Tumgik
vazgectimwagnerden · 1 month
Text
Tumblr media Tumblr media
macaristan, 1526 / samatya, 2024
.
https://www.archaeology.org/news/9386-210121-hungary-coin-cache
6 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 1 month
Text
Tumblr media Tumblr media
"in den gangen", thomas stuber - 2018 / "love", gaspar noe - 2015
9 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 1 month
Text
Tumblr media
11 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media
'sanatçının portresi', david hockney, 1972 /
"the fall", tarsem singh, 2006
13 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media
"mae west'in sürrealist bir daire olarak yüzü", salvador dali, 1935 /
"the fall", tarsem singh, 2006
25 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 3 months
Text
Tumblr media
eve dönüş.
.
patti smith dinliyorum: "spell".
sözleri şöyle başlıyor:
Holy! Holy! Holy! Holy! Holy!
şöyle devam ediyor:
Holy! Holy! Holy! Holy! Holy! Holy! Holy! Holy! Holy! Holy!
sonra şöyle:
The world is holy! The soul is holy!
The skin is holy! The nose is holy!
The tongue and cock and hand and asshole holy!
Everything is holy! everybody’s holy! everywhere is holy! everyday is in eternity!
.
patti smith şöyle diyor: dünya kutsaldır, ruh kutsal, ten kutsaldır, burun, dil.. ve diğer cinsel uzuvlar. her şey kutsaldır, ve herkes. sonsuzluk-içinde her gün..
.
öncesinde, muhteşem bir odyolog ile görüşüyorum -odyometristler ile karıştırılmamalılar-. beni dinliyor, türlü testler yapıyor, gözlerimi kapıyor, elektrotlar bağlıyor, denge testleri, göz hareketlerinin takibi... günün sonunda masasının karşısında oturuyorum. -şu çınlama işi ile barışmalısınız diyor. zaten bir savaşta değiliz, çoktan kazandı, ben sadece bir uzlaşma arıyorum diyorum.
bana bir telefon aplikasyonu öneriyor, içinde çeşitli sesler kayıtlı, yağmur sesi, rüzgar sesi, bir derenin akışı, kuşların cıvıltıları, yaprakların hışırtısı... vesaire. ama ben su ile ilgili olanları öneriyorum diyor. bir kulaklıkla gün içinde bu sesleri dinleyebilirsiniz, kulak çınlamanızı yok etmez ama onu duymamayı öğrenebilirsiniz.
bana neden kulaklıkla bu sesleri dinlememi öneriyorsunuz? diyorum.
keşke bana bu seslerin olduğu bir yere gitmemi ve artık orada yaşamamı önerseydiniz.
.
patti smith hala şarkıda sürekli holy diyor... holy. holy. holy.
burada oturuyor ve patti smith'in ismini ve daha ne çok kelimeyi size küçük harflerle yazıyorum.
eve vardığımda eden ahbez dinlemeliyim diyorum. en sevdiğim: monterey.
eden ahbez de isminin başharflerinin küçük harflerle yazılmasını istermiş, hep de öyle yazmış. sadece Tanrı ve Sonsuzluk kelimeleri büyük harfle başlanmayı hak eden kelimelerdir dermiş.
eden ahbez 86 yaşında bir trafik kazasında ölüyor. bunu öğrendiğimde vay canına diyorum. 86 yaşında, ama, bir trafik kazasında ölmek. (acaba radyoda ne çalıyordu.)
.
ve büyük harfler ve küçük harfler hakkında düşünürken şunu da hatırlıyorum:
görkemli kaybedenler'in bir bölümünde leonard cohen'in duasından:
Tanrım! Kangurunun Ayrıntılarını Sen Bilirsin, Mutfakta Oturuyor, Her Kelimeye Büyük Harfle Başlıyor, Ve Senin Sabahında Yaşıyorum-"
.
belki de diyorum büyük ve küçük harflerle bu derece takıntılı olmamalıydık. tüm bu takıntılar bizi, kulaklıktan su sesleri ve yaprak hışırtıları dinlememiz gereken bir noktaya getirdi.
.
patti smith'in şarkısı ise şöyle bitiyor:
holy the supernatural extra brilliant intelligent kindness of the soul!
ruh'un doğaüstü-ihtişamla parlayan aklî nezaketi!
.
isminin baş harflerini küçük harfle yazan bir başkası, e.e. cummings'in -elbette- muhteşem bir şiiri var: "pity this busy monster, manunkind"
şiirin bir yerinde şöyle diyor: "elektronlar bir jileti tanrısallaştırırlar".
şunu duymuşsunuzdur: bir bıçak bir ekmeği asla kes(e)mez. ekmeği ikiye bölemez yani, sadece atomlarını (ve elektronları) sağa sola iter, ikiye ayırır.
atomlarını gerçekten ayırmak için nükleer şiddette bir güce ihtiyacımız vardır, ki bıçak bunu sağlamaz.
yani, bir jilet de, mesela, ten'i kesemez, sadece onun atomlar��nı ve elektronlarını sağa sola itebilir. yani sanırım, şair burada, bir jiletle intihar etmek asla mümkün değildir diyor. (bu analizimden sıfır alıyorum, bu seneyi tekrar okumam gerekiyor..)
.
patti smith'in şarkısının nakaratı: holy! holy! holy!
eden ahbez bir süre şu hollywood yazısının L harfinin altında yaşamış. yani bunu uydurmuyorum, gerçekten öyle. orada kamp kurmuş. şöyle yüzünü dönüp, holly'nin içindeki harflerden birini seçmiş olmalı. L harfi bana da mantıklı geliyor.
.
artık evdeyim. eden ahbez, monterey diyorum, çok güzel bir şarkı, çok iyi hissettiriyor. zihnimde günün erken saatlerine dönüyorum, odyolog'a diyorum ki bakın ne güzel bir şarkı. sonra cummings'in şiirini gösteriyorum, bakın bu da ne güzel bir şiir. yüzüme bakıyor, garipsememeye çalışıyor. şiiri bilmiyorum, şarkıyı da dinleyeceğim, teşekkürler diyor. siz yine de su ile ilgili olan sesleri tercih edin. kuş cıvıltıları, ağustos böcekleri.. bunlardan uzak durun. L harfinin altındaki sesler diyorum, L harfinin altı bana da mantıklı geliyor.. bunun hakkında düşüneceğim.
23 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 3 months
Text
pekiii.. fırtınaları çıkaran kimdi?
.
e. ve ben, metroda yanyanayız.
gözüm sürekli istasyonların isimlerini takip ediyor, sanki bir an gözümü ayırsam zaman kırılacak, ya da saçma sapan başka bir şey olacak, bir an kendimizi ineceğimiz istasyondan fersah fersah ötede bulacakmışız gibi- bir tehlikeye karşı,
gözümü istasyon isimlerinden ayırmıyorum.
.
e. kolumu sıkıyor. bunu yaptığının farkında değil. ineceğimiz durağa henüz var, boş konuşmaya karar veriyorum, şöyle soruyorum-
hani filmlerde bazen bir sahne olur, mesela.. kız, oğlanı hiç beklemediği bir anda yanağından öper. oğlan duraksar, kıza şaşkın şaşkın bakarken elini kendi yanağına götürür, öpüldüğü yere dokunur, hissettiğim gerçek mi? der.
evet bu bir klasik diyor e.
evet diyorum, bu bir klasik.. ama sence ne manaya geliyor?
.
tekrar istasyonların isimlerine bakıyorum, daha önce hiç bilmediğim bazı kelimeler var. doğru hatta olduğumuzdan emin misin? diyorum, bu istasyonları hiç duymamıştım.
.
bence beklemediği bir anda öpüldüğü için oğlan sadece şaşırıyor diyor e. işte, şaşkınlıkla elini yanağına götürüyor (suç mahallini işaret ediyor).
ama, acıyan yerimize de bastırırız biliyorsun diyorum.
mesela, heyecanla merdivenlerden aşağı koştuğunu düşün -sanırım kapının zilini duymuşsun, sevgilini bekliyordun ya- ama öyle heyecanla koşuyorsun ki gözlerin buğulanıyor, ayağın takılıyor, tepetaklak yuvarlanmaya başlıyorsun, düşüyor düşüyorsun, yüzün ellerin, dizlerin dirseklerin, muhteşem tatmin edici bir şekilde her yerini çarpıyorsun- neresinin ağrıdığından emin olamıyorsun.
ama diyelim ki en fena dizini çarpmışsın, can havliyle dizini iki elinin arasında alıyorsun, sıkıyorsun, ağrı hissini bastırmaya çalışıyorsun.
ağrıyı örtbas etmeye çalışmak-
işte diyorum, oğlan da yanağındaki öpücük hissine aynısını yapıyor, bu hissin beynine ulaşmasını engellemeye çalışıyor.
ah diyor... e.
senin bir romantik olduğunu sanıyordum.
hayır diyorum. ben bir gerçekçiyim.
.
metro yoluna devam ediyor. duraklar geçiliyor. nerede olduğumuzu anlamak için istasyon listesine bakıyorum. artık istasyon isimleri sadece bilinmedik kelimelerden değil, karmakarışık harflerden oluşuyor.
hey diyorum. sıradaki durak için smtyya yazıyor görüyor musun, bu nasıl bir kelime? .
şşşş.. diyor e. istasyon isimlerini boş ver.
.
elimde bir kitap var: "behçet necatigil - mitologya sözlüğü"
böyle metro yolculuklarında çantamdan çıkarıyor, elimde tutuyor ve çantama geri koyuyorum. bir kitabı bitirmek için çok verimsiz bir yöntem-.
e. kitabı görüyor,
pekiii... diyor. (daha evvel sormadığı bir soru bulmaya çalışıyor..) fırtınaları çıkaran kimdi?
poseidon! diyorum.
ama o denizlerle ilgili değil miydi?
işin aslı, o zamanlar her şey ama her şey biraz... ve de mutlaka, denizlerle ilgiliydi.
kimsenin aklına tarladaki ekinlerin büyümesi için dua etmek gelmiyordu. tanrılarından fırtınasız bir deniz diliyorlardı: gemiler kayalıklarda parçalanmasın, askerler yurtlarına dönebilsin, sevgililer kavuşsun, çocuklar babasız kalmasın.. bunun gibi şeyler..
anladım diyor e. poseidon. şu çatalı olan hani?
tanrılarını hep insan formunda düşlemeleri çok sevimli değil mi?
.
"gelecek istasyon-" diyor hoparlördeki ses:
ne dedi diyorum? söylediğinden hiçbir şey anlamadım? sanki uydurma bir kelime söyledi?
şşşş diyor e. elini yanağıma koyuyor, yüzümü kendine çeviriyor. gelecek istasyonun ismini söyledi, endişelenme.
ama diyorum... kapının üzerinde yazan istasyon isimleri artık karmakarışık harfler, anlamsız kelimeler. hoparlördeki sesi ayırt edemiyorum? doğru hatta olduğumuza emin misin?
şşşş. diyor e. doğru hattayız, merak etme.
.
insan formunda olmayan bir tanrı nasıl olurdu ki diye soruyor... ah-ha diyorum... mitoloji külliyatı benim elimde olsaydı, mesela, athena, göz şeklinde bir tanrı olurdu, senin gözlerin gibi.. gökyüzünde ölümlüleri izleyen, iki muhteşem göz şeklinde bir tanrı.
bu çok özgün bir fikir değil ama.. benim gözlerimin renginde bir tanrı fikri hoşuma gitti diyor e.
insancıklar senin gözlerine tapınıyorlar ve hayvanlar kurban ediyorlar. yeni doğmuş bebekleri hastalıklara yakalanmasın, askerlerin ölümcül yaraları iyileşsin, aşıklar birbirlerine kavuşsunlar diye. bir tür şifacı tanrı.. böylesi tam sana göre.
.
artık bilmediğim bir dilde konuşan ses son durağı anons ediyor... ne dediğini artık hiç anlayamıyorum. ne dediğini anlamıyorum diyorum- şşşş diyor e. son durağa geldiğimizi söylüyor- ama diyorum, biz daha önce inecektik- sakinleş diyor e.
yanağıma elini koyuyor, başımı omzuna yaslıyor- nerede ineceğimizi boşver-
.
peki, şu şifacı muhteşem yunan tanrıçası- gözlerimin renginde, gökyüzünden insancıkları izlerken, ve insancıklar ona hayvanları kurban ederken, sen ne yapıyordun? diye soruyor-
ben, diyorum.... (ben, dünyadaki en doğru cevabı vermek istiyorum- allahım. ben her zaman dünyadaki en doğru cevabı vermek istiyorum.)
bu sırada ben, senin uğruna hayvanların kurban edilmesine karşı çıkıyordum.
gökyüzündeki şu muhteşem iki gözden başka bir tanrı yoktur, ve o hayvanların kurban edilmesini istemiyor diyordum.
e.'nin gözleri ışıldıyor.
(bu renkteki gözlerin ışıldadıklarına hangi renkte ışıldadıklarını hayal edemezsiniz.)
.
kapılar açılıyor. nereye geldik diyorum. bilmiyorum diyor. vagondan inen kimse nereye geldiğimiz bilmiyor gibi, ama itiraz etmiyorlar. artık anons yapan ses tümüyle kimsenin bilmediği bir dilde konuşuyor, ama huzur verici bir karmaşa- değil mi? diyorum. e. kolumu sıkıyor. hey diyorum: metroya bindiğimizde kolumu sıkmıştın, ve her şey böyle başlamıştı-
.
seninle gurur duyuyorum diyor e. yani şu yunan tanrısı olan gözlerim, seninle gurur duyuyorlar. onun için hayvanların kurban edilmelerini engellediğin için.
hey! diyorum.. doğru yerde indiğimizden emin misin? aksi imkansız diyor. anonsu duymadın mı.- sanırım diyorum. biraz ateşim var. evet biraz öyle diyor, anlamak için elini yanağıma götürüyor -
17 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 3 months
Note
sen de insanların klasik/ romantik şekilde ayrıldığını düşünüyorsun
başka kim öyle ayırıyor? ben ayırmıyorum. romantikler ve diğerleri olarak ayırdığım oluyor. bu aralar üşenenler ve üşenmeyenler olarak ayırdığım da oluyor. takati olmayanlar ya da kifayetsiz muhterisler. herhangi bir şeye heyecan duyanlar ve duymayanlar, metronun gelişini donuk gözlerle izleyenler, izlemeyenler. vb. vs. ama, kimseye klasikler dediğim olmuyor. gündelik hayat o derece akademik bir ortam değil sanki.
8 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media
francois truffaut, "la nuit americaine", 1973
aki kaurismaki, "I hired a contract killer", 1990
17 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
kaurismaki / rothko
kaurismaki / simberg
(mies vailla menneisyytta, 2002)
16 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 4 months
Text
Tumblr media
aki kaurismaki / "kauas pilvet karkaavat", 1996
12 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 5 months
Text
isa peygamber filistin'e döndüğünde, duydukları mucizeleri kendi gözleriyle görmek isteyenler, eh aslında böylece, peygamberliğini sınamak isteyenler evinin önünde toplaşıyorlar.. içlerinde iki adam var, tanrının bu çocuğuna felçli bir adam getirmişler, taşıdıkları adam bir kilime sarılı, yürüyemiyor, konuşamıyor, sadece inleme benzeri sesler çıkarıyor. isa peygamber kalabalığın içinden yürüyor, kilime sarılı adama yaklaşıyor, eğiliyor, kulağına şöyle fısıldıyor: cesaretini kaybetme, endişe etme, yürüyeceksin. çünkü günahların affedildi.
ben bunları anlatırken n. yanı başımda dikiliyor. elinde tuttuğu enjektöre tırnağı ile vurup içindeki hava kabarcıklarını çıkarıyor. birazdan duymaya devam edebilmem ve şu çınlamanın çıldırtıcı bir noktaya gelmemesi için kulak zarımdan içeriye kortizon enjekte edecek.
iğneyi yapmayalım, onun yerine kulağına cesaret verici şeyler mi fısıldayayım istiyorsun? diye soruyor-
yani.. fena olmazdı diyorum. kulağımın tedavi olması.. bu sırada günahlarımın da affedilmesi muhteşem bir tecrübe olurdu. hımhım, kıpırdama- diyor,
nefes al, enjektörün iğnesi kulak zarımı geçiyor, iç kulağımda titreşen kabarcıklar ve bir festival.
sonra her enjeksiyon sonrası ritüelimizi yaşıyoruz: iyi misin? baş parmağımı kaldırıyorum. iyi misin? yoksa yüzeye mi çıkmak istiyorsun? baş parmağımı ters yöne çeviriyorum..
şu iğnenin her seferinde beynime bu kadar yaklaşması fikrinden rahatsız oluyorum diyorum. abartmamalısın diyor.. abartanlar iyileşemezler. herr doktor.
.
(akşam. samatya meydanı. n. şimdi doktorum değil, yeniden arkadaşım.
elinde enjektör değil de bira bardağı olduğunda sevimli sayılabilecek birisin diyorum.
uzaktan çan sesleri duyuyoruz. samatya meydanı çok güzel. ezan da var, çan sesi de diyor. böyle şeylerde romantik bir yan göremiyorum ama sen bilirsin diyorum.
bu arada tedaviniz yine sonuç verdi herr doktor, çanların çaldığını fark ettim. ve de şimdi.. çanlar sustu! diyorum.
ne zaman böyle desem n. her seferinde hahaaa diyor, üşenmiyor, devamını getiriyor:
"sustu çanlar. fakat binlerce yılın yabancısı bir ses değdi minarelere. tanrı uludur! tanrı uludur! polistir babam. cumhuriyetin bir kuludur!"
ya diyorum.. tüm allahsız arkadaşlarım içinde en çok ismet özel seven sensin. şiir okuyor, duymayan kulakları tedavi ediyorsun. neredeyse peygamberlik mertebesi.)
30 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 5 months
Text
Tumblr media
aki kaurismaki / "la vie de boheme", 1992
9 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 5 months
Text
Tumblr media
aki kaurismaki / "I hired a contract killer", 1990
11 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 5 months
Text
Tumblr media
6 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 6 months
Text
Tumblr media
mila / christos nikou, 2020
14 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 6 months
Text
Tumblr media Tumblr media
mubi'ye 24 kaurismaki filmi gelmiş.
3 gün içinde tümünü izlemeyi planlıyorum, izlemiş olduklarımı da tekrar izleyerek-
(r. gülüyor: -bu çabayı kaurismaki'nin kendisi bile tuhaf bulurdu.)
bu sahne "hamlet iş başında"dan. tarihi 1987.
görür görmez ah-ha, radiohead mi diyorsunuz?
(radiohead'in ismini aldığı talking heads şarkısı, 'radio head''in yayınlanma tarihi 1986'ymış...)
yani hayatta her şey tesadüf olamaz ama. bazı şeyler de sanıyorum mutlaka tesadüftür.
2 gün içinde filmlerin 4'ünü izledim. yarına kaldı 20.
18 notes · View notes