklarda dolaşıyorsun. odana geri dönüyor, üzerindekileri çıkarıyorsun. çarşafların arasına giriyor, ışığı söndürüyor, gözlerini kapatıyorsun. i̇şte çabucak soyunan hayali kadınların etrafında toplanma vakti. daha önce yüz kez okuduğun kitapları tekrar okuyup bıkma vaktin. gözüne uyku girmeden bir sağa bir sola dönme vaktin geldi. gözlerini karanlıkta fal taşı gibi açıp bir küllük, bir kibrit kutusu, son bir sigara bulabilmek için döşeğinin bacağını elinle yoklayıp üzerine yapışan mutsuzluğunu sakince ölçüp biçme vaktin geldi. gece uyanıyorsun. sokaklarda geziniyorsun, gidip bar taburelerine oturuyor ve kapanana kadar, saatlerce önünde bir bardak birayla ya da koyu kahveyle ya da bir kadeh kırmızı şarapla orada duruyorsun. yalnız ve ipsiz sapsızsın. ıssız caddelerde yürüyor, bodur ağaçların, boyası dökülen duvarların, karanlık sundurmaların yanından geçiyorsun. şehrin sonsuz çirkinliğinde kayboluyorsun. tek görebildiğin yıllar önce kuruyan çeşmeler, viran olmuş kiliseler, bitap düşmüş yarım kalan inşaatlar, solgun duvarlar, parmaklıkları seni hapseden parklar, kanalizasyon ağızlarında oluşan bataklıklar, fabrikaların devasa kapıları. meydanlarda ya da bulvarlarda sabırsız kalabalıklar, gözlerini cennete doğru çeviriyor.
mutsuzluk, üzerine çökmedi. neredeyse usulca sokuldu sana. titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni eline geçirdi. bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı. tuzak, bazen neredeyse seni neşelendiren, kibirlendiren, coşturan o duyguydu; tek ihtiyacının şehir, taşları ve sokakları, seni sürükleyen kalabalıklar olduğunu zannediyordun. tek ihtiyacının mahalle sinemanızda önden bir koltuk olduğunu, sadece odana, o barınağa, o kafese ihtiyacın olduğunu sanıyordun. elli iki kağıdı bir kez daha dağıtıyorsun döşeğinin üzerinde. güçlerin terk etti seni. tuzak: anlaşılmaz olmanın, dış dünyaya bir şey sunmamanın, her şeyi algılayan ama hafızasında tutmayan, yalnızca önüne bakan iki gözle erişilemez şekilde sürüklenmenin tehlikeli illüzyonu. bir şey hatırlamayan, bir şeyden korkmayan. ama çıkış yok, mucize yok, gerçekler yok. ayırıyorsun asları elli iki kağıdın içinden. aynı hareketleri, hiçbir yere varmayan aynı yolculukları kaç kere tekrarladın? fakirhanenden, budala sabrından, yanlışa mahal vermeden seni her seferinde en başa döndüren binbir dolambaçlı yoldan başka sığınacak yerin kalmadı. parktan müzeye, kafeden sinemaya, denizin doldurulan kısmından bahçeye; istasyonların bekleme salonları, büyük otellerin lobileri, süpermarketler, kitapçılar, metronun koridorları, ağaçlar, taşlar, su, bulutlar, kum, kiremit, ışık, rüzgar, yağmur: aslolan yalnızlık: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok. yaptığın her şey boşu boşuna. aradığın hiçbir şey gerçek değil. tek var olan yalnızlık, her karşına çıkışında kendinle yüzleşiyorsun. konuşmayı kestin ve sadece sessizlik cevap verdi sana. ama o kelimeleri, boğazına dizilen o binlerce, o milyonlarca kelimeyi, boş lafları, sevinç göz yaşlarını, aşk fısıltılarını, aptalca gülüşmeleri bir daha nereden bulacaksın? artık sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. ama en sessiz sen değil miydin zaten?
canavarlar girdi hayatına. fareler, türdeşlerin, biraderlerin. onlarca, yüzlerce, binlerce canavar. bilinçaltından gelen işaretlerle, şüphe çeken gidişlerinden, sessizliklerinden, seninkiyle karşılaşınca başka yere çevrilen kurnaz, çekingen, korkak gözlerinden tanıyorsun onları. iğrenç odalarının tavan arası pencerelerinde gece yarısı olmasına rağmen ışık yanıyor. ayak sesleri yankılanıyor. ama yaşı olmayan bu yüzlerin, bu kırılgan ve çelimsiz çehrelerin, bu kambur, gri sırtlıların sana ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyor, gölgelerini takip ediyor, gölgeleri oluyor, saklandıkları o küçük deliklere gidiyorsun; sığınakların, mabetlerin onlarınkilerle aynı: dezenfektan kokulu mahalle sinemaları, meydanlar, müzeler, kafeler, istasyonlar, metro, sebze-meyve halleri, senin gibi parkların banklarında oturup kumun üzerine aynı bozuk çemberi bir çizip bir silen umutsuz yığınlar, çöp kutularındaki gazetelerin okurları. çemberleri aynı seninki gibi beyhude, aynı seninki gibi ağır. metrodaki haritaların önünde senin gibi duraklıyorlar. senin gibi çöreklerini yiyorlar nehrin kenarındaki banklarda. yerinden edilenler, dışlananlar, sürgün yiyenler, yürürken duvarlara sürtünüyor, gözleri önlerine bakıyor ve omuzları düşüyor. savaşta kaybedenlerin, topu dikenlerin, bezgin hareketleriyle duvar cephelerine tutunuyorlar. onları takip ediyor, izliyor, onlardan nefret ediyorsun.
tavan arasındaki canavarlar, kokuşmuş pazar yerlerinde terlikleriyle sürtüne sürtüne yürüyen canavarlar, ölü balık gözlü canavarlar, robot gibi yürüyen canavarlar, boş boş konuşan canavarlar, onlarla omuz omuzasın, birlikte yürüyorsun, aralarından kendine bir yol buluyorsun: uyurgezerler, yaşlılar, berelerini kulaklarına kadar indiren sağır ve dilsizler, ayyaşlar, boğazlarını temizleyip kasılmalarını kontrol etmeye çalışan bunaklar, büyük şehirde kaybolan köylüler, dullar, sinsiler, eski topraklar sana geldiler. kolundan tuttular seni. kendi şehrinde kaybolmuş bir yabancı olduğun için sadece diğer yabancılarla görüşebilirmişsin gibi. yalnız olduğun için, üzerine gelen diğer yalnızları takip etmeliymişsin gibi. o hiç konuşmayanlar, kendi kendine konuşanlar, yaşlı kaçıklar, ayyaşlar, sürgün yiyenler. ceketinin etekleri yapışıyor, nefeslerini yüzüne veriyorlar. o güzel gülümsemeleriyle, ellerindeki kitapçıklarıyla, bayraklarıyla sana yanaşıyorlar.
büyük davaların zavallı savaşçıları, arkadaşları için para toplayan hüzünlü şarkıcılar, tabak altlığı satan sömürülmüş yetimler, hayvanları koruyan sıska dullar, sana yaklaşanlar, seni alıkoyanlar, sana pençesini geçirenler, o iyi niyetli gerçeklerini gözüne sokanlar, ebedi sorularını, hayır işlerini, kendi bildiklerini yüzüne tüküren herkes, taşıdıkları pankartlarla dünyayı kurtaracak olan imanlı insanlar, soluk benizliler, yakası yıpranmışlar, sana hayatını anlatan, hapishanede, tımarhanede, hastanede geçen günlerini anlatan kekemeler, hecelemeyi bir düzene oturtmaya çalışan eski öğretmenler, stratejistler, su falcıları, üfürükçüler, aydınlananlar, takıntılarıyla yaşayan herkes, kaybedenler, yorgun düşenler, barmenlerin dalga geçmek için sonuna kadar doldurduğu kadehlerini dudaklarına götüremeyen zararsız canavarlar, ve onlardan da beter olanlar, kendini beğenmişler, çok bilmişler, benciller, bildiğini sananlar, şişmanlar ve hep genç kalanlar, sütçüler ve süslü püslüler, sefahat düşkünü alemciler, kokuşmuş zenginler, aptal piç kuruları.
haklılıklarından aldıkları güçle senden açıklama bekleyen, tanıklık etmeni isteyenler, geniş aileli, çocukları ve köpekleri de canavar olan canavar aileleri, trafik ışıklarında sıkışan binlerce canavar, bıyıklı, yelekli, askılı canavarlar, berbat anıtların önünde dağılan bir otobüs dolusu canavar, pazar kıyafetlerini giyen canavarlar, canavar kalabalık. başıboş dolaşıyorsun ama kalabalık sürüklemiyor. gece korumuyor artık seni. hâlâ ileri doğru, yorulmadan, ölümsüz olarak yürüyorsun. arıyor, bekliyorsun. fosilleşmiş şehirde dolaşıyor, yenilenmiş bina cephelerinin el değmemiş beyaz taşları, put gibi duran çöp tenekeleri, bir zamanlar kapıcıların oturduğu boş koltuklar: hayalet şehirde dolaşıyorsun, bitap düşmüş apartmanların terk edilmiş iskeleleri, sis ve yağmurda sürüklenen köprüler, kokuşmuş, çirkin, itici şehir, mutsuz şehir, mutsuz sokaklardaki mutsuz ışıklar, mutsuz müzikhollerdeki mutsuz palyaçolar, mutsuz sinemaların önündeki mutsuz kuyruklar, mutsuz mağazalardaki mutsuz mobilyalar, karanlık istasyonlar, kışlalar, ambarlar, sahil boyunca sıralanan kasvetli barlar, gürültülü ya da terk edilmiş şehir, solgun ya da isterik şehir, virane, harap, kirli şehir, engellerle, demir parmaklıklarla, çitlerle çevrili şehir, toplu mezarların şehri, kokuşmuş sebze halleri, şehrin göbeğindeki varoş mahallesi, polisler ortaya çıktığında bulvarların dayanılmazlaşan korkunçluğu.
hücresindeki bir mahkum, bir deli gibi, labirentinden çıkış yolu arayan bir fare gibi şehir boyunca yürüyorsun. açlıktan kırılan bir adam gibi, adresi olmayan bir mektubu ileten bir postacı gibi artık kaçacak yerin kalmadı. korkuyorsun. her şeyin durmasını bekliyorsun; yağmurun, zamanın, trafiğin, hayatın, insanların, dünyanın, her şeyin çökmesini bekliyorsun; duvarların, kulelerin, zeminin ve tavanın, erkekler ve kadınların, yaşlılar ve çocukların, köpeklerin, atların, kuşların, felç geçirip, vebaya yakalanıp yıkılmalarını; mermerin param parça olmasını, odunun toz haline gelmesini, evlerin çıt çıkarmadan yıkılmasını, tufan gibi yağmurların, tabloların boyasını dökmesini, yüz yıllık gardıropların ahşap bölmelerinden ayrılmasını, kumaşların paramparça olmasını, gazetelerin mürekkebinin akmasını, alev alev yanan ateşin merdivenleri kül etmesini, sokakların ortadan ikiye ayrılarak kanalizasyonlardan oluşan labirenti ortaya çıkarmasını, sis ve pusun şehri ele geçirmesini bekliyorsun.
ölmedin, daha bilgili birisi de olmadın. gözlerin, güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalmadı. yeteneksiz, iki yaşlı aktör, seni almaya gelmediler. sana sıkı sıkı sarılıp diğer hepsine diz çöktürmeden birisini yıkamayacakları bir üçlü oluşturmadılar seninle. merhametli yanardağlar sana dikkat etmedi. annen yeni elbiselerini katlamadı. deneyimin gerçekliğiyle milyonuncu kez karşılaşıp ırkının yaratılmamış bilincini dövmeyeceksin ruhunun örsünde. ne büyüklerinin, ne de eski ustaların bir faydası dokunmayacak sana. yalnızlığın sana bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın sana bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin: yalnızdın ve dünyayla arandaki tüm köprüleri yıkmak istiyordun. ama sen öyle önemsiz bir noktayken dünya o kadar uzun bir sözcük ki: binaların, vitrinlerin, parkların ve rıhtımların önünde kilometrelerce yürümekten başka bir şey yapmadın. kayıtsızlık beyhude. i̇nkarın beyhude. tarafsızlığının bir anlamı yok. sadece oradan geçtiğini, caddede yürüdüğünü, şehirde turladığını, kalabalıkları takip ettiğini, gölgelerin ve çatlakların oyunlarına daldığını sanıyorsun. ama hiçbir şey olmadı: ne bir mucize ne de bir patlama.
her geçen gün, sabrın giderek tükendi. zamanın durması gerekiyordu ancak kimse zamanla mücadele edecek cesareti bulamadı. hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin: ama musluktan tahmin edilebilir şekilde damlayan su, saatleri, dakikaları, günleri ve mevsimleri hesaplamayı asla bırakmadılar. uzun süre kendine mabetler kurup, yıktın: düzen ya da eylemsizlik, sürüklenme ya da uyuma, gece devriyeleri, tarafsız anlar, gölge ve ışığın kaçışı. kendini kandırmayı, kendini uyuşturmayı bir süre daha devam ettirebilirdin. ama oyun bitti. dünya yerinden oynamadı ve sen de değişmedin. kayıtsızlık, kayda değer bir değişiklik yaratmadı sende. ölü değilsin. deli değilsin. üzerinde dolaşan bir musibet yok. seni bekleyen hiçbir bela yok. tepende uçan, kem gözlü bir karga yok. sabah, öğlen ve akşam karaciğerine yumulmak gibi hazmı güç bir görev, hiçbir akbabaya verilmedi. kimse suçlamıyor seni, bir suç da işlemedin zaten. her şeyi izleyen zaman, sana rağmen çözümünü sundu. cevapları bilen zaman, akmaya devam etti. yine böyle bir gün, biraz daha geç, biraz daha erken, her şey en baştan başlıyor, her şey en baştan başlıyor ve devam ediyor.
hayal gören bir adam gibi konuşmayı kes. bak! onlara bak. nehir kenarındaki, rıhtım boyundaki, yağmurda ıslanan kaldırımlardaki binlerce ve binlerce sessiz nöbetçi, okyanus hayallerine dalarak deniz serpintisini, setleri aşan dalgaları, deniz kuşlarının tiz çığlıklarını bekliyor fani insanlar. dünyanın isimsiz kahramanı değilsin sen, tarihin, üzerinde hükmünü yitirdiği kişi, yağmurun yağışını artık hissetmeyen, gecenin gelişini göremeyen adam değilsin. ulaşılmaz, saydam, şeffaf değilsin artık.
korkuyorsun.
bekliyorsun.
yağmurun dinmesini bekliyorsun.
210 notes
·
View notes
Müsliman Büyüsü
Müsliman Büyüsü
Müsliman Büyüsü
Müsliman büyü – net bir açıklaması olmayan terimdir. Uzmanlar bunu farklı şekilde yorumluyorlar, bazıları bu büyünün tekçe muslimanların kullanabileceğini söylüyorlar , bazıları bu tür kuttörenler bu dine mansup kişileri büyülemek için kullanıldığını söylüyorlar , bazıları bunun çok sade tören olduğunu , diğerlerinden farkı sadece fala bakan kişinin özel hareketlerle yapıldığını söylüyorlar. Bu yüzden daha doğru anlamak için, her bir fikri ayrı ayrılıkta araştırmak gerekir.
Bir sözle, büyü hiçbir dinle bağlı değildir. Hristiyanlık , islam, yahudilik, budizm – hiçbir dinde büyü ayinleriyle ilgili birşey söylenmiyordur. Büyüleme bilgileri insanların kendilerinde vardır, ama dinlerinde değil.
Kişinin yaşadığı mühit onun büyüde hangi kuttörenler kullandıgını ifade etmektedir. Eğer bu düşünceye inanılırsa bu zaman müsliman büyüsünün var olduğu ama islam diniyle alakası olmadığı farz edilir, ve tabikide böyle şeyler Kurani Kerimde bulunmaz.
Müsliman büyüsünü tekçe bu dine mansup kişiler yapabilirler, çünkü bu kişiler özel şartlarda doğulup büyümüşler ve kendi geleneklerine ait büyü yapma hakkına sahipler. Bununla müslimanı kenar lanet ve büyülerden hiç birşey korumuyor, İslam dininne inan birini her türlü büyülerle büyülemek mümkündür.
Bazı uzmanlara göre ayin seçildiği zaman kişinin dinine değil, onun kültürel geleneklerine dikkat edilmesi gerekir, misal olarak, dünyada müslimanlar çoktuk, onların içinde araplar, asiyalılar, hindular, avrupalılar ve diğer halklar vardır. Kişinin milliyetine göre yapılacak büyüler mevcüttur.
Müsliman Büyüsü - ARAPLARA BÜYÜ YAPMAK
Eğer arap birini büyülemek istiyorsanız, herhangi bir büyü kullanabilirsiniz, ya da araplara özel yapılan kuttören yapılabilir. Demek , bunun yapılması için gerekenler: Ökseotu meyveleri, biberiye ve birazda kurutulmuş peygamberçiçeği. Bundan başka sevdiğiniz kişinin fotoğrafı gerekir.
Bunun için kendi resminizi sevdiğiniz kişinin resmine dikin. Resimleri yüz tarafını üst-üste koyulup, kenarından dikilir, yüz kısımları zarar görmemesi dikkat edilir.
Bundan sonra tüm gerekli bitkiler karıştırılır, 3 kelimeden oluşan büyü okunarak toz haline getirilir:
‹‹ tamare koşaten inhoma ››
Sonra toz hale gelmiş bitkiler yakılır ve tamamen yanmasına dikkat edilir. Kül alınarak dikilmiş resmin üzerine dökülür ve o da yakılır. Resimler yayan sırada söylenmiş olan 3 kelime tekrarlanır.
Kalan tüm kül toplanılır ve sevdiğiniz kişinin yemeğine katılır. Eğer yemeğine katması mümkün degilse, onu kıyafetlerine, evine ve ya arabasına dökebilirsiniz.
ASİYALIYA BÜYÜ YAPMAK.
Asyalı erkeği kendine bağlayacak bir sıra ayinler mevcuttur. Asya'da eskiden insanlar sevginin kalpte değil karaciğerde doğduğunu düşünüyorlardı. Bunu ayin zamanı hatırlamak gerekir. Hayvanın ve ya kuşun karaciğerini kuttören zamanı kullanan Asyalı kadınlar vardır.
Bu ayinlerden birinde, kuru karaciğere büyü okunması gerekir:
Köpekler nasıl ki, ciğer severler , sende( kişinin ismi) beni öyle seveceksin. Köpekler ciğeri yedikleri gibi, sende bana gelecek ve sonsuza dek benimle kalacaksın
Bundan sonra ciğerleri sahipsiz köpeklere yedirmek gerekir.
Hindiye Yapılan Müsliman Büyü
Hindistan- güzel ve benzersiz gelenekleriyle gizemli ülkedir. Burada kendilerinin büyü ayınleri vardır ki, bunun için pirinç kullanıyorlar. Çoğu zaman olgunlaşmamış pirince özel büyüler okuyorlar ve onu sevdikleri kişinin yemeklerinde kullanıyorlar.
Hind kadınları emindirler ki, erkeğin kalbine giden yol mideden geçer, onun içinde yemekler lezzetli olmalıdır. Erkeği kendine bağlamak için sadece büyünün sözlerini bilmek yeterli değil, aynı zamanda büyülenmiş pirinçle lezzetli yemek yapmak gerekir.
MÜSLİMANLAR İÇİN BÜYÜ- DOĞU CAZİBELİ SADE BÜYÜ
Geniş yayılmış fikirlere göre bu büyüler diğer kültürlerin yapılma geleneğinden farkı yoktur. Araplara göre, dininden asılı olmayarak tüm fal bakmak isteyenlere iyi geliyor.
Gerçek aşk için yapılan en geniş yayılmış büyüdür. Bunun böyle adlandırılmasının sebebi gerçekten seven kişi tarafından yapıldığı içindir.
Büyü yapmaya başlamadan 2 gün önce oruç tutulması gerekir. Bu dönemde yalnız meyve ve yeşilliklerle gıdalanmak gerekmektedir. Sonra evin tüm camları kapatılır, masanın üstüne beyaz örtü sarılıp oturulur, üstüne erimiş mum koyulur. Mumun önüne bir bardak temiz pınar ve ya kuyudan alınan su koyulur, başınıza beyaz eşarp takılır şu büyü okunur:
Le illa, il, alla, allahu akber
Bundan sonra masanın üstündeki örtünün kenarından iki elinizle dokunulur ve sevdiğiniz kişiyi düşünmeye odaklanın. Aklınızda sevdiğiniz kişiyle ilgili 3 istek tutabilirsiniz. Bundan sora mum yakılır ve mumun yukarıya doğru çıkan dumanına bakılarak aklınızda sevdiğiniz kişinin yanınızda olduğu hayal edilir. Tüm kuttörenler 3 gün boyunca tekrarlanır, bir kere – sabah, bir kere akşam yapılır.
Müsliman büyüsü ile ilgili diğer benzer konu olan Müslüman Cinler konusuna göz atabilirsiniz.
Read the full article
0 notes
Büyü Yapmanın Tehlikeleri
Büyü kehanetlerin içinde en çok talep duyulanıdır. Bunların kuttörenleri oldukca basit ve her çesit sonurları çözmeye kadirdir.
Büyü Yapmanın Tehlikeleri
Büyü yapmanın tehlikeleri. Mitler ve faktlar
Büyü Yapmanın Tehlikeleri ve böyle bir kahanetler kullanılabilirmi ve yeni başlayanları bekleyen tehlikeler nelerdir..?
Büyü günümüzde çok geniş yayılmıştır. Arama motorlarının birinde bununla ilgili istek verirsek, onlarca sayfa gösteriliyor, kehanetin yapılması, yöntemleri v.s.
Kehanetten, büyüden uzak olan insanlar neden aşk kuttörenlerine inanıyorlar? Cevabı çok basit, büyü - diğer kişide karşılıklı cevap vermesi için büyülenmiş darbe vurmaktır. Biz bu kuttörenlerin var oluşuna inanıyoruz, kendimiz inadığımız için değil aynı zamanda kehanet senelerce kendi gücünü ispatlamış olduğu için. Evet, hayatta herkes problemlerle karşılaşıyordur, kimisi sevdiği kişiyi kaybeder, kimisi karşılıksız sever, kimisi aşk acısı çeker ve işte o zaman sorunların çözümünü kehanette bulmaya başlarlar.
Bağımsız olarak büyü yapılır mı
Bizim atalarımız asırlarla bağımsız olarak büyü yapmışlar ve onlarda bizlere gelen bazı kuttören ve ayin bilgilerinde kalp konusunda büyüler vardır, ona görede kadının profesyönel yardım almadan erkeği büyüleyebileceği göstermektedir. Büyünün etkileri nelerdir bunlara bakacağız.
Bu ayinlerin nekadar etkili ve sonucun ne olacağı tamamen farklı sorulardır.
Misal olarak , her kadın sevdiği kişinin içeceginin içine kendi rengl kanını damlatarak büyü yapmasını bilir. Bu yöntemle gerçekten istenilen amaça ulaşılabilir fakat ne tür sonuçlara varacağını unutmaktalar. Bu büyü hem fala bakan kişi için hem de fal bakılan amaç için çok tehlikelidir. Bundan başka içkinin içine kan damlatmakla yetmiyor, doğru zamanı, doğru içkiyi ve büyü sözlerini bilmek gerekir. kuttören yapılmadan önce yapılması gereken birçok nüanslar mevcüttür.
Büyünün Tehlikesi
Farklı tehlike ve sonuçlara varacak birçok çeşit büyüler vardır. Sıyah büyü ve mezarlık kuttörenleri çok etkili oldukları gibi, çok tehlikelidirler. Beyaz sihir pek tehlikeli olmasada büyüleri bir-birinden ayırmak gerekir.
Sosyal sayfalarda ve ya kitaplarda okuduğumuz herşeyin doğru haber olduğuna nasıl inanabilirizki. Bazı kehanet satanlar sıyah büyüyü beyaz büyü olarak satıyorlar. Bunun içinde kuttörenlerde dikkatli olmak gerekir.
Fala Bakan Kişi İçin Tehlike
Büyünün en önemli tehlikesi- tepmedir. Tepme, negatif enerjiyi fala bakan kişiye geri çevirmektir. Bu tür ters çevirmelerin sebepleri çoktur, bunlar ya kuttörenlerin doğru yapılmamış olması ve ya çağrılmış olan güçler buna sahip olmamaktalar. Bundan başka , büyü uğurlu geçtikten sonra fala bakan kişinin vicdan ezabının yaşaması unutulmamalıdır.
Amaç İçin Tehlike
Yapılmış büyülerde amaç tehlikeyle daha çok karşı- karşıyadır. Tüm kehanetler kurbanlarını negatıf etkiler, bazıları psikolojik olarak , bazıları fiziki olarak sağlıklarıyla ilgili sorun yaşarlar. Sorun o ki, büyü- kendi ve ya başka kişinin dayatmasıdır, bunun içinde amaç bilinçli çok ciddi etkiler.
Gerçek Tehlike ve Mit
Büyü gerçek anlamda yeni başlayanlara, yeterli bilinci olmayanlar için çok tehlikelidir. Neden kehanet kötü, negatif olarak düşünülür? Aslında bundan uzak olan birisi için çok sebep bulunmaktadır.
İlk olarak – biz hristiyan devletinde yaşıyoruz ve hristiyanlıkta Allahtan başka büyük bir güçün olmadığı belli faktır.
Şu şekilde ki, bu işleri yapan kişiler anormal sayılarak , şeytana uyanlar olarak geçilir. Bunların ne kadar gerçek olabileceğini biz tarihe göre öğrenebiliriz. Orta asırlar ergizisyonunda kehanetle meşkul olan kadın ve erkekler iskencelerle öldürülüyordu.
Büyünün tehlikeli olduğuyla ilgili mitlerin ikinci kaynağı- büyücünün kendisidir. Buda şaşıracak hiçbişey yoktur. Büyü bugün en geniş yayılmış gelir kaynağıdır ki, bununla büyücüler iyi kazanıyor yükseklere ulaşıyorlar. Büyünün gerçek sırlarını anlatmak onların para gelirinin kaybına, bazende onların diğer ,sade insanlar arasında farklarının olmadıgı anlamını vermektedir. Bunu her büyücü yapamaz.
Üçüncü kaynak- sizinle biziz, sade insanlar, anlaşılmayan, görülmeyen herşeyden korkarız. Yüzyıllarca insanlar anlatamadıkları herşeyden korkarlardı. Böylece pagan dilleri yaranmıştır ve buğünde biz dokunamadığımız şeylerden korkuyoruz.
İste bu üç sebep insanlarla kehanet arasında büyük duvar gibi duruyor ki, bunu herkes aşmayı beceremiyor.
Büyü gerçektende risklerle dolu, çok tehlikeli bir iştir lakin, doğru yaklaşmama ve eksik bilgiler olursa.
Bizim herbirimizde küçükte olsa kendi amaçlarımız için kullandığımız sihirler vardır. Kehanetin en önemli elementi büyü yapmaktır.
Beyaz ayinler misal olarak, ne amaça ne de fala bakan kişiye zarar vermemektedir. Onun yardımıyla birini kindinize bağlayamazsınız. Bununla var olan ilişkileri yoluna koymak, kötülüklerden, kavgadan uzaklaşmak mümkündür. Bunda tamamen kötü birşey yoktur sadece bu kuttörenlerin yapılmasını bilmek ve bunları diğer sıyah büyüden ayırabilmektir.
Büyü yapmanın tehlikeleri ile alakalı diğer konu olan Kendine Bağlama Büyüsü Nasıl Yapılır konusunu inceleyebilirsiniz.
Read the full article
1 note
·
View note