Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Bir Günahı (günah olduğunu bildiği hâlde) işlemeye başlamadan önce Besmele çeken kişinin küfrü.
Öncelikle şu açık olmalıdır ki, Besmele (Bismillahirrahmanirrahim), ibadet yapılırken, bir işten hayır veya bereket umulurken vb. durumlarda söylenir.
Müslümanlar Kur’an ve Sünnet’te birçok yerde belli amellerden önce Besmele çekmeye teşvik edilmişlerdir. Örneğin, namazda, yemekten önce, uyumadan önce Besmele çekilir. Ancak bir kimse içki içmeden önce, hırsızlık yapmadan önce vs. Besmele çeker ve bu fiillerin haram olduğunu da biliyorsa, bu kimse kâfir olur.
Çünkü Allahu Teâlâ bu fiilleri haram kılmıştır ve bu fiillerle O’nun rızası kazanılmaz. Dolayısıyla Allah’ın adıyla bu fiilleri yapmak söz konusu olamaz.
Ayrıca kadınların ve erkeklerin örtülmesi gereken avret yerleri vardır ve bu yerlerin yabancı kimselere gösterilmesi caiz değildir. Dolayısıyla avret yerleri açık olan erkek ya da kadınların fotoğraflarını internet sitelerinde paylaşmak bir günahtır. Bu fotoğrafları çeken ve paylaşan kişiler zaten günahkârdır.
Bununla birlikte, başka biri bu fotoğrafları alır ve başka insanlara gösterirse veya kendi Internet sayfasında paylaşırsa, o da günaha girer. Zaten bir Internet sayfasını yöneten kişi, orada neyin yayımlandığından sorumludur. Bu sebeple, başkalarının avret yerlerini görmesine vesile olmaktadır.
Eğer bu kişi bu tür fotoğrafları Allah’ın adıyla paylaşmaya başlarsa, yani Besmele ile başlarsa, yukarıda açıklanan hüküm kendisi için de geçerli olur (eğer böyle bir şeyin haram olduğunu biliyorsa).
Açıklayıcı bir örnek: Akli dengesi yerinde olan bir kişi (örneğin Fulan), bir konuşma yapar ve konuşmasına Besmele ile başlar. Fulan konuşmasında söylediklerinden tamamen sorumludur. Konuşmasının ortasında, dinleyicilere avret yerleri açık insanların fotoğraflarını gösterir ve bu kişilerin kâfir olduğunu göstermek ister. İnsanlar da bu fotoğraflara bakar. Fulan, bu görüntüleri göstermekle zaten bir günah işlemiştir. Fakat konuşmasına Besmele ile başladığı için, bu günahı “Allah’ın adıyla” yapmış olur. Bu sebeple Fulan kâfir olur.
#Akaid#Küfür#Besmele#Haram#Günah#İslam Hukuku#Avret#Sorumluluk#İslamî Adab#Niyet#İbadet#Müslüman Kimliği#Görsel Paylaşımı#Fıkıh
0 notes
Text
Müşriklerden açıkça beri olan biri, tekfirde aşırı gitmiş sayılmaz.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Artık bil ki, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.” (Muhammed, 47:19)
Yine şöyle buyurmuştur: “Allah katında (geçerli olan) din, şüphesiz İslam’dır.” (Âl-i İmrân, 3:19)
Her şeyden önce şu hususun net bir şekilde kabul edilmesi gerekir: Kim Allah’tan başkasına ibadet ederse, o müşriktir. İslam’a bağlı olduğunu söylese bile. Hatta, yaptığı şeyin şirk olduğunu bilmeden yapıyor olsa bile. Deliller ve âlimlerin sözleri ileride in şâ'a Allah zikredilecektir. Çünkü bu, kesinlikle anlaşılması gereken çok temel bir konudur. Bir insan Allah’tan başkasına ibadet ediyorsa, o kişi asla Müslüman olamaz.
Bazı insanlar, “Büyük şirk işleyen herkes müşriktir, cehaletle mazeret kabul edilmez” denildiğinde, bunu aşırılık olarak görebilir. Ama bu konunun gerçekten aşırılık olup olmadığı, Kur’an ve Sünnet’e göre değerlendirilmelidir.
Birçok insan bir şeyin yanlış olduğunu düşünebilir; ama o şey yine de apaçık hakikat olabilir.
Muhammed bin Abdülvehhab’un "Mufid el-Mustefid fi Kufri Tarik et Tevhid" adlı eserinin 3. sayfasında şu rivayet geçer: Amr İbnu Abese şöyle dedi: “Seninle birlikte kim bu davete uyuyor?” Rasûlullah ﷺ şöyle cevap verdi: “Bir hür kişi ve bir köle.” (Müslim tarafından rivayet edilmiştir.)
Bu cevapla Rasûlullah ﷺ açıkça ortaya koymuştur ki: Kâfirlerin tüm "âlimleri", ibadet edenleri, kralları ve halkın geneli ona karşıydı. Ona yalnızca adı geçen az sayıda kişi tabi oldu. Bu da gösteriyor ki, hakikat çoğu zaman çok az kişinin elinde olabilir, batıl ise dünyayı doldurabilir.
Şüpheye yer olmadan Rasûlullah ﷺ’ın ve sahabenin yoluna tabi olmak gerekir. Ama bu yolun bir şartı vardır: Kişi, Allah’tan başkasına ibadet ettiği sürece asla Müslüman değildir.
İbn Hazm, "el-Muhallâ" (2/1) adlı eserinde şöyle der: Bir insana gereken ilk şey, İslam'ın geçerli olması için kesinlikle zorunlu olan şey şudur: Kişi, kalbiyle ve yakîn (kesin bilgi) ile ve ihlâsla (şirkin zıttı), hiçbir şüphesi olmadan bilmeli ki: Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Muhammed ﷺ Allah’ın elçisidir, ve bunu diliyle de söylemelidir.
Devamında şunu der: Bu, tüm sahabenin ve İslam ehlinin ortak görüşüdür.
İbn Teymiyye, "Mecmû’ el-Fetâvâ" (14/282)’de şöyle der: Kim Allah’a tek başına ibadet etmiyorsa, mutlaka başka bir varlığa ibadet ediyordur. Dolayısıyla müşriktir. Âdemoğulları içinde üçüncü bir kategori yoktur: Ya muvahhiddir (Allah’ı birleyen), ya da müşriktir. Evet, birine haksız yere tekfir yapmak elbette caiz değildir. Ama bu, açık bir şekilde küfür ve şirk içinde olanlara "Müslüman" demenin de caiz olacağı anlamına gelmez. Kendilerine “Müslüman” deseler bile.
Muhammed bin Abdülvehhab, "Mufid el-Mustefid" (s.10)’da şöyle yazar: Allah Teâlâ, sadece kendisine ibadet edilsin diye peygamberler göndermiş ve kitaplar indirmiştir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. O'ndan başkasına ilah denmesi kabul edilemez.
Bu, peygamberlerin yoludur. Bunun dışındaki her yol, onların yolu değildir. Peygamberler çok iyi biliyordu ki: Kim ibadetini Allah’tan başkasına yöneltirse, o kişi Müslüman değildir.
İbn Kayyim, "Târîk’ul-Hicreteyn" (s. 608)’de şöyle der: İslam, Allah’ı birlemek ve yalnızca O’na ibadet etmektir. Allah’ın ortağı yoktur. İman, Allah’a ve Rasûlü’ne imandır. Kişi, Rasûlullah’ın getirdiği her şeyi tasdik edip ona tabi olmalıdır. Eğer bunları yapmıyorsa, o kişi Müslüman değildir. Ve şayet inatçı bir kâfir değilse, o zaman cahil bir kâfirdir.
Kim 'Lâ ilâha illa'Allah’ın manasına iman etmiyorsa, o Müslüman değildir. Bir insan bir şeye inanacaksa, önce onun ne anlama geldiğini bilmelidir. Yoksa bilmediği bir şeye nasıl inanabilir?
Bir kişi İslam’ın ilk şartını yerine getirmeden Müslüman olamaz. Ve bu ilk şart, sadece “Lâ ilâha illa'Allah” demek değildir. Bu sözün anlamını bilmek ve yaşamak gerekir.
Peki İslam ve Tevhid tam olarak nedir?
Cevabı, Rasûlullah ﷺ’ın bir hadisinde geçmektedir. Bu hadis, Ebu Hureyre رضي الله عنه tarafından rivayet edilmiştir. Hadiste Cebrâil عليه السلام soru sorar, Rasûlullah ﷺ cevap verir:
Cebrâil عليه السلام sordu: “İslam nedir?” Rasûlullah ﷺ cevap verdi: “İslam, Allah’a ibadet etmen ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmaman demektir.” (Sahih el-Buhârî, Kitâbü’l-Îmân)
İşte bu, İslam’ın ilk şartıdır. Ve bu şartı yerine getirmeyen kişi, bütün Müslümanların ittifakıyla Müslüman değildir.
Muhammed bin Abdülvehhab’un ve diğer âlimlerin eserlerinden oluşan "ed-Durâr es-Seniyye" (3/249)’de şöyle geçer: İhlâs kelimesi “Lâ ilâha illa'Allah” sözüdür. Ama bu söz, yalnızca söyleyen kişiye bir fayda vermez; ancak anlamını biliyor ve uyguluyorsa fayda verir. Anlamı şudur: Allah’tan başka hiçbir şeyin ilah olmadığını kabul etmek, şirki terk etmek, ve bütün ibadetleri yalnızca Allah için yapmaktır.
“Lâ ilâha illa'Allah”ın anlamını henüz bilmeyen biri, önce bu anlamı öğrenmek zorundadır.
#Tevhid#Şirk#İslamAkaidi#Tekfir#İman#MuhammedResulullah#Müşrik#Küfür#İslamTemelleri#Akaid#İslamdaŞirk#Tawhid#İslamdaTekfir#SelefiAkaidi
0 notes
Text
Günaha destek neyse, küfre destek de odur.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Günah ve düşmanlık (el-ʿudvân) üzerine yardımlaşmayın.” (el-Mâide: 2)
el-ʿudvân, örneğin Taberî’ye göre, Allah’ın sınırlarını aşmak demektir. Bu âyetle günaha yardım etmek kesin olarak yasaklanmıştır.
İbn Teymiyye, el-Fetâvâ el-Kubrâ (2/486)’da şöyle der: “Mâlik’in talebelerinden Abdulmelik İbn Habîb’in bir sözünde şöyle geçer: Kâfirlerin bayramlarından hiçbir konuda onlara yardım edilmez. Çünkü bu, onların şirkinin yüceltilmesine ve küfürlerine yardım etmeye girer.”
Eğer haram bir şeyde yardım etmek harama destek sayılıyorsa, aynı yardım şekli küfür yapıldığında da küfre destek sayılır. Çünkü bu iki mesele dinde sabittir:
Küfre yardım etmek küfürdür.
Bir davranış haramda yardım olarak kabul ediliyorsa, küfürle ilgili olduğunda da aynı şekilde yardım sayılır. Çünkü ikisi de Allah’ın yasakladığı şeylerdir.
#Küfür#Günah#Yardımlaşma#İslamAkaidi#İbnTeymiyye#Taberi#Fetva#Haram#Maidah2#Şirk#DiniMetin#KüfreYardım#SelefiDüşünce#Fıkıh#Usul
0 notes
Text

Sadece polis değil, küfürle hükmeden ve karar verenler de bir tâğuttur; aynı şekilde, gardiyanlar ve bu küfür yapıları inşa eden, onlara su ve elektrik sağlayanlar da tâğuttur.
İmam Ahmed bin Hanbel hapisteyken, gardiyanlardan biri ona gelip şöyle sordu: "Ey Ebû Abdillah! Zalim (Tâğut) ve ona yardım edenler hakkında rivayet edilen hadis sahih midir?" İmam Ahmed şöyle dedi: "Evet." Gardiyan tekrar sordu: "Ben de zalime yardımcı olanlardan mıyım?" İmam Ahmed cevap verdi: "Hayır. Zalimlere yardımcı olanlar senin saçını tarayan, elbiseni yıkayan, yemeğini hazırlayan, senden satın alan ve sana bir şey satanlardır. Sen ise doğrudan zalimlerden (Tağut'lardan) birisin." [‘Menâkıbü’l-İmâm Ahmed’ – İbnü’l-Cevzî, s. 397]
#İslam#Tâğût#İmamAhmed#Hadis#Zulüm#Hapishane#Akaid#KüfürleHükmetmek#İbnulCevzi#ManaqibAlImamAhmad#Tefsir#DiniMetin
0 notes
Text

Talefiyye’nin Uydurma Dini
Sadece küçük çocuklar mı bir şeyler yapıştırıp kesmeyi sever? Hayır, Talefiyye tayfası da sürekli bir “el işi” modundadır.
Ancak çocuklar mesela kâğıttan ördekler veya uçaklar yaparken, sözde “Müslümanlar” kendi dinlerini uydururlar- ve bu yamalı bohça gibi şeyi “İslam” diye adlandırırlar.
Kur’an ve Sünnet içinde eşelenirler; biraz oradan, biraz buradan alırlar, her şeyi tanınmaz hale gelene kadar evirip çevirirler, şuradan biraz kesip atar, buraya bir şeyler yapıştırır ve hop - kendi küfür dinleri hazır olur, el işi saati biter.
"Talefiyye" ifadesi, eleştirel bir şekilde kullanılan bir terimdir ve bazı çevrelerde Selefî davayı yanlış anlayan ya da saptıran grupları aşağılamak veya karalamak için tercih edilir.
Talefiyye, “Işidci”ler, Sufiler, Eş‘ariler, “Şiiler”, “Nusayriler-Aleviler” vs… hepsi kendi dinlerini uydurmuş ya da hâlâ uydurmaktadır. Kur’an ve Sünnet’ten sadece işlerine geleni alırlar. Geri kalanı ya tamamen reddeder ya da eğip bükerek kendilerine uydururlar.
Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Kitabın bir kısmına iman edip, diğer kısmını inkâr mı ediyorsunuz?!” (Bakara: 85)
0 notes
Text
Utanma duygusuyla ya da herhangi başka bir “sebep”ten dolayı, kâfirler küfrü emrettiklerinde itaat edilmez.
Ve kim onlara bu hususta itaat ederse, o artık Allah’ı her şeyden çok sevmiyor demektir.
Allahu Teâlâ, şüphesiz ki insanlara, vahyettiğine kayıtsız ve şartsız uymalarını emretmiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “De ki: Hamd Allah’a mahsustur. Ve selâm, O’nun seçtiği kullarına olsun. Allah mı daha hayırlıdır, yoksa onların (O’na) ortak koştukları mı?” (Neml: 59)
Bu, O’nun birçok delilinden sadece biridir; insanlar bu delillere karşı hiçbir şeye sahip değillerdir. Allah’ın tek bir delilini bile çürütemezler, ama yine de sürekli bunu denemeye kalkışırlar. Sonunda ise, hak ettiklerini Allah’tan alırlar. Kim İslam üzere ölürse büyük mükâfatla ödüllendirilir, kim küfür üzere ölürse acı bir azaba uğratılır.
Çünkü Allah, onların O’na ortak koştuklarından katbekat daha hayırlıdır. Bu sebeple, Allah Teâlâ’ya şüphesiz itaat edilmelidir.
Bir kâfir, bir Müslümana herhangi bir küfür çeşidini veya genel olarak haram olan bir şeyi emrederse, Müslüman ona karşı gelmek zorundadır.
Bu, o kâfir (örneğin bir işveren) Müslümanın gerekçesini yanlış bulsa veya anlayamasa bile geçerlidir.
Zira Allah subhânahu ve teâlâ’ya daima itaat etmek gerekir. Başkaları anlamasa bile. Ve hatta – onların ifadesiyle – bunu “aptalca ve saçma” bulsalar bile. A’ûzu billah.
Burada sahte bir utanma duygusuna yer yoktur: Kim ki kendisine küfür emredildiğinde buna karşı gelmeye utanıyorsa... işte o, Allah’ı her şeyden fazla sevmekten utanıyor demektir. Bu da çok büyük bir körlüktür, korkunç ve aşağılık bir küfür türüdür.
Ayrıca, daha önce de denildiği gibi: Kâfirlere, küfrü emrettiklerinde, gerekçemizi anlamasalar bile itaat edilmez.
Ve Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “Dediler ki: Ey Şuayb! Senin söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz.” (Hûd: 91)
Bir Müslüman, İslam’a uyduğunu sanki ‘açıklamak’ zorundaymış gibi davranmaz. Demokratlar, demokrasiyi çoğu zaman her şeyin ölçüsü olarak tanımlar. Ve Müslümanlar ya da “Müslümanlar” onların bu görüşünü yanlış bulsalar bile, onlar küfrü işlemeye devam ederler.
Ancak Allahu Teâlâ’nın hükümleri, gerçekten her şeyin ölçüsüdür. Dolayısıyla, demokratlara verilen cevaplardan biri şudur:
“Siz, ibadete layık olmayan birçok şeye ibadet ediyorsunuz. Ve tevhid ile bağdaşmayan birçok fiil işliyorsunuz. Biz sizinle aynı fikirde değiliz ve bunu yanlış buluyoruz. Ama siz bizi tevhidi terk etmeye çağırdığınızda -Allah’ın izniyle- size itaat etmeyeceğiz. Siz, neden karşı olduğumuzu anlamasanız da, bunu mantıksız bulsanız da. Siz kendi dünya görüşünüzü her şeyin ölçüsü sayıyorsunuz ve bu yüzden ona uymakta ısrar ediyorsunuz. Ancak siz batıl bir şeye dayanıyorsunuz; temeli olmayan bir şeye. Biz ise Rabbimizin hükümlerini sadece ‘ölçü’ olarak görmüyoruz, onlar gerçekten ölçüdür. Siz bizden tevhide aykırı davranmamızı istiyorsanız -Allah’ın izniyle- biz size itaat etmeyeceğiz. Biz hak olan bir şeye dayanıyoruz; Rabbimizin pek çok delille sabit kıldığı bir hakikate. Bu sebeple, dünya görüşüne körü körüne sarılanları eleştirme hakkı bizde, sizde değil.”
#Kafirler#DemokrasiEleştirisi#BatıEleştirisi#DünyaGörüşü#İslamVeDemokrasi#ModernizmEleştirisi#Şirk#KüfreKarşıDurmak#KurandaGeçenAyetler#NemlSuresi#HudSuresi#Kur’anTefsiri#AyetliTebliğ
0 notes
Text
Kur’an’ı tükürüğüyle çeviren Müslüman değildir. Tıpkı üzerinde İslami bir şeyin bulunduğu halının üzerine basan kimse gibi.
Üzerinde İslami bir şey bulunan bir halı ya da seccadenin üzerine bilerek basan kişi Müslüman değildir, bu kişi kendisinin Müslüman olduğunu iddia etse bile.
Sokakta yerde bir kâğıt gören birisini düşünelim - mesela şu resimdeki gibi:
Böyle bir kâğıdın üzerine basıp geçmek caiz olur muydu?
Eğer bir kimse böyle bir davranışın tevhidin tam zıttı olduğunu biliyorsa, bilmelidir ki üzerinde Kâbe resmi olan bir halının ya da seccadenin üzerine basmak da farklı değildir.
Eğer biri bu küfründe ısrar eder ve böyle bir halıya basmanın küfür olmadığını iddia ederse, o kişinin küfrü çok büyük bir boyuttadır. Bu aynı zamanda onun gerçeği inkâr eden birisi olduğunu da gösterir.
Kâğıt ile seccadenin arasında gerçek bir fark yoktur. İki durumda da Kâbe’nin resmi ayaklar altına alınmaktadır. A’uzubillah (Allah’a sığınırız).
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır; eğer o düzgün olursa bedenin tamamı düzgün olur, eğer o bozulursa bedenin tamamı bozulur.** Dikkat edin! O et parçası kalptir.” (Buhârî ve Müslim)
İbn Teymiyye, el-Fetâvâ el-Kubrâ (1/95)’de şöyle demiştir: “Allahu Teâlâ insanı yalnızca kendisine ibadet etmesi için yaratmıştır. İnsanın bedeni kalbine tâbidir; tıpkı Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sahih hadiste buyurduğu gibi: ‘Bedende bir et parçası vardır; düzgün olursa beden düzgün olur, bozulursa beden de bozulur. O et parçası kalptir.’”
Kim, İslami bir değeri bilerek ayak altına alır ya da parmağına tükürerek veya yalayarak Kur’an’ın sayfalarını çevirirse, bu kişi çok ağır bir saygısızlık yapmış olur ve Müslüman değildir. Çünkü iman, insanı böyle aşağılık bir davranıştan alıkoyardı.
#İman#Küfür#Kabe#Saygı#Kalp#Hadis#İbnTeymiyye#Ahlak#DiniBilgilendirme#KuranaSaygı#Seccade#Kâbe#KâbeResmi#İslamdaSaygı#İslamiEdep#KutsalDeğerler#TevhidBilinci#İslamiSemboller#KüfreKarşıDur#İmanVeAhlak
0 notes
Text
Birisinin Küfür bilgisayar oyunu oynadığı hâlde, Kur’an’a hakaret, ve Kâbe’yi yıktığı hâlde hâlâ Müslüman sayılabileceğini düşünenlere – ve Tevhid’in delillendirilmesindeki usûl üzerine.
Tevhid konusundaki metinlerde, yani farklı bölümlerde yapılan açıklamalarda şöyle denilmiyor: “Bu ayetten sadece şu anlam çıkar.”
Aksine burada, ayetlerin ‘umûmu (yani العموم, genellik ve kapsayıcılık) esas alınarak delil getiriliyor. Bu, delil getirme yöntemlerinden biridir ve yalnızca şunu ifade eder: Allahu Teâlâ doğruyu söylemiştir ve O’nun söylediği ne kadar genel ve kapsayıcıysa, işte o şekilde anlaşılır.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah doğruyu söyler.” (Ahzâb: 4)
Yine şöyle buyurmuştur: “De ki: Allah doğruyu söyledi. Öyleyse İbrahim’in hanif dinine uyun. O, müşriklerden değildi.” (Âl-i İmrân: 95)
Bu ayet, aynı zamanda İbrahim aleyhisselâm’ın hiçbir zaman müşrik olmadığını da ispat eder. Zira bu ayette onun müşriklerden olduğu genel ve mutlak bir şekilde reddedilmektedir.
Genel olarak hem bu konu için hem de diğer meseleler için şunu söyleyebiliriz: Bazen bir ayetin genelliği (umûmu), o ayetin kendisinden açıkça anlaşılır. Ama bazen de bu genel kapsamlı delillendirme, ancak ikinci bir ayetle tamamlanır. O ikinci ayet, ilk ayette nelerin kapsandığını daha net gösterir.
Fakat günümüzde bu meseleyi birçok insan anlamıyor. Bu yüzden de şu türden karışıklıklar ortaya çıkıyor: Bir kişi, bazı insanların küfür işlediğini ve bunu oyun/eğlence olarak gördüğünü okuyor… ama ardından şunu anlamıyor: Bugün de bir kişi aynı şeyi yaparsa, onun durumu da aynıdır.
Bilgisayar oyunlarının ne gibi bir sorun teşkil ettiğini bilmeyenler, bu metni mutlaka okumalıdır.
#Tevhid#Küfür#AyetlerinGenelliği#KuranaSaygı#Kabe#DelilGetirmeUsulü#İslamAkidesi#MüşrikKimdir#İbrahimAS#AyetlerleDelillendirme
0 notes
Text
Bir yoldaş, otomatik olarak bir arkadaş değildir. Yusuf (aleyhisselâm)'ın kâfirleri "arkadaş" olarak tanımladığını iddia eden kimse, Müslüman değildir.
Bu konu, Yusuf sûresi 39. âyette geçen şu ifadeye dayanmaktadır: يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ
Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: “يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ” (Yusuf, 12:39)
Arapça'da bu ifadenin anlamı açıktır: “Ey zindanın iki yoldaşı!” anlamına gelir. Burada “benim iki yoldaşım” şeklinde bir sahiplenme yoktur.
Bu, Arapça'daki ikillik (tesniye) yapısına örnektir. Arapça’da, tekil ve çoğulun yanı sıra, ikil formlar da vardır.
“Ey benim iki yoldaşım” demek için genellikle kullanılan özel form: "ya sahibayy" şeklindedir; burada “ya” harfi iki kez gelir.
Eğer “ya sahibayi-s-sijni” ifadesi, “ey benim iki zindan yoldaşım” anlamına da gelse bile, bu âyet yine de “kâfirlere arkadaş denebilir” diyenlere delil olamaz.
Ancak maalesef Türkçe meallerde bu ifade genellikle hatalı bir şekilde: “Ey benim zindan arkadaşım” olarak çevrilmekte ve bu, açıkça küfürdür.
Çünkü “arkadaş”, dostluk ve yakınlık ifade eder. Oysa “sâhib”, Arapçada otomatik olarak “arkadaş” anlamına gelmez. Sadece beraber bulunan, aynı yerde olan kişi anlamına gelir.
Aynı şekilde Almanca’daki “Gefährte” kelimesi de otomatik olarak arkadaşlık anlamı taşımaz. Bu da sadece birlikte bulunmayı ifade eder.
Yani Yusuf (aleyhisselâm)’ın zindandaki kâfirleri "arkadaş" olarak adlandırdığını söylemek, ona iftira atmak ve Allah’a ve peygamberine karşı su-i zan beslemektir.
Oysa Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ve (böylece) Allah, münafıkları ve müşrikleri -Allah hakkında kötü zan besleyen erkek ve kadınları- azaplandırsın.” (Fetih Sûresi, 6)
Bu âyet, Allah’a ve peygamberlerine kötü zan besleyenlerin münafık veya müşrik olduklarını göstermektedir.
Ve kim ki bir kâfire “arkadaş” demenin küfür olduğunu bilmiyorsa, o kişi tevhidi bilmiyor.
#Yusuf Suresi#İslam İlmihali#Kur’an Tefsiri#Arkadaş ve Sahib Kavramı#Tevhid ve Şirk#Dini Doğru Anlama#Kafir ve Münafık#Dini Terimler Açıklaması#Kur’an’da Dilbilgisi#İslam’da Dil ve Anlam#Arkadaşlık Kavramı#Allah’a Kötü Zan#İnanç ve İman
0 notes
Text
Kâfirlerin okullarındaki notlar bir hükümdür, yani küfürdür.
Günümüzde, bazı insanlar için fark edilmesi zor olan birçok şirk ve küfür çeşidi vardır. Bunlardan biri de kâfirlerin okullarına katılmaktır.
Neden bu okullara katılmanın küfür olduğu, in şa'a Allah sadece bu okullarda notların ve diplomaların verilmesi gerçeğine bakarak bile anlaşılabilir.
(Bu okullara katılan çocukların/gençlerin neden Müslüman olamayacağına dair daha pek çok sebep var. Bu kurumların bir pislik yuvası olduğunu burada açıklamayacağım; bu konuyu başka bir blog yazımda bulabilirsiniz.)
Notlar ve diplomalar (Karneler) küfür devletinin çalışanları ("öğretmenler") tarafından hazırlanır ve öğrencilere başarılarına göre verilir. Ayrıca, diplomalarda öğrencinin "iyi" ya da "kötü" davrandığı veya geliştiği yönünde yorumlar da yer alır. Bu değerlendirmeler İslami ölçütlere göre yapılmaz. İşin asıl küfür olan yönü de budur.
Üstelik: Eğer bir "öğretmen" bir çocuktan hoşlanmazsa (örneğin bir sebepten dolayı onu nefret ediyorsa, ona bilerek bir veya iki not düşük verebilir.
Bir Müslüman, Allah’tan başkasından gelen hiçbir hükmü kabul etmez. Bütün kurallar, emirler ve yasaklar, dünyevi yargılamalar ve tüm kanun koyuculuk yalnızca O’na, Allahu Teâlâ’ya aittir.
Allahu Teâlâ buyurdu ki: “(De ki:) Hüküm yalnızca Allah’a aittir. Yalnız O’na ibadet etmenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 12:40)
Bu, mutlaka anlaşılması gereken çok önemli bir temeldir.
Allahu Teâlâ buyurdu ki: “Kendilerine indirilen şeye ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini söyleyenleri görmedin mi? Onlar, Tâğut’tan hüküm almak istiyorlar; oysa ona küfre etmeleri emredilmişti. Şeytan ise onları derin bir sapkınlığa sürüklemek istiyor.” (Nisa 4:60)
Bu ayetle, bir kâfirden hüküm (bu durumda notlar) isteyen kimsenin Müslüman olmadığı ispatlanmıştır.
Bazı insanlar (kendilerini “Müslüman” olarak tanımlayanlar) bu okullarda çok fazla küfür söylendiğini ve işlendiğini biliyorlar. Ancak buna rağmen derse katılmakta bir sorun olmadığını, küfür konuşulmaya başlandığında ayağa kalkıp sınıftan çıkmanın veya “öğretmene” karşı çıkmanın yeterli olacağını söylüyorlar.
Oysa, sınıftan çıkmak veya orada küfre karşı çıkmak fayda vermez. Derse katılan kişi zaten kâfir olmuştur. Çünkü katılımın kendisi bile küfürdür. Öğrenciler, derse katılıp çalışmalarıyla eninde sonunda bir not (bir not) talep etmektedirler.
Bu küfürleri “dünyevi çıkarlar” için yapanlara değinmek bile istemiyorum. Onlar samimi değillerdir. Bu konuda da blogda zaten yazılmıştır.
Ve eğer biri bu konunun önemli olduğunu düşünmesine rağmen, bu blogda Tahakum ya da Kâfirlerin okullarıyla ilgili yazıları okumaya üşeniyorsa… in şa'a Allah kendine şu soruyu sorsun: Onu bundan alıkoyan nedir?
Bu arada, tembelliği eleştirmek yanlış değildir. Münafıklar tembellikleri yüzünden Kur’an’da kınanmışlardır.
Allahu Teâlâ buyurdu ki: “Küfür edenler, uyarıldıkları şeyden yüz çevirirler.” (Ahkaf: 3)
Bu ayette, Allah’a ait olan dini öğrenmeye tembel olanlar da eleştirilmektedir. Çünkü onlar yüz çevirenlerdendir ve bu da Allah’ın dininden yüz çevirmek anlamında küfürdür.
Yukarıda tekrar ettiğim gibi, ‘okul’ derken sadece küçük çocukların gittiği kurumları kastetmiyorum; gençlerin gittiği üniversiteler de buna dahildir.
Eğer biri bu gerçeklerle yüzleşmekten rahatsız oluyorsa, demek ki hem ben hem de onun Rabbi olan Allah’ın ona dünyaya kapılmadan sadece Allah için yaşamasını istemesinden rahatsız oluyor.
#Eğitim#Okul#Müslümanlık#Din#İnanç#Kurumlar#Eleştiri#Blog#Toplum#Değerler#DiniYazı#SosyalKonular#Gençlik#ÇocukGelişimi#OkulHayatı#GençlikSorunları#ÇocukHakları#GençlikEğitimi
0 notes
Text
İslam ve onun alametleriyle alay eden kimse Müslüman değildir.
Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Münafıklar, kalplerindekini kendilerine bildirecek bir sûrenin indirilmesinden korkuyorlar. De ki: Alay edin! Şüphesiz Allah, korktuğunuz şeyi ortaya çıkaracaktır. Eğer onlara sorarsan mutlaka ‘Biz sadece konuşup eğleniyorduk’ derler. De ki: ‘Siz Allah ile, O’nun ayetleriyle ve Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?’ Özür dilemeyin! İman ettikten sonra küfre girdiniz.” (et-Tevbe 9:64-66)
İslam’a ya da İslam’ın herhangi bir parçasına yapılan alay, yeryüzünde işlenen en çirkin küfür türlerinden biridir. Bu, kendini “Müslüman” olarak tanımlayan birçok kişi arasında da yaygındır. Özellikle Facebook gibi sözde “sosyal medya”larda açıkça gözlemlenebilir.
Bu sözde “Müslümanlar” (Allah onlara hidayet versin ve inatçı olanlarını helak etsin), bu sözlerin hafif ve önemsiz olduğunu zannediyor olabilir. Ancak bu, ağır ve çirkin sözlerdir.
İbn Kayyim şöyle demiştir: “Zorlanan kimse açık bir küfür sözü söylese bile kalbi iman dolu olduğu sürece kâfir sayılmaz. Fakat şaka yapan ya da alay eden kimse, boşanma lafzı ya da küfür lafzı kullandığında, bunu kasıtlı olarak söylediği için geçerli olur. Şaka yapması, onu mazur kılmaz.” [İ’lamu’l-Muvakki’in, 3/55-56]
Ardından şöyle devam eder: “Allahu Teâlâ, kalbi imanla dolu olan zorlanmış kişiyi bağışlarken, şaka yapanı bağışlamamış ve şöyle buyurmuştur: {‘Biz sadece konuşup şaka yapıyorduk’ derler. De ki: ‘Siz Allah, O’nun ayetleri ve peygamberiyle mi alay ettiniz?’ Özür dilemeyin! İman ettikten sonra küfre düştünüz.”} [İ’lamu’l-Muvakki’in, 3/56]
Abdullatif ibn Abdurrahman bu ayet hakkında şöyle demiştir: “Allahu Teâlâ, onların iman ettikten sonra alay ettikleri için küfre girdiklerine hükmetti.” [el-İtḥaf, s. 47]
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Allah’a ya da Peygamberine hakaret etmek şüphesiz hem zahiren hem de batınen küfürdür. Bunu yapan kişi, yaptığı şeyin haram ya da helal olduğunu düşünse bile veya şaka amacı taşısa bile fark etmez. Bu, Ehl-i Sünnet fıkıh âlimlerinin ve diğer ulemanın görüşüdür. Onlara göre iman söz ve ameldir.” [es-Sârımu’l-Meslûl, s. 451]
İslam’a veya İslam’ın herhangi bir parçasına alay edilen görüntüleri internette paylaşan, onlara gülen ve paylaşmaya devam eden kişi apaçık bir kâfirdir(!).
Küfre örnek. Burada küfür karakterleri "Müslüman" olarak sunulmuş:
Bu görüntüler açıkça küfürdür. Bunu fark etmeyen kişi, tevhid hakkında bilgi sahibi değildir.
#İslam#DinîUyarı#İslamiSözler#Tevhid#KitapKapağı#İslamiTebliğ#CiddiMesaj#Müslümanlık#İslamîUyarı#TürkçeMesaj#İslamVeİnanç#Tevazu
1 note
·
View note
Text

Kim kafirlerin ordusuna, polise veya ateistlerden oluşan bir topluluğa katılırsa, kesinlikle Müslüman değildir.
Yüce Allah şöyle buyurdu: "İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise tağut yolunda savaşırlar. Artık şeytanın dostlarıyla savaşın! Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır." (Nisa 4:76)
Tağutların orduları hakkındaki hüküm, bizzat tağut hakkındaki hüküm gibidir: Onlar Müslüman değildir.
Yüce Allah şöyle buyurdu: "Firavun, Haman ve orduları sapıttılar." (Kasas 28:8)
Yine Yüce Allah şöyle buyurdu: "Firavun, ordusuyla beraber deniz yoluyla onların ardından gitti. Deniz onları sarıp yok etti. Firavun, kavmini saptırdı ve onları doğru yola iletmedi." (Taha 20:78–79)
Bir diğer ayette de şöyle buyurdu: "Firavun, Haman ve orduları suçlulardandı." (Kasas 28:8)
Ve yine Yüce Allah şöyle dedi: "Allah onu (mümini), onların kurdukları tuzaklardan korudu. Firavun kavmini ise azabın kötüsü kuşattı: Onlar sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet Saati geldiğinde ise (Allah şöyle buyurur): 'Firavun kavmini en şiddetli azaba sokun!'" (Mümin 40:45–46)
Dolayısıyla ordu ile bu tür diğer kurumlar arasında bir fark yoktur ve bu hükümden kimse hariç tutulmaz.
Bu grupların içinde, liderleriyle sıradan polis memurları, askerler ve diğer tağut kurumları arasında fark yoktur. Çünkü hepsi Allah’ın dinine karşı savaşan bir cephe oluştururlar.
Aralarındaki tek fark, kimilerinin diğerlerinden daha büyük küfür fiilleri işlemesidir.
Şu konuda da şüphe yoktur: Polis ve bu tür kurumlar, Allah’ın hükümlerini yürürlükten kaldırmak ve yerine beşerî kanunlar getirmek amacıyla kurulmuştur. Dinini önemseyen akıllı bir Müslüman için böyle bir kâfir kurumda çalışmak caiz değildir. Bilakis, imanını ve nefsini bu şirk dolu yapının pisliğinden korumalı ve ondan beri olmalıdır.
#Tevhid#Tağut#İmanVeKüfür#İslamdaAyrışma#Şirk#DindenÇıkma#İslamiYönetim#PolisVeOrdu#İslamVeDevlet#İtikadiMeseleler#KurandanDelil#TağutunOrdusu
1 note
·
View note
Text
İman ve küfür hakkında, aşırıya kaçmaksızın, gerekli ölçüde bilgi sahibi olmak.
Bu konuyla çok az meşgul olunamaz; çünkü aksi takdirde kişi tevhidi tanımaz ya da kısa sürede sarsılmasından endişe edilir.
Ama bu konuyla fazla meşgul da olunamaz. Zira bir şeyin fazlası daima zararlıdır.
Din’in diğer alanları da ihmal edilemez, her ne kadar öncelikli olarak İslam’a giriş yapmak en önemli şey olsa da.
Eğer bir kişi yanlış bir şekilde tevhid ile meşgul olursa, şeytanların vesveselerine karşı belirli yönlerden daha açık hale gelmesi mümkündür. Bu durum geçerliyse, meseleye farklı bir yöntemle yaklaşmalıdır.
Burada asıl ifade edilmek istenen şudur: Tevhid ve genel olarak İslam bilgisi çok hayırlı ve önemlidir. Ancak kişi bu işle yanlış bir şekilde meşgul olursa, bu bazı sorunlara yol açabilir.
Fakat bunun çözümü o işi tamamen bırakmak değildir - asla! Aksine, devam etmek gerekir, azimli olmak gerekir ve vahye sımsıkı sarılmak için gayret göstermek gerekir.
0 notes
Text

Tevhid inancına aykırı olan her kitap veya yazı, bir taghut (put) sayılır.
Bir Müslüman bu temel anlayışı kavradığında, bu kitapları üreten, satan, tavsiye eden, yaygınlaştıran veya hediye eden kişinin kâfir olduğunu bilir. Aynı şekilde, birisi açıkça uyarı yapmadan küfür içeren bir film veya küfür dolu bir internet sitesini yayarsa ve tavsiye ederse de durum aynıdır.
Ve Kadı Iyad, Eş-Şifa adlı eserinde şöyle demiştir: “Allah’ın birliğini inkâr etmeye, Allah’tan başkasına ya da Allah ile birlikte başka bir varlığa tapmaya davet eden her söz ve yazı, müminlerin ittifakıyla küfürdür.”
#Dini Metin#Ayet ve Hadis Yorumu#İnanç Esasları#Akaid#İslami Yayınlar#Tehlikeli Yayınlar#Tevhid#İslam İnancı#Aqidah (İtikad)#Küfür#Taghut#Şirk#İslamî Akide#Kadı Iyad#Eş-Şifa#Dinî Uyarılar
0 notes
Text
Allah’ın her yerde olduğunu iddia edenlerin küfrü ve Allah Teâlâ’yı mahlûkatıyla kıyaslayan geçmiş sapkın fırkaları mazur gören kimi “Müslümanlar”ın içine düştüğü itikadî bozulmanın bir örneği.
Kalplerin hastalıklarından biri -ki günümüzde çok yaygınlaşmıştır, Allah bizleri muhafaza etsin (wal-‘iyadhu billah)- şudur: Allah’ı yarattıklarıyla kıyaslayan bazı eski İslam dışı grupların Müslüman olarak görülmesi.
Bu yazının konusu, “Allah kendisi her yerdedir” inancına sahip olanların Müslüman olabileceğini iddia edenlerin görüşlerini çürütmektir.
Ancak, “Böyle bir görüşe sahip biri asla Müslüman olmamıştır” diyenler de bu yazıyı okumalıdır. Çünkü aynı sorun, başka İslam dışı gruplar mazur görüldüğünde de ortaya çıkar.
Eskiden öyle bir topluluk vardı ki, birçok ilâhın var olduğuna ve bunların insanlara benzediğine inanıyorlardı. Bu topluluk, eski Yunanlılardı.
İlâhlarını şöyle tanımlamışlardı: Bazıları diğerlerini yenebiliyor, bazıları diğerlerini kandırabiliyor, yeryüzünde dolaşıyor ve insanlarla konuşuyorlardı.
İlâhların şekillerinin insanlarınkine birebir (veya neredeyse birebir) benzediğine inanıyorlardı. Onlar için birçok heykel yaptılar… öyle ki, bu heykellere bakan kişi, bunlarla insanlar için yapılan sıradan heykeller arasında neredeyse hiçbir fark göremiyordu.
Kim parmağıyla bir insanı işaret edip “O bir ilâhtır” derse -kendisini İslam’a nispet etse bile- küfre düşmüştür.
Eski Yunanlılar çok tuhaf kurgulara inanmışlardı. Şöyle derlerdi:
“Şarap tanrısı Dionysos, şarap içince sarhoş oldu.”
“Deniz tanrısı Poseidon, denizin içinde yaşıyor.”
“Yeraltı tanrısı Hades, ölülerle birlikte ölüler diyarında bulunuyor.”
“Tanrılar, Olimpos Dağı’nda toplanıyor.”
Tüm bunların tevhid akidesiyle çeliştiğini kabul eden… ama sonra, “Allah, yaratılmışların içinde her yerdedir” diyen sözde “Müslümanları” din kardeşi olarak gören kişi… maalesef vahye karşı bir tür körlük yaşamaktadır.
#Tevhid#İtikad#Şirk#Küfür#AllahHerYerdeMi#Akaid#MüslümanKimdir#Ehlisünnet#SapıkFırkalar#VahdetiVücud
0 notes
Text
İmanın Kaybı
Aşağıda in şâ'a'Allah küfrün (inkârın) ve şirk'in (Allaha ortak koşmanın) şekil ve türleri açıklanacaktır. Kim büyük küfür (kufr-ı ekber) işlerse, o kişi “kâfir” (çoğulu: kuffâr), kim büyük şirk (şirk-i ekber) işlerse, o da “müşrik” (çoğulu: müşrikun) olarak adlandırılır. Müşrikler de kâfirdir ve nihayetinde tüm kâfirler de müşriktir.
Kim Allahu Teâlâ’ya ibadet etmiyorsa, o mutlaka bir mahlûka ibadet ediyor demektir. Ateistler dahi aslında kendi arzularına, isteklerine ve düşünce kalıplarına ibadet ederler. Darwinizm taraftarları örneğin doğaya ibadet ediyor gibidirler; çünkü ona yaratıcı güçler atfederler.
İbn Teymiyye mealen şöyle demiştir: "Bu nedenle, Allah’a ibadet etmeyen herkes mutlaka O’ndan başkasına ibadet etmektedir. O halde bir başkasına ibadet ettiğinden dolayı müşriktir. Âdemoğulları arasında üçüncü bir kategori yoktur; kişi ya muvahhiddir ya da müşriktir." (Mecmû' al-Fetâvâ 14/282)
Bir kişi kâfir veya müşrik olduğu hâlde bir küfür fiilini işlerse, daha fazla küfre girmiş olur. Ancak daha önce Müslüman olan bir kişi bu fiilleri işlerse, dinden çıkar (irtidat eder) ve “mürted” (dinden dönen) olur.
İslam’a tekrar girmek isteyen bir kişi tevbe etmeli ve tekrar şehâdet getirmelidir.
Ayrıca, büyük küfür veya büyük şirk, ister ciddiyetle, ister şaka yoluyla, ister malını veya konumunu korumak amacıyla yapılsın fark etmez, hüküm değişmez. Ancak, zorlama (ikrah) altında olan kişi mazur görülür; fakat bu durumda kalbiyle bu fiili reddetmiş olmalıdır.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "İman ettikten sonra Allah’ı inkâr eden kimse (kalbi imanla dolu olarak zorlanan kimse hariç), kim göğsünü küfre açarsa, işte onların üzerine Allah’ın gazabı vardır. Onlar için büyük bir azap vardır." (Nahl 16:106)
Zorlama (ikrah), kişinin hayatının ya da uzuvlarının tehdit altında olması durumunda geçerlidir (bu da sonuçta hayati tehlike sayılır). Bu durumda olan kişiye “mukrah” denir. Eğer bu kişi kalbi imanla dolu olduğu hâlde inkâr sözünü söylerse, kâfir ya da müşrik sayılmaz.
(İkrah’ın doğru tanımı çok önemlidir; çünkü sadece dünya malı kaybı ya da hapsedilme korkusu ikrah sayılmaz. Durumun ayrıntıları dikkatle incelenmelidir. Örneğin, bir adam bir kadını tehdit edip, inkâr etmezse onu öldüreceğini söylerse: Kadının kaçma imkânı varsa veya adam kadından zayıfsa ve tehditte bulunma imkânı yoksa bu ikrah sayılmaz. Ayrıca ikrah, zorlayan kişinin başkasını İslam’dan alıkoymasını ya da küfre sürüklemesini istemesi durumunda da geçerli olmaz.
Bir başka önemli mesele de şudur: Eğer bir Müslüman kasıtsız veya şuursuzca (örneğin sarhoşluk hâlinde) küfür veya şirk sözleri sarf ederse, bu kişiye otomatik olarak kâfir ya da müşrik denmez. İlk durumda bu bir hatadır ve niyet yoktur; ikinci durumda ise kişi sarhoş olduğu için aklı yerinde değildir.)
Küfür veya şirk işleyen insanların yanında bulunan bir kişi, onları bu fiillerden vazgeçmeleri için uyarmalı, karşı tavrını göstermeli ya da derhal orayı terk etmelidir.
Eğer uyarıya rağmen küfür veya şirk işlemeye devam ederlerse, kişi orayı terk etmekle yükümlüdür. Aksi hâlde, onların hükmüne tabi olur; yani o da kâfir veya müşrik olur. Zira İslam’a saygı göstermek isteyen biri, onunla alay edildiğini sessizce izleyemez.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Size Kitap’ta şunu indirdi: Eğer Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işitirseniz, onlar başka bir söze geçene kadar onlarla oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde toplar." (Nisâ 4:140)
Süleyman bin Abdullah mealen şöyle demiştir: "Allah Teâlâ, Kitabında müminleri şöyle uyarır: Eğer Allah’ın ayetlerine küfredildiğini ve alay edildiğini işitirlerse, başka bir söze geçene kadar onlarla oturmasınlar. Kim (mukrah dışında) kâfirlerle birlikte Allah’ın ayetlerine küfredildiği ve alay edildiği bir mecliste oturursa, o da onlardan sayılır. Bu konuda korkanla korkmayan arasında ayrım yapılmaz; yalnızca mukrah istisnadır." (ed-Duraru’s-Seniyye 8/127)
Ancak, kâfirlerle İslam hakkında konuşan, onlara davet yapan ve onların tezlerini çürüten kimseler (davetçiler), bu ortamı terk etmek zorunda değildir. Zira peygamberler de kendi kavimleriyle tartışmışlardır.
Ayrıca bazı söz ve fiiller vardır ki, kişinin iç niyetinden bağımsız olarak açıkça küfür ya da şirktir. Bu tür söz veya fiilleri (zorlama olmadan ve aklı yerindeyken) söyleyen kimse, mutlaka kâfir ya da müşrik olur.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Onlar zaten küfür sözü söylediler ve Müslüman olduktan sonra küfre girdiler." (Tevbe 9:74)
İbn Hazm bu ayet hakkında mealen şöyle demiştir: "Allah Teâlâ bu ayette şöyle hükmetmiştir: Öyle bir söz vardır ki, küfürdür." (el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehv�� ve’n-Nihal 3/114)
İbn Teymiyye de mealen şöyle der: "Kim küfür olan bir söz söyler veya fiil işlerse, bu kişi küfre girmiş olur. Hatta kâfir olmayı kastetmese bile. Zira hiç kimse ancak Allah’ın dilemesiyle küfre niyet eder." (es-Sârim el-Meslûl, s. 184)
#İslamî itikad#Tevhid#Allah’a kulluk#İnanç kaybı#İslamî deliller#İman ve küfür#İslam’da akide#Kalp temizliği#Zorlama (İkraḥ)#İslamî uyarılar
0 notes
Text
Küfrün Temel Sebeplerinden Biri: Aklî ve Gerçek Delilleri Reddetmek
Küfrün temel sebeplerinden biri, hiç şüphesiz, aklın gerçek (!) delillerini kabul etmemektir. Burada sözde mantığın ve sahte argümanların değil, gerçek aklî delillerin kastedildiği açıktır.
Kâfirler, Kur’an’da akıllarını kullanmamaları sebebiyle eleştirilmiştir. Bu da aklın kullanılmasının farz olduğuna delildir.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Yoksa onların çoğunun işittiğini veya aklettiğini mi sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.” (el-Furkan: 44)
Yine buyurur: “Onlar Kur’an üzerinde derinlemesine düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, onda birçok çelişki bulurlardı.” (en-Nisâ: 82)
Ne yazık ki birçok insan için, gerçek aklî delillerle sahte mantık arasındaki fark net değildir. Bu karışıklığın sebebi, kendilerine “filozof” diyen kimselerin çokça batıl görüş yaymış olmasıdır. Bu batıl görüşlere “mantık” adını vermişlerdir, oysa bu tam anlamıyla mantıksızlıktır. Onlar aklın delillerine tabi olduklarını iddia etmişlerdir; bu onların kendi kanaatidir, ama hakikat öyle değildir.
İbnul-Kayyim, Madaric’üs-Sâlikîn (3/453) adlı eserinde şöyle demiştir: “Allah Subhanehu [ve Teâlâ] temsiller ortaya koymuştur ve bunlar aklın delilleridir.”
Allahu Teâlâ, birliğini açıklayan birçok temsil sunmuştur. Bu temsillerle sadece Müslümanlara değil, müşriklere de hitap etmiştir.
Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ’nın delillendirmesi tam anlamıyla mükemmeldir. İçerisinde en ufak bir çelişki yoktur. Allah, yüceler yücesidir.
Nasranîler ("Hristiyanlar") şöyle sözler sarf ederler: “İncil doğrudur. Çünkü İncil’in doğru olduğunu yine İncil söylüyor.”
Oysa Âlemlerin Rabbi’nin ve peygamberlerin delillendirmesi böyle eksiklik ve çelişkilerden tamamen uzaktır.
İbn Teymiyye en-Nübüvvet (2/1091) adlı eserinde şöyle der: “Aklın gerçek delilleri, peygamberlerin getirdikleriyle tamamen uyumludur; onlara asla ters düşmez.”
Daha önce anlatıldığı gibi, bu örnekler ve benzetmeler müşrikleri de kapsar. Onlar Kur’an’ın hak olduğunu bilmezler; ancak aklın delilleri karşısında akıllarını kullanarak gerçeği fark edebilirler.
Dolayısıyla, aklın geçerli delilleri olduğu gerçeği kesin olarak sabittir. Bunlar gerçek mantıktır.
İbn Teymiyye, Câmi‘u’l-Mesâil (5/290, tahkik: Muhammed Uzeyr Şems) adlı eserinde şöyle demiştir: “Selef, aklî delillerin ve vahyin gerçekliklerini bildikleri ve bu ikisinin birbirini tamamladığını anladıkları için, aralarında çelişki olmasının imkânsız olduğunu da biliyorlardı.”
Şu söz tamamen mantıklıdır: “Dünya kendi kendini yaratmamıştır. O hâlde kadir-i mutlak bir yaratıcının onu yarattığını bilmek gerekir.”
Aynı şekilde şu ifade de doğrudur: “Allah her şeyi yarattığı için yalnızca O’na itaat edilmelidir. İnsana değil – hele ki insan şirk emrediyorsa.”
Bunun zıddını iddia etmek ise tam anlamıyla mantıksızlıktır. Bu, konuyu açıklamak adına verilmiş iki basit örnektir.
Kâfirlerden olup kendilerini Müslüman olarak tanıtanlar da aklın gerçek delillerini ya tamamen ya da kısmen geçersiz sayarlar.
Bu, şu gibi sözlerle başlar: “Allah’tan başkasına ibadet eden Müslümanlar da var.”
Bu kişiler, iki zıddın bir arada olamayacağını kabul etmezler. Oysa İslam ve şirk iki zıttır. Ya yalnızca Allah’a ibadet eden bir tevhid ehli (muvahhid) olursun, ya da müşrik.
İbn Hazm, el-Fasl (2/80) adlı eserinde şöyle der: “Ancak kalbi kör olan kimse, Allah Azze ve Celle’ye imkânsız olan bir sözü isnat eder.”
Aynı eserde (1/53) şöyle der: “Şeriatın imkânsız olan bir şeyi bildirmesi mümkün değildir; yalan bir şeyi bildirmesi de mümkün değildir. Bunu mümkün gören kimse İslam’dan çıkar.”
Yine aynı kitapta (1/71): “Aklı geçersiz sayan kimse, tevhidi de geçersiz kılmış olur.”
#Tevhid#Küfür ve Şirk#İslamî akıl ve deliller#Kur’an’da mantık#Müşriklere hitap#Kur’an’ın hakikati#İslamî düşünce#Akıl ve vahiy uyumu#İslamî çağrılar#Dinî deliller#İslam’da doğru inanış#İman ve akıl ilişkisi#Selefi görüş#İslami öğreti#Fikir ve inanç
0 notes