Text
bir saniye bile mi, bir saniye bile mi huzura boyanmadın da böyle öfkelisin bana, bir yerlerde bağırıp çağıran sesimi o kadar mı duymadın, o kadar mı kıvrandın acı içinde senelerce de bu denli yoksun yanımda, ben acıyı senden daha iyi bildim de ne oldu şimdi, yazdıklarımı kusar gibi bile yazamıyorum artık, istediğine dönüşürken bile çaresizim, istediğin olurken bile elimde biraz sen bile yoksun, cezalandırmak değildir de nedir bu, bir orospu evladının söyledikleri yıkmak parçalamak için yeterli de benim tek kelimem bile mi girmedi kulağına, sorgu sual etmemin ne anlamı var diye bile düşündüm- ki hislerim bile konuşamadı yanında- aynı değilsem aynı sonu bana reva görmek miydi bahsedilen, aynı değilsem neden aynı ettin beni- bunu bile soramam artık sana.
3 notes
·
View notes
Text
hala hafif nemli saçların hissediyor rüzgarı içine içine, giriyor da kalıyor sanki her bir saç telinin kenarında, arasında- bekliyor seni uyandırmak için bu deli karanlıkta, uzun zamanlardan sonra ilk oturuşun ya bu, dünyayla beraber dönüşün, kendini bilişin ve kanatışın, kendi diline çeviremeyip anlayamadığın her bir kelimeyi bilmen gerekirken oysa ki, bilmiyorsun artık, duymuyorsun, bağıran insan sesi, üzücü değil sadece, yakıcı, mahvedici, ve sen dışında bilmezler, bilemezler çünkü havada asılı duran o tek yıldız kadarsın, yıldız sayılmazsın, ne parlak ne bulanıksın, ama havada asılısın- açılışın da aynı onun gibi olacak, etraf karanlığa bürünecek, lambalar yakılacak ve sen dışında kimse gerçek manada bürünemeyecek karanlığa, işte o zaman yavaş yavaş var olacaksın ve olmamak isteyeceksin bu denli tek, bütünlenmek istemeyeceksin kafanda ne geçiyorsa, ama her zamanki gibi, zorundalık seni yaşatacak, zorundalılıkla açacaksın gözünü ve istemeden öleceksin.
0 notes
Text
keşkemin sonrasına gelen binlerce kelimenin ağırlığındayım ya şimdi, keşke daha çok anlatsaydım da anlasaydın değil, keşke hiç anlatmasaydım da bilmeseydin hiç beni, o kadar bilmeseydin ki o kırıntılarını topladığım heyecanından bir nebze kalsaydı ağzıma atmak için, o kadar bilmeseydin ki ölseydin meraktan, seramik gibi çatlakların oluşsaydı, öyle merak etseydin ki severim ben bunu derdin belki, şimdi o yok, şimdi sadece bilinenler ve bilinmeyenler var, şimdi sadece yoksun. şimdi sadece yokum, git.
4 notes
·
View notes
Text
gözlerinden yaşlar düşer durur yastığına da ıslanmaz yastığın, sana dokunmak, işte bu ondan olmalı ya, arkada cem karaca der ben söylerim de söyleyemem, işte böyle bir şeysin, insan susup kalıyor, nasıl olur diye bağıracakken susuyor, biri bile bilebilir mi halini, o tamamı, o merak duygusundan hiçbir zerennin kalmayışını, hep böyle yapıyorsun cümlesinin o etkisini, bir anda unutulur mu, unutabilecek miyim ki yüzüne bakarken o ağırlığı, yetmez, yetmeyecek, hiçbir zaman yetmeyeceğiz. ben biliyorum, ve sana bile öğrettim.
1 note
·
View note
Text
ulaşmaya çalışmak kafanın üstündeki havluya, ıslakça bir duyguydu belki de zihninin içinden geçen onlarca kelime, hızlıydı, akışkandı, seni geçerdi ve ya sürüklenirdin ya da beklerdin dinmesini o kayalıkta. hayatta o denli imkansızdı ilerlemek, adım atmak, birkaç saniye nefeslenip durmak, durmak, durmak, sadece durmak, düşünmeden, hissetmeden, durmak, geleceği sorgulamadan, yarından korkmadan sadece durmak.
3 notes
·
View notes
Text
anlatabileceğim her şey yavaş yavaş tükeniyor, eskiden bir acım vardı, öyle saftı, öyle bir içim suydu, tek kırgınlıktı, sorgusuzdu, on dakika beklemesen de anlatılırdı, korkusuzdu, şimdi imkansız düşünmeden açmak o ağızı, yummak o gözü.
2 notes
·
View notes
Text
ağzın kupkuru yine de sıkıyorsun kendini, kapatıyorsun iki taraftan o sesleri çıkartmamak için ama ağzını bir açsan susmaz oturmazsın, yaralanmazlığın öyle can alıcı öyle parlaktır ki gözünden akan yaşı bilmezsin sen, tuzlu tuzlu dolar kapalı ağzından boğar seni bir anda, bilinmezsin sen, anlaşılmazsın. tekrar tekrar aynı yerden vurulmuşsan da susarsın, bir kerecik yumsan gözünü de konuşsan toptan daha büyük küflenmiş boğazların sıkar seni, boğazın tahriş olur, sorgulanırken açamazsın işte o ağzını, açmak istemezsin, ne. anlama. geldiğini. bilmiyor. dinmiş sandığın dalgan nasıl da geldi hemen buldu seni, acın öyle taze ki, öyle vurdumduymaz ki vuruyor işte beynine utanmadan, sanki öldürmek ister gibi, sanki öldürülmeye ne kadar aç olduğunu bilir gibi, ölmek için kıvrandığın o gün gibi, ölmemek için çabaladığın o an gibi, uyuduğunda ne kadar yok olduğunu görmektense uyusaydın, allah belanı verseydi de uyanmaz hale gelseydin, yine işte o kadar çok kırıldın, yine o aynı akşamı yaşadın, o balkonun soğukluğunu hissettin terli omzunda, bekledin ve bekledin, artık hiçbir şey istemiyorsun, bazı şeyler bir ana bağlıymış, birkaç dakikaya, birkaç saniyeye, hiç kimseye, sadece sana. sonsuza kadar kazınmayacaksın hiçbir akıla, sonsuza kadar içteysen bile paramparça, sonsuza kadar varsan da yara bere, sonsuza kadar varsan da unutulmak zorunda, bana bunu nasıl- değil, bana bunu yine nasıl, onca inanıştan, onca anlatıştan ve onca haykarıştan. kabul ediyorum tüm özürleri, kendime olan özürleri. ama kendime olan nefretimi asla unutmayacağım, bu güvenin elimde ufalandığına bakarken dik sırtımın kamburlaştığını, nefes almaz boğazımdan nefes almak için açılan ağzımı, tıkalı burnumun çırpınışlarını, durmaz akan göz yaşlarımı unutmayacağım, kendime. olan. nefretimi. asla. unutmayacağım.
4 notes
·
View notes
Text
hep bir şeyler çıkar, hep bir isteksizlik hali her tarafına bulaşmış gözlerle arkamdan bakar, istemez, kırgınlığım boğazıma batan cam olur, yumrum midemdedir senden yumruk yer gibi vurur. değdi mi diye soruşlarım sana ulaşamayacak bilirim, birilerinin kırılan kalbi, sevimsizliği yüzüne gülüş, benimkisi sırtına yük olur, bilirim, belki senelerdir bildiğim yalandır diye inancımı tazelemek istemiştim ben, belki sanmak istemiştim, yanılmak istemiştim, o kadar yanılmak ki tükürdüğümü yalayacak kadar buruş buruş olmak kadar, en acınası versiyonuma ulaşmak kadar sevmek istemiştim ben, nasıl böyle bir şey yaparsın diye bile soramadım, gülücükler de saçamadım fakat soramadım, uyuyacaktım, uyuyacaktım, saatler günler kadar olacaktı, belki aylar geçecekti, uyanacaktım orada olmayacaktın, gidişi bile bana öyle acı kıldın, öyle yaraladın, öyle ki bir gün arkama baktığımda bunları hatırlayacağım. bana. bunu. nasıl. yaparsın. uyanığım, beynim hıpızlı, hatalar gözümün önüne dans, kulağımdaki müzik yarama bıçak, dediğim halde yaptın, yaptın çünkü değilim, değilim, siz hepiniz öyleydiniz ama ben değilim, değilim biliyorum, çok şey biliyorum, değilim, bilirim, başka söze gerek var mı, yok, hiç olmadı. başkaları sinirlenir, kafayı yer, ama ben yiyemiyorum, ben hala çabalıyorum, aynı değiliz. değiliz. değiliz. biliyorum. ne çok seviyorsun biliyorum, ama acın öyle derinden, öyle daracık bir odada yalnızlıkla ve acınla, karşı karşıya gelişler kadar. bana bunu nasıl yaptın, haksızlık, haksızlık, hep haksızlıktı. artık kabullendim, artık hep geçti sandım, ama hep ummadığım yerden yara aldım. özürün. verdiğin. kelimeler. olamaz. artık. dalgam. dinmiyor. sen. içimde. bitmiyorsun. beni bilmiyorsun.
9 notes
·
View notes
Text
hem benden gitmemen için hem de senden gitmemek için bir savaş halindeyim, ayağımın hiç oturulmamış bir koltuğa değişi kadar soğuk bir savaş halindeyim, günler geçerken ve geriye bakmamak için bağırırken, ağlarken, sızlarken ve hiçbir şey olmamış gibi kahkahalarla gülerken, gözlerindeki o bakışı görürken ve bakışın dayanılmaz bir gönül ağrısına dönüşürken, ne yapacağımı bilmeyerekten elim ayağım birbirine dolaşırken, ağzımın içindeki dilimi dişlerimle sıkı sıkıya ezip kan akıtana kadar sıkarken o savaş hep oradadır, orada bekler ve çürümüş yenilgiyi yüzüme vurmak için gün sayar, ölüm kokan suskunluk ve gürültü hep oradadır ve dilim kanar, çünkü benim savaşım kanlıdır, kan içimde akarken, midemi bulurken, kıkırtım kulaklarına bir yabancının mutluluğundan parçalarmış gibi gelirken, ben de oradayımdır, sana parıltıyla bakan gözlerim ve nefes nefese kalmış sorgularımın, şakalarımın sonu suskunluğumdur. seni seviyorum, seni seviyorum, seni aşkla seviyorum ve ben yalnızca hayata aşık biriyim, ve kanımın son damlasına kadar savaş meydanında oradan oraya basacak mayın arayacak kadar da utanmazım, arlanmazım, neyin ne olduğunu veyahut doğru olanın ne olduğunu bilmeyecek kadar toyum, karnım aç ve birileri benimle kanasın isteyecek kadar meraklısıyım insanların, özür dilerim, seni seviyorum, seni gelişini bekleyip gelince hiçbir şeyi bastıramayışlarım kadar seviyorum, gidişlerim içinden, susuşlarım dışımdan olacak kadar seviyorum. o kanı yutacak kadar, midemde sindirecek kadar seviyorum, o kanla yıkanacak kadar da tutkunum.
2 notes
·
View notes
Text
artık çocuk olamayacağım, eski telefonu kaybettim, eski telefon artık yok, gidişlerin bir manası yok, göğsünün en derininden boğazının en ağzına yakın kısmına can acısı, kafada çalan o müzik, iyi olmaya dair bir arayış, etrafta, açık dolap, buruşuk kıyafetlerden bir cadı suratı ve artık yeni olan hiçbir şey olmayacakmış gibi bir kapana kısıklık, ne eskisi gibi ne de yenisi gibi olmaya can atan bir beyin, güzelliğe tutkunluğunun geçişi, kaçışı, şu koca dünyada bir dolu yanlışla var olmayı beceremeyen tek insan, kardeşinin alarmı kulağında çınlıyor, artık bir kardeşin yok, artık o şarkı yok, artı hevesin yok, artık yeni alınmış eski defterinin sayfaları kalın değil, ipince bir kağıdın üstünde yürür gibisin, adımların sert fakat kırılganlığının kime ve neye olduğunu bilmez gibi düşmeyi bekleyiş, artık ölümü beklememe, artık yaşamın manası yok, artık sessiz hayat yok, artık suskunluk yok, yeni beni selamlar ve devam edişler yok, artık kötü olmak sırf kötü olmak değil, artık bir anlamı var bu kötülüklerin ve bir anlamım kalmadı benim, kimseden değilim ve biri bana söyleseydi ne yapacağımı, ölmemi dilerdi yaşamamı söyleyerekten eminim. sıkıntı, sıkıntı, üstüme kendi kapattığım dar kutuyu delen kalemlerim bir gün göğsümü oyacaktı bilirim, yalnızca gördüğüm için. artık çocuk olamayacağım. hiç olamadım. gördüm tattım kokladım bildim, düşündüm konuştum sustum, ama hiç hissedemedim. neşem hep oldu mutluluğa ulaşabilmek için, olmadı, bunaltı, çürümüş kokmuş bir çöp kutusu, çöpe atılmayı bekleyen bir çöp kutusu, yanış ne zaman olacaktı, geri dön. eski telefon, yeni mide ağrısı, eski saçlar, eski koca yüzün elmacıkları, hep aynı kalan alt bolluk, sen nesin, söyleyemeyeceğim. beni bil, beni tat, beni okşa, göz yaşlarım gözümde birikse bile ağlat beni, seni de bilmiyorum, çünkü gerçeklik bilmediğimiz bir kuyu dibi, yosunlu taşların yeşili ovalasan da gitmez, yeşilin kaldıysa senden, seni cebime atsam da fark etmez.
1 note
·
View note
Text
ayağı değil ruhu sakat bu atın, hiçte ilahi değil, durmam duramam, ne anlatacağım bilmiyorum, kime anlatıyorum bilmiyorum, durmayacağımı biliyorum bir tek içim donan bir yavru kuş kadar soğuyana kadar, ya da ruhu değil bu sefer, ayağı sakat bir atın ölümünden on dakika sonra taşranın en verimsiz toprağı üstünde öylece yatarkenki kadar, soğuyacağım ben, hem içim hem dışım soğuyacak, ne anlatmamı istersin- istersiniz, köpekler havlıyor ezan okunmuyor bile daha, kardeşim sessiz çok sessiz konuşuyor kafayı yemişler mi diyor bilmiyorum, bir köpek olmak istiyorum en azından kafayı yiyecek bir kafam olsun diyorum, küçücük kafalı bir şey de olabilirim ya da hiç var olmayıp sadece bir kafa da olabilirim, ruhum dışında her şeyim de var olabilir ama ruhum olmasın benim. midem çalkalanıyor, sen siz, kimseniz, ne anlatmamı istersiniz, durmak yok dedim ama ruhu sakatları da vuruyormuşlar, hem de sadece vurmak değil, tek hamle değil, yavaş yavaş uzun ve bir ezan kadar, sabah ezanı kadar hatta, ben bir at değilim, bir şey bile değilim, ama ruhum sakat, ezan başladı, kardeşim yattı, köpekler sustu, ben size ne anlatacağım.
2 notes
·
View notes
Text
içim çok dolu olduğunda, beklediklerim teker teker gerçekleşip yanımda sen olmadığında, dinlediğim o şarkının o sözlerinde kendimi, onu, seni bulduğumda ve bir başkasıyla konuşurken yüzüm güldüğünde, eskiler eski olduğunda ve gelecek hiç gelmeyecekmiş gibi olduğunda, kahvemin son yudumunu hararetle pipetimi dişleyerek içmemeye çalıştığımda bile o kahve bitiyor, ben içmesem başkası içiyor, başkası içmese buharlaşıp her tarafa yapışıp kalıyor, ben de kalıyorum, başında hep dursam bile kestirip atamıyorum, midem doymuyor, ağzımda kahvenin acı tadı, boğazımda kuru balgam, gözlerim bi tek gözlük çerçevemi görüyor, onu da görmesin istiyorum, biri gözlerimi oysun da hiçbir şey görmeyeyim diyorum. ben görmesem de duymasam da konuşmasam da, hissedilecek olan hissediliyor, kenara atılmış bir yarım domates oluyorum, sonra da buzdolabının kenar kısmına, ilaçların üstüne üstü açık bir kaba koyulmuşum da, biri çok hızlı açmış gibi yere yapışıyorum. sularım ve içim hiç temizlenmiyor, zorunda kalmış bile kimse benim için hissetmiyor.
3 notes
·
View notes
Text
hiç kızarmayan yanaklar, terlerin alnının en ucundan başlayıp çenenin altına sinmiş lavanta kokusunun bile üstünü örmek için yaydığı kokuyla ilerlerken, kızarmayan yanaklar, ağzının içinin sağ köşesindeki yirmilik dişinin ağzının sol tarafına kadar acı çektirmek için orada bulunan bir savaşçı gibi acımasızca etrafa ağrılar saçıp sızlanmasına rağmen korkusuzca kızarmayan yanaklar, kızarmayan yanaklarım var benim, bir de hiç kimseden kaçmayan gözlerim. eskiden beridir kaçmaması içindir belki yanaklarımın umursamazlığı, ama tam vakit ne bilmiyorum, uzun mu sürdü yoksa minicik miydi varlığı o halimin, inan bilmiyorum, ama benim gözlerim eskiden kaçardı, ve arkasına bile bakmazdı.
3 notes
·
View notes