Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Spotify’a ne zaman gelir?
size rap şarkısı yaptık. hem de havlamayarak. bugünün akşamında ayık olun. :)
100 notes
·
View notes
Text
Oğlum bacak kadar veletteki sese bak. Max. 12 yaşındasın üst notalara nasıl çıkıyorsun öyle amk
(Böyle kardeşim olsa çok nadir döverim onu)
0 notes
Text
Elma Şekeri
Elma şekerini çok seviyordu yaşlı kadın, üç tane de oğlu vardı hepsi ayrı şehirlerde, ayrı hikayelere kahraman olmuş üç genç delikanlı. Eşi yıllar önce bu diyardan gitmiş, giderken de sılanın, gurbetin yükünü yaşlı kadına yüklemişti. Tabutuna son bir öpücük konduran karısının en siyah gecesi o geceydi. Belki de ölüm onları daha çok yaklaştıran bir düğün sahnesiydi..
Sonra yaşlı kadın amansız bir hastalığa yakalandı. Bir yandan hasret, diğer yandan ecel.. daha fazla dayanamadı. O gece tüm telefonlar sessizlikle kapandı..
Ertesi günün sabahı beraber büyüdükleri iki göz odalı neşeli evlerinde toplandı evlatları, eskisi gibi gülümsemiyordu duvarlar “kızarmış ekmek bile ağladı” en büyük olanı hep eskilerden bahsediyor, anlatırken de gözlerine yağmur yağıyordu. Lakin belli etmemesi gerektiğini öğrenerek büyümüştü. Kardeşlerine babalık etmek zorunda olan koca bir çınarın da artık kökleri zayıflıyordu.. yapraklar sararıyor, rüzgar fısıldamıyor, kuşlar yuva yapmıyordu. Sanki tüm evren işini yapmayı bırakmıştı ve gökyüzü griye çalıyordu.
Ortanca oğlan odasındaki çekmeceyi açtı; dağınık halde birkaç sararmış fotoğraf, yalnızlığı kabul etmiş bir ayna ve bolca hatıra vardı. Gözünü oradaki bir not kağıdına dikti delikanlı. Annesinin yazdığı notu içinden okudu “Dünyanın yükü omuzlarıma binse de meleklerimin kanatları var.”
“O anda puslu bulutlar onun gözlerine de indi.”
En küçük oğlan henüz yeni evlenmişti ve karısı hamileydi, cenaze evinde bir başlangıç ve bitişin mucizesine aynı anda tanıklık ediyordu evren. Kızının ismini Meva koyacaktı. Meva, Farsça’da “sığınacak yer” anlamına geliyordu. Sel basmıştı her yanı, karıncalar yuvalarını terk ediyordu. Gidişin en gerçek yanını bir boşluğa bakarak izledi evin en küçük erkek çocuğu. Herkes bir parkın yapılışına sevinirken o bir şehrin yıkılışına üzülüyordu.
Cenaze evleri kasvetli olur, pek sesli konuşulmaz, yemek yenir; karınlar tok.. akıllar durgun.. ve güzel hatıralardan bahsedilir.
Üç kardeş sigara içmeye balkona çıktı ve o anda kulaklarında tiz bir ses yankılandı; “elma şekeriiiiii”
Zihinlerimiz milyonlarca senaryoya gebedir ve iki insanın aynı anda aynı şeyi düşünmesi olasılıklar dinamiğine terstir. Fakat o an üçü de aynı şeyi düşündü.
Cenazede elma şekeri dağıtmakta neyin nesi? Komşular ne der? Akrabalar konuşur. Ele güne karşı!
Bütün hepsini satın aldılar. O kıpkırmızı, parlak ve tatlı elmalar da şaşkındı! Herkese birer birer dağıtıldı. Bu duruma sevinen çocuklar artık ölümü daha sevecen bulmaya başladı..
Herkesin elma şekeri bitti ama bir kişi hariç. Geçen sene elim bir trafik kazasında hem öksüz hem yetim kalan küçük bir çocuk avuçlarında tıpkı bir çiçek gibi tutuyordu elma şekerini.. sonra dudaklarından sessizliğe çığlık attıran ve herkesi lâl edecek olan o kelimeler döküldü;
“Annemin mezarına ekeceğim seni”
5 notes
·
View notes
Text
Oğlum sen Benjamin Button mısın? Sen benden 1 yaş büyüksün ben 2 senedir 32 yaşındayım, sen? Nasıl? 30 olabiliyorsun?
Otuz oldum bu gece :)
12 notes
·
View notes
Text
“Refakatin Esareti”
Acil serviste ortalık bir anda curcuna oluyor, herkes bağırmaya başlıyor, çığlıkların yankısı kulakları dehşete düşürüyor, hasta yakınları duvar diplerine çökmüş dualar ediyor. Dağ gibi adamların gözleri doluyor. Şöyle 2 dakika durup nefesini tutup izlediğin zaman ölümün o kasvetli nefesini yüzünde hissediyorsun.
Hiç sevmediğim şeyler; zaten kim sever ki? Oturup üzerine sayfalarca mısralar yazılır fakat içinde bulununca tüm cümleler küskün kalır.
Hastane duvarları çok soğuk oluyor, 15 derece havada bir duvar ancak bu kadar buz tutabilir. Kuşlar uçmayı öğrenince kaçıyor, bulunamayan damarlar biraz kalbini de morartıyor.
Kantinde oturuyorsun mesela, yan masada bir kadın, gözleri yorgun, saçları dağınık, gece uzun, çay soğuk… Zemin katta bir genç, belki sabaha karşı bir baba! Yeni birini bekliyor hayata. Çok tatlı bir telaş.
Dolaşıyorsun koridorlarda umarsızca. Yine karşında bir baba, yaşı da var baya, evladının son nefesine şahit oluyor, kızıyorsun o can alan demir yığını arabalara, yollara ve bariyerlere! Kahven de soğuyor tabi, tıpkı ruhunu teslim edenlerin bedenleri gibi.
Çığlık çığlığa ağlayan bir annenin sesini hangi duvar geçirmez ki? Ya da bir abinin kana bulanmış ellerini hangi ilaç temizleyebilir? Acı büyüdükçe tülden bir perdeye dönüşüyor o duvarlar sanki. Arkasını duyabildiğin, yeterince derinden bakarsan acının da gözlerini görebildiğin.
Koridorda yüzünde rengarenk maskeli saçsız bir çocuğa rastlıyorsun mesela sürekli gülümsüyor, annesi de kestirmiş saçlarını ama onun gülümsemesi çok daha acı, bir balon alıp vermek geliyor içinden ama hastanelerde balon da satılmıyor ki!
Gelirken trafikte yol kenarında oyuncak satan adamdan almadığın oyuncak için kendini suçluyorsun. El ele yürüyor annesiyle minik bebeği… Ama dediğim gibi ikisi de maskeli… Orada anlıyorsun ki kalp durmadan da ölünebiliyormuş.
Başka biri omzuna çarparak yanından geçiyor, kızıyorsun. “Önüne baksana” diyorsun içinden. 3 adım sonra arkasında bir sedye, sevgilisi galiba, üstünde de çiçekli bir elbise, pencereler filmli içeri hiç güneş girmiyor. Zaten ne fark eder ki? Güneş doğarken de birileri ölüyor…
Karanlık yerini ışığa bırakıyor, sanki dün gece hiç bir şey yaşanmamış gibi… Yaşanmışlıkların silinmişlikleriyle beraber aydınlığa boğuluyor gözlerinden uyku akan ruhsuz bedenler. Hoş, bazen de güzel haberler alınıyor, sevinç çığlıkları atılıyor, o anda ileriye dönük güzel planlar yapılıyor. Ama bunları kimse konuşmaz ki, ne de olsa kimse morgdan taburcu olamıyor.
(Bitmemiş Öyküler)
- Zafer Güler
3 notes
·
View notes
Text
Bu kadar prodüksiyona gerek yok. Ben bu sesin aynısını mikron, bardak ve tırnak kullanmadan ağzımla yaparım. 🤫
Onlarınki gibi olmadı ya bardak, sence ?🥹
24 notes
·
View notes
Text


"Shre nazg golugranu kilmi-nudu,
Ombi kuzd-durbagu gundum-ishi,
Nugu gurunkilu bard gurutu,
Ash burz-durbagu burzum-ishi,
Daghburz-ishi makha gulshu darulu.
Ash nazg durbatulûk, ash nazg gimbatul,
Ash nazg thrakatulûk, agh burzum-ishi krimpatul
Daghburz-ishi makha gulshu darulu."
3 notes
·
View notes
Text
Güneşin sabaha kavuşmasına hayli az vakit vardı, aylardan Temmuz’un 6’sıydı, 6 gündür karanlık sokak aralarından izlediği uzun boylu, siyah paltolu adamı şafak sökmeden öldürmeye karar verdi. 6 sayısına takıntılıydı bir de ağaç kokusunu çok severdi. Eskilerin yazarı şimdinin ise katili. Bar çıkışını bekledi, ilk alacağı can değildi fakat her seferinde namluya sürdüğü mermiye bir öpücük kondururdu. Hoş, kalemin öldürdüğü bir adamı mermi ne kadar yaralayabilirdi? Sonunda çıktı bardan uzun paltolu maktül, ayağında kırmızı bir ayakkabı, kafasında gri bir kasket ve yine üzerinde o uzun kaşe siyah ceket, ah! Keşke bu kadar zor olmasaydı kan lekesini çıkarmak! Öldüreceği adamları uzaktan izlemeyi severdi şair. 6 adım uzaktan tam kalbine nişan alırdı, genelde ikinci mermiyi sıkmazdı. Siyah deri eldivenlerini sürekli temizlerdi. 6 metre aralıklı sarı sokak lambalarının hizasında takip etmeye başladı adamı, onun her üç adımında 2 adım atıyordu şair. Takıntılıydı işte. Bazen kaldırım çizgilerine bazen de pantolonunun ütü çizgisine.. Yürümeye devam etti. Ta ki görece karanlık bir çıkmaz sokağın girişine kadar. Çöp torbaları, fareler ve onlarla sanki arkadaş olmuş kediler.. Hayata veda etmek için ne de pis bir yer! Hiç vazgeçtiği görülmemişti katilin, 6 saniyede kararını verip ateşlerdi o can alan siyah metali.. Prensipleri olan bir katil için epey zordu kasvetli havalar, ıssız sokaklar, uçurumdan daha yüksek binalar.. Sonunda gelmişti o makul 6 saniye, topuğundan bir ses çıkardı hafif sarhoş adam farketsin diye, döndü arkasını siyah paltolu adam. Göz göze geldiler. Silah çoktan doğrultulmuştu kurbanın tam göğüs hizasına, şairin parmakları inceydi, fakat silahı sımsıkı tutuyordu. O pis çıkmaz sokaktaki bir dükkanın tabelasından bir örümcek iniverdi yavaş yavaş şairin silahı tutan koluna, epey cesurdu şair fakat iki şeyden çok korkuyordu; bir aşktan bir de örümcekten.. Çoktan geçmişti 6 saniye.. Mermi henüz kavuşmamıştı yüreğe.. Donup kalmıştı şair. 6 bacaklı bir canavarı öldürmek ne kadar zor olabilirdi ki? O an sanki kocaman bir yaratık üstüne atlamış gibi çırpınmaya başladı katil. Siyah paltolu adamsa alkolün ve ölümün etkisiyle katilin elindeki silaha doğru bir hamle yaptı. Belki şans, belki kader, aldı elinden silahı katilin. Beklemedi 6 saniye, direkt ateşledi silahı yine tam kalbinden. Yerde kanlar içinde yatan katile ayrılan sürenin sonuna gelinmişti artık. Silkeledi siyah paltosunu sarhoş adam. Artık yeni şair kendisiydi. Sahi, kim katildi? Kim şair? Hepimiz bize biçilen rollerin efendisiydik, sıramız gelince giriyorduk senaryoya. Replikler çok önceden yazılmış fakat şiirlere kurşun işlemiyordu. Yağmur başladı ve ölen şairin soğuk bedenini ruhu terkediyordu, avuçları açıldı ve ıslak bir kağıda mavi mürekkeple yazılmış bir not; “siyah paltolarımızı giyerek, keşke biraz kırılmaksızın gülümseyebilsek”
“Kanalizasyondaki Kan Kokusu”
Cinayet sahnesi yazmam gerekiyor.. Şöyle yaratıcı fikirleri olan var mı?
14 notes
·
View notes
Text
İnsanlarda serotonin reseptörü bırakmadı orsb çocu hayat. Yıllar sonra literatürde işlevini yitirmiş bir reseptör olarak anılacak
14 notes
·
View notes
Text
içimden gelmişken yazayım diyorum füsun sonra geç oluyor. ne bileyim işte annen gidiyor, baban ölüyor, kardeşin olmuyor, kuşun uçmayı öğrenince kaçıyor, ona giden yollar kapanıyor, hastaneler yıkılıyor, yaşın geçiyor, mezarlıklar geceleri soğuk oluyor, biralar yarım kalıyor, çiçekler soluyor, kalbin soğuyor... ne bileyim işte füsun geç oluyor.
226 notes
·
View notes
Text
+şiir mi bu?
-hayır.
+ne peki?
-çıldırdım.
gir repliği..
+ o kim?
- efendim
+ o kim diye soruyorum
- soruyu anladım.
ver dramı..
kanser annemi öldürüyor, "yaşasııın" diye bağırıyorum. o sevinçten zannediyor oysa bütün sevincimi uğurluyorum.
sev beni..
yabancılar elini tutmaya kalkarsa çıldır. insan bu, çıldırır. göğsünü tut ve tutmayın ulan, burama kadar geldi diyerek bağır.
an orospuyu..
bazen, uzun bacaklar, dolgun dudaklar, büyük göğüsler falan, sik kadar beyin yoksa ziyan.
hatırla edip'i..
"derken karanfil elden ele.... "
sor soruyu..
nerdesin? suyun boğduğu çocuğun hayalindeki dünya. kayanın yarasına sardığı yosunun, ardında mı kaldın?
öp onu..
ah, ne densiz seviyorum seni, dengesiz, ahlaksız, ağzının tadını unuttum.
son sözünü söyle..
sırtım, binlerce bıçağın seviştiği yatak. sonra gözlerim var birlikte duş almaları için uğranılacak.
sonrasını sorma, hepimizde muhteşem bir çığlık.
haydi zıpla, yoksa aklıma düşeceksin...
56 notes
·
View notes
Text
Ve ayrıca vücudumuzda kırılacak 206 adet kemik varken, birileri gelir kalbimizi kırar.
bir kemik aynı yerden iki kere kırılmaz. aynı yerden, sen, defalarca, nasıl?
226 notes
·
View notes
Text
Komik erkeği ancak annesi sever kardeşim.
Manitaya başkası komik gelmesin diye sürekli şaka yapıyorum
9 notes
·
View notes
Text
Katalunya'da bir akıl Hastanesi'nin duvarından;
"Ciddi derecede hasta bir topluma uyum sağlamak, sağlık belirtisi olamaz."

119 notes
·
View notes