Çevremdeki ağaçlar, bütün kökleriyle bir gün bizim de topraklarına yapacağımız yüklü azot bağışını bekler gibi ağızlarını açmış öylece duruyorlar..
Don't wanna be here? Send us removal request.
Video
Keşke..
“keşke her şeyi geride bırakıp uzun bir yolculuğa çıkabilseydik seninle.” sonbahar (2008)
99 notes · View notes
Text
Sonrası zeytin, peynir, ekmek..
Her aynada yıllardır aynı şeyi görüyorum: Devreye girdiğinde sürekli acı vermekten başka bir işe yaramayan, acı vermediği zamanlarda ise kendi başına ağrıyan bir kafa, kopma tehdidi altında bir eklemle gövdeye yapışık ve hep yanlış işler yapan bir çift kol, bacaklarının arasında bütün hayatının ayrıntılarının gerçek yöneticisi bir üreme organı, dünya normallerine baka baka içinde uzun süredir aynı bakışın yerleştiği ve en çok uyurken işe yarayan bir çift göz ve onların kapakları, yaşanan akıl dışılığın seslerinden mahrum kalmamak ve çaresizliğin farkındalığına boyut katmak için ses toplayan bir çift şekilsiz kulak, her kokuya hemen alışması bakımından bana çok benzeyen bir burun, birbirine eklenmiş binlerce uyumlu yanlışın oluşturduğu bir müsvedde.. Dün de böyleydim, yaşadığım bütün zaman kiplerinde bunları hep yanımda taşıdım; zamanın girebildiğim bütün evrelerine hiçbir deterjanla çıkmayacak lekeler bıraktım..
Yüzümü yıkadıktan sonra üzerime, giymem için üşümekten başka hiçbir neden olmayan giysilerimi giyiyorum, herkes giyiyor, rengini ve şeklini fark etmiyorum, ne fark eder, estetik bir sonraki yüzyıl için var; “bizde kalmamış, bir de yan yüzyıla sorun”..
Düşünecek bir düşüncem, bana özelleşmiş bir yer veya kavram, anlatmak için çevremde benzetme yapabileceğim bir şey YOK..
Biri, ne zaman beni “çok sevdiğini” söylese, bu bende sadece yıkıcı bir etki bırakıyor.. Dile gelen sevgi, hayatım boyunca bende hep kaygı uyandırmıştır.. Çevremdeki en büyük, bana en yakın, kendimle aramdaki en yıkılmaz ve kişiliğimin cesedi üstünde yükselen bu en dirençli duvarın tuğlaları var önümdeki masada; yeşil zeytin, koyun peyniri, sıcak ekmek, iki şekerli çay, gerekirse reçel.. Bedensel ihtiyaçlarım için sınırsız kontenjanım var, ne istersem onu alıyorum, kilolarca yeşil zeytin, tonlarca ekmek, sıcak battaniye, gömlek vs; özgürlüğüm oldukça iyi para ediyor..
Trajedim, eşeyli üremenin keşfedildiği evrim basamağına dayanacak kadar eskidir.. Hatam, babamın sağ testisinden ayrılmakla başlar; sonrası zeytin, peynir, ekmek..
0 notes
Audio
Ruhuma heyecanlanmayı umduğu bir filmin onuncu dakikasında sonunu öğrenen bir seyircinin dağıtmaya uğraştığı o sıkıntı çoktan sinmiş.. Önünde yıllar varken yaşamının, çevresine çizili çizgilerin arasında artık bu şekilde süreceğini bilmek, seni hep aynı rakımda, aynı hızda, ivmesini yitirmiş, seyir defteri açıklanmış bir rotada yaşamaktan kurtaramıyor..
Dünyayla benim aramdaki son köprü, nefes alacağım son delik, varlığımı kanıtlayabileceğim son arena; mülkiyet ilişkilerinin girmediği tek sahiplenişim; aslında mahkûmu olduğum bir duruşmadaki son tanıklığım olacak.. Özgürce çırılçıplak yönlenmeksizin yazabildiğim satırları hızla tüketiyorum; bir ölüm mahkûmunun dünyaya verebileceği son ses ne kadar güçlü olabilir ki; içeriği ne kadar büyük olabilir; bunca kas ve beyin, bu yapışkan dünyayı inatla yontarken, bir yankısız ses dünyada neyi değiştirebilir?
Eylemde karşılığı olmayan birkaç ağız dolusu söz, yaşlılıktan sözlere sağırlaşmış bu dünyaya ne katabilir? Evrende yazılmış en önemli yarım sayfa söz, kaç kulağı doldurmuş; hele hele varlık güvencesi bile kalmamış, algılandığında belki de fiziki boyutu ortadan kalkmış birinden çıkan kelimeler kulaklarda ne uyandırabilir? Ölü bir sesin sözlerini hangi beyin algılamaya yanaşır?
Talihsiz bir dalga boyunda oluşuyor söyleyeceklerimiz; biz insanlar büyük şeyler anlatan, çarpıcı vurgular yapan, parlak mantık kanıtları ile önünde hiçbir yalanın duramadığı sağlam kelimelerin zavallı hem de çok zavallı sahipleriyiz.. Yalanlar kelime dünyasından yeryüzüne indiğinde ve orayı işgal ettiğinde ise bize sadece bakmak ve yine süslü kelimeler bulmak kalıyor..
3 notes · View notes
Text
Sesim bu satırların yazgısı gibi..
Hayat zamanda iz bırakmaz, Bir kafese girersin bir kafesten, Yeni bir kafese girmek için elde var kafes çevresi..
Ne önemsiz şu ömür, ne önemsiz ömürler toplamı, yaşıyor olmamız bir zaman israfı, doğanın hoşgörü cömertliği belki de gereksiz bir adalet saplantısı..
Bu kadarına hiç gerek yok, bu saçmalığın devam etmesi, hâlâ karşılığı olmayan oksijen tüketmemiz, hâlâ daha yararlı bileşimlerde yer alabilecekken bloke ettiğimiz milyarlarca karbon, oksijen, azot ve fosfor molekülü evrenin cömertliğinin apaçık delili..
Biz insanlar, milyarlarca atomun bileşiminden oluşan lüzumsuz bir yoğunlaşmayız, belki de, hayır belki değil kesinlikle bir yanlışlık topluluğuyuz, doğanın sık sık yaptığı anlamsız molekül israflarından en beteri biziz.. Bizden önce bir böceğin, yosunun, denizin, toprağın parçaları şimdi varlıklarını bizlerin etinde devam ettiriyor; öncekilerden daha iyi değiliz hatta en kötüsüyüz..
Yaşam bizler yüzünden işlememesi gerektiği gibi işliyor.. Gerçeğin sıkıcılığı sesi kulaklara ulaştıramıyor; sesim bu satırların yazgısı gibi; sonunda bitiyor, bitti..
4 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Akşamüstü denizlerinde toplanalım mı kış vakti¿ Kıyıya vuran su sesinde huzuru bulmak için belki.. Belki de martıların otlağına ortak olmak için.. Zaten denizin üstündeki her şey pay edilmez miydi¿ Kapalım mı gökyüzündeki bulutlardan birer ikişer¿ Pay edelim mi gemileri, renkli meşeleri misali çocukluğumuzun¿ Peki ya denizin altındakiler.. Ya en derindekiler.. Her şeyi pay etsek nasıl olur¿ Can sağlığı, ziyanı yok, olmasa da olur.. Ama biz yine de toplanalım akşamüstü denizlerinde kış vakti..
3 notes · View notes
Audio
Haberi aldığımdan beri aklıma hiç gidemeyeceğin güzel şehirler geliyor.. Rahat uyu çocukluk arkadaşım.. Bu şarkı senin için..
Biliyor musun; insan ruhunda dehşetten sonra daha birçok durağın varolduğunu öğrendim artık.. Bunca yıldır yanına yaklaşmaya cesaret edemediğim bir duygunun öte yanındaki düzlüklerde ayaklarım yeterince yürüdüğümü iliklerime kadar hissediyorum.. Anladım ki dehşetin kasırgalarında yeterince ilerlersen şaşkınlığın patikasına ulaşıyorsun ve içindeki merak hariç her şey seni terk ediyor..
Dünya bir et toprağı, yeryüzünün her milimetrekaresi insan etiyle kaplanmış, dünyadan uzaya kanlar fışkırıyor..
1 note · View note
Audio
Gergin bir ip üzerinde yürüyen cambazın aklına, aşağı düşme düşüncesinin ilk kez geliyor olmasının aptallığı neyse, yaşayan birinin ölüm karşısındaki yıkımı odur.. Bir mayın tarlasında yapılan akşamüstü gezintisinin şimdilik sessiz bölümüdür hayatımız.. Mayınların hepsi hatalı yerleştirilmiş değildir; adımlarla mayınlar mutlaka çakışacaktır.. Yaşamımız, elektronlar gibi ışık hızına yakın bir hızla aksa da hep ölüm çekirdeğinin etrafında dolanır ve er geç de çekimine kapılıp ona düşer..
Daha fazla yaşayamama olasılığı herkes gibi seni de üzer ama yaşamayı istediğin o “daha fazla süre” ile ne yapacağına ilişkin kendi kendine sorduğun soruya verebileceğin tatmin edici bir yanıtın yok, hayatın boyunca da hiç olmadı.. Ödenecek faturalar, taksitler, yaşamak için tırnakları sırtına geçmiş olan aile bireylerinin ihtiyaçları, yemek masası, oturduğun koltuk.. Sensizlik, dünyada bu saydıklarımda geçici bir süre boşluk yaratacak işte hepsi bu.. Yani şimdiye kadar neyse onun devamı..
Uzanamadığın her yerde ömründe akan zamandan çok farklı bir hızda, ritimde ve süreklilikte bir tarih var.. Ölümün, zamanın akışını eşdeğer hale getirecek, artık her yerde ve ömürde benzer hızda akan tutarlı bir zaman eşlik edecek evrene.. Evrenin başka yerlerindeki düz zaman çizgileri, senin hayatında eğilip bükülerek, içinden hiç çıkamayacağın kozanın duvarlarını oluşturuyor.. Ana eksenden kırılan tarih kırıntılarının kendi üzerine kıvrıldığı bir zaman yumağısın; bir zaman çıkmazı, tarihin umutsuz labirenti, ana yola çıkamayan küçük çaplı bir döngüsü..
Kimsenin örnek alamayacağı bir hayali tüketmeye çalışıyoruz; tükettiğimiz zamanı yaşama dönüştürmeye çabalıyor, ucu bucağı görünmeyen zamanlar ödünç alıp bunlardan hayat zararlısı ürünler yaratıyoruz..
Bizim gibi kendilerinden sonraya kalamayacaklar için hayat süresi, ömür boyu hapsin kaç yıl süreceği sorunudur.. Ömründen dışarı sızmak, yaşam süresinin kıstırıldığı zamandan kurtularak geleceğe kaçmak bizim gibilerin yapabileceği bir şey değildir..
3 notes · View notes
Text
Bir Ekim ayının Son sabahında, Soğukça bir rüzgar Dökerken yaprakları,
Bakıyorum uzaklara Görüyorum dalgalı denizini İzmir'in.. Dalıp ta gidiyorum sonra Aklımda şehrin eski silüeti..
1 note · View note
Text
“Varlığından emin olamadığım bir şeyin tam merkezinde olduğumu hissediyordum; ekvator çizgisinde durmak, kutup noktasına veya dünyanın çekirdeğine ulaşmak, dünyanın en yüksek dağına çıkmak ya da en derin çukuruna inmek gibi.. Az yapılmış bir şey yapmakta olduğum duygusunun kararsız, oynak ve başka bir şeyle kıyaslanamaz heyecanını üzerimden atamıyordum.. Şimdi tam oradaydım, onun anılarının kalbinde..
Buranın kokusunda denizin ve denizi ilgilendiren her şeyin baskıcı ağırlığı vardı.. Balık, yosun, kum, suyla çürüyen et, denizin çürüttüklerinin çevresindeki tonlarca suya yavaş yavaş gevşeyerek karışırken kendisinden tuzlu suya eklediği o belli belirsiz hissedilen minik koku tanecikleri, denize atılmış metal kutuların günler boyu suyla işlendikten sonra sahile vuran paslı kokusu.. Sanki kapağı mühürlenerek gömülen bir tabutun bozulmamış mührünü kırıp yıllar sonra tabutun kapağını açıyormuşsun gibi hissediyordum..
Kafamda, kaynağını hatırlamadığım bir alıntı bir anda belirip kayboldu: İnsan, hayatındaki her şeyi her gün yeniden tanımlamalıdır; hiçbir şeye her an tam olarak sahip olunamaz, bir günlük bir gecikme karşınıza bilmediğiniz bir insan çıkartır..
Bir kadını iki kere aynı şekilde sevemez, aynı kadının ruhunda iki kere yüzemezsin.. İki kesişim asla birbirine benzemez, ilkine bakarak ikinci kesişimin olabilirliğini ve yerini bilemezsin..”
#+1
4 notes · View notes
Text
Yaşayamadığını hissederek yaşamaya çalışma anlarının, yaşama çabasına ihanet olmasını alıp bir kenara koyarsak, yaşama eylemini yaşamdan arındırmaya çalışma konusunda çabalama telaşı mıdır seni yaşamda tutan¿
Yoksa, yaşam döngüsünde, çok ama çok kısa bir süreliğine de olsa var olduğunu düşünerek, buna karşı duyduğun zorunluluk hissiyatıyla yaptığın nefes alış verişi midir¿
Peki ya bu iki ihtimalin dışında bambaşka bir ihtimal, seni burada gerekli kılıyor ve senin oksijen ihtiyacını karşılamayı vaat ediyorsa ve sen -sana biçilmiş olan yaşam süresi boyunca- olan biten her şeyi, cam bir fanus içinden izleyen küçük kara balık misali, sabit bir noktaya kilitlenerek takip ediyorsan¿
Başladı mı¿
Mümkün mü¿
Düşünebiliyor musun¿
Duyuların¿
Ne oldu¿
Dokunabilir misin¿
Farkında mısın¿
Nerdesin¿
Duyguların¿
Yaşıyor musun¿
Nefesin¿
Sonrası¿
Bitti mi¿
Buraya üç nokta koydum …
Boşluk kaldı mı¿
Doldurabilir misin¿
5 notes · View notes
Text
Hiç görmediğim o güzel at arabana binip gittin..
Yedi ayrı gün, yedi koca gün, geceye kavuştu Ahmet Amcam.. Seni soğuk toprağa yatırdığımızdan bu yana tam yedi gece geçti.. Biliyor musun geçtiğimiz bayramda ettiğimiz o tatlı, o uzun sohbeti döndürüyorum ben yedi gündür kafamda.. Her anını tekrar tekrar düşünüyorum.. O bayram gecesi, iyi ki orada, tam karşında oturmuşum da, o güzel sohbeti etmişiz seninle.. Nasıl da tatlıydı sohbetimiz.. Senden bana kalan çok güzel bir anı oldu..
Anlatmıştın ya bana, tane tane dökülmüştü o gece dilinden kelimeler;
At arabanla oradan oraya sabah akşam demeden taşıdığın yükleri, hanımından gizli dişinden tırnağından artırarak, eline ne zaman üç beş kuruş para geçse koşa koşa bankaya yatırışını, yıllar sonra “hanım bak ben para biriktirip bu arsayı aldım buraya da ev yaptırıyorum haberin olsun” dediğinde Perihan Teyze’nin yaşadığı şaşkınlığı tarif edişini, önce ilk katını yaptığın evin üstüne, çocuklarının da başlarını sokacak bir evleri olsun diye bıkmadan usanmadan çalışarak çıktığın diğer iki katı, sabahları erkenden fırına gidip torunlarının kahvaltı sofrasında eksik etmediğin sıcacık ekmekleri, fırından beş ekmek alıp on beş ekmek parası vererek geri kalan ekmekleri fakir fukaraya dağıtılması için askıya bırakışlarını, yıllar önce bir gün, oğlunu ansızın trafik kazasında kaybedişini, oğlundan bahsederken boğazına oturan yumruyu ve o sıralarda biriktirdiği gözyaşı damlalarını zor tutan göz kapaklarını, köyde karnı aç birini gördüğünde kolundan tutarak; “köyün lokantasına git, benim selamımı söyle de karnını doyursunlar, ben sonra hallederim” diyerek üstüne basa basa tembih edişini, “insanın kimisi kötü oğlum, sen sen ol dikkatli ol, insan var ya insan, insan çiğ süt emmiş” deyişini, yaşlandım ama hala burdan köy kahvesine kadar yavaş yavaş yürüyüp, tekrar evime gelebiliyorum diye şükredişini, tüm bunları çok güzel anlatmıştın bana Ahmet Amcam.. Bayram gecesi çok mutlu olmuştum ben seninle yaptığımız bu sohbet esnasında ve sonrasında.. Meğer kursağımda kalacakmış, nereden bileyim..
Bundan on gün kadar önce, eve geldiğimde annem demişti Ahmet Amca birden hastalanmış, hastaneye kaldırmışlar diye.. Hastalığı neymiş diye sormuştum, kesin tanı koyamamışlar ama anlamaya çalışıyorlarmış demişti annem.. Üç gün süren araştırmalar sonucunda tanı koyma konusunda her kafadan ayrı bir ses çıkmış, Ahmet Amca artık beni evime götürün, ben evimi istiyorum diye yalvarmaya başlamış, acil servisteki doktorlar acemi tavırlar sergilemiş, belirsizlik almış başını gitmiş derken, başta oğlu eniştem olmak üzere, kızı, damadı, onu çok seven torunları ve diğer yakınlarına destek olmak amacıyla o gece ani bir karar almıştım ve acilde bulmuştuk biz de kendimizi..
Doktorların tavırları ve süregelen bu belirsizlik yüzünden, sana daha iyi bakılması ve hastalığına doğru teşhisin koyulması için, seni sevenlerin, ertesi sabah seni özel bir hastaneye nakletmek üzere acil servisten çıkarmak istemeleriyle birlikte gerekli işlemler başlatıldığında ben de oradaydım.. Sen de bir yandan, tekrar tekrar eve gitmek istediğini söylüyordun konuştuğun herkese.. Sonunda işlemler bitmiş ve o geceyi evinde geçirmen için seni acil servisten çıkarmıştık.. Torununun eşiyle beraber iki koluna girerek, arabaya seni biz bindirmiştik.. Ayaklarının tutmadığını gördüğümüzde ise çok üzülmüştük.. Sonra onlarla birlikte evine doğru gitmek üzere bizden ayrılmıştın.. Biz de kendi evimize dönmüştük annem ve kardeşimle beraber..
Eve geçeli bir saat olmuş, olmamıştı.. Ben duş almıştım ve yatağa başımı dayamıştım ki, kardeşim ağlayarak bir hışımla kapıyı açtı ve girdi içeri.. “ Abiii, ölmüş, Ahmet Amca ölmüş” dedi.. Bir saat önce hastaneden çıkardığımız o iyilik timsali adam ne yazık ki artık nefes almıyordu.. Ben o yataktan öyle, delicesine irkilerek nasıl fırladım, sonra eniştemlerin evine gelene kadar o arabayı nasıl kullandım tarifini yapmakta zorlanıyorum..
Benim güzel Ahmet Amcam, istediğin üzere, kendi evine geldikten kısa bir süre sonra, kendi odanda, kendi yatağında can verdin.. Son isteğinmiş ve o da böylece gerçekleşmiş oldu.. Bu kadar kısa süre içinde sessiz sedasız çekip gittin bu diyardan.. Başta en yakınların olmak üzere, hepimiz şaştık kaldık senin bu ansızın aramızdan ayrılışına.. Çok üzüldük biz.. Çok.. Göz açıp kapayıncaya kadar uzaklara gittin be Ahmet Amcam.. Sen de, o güzel, o iyi, o özel insanlardan biriydin, hiç görmediğim o güzel at arabana binip gittin..
3 notes · View notes
Text
Evrende var olan her şey, bırakılabilecek her yere az ya da çok algılanabilir bir iz bırakır.. Ufacık bir izden, tepelerin ardında saklı binlerce anı, yıllardır hatırlanmamış bir sürü görüntü, ses, koku, bir anda ortaya çıkar ve dünyaya dağılır.. Bu, toprağı birazcık kazıp sargıları çözmek gibidir.. Sonra her şey kaldığı yerden devam edecektir..
2 notes · View notes
Video
youtube
Gel de şimdi “Deli Deli Olma..”
Hadi durma yak bütün mumları Popuç.. Erisin mumlar sabahlara kadar.. Aydınlatsın Mişka’nın yolunu.. Onun yolu uzun.. Yeke kişinin yolu çok uzun.. Dönüşü olmayan yollara düştü o.. Ah be Yeke kişi..
Ah! Ah be Tarık Abim.. Sen de gittin.. İçim acıdı..
4 notes · View notes
Text
Sessizlik..
Rüzgâr esiyor sanki gecenin uğultusu sesi, Yüzüme vuruyor sanki bir insanın nefesi..
Karşı yolda bir adam var, Uzunca boylu, Beyaz gömlekli, Saçlarının rengi seçilmiyor, Kumral sanki, Gölgesine ağacın gölgesi düşüyor, Hızlıca yürüyor, Sanki bir yere yetişmeli..
Bir ses duyuluyor uzaktan, Bir kadın çığlığı, epey şiddetli! “BABA”… Telefonu çaldı az önce, Sakin olmasını söyledi biri. Babası öldü. Trafik kazası belki, Hayır kalp krizi. Ama olan şey çok ani!
Bir çocuk ağlıyor karşı apartmanda, Kötü bir rüya gördü sanki.. Hıçkırıklarının arasında duyuluyor sesi: “ANNE”…
Bir süre daha bekliyorum balkonda, Kulağımda yoldan geçen arabaların lastik sesi..
Karanlıkta kayboldu “ADAM”
Dayanamadı bayıldı “KADIN”
Annesine sarıldı “ÇOCUK”
Sardı her yeri “SESSİZLİK”…
3 notes · View notes
Text
Hayatın havasını koklayacak, nabzını yoklayacak, gidişini anlayacak kadar yaşama şansım oldu.. Hayatın genel olanaklarının ve karşıma çıkaracaklarının artık beni şaşırtmayacağı bir bilinç durumu edindim; kısaca yaşlıyım diyeyim.. Sonunu bildiğin bir filmin, ilk kez izleyenleri heyecanlandıran gerilim sahnesi gibi.. Binlerce kez gittiğin bir yolun görünmeyen devamının, bilincinde öldürdüğü merak duygusu yerine yerleşen heyecansızlık.. Sekiz yıldır her gün içinde yaşadığın bir evin senin ilgini çekebilecek kaç seçeneği olabilir¿ Birbirinizin bedenleri neden bu kadar ilginç geliyor anlıyor musunuz¿ Genç delikanlı, yanındaki sevgilinin kazağının altında henüz ulaşamadığın göğsü sana şimdi çok ilginç görünüyor olabilir, üç sıkım da diğer göğsünden heyecanlansan kalan sürede sıkım sıkım sıkılacaksın.. Kullanılanın, gündemdekinin, geçerli olanın aşınmasını kim durdurabilir¿ Hiçbir şey insanda iki kez aynı oranda merakı ya da zevki yaşatamaz; bir kadının ulaşamadığın ikinci göğsü bile..
3 notes · View notes
Text
Yerleşik Yabancı
“Kiminin dikenleri vardır Katlanamaz üstüne. Hep dikine durur Delmemek için gövdesini.”
Kiminin sözleri vardır, Söz söylenmez üstüne.. Hep kulaklarda küpedir, Hatırlatmak için kendini..
“Kiminin yoktur bir tek kemiği, Doğrulamaz ayaklarının üstünde. Ona göre varsa yoksa kendisi, Dürülüdür ütülü bir mendil gibi.”
Kiminin yoktur tek bir harfi, Anlatmaz derdini kimseye.. Ona göre varsa yoksa dertli başı, Kilitlidir paslı bir kutu gibi..
“Ben eğilmem gündüz ama Geceleri kanatırım kendimi.”
Ben ses çıkarmam gündüz ama, Gecelere dökerim kelimeleri..
“Ben bir söz söylediğim zaman, Kendine küçük bir pıtrak edinir. Çok sürmez anlar başına geleceği, Çarşılarda pazarlarda ondan selam kesilir.”
Ben bir söz söylediğim zaman, Kendine küçük bir melodi yaratır.. Kulağına gelse de kimilerinin, Sesler tınısını yitiriverir..
“Ben birini sevdiğim zaman Göğünü durmadan genişletir. Ama herkes rahattır kozasının içinde, O sevgi artık kimsesizdir.”
Ben birini sevdiğim zaman, Çiçekler göğsünde çoklanarak çoğalır.. Ama solgundur bazıları çoğulluğun içinde, O sevgi artık kimsesizdir..
“Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli; Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli.”
Sessizlik çığlıktır duyana, susmaktır ardı; Ötesi yoktur ama derinde izler bırakır..
2 notes · View notes
Audio
Artık uykum gelmeye başlıyor.. Başımdan bile daha çok bana ait olan baş ağrımın, geçme ihtimali, şans oyunlarında büyük ikramiyeyi tutturabilme ihtimaliyle kafa kafaya gidiyor.. Düşüncelerim, tam koordinatlarını bilmediğim ve boyutlarını kavrayamadığım evrenlerde dolaşacakken, açılan ateş sonucu tekrar hayatıma düşüyor..
Ve hayatım, kanatlanıp ötelere gidecek bütün maceracı düşüncelerimi kendi bataklığına çekecek kadar yapışkan; bu kıvamı nasıl edindiğimi bir anlatsam, kişisel gelişim serisi kitapları içinde vitrin camının hemen arkasında kendime emin bir yer bulurdum..
Hayatımı bazen dolaylı da olsa tümlüyorum, bazen kimsenin belirtmediği bir nesne, bazen bütün koordinatları, geçmişi ve geleceği belirtilmiş bir nesne, bazen hiçbir amacı olmayan salt bir fiil yükleniyorum, bazen benim şahsımla ilgisiz zamirlerle vekâleten yaşıyorum.. Zamansal içeriği boşaltılmış zarflar arasında özne ile ilgili hiçbir şey duyamıyorum..
7 notes · View notes