Text
Dosluklar Yalnız İnsana Özgü Değil
Dosluklar Yalnız İnsana Özgü Değil
Dosluklar Yalnız İnsana Özgü Değil Yeni yapılan araştırmaya göre şempanze ve goriller arasında 20 yıldan fazladır süren dostluklar olduğu görüldü. Bu iki türün bireyleri sosyal bağlar oluşturabiliyor, oyunlar oynuyor, beraber yemek yiyip, sosyalleşebiliyorlar. Dosluklar Yalnız İnsana Özgü Değil İnsan dışındaki piramitler arasında uzun süreli, barışçıl sosyal ilişkileri gösteren bu çalışma Kongo…
View On WordPress
#Dosluklar Yalnız İnsana Özgü Değil#dostluk#dostluklar#goril#hayvanlarda dostluk#maymun#maymunlar#maymunlarda dostluk#Şempanze
0 notes
Text
Neden Glutensiz?
Tarifler
Ekmekler
Kekler
Kurabiyeler
Salatalar
Yemekler
Sevdim/Sevemedim
Oğlumla Tecrübelerim
Sağlık
Ben kimim?
Atölye
İş Birliği
Ara
 Glutensiz Beslenme ve Yemek Tarifleri
 
Neden Glutensiz?
Tarifler
Ekmekler
Kekler
Kurabiyeler
Salatalar
Yemekler
Sevdim/Sevemedim
Oğlumla Tecrübelerim
Sağlık
Ben kimim?
Atölye

Atölye
GDC EV ATÖLYESİ nedir?
İş Birliği
Ana Sayfa Genel Aşısızların mutasyona sebep olup aşılıları riske attığı doğru mu?
Genel
Sağlık
Aşısızların mutasyona sebep olup aşılıları riske attığı doğru mu?
5 Eylül 2021
21840
7
Facebook'ta Paylaş
Twitter'da Paylaş

Sn. Doç. Dr. Cüneyt KONURALP’in Covid19 ve Aşılar üzerine yazısının ikinci bölümünü aşağıda bulabilirsiniz.
Antikor sayısı önemli mi? Korona’da antikor sayısı kaç olmalı?
Büyükannenin olduğu aşılar torununu nasıl etkiliyor?
Konularının işlendiği ilk bölüm için şurayı tıklayınız…
4- Gelelim şu meşhur mutasyon/varyasyon olayına… O kadar suistimal edilen ve yanlış anlatılan bir konu ki… Bunu açıklamak için önce biyolojinin ana kurallarından birinden bahsetmek zorundayım. Hücre düzeyinde sadece doğa kuralları geçerlidir. Canlı organizmanın bütünün aksine, hücreler duygu (intikam, öfke, nefret gibi) ile hareket etmezler, düşmanlık veya dostluk diye bir şey yoktur bu dünyada. Hücreler hayatta kalmak ve türlerini devam ettirmek için ne gerekiyorsa onu yaparlar (Ökaryotik sistemlerdeki apoptosis programı da türün devamıyla bağlantılıdır).
Bu yönüyle baktığımızda, hiçbir bakteri, virüs veya parazit konak olarak kullanmak istediği bir insana onu öldürmek amacıyla girmez. Çünkü bu bindiği dalı kesmekten başka bir işe yaramayacaktır. Ancak, virüs bariyerleri ve bağışıklık sistemini atlatıp bir insan hücresine ilk girdiğinde (ve hele de Zoonoz ise, yani hayvan hücresine alışık bir form ise) ölümcül veya çok zararlı bir etki yaratması muhtemeldir. Çünkü, o insan hücresine, insan hücresi de ona yabancıdır. Sonuçta virüs canlı ve protein sentezlettirebilen bir hücrede kalamadıkça varlığı tehlike altında olacağı için hem bağışıklık sistemini kandırmanın bir yolunu bulmak hem de bu yeni hücre tipine adapte olmak zorundadır.
İnsan hücresi de, eğer ondan kurtulamıyorsa, o virüsle birlikte yaşayabilecek adaptasyonlara girer (yani, aslında her ikisi de bir adaptasyon yaşar). İşte bu adaptasyondur mutasyon veya varyasyon dedikleri şey. Mutasyon, virüs/bakterinin daha tehlikeli değil, tam tersine daha az tehlikeli, en azından daha az öldürücü olan bir adaptasyona gitmesidir aslında. Yani, bize anlatılmaya çalışılanın tam tersi… Çünkü, biyoloji böyle çalışır. Covid bazı insanların dediği gibi insan yapımı bir virüs olabilir. Ancak, öyle bile olsa, salıverildikten sonra kontrol biyolojiye geçecek ve izah ettiğim aşamaları yaşayacaktır.
Hatırlarsınız, aktör Rock Hudson’ın dramı ile ilk kez duyulan HIV enfeksiyonları eskiden çok öldürücü idi. Hatta Anti HIV antikoru pozitif çıkanlara ölecek gözü ile bakılırdı ve ölürlerdi de (bu arada HIV enfeksiyonu hücresel immunitenin yanında humoral immunitenin neredeyse önemsiz kaldığına da güzel bir kanıttır). Aradan geçen onca yıl sonra ne oldu?…Yanlış bilmiyorsam bir aşı geliştirilmedi. Geliştirildi ise bile kitlelere yapılmadı. Günümüzde sokakta dolaşan bir sürü HIV pozitif insan var, hasta olduğunun farkında bile değil. Hiçbir tedavi olmadan ömrünü geçiriyor… İşte bu, tipik bir örnektir HIV’in insan hücresine, insan hücresinin de HIV’e adapte olduğuna.
Sonuç itibari ile eğer bir virüs bağışıklık sistemi tarafından kolayca tanınıyorsa ve hücreye tutunma, içeri girme vs. aşamalarında zorluklar çekiyorsa mutasyona uğramak zorundadır. Randomize (veya belki de bizim randomize sandığımız) moleküler değişikliklerle bağışıklık sistemini kandırabilecek bir forma girer, dokuya daha kolay tutunur, hücre içine daha kolay girer ve kendisini çoğaltmak için hücre organellerini kullanırken konak hücreyi de daha uzun veya sürekli canlı tutmanın yollarını bulur. Tabii hücre de son noktaya kadar gelmesine engel olamamışsa, bu durumda hayatta kalabilmenin yollarını geliştirecek mikromutasyonlara uğrar aynı şekilde…
Yani…. MUTASYON İYİ BİR ŞEYDİR. KAÇINILMAZDIR VE OLMALIDIR. Covid’i de sıradan bir hastalık haline döndürecek olan şey de bu mutasyonlar zincirinin tamamlanmasıdır. Zaten Covid’in kendisi kesinlikle tehlikeli bir virüs değil. Covid’de öldüren veya hastalığı ağır geçirten şey, virüsün verdiği hasar değil, ayarı bozuk olan immün sistemin Covid’e karşı oluşturduğu yanıtın cross reaksiyon nedeniyle otoimmünite ile sonuçlanmasıdır. Bu konuya burada değinmeyeceğim…
Covid mutasyonları devam ettikçe (alfa, beta, delta ve muhtemelen bir sonraki epsilon şeklinde…) Covid’in bulaşma yeteneği artacak, daha çok kişi infekte olacak, ancak oran olarak daha az insan ölecek daha çok insan da hastalığı subklinik olarak geçirecek… Aşı olsanız da, olmasanız da bu böyle…
5- Bu arada, şunu da söylemeden edemeyeceğim. Bir virüsün bir sonraki mutasyonunun ne olacağını, yani yüzey proteinlerinin (antijenlerinin) moleküler yapılarının ne şekilde değişeceğini önceden bilebileceğimiz bir matematik modelleme veya yöntem yok. Bu durumda, virüsün orijinal/mutasyonsuz formu dedikleri alfa varyantı örneği ile hazırlanan ilk aşıların (hadi aşılar üretiliyor iken beta varyantı da ortaya çıkmış olsun) içinde aylarca sonra gerçekleşecek olan mutant formun bulunması imkânsız. Öyleyse, mesela “Biontech delta varyantına karşı şu kadar koruma etkisine sahip” lafını nasıl söyleyebilirsiniz? Aşıları sonradan güncelleseler bile, haftalarca önce üretilip başka ülkelere gönderilen ve stoklarda tutulan aşı flakonlarının bu güncellemeyi on-line olarak gerçekleştirmesi mümkün olamayacağına göre, nasıl olur da bir aşı, üretiminden aylar sonra gelişen mutasyonları da koruyabilir (aslında Kuantum Fiziğinde bu mümkün, ancak bunu savunanların Kuantum Fiziğine veya Morfik Alan Teorisine dayanarak bu şekilde konuştuklarını sanmıyorum)? Bu soruyu kimse sormuyor mu?
6– Ve şimdi de gelelim en büyük yalana… “Covid’in mutasyona uğramasına aşısız insanlar sebep oluyor ve aşılı insanları da riske atıyorlar”!!! İnanın bana; tam tersi doğru… Aşı virüsün mutasyonunu hızlandıracak bir ortam yaratılmasına sebep olur (ama insan hücresindeki mutasyonu hızlandırmadan). Bu nasıl olur?
Siz virüsün bilinen antijenleri ile bir aşı hazırlayıp bu antijenlere karşı bir immün yanıt oluşturtuyorsunuz ya… Aşılılarla karşılaşan virüs bütün antijenleri tanındığı için daha girişte saldırıya uğruyor ve öncelikli olarak şifresini değiştirmek zorunda kalıyor, yani acilen mutasyona gitmek zorunda kalıyor. Aşısızlarla karşılaşanlar ise -eğer bağışık yanıt hızlı ve doğru gelişmez ise- şifre değişimine o kadar öncelik vermiyor, daha çok konak hücreye daha kolay girip bu hücreyi daha fazla hayatta tutmanın yolları üzerinde çalışıyor. Aşısızların konak hücreleri de, aynı şekilde, kendi adaptasyonları üzerinde çalışabiliyorlar.
Gördünüz mü, olay ne kadar farklı? Dolayısı ile, önceki yazımda belirttiğim yan etkilerinden çekinerek aşı olmayan insanlar, aşılı insanların şifre değiştirmeye zorladığı ancak, sonraki aşamalar için mutasyona pek zorlayamadığı virüslerin kaynağı oluyorlar. Bir bakıma onların işini esas, aşılı olanlar zorlaştırıyor. Aşısız olanlar ise -tam tersine- SAĞLIKLI VE DOĞAL MUTASYONU SEKTEYE UĞRATMADIKLARI İÇİN aşılıları koruyacak olanlar aslında… Herhalde, böyle bir cümleyi ilk olarak benden duyuyorsunuz. Her şey tersine döndü şimdi, değil mi? Kısacası, aşısız insanların virüsün daha öldürücü bir forma mutasyon geçirmesi için uygun bir ortam oluşturdukları ve bir süre sonra bu yüzden aşılıların da korunamıyor olacağı cümlesi koca bir yalandır ve hem aşı olmaya zorlamaya hem de aşıların etkisinin yetersizliğine bir kılıf uydurmaya yöneliktir. Neyse, daha derine girmeden burada keseceğim…
Biyolojiye karşı gelemezsiniz… Siz ne yaparsanız yapın, o kendi kuralları ile ilerlemeye devam edecektir. Ona direnirseniz toplu hastalık ve ölümle karşılaşmanız kaçınılmaz olur. İnsanlara yanlış bilgi vererek, doğruyu arayanlara şarlatan deyip bir de üstüne hedef göstererek ve pozitif/negatif ayrımcılık yoluyla kendi istediklerinizi empoze etme, istediklerinize karşı çıkanları ise cezalandırma yoluna giderseniz, sonradan hiç kimsenin düzeltemeyeceği sonuçlarla karşılaşırsınız. Bu sonuçlarla kastım toplumsal olaylar falan değil (benim politik mesajlarla falan bir işim yok). Cezayı biyolojinin kendisi kesecek… Ben ondan korkuyorum…
“Bu konularda tekrar yazmak zorunda kalmam inşallah” dileğiyle, hepinize saygılarımı sunuyorum. Doç. Dr. Cüneyt Konuralp
—- Bir Soru Bir Cevap —-
Gruptan bir doktor arkadaşımızın sorusu:
SORU: ” Örneğin belki binlerce yıldır insan-hayvanlar arasında dolaşan kuduz virüsüne karşı neden halen etkili bir bağışıklık gerçekleştiremedik? Örneğin sizi kuduz bir köpek ısırsa aşı olmayı reddeder misiniz? Ya da çiçek virüsüne maruz kalabilir misiniz? Bu iki virüsü özellikle seçmemin nedeni kadim zamanlardan kalan virüsler olması. Burada neden bir denge kurulamadı? Niçin halen aşılara ihtiyaç duyuluyor?”
CEVAP: Çok güzel ve yerinde bir soru sordunuz. Gerçekten Kuduz (Rabies) virüsünde farklı bir durum var gibi gözüküyor.
Kuduz virüsü bir Zoonoz’dur (yanılmıyorsam Çiçek virüsü de bir Zoonoz’du). Yani hayvan hücresine alışıktır. Bu yüzden hayvanlarda daha az öldürücüdür (yani Kuduz virüsünü alan her hayvan ölmez). İnsanlarda ise bu adaptasyonun bir şekilde gerçekleşemediğini görüyoruz gerçekten. Bildiğim kadarıyla, bugüne kadar Kuduz’a yakalanıp ve aşı da olmayıp ölmeyen sadece birkaç vaka var… Kaslardan sinir terminallerine geçene kadar Virüsün immün sistem tarafından tutulma şansı var, sonrasında çok zor. Yani esas mutasyonun sinir hücrelerini öldürmeden enfeksiyonu kronik olarak idame ettirebilme aşamalarında olması gerekiyor. Ancak, nedense bu mutasyon veya karşılıklı adaptasyon nesiller geçmesine rağmen çok yavaş gelişiyor. Yine de, bunun yavaş da olsa gerçekleştiğini kuluçka süresinin uzamasından anlıyoruz. Bazı vakalarda kuluçka süresi 2 yıla kadar uzayabiliyor. Eskiden kesinlikle bu kadar uzun süreli kuluçka süreleri yoktu Kuduz’da. Bize ters gelse de, biyoloji kendi ajandası ile ilerliyor. Nasıl Jüpiter’in güneş etrafındaki bir turu bize çok uzun bir süre gibi geliyorsa da, bazı mutasyon/adaptasyonların gelişimi de anlam veremeyeceğimiz şekilde uzun olabilir. Biyolojide birbirine çok uyumsuz iki sistemin birbirlerini öldürmeyecek şekilde bir çözüm üretebilmeleri bazen yüzyıllar alabilir.
Gelelim Kuduz aşısına… Tehlikeli bir enfeksiyon olmasına rağmen muhtemelen koruyuculuk süresi 2-3 yıl ile sınırlı olduğu için aşı takviminde yer almıyor… Diğer aşıların aksine, enfeksiyondan sonra ve rapelleri de çok kısa aralıklarla yapılan bir aşı tipi olarak diğerlerinden ayrılıyor. İnaktif bir virüs aşısıdır ve hızlandırılmış immün yanıt oluşturabilmek için de (virüs sinir uçlarına ulaşmadan önceki dönemi yakalayabilmek amacıyla) arttırılmış oranda adjuan madde içerir.
Peki, ben Kuduz olduğu bilinen bir hayvan tarafından ısırılırsam, Kuduz aşısı olur muyum? Kuduza karşı karşılıklı adaptasyon gelişmediği için ve bunu tedavi edebileceğim başka bir yönteme sahip değilsem, hiç düşünmeden olurum. Çünkü, bu vakada fayda/zarar oranı bunu gerektirir. Bu aşının vereceği zararla daha sonra uğraşırım.
Sandığınızın aksine, ben aslında aşı karşıtı değilim. Aşıların içeriği ve etkileri hakkında insanlara yalan söylenmesine karşıyım. Bu içeriklerle üretilmiş olan aşı örneklerine karşıyım. Aşı konseptine ise hiç karşı değilim. Antijenlerin önceden tanıtılması gayet iyi ve faydalı bir fikir… Buna neden karşı çıkayım?
Bu arada, sanırım siz bizim nesle yetişemediniz. Çiçek aşısı benim yaş grubuma yapılmıştı. Kolunda BCG ile birlikte onun da skarını taşıyan nesillerdenim ben :))
Saygılarımla…
SORU: “Cüneyt Bey, klişe laflar içermeyen bilgi dolu paylaşımlarınız için teşekkür ederim gruplarda böyle paylaşımlara ihtiyacımız var.
Yazınızda kuduz aşısı için kar zarar oranı dikkate alınarak yapılmalı diyorsunuz. Bunu kovit içinde söylemek mümkün mü? Zira veriler, aşı olanlarda ölüm oranlarının ve hastaneye yatışlarının düştüğünü gösteriyor. Yani kovitin kendisi aşıdan çok daha yan etkili gibi duruyor. Kovit sonrası ciddi sekellere şahit oluyoruz. Dr. …..
CEVAP:
…. Bey,
Covid bir virüs olarak -sanıldığının tersine-patojenitesi zayıf bir mikroorganizma… Eğer yüksek patojeniteye sahip olsa idi, aktif immün sistemi henüz tam gelişmemiş olan küçük yaştaki çocuklar ve hele de bebekler telef olurdu. Oysa bu yaş grubundaki hastalarda ölüm oranı neredeyse sıfır. Üstelik, bağışıklık sistemini baskılayan tedaviler gören (kanser vs. için) hastalarda da ölüm veya ağır enfeksiyon oranı çok düşük. Kronik inflamasyonu olan (artrit vs.) hastaların ki yaşlı hastaların çoğunda bunlar olur, ağır geçirme eğilimi de biliniyor… Yani, problem virüsün kendisinin yaptığı hücre hasarında değil. Virüsün antijenik yapılarına karşı oluşan immün yanıt (dikkat edin, özellikle sadece “antikor” oluşumu demiyorum) maalesef yeterince spesifik olamıyor ve farklı vücut dokularına karşı otoimmün yanıt olarak devam ediyor.
Bunun sonucunda da, bu tür hastalar ya hastalığı çok ağır geçiriyorlar ya da multi organ yetmezliğinden ölüyorlar. Bilirsiniz, genellikle virüs enfeksiyonlarının kliniği bellidir. Mesela kabakulak virüsü esas olarak parotis başta olmak üzere tükürük bezlerini, yetişkinlerde de testisi tutabilir ve belirtileri üç aşağı beş yukarı herkeste aynıdır. Ancak, Covid’de böyle bir şey de yok. Kiminde akciğerde, kiminde böbrekte, kiminde kalpte, kiminde kalpte ve iskelet kasında, kiminde sinirlerde, kiminde arterial sistemde …. veya kiminde de bunların birkaçında birden problem oluyor. Bunu ACE veya başka reseptör yoğunluğuyla falan açıklayamazsınız; hiç inandırıcı değil.
Esas problem, ayarı bozulmuş olan immün sistemimizde. Aşıların immün sisteminin ayarını nasıl bozduğu ile ilgili 1.yazımda biraz bilgi vermiştim. İmmün sistem belki de vücudumuzun en komplike ve doğum sonrasında da en son gelişimin tamamlayan sistemlerden biri iken daha doğumun ilk dakikalarına Hepatit B aşısı ile başlayan ve bedeni doğar doğmaz hayatının en büyük savaşına sokan antijen bombardımanlarından başka bir sonuç bekleyemezsiniz maalesef.
Hadi antikor için konuşalım. Bebek daha annesinden gelen antikorlarla idare ederken birden doğal olmayan bir şekilde bir virüs/bakteri antijen grubu + bunun üretildiği doku kültüründen gelen belki de onbinlerce farklı ve alakasız antijenle (civciv embriyosu, fetus hücreleri, maynum böbreği, tavşan dalak hücresi, insan kaynaklı başka immortal hücre dizileri vs.) kapasitesinin tonlarca üstünde bir challenge ile karşılaşan immatur immün sistemden oluşacak antikorlardan ne yeterli kantite ne de -daha önemlisi- yeterli kalite bekleyebilirsiniz. Hücresel immün sistem cevabı da keza aynı şekilde.
Bunun sonucunda, bebekte/çocukta hedef antijenin bir kısmını tanıyamayacak yetersizlikte (sensitivitesi düşük) ve self antijenleri de yabancı sanacak yetersizlikte (spesifitesi düşük) bir immün sistemin oluşması kaçınılmaz olacaktır. Yani, doğal haline bırakılmayıp doğumdan hemen sonra savaşa sokulan oganizma, çaresiz bir şekilde bozuk bir yüz tanıma software’i ile hayatına devam etmek zorunda kalır.
Evet… Hepimizin immün sisteminin ayarı bozuk. Ancak, hiçbirimizin bozukluğunun çeşidi ve ağırlığı bir başkasına eşit değil. Çünkü, atalarımızdan gelen bilgi ve genetik yapımıza ilaveten eskiden olduğumuz her aşıda farklı -aşının konusuyla alakasız- antijenlere maruz kaldık. Aşıyla gelen alakasız antijenlerin hangilerinin vücudumuzdaki hangi antijenlere benzediğini ve cross-reaksiyona yol açtığını Allah bilir. İşte o yüzden Covid ve ona benzeyen başka virüslere karşı oluşan immün yanıt bazılarımızda otoimmüniteye yol açıyorken, bazılarımızda buna yol açmıyor veya sadece hafif derecede reaksiyonla sonuçlanıyor. Covid’e ağır reaksiyon gösterenlerin bir kısmı da belki başka bir virüsten hiç etkilenmeyecekken, o başka virüsle karşılaşan Covid’e dirençli gördüğümüz kişilerden bazıları da bundan ölümcül olarak etkilenecekler.
Her neyse… Bu kadar uzun bir giriş sonrasında soruya geleyim. Risk/fayda oranı göz önünde bulundurulduğunda Covid aşısı olunmalı mı (Kuduz vakasında olduğu gibi)?
Kitlesel aşı yapılması için gerekli olan bazı koşullar vardır. Covid bu koşulu sağlıyor mu? Yanılmıyorsam, Covid’den genel ölüm oranı binde 1.8… Hadi binde 2 diyelim. Bu demektir ki her bin kişiden 998’i en azından ölmeyecek. Bu kişileri aşının büyük (uzun dönem sonra görülecek olan) yan etkilerinin riskine sokacak şekilde aşılamak pek akıllıca olmaz. Kalan 2’sinin de ancak belli bir yüzdesini koruyabilecek aşı. Üstelik, mutasyonlar nedeniyle bir süre sonra aşıya bağlı immünite yine tanımayacak virüsü; güncelleme aşısı da yapmak zorunda kalacaklar. Bu rakamlar kitlesel aşılama yapmak için kabul edilebilir bir kriterse, Covid’den önce araya sokacağım bir sürü güncel hastalık bulurum ben size…. Covid’in oldukça uzun bir bakteri/virüs isminden oluşan bir listede kuyruğun sonlarında girmesi lazım.
Covid’den ölen hastalar genellikle ya otoimmüniteden ya da tedavi amacıyla verilen bir sürü gereksiz ve zararlı ilaçlar yüzünden ölüyorlar. Bir kısmı da zaten başka hastalık nedeniyle ölüme yaklaşmışken PCR pozitif olduğu için istatistiklere giriyor. PCR rezaletine girmeyi hiç istemiyorum.
Ancak, hepiniz biliyorsunuz ki, Covid’li olup PCR negatif olan veya Covid’le hiç alakası olmayıp PCR pozitif olan bir sürü hasta çıkıyor. Spesifite ve sensitivesi kesinlikle düşük ve güvenilirliği düşük bir test. Dolayısı ile PCR pozitif olup Covid damgası yiyen ve üstelik tuhaf ilaçları almaya zorlanıp daha kötü duruma düşürülen hastaların da dahil edildiği istatistikler hiç güven vermiyor. Kimseyi suçlamıyorum, grupta tersi gözlemi olabilecek hekim arkadaşlara da saygı gösteriyorum. Ancak, yoğun bakımda bulunan Covid’li hastaların büyük bir kısmının aşısız olduğu istatistiğinin hakikati yansıttığını düşünmüyorum.
Bence, burada yapılması gereken şey, riskte olan binde 2’lik hasta grubunu bulmak ve onları ve hastalığa yakalanan diğer hastaları, bu grupta birçok hekimin de başarıyla uyguladığı anti inflamatuar/Anti-otoimmünite tarzı uygulamalara tabi tutmak. Bu, aşıdan çok daha faydalı olur.
Soruya cevabı özetler isem. Kuduz aşısındaki fayda/zarar oranını Covid aşısıyla kıyaslamam bile. Covid’le mücadelenin çok daha kolay ve zararsız yolları var. Olacağımız her aşı, bağışıklık sistemini daha da bozacak ve ilerideki başka pandemilere daha da hassas hale getirecek. Bu fasit daireyi kırmamız lazım artık.
Yine de aşı olmak isteyen insanlar aşı olmalıdır. Yeter ki, riskleri kendisinden saklanmasın. Çünkü unutmayalım ki, bazı insanlar için psikolojik etki bile iyileşmeye giden yolun yarısıdır. Herkes başkalarının seçimlerine saygı göstermeli. Ben o yüzden hiç kimseye “sakın aşı olmayın” demiyorum…
Saygılarımla. Doç. Dr. Cüneyt Konuralp
SORU: Aynı evde 60 yaşında olup ek hastalığı olmayan covidden ölen, ama 80 yaşında olup birçok kronik rahatsızlığı ayrıca demansı olan ama ölmeyen tanıdığım var benim (o zaman aşı da yoktu), geçen yıl 98 yaşında arkadaşımın babannnesi pulmoner ödem kalp yetmezliği, dm tanılı covid geçirdi ve iyileşti, şimdi kime ve neye göre riskli grup diyeceğiz; bunun bir algoritması var mı sizce?
CEVAP: Sorunuza ben cevap vereyim isterseniz. Esas problem hepimizin bağışıklık sistemimizin ayarlarının (en başta daha bebeklik yaşlarda yapılmaya başlanan aşılar yüzünden ve tabii ki diğer bazı başka sebeplerle) bozulmuş olması. Covid’e duyarlı olan kişiler aslında mikrobu kolaylıkla yeniyor, ancak ona karşı oluşturdukları immün yanıt yeterince spesifik olamadığı için, maalesef bağışıklık sistemi kendi dokularına karşı da saldırmaya başlıyor. Ve neredeyse hiçbir hastanın otoimmün yanıtı bir diğerininkiyle aynı değil… Başka bir virüs de belki, Covid’den hiç etkilenmeyen insanlar için -aynı mekanizma nedeniyle- ölümcül olacak.
Dediğiniz gibi, mesela 90 yaşlarında bir sürü kronik problemi olan bir hasta Covid’i hafif atlatabilir iken, 30 yaşlarında çok sağlıklı gözüken ve bilinen hiçbir kronik problemi olmayan bir hasta ise ölebiliyor. Çünkü, her seferinde aynı anda Tek yumurta ikizlerini aşılasanız dahi, yan yana duran hazır aşı enjektörleri bile (biliyorsunuz eczanelerden aldığımız aşılar tek kullanımlık; üstelik karma aşıları tek tek bulma şansınız da yok; Avrupa ‘da dört veya beş aşı tek bir enjektörde karışık olarak satılıyor) farklı doku kültürleri nedeniyle birbirlerinden daha farklı -konuyla alakasız- hücre kalıntıları/antijen içeriyorlar. Dolayısı ile ayarı bozulmuş olan immün sistem de her bir farklı antijen için daha farklı -yeterince de spesifik olamayan- immün yanıt oluşturuyor. Bu da herkeste farklı türden bir otoimmünite oluşması demektir.
Herkesin otoimmünite paternini barkod veya parmak izi gibi bir formata çevirseniz, inanın birbirine tıpatıp uyan bir tane örnek bile bulamazsınız. Bu nedenle, bazıları Covid’e çok hassas iken, ileride sürülecek başka virüslere bana mısın demeyecekler. Covid’den etkilenmeyenler ise sağlam bir bağışıklık sistemine sahip olduklarını zannedip bununla övünenler ileri bir sürümde hayatlarını kaybedecekler.
Bence, ille de bir tarama testi yapılacaksa, Covid’in antijenlerine hassas olan insanları belirleyen bir test kullanılmalı (yani kaynaklar böyle bir testin oluşturulmasına ve kullanımına harcanmalı). Bu testte pozitif çıkanlar ya tedaviye (Otoimmünite için özel protokollar vs, ama tabii ki kortizon değil) alınmalı ya da çok istiyorlarsa ve kendi özgür iradeleriyle aşı olmalı. PCR ile insanları fişlemek ve sonrasında içeriklerini ve yan etkilerini gizledikleri aşılara zorlamak çözüm değil, kaos sebebidir (bu arada delta ve sonraki varyantlar çıktı ise, stokta bulunan PCR kitlerinin zaten zayıf olan spesifite ve sensitivitelerinin daha da düşük olması ve hiç ciddiye alınmamaları lazım ya; o da başka bir konu)….
—–
SORU: Cüneyt Konuralp hocam, peki çocuk aşılamasına 6 aydan sonra mı başlanmalı? Veya ne zaman başlanmalı ya da başlanmamalı mı?
CEVAP: Beden, vücuda giren her substansın (maddenin), molekülün giriş noktasında kaydını tutar. Dolayısıyla, günümüz teknolojisinde üretilen istisnasız tüm aşılarla birlikte bedene giren -konuyla alakasız- antijene karşı da immün yanıt oluşacaktır. Bu da otoimmüniteyi kaçınılmaz yapar. Aktif immün sistemin 2. yaşta ancak gelişimini tamamlayabildiğini düşünürsek hele hele 2 yaşın altında yapılan aşıların hepsi katastrofik (felaket) sonuçlara yol açıyor.
Eğer biz aşıyla amaçladığımız informasyonu (yani hedef antijenleri) konuyla alakasız informasyonlar olmadan verebilmenin bir yolunu bulabilirsek, işte bu gerçek aşılama olacak… O zamana kadar bedeni -özellikle de 2 yaşın altında yapılan aşılarla- çok büyük bir belaya soktuğumuzu bilmemiz gerekli. Aşı ille de olmak istiyorsanız, yine olursunuz, yeter ki riskleri ve zararları konusunda doğru bilgilendirilmiş olun ve kararınızı özgür iradenizle buna göre verin.
Bu vesileyle sizlerle çok dramatik bir bilgiyi paylaşmak isterim. Otistik çocuklarda “Leaky Gut (geçirgen bağırsak) sendromu” çok gözükür biliyorsunuz. Yanılmıyorsam, 1990’lı yıllarda çok fazla GI semptomları olan bir otistik çocukta Endoskopi yapılıyor. Terminal ileumda yaygın hiperemik bir alan görülüyor ve buradan biyopsi alınıyor. Patoloji incelemesi sonrasında ne çıkıyor biliyor musunuz? Bağırsak mukozasında yaygın inflamatuar hücre birikimi ve aralarda -SIKI DURUN- Böbrek hücreleri….
Bu nasıl olur? Bir teratoma mı? Mosaism mi? Böbrek kanseri metastazı mı? Hayır, hiçbiri değil… Çocukluk çağında en sevdiğimiz aşıyı hepiniz hatırlarsınız. Kesme şekere damlatılan Polio (Sabin) aşısı… Bu aşı Afrika Maymun böbrek hücresi kültüründe üretilir. Ağızdan aldığımız ve adjuan maddelere kuvvetlendirilmiş olan bu aşı ile Maymun böbrek hücreleri ince bağırsağın lenfatik dokusunun en yoğun olduğu (Peyer plaklar) terminal ileumda tutulmuş (belli ki bazı kimyasallardan dolayı sindirilememiş), ancak yok edilemediği için de kronik inflamasyona sebep olmuş. Sonuç: Kronik inflamasyona bağlı mukoza hasarı ve “Leaky Gut Sendromu”…
Bu sendromun zincirleme olarak otoimmüniteyi tetikleyecek bir seri olayı da ayrıca başlatacağını tahmin edebilirsiniz (polipeptidlerin sindirilmeden kana karışması ve bunlara yönelik immün cevap oluşumu, vs…). Mesela, sütteki Kazeinin yapısında bulunan ve leaky gut sendromunda direkt olarak kana karışabilen Betakazomorfinin Morfin reseptörlerine bağlanabildiğini (otistik çocukların Morfinman gibi oluşlarına dikkat çekerim) ve yine bu peptidin ve Gluten’in ara peptidlerinden birinin Myelin proteinin yapısındaki polipeptide de çok benzediklerini (MS oluşumu?) belirteyim. Gördünüz mü, belki de en masum gördüğümüz aşılardan biri ne problemler çıkartıyor? Bu bilgiyi “aşı ile otizm arasında hiçbir alaka yoktur” diyen hekimlere hediye ediyorum…
Her neyse… Konuyu dağıtmayayım. İsteyen aşı olur, kimse karışmamalı… Lakin istemeyen de -lütfen- aşı olmayabilsin. Çünkü böyle düşünenlerin de haklı sebepleri var. TeleviZyonda ve diğer ortamlarda etiketlendiklerinin aksine, “bilim düşmanı” veya “şarlatan” değiller…
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp’in son yazısını okumak için tıklayınız
Etiketler
b.1.617 mutasyonu
covid 19 antikor testi
covid 19 aşı
covid 19 b.1.1.7
covid 19 belirtiler
covid 19 belirtileri
covid 19 bilgi
covid 19 ekşi
covid 19 etkileri
covid 19 test
covid aşısı
covid aşısı alerji
covid aşısı ateş
covid aşısı bilgilendirme
covid aşısı biontech
covid aşısı covid testini etkiler mi
covid aşısı covid yapar mı
covid aşısı yan etkileri
COVID-19
Cüneyt KONURALP
dr cüneyt konuralp
mutasyon aşı
mutasyon bulaşma hızı
mutasyon covid
mutasyon covid 19 belirtileri
mutasyon covid belirtileri
mutasyon covid nedir
mutasyon delta
mutasyon ne demek
mutasyon nedir
mutasyon virüs
mutasyonlu virüs ne demek
Paylaş
Facebook
Twitter
Önceki İçerikBağışıklığın takibinde antikorlar doğru kriter mi?
Sonraki İçerikMutasyon halka algılattırılmaya çalışıldığının aksine, KÖTÜ DEĞİL, İYİ BİR ŞEYDİR
İLGİLİ HABERLERYAZARIN DİĞER İÇERİKLERİ

Genel
Mutasyon halka algılattırılmaya çalışıldığının aksine, KÖTÜ DEĞİL, İYİ BİR ŞEYDİR

Genel
Bağışıklığın takibinde antikorlar doğru kriter mi?

Genel
Çocukluk çağı aşılarını 2 yaşından sonra yaptırmak…
7 YORUMLAR
0 notes
Text
SUFİLERE GÖRE ÖLÜMÜN RENKLERİ VE ANLAMLARI
Modern insanın konuşulmasına bile dayanamadığı ölüm, maneviyat erbabı için hayata anlam kazandıran, mümini Rabbine kavuşturan bir vuslat köprüsüdür. Bu sebeple Mevlana gibi bazı sufiler ölümü “eb-i arus düğün gecesi” olarak isimlendirmişlerdir. İbrahim Hakkı Erzurumî hazretleri de “sen bu bâle, belâ deme” demiş, ölümü bal gibi tatlı görmüştür. Zira ölüm bir yok oluş değil bizi ebedi hayata ulaştıran yeni bir doğumdur. İnsanları esas korkutan, ölümden çok ölüme hazırlanmamak, yol azığını tedarik etmemektir. Ahirete hazırlık için tarla mesabesinde olan bu dünyanın esas gayesini unutup tarlaya saray yapmaya kalkmaktır. İmam Rabbani’ye göre sufiler nefislerini tezkiye ederek dünya sevgisinden kurtulur, Hakkın muhabbetine yönelirler, dünyada kısmi vuslatı elde ederler. Ne var ki tam vuslat ancak ölüm ile gerçekleşir: “Allah dostları “Kişi sevdiği ile beraberdir” (Buhârî, Edeb, 96) hadîs-i şerîfinin hükmünce Allah Teâlâ ile beraberdirler. Ruhun beden ile irtibatı bu beraberliğin ve buluşmanın engellerinden birisidir. Bu maddî ve karanlık bedenden ayrıldıktan sonra iş, tümüyle Allah’a yakınlık içinde yakınlık, vuslat içinde vuslattır. “Ölüm, sevgiliyi sevgiliye ulaştıran bir köprüdür” sözü bunu anlatır. Âşıkları teselli eden “Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir” (Ankebût, 5) âyet-i kerîmesi bu ifadenin bir rumuzudur. (45. Mektup) İmam’ın ifade ettiği üzere ruhumuz Yüce Rabbimize müştaktır, O’na kavuşmayı ister ama bedene girdiğinden dolayı o âlemi unutmuş, bu fani âlemin zevklerine dalmıştır. Bu sebeple sufiler insanın ruhunu geliştirmeyi bu fani alemle olan ilişkilerimizi de kontrol altına almayı, nefsi gemlemeyi hedeflerler. Nefsin arzuları azaltıldığı oranda o bu dünyadan ölür, ahirete dirilir. Konunun muğlak olmaması için ölmeden önce ölmenin nasıl gerçekleştirdiğini sufilerin eserlerinden yola çıkarak anlamaya çalışalım. BEYAZ ÖLÜM İnsan nefsinin en baştaki arzusu yeme, içme ve karşı cinse olan arzularıdır. İmam Gazali fıtratın bu yapısına behimiyyet yani hayvanlık ismini verir, zira bu istekler hayvanlarda da aşırı şekilde mevcuttur. Allah Teâlâ hayvanlara akıl vermemiş bunun yerine onlara şehvet ve içgüdü vermiştir. Sufiler insanın bu sınırsız arzularını kıllet-i taam, kıllet-i menam yani az yeyip içme, az uyuma gibi prensiplerle asgari düzeye indirgemişler, yemek için yaşamanın yerine yaşamak için yemeyi ikame etmişlerdir. İbn Arabi hazretleri buna beyaz ölüm ismini verir. Zira insanın midesi boş olunca yüz beyazlaşmakta, midedeki boşluk yüze bir aydınlık olarak yansımaktadır. KARA ÖLÜM İmam Gazali’ye göre yeme içme gibi fiziksel ihtiyaçlarından sonra insandaki ikinci temel duygu subuiyyettir. Subuiyet, kızınca saldırmak, vurmak, kırmak, intikam almak manasına gelir. Çocuk, doğduğunda öncelikli ihtiyacı beslenmedir. Biraz büyüyüp hareketlenince, kıskanmaya, kardeşleriyle kavga etmeye başlar. İleri yaşlarda özellikle erkeklerin kızdıklarında ne kadar saldırganlaşabildiği malumdur. Sufiler insanın bu yönünün tamamen kontrol altına alınıp şer’i seviyeye çekilmesini kara ölüm olarak isimlendirirler: Zira insan kızınca içinde sanki bir ateş yanar, her tarafı kara bir duman kaplar ve bu yüze yansır. Allah korkusu ile gazap gemlenir intikam almaktan vazgeçersek sanki nefsimiz kara bir şekilde hedefine ulaşamadan ölmüş gibi olur. Yunus Emre bu durumu “dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek” beytiyle veciz bir şekilde ifade etmiştir. Sufilerin amacı öfkeyi tamamen yok etmek değildir. Sufilere göre öfke, nefsimizin hoşuna gitmeyen davranışlara değil, haramlar çiğnenmesine karşı gösterilmelidir. Zira Allah öfkeyi din, vatan ve millet adına Allah yolunca cihad için yakıt olarak kullanılması için insana vermiştir YEŞİL ÖLÜM İbn Arabi hazretlerine göre yaşarken ölmenin üçüncü mertebesi yeşil ölümdür. Bu ise insanın eski, yamalı ve aba giyinmesi demektir. Gazali’nin tabiri ile insan başkalarını kandırmak, gösteriş yapmak gibi niyetlerle süslü kıyafet giymeyi sever. Günümüzde büyük bir sektör olan moda, nefsimizin bu yönünü daha da azdırmakta, ahlaki açıdan son derece sıkıntılı olan kıyafetleri insanlara giydirmeye çalışmaktadır. Hâlbuki sufi yamalarıyla kıyafetini bir çiçek bahçesine benzetir, nefsine yeşil ölümü tattırarak kendini gösteriş esaretinden kurtarır. KIRMIZI ÖLÜM İbn Arabi’ye göre ölümün son mertebesi kırmızı olanıdır. Nefsin her türlü hevasına, şehvani, nefsani arzularına muhalefet eden sufi sanki nefsin kanını dökmüş olur. İnsan istediğini yemez, istediğini giymez, kızdığı zaman öfkesini yenerse bu makama erişir. Mecazen nefsin kanı döküldüğü için de bu ölüme kırmızı ölüm ismi verilmiştir. Tasavvufun amacı aslında nefsi yok etmek değildir. Bu mecazi kullanım bazen yanlış anlaşılmaktadır, gerçekte bundan hedef nefsin tamamen kontrol altına alınmasıdır. Sufiler nefislerini bu şekilde öldürmek ile de yetinmezler, ölümle barışık bir şekilde onu maneviyat hayatlarının bir parçası yaparlar. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Hazları bıçak gibi kesen ölümü çokça hatırlayın” emrini vermiştir. Rabbimiz de ölümü temenni etmeyi kendisine dostluğun bir işareti olarak bizlere öğretmiş ve boş iddiada bulunan Yahudilere hitaben “Ey Yahudiler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü isteyin!” buyurmuş, ama onların işledikleri günahlardan dolayı “asla ölümü temenni edemeyecekleri” de bizlere (Cuma, 6-7) haber verilmiştir. HER GÜN ÖLÜMÜ TEFEKKÜR ETMEK Sufiler bu ilahi emirlerden yola çıkarak, her gün ölümü tefekkür eder, böylece ölüme aşinalık kazanmaya çalışırlar. Hemen her tarikatta tefekkür-i mevt uygulaması vardır. Şöyle ki: Her seher vakti kalkılır, belli tesbihattan sonra ana evrada geçilmeden önce ölüm gözde canlandırılır. Son anda kelime-i şehadet getirerek can verdiğinizi, yıkanıp kefenlendiğinizi, tabuta konulduğunuzu, kabre girdiğinizi, münker nekire hesap verdiğinizi, sırattan geçtiğinizi düşünürsünüz. Bu tefekkür günde en az bir kere yapılır, salik bu işi tekrar ede ede ruhunu diriltir ve ölümle dostluk kazanır. Herkesin kaçtığı ölüm, bir süre sonra özlenen aranan bir hal haline gelir. Sufilere göre ölümden kaçmak maddeci insanların özelliğidir. İnsan ahireti için salih ameller işleyince ölüm sevimli gelmeye başlar. İnsanın hak yolunda istikamet üzere yolculuğunu sürdürmesi ancak ölümü tefekkür ile mümkündür. Buna yardımcı olsun diye ecdadımız mezarlıkları şehrin merkezine, camilerin ve tekkelerin hazirelerini yapmışlardır. Zira buralarda yatan ölüler biz dirilere lisanı hal ile nasihatte bulunmakta “bak bir zamanlar biz de senin gibi canlıydık, şimdi ise toprak altına girdik aman vaktinin kıymetini bil” demektedirler. İmam Rabbani hazretleri de ölümü bir an unutmamamızı tavsiye eder ve şöyle buyurur: “Fırsatı ganimet bilmek gerekir. Sâlik ömrünün bir anını bile faydasız işlerle geçirmemeli, bilakis bütün hayatını Hak Sübhânehû’nun rızâsı istikâmetinde sarf etmelidir. Her gün beş vakit namazı tâdil-i erkâna riayet ederek huzurla ve cemaat hâlinde edâ etmek îcâb eder. Teheccüd namazını ihmal etmemeli ve seher vakitlerinde istiğfâr fırsatını kaçırmamalıdır. Gaflet uykusuna dalmamalı, peşin hazlara kendimizi kaptırmamalıdır. Ölüm ve ahiret ahvalinin tefekkürü gözümüzden bir an olsun uzaklaşmamalıdır.” (Mektubat, 31. Mektup) SUFİLER ÖLÜM HAZIRLIKLARINA “ÇEYİZ HAZIRLAMA” İSMİNİ VERMİŞLERDİR Netice olarak dünya sevgisini, dünya zevklerini azaltan insanın öbür tarafa göçmesi kolay olur. Zira bu dünyayı isteyen bedenimiz, nefsaniyetimizdir. Ruhumuz öbür alemden geldiğin için ana vatanını özler. Bu özlemden dolayı sufiler ölüm hazırlıklarına “çeyiz hazırlama” ismini vermişlerdir. Burada şu hatırlatmayı da yapmak yerinde olacaktır, ölümü hatırlamak, dünya sevgisini azaltmak sufilerin çok zevksiz, sönük bir hayat yaşadıkları manasına gelmez. Aksine insanın dünyevi beklentileri azalınca en ufak bir ikramı bile enfes bir ziyafet gibi algılar. Salik hazlarını azalttıkça huzuru yakalar. Rabbimizden niyazımız, bu hayatı bir fırsat bilerek ahiret için hazırlık yapmayı nasip etmesi, ölümü bizler için ilahi vuslatın köprüsü eylemesidir. Amin. Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 377. Sayı
Uyarı: Sitemizde yer edinen ve alacak yazı, haber, yazı, video, yorum ve tüm mevzular kategoriler tıbbi bilgiler bir tek genel bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgiler zaman içinde geçerliliğini kaybedebilir. Sitede yer edinen bu bilgiler hiçbir süre hekim muayenesinin yerini alamaz, hekim muayenesi ve tedavisi yerine kullanılamaz, kişisel teşhis ve tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilemez. Sitemiz, uzman bir doktora danışılmadan meydana getirilen herhangi bir uygulamadan doğabilecek zarardan görevli tutulamaz. Sitemizi ziyaret eden, yorum icra eden kişiler, bu ikazları kabul etmiş sayılacaktır. Dost isminde herhangi bir bireysel yada kurumsal şirket , siteler ve kişiler ile alakalı en ufak bir bağlantısı , ortaklığı ve benzeri ilişkileri yoktur. Kaynak : islamveihsan Read the full article
0 notes
Text
Mevlana Sözleri ve Anlamları Kısa Açıklamaları, Mevlananın Aşkla İlgili En Güzel Sözleri Facebook Paylaş
Etiketler:Mevlana Celalettin Rumi sözleri, Mevlananın aşk sözleri, Mevlananın hoşgörü sözleri, Mevlananın mühim sözleri, Mevlananın meşhur sözleri, Hz. Mevlana ile ilgili sözler, Mevlananın dostluk sözleri, Mevlananın tüm sözleri, Hz. Mevlana şiirleri, Mevlana’nın ahlakla ilgili sözleri…
Mevlananın Sözleri Kısa
Aşk şeriatı, tüm dinlerden ayrıdır. Aşıkların şeriatı da Tanrı’tır, mezhebi de. Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar. Aşk nedir, bilmiyorsan gecelere sor, şu sapsarı yüzlere, şu kupkuru dudaklara sor. Açlık, ilaçların padişahıdır. Hekimler niye perhiz verir bir düşün. Aslen tesbih, seccade, tevbe, sofuluk, günahtan sakınma, bunların hepsi yolun başıdır. Hak yolcusu aldandı da bu tarz şeyleri varacağı konak sandı. Adam savaşmakla çetin er sayılmaz, öfkelendiği süre kendini tutabilendir çetin. Aklın var ise bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap. Tanrı ile olduktan sonrasında ölüm de, yaşam de hoştur. Aşk söylediğin ya Tanrı’tan gelmeli. Ya Tanrı için olmalı. Ya da Tanrı’a ulaştırmalı; yoksa yerle bir olmalı. Aklın başına erişince pişman olacağın bir işi sakın yapma. Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki. Tanrı mermere komut vermez. Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir. Ayrılık içinde insanoğlunun gözünü açıp kapayıncaya kadar geçen süre, yıl benzer biçimde gelir. Akıl tüm gidilecek yolları bilse bile, gene aşk yolunu bilmesi imkansız, şaşırır kalır. Tanrı merhalesinde akıl beygirine yol yoktur. Hakkaniyet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak, başka yere koymak. Aşk, öyleki engin bir denizdir ki, ne başlangıcı ne de sonu vardır. Azca Malum En Güzel Mevlana Sözleri İçin Tıklayınız. Bedenler, ağızları kapalı testilere benzerler. Her testide ne var? Sen ona bak. Başkalarına imrenme, oldukça kimseler var ki senin hayatına imreniyorlar. Bir kimseyi tanımak istiyorsan, düşüp kalktığı arkadaşlarına bak. Kimi zaman diyorum ki; “ne olacak söyle gitsin”.. Sonrasında diyorum; “Söyleyince ne olacak, sus bitsin” Bir şahıs Tanrı’tan başka hiç kimseye ihtiyacı olmadığına inanırsa; Tanrı da onu başkasına muhtaç etmez. Bizim sözlerimizin hepsi nakit, başkalarınınki nakildir. Nakil, nakdin ışık’idir. Bir insanoğlunun iyi mi güldüğünden terbiyesini, Neye güldüğünden ise zekâsını ve seviyesini anla. Ben kilitten seslenen bir kapı anahtarı gibiyim sanki. Sanır mısın ki benim sözüm bir tek bir sözdür. Data, sınırı olmayan bir denizdir. Data dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır. Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil. Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir. Ben, İnsanlara faydam dokunsun diye bu dünya zindanında kalmışım. Yoksa hapishane nerede, ben nerede? Kimin malını çalmışım? Can, aşktan binlerce edep öğrenmede, öylesine edepler ki mekteplerde okunup öğrenilmesine olanak yok. Cibilliyetsize ilim öğretmek, eşkıyanın eline kılıç vermektir. Cebi varlıklı fakat ruhu yoksul olan insanoğlunun hali oldukça rezil! Bu sebeple o; herşeyin fiyatını bilir, kıymetini değil. Çirkinlikle güzelliği görünüşle değil, akılla ayırt edin. Dert, insanı yokluğa götürmüş olan rahvan attır. Dünya tuzaktır. Yemi de talep. İstek tuzaklarından kaçının. Denizde inciler derinde olur. Çerçöp sahilde olur. Dostun yanına hediyesiz gitmek, buğdaysız değirmene gitmek gibidir. Durma! Acele gel. Gelmem deme! Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır. Dostum, senin şanına bir tek gelmek yaraşır. Dün çimen benim ayaklarımın altında idi bugün üstümde bitiyor. Görüyor musun? Toprak günahlardan başka herşeyi örtüyor. Ey kardeşim! Sen fikirden ve düşünceden ibaretsin. Senin varlığın bunlardandır. Geri kalan sinir ve kemiktir ki, onlar hayvanlarda da vardır. Eden kendisine eder. Meydana getiren bulur ve çeker. Unutma! Kazanmak koca bir yaşam ister! Kaybetmeye ise anlık gaflet yeter. Ey Tanrı kitabının nüshası insanoğlu! Sen, kainatı yaratan Hakk’ın güzelliğinin bir aynasısın! Ey özden habersiz gafil! Sen hala kabukla öğünüyorsun! Yeterli olmayanlara sabretmek yeterli olanları parlatır. Ey Zulümle bir kuyu kazan! Sen kendin için tuzak hazırlıyorsun. Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce kez aferin. Güzel üslupla söz söyleyenleriz; Mesih’in talebesiyiz; nice ölülere tuttuk da can üfürdük biz. Göz iki, kulak iki, ağzımız ise tektir. Fazlaca görüp, oldukça dinleyip, azca konuşmak gerekir. Gözyaşının bile görevi varmış.. Arkasından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış. Güzel söyle de halk, yüzyıllar süresince okusun. Tanrı’nın dokuduğu kumaş ne yıpranır, ne eskir. Gökyüzünde, yıldızlar içinde parlak ay iyi mi görünürse aşık da yüzlerce şahıs içinde öyleki görünür, o göründümü her insanın parlaklığı söner. Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz benzer biçimde ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver. İnsaf et, aşk güzel bir iştir! Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, tabiatın fena niyetli oluşundandır. Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır. Hiçbir mal sizin değil, neyi bölüşemiyorsunuz? Hiçbir can sizin değil, niye dövüşüyorsunuz? Daima gerçeği söyle, fakat devamlı her gerçeği değil. Hırs insanı kör ve ahmak eder. Bilgisiz hale sokar da ölümü kolaylaştırır. Hepimiz dışını süslerken, sen içini, kalbini süsle. Hepimiz başkasının ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol. İnsanları iyi tanıyın, her insanı kötü bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin. İstediğin kadar inançlıyım de namaz kıl, sadaka ver. Ümit verip, itimat aşılayıp da yarıyolda bıraktığın insanoğlunun gönül sadakasını her iki dünyada da veremezsin. Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır. Kötülerin kötülüklerine acıyın. Benliğin, kendini görüp beğenmenin çevresinde dolaşmayın. Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin! Sözün öylesine bir söz olmalı ki; Dünya’nın da sınırını aşmalı. Sınır nedir, ölçü ne? Bilmemeli! Korku adamdır, ümit ise dişi; onlardan ölümsüz ve temiz şeyler doğar. Kusur bulmak için bakma birine, bulmak için bakarsan bulursun. Kusuru örtmeyi marifet edin! İşte o süre kusursuz olursun. Nice bilginler vardır ki gerçek bilgiden, hakiki irfandan nasipsizdirler. Bu ilim sahipleri, data hafızıdır, data sevgilisi değil. Ne diye böbürlenip büyükleniyorsun? Doğumun bir damla su, ölümün bir avuç toprak değil mi? Ne tükenmez hazinesin ey dil! Ne devasız bir dert.. Mademki kendinde bir dert yada pişmanlık hissediyorsun; bu, Tanrı’ın sana olan yardımının ve sevgisinin bir delilidir. Misafirsin bu hanede ey gönül, umduğunla değil bulduğunla gül, Hane sahibi ne derse o olur, ne hiç kimseye sitem eyle, ne de üzül. Su iyi mi yıldızı, ayı aksettirir, gösterirse bedenler de canı, aklı bildirir, gösterir. Sen değerinle ve düşüncenle, iki âleme de bedelsin, fakat ne yapayım ki kendi kıymetini bilmiyorsun. Senin için başkasını terk eden, başkası için de seni terkeder. Azca Malum En Güzel Mevlana Sözleri İçin Tıklayınız. Söz söyleyen kemal sahibi olursa, marifet ve hakikat sofrasını serdi mi, o sofrada her türlü yiyecek bulunur. Hepimiz orada gıdasını bulur. Sen, kendi şehvetine ve arzularına aşk adını takmışsın; Oysa şehvetten kurtulup aşka erişebilmek için yol oldukça uzundur. Sevgide güneş benzer biçimde ol, Dostluk ve kardeşlikte akarsu benzer biçimde ol, Hataları örtmede gece benzer biçimde ol, Tevazuda toprak benzer biçimde ol, Öfkede ölü benzer biçimde ol, Her ne olursan ol, Ya olduğun benzer biçimde görün, Ya da göründüğün benzer biçimde ol. Sorun ve huzursuzluk kesinlikle bir günahın cezası, rahatlık ise bir ibadetin karşılığıdır. Şunu iyi bil ki safları yaran, her şeyi yenen aslanla savaşmak kolaydır; gerçek kahraman odur ki ilkin kendi nefsini yener. Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır. Nice bilginler vardır ki gerçek bilgiden, hakiki irfandan nasipsizdirler. Bu ilim sahipleri, data hafızıdır, data sevgilisi değil. Tapımızda riyazat yok; burada hep lütuf var, bağış var. Hep sevgi, hep gönül alış, hep aşk, hep rahatlık var burada. Ömründen nasibin, kendini Sevgiliden mesut bulduğun andan ibarettir. Üç sözden fazla değil. Tüm ömrüm şu üç söz; Hamdım, piştim, yandım.. Pisler, pisliklerini yapar fakat sular da temizlemeye çalışır. Pergel gibiyiz; bir ayağımız sımsıkı şeriata bağlı, Öteki ayağımızla yetmiş iki milleti dolaşıyoruz. Varlık, yoklukta görülebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilir. Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyeceğim kimse olmadığından yalnızım ben. Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir. Yetmiş iki millet kendi sırrını bizlerden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir ney gibiyiz. Zulüm demiriyle taşını birbirine vurma! Bu sebeple bu ikisi, adam ve hanım benzer biçimde çocuk meydana getirirler. Nice insanoğlu gördüm, üstünde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.. Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın tüm sırları meydandadır.. Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazeretin devası ne ilacın şifası ilaç getirmiş.. Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır. Sevgide güneş benzer biçimde ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu benzer biçimde ol, hataları örtmede gece benzer biçimde ol, tevazuda toprak benzer biçimde ol, öfkede ölü benzer biçimde ol, her ne olursan ol, ya olduğun benzer biçimde görün, ya göründüğün benzer biçimde ol. Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok fakat susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok. Dünya tuzaktır. Yemi de talep. İstek tuzaklarından kaçının. Kim daha güzelse kıskançlığı daha çok olur. Kıskançlık alevden meydana gelir. Korkulu bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü. Genişlik, sabırdan doğar. O gövde testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu gövde testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin. Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir. Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar Iyi mi olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, iyi mi olur da güneş üflemekle söner? Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de luk haline sokabilir. Pisler, pisliklerini yapar fakat sular da temizlemeye çalışır. Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Fakat bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi asla? Leş, bizlere gore rezildir fakat domuza, köpeğe şekerdir, helvadır. Yeterli olmayanlara sabretmek yeterli olanları parlatır. Dert, insanı yokluğa götürmüş olan rahvan attır. Azca Malum En Güzel Mevlana Sözleri İçin Tıklayınız. İsa’nın eşeğinden şeker esirgenmez fakat eşek yaratılışı bakımından otu beğenir. Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı asla?
Hz. Mevlana´dan özlü sözler
Hz. MEVLÂNA’dan Video ÖZLÜ SÖZLER Sevgide güneş benzer biçimde ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu benzer biçimde ol, hataları örtmede gece benzer biçimde ol, tevazuda toprak benzer biçimde ol, öfkede ölü benzer biçimde ol, her ne olursan ol, ya olduğun benzer biçimde görün, ya göründügün benzer biçimde ol. Nice insanoğlu gördüm, üstünde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. Eşekten şeker esirgenmez fakat eşek yaratılışı bakımından otu beğenir. Dert, insanı yokluğa götürmüş olan rahvan attır. Leş, bizlere gore rezildir fakat, domuza, köpeğe şekerdir, helvadır. Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Fakat bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi asla? Pisler, pisliklerini yapar fakat sular da temizlemeye çalışır. Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de luk haline sokabilir. Iyi mi olur da deniz, köpeğin agzından pislenir, iyi mi olur da güneş üflemekle söner? Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar. Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayiverir. Korkulu bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü. Kim daha güzelse kıskançlığı daha çok olur. Kıskançlık alevden meydana gelir. Dünya tuzaktır. Yemi de talep. İstek tuzaklarından kaçının. Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok fakat susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok. Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Bu sebeple bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer. Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Esasen o eşek, inciyle denizin varlığından da kuşku eder. Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamaesından ileri gelir. Oruç tutmak güçtür, çetindir fakat Tanrı’ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, Azca Malum En Güzel Mevlana Sözleri İçin Tıklayınız. bir derde uğratmasından daha iyidir. Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek. Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır. Data, sınırı olmayan bir denizdir. Data dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır. Bulutlar ağlamasa yeşillikler iyi mi güler? Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Fakat kuzgunla baykuşu kim kor kafese? Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler. Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır. Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de. İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu evren yok değildir. A kardeş, keskin kılıcın üstüne atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme. O dağa bir kuş kondu, sonrasında da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme. Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonrasında. Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce kez aferin. Nefsin, üzüm ve hurma benzer biçimde tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki? Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır. Nice insanoğlu gördüm, üstünde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok. Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı asla? Dert, insanı yokluğa götürmüş olan rahvan attır. Yeterli olmayanlara sabretmek yeterli olanları parlatır. Leş, bizlere gore rezildir fakat, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır. Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Fakat bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi asla? Pisler, pisliklerini yapar fakat sular da temizlemeye çalışır. Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de luk haline sokabilir. Iyi mi olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, iyi mi olur da güneş üflemekle söner? Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir. O gövde testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu gövde testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin. Genişlik, sabırdan doğar. Korkulu bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü. Kim daha güzelse kıskançlığı daha çok olur. Kıskançlık alevden meydana gelir. MEVLANANIN SÖZLERİ Gerek yok her sözü, söz ile beyana.. Bir bakış bin söz eder, bakıştan anlayana… Hz. Mevlana Bildiğiniz Mevlana Sözlerini Yorum Olarak Yazın Biz Yayınlayalım… 1. Mevlana Sözleri Hz. Mevlana şöyleki seslenmiştir insanlığa: “Gene gel, gene gel, her ne olursan ol gene gel İster kafir, ateşe tapan, putperest ol gene gel Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı değildir Yüz kez tövbeni bozmuş olsun da gene gel.”
2. Mevlana Sözleri Hz. Mevlana, yeni bir durumsayış ve yeni bir anlayış: “Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin! Sözün öylesine bir söz olmalı kidünyanında sınırını aşmalı. Sınır nedir, ölçü ne? Bilmemeli!” 3. Mevlana Sözleri Sevgide güneş benzer biçimde ol, Dostluk ve kardeşlikte akarsu benzer biçimde ol, Hataları örtmede gece benzer biçimde ol, Tevazuda toprak benzer biçimde ol, Öfkede ölü benzer biçimde ol, Her ne olursan ol, Ya olduğun benzer biçimde görün, Ya da göründüğün benzer biçimde ol. 4. Mevlana Sözleri Azca Malum En Güzel Mevlana Sözleri İçin Tıklayınız. Ne olurdu, seninle tatlılaşsaydım; yaşayış aslına bakarsan acı. Ne olurdu, sen razı olsaydın benden de, hepimiz kızsaydı bana. Ne olurdu, seninle aram muntazam olsaydı da, tüm alemlerle aram açılsaydı, dünya yıkılıp yansaydı. Sen beni sevdikten sonrasında malın mülkün kıymeti mi olur? Esasen toprak üstünde ne var ise hepsi de toprak olacaktır. Evren O’nunla kaimdir ve O’nsuz olan hiçbir şey yoktur. O’nun rızası, rahmeti, bereketi ve tecellisi olmayan hiçbir şeyin kıymeti yoktur. 5. Mevlana İle İlgili Sözler Hz. Mevlana’nın kendi bakış açılarını yansıttığı ve amaçlarını açıklamış olduğu sözü: “Biz birleştirmek için geldik, ayırmak için değil.” 6. Mevlana İle İlgili Sözler Sen, değerinle ve düşüncenle iki aleme bedelsin. Fakat ne yapayım ki kendi kıymetini blmiyorsun. Kendini ucuza satma, şundan dolayı değerin yüksektir. 7. Mevlana İle İlgili Sözler Hz. Mevlana’nın evrensel bakış açısını özetleyen bir sözü: “Tapımızda (yolumuzda) riyazat yok; burada hep lütuf var, bağış var. Hep sevgi, hep gönül alış, hep aşk, hep rahatlık var burada.” 8. Mevlana İle İlgili Sözler Bizim Peygamberimizin yolu aşk yoludur. Biz aşktan doğmuşuz, annemiz aşktır. Aşk şeriatı, tüm dinlerden ayrıdır. Aşıkların şeriatı da Tanrı’tır, mezhebi de. Bu dünya pazarında ana para altındır; Orada ise aşk ve ıslak iki göz. 9. Hz. Mevlana Sözleri Hz. Mevlana sözlerinin şifa ve besin oluşunun sırrını şu sözlerle açıklaaktadır: “Söz söyleyen kemal sahibi olursa, marifet ve hakikat sofrasını serdi mi, o sofrada her türlü yiyecek bulunur. Hepimiz orada gıdasını bulur.” 10. Hz. Mevlana Sözleri Mesnevi şerhlerinde, Mevlana’nın “ney” ile “insan-ı kamil”i, “kamışlık” ile “elest bezmi”ni, “ateş” ile “tanrısal aşk”ı sembolize etmiş olduğu belirtilmiştir. “Duy yakınma etmede her an bu Ney, Anlatır hep bu ayrılıklardan bu Ney. Der ki; feryadım kamışlıktan gelir, Duysa her kim, gözlerinden kan gelir. Ayrılıktan parçalanmış bir yürek, İsterim ben, derdimi dökmem gerek. Eğer aslından birazcık ayrılsa can, Öyleki bekler, vuslata ersin süre. Ağladım her yerde, hep ah eyledim, Gördüğüm her kul için, dostum dedim. Her insanın zannında dost oldum fakat; yazı Kimse talip olmadı esrarıma. Asla değil feryadıma sırrım uzak, Gözde lakin yok ışık, duymaz kulak. Aşikardır can-beden, gör insanı, Yok izin, görmez fakat insan, canı. Ney sesi tekmil hava; oldu ateş, Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş! Ateş ateş olmuş, dökülmüştür Ney’e, Cebesi aşkın karışmıştır mey’e. Yardan ayrı dostu Ney dost kıldı hem, Perdesinden perdemiz yırtıldı hem. Kanlı yoldan Ney sunar hep arzuhal, Hem verir Mecun’un aşkından örnek. Ney zehir, hem panzehir; ah nerde var, Bu şekilde bir dost, bu şekilde bir özlemli yar? Sırrı bu aklın, kim bilir akl ile, Tek kulaktır alan kişi, sadece dile. Sırf üzüntü, gam; gitti kaç gün kaç gece, Geçti yanışlarla günler, öylece. Geçse günler, korku yok, her şey masal; Ey temizlik örneği, sen gitme kal! Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan, Anlamaz olgun adamdan bil ki, ham, Söz uzar, kesmek gerektir vesselam!” 11. Hz. Mevlana Sözleri Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın bendesiyim Ben, Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım Eğer birisi benden bundan başka söz naklederse Ben ondan da bizarım, naklettiği sözlerden de bizarım. Hasan Ali Yücel’in manzum tercümesi şöyledir: “Can tende var oldukça kulum Kur’an’a, Yol toprağıyımPeygamber-i zişana, Hakkımda bunun zıddına söz etse biri, Vay bu söze, vay bu şekilde diyen insana…” 12. Hz. Mevlana Sözleri Tanrı’a yeniden yeniden vallahi billahi ki, Bu mana (Mesnevi), Güneşin doğduğu yerden, batmış olduğu yere kadar tüm dünyayı kaplayacak, Ve tüm ülkelere ulaşacaktır. Hiçbir mahfil ve meclis olmayacak ki orada Mesnevi okunmuş olmasın. Hatta o dereceye varacak ki, Mabetlerde, zevk u safa yerlerinde okunacak; Tüm milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaktır. 13. Hz. Mevlana Sözleri Güzel söyle de halk, yüzyıllar süresince okusun. Tanrı’nın dokuduğu kumaş ne yıpranır, ne eskir. 14. Hz. Mevlana Sözleri Ben kilitten seslenen bir kapı anahtarı gibiyim sanki. Sanır mısın ki benim sözüm bir tek bir sözdür. 15. Hz. Mevlana Sözleri Ey oğul, her insanın ölümü kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost! Ayna Türk’e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. Ey can, aklını başına al. Ölümden korkup kaçarsın ya; doğrusu sen, kendinden korkmaktasın. Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün. Canın bir ağaca benzer; ölüm onun yaprağıdır. İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir; kötüyse de. Hoş nahoş… gönlüne gelen her şey senden, senin varlığından gelir. 16. Hz. Mevlana Sözleri Bizim sözlerimizin hepsi nakit, başkalarınınki nakildir. Nakil, nakdin ışık’idir. 17. Mevlananın Sözleri Azca Malum En Güzel Mevlana Sözleri İçin Tıklayınız. Sözünü öyleki bir izah et ki havas da avam da istifade etsin. Her insanın aklının ereceği, fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat. Söz söyleyen kemal sahibi olursa, (mağfiret ve hakikat) sofrasını yaydı mı, o sofrada her türlü aş bulunur. Hiçbir konuk aç kalmaz, hepimiz o sofrada kendi gıdasını bulur. 18. Mevlananın Sözleri Güzel üslupla söz söyleyenleriz; Mesih’in talebesiyiz; nice ölülere tuttuk da can üfürdük biz. 19. Mevlananın Sözleri Surette kalırsan putperestsin. Her şeyin suretini bırak, manaya bak. Hacca giderken hac yoldaşı ara. Fakat ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap. Onun şekline, rengine bakma; azmine ve maksadına bak. Rengi kara bile olsa değil mi ki seninle aynı maksadı gdüyor, aynı senin rengindedir, sen ona beyaz de. 20. Mevlananın Sözleri Bu dünya zindandır, ikimiz de zindandaki mahkumlarız. Zindanı del, kendini kurtar! Dünya nedir? Tanrı’tan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak tecim yapmak ve hanım; dünya değildir. 21. Mevlana’nın Sözleri İnsan, büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o bilimsel okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler, insanoğlunun dünya işlerinde almış olduğu çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır. 22. Mevlana’nın Sözleri İnsaf et, aşk güzel bir iştir! Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi, (insanlardaki) tabiatın fena niyetli oluşundandır. Sen, kendi şehvetine ve arzularına aşk adını takmışsın; Oysa şehvetten kurtulup aşka erişebilmek için yol oldukça uzundur. 23. Mevlananın Güzel Sözleri Gönlünde Tanrı sevgisi arttı mı, kuşku yokki Tanrı seni seviyor. 24. Mevlananın Güzel Sözleri Ben, İnsanlara faydam dokunsun diye bu dünya zindanında kalmışım. (Yoksa) hapishane nerede, ben nerede? Kimin malını çalmışım? 25. Mevlananın Güzel Sözleri Aynı dili konuşmak, akrabalık ve bağlılıktır. İnsan, yabancılarla kalırsamahpusa benzer. Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler (aynı dili konuşurlar). Nice iki Türk de vardır ki birbirine yabancı gibidirler. Şu halde “mahremlik (yakınlık) dili” bambaşka bir dildir. Gönül birliği (gönüldaşlık) dil birliğinden daha iyidir. Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder. 26. Mevlananın Güzel Sözleri Pergel gibiyiz; bir ayağımız sımsıkı şeriata bağlı, Öteki ayağımızla yetmiş iki milleti dolaşıyoruz. 27. Mevlana Özlü Sözleri Hz Mevlana “Ne Arıyorsan Kendinde Ara”… Kişinin kıymeti nedir? – Aramış olduğu şeydir! Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın. Eğer bir lokma ekmek ardında koşuyorsan, sen bir ekmeksin. Bu gizli saklı, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki Aradığın sadece sensin, sen. Madendeki inciyi aradıkça madensin. Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin. Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi; Neyi arıyorsun, sen osun. Senin canın içinde bir can var, o canı ara! Gövde dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara! A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara; Fakat dışarıda değil, aradığını kendinde ara. 28. Mevlana Özlü Sözleri Hz. Mevlana “Ben’im Sadece”… Demedim mi sana, gitme oraya; seni tanıyan, bilen ben’im sadece; şu yokluk serabında yaşam pınarın ben’im. Kızıp uzaklaşsan da yüz senelik yola gitsen, sonunda dönerek gene bana gelirsin; son durağın ben’im demedim mi? Demedim mi sana, dünyanın süsüne razı olma; senin razı olacağın otağın ressamı ben’im sadece. Demedim mi sana deniz ben’im, sen bir balıksın; karaya gitme; arı duru denizin ben’im sadece. Sana, kuşlar benzer biçimde tuzağa gitme; haydi gel, kolundaki, kanadındaki kuvvet ben’im demedim mi? Demedim mi sana, keserler yolunu, soğuturlar seni; ateşin, coşkun, sıcaklığın ben’im sadece. Demedim mi, yakıştırırlar sana fena fena sıfatlar; sen olursun kaybeden; oysa sıfatlarının kaynağın ben’im sadece. Demedim mi sana; “kulun işi gücü hangi sebeple düzene girer acaba?” deme; sebepsiz, cihetsiz yaratıcı ben’im sadece. Gönlünde bir ışık var ise bil bakalım, nerede evinin yolu; Tanrı sıfatlıysan eğer, bil ki ev sahibin, efendin ben’im sadece. 29. Mevlana Özlü Sözleri Ey özden habersiz gafil! Sen hala kabukla öğünüyorsun! 30. Mevlana Özlü Sözleri Göğsünün içindekini hakiki gönül sanan kimse, Hak yolunda iki üç adım attı da her şey oldu bitti sandı. Aslen tesbih, seccade, tevbe, sofuluk, günahtan sakınma, bunların hepsi yolun başıdır. Hak yolcusu aldandı da bu tarz şeyleri varacağı konak sandı. Azca Malum En Güzel Mevlana Sözleri İçin Tıklayınız. 31. Mevlana Özlü Sözleri Bedenler, ağızları kapalı testilere benzerler. Her testide ne var? Sen ona bak. 32. Mevlana Özlü Sözleri Ey Tanrı kitabının nüshası insanoğlu! Sen, kainatı yaratan Hakk’ın güzelliğinin bir aynasısın! Her şey sensin. Alemde ne var ise, senden dışarıda değil. Her ne ararsan, onu kendinden iste, kendinde ara. 33. Mevlana İle İlgili Sözler Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hak’tan mı? Ne boş zahmet. 34. Mevlana İle İlgili Sözler Her gün bir yerden göçmek ne iyi! Her gün bir yere konmak ne güzel! Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş! Dünle birlikte gitti cancağızım, Ne kadar söz var ise düne ilişik. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. 35. Mevlana İle İlgili Sözler Yetmiş iki millet kendi sırrını bizlerden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir ney gibiyiz. 36. Mevlana Sözleri Yapılmış, yıkılmadadır; topluluk, dağınıklıkta; düzeltme, kırılmada; murat, muratsızlıktadır; varlık yoklukta. Her şey buna benzer.. diğer zıtlar ve eşler de hep bunlar gibidir. Birisi geldi, yeri bellemeye, sürmeye başladı. Aptalın biri dayanamayıp feryat etti. Dedi ki: “Bu yeri niçin yıkıyorsun… Niçin yarıyor, dağıtıyorsun?!” Adam dedi ki: “A ahmak, yürü git.. benimle uğraşma! Sen yapılmayı yıkılmada bil!” Bu yer, bu şekilde çirkin ve yıkık bir hale gelmedikçe, iyi mi olur da gül bahçesi, buğday tarlası haline gelir? Düzeni alt üst olmadıkça iyi mi olur da bostanlık, ekinlik olur, mahsul ve meyve yetiştirir? Yarayı neşterle deşmedikçe iyileşir, onulur mu asla? Ahlatın, ilaçla yıkanmadıkça hastalığın iyi mi geçer, iyi mi şifa bulursun? Terzi kumaşı paramparça eder. Bir kimse çıkıp da o sanatını bilen terziye, mevlana sözleri “Bu canım atlası niçin bu hale getirdin, niçin kestin; ben kesik kumaşı ne yapayım?” der mi? Her eski yapıyı yaparlar, yenilerlerken eski yapıyı yıkmazlar mı? Marangoz, demirci ve kasap da bunun benzer biçimde, yeni bir şey yapacakları süre ilkin o şeyi yıkıp yakıp harap etmez mi? O helileyi, belileyi dövmek -de öyledir-, onları adeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır. Buğdayı değirmende ezmeseydin ondan ekmek yapılabilir miydi? Bizim soframızı bezeyebilir miydi? 37. Mevlana Sözleri Hz. Mevlana’ya sormuşlar “aşk nedir?” diye. Ben ol ki bilesin! demiş… 38. Mevlana Sözleri “Üzülme der Mevlana ve devam eder; Bir taraftan korku bir taraftan ümidin var ise iki kanatlı olursun…, Tek kanatla uçulmaz aslına bakarsan. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, Kilimin tozunu almaktır. Tanrı sana sorun vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olması imkansız……. Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır..!” 39. Mevlana Sözleri Ey kardeşim! Sen fikirden ve düşünceden ibaretsin. Senin varlığın bunlardandır. Geri kalan sinir ve kemiktir ki, onlar hayvanlarda da vardır. 40. Mevlana Sözleri Varlık, yoklukta görülebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilir. 41. Mevlana Sözleri Dünya uykudaki kişinin görmüş olduğu rüyadır. 42. Mevlana Sözleri Nice bilginler vardır ki gerçek bilgiden, hakiki irfandan nasipsizdirler. Bu ilim sahipleri, data hafızıdır, data sevgilisi değil. 43. Mevlana Sözleri Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz benzer biçimde ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver. 44. Mevlana Sözleri Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım, yalnız olduğumu söyleyeceğim kimse olmadığından yalnızım ben. 45. Mevlana Sözleri Kötülerin kötülüklerine acıyın. Benliğin, kendini görüp beğenmenin çevresinde dolaşmayın. 46. Mevlana Sözleri Akıl, canla algı sahibi olmuş, canla aydınlanmıştır. Ruh, iyi mi olur da aklın tasarrufuna girer. 46. Mevlana Sözleri Taş, taşlıktan çıkıp yok olmadıkça, mücevher olup yüzüğe takılır mı asla? 46. Mevlana Sözleri Kuru duayı bırak, ağaç isteyen tohum eker. 46. Mevlana Sözleri Ne mutlu o hiç kimseye ki kendi ayıbını görür. 46. Mevlana Sözleri Pirlik, saçın sakalın ağarması ile elde edilmez. İblisten daha yaşlanmış kim var? 46. Mevlana Sözleri Bal yiyen, arısından gocunmaz. 47. Mevlana Sözleri Üzülme der Mevlana ..! İstediğin bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da hakkaten de olmaması gerektiği için olmuyordur. . . !
OKUDUYSANIZ yada IZLEDIYSENIZ PAYLAŞIN LÜTFEN HERKES OKUSUN ve IZLESIN. Read the full article
#Mevlana Sözleri ve Anlamları Kısa Açıklamaları#Mevlananın Aşkla İlgili En Güzel Sözleri Facebook Paylaş
0 notes