Tumgik
thepieceofmoon · 1 year
Text
Sanırım hep böyle, yaşamak istediği ve yaşadığı hayat arasında sıkışmış olarak öleceğim.
Başkalarının kurallarıyla, başkalarının nasihatleriyle, başkalarının doğrularıyla çiziliyor hayatım. Halbuki ben sürekli bunun savaşını vermemiş miydim? Hayatım boyunca önce kendim olma, sonra da kendi istediğim gibi yaşama mücadelesi değil miydi beni yoran? Ama o yorgunluğa da değmemiş miydi elde ettiklerim? Demek ki bir seçim yapıyorsun, kendince mutluluğu seçtiğini düşünerek bir seçim yapıyorsun ve o seçim seni alıp kendinden en uzak köşeye fırlatıyor. Ne demiştik? Sürgünlerin en zoruydu kendin uzakta olmak. Peki böyle de mutlu olabilir mi insan? Deneyeceğim. Nasıl mı kendinden uzakta olmak? Her şey çok tanıdık alışkınsın etrafındakilere, ama bi o kadar da uzaksın her şeyden bir o kadar yabancı. Hani "Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında" dediklerinin mekan hali. Ne burdayım, ne başka bir yerde. Yaptığın seçim en mutlu olacağın mı gerçekten en huzur veren seçim mi anlamak için bir ömür harcaman gerekecek ve harcayacaksın da. İyi ki kendi ile konuşabiliyor insan. Kendimle de konuşmasam unutacağım kim olduğumu.
0 notes
thepieceofmoon · 2 years
Text
"İyi anne baba diye bir şey yok. Hepsi o an için elinden gelenin en iyisini yapıyor biz de hayatımız boyunca onların bize bıraktığı problemlerle uğraşıyoruz."
3 notes · View notes
thepieceofmoon · 3 years
Text
It does not matter how did you be strong or what did you sacrifice for it. When you turn to your life and look deep inside, there is only one rule that is valid here. Everything is about how you feel. Your feelings do not care about your strongness or your cold heart. That is simply means if you feel lonely, you are lonely. Even you feel you can handle everything on your own if you need someone then it means you need someone. Stop pretending. Just let your mind and your heart feel the pain, feel the missing feel the truth that it needed without judging yourself. Do not take this feeling session so long. After it ends you will feel real. It is much more precious than feeling strong.
0 notes
thepieceofmoon · 3 years
Text
Bir kitabın ardından - Atuan Mezarları
Tumblr media
"Çok uzun zamandır beni derinden etkileyen, bakış açımı değiştiren ve zevkle etrafıma önereceğim bir kitapla buluşamamış olmanın eksikliğini hissediyorum" diye düşündüğüm gün elimdeki kitabın bu eksikliği gidermesi ve içimi ısıtması üzerine bir şeyler yazmasam ayıp etmiş olurdum. Kitabımız: Atuan Mezarları / Yerdeniz serisi II. kitap - Ursula K. Le Guin'in kaleminden. Başlarken söylemekte yarar var bu bir tanıtım yazısı değil aksine kitap bittikten sonra bakılacak bir yazısı olacaktır. Hikayeyi anlatmaktan ziyade çıkarımlarımla ilerleyeceğim. Kitaba başlamadan arkasını okuma alışkanlığınız varsa -ki genelde olur- "Atuan Mezarları'nın konusu tek kelimeyle söylemek gerekirse cinselliktir." diyor Ursula. Kitapta bir sürü simgenin olduğunu da ekliyor. Ben bu yazıyı çok da dikkate almadan, simgeleri hiç düşünmeden bir hikaye kitabı okurcasına tamamladım 151 sayfalık kitabın yaklaşık 145 sayfasını. Son sayfaları okurken bir yandan simgeleri yerine oturttum ve kitabı, kitabı bitirdiğimde anlayabilmiştim. Bir kitabın bitişinin ufak hüznünü değil müthiş bir eser okumanın sıcacık mutluluğunu yaşamış oldum. - Öncelikle ana kahramanın başına gelen ilk şey, kendisi için çoktan kurallarının ve sınırlarının belirlendiği bir hayatta yaşamak zorunda bırakılması ve ilk olarak da Yerdeniz evrenindeki en büyük gücü olan isminin unutturulması. Bir kadın olarak eril bir dünyaya doğuşumuzu ve içimizde bir güç varsa dahi hatırlamak ya da ortaya çıkarmakla mükellef olduğumuzu hatırlattı bu durum bana. Bu kendisi için sınırların çizildiği dünya, karanlık ve sessiz bir dünya. Öyle ki sayfa 93'te "Benim tek bildiğim şey karanlıktır.." diyor kahramanımız. Ve birkaç yerde tekrar tekrar vurgulandığı üzere erkeklerin girmesi yasak. - Mezarların olduğu yer(taht binası) ana karaktere Arha'ya özel. Labirentin beyin kıvrımlarını ya da komple dolaşım sistemini andırmasından sebep Arha'nın kendi içini temsil etmesi gayet mantıklı bir açıklama. Üstelik labirentin bölümlerinden olan alt mezara sadece girişin olması, çıkışın olmaması, kimsenin girememesi ve korunması gibi noktalar sebebiyle Alt mezar ve rahim arasında direkt bağlantı kurmak mümkün. - Mezarların altında bir hazine saklanır, burdaki hazine algısı mühim. İç Denizlerden gelip hazineyi çalmak isteyen büyücülere dair anlatımlar var. Kadının koruması gereken bir hazine ile ne kast edildiği zaten açıkken yazar bir de Arha'nın labirentte her yere gitse dahi hazine odasına gitmek hazır olmayı beklemesi detayını da eklemiş. Hazine odasına ilk olarak Ged'in girmesini sağlaması ve o noktada diğer bir erkek olan hizmetkar Manan'a özellikle sen giremezsin demesi bu noktaya ayrı bir vurgu oluyor. - Ged'in büyücü olduğunu öğrendikten göz bağını gördükten ve ona öğretilenin aksine büyünün gerçek olduğunu anladıktan sonra Ged'e sayfa 95'te "Senin göründüğün gibi olup olmadığını nasıl anlayabilirim" diye soruyor. Bu bir kadından bir erkeğe sana nasıl güvenebilirim sorusu değil de nedir? Peki Ged ne diyor? "Anlayamazsın. Sana nasıl göründüğümü bilemiyorum ki." - Ged'in daha önceki kitapta isimleri bulmadaki hünerini biliyorduk ama Arha'ya unutturulan ilk ismi "Tenar" olarak seslenmesi içe dokunan bir detaydı. Ged'in Arha'nın karanlığına ışık olarak girmesi de ikinci güzel bir detaydı. Arha Ged'i ilk gördüğü labirentte izlediği zamanki sayfalarda en baskın nokta bu ışıktı. - Arha Ged'i ölüme terk edemiyor hatta yalan söylüyor sonu onun için ölüm olmak olsa bile. En başta küçümsüyor da Ged'i ve Ged manidar bir şekilde "Kolay olmayacağını biliyordum" diyor. Ged'in onu inandığı bütün her şeyden uzaklaştırması Arha için idrak etmesi kolay bir durum olmuyor elbette kaçıyor bu idrak noktasından batıdaki ejderhalardan bahsetmesini istiyor. Sayfa 120de "Karanlıktan korkuyorum" diyor burda Arha içini açar gibi Ged'e halbuki daha önce bildiği tek şeyin karanlık olduğunu söylemişti. Karanlık mıydı onu korkutan yoksa ışıkla beraber gitme fikri mi? - Bu sayfa 120 bize Tenar ve Arha arasındaki bağıntıyı da veren güzel bir sayfa. Tenar ışık, Arha karanlık. "Her ikisi birden olamazsın" diyor Ged. Öleceğinden korkan
Tenar'a da "Sen ölmezsin Arha ölür" diyor. "Bir insanın yeniden doğabilmesi için ölmesi gerekir Tenar" diye de ekliyor. - Sayfa 120'nin marifeti burda da bitmiyor. Ged Tenar'ı cesaretlendirirken "Senin bilgin benim de hünerim var" diyor ama ekliyor "Ama ben aramızda başka bir şeyin daha olduğunu düşünüyordum. Güven diyelim. .......... Tek başına her ikimiz de zayıf olduğumuz halde, buna sahip olduğumuz için kuvvetliyiz." Kadın ve erkek arasındaki ilişkinin en önemli noktası. Bu konuda çok güzel bir şey daha söyleyecek Ged. - Araya almamız gereken Erreth-Akbe halkası mevzusu var. Tam ortadan ayrılmış ve tek başına bir şey ifade etmeyen iki yarım halka var. Halkanın biri Ged'de diğeri Hazine odasında korkunuyor. Bu noktada halkalara Arha ve Tenar anlamı yükleyip hepsinin tek vücutta buluşması diyebilirdik ancak Ged ikisi birden olamazsın derken bu ihtimali çürüttü bence. Halkalar kadın ve erkek simgelerine sahip. Halkayı Tenar'ın avucunda birleştirmesi Ged ile gitmeye karar verdiğini söyledikten sonra Ged'in dokunup onu büyüsü ile birleştirmesi detayı var. Bu halkayı kadının kendi avcunda birleştirmesi ve erkeğin ancak kadın onunla gitmeyi kabul ettikten sonra dokunup birleştirmesi ve Ged'in "Her ikimizi de özgür kıldın" demesi.. - Bundan sonra kaçarlarken dağılıyor Tenar. Asla unutmadığı yolu kaybediyor, dönemeçleri saçmayı unuttum diyor, kafası karışıyor ve sürekli Ged'den ışık yakmasını istiyor. Ged ise dönemeçleri ben saydım diyor, elini tutuyor, cesaretlendiriyor onu. Tenar'ın inatla ışık yakma isteğine ise şöyle diyor: "Tenar, üstümüzdeki tavanı çökmesin diye tutuyorum şu an. Duvarların üzerimize çökmesini engelliyorum. Ayaklarımızın altındaki zeminin açılmasını engelliyorum. Bunu, çukuru, hizmetkarlarının beklediği yeri geçtiğimizden beri yapıyorum. Eğer ben zelzeleyi engelleyebiliyorsam, sen benimle birlikte bir insan ruhuyla karşılaşmaktan mı korkuyorsun? Bana güven; benim sana güvenmiş olduğum gibi! Şimdi benimle gel." Buraya kadar yazar bize Ged'in bunları yaptığından bahsetmemişti ve Ged bu cümleyi kurduktan sonra şunu düşündüm. Her ilişkide sırtlanılması gereken bir yük vardır. Erkekler bazen kadınlara söylemeden onlar için, onları düşünen çok fazla şey yapar ve yükün çoğunu üstlerine alabilirler. Bundan habersiz olan kadınlar kendilerince güçlerinin olmadığı yerde daha fazla yük almasını talep edebilirler. Erkeğin bu noktada kadını cesaretlendirmesi ve ondan yardım istemesinde sorun yok. Çünkü o yükler hep beraber taşınacak. - Sonrası özgürlük işte. Her şeye hükmeden ama kurallar altında bir rahibe olmaktansa sıradan ama özgür olmayı seçiyor Tenar. Tabi Erreth-Akbe halkası ile çok güçlü ne kadar sıradan olabilir diye düşünürken halkanın getirdiklerini de istemiyor Tenar ve Ged'in ustasının yanına gitmeye karar veriyor. Özgürlüğe dair belki okuduğum en güzel cümleleri kuruyor yazar: "Öğrenmeye başladığı şey aslında özgürlüğün yüküydü. Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir; bu seçim de zor bir seçim olabilir. Yol, yukarıya, ışığa doğru çıkar; ama yüklü yolcu oraya hiçbir zaman varamayabilir." Tenar'ın "Orda benimle kalacak mısın?" demesine karşılık Ged'in kalmayacağını söylemesi ama "Ve sonra, eğer bana ihtiyacın olursa, beni çağır. Gelirim. Beni çağırırsan, mezarımdan bile çıkar gelirim Tenar." demesine kalbimi bıraktım. Belki bu gözle dönüp tekrar okusam başka başka şeyler de bulacağım kitapta. Ancak şimdilik bulduklarımla dahi benim için ölümsüz bir eser. Yazı boyunca tek bir konuya sabit kalamadığım için bu yazının sonunu nasıl bitireceğim konusunda da biraz endişeliyim. "Özgür kalın!" demek geçiyor içimden ancak böyle bitmemeli bu yazı. Yerdeniz Büyücüsü bir erkeğin, Atuan Mezarları bir kadının kendini keyfetmesi ve büyümesini anlatıyordu. Kendini keşfetmek hayat boyu yapabileceğimiz en faydalı şey belki de çünkü keşfedecek çok şey var. İyisi mi siz keşifte kalın!
5 notes · View notes
thepieceofmoon · 4 years
Text
Bir şekilde geçiyorsun insan olmanın gerektirdiği yollardan. Yine de alışıyorsun kabullenemediğin her şeye. Yani durup ağlayıp sızlayıp dövündüğün şeyleri hayatına katıp yürüyebiliyorsun. Yol alıyorsun yani bazen dağlarca. Ya sırtında bir yük olarak taşıyorsun öğrendiklerini ya da elinde bir fener olarak. Yani bir şekilde geçiyorsun o köprüden, gün doğarken veya batarken.
1 note · View note
thepieceofmoon · 4 years
Note
Buraya uğrayanların elbette ki uğramalarının sebebi mekanın sahibi. Sanat sanat içindir. Halk ancak sanatkarın sanatında kendinden bir parça bulur. Uğruyorsak sebebi belli, görmek istediğimiziz eskisinden farkı olmasa gerek. Yaşamadığım için yazmıyorum demişsiniz. Bu konudaki fikrimiz, elbet yazdıkça yaşadığınızın farkına varacaksınız. Belki de ne yaşadığınızı görecek. Kendinizle tam anlamıyla yalnız kalacaksınız. Ya da sadece yazmış olacaksınız... Biz de okuyacağız belki...
O zaman bu ufak yazının bahanesi de siz olmuş oldunuz, sayın anonim. Hep söylerim, kimse okumuyormuş gibi yazamadım hiçbir zaman ama direkt birine cevap olarak yazmak da garip hissettiriyormuş. Bu mesajlaşmaktan farklı bir şey. “Yazdıkça yaşadığımı farkına varma” ihtimalinden söz etmişsiniz. Makul. Bazen aktığımız o nehrin içerisinde ne kadar zaman geçtiğini, havanın karardığını, mevsimin değiştiğini ve hatta ne kadar ıslandığımızı dahi fark etmiyoruz. Ne zamanki kafamızı ellerimiz arasına alıyoruz, kendimizle baş başa kalıyoruz, nehirdeki kendimize bir de başka bir açıdan bakmayı deniyoruz işte o zaman görüyoruz çoğu şeyi. Benim için yazmak demek, nehirdeki kendime başka açılardan bakmaya çalışmak demek. (Bunu göz önüne aldığımızda galiba “sanat benim içindir” gibi bir anlama varabiliriz. “Zaten her şey insan içindir” genellemesi yaparak sıyrılıyorum şimdilik bu mevzudan. Bu kapıyı kapatalım, buna başka bir yazıda değiniriz. Bu arada evet, bence de sanat sanat içindir.) Gün içerisinde vaktim olmadığından, yapmak istediklerimi yapamadığımdan, ertelemekten vs şikayet ederken yapmaktan asla vazgeçemediğim ve gerçekten engel olamadığım bir şey var: düşünmek. Hepimizin plansız gerçekleştirdiği bir eylem bu. Bazen metro merdivenlerinden inerken oluyor, bazen su içerken, çoğu zaman da kafamızı yastığa koyduğumuzda. Max Planck’i anlamaya çalışırken hayatın devamlı değil, kesikli olduğuna inandım ben.(Bu önemli bir konu ama insanı sıkabilecek bilimsel bilgiler içerdiği için bu blogda başka bir yazıda bu konuya değinir miyim tartışılır). Yani bu cümle ile şunu demeye çalışıyorum: düşünmek sürekli bir eylem değil, kesikli bir eylem. Ve her kesikli şey gibi, parçaların aralarında boşluklar bulunduruyor. Ve şu konuda haklısınız ki o boşlukları kapatıp düşünce atomlarını bir araya getirmek için bir çaba gerekiyor ve benim için de o çaba yazmak demek oluyor. Yani yazabildiğim zaman o parçalar birleşiyor, biri diğerini çağırıyor, elimde toplu bir veri oluşmuş oluyor ve işte o zaman yaşamış olduğumu fark edebiliyorum. “Yazmak yaşadığını itiraf etmektir” en sevdiğim sözlerden biri ve hala doğruluğunu koruyor ama buna bir de “yazmak yaşadığını fark etmektir” sözü ekleniyor. Teşekkürler, bu çıkarıma sizinle beraber vardık. ....belki de hiçbir yere varmadık, ben sadece yazmış oldum. Siz de okursunuz belki. Soru sormayı severim, siz sayın anonim sorunuzu cevaplamaya çalıştığım bu alan içerisinde bir soru sorarak bitireceğim cevabımı: “Başka kimse olmadığında insan kendiyle yalnız mı kalır? Yoksa insan kendiyle baş başa mıdır?”
1 note · View note
thepieceofmoon · 4 years
Note
Buraya sizden fazla uğrayanların olması hakkında ne düşünüyorsunuz? Onları merakta bırakmamak mesela... İtiraf edeyim sadece müzikler için bile gelenler olabilir.
O kadar bana özel bir yer ki burası bazen birilerinin okuyabileceğini unutuyorum. Profilimde sayaç var insanlar profilime bakmış mı hiç kontrol etmemişim.. Halbuki şehirlerdeki duvar yazılarının bile insanların iz bırakma isteğinden kaynaklandığını, “yaşadım” diyebilmek için yazıldığını söylerler. Bu yönden baktığımda buraya yazdığım onca şey de sizi yaşadığıma şahit tutmak için halbuki.. Acaba bu ara biraz yaşayamıyor muyum? Bu konuda kendimi biraz darlayacağım. Amaaa profilime baktım ve müzik çalar çalışmıyor :( Buna rağmen sadece müzikler için bile gelenler olabilir mi? Ben o konuya bir el atayım. Velhasıl-ı kelam ben blog’umdan değil ama varlığınızdan bir haberdim. Buraya benden fazla uğrayanlar, geldiklerinde neler görmeyi umuyorlar?
1 note · View note
thepieceofmoon · 5 years
Quote
Ve artık anlatmak için yeryüzünün tuğlalarını seni anlatıyorum abanmak geçiyor içimden gövdenin küllerine sana çatlarcasına inanıyorum çünkü kopartarak geliyorsun göğün zağarlarını
İsmet Özel, Çağdaş Bir Ürperti, 1965
0 notes
thepieceofmoon · 5 years
Text
Ve sen, Canıma can katabilecek insan. Geçerken bir günün karanlığından Diğer günün aydınlığına, Yüzüm yine sana dönük. Benim yüzüm hep sana dönük. Uyumak için geç bir saatse Böyle saat 3e geliyorsa Ve yorgunluk Dünyanın şaşmayan rotasında adım adım dönüşü gibi Dönüp dolaşıyorsa tüm vücudumda Hatırlıyorum ki sen varsın Nefesime nefes olabilecek insan. Bu yorgunluğun şaşmaz rotasında Bir varış noktası olsa ya göğsün. Ve varmaya hiç doyamadığım bir varış olsa her varışım. Ve sen, Benliğime içimde yeni bir ben olarak eklenen sen. Geçerken bir günün karanlığından aydınlığına, Kollarında. Hep kollarında kalayım. Yüzüm yine sana dönük. Benim yüzüm hep sana dönük.
0 notes
thepieceofmoon · 5 years
Quote
Koşarak gelmem gerekirdi, hatta uçmalıydım. Koşamadığım için üzgünüm. Gelemediğim için de. Uçmayı bilmediğim için, ayrıca üzgünüm.
1 note · View note
thepieceofmoon · 6 years
Text
Neden yazıldığı bilinmemekle beraber yazmayı en çok istediklerim. Yorgunum. Ama yorgunluğum, beni yoran şeyler, beni yoran insanlar ve beni yoran davranışlar hakkında mızmızlanmaya hakkım yok çünkü göz göre göre girdim bu yüklerin altına. Hepsini bile isteye sırtlandım. Hepsini “benden daha iyi kimse yapamaz” diyerek benimsedim. Hepsi de ayrı ayrı çok tatlı yüklerdi.  İçinde mükemmel insanlar olduğunu bildiğim bir ekiple mükemmel olacağına inandığım bir etkinliğe giriştik. Görevli olmadığım noktalarda bile elimden gelebilecek şeyleri araştırdım düşündüm planladım. Sponsorlar, konuşmacılar, tanıtımlar, sosyal medya paylaşımları, geri dönüş alınamayan mailler, çok geç geri dönüş alınan mailler, tüm planları durduran gelişmeler hepsinde ama hepsinde aynı heyecanı taşıdım içimde. Üzerinize düşen görevi yapmadınız, yaparım dediklerinizi yapmadınız, fikir olarak ileri sürdüğünüz hiçbir şeyi yaparım diye ortaya atılamadınız, yaptıklarınızı da keşke yapmasaydınız. Ama olsun bunların hepsini göze almıştım. Bana çok şey katacağına inandığım ama hiç güvenmediğim bir ekiple bir projeye giriştik. Bir liderlik sorumluluğu almayıp tamamen çalışan/öğrenci olarak kalacağıma karar vermişken yarısında yine bayrağı elime aldığımı fark ettim. Kuralların açıklanmasını, başvuru formunu, gereksiz prosedürleri hep dört gözle bekledim. Gelirim dediğiniz toplantıya gelmediniz, varım dediğiniz işlerde yoktunuz, 10 dk gecikeceğim dediniz discordlara girmediğiniz girdiğiniz discordlarda da mikrofonunuz bir kere açılmadı. Ama olsun bunların hepsini göze almıştım. Bana ne katacağını bilmediğim, bir ekibimin dahi olmadığı bir topluluğu hayattaki misyonumu yansıttığı için kurmaya giriştim. Benle en başta aynı heyecanı taşıdınız sonra ansızın çekildiniz, benle aynı yolda gibi görünüp yol değiştirdiniz, evet ben varım dediğinizde de misyondan sapmıştınız. Olsun bunların hepsini göze almıştım. Her şeyde bir olumsuzluk olmuştur elbet ama olumsuzlukları hatırlamadığım şeyler de oldu. Güzellikleri ağır basan şeyler. Ehliyet aldım. Sonuucunu sevmesem de ALES’e girdim ve çalışma sürecimden büyük zevk aldım. Bitirme projem birinci oldu ve bu paylaşımla Linkedin’de baya beğeni aldım hehe. “Kızlarımız bilgisayar mühendisi oluyor” ve “Geleceğimle Buluşuyorum” isimli 2 güzel etkinlikte tecrübelerimi lisedeki insanlarla paylaşma fırsatı buldum. Çok büyük şirketlerle mülakatlar gerçekleştirdim, önemli yemeklerine davet edildim, birçok şirket ben başvurmadan bana iş teklifinde bulundu. İkinci bitirme projem ile ilgili hiç düşünmedim 3 dakika içinde “benimle çalış, proje şu” şeklinde halloldu. Boş değildim, boş gezmedim her ayın bir takvimi vardı ve her zaman ayın 3/4′ü doluydu. Anormal doluluğuma rağmen sinemaya gitmeyi ihmal etmedim neredeyse ayda bir filme gittim. Genelde ağladım: First Man, Müslüm, Şampiyon. İlk defa komedi dizisine başladım: Friends, ilk defa sözsüz şarkılar listesi yaptım. Hedefime ulaştım ve bir dönemde 4 ortalama yaptım. Bir diğer hedefim olan “onur öğrencisi olarak mezun olmak” için gerekli olan ortalamamı “yüksek onur öğrencisi” olabilecek seviyeye çıkardım. Listemi yine de eritemedim ama yaklaşık ayda bir kitap okudum. 4 senedir okumaya niyetlenip bir türlü göze alamadığım “Etkili insanların 7 alışkanlığı” kitabını bitirdim. Daha güzeli, bir okuma grubumuz oldu ve doyasıya tartıştığımız kitaplar okuduk. Github hesabımda istediğim oranda aktiftim. Dahası Hacktober Fest’e katıldım ve güzel bir tecrübeydi, istediğim beden olmasa da tişörtümü aldım. Velhasıl deli değilim bir sebepten anlatıyorum bunları. Bilmem kaç sene sonra okuduğumda “yaşamışım” diyebileyim diye yazıyorum. Çünkü yazmazsam, okumazsam unuturum ve daha fazlasını yapmak için sahip olduğum enerjiyi kaybettiğimde biterim. Biliyorum ki bunlar bana her zaman daha daha fazlası için güç verecek şeyler. Ve belki daha da fazlası yazılacak, editlenerek.  -------- Bu yazıya bu amaçla başlamadım. Bugün, önüme koyulan engelleri atlarken başarmanın sarhoşluğunu yaşadığımı fark ettim. Çünkü sakatlanıyordum. Ve her bir engeli atlarken bir yeni sakatlık daha ekleniyordu. Son engeli bugün atladım ve düştüm. Yaralarımı fark ettim. 10 dakika ağlasam geçicek sandım ama 2 saat ağladım, geçmedi. Ağladğım süre boyunca neler hissettiğimi yazmalıyım dedim, yazayım ki unutmayayım bu anı bir daha aynı acıyı yaşamayayım. Dedim hatta kopayım insanlardan, uzaklaşayım tüm ekiplerden, salayım her şeyi; işte öyle bir yalnız kalma isteği. İşte bu hislerle başladı bu yazı.  Sonra ne olduğuna inanamayacaksınız: Geçti.  Gittim en üstten, bu yazının nasıl gideceği ile ilgili yazdığım bir paragrafı silip yenisini yazdım. Hani geçti dedim ya, işte o yüzden yazı olumlu bir şekle evrildi. Dedim ki sakatlandım ama iyi ki aştım o engeli. İyi ki burdayım. Ve “iyi ki” diyebildiğim bir sürü şey bıraktım peşimde. Şükürler olsun ki düşmüşüm bugün ki yükseldi acı eşiğim. Şükürler olsun ki o kadar da büyük değilmiş karanlıklar. “Bunları da göze almıştım” diyerek anlattığım her şey çok değil yaklaşık bu yılın sonuna, “güzelikleri ağır basan şeyler” listesinde yerini alacak.  Her geçen gün bana tekrar umutlu olmayı öğretecek.  Umutla kalın.
3 notes · View notes
thepieceofmoon · 6 years
Text
Uyuyakalmak üzereyken direksiyona geçsin ya da uyuyakalmanın en güzel yeri onun omzu olsun diye.
2 notes · View notes
thepieceofmoon · 6 years
Text
Oğuz Atayın “Beni bir gün unutacaksan” diye başlayan tek nefeslik noktalama işaretsiz söyleminden daha güzeli.
“kokumdasın ki güç bela sürünüp bulduğum elinde kaybolup uzandığım ufuklara hoş senin de bir varoluş sebebin var yakından uzaktan alakam olsa mutluyum bir gülümseten benim bir daha daha söyler misin tek iyim sen kalmışsın aman ne mutluyum burnum omuzunda” 
2 notes · View notes
thepieceofmoon · 6 years
Quote
Oh, you may be sure that Columbus was happy not when he had discovered America, but when he was discovering it.
Fyodor Dostoyevsky
1 note · View note
thepieceofmoon · 6 years
Text
Anlamsız. Bazı şeyleri bazı yerlerde bazı zamanlarda daha çok seviyorsunuz. Bir şehirde yağmur yüzünden metroda mahsur kalmak sizi geren, sinirlendiren bir olayken; başka bir şehirde mahsur kaldığınız metronun her anını güzellikle hatırlıyorsunuz. Bir caddede yürümek sizin için anlamsız bir eylemken aynı caddede akşam yürümek içinizi mutlulukla doldurabiliyor. Bu duyguları bir şehri özlerken yazıyorum. Özlediğim tek şehri özlerken. Ankara benim için biraz özgürlük, biraz sakinlik, biraz o kendi içinin nehirlerinde boğulma duygusu, biraz da adını koyamayacağım anlamsızca mutlu eden hisler. Bu nedenle şu yazdıklarım ne bir gezi yazısı ne bir günlük ne bir deneme ne bir öykü. Belki hepsinden biraz ama aslında hiçbiri değil. Gezip bitirmek istemediğim, içinde hep bir misafir gibi kalmak istediğim, sokakların caddelerin adını ezberlemediğim, evden plan yapmadan çıktığım... Asla tek adımda inilip çıkılamayan bu uzun anlamsız basamaklara sahip merdivenleri sevmememe rağmen fotoğraflamaya layık görecek kadar beni mutlu eden bu merdivenler. Kızılaydan Küçükesat’a doğru yürürken.
Tumblr media
Spor namına yapılan yürüyüşlerden pek haz etmesem de beni bunaltmayan o havası ve sunduğu muhteşem gün batımı ile mızmızlanmadan gittiğim fotoğraftan belli olmasa da yürüme parkuru ve akşam yürüyüşlerim.
Tumblr media
Her gün kapısından girdiğim okulda her gün üstünde yürümeme rağmen bana geniş kaldırımları sevdiğimi fark ettirmeyen şehre karşılık Ankara. Ve fotoğrafladığım “geniş bir kaldırım”
Tumblr media
Sadece Cem Adrian’ı hatırlattığı için sevdiğim bu Jolly Joker’in caddesi. Kızılaydan Kocatepeye çıkarken özellikle kullandığım cadde.
Tumblr media
Ve bu caddenin sonunda fark etmenin neredeyse imkansız olduğu küçücük bir kafe: Kakule Kahve. Hayır ne kahvesini ne de incirli cheesecake’ini seviyorum ama içinde bana iyi gelen bir şeyler var.
Tumblr media
Ve Kocatepe Camii. Kızılayda olduğum sürece her namazın vakti yaklaştığında istemsizce Kocatepe’ye çıkan sokaklara dalışım. Normal bir cami’den farkı olmasa da içinde hissettiğim garip huzur. Ama bu, Ankara’ya has olan bir şey değil. Çünkü Üsküdar Mihrimah Sultan Camii..
Tumblr media
İstanbul’da çok sık metro kullanmıyorum ama kullandığım zamanlarda da hızla inip hızla çıkıyorum; sürekli bir yere yetişme telaşı ve hayatı hızlı yaşamanın verdiği kahreden alışkanlık. Ama Ankara’da bir şekilde beni durduran bir şeyler oluyor. Bir keresinde sadece oyun havası çalan çocuklara ve şarkıya eşlik edip oynayan insanlara durmuştum. Bildiğin oyun havası oynuyorlardı..
Tumblr media
Ve Ankara’dan ayrılmadan önce yaptığım son şeylerden. Sıradan bir eylem, kısa bir yol ama duygularıma tercüman olan bir yazıya sahibim:
 https://seyler.eksisozluk.com/onemli-bir-karar-almadan-once-yapilmasi-gereken-eylem-cebeciden-kizilaya-yurumek
Burası da bu yol üzerindeki Kurtuluş Parkı’ndan ufacık bir kesit.
Önemli bir not: O önemli kararı bu yolda alamadım.
Tumblr media
Duygularıma tercüman olmak demişken: https://open.spotify.com/track/2DlcPjjrulQeRU7LUwfUQ1?si=7sQ_Uvs-QWyow9T2ua145Q Evet Hüseyin Işıktekiner, Ankara en çok hüzün.  Neyse. En başında söylediğim gibi: anlamsız. Anlattığım hiçbir şey insanın kalbine dokunan şeyler değil. Paylaştığım hiçbir fotoğraf muhteşem bir fotoğraf değil. Tek özellikleri hepsini bizzat kendim çekmiş olmam ve hepsini bizzat hissediyor olmam. “Nesini seviyorsun?” “Neden seviyorsun?” sorularının bir cevabını olmadığı ama sayfasını 4 kuruşa Ankara’da fotokopi çektirdiğim bir kitabı gördükçe beni mutlu ettiren bir sevgi.  Ankara’dan döneli üç ay oluyor. Ben şu fotoğrafı gördüğümde özlediğimi fark ettim.
Tumblr media
Çünkü bana mesai bitimi Can Balık’a gitmeyi, hava karardığında da bomboş bu sokaklarda yürümeyi ve Kızılay’daki milyon tane Faruk Ekin mağazasından birinde kaybolmayı hatırlattı. Ben ortaköyde’de waffle yedim ama akşam vakti Ankara’da yediğim o waffle ile karşılaştırılamaz... Görüyoruz ki, anlamsız da olsa küçücük bir sevgiye sahip olmak insanın baktığı her şeyi güzelleştirebilir. Ankara’daki CoffeLab’ı oturup laptop’u açıp çalışma konusunda yaşadığınız şehirdeki hiçbir Starbucks ile karşılaştırılamaz yapabilir. İnterneti yavaş olsa bile. Yediğiniz yemeği en iyisi, ordan aldığınız kıyafeti en güzeli, gerçekten yaz yağmuru eşliğinde bir saate yakın montsuz, şemsiyesiz mahsur kaldığınız o metroyu bile güzelleştirebilir. Velhası, kıssadan hisse. İnsanın hayatında böyle sevgiler olmalı. Bazen bir şehre karşı bazen bir eyleme bazen çocuklara bazen tüm insanlara bazen de sadece hangi büyük kavgalardan çıkarsanız çıkın sonunda mutlu uyumanın imkansız olmadığı, yanınızdayken her şeyi güzelleştiren o kalbinizdeki fay hattınızın sahibi olan insana karşı. Saf bir sevgi. İnsanın kendi kendine yetemeyeceği zamanlar var. Size yetecek sevgiler üretin. Çünkü hala içinizde sevmeyi seçme gücüne sahipsiniz. Bırakın bu sevgiler anlamsız olsun ama siz yeter ki sevgiyle kalın.
0 notes
thepieceofmoon · 7 years
Text
10 yıl sonra mesleğin haricinde elinde ne olacak?
—– diye sordu. Cevap vermedim çünkü kendi içimden en çok kaçtığım sorulardan biriydi. “Bu alanda” diye başlayan cümlelerimin hepsi -evet hepsi- mesleğimde geldiğim nokta ile ilgili bir alandı. 10 yıl sonra elimde ne olacak tam olarak hala bilmiyorum ama içimde çocuk ruhumu barındıracağım konusunda kendime söz verdim. Gerçekleştirmeyi ne kadar çok istesem de her zaman çocukça bulduğum geçici bir heves diye geçiştirdiğim hayalimi gerçekleştirmek için ilk adımı atmaya -planlamaya- başlamaya karar verdim.
Dünyayı dolaşmak hiçbir zaman hayalim olmadı ama her zaman gitmek istediğim yerler oldu. Gitmek istediğim yerlere bir yenisinin daha eklemeyi genelde bir film ya da dizi izledikten sonra yaptığımı fark ettim. Neden diyorum yolculuk rotamı o en sevdiğim filmler ve diziler belirlemesin?  
Tumblr media
Fikir basit.
Çekildiği yere gitmek isteyeceğin dizi-filmleri sırala
Nerede çekildiklerini bul.
Rota çiz.
Her hatırladığında seni heyecanlandıran ve ilerde rutin sıkıcı günler görmene engel olan bir hayale sahip olmanın gücü yadsınamaz. Gerekli edit: Yadsınamaz-mış.
ONCE UPON A TİME
Hikaye Stoybrooke ismini verdikleri bir kasabada geçiyor. Şu an 7. sezonu devam ediyor. Film seti  Richmond, British Columbia ‘da bulunmakta. 
Tumblr media
Hook’un gemisi Jolly Roger’s buralarda demirli.
Tumblr media
Final battle’ın yaşandığı ana cadde.
Tumblr media
Başlarına ne gelirse gelsin her felaketten sonra, birbirlerini bulmanın, bir arada olmanın ve geleceğe umutla bakmanın keyfini sürdükleri Granny’s.
Tumblr media
İstanbul’dan bu kadarcık uzaklıkta.
SUITS
Heyecanla bekliyoruz. Manhattan’da çekilmekte. Meşhur Pearson Specter Litt ofisi ise  Bay Adelaide West olarak bilinen gökdelende bulunuyor. Tabi konu Suits olunca daha çok içerdeki ofisler önem kazanıyor..
Tumblr media
Asansör çıkışı, meşhur duvar yazısı.
Tumblr media Tumblr media
Ve tabi ki Harvey’nin ofisi.
Tumblr media
GÜNCELLENECEKTİR.
1 note · View note
thepieceofmoon · 7 years
Photo
“Tarih bilmem ne zaman. Kaç kere düştüm bilmiyorum ama hep kalkışlarımla birlikte yazdım düşüşleri. Kaç kere kan kusarak çığlıklar attım bilmiyorum ancak tüm çığlıklarım biraz olsun kesti sesimi, duruldum. Kaç gece uyku diye delirip yine bir türlü uyuyamadığımı bilmiyorum ama tüm o gecelerin bir sabaha ulaştığına eminim. Kaç kere odamın duvarlarında yüzünü gördüğümü bilmiyorum ama silindiğinde geride yine tek başına sadece duvarın kaldığına eminim. Gecelerdir uyuyamıyorum.. Sanki göz kapaklarım birbirine sarılmayı unutmuş gibi... Uykusuzluktan ötürü gözlerimde oluşan kan gölü gözbebeklerimi hapsediyor. Göz rengimi unuttum ancak bir göz rengim olduğunu ve yağmurdan sonra gök kuşağını görebilenlerden olduğumu biliyorum. Göğsümün ağrısı hiç dinmiyor ancak her sancının bir inciye gebe olduğunu biliyorum. Tokat gibi çarpan gerçekler, ayılamayan zihnin. Tüm o sert gerçeklerden ders alıp vaktin uyuma değil uyanma vakti olduğunu farkına varabilecek aklın. Alt tarafı küçük bir sıyrık diye düşünmüştün, çok sonradan farkına vardın; bundan daha azıydı. Hastaydın evet ve çok daha beteri henüz yaşamadan ölüyordun. Ama doğmuştun ve bu yaşamaya başlamak için atılacak en sağlam adımdı, bunu yapacak gücün vardı. Bu dünyada belki uzaklarda, belki de sana en yakın yerde kalbinin bir köşesinde umut vardı. Bu hastalığı yenmen mümkündü. Çünkü sen, iyi olabilirdin.“
Tumblr media
tarih 30 aralık 2017 çok sevdiğim insanla her sayfasını beraber dolduracağımız defteri tek başıma dolduruyorum Kaç kere düştüm kaç kere kalktım bilmiyorum. Kaç kere kan kusarak çığlıklar attım bilmiyorum. Kaç gece uyku diye delirip yine de bir türlü uyuyamadığımı bilmiyorum. Kaç kere odamın duvarlarında yüzünü gördüğümü bilmiyorum. Gecelerdir uyuyamıyorum. Sanki göz kapaklarım birbirine sarılmayı unutmuş gibi.. Uykusuzluktan ötürü gözlerimde oluşan kan gölü gözbebeklerimi hapsediyor. Göz rengimi unuttum. Göğsümün ağrısı hiç dinmiyor. Tokat gibi çarpan gerçekler, ayılamayan zihnin.alt tarafı küçük bir sıyrık diye düşünmüştün, çok sonradan farkına vardın. hastaydın, ve çok daha beteri; henüz yaşamadan ölüyordun. Bu hastalığı yenmem mümkün değildi, üzgünüm ben iyi olamam.            
3 notes · View notes