Tumgik
#tanrıların soyları
panoptik · 2 years
Text
VİKİNG MİTOLOJİSİ - NESIR EDDA
Dünyanın oluşumundan yıllar önce Niflheim vardı ve onun altındaki kuyudan nehirler fışkırmaktaydı. Kutsal Yggdrasil ağacının üç kök altında, evrenin en altında yer alan bu soğuk, karanlık ve sisli bölgede bahar yaşanmaz.
“Ölüler diyarı olan ve ismini Loki’nin çocuğundan alan Hel’in  büyük bir kısmı burada yer almaktadır. Aynı zamanda İngilizce'deki Hell kelimesi burada bahsedilen Ölüler ülkesinin (Hellheim) kısaltması Hel'den gelir.”
Güneyde ise Muspelheim adında bir dünya vardır. Burası dayanılmayacak şekilde aydınlık ve sıcaktır; o kadar parlaktır ki kimse burada yaşayamamaktadır. Bu dünyanın sınırlarını da Surtr adı verilen bir dev-kişi korumaktadır. Buradaki Surtr karakteri aynı zamanda mitin sonunda dünyaya son verecek kişidir.  Mitolojilerde sıklıkla gördüğümüz dualist zıtlık burada da kendine buz ve ateş olarak yer bulmaktadır.
Tumblr media
Başlangıçta hiçbir şey yokken bu iki dünya vardır ve Niflheim’dan fışkıran buz gibi sularla Muspelheim’ın alevleri bir yerde karşılaşmaktadır. Burada oluşan buhar damlalarının canlanmasıyla Ymir(Ymer) isimli dev dünyaya gelmiştir. O bir tanrı değildir, İskandinavlar’a göre tüm kötü devlerin atasıdır. Böylece Kaos oluşmuştur.
Buzlar çözülünce buz kütlelerinin arasından Audhumbla isimli bir inek oluşur. Bu inek memelerinden akan sütle Ymir’i besler. Kendiyse beslenmek için buzla kaplı tuzlu taşları yalamaktadır ve yaladığı taşlardan 3 gün sonucunda bir erkek meydana gelmiştir. Bu adamın adı Bure’dir. Bure’nin Bor isimli bir oğlu olur ve Bor da Bestia isimli bir devin kızıyla evlenir. Nihayetinde Bor ve Bestia’nın da üç erkek çocukları olur, bunlardan ilki de tanrıların tanrısı Odin’dir.
Ymir sucks at the udder of Auðumbla as she licks Búri out of the ice in a painting by Nicolai Abildgaard, 1790.
Bor’un oğulları, yani Odin ve kardeşleri Ymir’i alt ederler. Ymir’in cesedini alıp onun etlerinden yeryüzünü, kanından denizleri, kemiklerinden kayaları, saçlarından ağaçları, kafatasından göğü, kaşlarından ise Midgaard adı verilen yeri yaratmışlardır. Dünyanın 4 köşesine cüceler tayin etmişlerdir ve bu cüceler Austre (Doğu), Vestre (Batı), Nordre(Kuzey) ve Sudre (Güney) olarak anılmaktadır. Bkz: Eski Norsça – Kuzey Cermen Dili
Asgard Kuruluyor - Odin ve güçleri.
Odin'in sadece güneş gibi parlayan tek bir gözü vardır. Diğer gözünü Bilgelik Kuyusundan içebilmek için feda etmiş ve sonsuz bilgi elde etmiştir. Habercileri Valkyrie’ler ölü savaşçıların ruhlarını Valhalla’ya taşırlar. İngilizcedeki Wednesday (Çarşamba) günü Woden's Day (Odin'in Günü) den gelmektedir. Tacitus gibi Romalı yazarlar tarafından Merkür'le özdeşleştirilmiştir. Avrasya Şamanizm'iyle bağlantılı olduğu düşünülmekte ve bir yandan da Truva’dan geldiğine dair araştırmalar yapılmaktadır. Manzum Edda’nın Valhalla’da yaşam kısmında Odin’in yemeğe ihtiyaç duymadığını, onun için şarabın yeterli olduğu ifadesi geçmektedir.
Tumblr media
Odin dünyanın orta yerinde bir şehir kurmuş buraya da Asgard demiştir. Burada 12 yönetici koltuğu barındıracak ve kendi yüksek makamı olacak altın kaplı bir saray inşa ettirmiştir. Buraya Gladsheim adı verilmektedir ve sonrasında tanrıçalar için de Vingolf adında bir saray yaptırılmıştır. Odin, Asgard’daki Hlidskjalf denilen bir tahta oturunca tüm dünyayı ve herkesin ne iş yaptığını görebilmektedir. *burada birçok diğer inanışta olduğu gibi tanrıya her şeyi görme yetisi bahşedildiğini görüyoruz. Odin’in omuzlarında iki kuzgun oturduğuna inanılmaktadır. Bunların adı Hugin ve Munin’dir. Odin bu ikisini şafakla dünyaya salar ve kahvaltıdan önce geri dönerler. Böylece yeryüzünün haberlerini almaktadır.
Tanrı Soyları – Aesir ve Vanirler
İskandinav tanrıları iki grupta toplanır; Aesir ve Vanir tanrıları. Vanir tanrıları daha çok bereketle anılmaktadır. Bu sebeple yerli balıkçılar gibi daha çok üreticiler içinde karşılık bulmuş inanışlardır. Vanirler hakkında çok yazılı kaynak olmadığı için Aesir tanrıları kadar bilgiye ulaşılamamaktadır. Birçok bilim insanına göre Uranos-Gaia nasıl Yunan mitolojisinde Zeus’un öncülleri ise Vanir’ler de burada Aesir’den önceki grubu oluşturmaktadır ve daha çok yeryüzü ile ilgilenmektedirler. Viking panteonunda iki grubun huzur içinde farklı şehirlerde yaşadığı belirtilmektedir ancak geçmişlerinde aralarında çok büyük bir savaş yaşanmış ve bu bazı tanrıların değiş tokuş edilmesiyle son bulmuştur. Vanir grubunun en önemli isimleri baba Njord ve bereket ve refah tanrısı olan Freyr’dir. Alışılageldik şekilde büyük bir penis ile betimlenir. Dişi karşılığı ise erotik tutkusu ve yüksek cinsel vurgusuyla Freyr’in kardeşi Freyja’dır.
Odin ve soyundan gelen kişiler Asa/Aesir adıyla anılmaya başlamışlardır ve Odin’e baş tanrı anlamında Alfather denilmektedir.  Thor, Odin’in ilk oğludur. Thor tüm tanrıların ve insanların en güçlüsü olarak anılır ve Yunan mitolojisindeki Zeus ile özdeşleştirilir. İkinci oğlu ise Balder’dir.  Balder yakışıklılığı, zekiliği ve iyi huyluluğuyla çok iyi anılan bir asadır. Diğer aesir soyunu uzatarak yazmıyorum ancak aşağıda asaları ve tanrıçaları listeledim. Buradaki her ismin kendine ait bir hikayesi var diyebiliriz. Detaylandırmak istenirse raflardaki birçok Viking mitolojisi eserinde detaylı şekilde anlatılıyor. Bu yazıda ana gidişe bağlı kalacak olsam da bundan sonraki gönderilerde bazı özel ve güzel bulduğum hikayeleri de anlatıyor olacağım.
Tumblr media
Dipnot: Edda’larda her zaman kutsanan on iki tanrı olduğu belirtilmektedir.  Ancak Brage, Vale gibi isimlerle bu liste yukarda olduğu gibi yaklaşık 20 kişiyle anılmaktadır. Tanrıçaların sayısınınsa genel olarak 26 olduğu düşünülmektedir .
İnsanın Ortaya Çıkışı
İnsanların ortaya çıkışı ise Bor’un oğulları Odin ve kardeşlerinin deniz kıyısında yürürken iki ağaca rastlamasıyla açıklanmaktadır. Bu ağaçları alıp insana dönüştürürler. Birinciye ruh ve can verirler, ikincisine mantık ve hareket yeteneği, üçüncüye ise konuşma, işitme ve görme yeteneği bahşetmişlerdir. Erkeğe Askr, kadına ise Embla demişlerdir.  Bu insanlara Midgaard adında bir şehir kurulmuştur. Dünyadan tanrıların katına giden bir yol bulunmaktadır. Mitolojide buraya da Bifrost adı verilmiştir. Oldukça sağlam olduğuna inanılan bu yapı gökkuşağı tasvirindedir ve üç renklidir. Bu gökkuşağındaki kırmızı rengin ateş olduğuna inanılır. Bu ateşin cenneti, buz ve dağ devlerinin kötülüklerinden koruduğuna inanılmaktadır. Ulu dişbudak ağacı Yggdrasil’in bir kökü bu cennettedir. İskandinav mitolojisinde dişbudak ağacı Yddragasil çok önemli bir yer tutmaktadır. Daha sonraki Türk mitolojisi yazılarımda da değineceğim üzere birçok mitte olduğu gibi kutsal ağaç imgesi burada da güçlü şekilde bulunmaktadır.  Bu dişbudak ağacın dalında, altında, üstünde yaşadığı düşünülen birçok hayvan anlatısı bulunmaktadır.
Dünyanın Sonuna Hazırlık: Loki ve Çocukları
Loki çok yakışıklı bir tanrıdır ancak birçoklarına göre kötü ve tutarsız bir karaktere sahiptir. Sürekli dolandırıcılık yaptığı anlatılır. Çoğu kez Aesirleri birbirine düşürüp sözde aralarını bulur. Karısının adı Sygin, oğullarının adı ise Vali ve Narfi’dir. Loki’nin başka çocukları da vardır ve mitolojide asıl yer tutan bunlardır. Jotunheim’da Angerboda isimli bir dev anasından üç çocuğu olur. Bunlardan ilki onunla özdeşleşen ve mitlerde çok önemli yer tutan Fenrir-Kurt, ikincisi yine onunla özdeşlenen  Jormungard- yılan ve üçüncüsü de cehenneme ismini veren Hel’dir.
Tanrılar esasında bu çocukların anne ve babalarından aldıkları özelliklerle ileride büyük felaketlere yol açacaklarını öngörmüşlerdir. Odin tanrıları görevlendirir ve çocuklar ona getirtilir. Odin, yılan Jormungard’ı denizin dibine atar, buna içerleyen yılan oknayusun altında tüm dünyayı kuşatır ve kendi kuyruğunu ısırmaktadır. Odin, Hel’i Niflheim’a atar ve ona dokuz dünyayı yönetme yetkisi verir. Kurt Fenrir ise Aesir’ler tarafından büyütülür. Onu drome adı verdikleri zincir ile bağlı tutarlar. İlerde Tyr bu uğurda elinden bile olacaktır. Ragnarok’a kadar kurt Fenrir bağlı kalacaktır ancak daha sonra kurtulup dünyanın sonunun gelmesinde etkin bir rol üstlenecektir.
Fenrir’in bu denli tehlikeli olmasına rağmen tanrıların onu öldürmemesi, “Tanrıların kutsal yerlere ve ibadethanelere karşı son derece saygılı olduklarından, kahinlerin onun Odin’in başına bela olacağına söylemesine karşın buraları kurdun kanı ile kirletmek istemediler” şeklinde açıklanmaktadır.
Tumblr media
The Punishment of Loki by Louis Huard (1813-1874)
Loki ise kurnazlıklarıyla daha sonra Baldr’ın ölümüne sebep olacaktır, bu hikayeyi ayrıca gönderi olarak oluşturacağım ancak bahsetmek gerektiği için birkaç satır değinmek gerekiyor. Loki’nin bu günahı sonrası tanrılar ona çok kızar. Loki göreceği tepkiyi bildiği için somon balığına dönüşür ve saklanmaya başlar ancak her şeyi gören Odin bir şekilde onu denizde yakalatır. Onu bir mağaraya getirirler. Daha sonra Loki’nin oğulları Vali ve Nare getirilir ve Vali kurda dönüştürülür ve Nare bu kurda parçalatılır. Tanrılar onun bağırsakları ile Loki’yi bağlarlar ve bu bağırsaklar zamanla demir zincir gibi sertleşir. Üstüne yılan asılır ve bunun zehri yıllarca yüzüne akıtılacaktır. Depremlerin Loki’nin bu acı dolu kıvranmalarından çıktığına inanılmaktadır. Loki Ragnarok’a kadar böyle kalacaktır.
Ragnarok – Dünyanın Sonu
Ragnarok dünyanın sonunu ifade etmektedir. Ancak bundan önce hiç yaz olmadan uzunca bir süre kış Fimbul diye uzun bir kışın yaşandığı düşünülür. Dünyanın dört bir yanında savaşlar yaşanmış, kardeşler çıkarları uğruna birbirlerini öldürmüş, yasadışı ilişkiler yaşanmıştır. Görüyoruz ki ahlaksal yapının çöküşü ve uzun kıtlık dünyanın sonunun habercisi olarak algılanmaktadır.
Daha sonra büyük ve şaşırtıcı bir olay yaşanacaktır. Kurt Skoll güneşi, kardeşi Hati ise ayı yutup tüketeceklerdir. Böylece dünyada sıkıntılar doğacak ve nihayetinde Fenrir zincirlerinden kurtulacaktır.  Kurt fenrir düşmanlarını yok etmek için üst çenesini cennete, alt çenesi ise yeryüzüne değecek kadar açmıştır. Denizin dibinde kızgınlıkla bekleyen Midgard yılanı ise dünyayı ele geçirmek için karalara saldıracak böylelikle denizler karaları kaplayacaktır.  Yılan savurduğu zehriyle tüm hava ve denizi kirletmektedir. Loki de kurtulmuş ve Hel’in tüm dostları ile birlikte saldırıya hazırlanmaktadır. Tüm bu olan biten sırasında cennet ikiye bölünmüş, Bifrost isimli köprü ise parçalanmıştır. Bunlar yaşanırken Heimdal ayağa kalkar ve tüm gücüyle Gjallar adındaki borusunu üfleyerek tanrıları toplantıya çağırır. Tanrılar savaşa gider. Odin kurt Fenrir’le, Thor ise yılan Midgard ile savaşmaktadır.  Thor yılanı öldürür ancak henüz 9 dokuz adım atmadan kendi de onun zehriyle ölecektir. Kurt Odin’i alt edip onu yutar. Daha sonra Odin’in oğlu Vidar kurdu öldürecek bile olsa sonunda Alfather gitmiştir. Loki ile Heimdal ile savaşa tutuşmuştur ve bu kavgada her ikisi de can verecektir.
Tüm bunların üzerine Surt dünyayı ateşe verir ve her şeyi yakıp kül eder. Fakat antik Hindistan’da çağlar geçince Ragnarok sonrası yeni bir dünya doğacaktır.
Yeniden Yaratılış
İnanışa göre Surt’un yangını sürerken Lif ve Lifthraser adlarındaki iki kişi Hodmimir korusu adında bir yerde gizlenmektedir. Sabah yağan çiğle beslenirler ve bunlardan türeyen çok sayıda ırk dünyaya yayılır.  Bir mucize olarak kurt tarafından yutulan güneşin en güzel bir kız doğurmuş olmasıdır. Yeniden doğacağına inanılan nazik Baldr’ın liderliğindeki tanrılar Asgard’a geri döneceklerdir.
KAYNAKÇA:
Gezgin, D. (2021). Bitki mitosları. Pinhan yayıncılık. Gezgin, D. (2007). Hayvan mitosları. Sel Yayıncılık. ***Leeming, D. A. (2017). A’dan Z’ye dünya mitolojisi. (N. Soysal, çev.) Say Yayınları. Öztürk, Ö. (2016). Dünya mitolojisi. Nika Yayınevi. Sproul, B. C. (2018). Yaratılış mitleri. (A. Bucak, çev.) Hil Yayın. ***Sturluson, S. (2019). Viking mitleri Nesir Edda. (E. Duru, çev.) Say Yayınları.
5 notes · View notes
Text
Dinler ve insan
  Bir insan, kendisinin dışında hiç kimsenin görmediği, hiç kimsenin duymadığı bir şeyin varlığından bahseder ve onunla iletişime geçtiğini iddia ederse diğer insanlar onun deli olduğunu düşünür. Eğer kendisiyle beraber bunu söyleyecek birden fazla kişi bulursa, bu onu deli değil dindar birisi yapar. Dünya tarihine baktığımızda insanlar sürekli bunun gibi hikayeleri gerçek kabul etmiş, bu hikayelerin altında birleşmiş ve birlik olmuşlardır.
  Dinler, insanın kendi içinde verdiği ruhsal bir savaşı anlatır. Tanrının mükemmelliği ve sonsuz gücü, insanların aslında kendilerinin sahip olmak istediği güçlerdir. Tanrının insanı değil, insanın tanrıyı yarattığının felsefi kanıtlarından birisi olarak; neredeyse her tanrının, bir insanın sahip olabileceği basit ve aşağılık bir ahlak yapısına sahip olması örnek olarak gösterilebilir. Bilindiği kadarıyla ortalama 4200 farklı din, 100.000'den fazla tanrı var. Neredeyse her tanrı aynı şeyi söyler; bana inan, bana tap, başkasıyla konuşma, başkasını düşünme, seks ve içkiyi ahlaksız bir davranış olarak kabul et; eğer bunları yaparsan sana cenneti veririm, cennette sonsuz içki ve sonsuz seks fırsatına sahip olursun; eğer bana inanmazsan ya da beni aldatırsan seni cehenneme hapsederim; sonsuza kadar yanarsın ve acı çekersin... Bana göre yüce bir yaratıcı olsaydı seks ve içkiden daha iyi ödüller sunabilirdi. Seks ve içki, insanın basit primat beyninin ödül olarak gördüğü ve peşinde koştuğu şeylerdir. Cehennem, yani sonsuza kadar yanmak ve acı çekmek yine insanın basit primat beyninin ceza olarak gördüğü şeyler.
  Dindar insanlar sürekli kendi dini kitaplarının ne kadar mükemmel olduğuyla, ne kadar harika yazıldıklarıyla ve ne kadar kusursuz olduklarıyla ilgili konuşurlar. Aslında çoğunun kitaplarında ne yazdığından haberleri bile yoktur. Sadece duydukları ve inanmak istedikleri kısımları baz alıp bazı ayrıntıları yok sayarak konuşurlar. (Bazı ayrıntılara örnek olarak; öldürmek, soykırım, kölelik, kadın ve erkeğin eşit olmaması, erkeğin topraktan yaratılması, kadının erkeğin kaburgasından yaratılması, dünyadan düz olarak bahsedilmesi, her şeyin insanlara özel olarak yaratılması, insan vücudunun kusursuz olması, güneşin dünya üstünde gezen bir cisim olarak anlatılması gibi konular örnek olarak gösterilebilir.)
  Düşünmekten ve felsefeden yoksun insanın kendisini tanrı ilan etmesi ya da en azından peygamber olarak tanıtması için önce her insanın sorduğu ortak sorulara, bilinmeyenlere ışık tutması gerekiyordu ve böylece bir şeyler uydurmayı seçti. Şu an 21. yüzyıldayız ama hala dinlere inanan insanlar var. Dünyada 1.3 milyar Müslüman, 2.14 milyar Hristiyan, 700 milyon Hindu, 14 milyon Yahudi ve diğer yüzlerce farklı dine inanan insanlar var. Bazı dinlere baktığımızda görüyoruz ki kendi içinde mezheplere ayrılmışlardır. Örneğin Müslümanlık, ilk çıktığı zamanlarda 3 ana mezhebe ayrılmıştı şu an ise 8 büyük mezhebe ayrılıyor. Müslüman olsanız bile eğer bulunduğunuz toplumun dahil olduğu mezhebe değil de farklı bir mezhebe aitseniz yine toplum tarafından dışlanma ihtimaliniz var. Dindar insanlara baktığımızda görürüz ki %99 oranında aileleriyle ve bulundukları toplumla aynı dine sahiptirler. Kısaca; aileniz veya toplum, size neye inanmanızı söylerse siz de ona inanırsınız. Ve diğer insanlara da sizin gibi olmaları, sizinle aynı şeye inanmaları için baskı uygularsanız. Bu sizin suçunuz değil, basit primat beyninizin size sunduğu bir hastalık, adı da zenofobi.
  Zenofobi, insanın yabancılardan ya da bir şekilde kendisinden farklı olanlardan korkması ya da nefret etmesi durumudur. Homofobi, yobazlık, milliyetçilik, ırkçılık vb. bir sürü konu buna örnek olarak gösterilebilir. Ama şimdilik konumuz dinler. Yobazı, bir düşünceye veya bir inanca körü körüne bağlı olan ve başkalarına baskı yapan kimse olarak açıklayabiliriz. Zenofobi, paleotik çağdan itibaren insanların kendilerinden farklı olan insanlardan uzak durmasına, onları dışlamasına ve onları öldürmesine sebep olmuştur. M.Ö. 2000 yılında güneş tutulması, tanrıların bir güç gösterisi olarak düşünüldüğü için tanrılara hayvan ya da insan kurban etmeleri gerektiğini düşünen insanlar vardı. Eğer şu anki bilginizle M.Ö. 2000 yılından yaşıyor olsaydınız dünyanın yuvarlak olduğunu yada güneşin ve ayın dünyayla nasıl hareket ettiğini insanlara söylediğiniz anda oradaki şamanlara hakaret etmiş sayılırdınız ve tanrılara kurban edilmesi gereken bir kişi olurdunuz. Çünkü yobaz bir toplumun felsefe ve mantık yeteneği yoktur. İnanmak, düşünmekten daha kolay olduğu için her toplumun çoğunluğunu inananlar oluşturur. Çoğunluk dediğimiz kavram, her insan toplumunda etkili olmuştur. Çoğunluk kime inanırsa o kral olur, demokrasilerde bile neyin nasıl yapılacağına çoğunluk karar verir.
  M.Ö. 2. yüzyılda Eratosthenes, dünyanın yuvarlak olduğunu öngörerek dünyanın çevresini şu an bildiğimiz uzunluğuna çok yakın bir şekilde hesaplamayı başarmıştır ve İskenderiye kütüphanesinin baş kütüphanecesi olarak görevlendirilmiştir. Ama bakıyoruz ki Endülüs ve İskenderiye kütüphaneleri yakılmış, karşı çıkan bütün insanlar öldürülmüştür. Yıllar boyunca insanların topladıkları, toplamak için hayatlarını harcadıkları bütün bilgiler saçma bir inanç uğruna kül olmuştur. Bu insanların tamamen cahillikleriyle kendilerine verdikleri bir zarardır.
  13. yüzyılda Biritanya İmparatorluğunda yaşayan bilim adamı Roger Bacon, deney yöntemini ilk savunan Orta Çağ aydınlarındandı. Büyüteci bulan ilk kişi olarak tarihe geçti. Fransiskanlar, dönemin Katolik Hristiyan tarikatıydı. Bacon, Fransisken öğretisini eleştirdiği için 14 yıl hapis yattı ve sonra öldürüldü. Soyu devam etmedi. ( Bu arada, Bacon'a göre Aristotales'ten sonraki en büyük filozof İbni-Sina idi. )
  16. yüzyılda yaşamış olan Giordano Bruno; İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve okültist. Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri. Evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende, dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edildi, Roma'da kazığa bağlanıp diri diri yakılarak idam edildi. Soyu devam etmedi.
  17. yüzyıl, Galileo Galilei; İtalyan astronom, fizikçi, mühendis, filozof ve matematikçi. Rönesans'ın bilimsel devrimine büyük bir katkıda bulunan bilim insanı; “gözlemsel astronominin babası”, “modern fiziğin babası” ve “bilimin babası” gibi isimler takılmıştır. Dünyanın yuvarlak olduğunu söylediği için 1615 yılında Roma engizisyonu tarafından idam edilmekle tehdit edilmiş ve baskı yüzünden söylemlerini geri çekmiştir. İdamdan kurtulsa da hayatının geri kalanını ev hapsinde ve gözetim altında devam ettirmiştir.
  Düşünen, üreten, savaşmayan ve bilime bir şekilde ilgi duyan insanlar tarih boyunca her zaman yok edilen tarafta oldular. Son 40.000 senede inançları, ritüelleri, toplumun ahlak yapısını, devletlerin işleyiş biçimini eleştiren ortalama 143.000.000 insan öldürüldü, hiçbirisinin soyu devam etmedi. Eğer bütün bu insanların soyları devam etseydi bugün dünya nüfusunun ortalama %35'i üstün zekalı olabilirdi.
  Hazır lafı açılmışken biraz bahsetmek istediğim birileri var. İbn-i Sina; Tıp adamı, fizikçi, yazar, filozof ve bilim insanı. Tıp ve Felsefe alanına ağırlık verdiği değişik alanlarda 200 kitap yazmıştır. Batılılarca, Orta Çağ Modern Biliminin kurucusu, hekimlerin önderi olarak bilinir ve "Büyük Üstad" ismi ile tanınır. Tıp alanında yedi asır boyunca temel kaynak eser olarak süre gelen Tıbbın Kanunu adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap Avrupa üniversitelerinde 17. asrın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur. Fars veya Türk bilim insanıdır. 10. yüzyılın sonlarında dünyaya gelmiş, 11. yüzyılın ortalarında ölmüştür. Olağanüstü hafızası ve zekası sayesinde henüz 14 yaşına geldiğinde öğretmenlerini geçmeye başladı. 16 yaşında tıbba döndü ve bu konudaki bilgileri öğrenmekle kalmayıp yeni tedaviler de geliştirdi. 19 yaşında doktor ünvanı elde etti ve ücret almaksızın hastaları tedavi etmeye başladı. Hayatında bir sürü başarıya imza attı. Ölüm yatağında ise bütün mallarını yoksullara bağışladı ve bütün kölelerini azat etti. (Evet, bazı insanlar ne kadar kabul etmek istemese de İslam'da kölelik var ama bunun hakkında bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetmiyorum.)
  20. yüzyılın en büyük sorunlarından biri de çocuk felciydi. Bütün dinlerden insanlar, bütün dillerde, bütün kutsal ibadet yerlerinde bu hastalığın tedavisi için yıllarca dua ettiler. Tabi bir etkisi olmadı. Amerika'ya yerleşmiş Yahudi bir ailenin çocuğu olan Jonas Salk ise 1950 yıllarında formaldehitle öldürülmüş virüsten aşı elde etmeyi başardı. Eğer patent çıkarsaydı 7 milyar dolar kazanç sağlayabilirdi ama o insanları kurtarmayı seçti.
  Gördüğünüz gibi dünyanın farklı yerlerinden, farklı zamanlardan insanlığı bir adım ileri götürmeyi başarabilmiş insanlar. Tek ortak noktaları felsefe ve bilimle uğraşmış olmaları. İbn-i Sina, İslam'ın Altın Çağı olarak bilinen 8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar süren dönemde yaşamıştı. İslamın Altın Çağı; ağırlıklı olarak Hintçe, Yunanca, Farsça gibi dillerden çevirilerin yapıldığı ve bilgiye aşırı önem verilen bir zamanı simgeler. Bu çağda İslam felsefeye pek sıcak bakmıyordu ancak 14. yüzyıldan sonra bilimi de günah olarak kabul etmiş ilerlemeyi durdurmuştu, bu yüzden 14. yüzyıldan sonra hiçbir İslam Devleti asla yükselişe geçemedi. 1450-1500 yılları arasında nüfusu 60.000.000 olan Avrupa’da tam 20.000.000 kitap basıldı. Bu her 3 kişiden birisinin kitabı olduğu anlamına geliyordu İslam devletlerinin aksine Avrupa gelişmeyi sürdürüyordu. Günümüzde gelişen ve gelişemeyen coğrafyalar 600 yıldır aynı şekilde kalmıştır. Çünkü, toplumu değiştirmek zordur ve öğrenmek yerine inanmayı seçen toplumlar asla gelişememiştir.
  Eski zamanlarda çoğunluğun yanında olmak, hayatta kalmak ya da iyi bir yaşam sürmek için işe yarar bir yöntemdi. Din adı altında birleşmek insanların birlik sayılarını arttırmalarına yardımcı olmuştur. Bir insan, normalde tanımadığı bir insana yardım etmezken aynı dini paylaştıkları için bir kilise, bir hastahane ya da bir ev yapımında başkasına yardım etmeyi tercih edebiliyordu. Taş çağına döndüğümüzde dinlerin gerçekten de insan hayatına bir katkısı olduğunu görebiliriz. Ama 21. yüzyıla baktığımızda dinlerin artık hiçbir etkisi yok. Çağımız teknoloji üstüne kurulu; hayatta kalmamız da daha iyi yaşam şartlarına sahip olmamız da tamamen teknolojimizin ne kadar geliştiğine bağlı. Hangi din, hangi mezhep olursa olsun, kaç kişi olursa olsun farketmez. Her şey artık teknolojik üstünlüğe bakıyor. Bunun bir an önce farkına varmamız gerekiyor aksi takdirde insanlığın basit, birbirini yiyen, az gelişmiş formlarıyla karşılaşmaya devam edip aralarında acı çekmeye mahkum kalacağız.
15.02.2017
0 notes
panoptik · 2 years
Text
Yaratılış Mitleri -Bir Babil Miti: ENUMA ELİŞ
Sanat tarihi akımları hakkında okumalar devam ederken bir yandan da yaratılış mitleri hakkında yazılar derleyeceğimden bahsetmiştim. Zerdüşt ve İskandinav mitleri yazılarım da taslaklarda hazır ancak içerik olarak vakit buldukça farklı kaynaklardan zenginleştirmeyi bekliyorum. Bu yazıları derlerken hem öğreniyor hem de mutlu oluyorum. 
Eski Yakın Doğıu mitleri arasında en öne çıkanlardan biri olan Enuma Eliş, Babil bilgi dünyasının da en önemli ve temel bilgi kaynaklarından biridir. Bu epik şiirde amaç daha çok Babil’in tanrısı olan Marduk’u kutsamaktır. Miti okurken özellikle Yunan mitolojisini ve oradaki Kronos-Zeus ilişkisini düşünerek okumanızı tavsiye ederim
Tumblr media
Enuma Eliş ismi yazının açılış cümlesinden gelmektedir: “Enuma elish la nabu shamanu…” Yani çevirisini yazacak olursam “Yukarıda göklere adı verilmemişken (henüz manasında)
Tarihsel anlamda bu mit ilk olarak Ninova’daki Kral Asurbanipal’in (MÖ 668-626) kütüphanesinin yıkıntıları arasında keşfedilmiştir. Ancak kalıntının içinde övgüyle anlatılan Marduk’tan yola çıkarak söz konusu mitin Marduk’un milli bir tanrı haline geldiği ilk zamanlardan geldiği düşünülmektedir. İçinde bahsedilen olaylar MÖ 2057-1758 yılları arasında geçer, en çok da ünlü kral Hammurabi (MÖ 1990) dönemine denk geldiği görülmektedir.
Enuma Eliş’teki bu çoğu ismin esasen Sümerce olduğu ifade edilmektedir ve Apsu, Anu, Enlil gibi tanrılarında Sümer Tanrısı olduğu ifade edilmektedir. Bu anlamda kesin bir şey söylenemese de bu Babil mitolojisinin büyük bir kısmı Sümerlerin bir türevi gibi gözükmektedir ancak Sümerlerde bir örneğine rastlanamadığı için kesinlik atfedilmemektedir.
Enuma Eliş karakter sayısı bolca olan bir mit, o yüzden ben okurken karakterleri soyağacı gibi çizerek okudum. Buraya da bir grafiğini bırakıyorum ki kafalar çok karışmasın.
Tumblr media
Destan, Apsu (okyanus) ve Tiamat (ilksel sular – anne) beraber hareketsiz durmasıyla başlar ve sonunda bunlar tanrısal doğa güçlerini yaratırlar. Aile grafiğinde göreceğiniz üzere;
Kumu temsil eden Lahmu, çamuru temsil eden Lahamu; Gökyüzünün ufkunu ifade eden Anşar, dünyanın ufkunu ifade eden Kinşar Bulutların sisi ve entropi prensibini ifade eden Mummu yaratılır.
“Neden yaptığımız çocukları yok edelim? “
Çocuklar büyüdükçe düzensiz dünyaya bir düzen getirmeye uğraşırlar, aralarından soyları türer. Her geçen süre daha isyankar hale gelirler.  Bunların var edicisi Apsu ve Tiamat çocukların bu hallerine gücenip öfkeyle ağırklıklarını yeniden göstermek isterler. İçlerinden Mummu’yu çağırıp diğer genç tanrıları öldürmek için komplo kurarlar.  Fakat bu plan suya düşer çünkü Tiamat annelik kaygısıyla geri çekillir ayrıca bu geri çekilmede 3. Soyda bulunan Suyun ve Toprağın Efendisi Ea’nın (başka deyişle Enki veya Nudimmud) Apsu’yu kurnaz hünerleriyle yolundan döndürmesi de vardır. Bu olaylar sonrası Ea Mummu’yu hapseder, Apsu’yu ise bağlar ve öldürür.
Ea’nın karısı Damkina’yla birliktelerinden muhteşem Marduk dünyaya gelir.
“O, derindeki sularda doğdu. Marduk, Apsu’nun kalbinde oluştu, onun kalbinde yapıldı. Ea onu doğurttu ve Damkina onu doğurdu. O tanrıçaların memesini emdi, süt analarından dehşetle beslendi.”
Babası Ea, onu görür görmez sevinir, onun mükemmel olduğunu fark ettiği için onu birinci ve en yukardaki ilan eder.
Ayaklan, Annemiz! Onlardan öcünü al ve onları rüzgar gibi içi bomboş yap.
Marduk büyürken gökyüzünün ulu babası Anu ise savaşçıları yönetmeleri için güçlü rüzgarları yaratır ve bu rüzgarları dört bir yandan estirir. Tiamat’ı korkutmak için dehşet bir kasırga meydana getirir.Diğer bazı tanrıların sürekli esen bu rüzgardan ve süregelen bu halden huzur kalmamıştır ve Tiamat’a gidip komplolarını anlatırlar.
Annelerine şöyle derler: “Apsu’yu öldürdüklerinde bir şey yapmadın, kocana yardım etmedin. Şimdi de Anu, dört yandan bu rüzgarları seni korkutmak için rüzgarları estiriyor. Terk edilmiş halde etrafta dolanıyorsun ve bizleri de artık sevmiyorsun. Gözlerimiz ağrıyor ve acı çekmekten bizler de artık uyuyamıyoruz.”
Bu gelişmeler üzerine Tiamat soyundan kendi genç tanrıları öldürmek için çeşitli işlere girer, bir takım düzensiz canavarlar yaratır. Evlendiği Kingu’yu da bu düzensiz canavarların şefi yapar.
“Bir zamanlar sözlerle bir tuzak kurmuştın, git ve dene onu. Mumnu’yu öldürdün, Apsu’yu da öldürdün; Tiamat’ın önünde yürüyen Kingu’yu da öldür!”
Anşar, Tiamat’ın nasıl güçlendiğini duyduğunda huzursuz bir kedere kapıldı ve kendince direndi sonunda konuştu ve Ea’yı savaşmaya zorladı; onu zamanında yaptığı şeyleri tekrar yapması için telkin etti. Ea, Tiamatla görüşeceğini bildirir fakat yapmayı planladıklarının tamamını gördüğünde onunla yüzleşemez ve boynu eğik geri gelir ve Anşar bu sefer oğlu, göklerin ulu babası Anu’yu çağırır. Anu da gidip yüzleşemeden geri döner ve “Benim elim çok zayıf, onu yenemem.” Der.
Hangimiz savaşta en zorlu? Kahraman Marduk!
Tüm bu gelişmeler sonucunda Annunki tanrılar grubu toplantısı neticesinde efendi Anşar ve diğer tanrılar Marduk’u yardıma çağırır ve Marduk bunun karşılığında bu tanrılardan kendisinin üstünlüğünün tanınmasını ister.
Tumblr media
Neden isyan ediyorsun, kabaran kibrinle, kalbindeki çatışmayla, oğullar babalarını reddetsinler diye mi? Hepsinin annesi olarak neden savaşa annelik ediyorsun?
Hazırlanan Marduk sonunda Tiamat ile yüz yüze gelir, Kingu bile Marduk’u görünce bocaladı ve geride kaldı ama Timat hiç çekinmeden gürledi; Marduk’u kibir ve görmemişlikle suçladı. Marduk ise yukarıda başlıkta belirttiğim gibi Tiamat’a karşı suçlamalar yöneltti.
İkisi karşı karşıya gelip kavgaya tutuştular, Efendi Marduk, Tiamat’ın üzerine ağını attı ve sürekli esen vahşi rüzgar İmhullu arkadan gelerek Tiamat’ın yüzüne vurmaya başladı, Tiamat onu yutmak için ağzını açtığında Marduk rüzgarı içeri itti ve karnına inen hava Tiamat’ı şişirdi. Sonunda Marduk ona bir ok attı ve ok karnını yarıp Tiamat’ın rahmine saplandı. Efendi Marduk böylece Tiamat’ı yendi.
Gücü elinde tutan Marduk bu olaylardan sonra gökte yıldızların yerini tayin eder, tanrılara görevlerini dağıtır, gökyüzü ile dünyayı birbirinden ayırır. Kendini yaşayacak yer olan Babil’i kurar ve sonunda dünyadaki kaosa bir son vererek kendince bir düzen verir. Özellikle mitolojinin bu kısmında zamanı anlamlandırma, gökyüzünü anlamlandırma, tekrar eden doğa hareketlerini bir kalıba oturtabilme çabası görüyoruz.
Vaktiyle sizler derin suların üzerinde boşlukta oturdunuz fakat ben dünyayı, gökyüzünün aynası olarak yaptım, onun temellerini yapmak için toprağı sertleştirdim. Orada şehrimi, sevgili evimi kuracağım.
Tumblr media
Fiziksel dünyanın düzeni efendi Marduk tarafından tahsis edildikten sonra Marduk kutsal bir alan oluşturmaya ve orayı yaşam alanı ilan etmeye karar verir. Tanrılar ona şükranlarını sunar ve büyüklüğü kabul ederler, krallarına şöyle haykırırlar;
İzin ver, Ea senin mimarın olsun ve mükemmel planı çizsin, biz de onun duvar ustaları olacağız.
Marduk tanrılardan da aldığı ilhamla bir sanat eseri yaratmak için heyecan içindeydi ve içinden geçenleri Ea’ya şöyle anlattı:
“Kanı kandan alıp kandan ve kemikle, özgün bir şey yaparım, onun adı İnsan, ilk insan benim eserim olacak.
Onun tüm işi sadakatle hizmettir, düşmüş tanrılar dinlensin onların görevlerini dikkatle değiştireceğim ama kutsallıkları aynı kalacak.”
İnsan, tanrılara hizmet edecek olan!
Ea, dikkatle dinledi ve Marduk’a soylarından bir kişinin öldürülmesinin diğer tanrıları yaşatmak için yeteceğini ifade etti. Toplantılar sonucu isyanı başlatanın Kingu olduğu, savaş suçlusu olduğu söylenir.
Onu suçlu ilan ettikten sonra Kingu Ea’nın önüne getirilir. Damarlarını kestiler ve vücudundan insanı yaptılar. Ea onun kanından tanrılara hizmet amacıyla insanı yaratmış oldu.
Mitin kalanında Marduk’a yapılan detaylı övgülere yer verilir ve ona ait elli ismin zikredilmesiyle son bulur.        
Enuma Eliş, yüksek sesle okunmak içindir ve yılda bir defa, yeni yıl kutlamasının dördüncü gününde, Marduk heykelinin önünde sahnelenir. Mit ayinde okunurken, hem kainat sembolik olarak yeniden yaratılır hem de dünyanın düzeni yeniden onaylanır. Kral, yüce rahip Marduk’un önünde diz çöker, böylece o ve onun temsil ettiği ülke tanrısal güce itaatini gösterir.
Kaynakça:
Demirci, K. (2013). Eski Mezopotamya Dinlerine Giriş: Tanrılar, Ritüel, Tapınak, Ayışığı Kitapları, İstanbul.
Heidel, A. (2000). Enuma Eliş: Babil Yaratılış Destanı. çev. İsmet Birkan. Ankara: Ayraç Yayınları, 
Sproul, B. C. (2018). Yaratılış Mitleri: İnsanın ve Evrenin Ortaya Çıkışına Dair Tüm Dünyadan Mitler (çev. Ali Bucak). İstanbul: Hil Yayın.
15 notes · View notes