Tumgik
tunamustafayasar · 5 years
Text
Sirius Yaratıkları
Tumblr media
Orion takım yıldızından Sirius yıldızı parlak mı parlak, çevresinde dolanan gezegen hayat dolu bir yerdir. Uzayın derinliklerinden gelen  alkasoma ışık dalgası henüz Sirius yıldızına ulaşmamıştı. Alkasoma evrendeki zeki yaratıkların milyonlarca ışık yılı öteden yollanan içi bilgi dolu ışık zerrecikleridir. Bu dalga Sirius yıldızına ulaştığında gezegen halkı yeni bir döneme girecekti. Bu binlerce yıl beklenen zeki yaratıkların ilgisini değiştirecek ve dünya gezegenine yeni bilgilerin yollanmasını sağlayacaktı.
Dünyadan bu olayı izleyen biri vardı. Adı Harun. Rasathanesinde ki odada bilgisayarında alkasoma verilerinin henüz ilk aşamasını takip ediyordu. Bilgisayarının ve uzay alıcısı çanak anteninden kaptığı tek bilgi okyanusları etkileyen bir görünme ışık paketiydi. Işık paketinin içinin çözülmesine çok değer veriyordu.
Kahvesinden bir yudum aldı. “Bu işte tamam. Şimdi paketimizin ikinci çözüm bilgisinde. Zamanımı alacaksın ama ben de sendeki bilgileri alacağım. Belki bana vereceğin bilgi, evrim denen şey gibi insanlığa bir atlama yaptıracak. Göreyim seni bilgisayarım.” Diye söylendi.
Enter tuşuna bastı. Ama şaştı kaldı. “Bu da ne böyle. Tuhaf yazılar ve şekiller. Hangi uygarlığın bir izi bu. Eminim gizemi bitmeyen bir bilgi kültürü.” Harun baktı ki çözümlemesi devam ediyor. Çözülen bilgiler yirmi dakika uğraştırmasına rağmen,  gizemi çözmenin gurur ile bir şey yapmadan bilgisayarı kendi haline bırakıyordu.
Neyse ki bilgi çözümlemesi bitti. Şimdi sıra bu bilgiyi rafine etmekteydi. Çok değerli programını çalıştırdı. Evet yavaş yavaş okumaya başladı. “Dünya gezegeni dahil diğer yaşam olan gezegenlerin zeki canlıları artık fornox zincirine bağlanmıştır. Fornox uzayın biz zeki yaratıkların üst düzey düşünceye geçmesidir. Artık düşünmek için aklımıza hayvanlarda olduğu gibi görüntü değil, karar vermede görünmez ışığın hattını kullanacağız.”
Harun bir şey anlamadı. Ama okumaya devam etti. “Işıktan ve tüm hızlardan daha yüksek olan düşüncedir. Düşünceden de hızlı olan ise fornoxtur. Bağlantı yapmayı bilen düşünceye de ihtiyacı olmaz.” Ve bağlantının nasıl yapılacağını Harun okuyordu.
Sirius halkı Harun’un neler çözdüğünün farkındaydı. İnsanların eğlencesi nasıl televizyon ise Sirius halkının eğlencesi ise yeryüzünün dünyanın insanlarını izlemekti. Bu izlemenin de ötesindeydi. İnsanlara istedikleri gibi müdahale edebiliyorlardı. Hatta daha fazlası vardı.
Nokayem isimli Siriuslu gezegene bilgi yaydı. “Dünyadan bir insan dilimizi öğrendi. Ve alkasoma bilgi paketçiklerimizden birini yakaladı. Ve onu çözdü. Ona dikkat edelim. Benim kontrolüm altında sizleri bu bilgiye davet ediyorum.” Dedi.
O an Sirius halkının dörtte biri bu duyuruya kayıtsız kalmadı. Hemen Nokayem’in bilgi atmosferine bağlandı. Bağlananların çoğu memnundu. Memnun olmayanlar ise şöyle diyordu. “Harun’u izleyeceğiz. Hemde her şeyi ile. Biz onu tuvaletine girdiğinde de izleyeceğiz. Ve tuvalete düşen her bir dışkıyı da inceleyeceğiz. Bu bizi iğrendiriyor.”
Nokayem’in kurallarında bir şeyin tamamını incelenirdi. Kuralın dışına çıkmak fornox düşünce sisteminde bağlantı kopukluğuna neden olurdu. Bir görünmez ve gizli hattın kopuşu ilgilenilen şeyin kontrolünü tamamen veya bir kısmını yitirmek demekti. O zaman Nokayem işleyen zihne sahip dünya insanlarının düşüncelerini okuyamaz tekrar dön geri yapardı.
Şu an Harun izleniyordu. Harun boşalan bardağına tekrar sıcak çay kattı. Şekerini koydu. Kaşığı ile karıştırmaya başladı. Çayını yudumlarken ağzından içeriye çayla birlikte iri, siyah gözlerin aktığı hissine kapıldı.
“Demek szi Siriuslular içime girersiniz ha. Ben buna çok sinirlenirim.Benim düşündüklerim sizi ilgilendirmediğini yakında göreceksiniz.” Dedi. Ama can sıkıntısı daha da arttı. İçine giren Siriuslular sanki ruhundan parçalar koparmaya başlamıştı. İşinden elini çekip bir süre gözlerini yumdu. Hiçbir şey düşünmemeye çalıştı.
Sonra “Yaktım çıranızı Siriuslular. Tepenize etmez miyim sizin. Çok meraklısınızdır siz. Her şeyi incelersiniz. Kafanızı…” diyecekti ki “Ben ne yaptım. Siriuslular melektir. Tabi her şeyimizi inceleyecekler. Onlar biz insanların faydası için çalışırlar.” Dedi. Önceki sözlerinden hicap duydu. İşine devam edemezdi. Çok sıkışmıştı. Acele ile yerinde kalkıp bir koşu wc ye girdi.
O an bilgisayarı acı acı öttü. Hoparlör açıktı.Bu ses yeni bir alkasoma paketçiğinin yakalanma sinyaliydi. Harun acele ile temizliğini yapıp wc de çıktı. Bilgisayarının başına geçti. Bilgiler oldukça ilginçti.Çözülmemiş bilgilerin içinde zeki varlıkların şekilleri de vardı. ,
“Sizlere minnettarım. Siz Siriuslular değilsiniz.Bu alkasoma uzayda bedava dolaşıyor. Bilgiyi kapan sahibi oluyor. Dur bakalım. Kaç ışık yılı öteden geliyor.” Diye söylendi. Bir kutucuğa tıkladı. “Oha dedi. Bilgi paketçiği bu kadar uzaktan gönderilir mi. Vay anasını. Ta uzak galaksilerden geliyor bu.” Bilgi paketçiğinin tamamı inince program ile çözümüne geçti.
Nokayem kendini takip edenlere bir duyuru yaptı. “Sevgili takipçilerim. Harun yavaş yavaş bizim sınırımızı aşıyor. Biz Siriuslular dünyadaki insanların yasak bilgilere ulaşmasını engellemekle görevliyiz. Alkasoma dalgasını veren toplulukla anlaşmalarımız var. Şu an karar vermek durumundayız. Harun için düşüncelerinizi hemen istiyorum.” Dedi.
Bilgiler hemen Nokayem’e ulaştı. Nokayem “Teşekkür ederim ilginize. Ve bize Harun’un hevesini kursağında bırakmaktan başka seçenek kalmıyor. Ve şimdi Harun alkasoma bilgi paketini bilgisayarına kayıt etmeyi unuttuğu için tek yapmamız gereken bilgisayarını bozmak. Bunu sizler düşüncenizle yaparsanız sevinirim.Çünkü Harun bizim cihazlarımızdan da haberdar. Bilgisayarını bizim bozduğumuzu bilememesi gerekiyor.”
O an Nokayem ve takipçileri güneşten Harun’un bilgisayarına mavi renkte, görünmez bir ışığın aktığını düşünmeye başladılar.
Aradan iki dakika geçmeden Harun’un bilgisayarında görüntü gitti. Harun “Alışığım böyle durumlara.Siz Siriuslulara kızmıyorum. Ama bilgilerimi bana sansürlemekte ne oluyor. Siz bilmiyorsunuz. Daha önceden flaş belleğimi kullandım.” Diye söylendi.
Bilgisayarını açtı. Ama hiçbir bilginin silinmediği görünce şaşırdı. “Bence buna devam etmek doğru değil. Alacağım uyarıyı aldım. Dedi ekledi. Ama ben ne yapayım. Kendimi tutamıyorum. Bilinmez bilgileri okumak benim vazgeçilmez alışkanlığım.”
Alkasome dalgası yoğunluğunu artırmıştı. Sirius ve güneş bölgesine cayır cayır bilgi paketçikleri akıyordu. Harun bunları bir bir çanak anteni vasıtasıyla yakaladı. Bilgi paketçiklerinin sayısı üç yüz seksek yediye ulaşınca durdu.
Harun “Alkasome paketçikleri beni utandırmadınız. Çözümlenecek bilgilerin 5GB tutar. Yine bugün de bize uyku yok. Bunları çözmeden gözüme uyku girmez.”
O an bir tane bilgi paketi çözümü bitmişti. Okumaya başladı. “Bizler hayvanlara unutulmuş bilgileri öğretirsek onların hayatına az da olsa hareket getiririz.”
Harun “Bu da ne demek oluyor. Zeki yaratıklar hayvanlara ne öğretebilir ki. Bunu ancak yapsa yapsa insanlar yapar. Yaratıklar dünyada olmadığına göre…” diye düşünürken “Demek yine biz insanlara devreye giriyor. Bunu bize yaptırmak istiyorlar. Sonra ekledi. İnsan cahil olunca zihni bir kobay gibi kullanılmaya müsait. Elbet insanoğlu bir gün ilkel zihninden kurtulacak.”
Nokayem ve takipçileri çok yorgun olan Harun’un uyumasını beklediler. Birkaç dakika içinde Harun oturduğu çek yata uzandı. Uykuya daldı. O an hemen içeride Siriuslular belirdi. Nokayem “Harun ile ilgilenmeyin. Biriniz bilgisayarı açmadan içindekileri incelesin. İki kişi de  benimle gelsin. Wc ye bakacağız.” Nokayem lavaboya girince Harun’a içinden bir aferin verdi. Lavabo aynası da pırıl pırıldı. Ama bir eksik vardı. Wc fırçası kir içindeydi. Nokayem hemen onu rasathanedeki çöplüğün içine ışınladı.
Siriusluların rasathanedeki incelemesi fırsat bulundukça sürüyordu. Rasathanenin her yerini kontrol ettiler. Dışarıya çıkmışlardı. Rasathanenin köpek bekçisi Kontes yırtınırcasına havlıyordu. Nokayem ona bir el işareti yaptı. Kontes sesini kesip vıyaklamaya başladı.
Siriuslular rasathaneden beş yüz metre yürüyerek uzaklaştılar. Şimdi bu karanlıkta kimse onları fark edemezdi. Nokayem elinde ki cihazı ile bölgenin yer çekimi ve manyetik sapmalarını ölçtü. Arkadaşlarına konuştu. “Sevgili arkadaşlar. Görevimizin bitmesi için son bir şey kaldı. İnsanlar bunu yapmaz ama hayvanlar gibi bu bölgeye işaretimizi koyacağız. Hepiniz yerden sert toprak parçası alsın. Ve onları elleriniz ile ezerek etrafınıza serpiştirin. İşte insanların akıl edemediği espri bu.” dedi.
Tuna M. Yaşar
0 notes
tunamustafayasar · 5 years
Photo
Tumblr media
0 notes
tunamustafayasar · 5 years
Text
Devlerin Hazinesi
Ümit ve İhsan iyi arkadaştılar. Hep beraber gezerlerdi. Bazen okuldan kaçarlar olmadık yerlere giderlerdi. Bu okulun hemen dibinden başlayan dağlık alanın cazibesindendi.
Cevdet öğretmen sınıfta bir gün devlerden bahsetti. “Çocuklar devler yöremizde de yaşamış. Söylenceye göre şu gördüğünüz dağlarda, bir mağaranın içinde, kendilerini uyandıracak kişileri beklerlermiş. Öyle her insan gibi de uyanmazlarmış.”
Ümit söz istedi. “Öğretmenim bu dağlarda hiç mağara yok. Belki bahsettiğiniz mağara zaman geçtikçe girişi kayalarla tıkanmış olabilir. Büyüklerim bana ‘devin yeri ancak dolunay zamanında bulunur’ demişti. Galiba dolunay kayalara gelgit çekimi yapıyor olmalı ki efsane de uyandırılmaları böyle oluyor.”
Öğretmen “Bende söylediklerimi bu yörede duydum. Yani babalarınızdan dedelerinizden.”
Tam o esnada tenefüs zili çaldı. Ümit İhsan’a “Son dersimiz de boş. Seninle okulu kıralım mı. Hem dağda ulaştığımız yerin ötesine geçeriz. Biz sabahçıyız. Evden soranlar olursa ‘öğretmen salmadı, program yaptık’ deriz.”
İhsan “Dağa şimdi çıkmaya başlasak iki saatimizi alır. İki saatte iniş. Akşamı buluruz. Benim kafama yattı. Hadi gel çıkalım.”
Ümit ve İhsan okulun bahçesinde sağına soluna baktı. Kargaşa içindeki öğrenciler kısıtlı tenefüslerini sıra dışı bağırarak, çağırarak kullanıyorlardı. Öğretmenler görünürlerde yoktu. Yalnız okulun çıkış kapısını kullanamazlardı. Kamera vardı. Tek çıkış yeri öğretmenler odasını gören bahçe duvarıydı.
Duvardan atladıklarında “Hey sen.” diyen birini duydular. Ama iki arkadaş başlarını eğerek okul duvarından uzaklaştılar. Ormana girdiklerinde rahat bir nefes aldılar.
İhsan “Oğlum Ümit öğretmen devlerden bahsetti. Bu devlerle karşılaşacağımızın işareti olmasın. Kim ister birkaç devin kovalamasını. Kaçmasına kaçarız. Ya bize kocaman kayalar fırlatırsa. Adı üstünde dev. Bizim fırlatacağımız taşlar gibi olmaz.”
Ümit “Şimdiden hayal kur bakalım sen. Devlerin yanına vardığımızda gerçek hayali o zaman görürsün. Sen galiba korkmak istiyorsun. Ama yinede tedirginim. Çünkü sen aksi bir şey söyledin. Ben de devleri hafife aldım. Hep senin yüzünden. Başımıza bir şey gelirse yarı yarıya ortağımsın.”
Çıka çıka en son vardıkları yere geldiler. Ümit “Buradan öteye hiç geçmedik. Ne dersin ileride ki kayalıklara gidelim mi. Bence oraları görmediğimiz için ilginç yerler olmalı.”
İhsan bir şey demedi. Arkadaşının yürümesi ile onu takip etti. Kayalıklara geldiklerinde ilginç oyuklar gördüler. Birkaç tanesini incelediler. Son gördükleri oyuk genişçeydi. İçine girdiler. Bir mağaraya girdiklerini anladılar. Çantalarından fenerlerini çıkardılar.
O da ne. Duvarda bir düzine yazı gördüler. Hiyeroglife benziyordu. Ama en son satır Latince harflerle yazılmıştı. Ümit yazıyı Türkçe diliyle okumaya çalıştı. “Banutukukutukku.” Deyince yer sarsıldı. Toprağın altından önce bir yükselti oluştu. Bir göz, sonra bir burun ortaya çıktı.
Ümit “Bu dev tamamen uyanmadan buradan çıkalım.”
Ama İhsan donmuş kalmıştı. Hipnotize olmuştu. Ümit onu birkaç defa daha sarstı. İhsan “Bana bir şey olduğu yok. Sarsmayı kes. Ben korkmuyorum. Gördüğümüz dev bize zarar veremez. Devin boyu çok büyük. Yerinden doğrulamaz ve kimseyi yakalayamaz. Beni bırak ta bu tarihe şahitlik edelim.” Ümit sus pus oldu.
İhsan’ın söylediklerinde doğruluk payı vardı. Ama… “Tamam ayağa kalkamaz. Ya sürünmeyi akıl ederse.” Dedi Ümit.
İhsan korku içinde “Ne?” diyebildi. Bu aklına gelmemişti. Korku ile karışık bir sallanma yaşadı. Dev bütün uzuvlarını toprak altından çıkarmıştı.
Dev konuşmaya başladı. “Siz ikiniz yoksa annemin bana bıraktığı yiyecek misiniz?”
Ümit “Sen bizi geri zekalı bir yiyecek zannediyorsun. Bu sorunu hakaret kabul ediyorum. Ve diyorum ki sen bir taş kafasın.”
Dev o an kükredi. Doğruldu.
Ümit “Hemen çıkalım. Dev sürünecek. Çabuk.” Dışarıya çıktılar. Tek kurtuluşları tepeden aşağıya inen ormanın içine girmekti.
Ümit “Görünmeden inelim. Yavaş inelim. Dev tepede bizi görmeye çalışıyordur. Bizi göremediği için inmeyi akıl edemiyor. Zaten akşam oldu. Bizi bundan sonra hiç göremez.”
İhsan “Nasıl olur koskoca bir kafa ve vücudu toprağı yararak dışarı çıktı. Okumak güzeldir derler ama sen o Latince kelimeyi okuyunca uyuyan devi uyandırdık.”
Ümit “Ben de şaşırdım kaldım. Acaba diyorum o büyülü sözü ölü bir canlıya söylesem dirilir mi ki?”
İhsan “O söz mağarada geçerlidir. Denemeni hiç tavsiye etmem. Bir devi uyandırdık. İkincisi için henüz hazır değilim.”
İki arkadaş arada bir devi görmeye çalışıyordu. Ne kadar bakarlarsa baksınlar dev ortalıkta yoktu. Belki de dev mağarasına geri girmişti. Bunu bilemezlerdi.
Dağdan inmişler evlerine gidiyorlardı. Ümit’in evi köy yolunun girişindeydi. İhsan arkadaşını uğurlamak için bekledi. Ümit birkaç defa evin kapısını çaldığı halde açan olmadı. “Tabi ya biz ikimiz firariyiz. Dedi. Annem benim geciktiğimi öğrenince okula gitmiş, seninle benim kayıp olduğumuzun farkına varmıştır. Bizimkiler sizde olmalı.”
Beraberce ilerlediler. O an dağdan büyük kaya parçaları kopup yuvarlanıyordu. Parçalar yola kadar iniyordu. İhsan ileriden evini ve önünde ki kalabalığı görünce bağırdı. “Hey biz buradayız. Kaybolmadık.”
Ama iki kayıp çocuğun anne ve babası öyle düşünmüyordu. Aileler hiçte sevimli görünmüyordu.
İhsan “Dağda mağara bulduk. Bize anlattığınız dev masalı gerçekleşti. Dev peşimizdeydi. Zor kaçtık.”
İhsan’ın babası “Hadi oradan yalancı. Yalanını bana yutturamazsın.”
İhsan “Öyleyse dağdan yuvarlanan kayalarda neyin nesi. Belli ki dolunay olmadığı için uyanan dev taşa dönüşüp dağdan aşağıya yuvarlandı.”
Babası karşılık vermedi. İhsan bundan cesaret alarak “Baba akşam söz bütün ödevlerimi yapacağım. Yarın tatil. Arkadaşlarımla yarın istediğimiz gibi gezelim mi?” dedi.
Baba “Ödevlerini yaparsan sorun olmaz. Ama bana bir dev gördüm deme. Çünkü yalan söylemiş olursun.”
İhsan bir karşılık vermedi. Ne dese boştu. Babasını inandıramazdı artık. Doğru olduğunu bildiği bir şeyi savunmadı. Aileler dağıldı. Evlerine çekildi.
Sabaha doğruydu. İhsan babasına verdiği sözü yerine getirmenin rahatlığıyla doğruca Ümit’lerin evine koştu. Onu evinden aldı. Yanına macera ve gezmeyi seven diğer iki arkadaşını da alıp yürüyüşe geçtiler. Hedef yeni keşfettikleri mağaraydı.
Zirveye zorda olsa kısa sürede çıktılar. Mağaraya ilk giren Ümit oldu. Ardından diğerleri.
Ümit “Arkadaşlar devler gelmeden şu kitabeyi yerinden sökelim. Çünkü değerli bir şey. Çok eski bir yazıyı barındırıyor. Kitabeyi bırakırsak dev zarar verebilir. Çünkü onu uyandıran levhayı bir daha uyanmamak için parçalayabilir.”
Ve levhayı yerinden çıkarmaya çalıştılar. Olmadı. Dev bir kaya gibi yerinden kıpırdamıyordu. Küçük sivri taşlarla levhanın kenarlarında oyuk açmaya çalıştılar. Yine olmadı.
Ümit “Arkadaşlar ne yaparsak olmuyor. Böyle yaparsak kitabeye zarar vereceğiz. En iyisi bırakalım. Dedi ekledi. Gelin mağaranın içine doğru, gittiği yere kadar yürüyelim.” Ve dört öğrenci arkadaş önlerine fener tutarak ilerledi.
O da ne. Karşılarına kir pas içinde bir kapı çıktı. Kapı olduğu belliydi ama taştandı. Kapıyı iyice incelediler. Ağır kapıyı yerinden oynatmak için fikir yürüttüler. Akıllarına bir şey gelmedi.
Ümit “Durun bir dakika. Üstündeki levhada iki tane Latince kelime var. “ Ümit okudu. “Open the door.” Dedi. Kapı kıpırdanmaya başladı. Yavaş yavaş açılıyordu kapı. Sonuna kadar açıldı. Korkuyorlardı.
Ümit “İçeriden yaşayan bir yaratık olursa beraberce kaçacağız. Ayrı ayrı değil.” Ümit kapkaranlık içeriye fenerini tuttu. O an gözleri ışıl ışıl oldu. Her yer altın eşyalar ile doluydu. Bir müddet bu büyülü atmosferi seyrettiler.
Ümit “Yanımıza bu hazinelerden almayacağız. Lanetli olabilir. Ama onun yerine cep telefonum ile bol bol fotonuzu çekeceğim.”
Ümit ve arkadaşları yanlarına hazinelerden almadılar ama avuçlarını mücevher ve sikkelere daldırdılar. Oynadılar, döktüler, saçtılar. Son olarak Ümit hazinelerin önünde tek tek arkadaşlarının fotoğraflarını çekti. Sonra “Artık çıkalım buradan.” Dedi.
Hızla hazine odasını terk ettiler. İşin tuhafı onlar çıkınca taş kapı kendiliğinden kapandı. Daha da ilginci Ümit’in çektiği tüm fotoğraflar kendiliğinden silinmişti.
Ümit “Arkadaşlar hazineler gerçekten lanetliymiş. Fotoğraflarınız kendiliğinden silindi. Bir de o altın sikkelerden aldığınızı düşünün. Gerçekten korku verici.” Dedi. Mağarayı terk edip dağdan aşağıya indiler.
Tuna M. Yaşar
1 note · View note