thispossessed
thispossessed
ThisPossessed
43 posts
"Since my earliest childhood a barb of sorrow has lodged in my heart. As long as it stays I'm ironic- if it is pulled out I shall die". ~ Søren Kierkegaard
Don't wanna be here? Send us removal request.
thispossessed · 2 years ago
Text
Tumblr media
Tarihin en sıcak günleri. 3-4 gün önceki sıcağa göre dün o kadar kötü değildi, nemin düşüklüğü sayesinde hızla serinleyebiliyorduk gölgede. Alışıyor muyuz ne sıcağa?
E insan dediğimiz de en hızlı alışan hayvan zaten- toplama kamplarında ölmeden kalabilmişti Yahudiler.
Gelgelelim hayat kalitemizi, yaşama sevincimizi, kendimize saygımızı düşüren bir şey bu kötüye alışma huyumuz. O arada iklim krizini kimsenin konuşmamasıysa ayrı bir tuhaflık. Veya Akbelen ormanının kesiliyor olması- AKP'ye de sıcaklar kadar hızlı alıştık desenize.
Adeta devasa bir toplama kampındayız. Evet, ayrı evlerimiz var, geceleri sevdiğimizle aynı yatakta uyuyoruz belki, sabah kendi aracımıza biniyoruz ama AKP'nin bizi getirdiği yer toplama kampında soluk alıyoruz hissi. Haliyle hepimiz sindirilmiş olarak itiraz etmenin, protestonun sonuçsuzluğuna kanaat getirip her sabah iş başı yapıyor, akşamına eve dönüyor, kamp arkadaşlarımızla görüşüp yemek yiyip yatıyoruz. En fazla başka kampları ziyaret ediyoruz seyahat ederek. Tek etkinliğimiz ve ruh halimiz bu. Oralardan fotoğraflar paylaşıyoruz kamp gardiyanlarımızın takibindeki dijital aygıtlardan.
Savaş patlayınca askerler işgal ediyor ekranları, deprem sonrası jeologlar. Şu dönemde yer yerinden oynamalıydı. Bilim insanlarıyla iklimi nasıl kurtaracağımızı konuşuyor olmalıydık. Türümüzün dünyayı sayılı yok oluş eşiklerinden birine nasıl getirdiğinden, şu andan sonra ne yapabiliriz ondan dem vurmalıydık. Akbelen gibi elimizde kalan doğa parçalarının üzerine titremeli, ormana yönelik tehditlere karşı ortalığı ayağa kaldırmalıydık.
Bizden istenecekleri tahmin ettiğimiz için mi önümüze bakıp susuyoruz? Milyonluk kentlerden, tüketim alışkanlıklarımızdan vazgeçmek mi bizlere zor geliyor? Halbuki korkacak bir şey yok. Bizler belki 50 km'den uzak bir yerden gelecek gıdayı soframıza koyamayacağız. Ama özel jetlerinden, saraylarından, koruma konvoylarından, mutlak iktidarlarından vazgeçmek zorunda kalacakların kaybedecekleri şeyler inanın çok daha fazla. Ve bizlerin tepkisinden korktukları için bu kadar jandarmayı polisi Akbelen'e yığıyorlar.
Yine de vantilatörü açıp, klimanın derecesini bir tık düşürüp sessizce geçiştiriyoruz. Ve bekliyoruz.
Neyi?
2 notes · View notes
thispossessed · 4 years ago
Photo
Tumblr media
                                               AMCAM ATLAS
  Spora düşkünlüğü ve geniş omuzlarıyla amcamı çocukken resimli mitoloji kitaplarında gördüğüm Atlas'a benzetirdim. Gerçekten ailenin en iri erkeklerine çeken amcamın biraz Grek, biraz Romalı bir bakışı vardı hayata. Bir tartışmada son sözü amcam söylerdi. Aile içindeki uzun tartışmaların ardından adımı koyan o olmuş. Bugün bir kurumsal beyaz yakalı İlker, "mortgage" ödeyen bir Görkem veya iş yerinde terfi peşinde koşan bir Saygın değilsem amcam sayesinde. Haliyle bana ilk hediyesi adım oluyor. Sırf bunun için minnettarım.
Taban tabana zıt düşünseniz de amcamı dinlediğinizde tuhaf şekilde ikna olurdunuz. Bundan mı bilmiyorum o meşhur üniversite olaylarındaki birebir kavgaların, tartışmaların değil ama uzaktan atılan mermilerin hedefi olmuş hep. "20 yaşımızda ölmeliydik, kılıç artığıyız hepimiz" diye anlatırdı o yıllarda kulağını sıyıran kurşunlardan bahsederken.
Belki gençliğinde kelle koltukta gezip hayatını kaybetmediğinden talihsizlikler, kazanması imkansız gözüken davalar içinde sükunetini kaybetmeden yapılması gerektiğini düşündüğü şeyi yapıp kenara çekilirdi amcam. Hollywood'un sonradan keşfettiği "egzotik" bir stoacılık değil de Ege'nin antik çağ felsefesini doğuran sıcak güneşi altında pişen bir ömürle Türkiye'deki hayatımızın kaynaşmasıydı amcamınki. Tam da o yüzden hiçbir zaman 12 Mart ve 12 Eylül'ün savrulan solcularından olmadı. 90'ların nedense bir anda hepsi "sosyal demokrat" kesilen müteahhitlerine dönüşmeyi aklından bile geçirmedi. Onun emek ve dayanışmayı önceleyen siyasetini küçümseyenler önce bütün büyük şehir belediyelerini, daha sonra da irili ufaklı kıyı Ege belediyelerini siyasal İslamcılarla MHP'lilere kaptırdı. Yıllara yayılsa da göz göre göre gelen bu kayıp karşısında amcam siyasi sükunetini yine korudu. Zamanında Marx okumuş olmanın getirdiği- siz "kadercilik" deyin-, beni ikna edemeyen iyimser bir determinizmi vardı.
Nadir buluştuğumuz zamanların birinde takılmıştım:
- Amca böyle diyorsun da olmaz bu, yürümez başarısız olacak bu iş. + Olsun oğlum biz varız, düzeltiriz. - Entropi var amca, "siz" ne kadar düzeltebilirsiniz? Sizden sonra ne olacak? + Bizden sonra siz varsınız ya oğlum.
Amcam 16 yaşımdaki beni kandırıp omuzlarındaki yükü devretmeye çalışıyordu ama omuzlarım onunkiler kadar geniş değildi.
Her Kaplan erkeği gibi amcam dışarıdan sert görünse de en tatsız anların içindeki ironiye gülebilen, dostlarına sonsuz sevgi besleyen ama kabalıklarını affedememekle sakatlanmış bir mizaca sahipti. Babama bile küsmüş olsa biz yeğenlerine- belki de "mücadelenin" geleceği olarak gördüğünden- darılamazdı.
Gelgelelim biz yeğenleri amcamın aksine Türkiye'yi sırtlayacak insanlar, hayatımızı mücadeleye adayacak insanlar değildik. Üstelik bu bizim suçumuz da değildi. Amcamın doğduğu, içinde büyüdüğü ülke amcam daha orta yaşlarının bile sonuna varmadan çoktan kabuk değiştirmişti. Televizyon yayınları renklenmiş, döviz büfeleri açılmış, doktorlar halk sağlığını savunmaktansa özel muayenehaneler açmaya koyulmuş, market rafları ithal ürünlerle dolup taşmaya başlamıştı.
Çocukken babamla girip yüzdükleri Gediz ırmağı Ege'nin üçüncü sınıf çakma sanayicileri sermaye biriktirebilsin diye balçık kıvamında bir kanser çamuruna dönüşürken amcamla babamın savundukları uyanık Ege köylüsü cebi dolduğu sürece bundan pek şikayet etmemişti. Üç yeğen biz bunları görüyorduk ama amcamın iyimserliğini diri tutan anılarındaki o suyun berraklığıydı sanırım. Ege'nin yerel siyasetinde o temiz suyun aktığını asla göremedik bizler, o yüzden de amcamın siyasi mücadelesini üstlenmeye razı olamadık. Bugün Gediz ovasında geçmişinde kanser olmayan Ege ailelerinin çoğunda kanser var. Amcam da kendisine üç-beş ay ömür biçildikten iki buçuk yıl sonra dün hayatını kaybetti. Ve ben amcamın bütün iyi niyetiyle, ömrü boyunca savunduğu; kendi topraklarında göçmen tarım işçilerini üç kuruş paraya çalıştırıp sonra gidip MHP'ye oy veren, tembellikten toprağı tarım ilacına boğan, kooperatifleşmekten kaçan, dayanışmayı bilmeyen, şehrinin havası suyu kirlenirken tek derdi üniversite okuyan çocuklarına büyük şehirde daire almak, dükkan açmak, arabasını yenilemek olan ama mikrofon uzatsanız muhalefette mangalda kül bırakmayan Ege köylüsünün/orta sınıfının savunulacak bir tarafını göremiyorum.
Tek seni kaybettiğimiz için değil sizlerden sonra gönlünden geçtiği gibi bir "biz" gelmeyeceği için üzülüyorum amca. Kulağının dibinden vızıldayıp geçen kurşun sana değil yaşadığın dünyaya saplanmıştı. Doğduğun dünya senden çok önce kaybetti hayatını. Biz ve bizden sonraki kuşağa biçilen rol, kan kaybından ölmüş bir dünyanın cansızlığını sırtlanmak değil yeni bir dünyanın doğumunu sağlamak.
Anlıyorum ki o yüzden omuzlarımız senin kadar geniş değil, boyumuz daha kısa ve ellerimiz seninkilerden küçük.
Torunların büyüdüğünde bir akşam onlara seni ve omuzlarında sakince taşıdığın eski dünyayı anlatacağım.
0 notes
thispossessed · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Burası hem insanların devlet gözetiminde yakıldığı bir ülke hem de 1993'ten beri aynı apartmanda ses gider Alevi komşularının içi acır diye doğum gününü 2 Temmuz'da kutlamayan güzel insanların ülkesi.
Bizler hangi tarafa ağırlığımızı verirsek onların ülkesi haline geleceğiz. Ve 1993'ten beri hâlâ tarafımızı seçmedik. O yüzden "Uludere"de köylüler bombalandı, o yüzden Soma'da işçiler canlı canlı gömüldü, o yüzden İŞİD iki askerimizi kameralar önünde ateşe verdi, o yüzden Ankara tren garında gençlerin bedenleri çatılara savruldu, o yüzden 1150 odalı saraylar inşa edilirken bir anne yoksulluktan çocuklarının eline ısınsın diye saç kurutma makinesini verip yan odada kendini astı.
Biz yeter demedikçe, bu ülkede yaşamayı sürdürüyorsak bu insanlardan biri birgün komşumuz, sevdiğimiz, çocuğumuz, annemiz olacak.
Ölüler ve ağıtların ülkesi mı olacağız, canlar ve sevinçlerin ülkesi mi?
Evet unutmadık, evet aklımızda ama artık bir karar verelim.
5 notes · View notes
thispossessed · 9 years ago
Text
“Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna                                                            diziyorlar Bütün kara parçalarında                            Afrika dahil”
Tumblr media
9 notes · View notes
thispossessed · 9 years ago
Text
Sokrates'e zorla ağu içirdiler antik çağda. Ağuyu içirenler değil içenin anıları kaldı geriye.
Romalılar geldi. Arenalarda insanları ölümüne dövüştürüp alkışladılar arenalarda. İmparatorlar değil İsa kaldı çiviledikleri haçın üzerinde ayakta.
Barbarlar geldi. Moğollar geldi. Yunus kaldı geriye. (Bir de doğunun kebapçı menülerindeki sac tava.)
Çekirgeler geldi. Ekinler kaldı, boy attı, ekmek oldu.
Çıbanlar, sivilceler, cılk yaralar, yüksek ateşler geldi. Çocuklar kaldı, ekmekleri yediler büyüdüler hep.
Gelene bizler karar veremeyiz de bizim tuttuklarımız, andıklarımız, sevdiklerimiz kalır.
Muzaffer, Kıvanç, Esra Hoca ve daha niceleri kalanlardan olacak biz onlardan vazgeçmedikçe.
"Sol" gülen iyi güler!
Tumblr media Tumblr media
0 notes
thispossessed · 9 years ago
Text
Artvin Biber Gazının Coğrafi İşaret Alması için Girişimler Başlatıldı
Artvin’de biber gazının bölgenin doğasıyla etkileşime girerek başka yerde bulunmayan nitelikler kazandığını bildiren valilik, kolluk kuvvetlerinin köylülere karşı yoğun olarak kullandığı gazın coğrafi işaret alması için başvuruda bulunmaya hazırlanıyor.
“Artvin'in değerlerinin arkasındayız”
Konuyla ilgili düzenlenen basın toplantısında konuşan Vali Çökmez, son günlerde tatsız olaylarla gündeme gelen kentin tarihi bir fırsat yakaladığını düşündüklerini söyledi: “Elbette gönül isterdi ki güzel Artvin’imiz sadece güzel haberlere konu olsun. İlerleme tarihte hep sancılı bir süreç. O yüzden dar değil geniş bir perspektiften bakmak lazım. Mesela bundan yüzyıllar önce yaşamış Mevlana Celaleddin Rumi ‘Gel! Ne olursan ol yine gel!’ diyerek paranın dini imanı olmadığını, temelde her krizin bir fırsat olduğunu haliyle reklamın da iyisi kötüsü olmayacağını anlatmak istemiştir. Bizler de öyle veya böyle haber olunca Artvin’imizin değerlerini gerek Türkiye’ye gerekse dünyaya tanıtmak boynumuzun borcu dedik ve güzel Artvin’imizin hizmetkarları olarak Artvin’in değerleri üzerine valilik bünyesinde bir dizi beyin fırtınası toplantısı düzenledik.”
Artvin için ölen siyahi gençlerin adları yaşatılacak
Beyin fırtınası toplantılarının başta can sıkıcı geçtiğini açıklayan Vali Çökmez, halk sağlığıyla ilgili bir uyarı girişiminin beklenmedik gelişmelere yol açtığını anlattı: “Sayın Hıfzıssıhha kurulu başkanımız mevcut ortamda biber gazının insanlara etkisinden yana yorum yapmaya çekindiğinden kırsalda yoğun biçimde kullanılan biber gazının ayıları rahatsız edebileceğinden, arılara zarar verebileceğinden dem vurdu. Bunun üzerine yaptığımız araştırmalarda ilginç neticelere ulaştık. Biber gazı biliyorsunuz aslında anavatanı Şili, Meksika bilemediniz Urfa olan, yöremizle ilgisi olmayan yerlerdeki malum tarımsal ürünün içindeki maddenin laboratuvar ortamında sentezlenmesiyle hazırlanıyor. Hemen bir gezi tertipleyerek Şili’den Hamburg’a, Arjantin’den Güney Afrika’ya, İstanbul’dan Hakkari’ye heyetler göndererek olaylarda kullanılan gazlardan örnekler toplattık, gözlemlerde bulunduk. Hızlı çalışmamız gerektiği için görevli arkadaşlarımız yeri geldi yerel polisi tahrik etmek zorunda kaldı. Mesela Los Angeles’ta görevli sarışın, mavi gözlü bir arkadaşımız polisin müdahalesini sağlayabilmek için önce filmlerden öğrendiği küfürlerle polisin önünde affedersiniz '.uck the system' dedi, ana avrat düz gitti. Polisin ilgi göstermemesi üzerine kendini rolüne kaptırıp bir beyaz eşya ve kuyumcu dükkanını ateşe verdi. Neyse ki sağdan soldan geçen siyahi vatandaşlar yağmaya katıldı da polis en sonunda müdahale etmeye ikna oldu. O kargaşada kaşla göz arasında vurulan dört siyahi gencin toprağı bol olsun. Michael Baltimore ile Alex Brown’ın adlarını valiliğimizdeki çok amaçlı toplantı salonuna verdik. Naaşları polisten yedikleri dayak sonucu tanınmaz hale gelmiş öbür iki gencin DNA testlerinin sonucunu bekliyoruz. Kimlikleri tespit edilir edilmez onların adlarını  yaşatmak için ilimizdeki bir okulla caddeye vereceğiz. Şimdi hepinizi Artvin için Los Angeles’ta katledilen siyahların aziz anısına bir dakikalık saygı duruşuna davet etmek istiyorum.”
“Doğuda yakılan lastikler biber gazının kalitesini düşürüyor”
Saygı duruşunun tamamlanmasının ardından toplantıya devam eden Vali Çökmez, Artvin’deki gazın kendine has niteliklerini açıkladı: “Bir kere şu var. Biz bu gazları ilk başta halkın tepkisinden çekindiğimiz için düzgün depolayamamışız. Kaçak göçek yerlerde tutunca kapsüllerde mikro çatlaklar oluşmuş, Artvin’in havası ve nemi içeri sızmış. Artvin gazı tıpkı kestane balı gibi  damağı gıdıklıyor sonra genzi yakarken gözleri yaşartıyor. İnsanın dilinde nemli bir burukluk, belli belirsiz bir ot ve kozalak tadı kalıyor. Sıradan bir yerleşim yerinde biber gazını attığınızda betona düştüğü için kalabalığın önce gözleri yaşarır ardından genzi yanar, soluk alamaz hale gelirsiniz. Bu çeşit gazların belirli bir rayihası yoktur. Normal şartlar altında sözünü ettiğimiz semptomlar sıralı olur ama çevredeki doğal zenginliğin nemle birleşmesi sayesinde Artvin’de burnunuz da hemen akmaya başlıyor. Sinüzite birebir yani. Sağlık turizmi ne demek bilenler bunun değerini hemen anlayacaktır. Sedef hastalığı için Urfa’daki Balıklı Göl neyse sinüzit için Cerattepe o olacak. Gazın etkisini gözleriniz yanarken başınızın ağrısının geçmesinden anlıyorsunuz. Araştırdık, dünyada bu alanda tekiz. Coğrafi işareti almamızın ardından Artvin gazı adıyla başka yerlerde kolluk kuvvetleri bu gazı sıkamayacak. Güney Afrika’daki sıcak hava ve ters rüzgarlar, Kore’deki nem biber gazını kötü etkiliyor. Kuzey Amerika gazıysa asla bizimkiyle yarışamaz. Tabii insanın şu aşamada aklına neden onca yıl cennet vatanımızın doğusundan batısına bolca kullanılan biber gazının böyle kendine has özellikler geliştiremediği geliyor. Bunu da inceledik. İlk bulgularımız gösteriyor ki doğu illerimizde her gösteride yıllar boyu yakılan lastikler, İstanbul ve Ankara’daki sürekli artan taşıt trafiği, hızlı betonlaşma ister istemez havanın ve haliyle biber gazının kalitesini kalıcı şekilde düşürmüş. Bizim toprak zeminli, serin depolarda beklettiğimiz biber gazı Artvin’in köylerindeki el değmemiş doğaya salındığında  görüyorsunuz ki tıpkı şarap gibi yılla- affedersiniz beklemiş ayran, ekşimiş yoğurt gibi olgunlaşıyor demek istedim. Hani son kullanma tarihi geçince tadı tam yemelik olur ya bunların, öyle bir kıvama geliyor”.
“Siyasete karşıyız...Milletimiz için çalışıyoruz...Artvin hepimizin.”
Basın mensuplarının sorularını şu aşamada alamayacaklarını söyleyen Vali Çökmez, gazetecilerin ısrarlı  sorularına karşılık: “Siyasete karşıyız...Milletimiz için çalışıyoruz...Artvin hepimizin. Çağa ayak uydurmak lazım. İç ve dış mihrakların oyununa gelmemek gerek. Birileri her zaman basacak düğme bulur. Düğme olmamak lazım ama parmak olmak da iyi bir şey değil. Kırarlar sonra. Parmaklarınızı düğmeden çekin. Düğme de kul yapısı, sonuçta bozuluyor... Kafası şimdi mi geliyor? Vali yardımcım? Vali yardımcım neredesiniz, midem fena!” diyerek toplantıyı noktaladı.
Toplantının anısına tek kullanımlık paketler halinde kolonya, süt, limon, Gaviscon dağıtılan basın mensuplarına çıkışta tadımlık Artvin gazı sıkılmak istendi. Kapalı mekanda etkisi artan gaz nedeniyle meydana gelen kargaşada Michael Baltimore salonunun yeterince hızlı boşaltılmaması üzerine kalabalığa müdahale eden çevik kuvvet, üzerlerinden valilik logolu paketler haricinde limon ve süt çıkan gazetecileri gözaltına aldı.
Tumblr media
0 notes
thispossessed · 9 years ago
Text
İki Muhsin Bey
Tumblr media
“Viski içen mi”?
Sosyal medya nefretiyle ünlü Umberto Eco'yu göreve çağırıyoruz. Okusanız siz de seversiniz.
Şaka bir yana, Muhsin Bey bana sorarsanız bir "son filmi" değil "başlangıç filmi".
Filmin "Doğan" Apartmanı"nda geçmesi ironik biçimde bir çağ kapanırken yeni bir çağın “doğuşu”nu haber veriyor… Nasıl filmin çekildiği asıl mekanın- o günlerde dökülmekte olan "Doğan Apartmanı"ndan söz ediyorum- yıldızı parlayıp sonradan önce emlak dünyasının sonra da “Instagram”ın ünlüsü haline geldiyse ya da Yavuz Turgul ve Şener Şen gişe rekorları kıracak ama “Muhsin Bey”in yanına yaklaşamayan “Eşkıya”ları vs. çektiyse, Muhsin Bey’ler de ortadan yok olmadılar, kabuk değiştirip aramızda kaldılar. Gel gelelim tıpkı “Okan Bayülgen”lere ev sahipliği yapmaya koyulan, gıcır gıcırlaşmış “Doğan Apartmanı”nın bir anda “auras”ından çok şey kaybetmiş olması gibi nesnelerin ve insanların kendilerinden, duyarlılıklarından, inceliklerinden çok şey eksildi yıllarla.
Bununla birlikte uzayda boyuna parlayıp sönen, yeniden ışıldamaya koyulan yıldızlar gibi “Muhsin Bey”ler bizlerle yaşamayı sürdürüyorlar. Sadece çağla birlikte beden değiştirdiler; onlara temas etmiş geçmişin çocuklukları, gençlikleri arasında bugünün yetişkinlikleri içinde duyarlılıkları, içlenmeleri aynı kaldı. Doğru toprağa ve insanların arasına düşerlerse evlerindeki çiçekler yeşermek için gün ışığı ve suyla yetinirken Muhsin Bey'lerimiz de dbaşka şeylere içlenip başka şeylere neşelenmeyi sürdürecekler.
Tek sorun şu ki çiçeklerin bile yalandan açıp coştuğu mecralar biz sıradan insanları hiç istemesek de Doğan Apartmanı’na yerleşen “Okan Bayülgen”lere, Eşkıya’yı çeken “Yavuz Turgul”lara döndürüyor. Her gün “15 dakikalığına”. (Noktayı koymadan Warhol’a selamımızı vermiş olalım.)
Hamiş: Düşündükçe sizlere de çok tuhaf gelmiyor mu Yavuz Turgul “Muhsin Bey”i çektikten sonra bu dünyadan göçmüş gitmiş olsa ne çok üzülecek, “Daha ne filmler çekecekti” diye ne çok içlenecektik içki masalarımızda dostlarla “Muhsin Bey de ne güzel filmdi ama!” diye söyleşirken. Ne kadar yadsımaya meyilli olursak olalım, yer yer ne kadar tezat gözükse de temelde her yapıt içinde üretildiği toplumla birlikte yoğruluyor, bir çeşit kolektif işe dönüşüyor. Toplum o yapıtın üretilmesine katkıda bulunmuyorsa, o iklim dağıldıysa mümkünü yok açmıyor o çiçekler, o filmler çekilmiyor, o kitaplar yazılmıyor bir daha.
0 notes
thispossessed · 9 years ago
Photo
Tumblr media
Turgut Uyar öldüğünde "Hepimizi işten attılar" diye yazmıştı Cemal Süreya.
Vurulduğun gün hepimizi vatandaşlıktan attılar.
1 note · View note
thispossessed · 9 years ago
Link
Tumblr media
0 notes
thispossessed · 9 years ago
Video
https://youtu.be/2_20tKuKtF8
tumblr
65K notes · View notes
thispossessed · 10 years ago
Text
"Laleli'den dünyaya doğru giden tramvay"lar biteli şairler de artık Söğütlüçeşme'den Zincirlikuyu'ya giden metrobüsteler...
Tumblr media
2 notes · View notes
thispossessed · 10 years ago
Photo
Tumblr media
"Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniş olduğuna şaşarak kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben. Bahtiyarım..."
1 note · View note
thispossessed · 10 years ago
Text
“Her Pazartesi”
Bugün gidin bir ağaca falan sarılın. 
Unutmayın hayaller Eminönü, çiçekler Paris. 
Tumblr media
1 note · View note
thispossessed · 10 years ago
Text
Kurtarmak Bütün Kaygıları*
Türkiye kafayı bu sefer yavaş yavaş ama tam sıyırdı. Burhan Kuzu pipilere bakıyor, orta sınıfın Türkiye'si anketlerde "Operasyonlar sürsün ama oğlum askerlik yapmasın" diyor. O arada yüz kuruşa yediğiniz çileği, fındığı, üzümü toplamak için üç kuruşa tarlalarda bütün yaz sıcağın altında çalışmak zorunda bıraktığınız türden bir yoksulluğun içindeki çocuklar öldürülürken başka bir güruh da çiftini çubuğunu 90’larda süngüyle bozup kendilerine şehirlerinizde taksit taksit ödediğiniz kredilerle boyuna kanser gibi fonlayıp büyüttüğünüz inşaatlarda harç karmaktan başka bir geçim yolu bırakmadığınız insanları linç etmek için sokaklarda toplanıyor...Hem de 6-7 Eylül'ün yıldönümünde!
Türkiye dediğimiz coğrafya tıkış tıkış bir sinema salonunun tam ortasında oturduğunuzdan yarısında çıkamadığınız iç bayıcı, ucuz bir filmin bunaltısını veriyor artık insana.
Buda'dan İsa'dan Muhammed’ten Ali’den Sartre'dan yıllar yıllar sonra hâlâ işi gücü bırakıp "Bakın doğayı katletmek, canlara kıymak, insan öldürmek bunlar çok kötü şeyler" diye ahlak ve çevre dersleri mi vermemiz gerekiyor? Yüzyılların sağduyusu, kadim insanlığın öğretileri heba olup gitti mi? İki gıdımlık konfor uğruna ezberin kafa rahatlığı içinde vicdanlarıyla zekaları dahil her şeyden vazgeçmeye neden bu kadar kolayca razı oluyor bu toprakların insanları?
Coşkuyla mezar kazmaya koşturanların küreklerini ellerinden alıp ağızlarına vurmadıkça o mezarlar içleri her gün doldurulmak üzere boyuna kazılacak.
Dereler kurutulup denizler kirleniyor, ormanlar yakılıyor; çocuklar öğretmenlerinden tokat yiyor; belediye hayvanları beslemek yerine zehirliyor; devlet askerlerini bombalı yollara iteliyor, o bombalar da her seferinde göz kırpmadan patlatılıyor.
Düşünmekten, affetmekten, yaşatmaktansa mezarlar kazmayı yeğleyen halkların çocuklarıyız. “Ortadoğu’nun trajedisi bu” demek kolaycılığına kapılmayın. Başka bir dünya da başka bir Türkiye de her an mümkün. İstesek bugünden yarına tek bir günde her şey değişebilir de...
Değişmiyor işte.
Rahmetli anneannem film izlerken perdedeki oyuncunun basiretsizliğine kızar, kendini tutamayıp dışından söylenirdi: “Geri zekâlı anlayamadın mı hâlâ kandırıyor seni, yapma!”
Ülkem benim gözümde dünyanın en büyük açık hava sineması artık.
*Turgut Uyar’ın şiiri
1 note · View note
thispossessed · 10 years ago
Text
Humanoid Selleri
Meteor yağmurlarını izlerken meteorlar da bizleri izliyor olmasın? "Perseid Yağmuru" dediklerimiz "Humanoid Selleri" diyorlardır kendi aralarında bizlere:
“Humanoid selleri 31 Aralık ve 1 Mayıs’ta en yüksek düzeye çıkıyor. Açık bir gökyüzü altında bu tarihlerde saatte yüz bine kadar humanoid ve primatın meydanlardan ilerlediğini görmek mümkün. Türkiye’deki öbekleşmelerse aslında Haziran 2013’te Gezi Parkı’ndan geçen kuyruklu yıldızın kalıntılarından oluşuyor. Güneşin etrafındaki döngü sırasında her yıl 1 Mayıs – 7 Haziran civarında gözlemlenebilen olay, haziranın ilk haftasında yükselen sis bulutuyla doruğa ulaşıyor. İnsanlar kadar onları kovalayan kasklı, silahlı, üniformalı primatlar yüzünden ‘insana benzeyen, insanımsı’ anlamında sırf insanlardan oluşmayan bu öbekleşmelere 'humanoid selleri' diyoruz.
İnsanların insansı ve düz primatlardan kaçmasıyla göğe doğru yükselen gaz ve su bulutunun görsel şölenine tanıklık etmeye bütün semai varlıklar her yıl olduğu gibi bu yıl da davetli.”
Tumblr media
1 note · View note
thispossessed · 10 years ago
Text
“Biber gazı güvenin ve istikrarın kokusudur”
Polisin barış yanlısı gösterilere ve IŞİD saldırısında ölenleri ananlara karşı yaptığı sert müdahalelere açıklık getiren Bülent Arınç polisin ülkede her ne olursa olsun huzuru sağlamakla sorumlu olduğunu vurguladı: “Bazen evin önüne çıktığımda mesela gösteri olduğunu bilmiyorsam iki üç mahalle öteden biber gazı kokusu hafif hafif benim de burnuma geliyor. Tüten bir ocak nasıl huzurun ve aile sıcaklığının işaretiyse işte biber gazı da insanın burnunun direğini hafifçe sızlatmakla kalmayıp (Arınç'ın o esnada iç geçirerek mendilinin ucuyla gözlerini sildiği görüldü) gözlerini yaşartan güven demektir... Güvenin ve istikrarın kokusudur”.
Arınç'ın ağlayıp açılması için verilen beş dakikalık aranın ardından basın toplantısı kaldığı yerden devam etti. Polisin gerçekleştirdiği operasyonlarda IŞİD’den çok Eğitim-Sen, KESK, Pir Sultan Abdal Dernekleri, Suruç'ta yaralananların evlerini basmasının nedenine de açıklık getiren Arınç şöyle konuştu: “Biliyorsunuz IŞİD terörist bir örgüttür. Terörist örgütün en büyük özelliği nedir? Gizlenmesi. Polisimiz IŞİD’in nerede oturduğu bilse tabii ki oraya gider. Aslında var böyle elimizde birkaç adres. Ama IŞİD’in aptal olmadığını biliyoruz. Bu adreslerin bilgisini şaşırtma olarak bilerek elimize düşmesini sağladığına inanıyoruz. O yüzden de basmıyoruz. Gerçek IŞİD'çilerin Atatürk’ün aziz hatırasına ve Atatürkçülüğe sığınan geçmişteki anarşistler gibi kendilerine solcu, sosyalist, sendikacı ve HDP’li süsü vermiş olduklarını düşünememiş olmanıza şaşırıyorum. Polisimiz bu tür ucuz numaraları yemeyecek kadar akıllı, IŞİD hangi kılığa girmiş olursa olsun gidip onu saklandığı yerden çıkartacak kadar kararlıdır.”
"BARIŞ İÇİN HER TÜRLÜ ÇABAYI GÖSTERDİK, MUHALEFETİ SİLAHLANDIRDIK"
Barış süreciyle ilgili hükümetin şimdiye kadar her türlü kolaylığı ve sabrı göstermiş olduğunu vurgulayan Arınç, hükümetin yurtta ve dünyaya barış istediği için PKK'nın kökünün kazınmasından Beşar Esad’ın devrilmesine kadar bu konularda her türlü çabayı göstereceğini vurguladı: “Sınırlarımızın ötesinde Suriye’deki karışıklığın bitmesini, artık oraya istikrarın gelmesini arzuluyoruz. Suriye’deki hükümetin devrilmesini en başından beri bu yüzden istedik çünkü bugünlerin geleceğini, iç savaşın yaklaştığını gördük. Her türlü baskıyı yapmamıza, Suriye muhalefetini silahlandırıp desteklememize ve uluslar arası camiayı aralıksız uyarmamıza rağmen Batı bu acıların yaşanmasını istediği için Suriye’de hükümet yerinde kaldı ve ülke bu acıları çekti. Suriye’de rejim rejim bizim planladığımız gibi devrilmiş olsa Suriye bugün barış içinde olacaktı."
"PKK'LILAR BİREYSEL OLARAK BÜTÜN EYLEMLERİNİ YAPMAYA DEVAM EDEBİLİR"
Arınç konuşmasında barış sürecine de değindi: "Keza PKK silah bırakmadığı için de barış süreci yürümüyor. Bakın Türkiye devleti şefkatlidir. Dünyanın bin bir türlü hali var. Adam trafikte yayayı eziyor, 2 yıl bile yatmadan çıkıyor. Karısını öldürenler oluyor 7 yıl yatıp çıkıyorlar. Soma’da 300 küsur madencimiz öldü, ceza alan var mı hiç? Yok. Neden? Çünkü devletimiz halden anlar. Ama şimdi siz elinizde sürekli silah bu samimi, yumuşak yüzlü devleti tanımayıp dağa çıkıyorsanız devlet de ister istemez gereğini yapmak zorunda kalacaktır. Yani ben bu PKK’lıları anlamıyorum. Bireysel olarak gene yapabilirler bütün eylemlerini biz de onlara bütün diğer vatandaşlarımız gibi elimizden geldiğince yardımcı oluruz. Mesela esnaftan haraç toplayacağınıza gidin bir kamu ihalesine girin, teşvik toplayın, banka kurup şirketlerinize kredi açın geri ödemeyin. Ne bileyim bilançoda zarar gösterin tek kuruş almayalım sizden. Devletimiz mantık ve imkanlar dahilinde vatandaşlarına her türlü kolaylığı gösteriyor. Silahla gidip esnaftan para toplamak mı kaldı? Hangi çağdayız Allah aşkına?”
"HER İKİ ANADİLDE DE EĞİTİMDEN VAZGEÇİYORUZ" Zaman zaman güneme gelen ve Kürt hareketinin temel taleplerinden biri olan anadilde eğitim konusuna da değinen Arınç bu konuda hükümetin her iki tarafı da memnun edecek bir çalışma içinde olduğunu vurguladı: "Anadilde eğitim istiyorlar. Bugün Türkçe bile doğru düzgün konuşulmuyor kaldı ki Kürtçe konuşulsun. Günümüzün küresel dili İngilizce. İş başvurularında işveren ilk ona bakıyor İngilizce biliyor mu diye. Sayın Maliye bakanıyla konuştuk. Her iki anadilde de eğitimden komple vazgeçiyoruz. Ek İngilizce öğretmeni istihdamıyla inşallah birinci sınıftan itibaren öğrencilerimiz İngilizce eğitime geçecek. Bu da AK Parti'nin engin vizyonunun Türkiye için ne büyük bir şans olduğunun başka bir kanıtıdır."
"ACABA KANDİL BOMBALANIRKEN NEDEN YOKLARDI?" Arınç son olarak F-16'ların bombaladığı PKK mevzileriyle ilgili de önemli açıklamalar yaptı: “İstihbarat geliyor Kandil’deki bombalamanın ardından yaralananların ve ölenlerin arasında ne Demirtaş var ne de HDP il ve ilçe yöneticileri. Bunların o topluluk içine özel olarak sokulmadığı, uzakta bırakıldıkları da ayrı bir konu. Halbuki kayıtlarımız gösteriyor ki PKK ile temas halindeler. Acaba Kandil’deki grubun içerisine neden gelmediler? Niye katılmadılar? Niye orada yoklardı? Yani çok masum bir gerekçeleri olabilir. Haydi Öcalan’ı tenzih ediyorum, kendisi İmralı’dan ayrılamıyor ama Demirtaş olsun diğer HDP’li siyasetçiler olsun neden Kandil’de değillerdi? Doğrusu bunun nedenini öğrenmek isteriz”. Arınç sözlerini imalı bir bakışla noktalarken önce sağ ayağıyla yere basarak kürsüden indi.
Tumblr media
0 notes
thispossessed · 10 years ago
Text
Haziran - Temmuz - Ağulutoz
Bellek dediğimiz şey tozlardan oluşuyor olmasın? 
Toz diye bildiğimiz nane gibi kurutulmuşudur belki anıların. 
Her şeyin üzerine yağıyor. Ağulutoz. 
youtube
0 notes