hayır. canım ne zaman isterse konuşamam. yanılıyorsun, canıma susayan sesler uykudayken, o dağınıklıktan çıkarttığım öznesi eksilerek tamamlanan bir cümleyle sana varabilirim. bir akşam salıncak ararken, bir çocuk parkında korkuluğa dönüşebilirim. kafamdaki sesler uyanmadan sana varamazsam yolda kaybolabilirim. beni bulmayacağını biliyorum.
ve
artık
sorun
etmiyorum.
şiirlerde okuyunca edebi gelen şeylerin günlük hayattaki beyhudeliğini yakından tanıyorum.
76 notes
·
View notes
71 notes
·
View notes
Denize kavuşan ırmak
Şimdi gerisin geri dönüyor
Kaynağına.
72 notes
·
View notes
Sonun Sonsuzluğu
1
Acı, bir ırmak gibi
Doluyor yüreğime
Bardaktan boşanırcasına ağlamak istiyorum
Beni arhk ne çiçekler,
Ne çocuklar kurtarır;
Ne de o her gün
Yinelenen doğum.
Fırtına ektim
Rüzgar biçtim şu dünyada.
Acı, tepeden tırnağa
Acı çekiyorum.
Ey, yüreğimden hep ölüme doğan İsa!
Haydi, yeniden çarmıha geril
Bu son ölümün olsun
Ve bir daha doğma!
2
Öldürmeyeceğim kendimi
Ama, keşke öldürseydi
Diyeceksin bana.
Öldürmeyeceğim kendimi
Ama, bir ağıt yakmak
Gelecek içinden;
Aklımı yakıyorum çünkü ben
Yaşanmış, yaşanacak
Bütün günlerimi.
İntihar diye bir şey
Yok bu dünyada.
Ölümle biten bir intihar yok.
Asıl intihar
Gün gün yaşamakta.
Öldürmeyeceğim kendimi
Ama, keşke öldürseydi
Diyeceksin bana.
3
Yüreğime bir tanım
Bulabilmek için
Yollara vurdum kendimi,
Dillere düştüm.
Ben hangi yalnızlığın tarihi,
Hangi umudun
Tarih öncesiyim?
Birbaşıma kalakalmışım uzak,
Uzak ufukların sonsuzluğunda
Kollarım ardına kadar
Dünyaya açık.
Ama yaşamımda ne bir esinti
Ne de bir
Yangın var artık.
4
Ey taşlar! Ey,
Karşımda susan dünya!
Ey, bütün ölümlerime
Gebe kalan deniz!
Yağmurun bile
İzi kalır toprakta.
Havada çiçeğin kokusu
Yel vurdukça tüter.
Değil mi ki
Ufuk çizgilerinin bile
Bir sının var
Değil mi ki
Artık ne topraklar, ne sular
Beni sarıp sarmalayacak.
Gitsem, kendime
Gideceğim bundan böyle;
Kalsam, bir uçurum
Kendi derinliğiyle dolacak.
Yaşamı da, ölümü de
Tutmayacak yüzüm benim
Yüzüm benim, yüzüm benim
Dalacak bir yol gibi
Kendi çizgilerine –
Kim bilir nereye?
5
Bütün kapıların
Dışına kovuldum.
Taşlandım kahve masalarında.
Şimdi ben, ıslak bir toprağın
Tüten buğusuyum;
Kendine bakan bir aynayım
Ben bu dünyada.
Bütün kapıların
Dışına kovuldum.
Yüreğim, kurtarılmış bir
Bölgedir şimdi.
Yaşamak eğer
Gerçekten bir savaşsa,
Kalkana ve mızrağa
Çevirdim de dilimi
Omuzlarımdaki
Apoletlerden oldum.
6
Her denizin bir kıyısı,
Her insanın
Bir boyutu varmış.
Ölüm araya girmeye görsün
Bütün hücrelerini
Bir kapıya döndürüp beklesen de
Açan olmazmış
Gel ey
Yalnızlığım benim!
Açıp da solmayan gülüm!
Doldurdum bir vazoyu seninle
Suyunu yeniledim,
Kokunu öptüm.
7
Beynimle yüreğimin
Arasında ırmaklar akar
Her sabah
Boğulurcasına uyanmam bundandır.
Azraili yoldaş bilip,
Yeniden doğanım ben.
Her susayışım çöl,
Her boğuntum
Çağlayanlar boyuncadır.
Çırpınsam da çıkamam
Kendi eksenimden.
8
Çiçeksiz bir dal gibiyim
Susuz ırmak yatağı …
Varlığım soyutlandı
Bütün anlamlarından.
Gün gelir çekip giderim
Avuçlarıma alıp da aklımı
Çığlık çığlığa
Bu sokaklardan.
9
Yüreğimi dünyaya karşı
Bir kalkan bilirken
Son burcu da çökertildi
İçimde bir kalenin.
Aklımın ovalarını yeniden
Ölçüp biçmem gerekiyor şimdi
Kimsesiz ve dingin.
Bu sorular tufanında
Tutunacak dalım değil,
Bir tek yaprağım bile kalmadı sanki.
Ne bir kıpırh var havada
Ne de sularda
Yeniden doğuşların cenini.
10
Dünya kendine döner
Ben kendime dönerim.
Aklın dizginlerini çözdüm,
Yüreğin köprülerini athm
Savaşlara girdim
Yenik, umarsız
Bana bir yara kaldı
Bir de yaşama isteği
Belli belirsiz.
11
Bir şiire başlamadan önce
Noktayı koymayı öğrendim;
Yeni başlamış bir şeyi
Yitirilmiş görmeyi…
Tufanlar da istemiyorum artık
Bir dünya kuruyorum kendime
Devinimsiz, duruk.
Aklımı da kovuyorum cennetlerimden
Yüreğimi de şimdi.
Günışığıdır beni kör eden
Yağmurlardır yaralayan
Ve eve döner gibi yapıp,
Kendime döndüğüm her akşam
Anladım, yüreğimde doldurulmamış
Uçurumlar olduğunu.
Karşılıksız sorular göveriyordu
Aklımın geniş ovalarında.
İşte, bir zamanlar
Denize kavuşan ırmak
Şimdi gerisin geri dönüyor
Kaynağına.
12
Yalazlanıyor deniz
Önce usul usul
Sonra gürül gürül…
Uçurumlar açılıyor derin,
Dağlar yükseliyor yüce.
Oturmuşum bir kayanın üstüne
Akdeniz’e bakıyorum
Kendime bakar gibi
Mavi bir aynadaki gençliğime …
Ne söyledim, ne yazdımsa bu dünyada
Ne yitirdim, ne buldumsa
Bir derin iç çekişin
Bağrında eridi.
Bütün nesneler tek bir ses olarak
Bağırıyor bana:
Bitti arbk,
Artık her şey bitti!
13
Ardımda kalan
bütün köprüleri bir bir yakhm
Geri dönemem artık
Namludan çıktı kurşun.
Ne çok yürüdüm şu dünyada
Ne kadar az yol aldım
Acının alfabesindeyim daha.
Geri dönemem artık
Bir çizgi gibi uzar giderim
Anlamsız, kimsesiz
Ve soluk.
14
Aamı
Anlamıyor musun yüzümden?
Yüreğimi yansıtan
Bir aynaya döndü.
Aklımdan
Azat oldu da dilim
Yaşamın arkasından konuşarak
Özgürlüğünü kanıtlıyor şimdi.
Acımı
Anlamıyor musun yüzümden?
Bir kez olsun duy beni
Sözcükler
Araya girmeden!
15
Bir gün gelir de
Ölüme yenilirsem eğer
-Yenileceğim demiyorum
Yenilirsem eğer –
Deyin ki, erlerindendi
Eşit olmayan bir savaşın
Kılıcı sözcüklerdi,
Kalkanı sevgiler…
16
Dağlar sesimi tutar
Dağılıp, parçalar ovalar
Acılar niye benim
Üstüme kanat gerer?
Ne dünya kadar yaşım
Ne göklerden akranım var
Hüküm niye hep ölümüm?
Urganlar da kendini boğar
Göreceksiniz bir gün
Bütün uçurumları böler
Köprüleri sevginin.
17
Kendi rengini yadsıyan
Bir bayrak gibi
Dürüp, katlıyorum yüreğimi.
Ne kaldı konuşacak,
Ne vardı ki?
Yücelerde seyrettim
Uzun bir zaman;
Gönderlere çekildim
Ve anladım ki ,
Doruktur asıl uçurum
Odur insanı boğan.
18
Ben mi yanıldım,
Yoksa dünya mı bilmem?
Bir yerlerde tökezledim
Ama düştüm diyemem.
Yağmur boğulmaktan söz eder şimdi bana
Güneş çekip gitmekten.
Beni kurtarmak için
Pamuk iplikleri uzanır
Uçurumlanma …
Sevgili dünya,
Ne petekle balım kaldı,
Ne derilecek çiçeğim
Salıver arlık beni
Kopar dizginlerimden!
19
Gün akşama kavuşur
Dünyadan el ayak çekilir
Bütün görüntülerimi yitiririm birden.
Aynalara baka baka
Unuturum yüzümü.
Her şiirde biraz daha
Koparım sözcüklerden.
Gün akşama kavuşur
Kapılar sürgülenir
Evler mezar taşıdır arlık
Sokaklar teneşir …
Ey yankısız ses!
Ey devinimsiz tufan!
20
Uzun dinginliklerden
Sonra gelen fırtına
Taş taş üstünde koymamaya yeminli
Dönüp dolaşıp geldiğim
Bu kör noktada
Kırılıyor gülüşüm
Bir bardak gibi.
Ölüm kapıyı çalınca
Söylenmedik bir sözüm kalmayacak
Ve bu dünyada
Tepeden tırnağa yürek olmasını bilenler
Hep selden kaçarken
Tufana kapılacak
Batacak sulara yüzüm
Batacak sulara yüzün
Ağır bir taş gibi
Gömülüp susacak…
21
Yağmurun ardından
Kar geliyor;
Onun ardından sel…
Bir şeyleri tamamlamadan
Ölmek bana
Zor geliyor.
Bu şiir nerde biter
Gece güne ulanırken?
Çiçek tohum olur döner,
Su denize kavuşurken,
Yaşamın sonunda mı,
Başında mıyım bilmem?
Beni kim düşünür bu irinler dünyasında?
Herkes kendi yüreğini deşip,
Derin kuyular açarken
Sinmek, saklanmak için
Karanlıklarına.
Gülün ardından
Diken geliyor;
Sütün ardından irin…
Bir şeyleri bitirmeden
Ölmek bana
22
Sonun sonsuzluğundayım
Ufkun çok ötesinde.
Geçip giderim dünyanızdan
Bir yıldız gibi akarım
Yanarım kendimce.
Ok çıkınca yaydan
Artık beni aramayın
Ne mezar taşı dikin
Ne diriltin söylevlerle.
Ok çıkınca yaydan
Saplanacak bir yerler
Bulurum elbet
Gücümün yettiğince…
23
Bir kalenin
Ele geçirilemeyen
Son burcuyum ben;
Yeryüzünden silinmiş ırkların
Tek temsilcisi …
Ne söyledimse yele söyledim,
Sanki ne yazdımsa buza
Taşlandım adımbaşı
Taşlandıkça konuştum.
Ben acının dallarıysam
Yeryüzüydü gövdesi
Ben bir ırmaksam
Yaşam denizdi…
Bekleyen görecek.
Yanan sular,
Boğulan topraklar bana tanık.
Ben susarsam
Taşlar konuşacak artık.
24
Yağmurlar yağacak uzun
Yağmurlar ince
Dünya, bir alıcı kuş gibi
Üstüme çökünce
Ne bir sözcük kalacak,
Ne de bir çığlık. ..
Yine de gülsün isterim
Şu pencerelerde
Sokağı seyreden çocuk;
Gülsün artık!
25
Umut, o arslanın
Ağzında değil,
Midesindeyken şimdi
Gülümseyerek seyrediyorum
Tarihin sofralarında
Onu çiğneyenleri.
Varın taşlayın beni!
Yaralarım övüncümdür
Bu dünyadan olduğuma
Yaşadığıma dair.
Umutsuzluğun umudundayım
Karanlığın ışığında
Öyle derin, öyle yoğun
Uçurumların doruğundayım.
Varsın bir yanıt
Bulmasın sorularım;
Yalnızca soru sormaya
Bile razıyım…
26
Kişisel alacakaranlığın
Cephelerindeyim.
Yaralarım bedenimi yırtarcasına fırlıyor.
Geride kalan
Yalnızca kan ve irin…
27
Sabaha yakın görülen düşlerde
Bilinci körelten
Bir karabasan yoğunluğu,
Biraz da aa vardır.
Güneşin alhnda kararan şeyden
Korkun, derim ben
Kül alhnda yanan kordan …
Ve ışık, uzun bir karanlığın
Ardından gelirse eğer
Asıl anlamını bulur.
28
Güneşin öte yüzünü gördüm
O sonsuz karanlığı …
Doğadaki her şeyin
İkinci adı yalnızlıktı,
Ölümdü, suskunluktu.
Bir çiçek ki, taşırmış
İçinde hep solgunluğu,
Suyun akışında bir
Boğulma korkusu varmış
Yanan topraktan
Yükselen buğu…
Güneşin öte yüzünü gördüm
Ki, orada her şey
Önce kendini yadsıyordu.
29
Belki kendini boğan
Biri değilim
Yağmur, ne biliyorsun?
Belki bir beklediğim var yaşamdan.
Bir bardak mıyım sanki
Kendiyle dolup taşan?
Belki bir sıcaklık
Kaldı bir yerlerimde
Güneş, ne biliyorsun?
Belki gecelerimizden sızan bir ışık. ..
Bir kum saati miyim?
Boşalıp kaldım mı artık?
Belki açacak
Bir şeylerim vardır
Çiçek, ne biliyorsun?
Belki konuşacak birkaç söz kalmıştır
Bir gün karşıma çıkacak olanla
Geçmişe, geleceğe dair…
30
Akdeniz susuyor.
Susuyor turuncu. Susuyor yeşil.
Bir yaşam ki nasıl
Ancak kendiyle tanımlanır;
Bir insan ki nerede
Artık her şeye razıdır
Orada dursun dünya!
Ölü deniz,
Güneşli, puslu deniz
Sularını rahim, taşlarını cenin
Kıldığın çağlardan kalmış
Bir gülümsemeydim bir zamanlar
Belli belirsiz …
Cebimde kelebek ölüleri,
Ağzımda tütün kokusu
Turuncu sokaklardan denize uçan
Soluk bir gölgeydim
Dalgın ve kimsesiz …
Köşkerin kızının
Memelerine dolan iyot kokusunda,
Gülüşünde bir işçinin
Bir payım vardı
Hiç kuşkusuz…
Akdeniz susuyor.
Yaralı bir balık gibi;
Çağın zıpkınlarıyla delik deşik.
Akdeniz susuyor.
Suları kirli şimdi,
Mavisi soluk…
31
Beni doğuracak rahim,
Beni sallayacak beşik yok!
Dünyaya düştü yolum
Bir görümlük
Konuk geldim.
Tek bir soru sordum
Bin yanıt aldım;
Ama hiçbirine bende yanıt yok!
Uçurumlara itildim,
Doruklara çekildim.
Çaprazlama çiçekler astım da göğsüme
Şaire çıktı adım.
Dinsiz bir peygamberim şimdi
Ateş olsam bir kendimi yakarım.
Kendi karanlığından korkan
Bir geceyim ben,
Kendi sınırlarına düşman
Bir ülke;
Kuşablmış, yorgun …
Ey dünyalıklar, ey tarihçiler!
Oysa hepsi topu topu iki kelime:
Yaşadım ve öldüm.
32
Bu şiir burda biter
Yaşam benimle bitmiyor
Umutsuz değil, umarsızım şu anda
Ne çiçeklerde payım var,
Ne şu suskun taşlarda…
Acıdan kurtulmaya yeltendiğim zamanlar
Acı olduğumu anladım
Dünya bunu bilmiyor…
Ben insanlığın çocukluğuyum
Ve yaşlılığıyım sırasında.
Bu şiir hurda biter
Hiçbir dayanak bulmadan
Doğanın avuntusu nedir?
Gece günle tanımlanırken?
Işığın kaynağında hep
Bir karanlığın donduğu
Bilmem nasıl kanıtlanır?
Y ıllar yılı sorulara yaslanıp
Yaşarken ölüme doğdum ben
Hiç kimseyi öldüremem
Kendimi bile artık.
Bu şiir burda biter
Nasılsa anlaşılmaz
Çünkü bir sese, yankısından başka
Kulak veren çıkmaz
-Çoktan biliyorum bunu…
Karanlıkta gülümsüyorum son kez
Böyle anımsa beni…
65 notes
·
View notes
BEŞ
içimde çocuk kapanı var
kocaman boşluklar var
tüm o boşlukların içinde ölü çocuklar var
ölmüş çocuklar var
içimde gövdesi kadar büyük yaralı bir çocuk var
gözlerinde ölüm sallanıyor
sen o’ymuşsun diyor
sen o’ymuşsun
sen oymuşsun gözlerimi
bilekleriyle sevişiyor her gece
bileklerini
her gece bileklerini emiyor
bileklerini sallayarak uyutuyor
-
rüya kapanı serisi devam ediyor.
beynim tek hücre çalışıyor.
vazgeçilemeyen bu paçavranın içinde
narında üç ilah barınıyor.
beni yaratan üç ilah da bileklerimde ölüyor.
rüyalarda ölüleri diriltiyor
dirileri öldürüyorum.
rüya bitişi makası
üç kez
üç kez
üç ilah için
öpüyorum.
bir elinin parmak sayısı yaşınla
tırnaklarının arasındaki kanları temizliyorsun.
körsün.
soyun
üçüncü gözün görsün.
iki dünya arasında kalmış ölüm’sün.
sırtındaki bıçak kendin'sin.
beynimin çarkları arasında sıkıştığım bu zaman
cehennemin kaçıncı katı.
diyorsun.
kaçıncı kat olursa olsun atlamayacak mısın.
İnşa ettiğin her şeyin üstünden atlayansın.
tanrıyla oyun mu oynuyorsun
kendini halahalahala geceleri yenen bir şey sanıyorsun.
yatağının altında aradığın canavarsın
kendinikendinikendini
yiyorsun.
çillerini yaratıyorsun.
cinlerini.
cinler parmaklarını yiyor
kaç yaşındasın
parmakların eksiliyor.
yerdeki çizgilere basmış gibi.
yannnnndım diyorsun
yirmi ikinde de sönmüyorsun.
29 notes
·
View notes
ÇIKMAZ
tütün poşetimin içine iki dilim elma koyduktan sonra küflenmesi gibi süslediğim her köşesi çürümüş evimin. makasın değdiği güzelliğimi ve atanımı ve atamı ve anamı büyük ama büsbüyük bir takı kutusuna koyuyorum. takı kutusu deprem çantamda, deprem çantam kapının ucunda. olası bir kıyamda kapı sonsuz bir kuyunun dibine açılır açılır açılır. büyüyünce büyük olanlar büyüyünce büyücü olanları anlamaz.
kimse musluğun gırtlağını sıkarken,
sızdırmaya devam eden gözünün yaşını duymaaaaaaaaaassssssz.
ateşin sesini ateş susturmaz.
kaldı ki büyük bir yalandır bu azrail sadece delilerle konuşmaz.
fakat yalnızca dünyanın kucak açmadığını bilenler
başının üstünden azraili kovmaz.
ırzına geçildi döşeğimin de, kamburum çıkardı her kabusumun bitişinde. o gecelerde hep aynı masalı anlatırdım kedime; yalanmış ya da doğruymuş, bu dünyada, bu ikisinin arasındaki duvar yok olmuş. ama yine de güneşin doğuşundan, baharın çiçeklerinden, vaadettikleri cenette söneceğimizden bahsetmişler. kırmızı ama kıpkırmızı bir ateşin içinde yanacağımızı söyleyenler bizi yakarak kendi aydınlığını yaratanlarmış.
dünyanın da bir kalbi varmış, seninki kadar yaraymış ve hep yanarmış. her saat başı bir deli doğururmuş. her saat başı bir kadın azraili kucaklar, ona ninni okurmuş. ölümü kucaklayan her kadın bir deli doğururmuş.
dünyanın deli gözleri varmış. göz oyanlar, görmediklerini bilenlermiş.
dünyanın da bir ekseni varmış. güneşin etrafında fırfır dönermiş. ekseni dışına çıkan bir gezegen savrulur, boşlukta boğulur-muş. ekseni dışına çıkan on gezegen kendi eksenini yaratırmış.
büyürken küçülenler, küçülürken büyüyenleri anlamaz.
hayatı boyunca bir duvarın köşesini doldurmayanlar tanrıtanımaz.
kaldı ki büyük bir yalandır bu
tanrı kimseye susmaaaassz.
ve kendine söylenen yalan en büyük yalan tartışılmaz.
reset tuşuna bas. batmaz.
olur da kendine yakalanırsan kaz
eşele etimi.
ama varmaz bir yere bir delinin içindeki çıkmaz.
14 notes
·
View notes
KOZA
kalbimi ülke sınırları dışına çıkartıyorum.
dönmeyecek hiçbir çürük benimle.
vaftiz edildiğim suya üfleyeceğim bin kere.
bir dilek için;
babamdan kalma gözümdeki ben bende kalsın.
çiller yaratmayı bırakalı,
cinler terk edeli çok oldu.
çok geçti.
iyileşen hiçbir yanım bende kalmadı.
al. bu lal de sende kalsın.
bir daha atmasın bende.
kelebek olmak değil insan olmak için ölüyorum bu kez,
hiçbir yağmur kanatlarımı eritemez.
ağlama.
içimdeki yaşını ememez.
öldü zihnimdeki sürü.
yanaklarına yağan artık beni büyütemez.
* * *
ağzındaki dikeni yut.
metalimsi tadı unut.
ve sakın sorma bir daha.
neden.
neden bilmiyorum.
neden bilmiyorum.
neden
solmuş jilet rengi kalbim.
12 notes
·
View notes
RÜYA KAPANI
“Her şeyin bir kokusu var” demişti bir büyücü. “Keyifsiz sabahların, okul çıkışlarının, yalanların, sarılmanın, aşkın, korkunun.. korkunun bile bir kokusu var.” Tekrar o geceye dönmüş olsam, koklasam, eminim badem kadar lezzetli ve keskin olurdu.
Dördüncü uykumun dokuzuncu rüyası. Koridor on iki adım. Sekizinci adımda sola dönüyorum. Mutfak olduğu yerde, kıpırdamamış bile. Bir önceki rüyadan hiç hasar almamış, avizeye kimse kendini asmamış. Birinci çekmece. Ne sert rüya. Pencereden dışarısı ne koyu. Dışarıdaki pislik çekirdeğimden boşalıyor. Tiz bir çığlık gözlerimi açıyor. Bu kalp benim mi. Bunca yıl annemin sandım. Beynimin kıta sınırları yıkılıyor. İçimdeki dışarıya sesleniyor: “dışımızdayız hepimiz. halaaaaa.“ Ağzını açıyor. Ağzında ben. Diriliğim-le tabutun içi dopdolu. Saçım örülü. Taşım yarinde değil. Elimle kalbimi yokluyorum, elim elim değil. Evde elimi arıyorum. Ev evim değil. Koridorun sonundan kendimi izliyorum. Gözlerimi açıyorum. Açtığım yer gerçek değil. Koridorun sonundaki ben değil. Üstüne toprak attığım çığlık boğazımı sıkıyor. Biri sessizce kulağıma fısıldıyor: “uyuduğun yerden geziyorsun evi fakat rüyalarda geçmiyor elindeki izin”.
kabul diyorum.
kabulleniyorum.
nasıl ki;
dirilerin ölüleri var,
ölülerin de dirileri!
kanımla çizdiğim tek yönün dışına atıyorum kendimi.
değemez leşime dişlerin.
dışarıdan içeriye doğru,
yırtılan gırtlağıma sarılarak.
doğurur gibi içimdeki sancıyı.
ben diyorum,
ben attım son tekmeyi kıçıma.
siktirsin gitsin şuurum da.
akılsızlığı’m-la ve yara bedenimle buradayım, kaçmıyorum.
ama yakalayamaz beni dünyanın yer çekimi bile.
-ayaklarımı kestim-
18 notes
·
View notes
ÜÇ ARTI DÖRT BÖLÜ İKİ
Bay Ç., Kabuk Gecelerinde bizi hep aynı sözlerle karşılardı.
“Yakılan büyücülerin külleri yeryüzünden silinmez, hiçbir büyücü ölmez. Çöller atamızdır ve insanlar çölleri sevmez. İnsan yanmaya gelmez. Çiğdir ve yenmez.”
Kazanlarda pişirilen kabuklar eşliğinde, herkes kendi duasını ederdi sessizce. Büyüler dualarla büyür, gönderilirdi gözümüzün kısa kaldığı bir yere.
İdrakın ışığı vardır. Aydınlattığı yeri kavurur. Kavurdukça atılır kabuklar. Kabuklar atıldıkça ayaklarımız basardı yere en sağlam. Dünyanın da bir kalbi vardı. Göçtükçe yakınlaşırdık içimize. Kimsenin anlamadığı yerin dibine.
“Magma, rahminde kavurup doğurmadığına hakikati vermez.”
İnsanlar taşıdığı iki gözle dört boyutlu görmez. Bu yüzdendir ki, bir kabuğun atomik boyutundaki değerini bilmez. Şerrin arkasındaki hayrı ellemez. Acıtandan korkar, kabul etmez. İnsan iki uçlu bir bıçaktır. Kesilen etini bileyerek soğutur. Düğümü koparır. Bu yüzden hep savrulur. Dengesini dengesizliğiyle kurar. Kurduğu dengesizliğiyle hep bir yana yatar, yatılan diğer yana hep yanar. Diğer yana yatan da, bir yana yatana hep kanar. Denge kuramayan, dengeyi kurmak adına kendinden daha dengesizi arar. Oysa bir yaraya failini bulmak iyi gelmez. Hiçbir yarayı bıçak iyileştirmez.
“Sevgili Kan, büyücü olmayı ben seçmedim. Kazanımda pişen yara kabuklarının sahiplerini ben kesmedim. Sadece içtim. Kaçılan ve kabul görmeyen yaraları midemde sindirdim. Ataların tarafından kaçılan ve kabul görmeyen birine dönüştüm. Beni kabul etmedin. Bana aşık olmanın günahını kör köşelerde sakladın. Ben bu oynadığın saklambaçta kalın, kanlı bir yara kabuğu gibi koparıldım. Hiç içmedin. Soydun. Soydun. Soydun. Bu benim bilmediğim bir efsun.
Bu dengesizliğe bir ad koymuyorum. Bıçağımı aramıyorum. İnan seni hiç suçlamıyorum. İnsan olduğunu biliyor fakat hep unutuyorum. İnsan insandır sevgilim, üç gözlü büyücüleri sevmez. Hakikati bulduğunu sandığından, kendini aramaz. Kendini arayanı bağışlamaz. Büyücüler büyücüdür sevgilim. İdrakın dışında kalanı, idrakın içine sokmaya uğraşmaz. Nafileyi sevmez.
Dünya üçle dördü üç buçukta eşitlemez. Üçlerle dörtler dilinle dilimi çekemez. Bu aşk eşitlenemez.
İnsansın sevgilim unutursun, kader defterime kazıyacağım. Ben unutmayacağım. Üçüncü gözümü açık tutacağım. Tüm bu olanların ortasında kalakaldığımızı affetmek için tırnaklarımı kızıla boyayacağım.
Seni büyüleyeceğim;
“Unutulan gözlerim hatırına, unutan gözler tenimi ısırsın bir yerden. Hep yeniden.”
Kum eden bu günâhı taşıyacağım. Hatırlanacağım, yeniden.
Dengenin, dengesizliklerle dengelendiğini göz ardı eden dünya kabul etmesin. Yüz beş yaşıma geldiğimde mezarındaki kelebekleri öpeceğim. Kanatlarını saklayacağım. Zamanı geldiğinde sevgilim, kumlarımla mezarını örteceğim. Ve senden kelebek kanatlı çiçekler peydahlayacağım.
Etini yiyen böceklere tek tek anlatacağım. Gözlerinin inmeyen panjurlarını. Yıldızların ellerine bahşettiği nehirleri. Nehirden sağ çıkamayanları. Sağ çıkanın da soldan kaybettiklerini bir bir anlatacağım. Sağ çıkanın yılları on on atladığını. Yılların zamana dahil olmadığını.
Sevgilim, kusursuzluğun kusurunu göğsümde taşıyacağım.
Ne kadar tanrı varsa yalvaracağım. İsa’nın babasının ayaklarına kapacağım. Minareleri büyüleyip, duyulmaz dualarla inleteceğim inleteni.
“Xwedê, me ji van hemûyan xilas bike”
İki mum yakacağım. Yeryüzünde eşitlenmeyenler eşitlensin. Eşitlenemeden kopanların göbek bağı gömülsün diye, yıldızdan bir kubbenin eşiğine. Sonu bulur başlangıç, sindirilen yara nihayet yerinde acır. İnsan sevgilim, öğrenecek ciğerin de bir çiçek olduğunu. Ve solduğunu.
Tükürülen her şeyin yalanmak için olduğunu.
Doğrulan her kurşunu doğrultanın yarası olduğunu.
Gerçeklerin naylonla kaplı olduğunu ve yırtılan hakikâtin kirini bulduğunu.
Reddedilen mertebelerin de mertebelerden biri olduğunu.
Zaman genişleyerek keskinleşir. Zaman sevgilim, zaman sana değemez. Adımı tüketen ve tüketilen zaman koyan annem, rahminden çıkarttığı büyünün, büyücüye dönüştüğünü bilemezdi. Değil mi?
Zaman genişleyerek keskinleşir. Zaman sevgilim, zaman sana değemez. Adını kan koyan annen, rahminden çıkarttığı kızılın tırnaklarına bürüneceğini bilemezdi. Değil mi?"
-
“Xwedê min, me wekhev bike”
“Tanrım bizi eşitle”
11 notes
·
View notes
ARTI ON İKİ KEZ
Ben, günah sayan meleklerin gözünü yumduğu günahların birinde düştüm annemin rahmine. Diriliğimi orada sakladım, tam yirmi üç yıl boyunca. Günah sayan meleklerin gözünü yumduğu günahlar gördüm, doğdum. Doğumumdan yaklaşık birkaç yıl sonra boğuldum. Babalar put sanırdım. Baba kalbi görmemiştim. Gördüğüm gece kendi kalbimi gömdüm. Babamı ben döktüm. Babam ciğerimin tuzunu affetsin.
-
kadıköy balık pazarında,
bir balığa sarılıp ağlayan bir kadın yetiştirdi babam.
geldiğiniz,
güldüğünüz,
ağladığınız,
beslediğiniz,
yediğiniz,
kustuğunuz,
tükürdüğünüz
bir kadın ismiyim,
varlığını artı.on.iki.kez. reddetmiş.
çığlığımı naftalinleyip kaldırıyor annem.
kendimden çıkacak gibiyim.
tekrarlıyorum.
kendimden çıkacak gibiyim.
tekrar!
ken dim den çı ka cak gi bi yim
sessizce.
oturduğum iskemle kırılacak,
ayakları iki yana açılacak,
babam hiç dokunmayacak.
kırılan şeyler babamın ilgi alanında değil.
düzeltiyorum.
bu evde, kırılan şeyler babamın ilgi alanında değil.
bu evde olanlar hiçbir zaman babamın ilgi alanında olmadı.
mutfakta kırılan bardaklar,
akvaryumunda pişen balıklar,
karnı yarılan yastıklar.
yemekler.
annemin yemekleri zehir olana kadar karabiber atılan,
içine parmak doğranan,
yanığın suyuyla kavrulan,
gözünün yaşıyla haşlanan sebzeler.
kanına kadar kuruyan etler.
kanı pişen şeyler babamın en sevdiği.
bir de üzümlü, üzümlü en üzümlü keklerim.
içine en çok üzüm eklerim.
böylelikle sevgimin ekşi tadını babamdan gizlerim.
-şimdiden gizlenerek, yeni bir gelecek-
anneme,
ladese tutuştuk arkadaşlarımla derim,
lades kemiğinin benden çıktığını da gizlerim.
anılarımı değiştiririm.
annem tam bir mimar.
gelinliğini bile atar ama anılarımı saklar.
unuttuğumda,
hepsini çıkartıp yeniden kurar.
pembe okul çantamın içinde hiç de pembe olmayan taşlar.
düğümüyle suçlanan urganlar.
birinin intihar ipi gibi öylece,
öyle boş boş
booooooooomboş hiçbir şeyden habersiz.
tercihsiz.
günahın bir parçası gibi görülen
boş bir odanın sesi gibi duruyorum.
110 112 155
110 112 155
içimin siren seslerini sadece ben,
sadece ben duyuyorum.
babamın denizi iştahla,
minicikliğimi ayırt etmeden dişlerini geçiriyor.
çiğniyor.
çiğniyor.
çiğniyor.
ağzında döndürüp duruyor.
nefes almama hiç izin vermiyor.
beni ben pişirmedim ama yenmesem çürüyecektim.
sindiremeyenler bir gün sindirilirler.
sindirilemeyenler tükürülür.
midyelerin üzerinde ilk öpücüğüm.
ıpıslağım.
bir o kadar da kupkuru.
dışarıda unutulmuş bir ekmek kadar ufalanıyorum.
serçeleri doyuruyorum.
karga geliyor kolumu koparıp kaçıyor.
korkmuyorum.
kendimi, kendime bile ait hissetmiyorum.
kolumu sevmiyorum.
kalan son nefesimi bin üç yüz üç adımda
yavaş yavaş
yavaş yavaş
yavaş yavaş
odama taşıyorum.
hiçbir yapboz başka bir yapbozun parçalarıyla tamamlanmazmış.
almak eksiltenmiş,
vermek eksilten.
yaşamak, yendiğin kadar yaşamakmış.
kapıdan annem giriyor.
kapıdan babam.
kapıdan herkes.
kapıyı kimse görmüyor.
kapı biliyor;
kapıdan girenler beni tekrar tekrar tekrar yiyor.
kapı konuşuyor:
tadın vişneye benziyor.
-
Tanrım, kalbimi bir meyve gibi yetiştirip ağaçların dallarına as. Çünkü biliyorum, insan içine gömüldükten sonra annesinin karnına geri dönse bile, ölü doğardı.
11 notes
·
View notes
EFSUN
Günahın bedeli en ağır günaha ödetilir. Günah var olmanın cezasını
cehennemde yanarak değil, cehennem olup kendini yakarak öder.
Karayırtık Mahallesi’nin en Erdemli Sitesi’ndeyiz. Evde toplamda kırk altı duvar, bir zemin, sekiz dişi var. Bir insan, iki kedi, sekiz deli. Üçünü göz, beşini Efsun görür. Kediler bile Efsun’un faça atılmış zihninin yarığından, başka bir diyardan gelen varlıkları göremez. Yalnızca duyarlar. Kedilerin kulaklarına aynadaki yansımanın sesi bile dolar.
Zemin bilir, bu evde çok ayak bezdi. Her biri anlatmak isterdi zeminin bir ağzı olduğunu, dişlerini geçirdiğini. Ama hiçbir insan, ağzının dışında başka bir parçasının konuşabildiğine inanmazdı. Bu eve giren zavallılar akıl suyunun içildiğini bile hissetmezdi. Çünkü gözle görülür hiçbir şey yoktu. Oysa Efsun görülmeyeni görür, kediler duyulmayanı duyar, cinler girilmez yerlere girerdi. Bu ev, insanın kendi içinde hesaplaşamadığı her şeyi bilirdi.
Efsun geceleri, taze gömülmüşlerin mezarlarını kazıp duyularını emer; görülmeyeni görmek için gömülenin gözlerini yerdi. Bembeyaz, kırmızı geçişli, renkli boncuklar. Sararmış, benli, çatlak damarlı, görmekten kör olmuş gözler. Tüyü bitmiş diller. Kulaktan gireni yutmak için ısırılmış. Yutulamamış olanı çatlaklarının arasında saklamış bir yığın dil. Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, her dilde dönmüş ama hiçbir dilde “bizler ve sizler” demeyi bırakmayanlar, şimdi hepsi dilsizler.
Ağzından çıkanı duymayanlar mezara girmeden yense. Yaşarken, o an konuşurken yenmiş olsa. Kedilerin şapırdatma sesini bir haklılık bastırırdı. Herkes haklıydı. Ağzı haklıydı, kulakları haklıydı, burnu haklıydı. Haklı kulakların sonu bir kedi bağırsağından geçer. Duymayan kulak işlevine geri döner. Ve yaşayanlar artık en az ölüler kadar işlevsizler. Onlar da bir gün gömülecekler. Kediler, hepsinin kulaklarını kulaklarına ekleyecekler.
Kendi pimini çekenler, bacaklarını bir sağ bir sol hareket ettirip ölüme kuryelik yapanlar, uzuvlarını bir bir kaybederler. Cinler kendine gelmeyenlerin uzuvlarını tek tek yer! Böylelikle zihinlerde dolaşıp putları kül ederler!
Efsun imanlıdır. Kireç tutmuş günahların porçözle çözülür olduğuna inanır. Yalandan çatlamış dilleri, duyan sağır kulakları, derisi günahtan tutulmuşları porçöze batırırdı. Günah kimyasal reaksiyonla insandan ayrılır, günahlarla duvarları kireçler, bitkilerini insan etiyle gübrelerdi. Porçöz bu evdeki her şeye sindi, onlarla yaşamayı öğrendi. Porçöz Efsun’a alıştı, Efsun porçöze. Porçöz artık Efsun’un gözlerinde!
Efsun her doğum gününde ağlar, kırk altı duvara kırk altı gün boyunca kendini asar, kurumaya bırakırdı. Bilirdi. Günah işlemek için gelmemişti, günahın kendisiydi. Günahın dünyaya gelmesine izin veren Tanrı, bunun günahını kendine yazsındı.
Günah işlendiğinin 9150. günü gözlerini gördüklerine yumdu. 25. yaş günün boynu koridorun sol duvarında incelip koptu. Babası kızını, günahını; günahının kedileriyle gömdü. Efsun topraktan ödünç aldığı tüm duyuları geri verdi. Efsun öldü. Bulunması kırk altı gün sürdü. Kediler ve cinler açlıktan öldü. Cinlerin cesedini kimse görmedi ama bir başka kedi duydu.
Duasız, Efsun iki kedi, yediği yüz yetmiş sekiz dil, üç yüz elli altı göz, üç yüz elli altı kulakla boşalttığı mezarlardan birine gömüldü. Kimse ağlamadı. Sadece evi su bastı. Mezarlık yokuştaydı. Kendini akıtan musluk mezara varamadan dağıldı.
Solucanlar Efsun’u yedi, Efsun’u yiyen solucanlar biliyordu: Efsun da bir solucandı, içine kıvrıldı, kıvrıldı, kıvrıldı. Boyut atladı. Küçük bir yumurtaydı, çatladı.
Kuş solucanı yedi. Kuş biliyordu: “Efsun da bir kuştu, sağanağa tutuldu. Havadayken boğuldu.”
Kuş kanında taşıdığı idrakla bir kedi tarafından yendi. Kedinin kulakları evdeki ölü cinlerin sesini duydu, kapıyı kırk altı gün boyunca tırmaladı. Kırk altı günün sonunda kapı konuştu:
“Efsun da kapıydı, duvarı yıkıldı.”
Kedi duvarın sesini duydu. Duvarda boynunun kırılma sesi takılıp kalmış, boynu zaman dilimi tanımamış. Duvar şahitti. Kırık olan her yanı bu evde kaldı. Efsun artık bir duvardı, kızıla boyandı.
Her insan dünyanın intihar hapının bir parçasıydı. Efsun biliyordu, zehir zehirdi. Kötü yoktu. İyi hiç. İnsan insandı. İnsan insan. Sadece insan, insandı.
Görebildiğinde insan insanlığını, kendi yarattığı iyiler ve kötülerle yargılandığında anlayacak, İsa’nın gözlerinin neden kanadığını.
Aklıyla kendini piramidin en üstüne koyanlar, aklından kaçacaklar. Boşluk da bir yere varır. Acıtmaz düşmek çakılana kadar.
İnsanın aklıyla örülen her duvar yıkılacak! İntihar insan etmeyecek! Ölmeyecek Efsun’dan sonra hiç kimse. Çünkü yaşamadı ondan öncekiler de.
O ev birilerinin yuvası olacak. Efsun’un kırıkları çatırdayacak. Duvardan ses geldiğine ailenin en küçük çocuğu yemin edecek. Babaannesi cin diyecek, cin, bir nas bir kulhuvallah. Allah çocuğu Efsun’un kırıklarından koruyacak ama Efsun’u efsunluğundan kimse kimse kimse.
5 notes
·
View notes
O
kaderin dairesel boyutunun en alt katmanı
cehennemin lobisi.
birazdan asansörün sıfır numaralı tuşuna basacak
aşağı çakılacaksın.
hoş geldin.
bir delinin eti atomik boyutta burada yarılır. atom burada parçalanır.
sen burada.
ben burada.
bir yarıktan insanlar burada bir bir birleşir.
bütünlük ölümcüldür.
sen bütüncül.
sıfır eşittir sıfır.
aşk böyle eşitlenir.
yok olur.
elimi bırakır elinin musluğunu sıkarsın.
elin hep dam la ta cak tır.
7 notes
·
View notes
makas
adım beş. adım bu. adımı on dokuz yıl sonraki ben koydu. henüz annemin rahmine düşmemiş, beden beni içine gömmemişken biliyordum. zaman uzunca akan bir nehir değil, durağan bir göldü. evrenin tüm kadim öğretileri o göle ulaşmak içindi. o göle dönüp hatırlamak için... kendini, zamanı ve zamansızlığı.
dünyaya gelmeden önce göl bize bir soru hakkı verirdi, tüm bilgiler onda mevcuttu. soracağımız soruyla dünyaya nasıl ve kim olarak geleceğimizi belirler, darmamızı oluştururdu. göle nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi soranlar oldu. hepsi saygıdeğer ruhlardı. ben tanrıyı sormadım, evreni sormadım, zihne kendimi hazırlamadım... sadece ve sadece annemi sordum. annemin beni ne kadar seveceğini. göl beni içine aldı, derinlere çekti… çekti… çekti…
sonrasında hatırladığım tek şey beni annemden ayıran bir makastı.
o makas beni hiç bırakmadı.
o makas benden hiç ayrılmadı.
o makas beni kendimden ayırıp benden yeni bir ben yaratmak için çok uğraştı.
o gölün bana bir hediyesiydi.
makas her benden yeni bir ben yaratmaya çalışırken gölün yanıtını hatırlattı. annem beni hiç sevmeyecekti.
4 notes
·
View notes
mı
kurtların sofrasında bulundum,
butlarımdan tutulup
ikiye yarıldığımda
gıkımı aradım,
çıkmadı.
en çivili yatak hangisiyse
gittim onda yattım.
delirmemek için uyumadan
iki çizik attım.
seni bulmak korkunç bir çukura beni sürükler
mi?
açmak için seni aradım,
bu bahar sonmuş,
betona tohumumu bıraktım.
kilidin kilidimi açar
mı?
kokun düzleme
sırtın düzleme
bakışın düzleme
çıkar
mı?
kalbimi boş ver
uyandığında beni ara.
inanır mısın
uyuduğum sabahlar
uyandığım sabahlardan fazladır.
uyurken sayıkladıklarım
uyanıkken konuştuklarımdan fazla.
mı.
mı.
mı.
düzlemin beni uçuruma çıkarır
mı?
mı'ları
mıhla
ve unutma.
tekrarla.
senin kalbin
benim kalbim.
benim kalbim yok!
Tears-Remastered
4 notes
·
View notes
dolgu
dişimi oyan doktora
gözlerimi de oyacak mısın
diye soracak oluyorum.
kendimi kaybedemem
ama bir süreliğine
kendime örmüş olduğum duvarı
in
cel
te
mem.
gözlerime dolgu yaptırıp çıkıyorum.
dışarısı bu kadar işte.
13 notes
·
View notes
otuz beş bin sene önce
annemin iman tahtasında dövdüğü
ve biçimlendirdiği
ve tanrının göğsüne bir nişan gibi iğnelediği
kuvvetli bir çığlığın hızıyla
yarınlara koşarak kalbimi
nalların dikiş tutmadığı aşklardan
ve kabahat kadar uzun yollardan
sanki çok geç kalmış gibi gelmiştim sana
belki yamalıydım belki yaralı
hatırlıyor musun?
37 notes
·
View notes
acı ata yadigârıdır
bin yıllık bir tarihi var
beni bana kırdırır
kehribar bir tespih gibi
çek çek bitmez
kimi zaman yaşayıp yaşamamak
birbirine eşittir
orda zembereksiz bir saat
kırık bir keman gibidir şiir
30 notes
·
View notes